Etiket arşivi: zeytin

Suyun Kaynağına Yolculuk Büyük Menderes 3. Gün

27 Nisan 2018 Cuma

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

Akçakaya – Koçarlı – Çakırbeyli – Yenipazar

( resimlerin bir kısmı Ferdimen’e aittir )

“Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi adeta bir suyun
Ayakucumda sen oturuyorsun
Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!”

Can Yücel

Öne çıkmış olan görsel. Etraf yeşillik bir alan, uzayıp giden asfalt, kenarında kırmızı çizgili üçgen trafik tabelasında ! (dikkat işareti). Altında da neye dikkat edileceğini belirtir şekil. Top ağacın sol alt köşesi yola çıkmış. Bir kamyon da ağacın yanından geçerken çizilmiş. Dikdörtgen kasalı kamyon ağaca değmeden geçiyor.

20180427_185145_HDR

Güzel bir uykunun ardından erkenden uyandım. Köy havasında uyanmanın keyfini yaşıyorum. Arkadaşlar da benimle birlikte uyanıyor. Hemen karşıdaki camide elimizi, ayağımızı yıkanıp tuvalet ihtiyacımızı giderdik. Çadırları kurduğumuz yer kapalı düğün salonunun girişi. Giriş çok geniş olduğu için çadırlar rahatça sığıyor. Düğün yapılan yer üst kattaki salonda. Alt katta muhtarlık odası ve dükkanlar. Ama hepsi boş, köyde kim ne alıp satacak. Bakkal yeter bile. Üst katta koca bir tabelada “Akçakaya Düğün Salonu” yazılmış mavi renkte. Üst köşede de Türk bayrağı.

IMG_2346

Çadır alanımız çok geniş, sabah yaptığımız sıcak duşta kurulandığımız havlu ve yıkanan çamaşırlar ipe serilmiş kurusunlar diye. Mehmet çadırında toparlanmaya çalışıyor bu arada.

IMG_2347

Cami avlusunda tarihi eserler görüyorum. Yakınlarda tarlalarında bulduğu sütun ayağı ve başlığı getirip cami avlusuna koymuşlar bir kenara.  Başlıklar mermer ve meşe yaprağı işlemeli.

20180427_074905_HDR

Camide sıcak su var, ben de su donumu giyip bir güzel duş alıyorum sabah sabah. Akçakaya köyü dağın yamacının başladığı yere kurulmuş şirin bir köy. En fazla iki katlı olan evler dağınık olarak bahçelerin içinde kaybolmuş. Sadece yol kenarındaki evlerin bir kısmı bitişik. Çadırları, eşyaları toparlayıp çantalara yerleştirdik.

20180427_090929_HDR

Köyün tek bakkalı dükkanı açmamış. Henüz ekmek te gelmedi, ekmeğin gelmesini, dükkanın açılmasını bekliyoruz. Bakkal dükkanı tek katlı bağımsız bir oda şeklinde. İki kanatlı demir sac kapısı kapalı. Penceresinde parmaklık var. Binanın sağında camekan ekmek dolabı boş duruyor.

20180427_091401_HDR

Henüz kahve de açılmadığından kendi çayımızı kendi ocağımızda çaydanlıkta demliyoruz. Ocak çok olunca yumurtalar da ayrı ocakta pişiyor. Yumurtaları bakkal bize ikram olarak verdi para almadan.

IMG_2348

Kahvaltılıkları masaya serip yumurtaların kaynamasını bekliyoruz bir süre. Çay demlendi, hazır. Cem masada hazırlık yaparken Ferdimen ortalıkta dolanıp duruyor.. Beyaz badanalı kahvenin duvarına el arabası dayalı.

IMG_2349

Kahvaltıyı yapıp bulaşıkları yıkadıktan sonra bisikletlere yükledik çanak çömleği. Benim havlum henüz kurumadığından bisikletimin üstüne seriyorum kuruması için.

IMG_2350

Son hazırlıkları yaparken şarjda olan aletleri Ferdimen alıp geliyor. Cem Ve Mehmet bisikletlerin başında hazırlıklarını bitirmek üzere.

20180427_091408_HDR

Sonunda yola çıkabildik. Ferdimen üçümüzü çekiyor köyü henüz çıkmadan, az ilerdeyiz. Cem bizden ayrılacak bu gün. Bir süre daha bizimle gelip Aydın yoluna çıkarak İzmir’e doğru pedal çevirecek.

IMG_2352

Büyük Menderes nehrini besleyen bir çok çay, dere var. Az da olsa akan çay az ileride Menderes nehrine kavuşacak. Çay yatağını çekiyorum bir poz.

20180427_095421_HDR

Üzerinde bulunduğumuz köprüde yazan Sarıçay tabelası ve Karaatlı köyüne giden yolu gösterir tabelayı çekiyorum köprü demirleri ile birlikte.

20180427_095502_HDR

Sakin köy yollarında yol almak çok güzel. Etraf yeşil, manzara harika, köylerden geçerken fark etmiyoruz bile. Tabelaları olmazsa köy olduğu belli bile değil. Haydarlı köyünden geçerken resmini Ferdimen çekiyor.

IMG_2354

Şimdi de Yağhanlı köyünden geçmekteyiz. Köyler birbirine yakın konumda. Yağhanlı tabelasının arkasında kocaman bir fıstık çam ağacı. Etraf yeşil bitkilerle dolu.

IMG_2355

Başka bir köy tabelası daha karşımızda; Kasaplar köyü. Ben öndeyim, arkamda Cem ve Mehmet bisiklet sürüyoruz üçümüz.

IMG_2356

Adam arsızlığından fazla arazi sahibi olmak için dağı bile tel örgü ile çevirmiş. Herhangi bir şey de ekili değil ama tel örgüye astığı tabelada 24 saat kamera ile gözetliyor arazisini. Sanki arazisini çalacaklarmış gibi.

IMG_2357

Benzin istasyonunda toprak yollarda tozlanmış olan bisikletleri su ile yıkayıp temizliyoruz. Arada bir yıkayıp temizlemek gerekiyor. Benzinliğin hava -su istasyonunun önünde üç bisiklet yıkanmış, paklanmış. Burada Cem Tabanlı ile yollarımız ayrılıyor. Biz düz gideceğiz, Cem ana yol olan Aydın yoluna doğru devam edecek.

IMG_2358

Temizlenmiş, paklanmış bisikletlere binerek yolumuza devam ettik. Karşımıza Güdüşlü köyü çıkıyor. Köyde inek çok olmalı ki araçların dikkatini çekmek için kırmızı çizgili üçgen tabelada inek resmi uyarı olarak konulmuş.

IMG_2359

Yuvarlak, bombeli bir aynada kendimizi çekiyorum bir poz. Aynanın bombeli yapısından olacak yakında olmamıza rağmen sanki uzaktaymış gibi çıkıyoruz. Mehmet, ben ve Ferdimen bisikletlerimiz ile birlikte.

20180427_111254_HDR

Tekeli köyünde suyu güzel akan bir çeşmede mola verdik. Buradaki çeşmenin ismi    ” Gelin Çeşmesi”.  Dört tane çeşmeden şarıl şarıl su akıyor. Ben şişelerimin suyunu tazeliyorum bu arada. Çeşmenin üzeri sac ile örtülüp kapatılmış. Bu çeşmeden o kadar çok su alıyorlarmış ki uyarı levhası asmalarına neden olmuş. Levhada yazan;

İlan Su dolduran vatandaşlara önemle duyurulur.30 Lt den fazla su doldurulması yasaktır. Köylülere öncelik verilmesi önemle duyurulur.

Arsızlar demek ki o kadar su alıyorlarmış ki köylülere bile fırsat vermiyorlarmış. Neredeyse tankerle su alacaklarmış. Sanımda damacanaları doldurmaya getirenden belli değil mi? Yanındaki küçük kızı da merakını çekmiş olmalı ki bana dikkatlice bakıyor.

IMG_2360

Buranın köy mezarlarındaki taşlardan anlaşıldığına göre epey eski yerleşim yeri olmalı. Mezar taşının üstünde zeytin dalı işlenmiş. Mezar taşının üzerine kertenkele çıkmış Güneşten ısı enerjisini topluyor kımıldamadan.

20180427_112042_HDR

Yol kenarındaki kahvede mola veriyoruz. Koca çınar ağacı o kadar büyümüş ki bahçeyi ve kahve binasını neredeyse tamamen kaplamış durumda. Kahvenin dışında çeşitli motorlar, traktör ve bizim bisikletlerimiz park etmiş.

20180427_113208_HDR

Burası köylülerin ve gelip geçenlerin uğrak yeri. Tabelada; Necip dedenin yeri tost – köfte – kavurma – ciğer – çay ve meşrubat yazılmış

20180427_113220_HDR

Hep köylerden geçecek değiliz ya. Karşımıza Koçarlı kasabası çıkıyor. Tabelada yazdığı kadarı ile 23.100 nüfusu var.

20180427_120739_HDR

Koçarlı kasabasının çiçek bezeli bulvarında Mehmet yol kenarında bisikletinin üzerinde durmuş, Ferdimen de henüz gelmekte yanımıza. İkisini de bir poz çekiyorum.

20180427_121605_HDR

Başka bir kasabaya vardık; Çakırbeyli. Burada sıcak asfalt yeni döşenmiş, sarı çizgiler çekilmiş yol işareti olarak.

20180427_131629_HDR

Kaymak gibi asfaltta gitmek mükemmel diyebilirim. Bisiklet yağ gibi akıyor, neredeyse pedal çevirmeden gidiyoruz sanki. Ferdimen Mehmet ile beni önden çekiyor kaymak gibi yolda akarken.

IMG_2376

Kasabanın içine vardık ve burada öğle yemeği yiyeceğiz. Aydın ve çevre illerinde meşhur olan pide yiyeceğiz. Kasabanın meydanında bir pidecide oturuyoruz. Bisikletler de masaların yanında park etmiş durumda.

20180427_134423_HDR

Pidelerin pişmesini bekledik bir süre, sonra gelince sıcak sıcak mideye indirirken Ferdimen beni yakinen çekiyor bir poz. Pidenin yanında soğuk gazoz iyi gidiyor . Başımda mavi renkli buff.

IMG_2383

Yola çıktık, hava sıcakladığı için sık sık gölgede mola vermek zorunda kalıyoruz. Yine bir mola anı; dut ağacı altında Mehmet, ben ve bisikletlerimiz. Ferdimen bizi çekiyor.

IMG_2388

Daha çok yol kenarında evleri görüyoruz, Ferdimen bizi çekerken en fazla iki katlı, bahçeli, çatısı kiremitli olan evler görüntüye giriyor.

IMG_2390

Büyük Menderes nehrini besleyen çaylardan birisinin daha yanına geldik.  Çayın ismi Çiftlikburnu çayı. Burada bisikletim KUZ ve köprü başını çekiyorum bir poz. Tabelalardan birini daha köprü demirine bağladım.

20180427_144720_HDR

Köprünün üzerinden akan çayın resmini çektim. Çay pek temiz akmıyor. Suyun rengi bunu belli ediyor.

20180427_144736_HDR

Dikdörtgen yapıda, üzerine kubbe yapılmış tamamen taştan bir bina tarla kenarında öylece duruyor. Kubbesinde otlar çıkmış. Yanında da metruk bir yapı var, sanki terk edilmiş gibi. Bu taş bina ev mi yoksa sarnıç mı? Pek emin değilim. Yanına gidip bakamadım.

IMG_2391

Denizden uzaklaşsak ta Akdeniz iklimi buralara kadar geliyor. Zeytin ağaçları bunu belirtiyor. Bahar ayındayız ve zeytinlerin altına sıra sıra yüzlerce arı kovanı konulmuş.

IMG_2405

Köyün içindeki yol kavşağında Ferdimen durmuş beni beklerken bir poz çekiyorum. Sola dönen yolun kıyısındaki yüksek elektrik direğinde leylek yuvasını görüyorum. İçinde bir tane leylek var. Direkte elektrik telleri yok. Leylek yuvası var diye direk öylece kalmış. Elektrik ve telefon kabloları yer altına alınmış olmalı. Sadece aydınlatma direği ve leyleğin olduğu direk var meydanda.

20180427_171033_HDR

Kavşaktan sağa, şehir merkezine döndük. Mehmet kahveyi bulup oturmuş bizi bekliyordu. Duble çayları ısmarlayıp içiyoruz. Buralarda su bol olmalı ki kahveci içelim diye cam sürahi içinde su getiriyor. Su bedava, bizdeki gibi yarım litrelik pet şişelerde getirip içtiğimiz çay parası kadar su parası almıyor. Aslında bütün köy ve kasabalarda bu uygulama yapılıyor. Şehirlerde hayat zor, daha da zorlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir bardak sudan bile para kazanıyorlar. Masada oturmuş çaylarımızı içerken elçek ile üçümüzün resmini çekiyorum. Masada duble çaylar, içi dolu sürahi, krom bardaklar duruyor.

20180427_171631

Yolda ilginç bir tabela görünce durum resmini çekiyorum. İleride yol kıyısında top bir ağaç var. Ağacın dalları yola doğru uzamış durumda. Yoldan geçen kamyonlar ister istemez ağacın bir köşesini budamış. Yani bir geçit şeklinde açmış yolu. İşte bu durumu tabelaya çizip anlatmışlar ileride geçecekleri yeri. Üstte kırmızı çizgili üçgen tabelada ! işareti. Altında da kare kasalı kamyon ağacık köşesinden geçerken resimleri çizilmiş siyah renkte. Bu resmi görsel olarak seçtim.

20180427_185145_HDR

Yenipazar kasabasına geldik, tabelada yazdığı kadar 12.900 nüfusu var. Kasabanı giriş tabelası olsa da henüz görünürde herhangi bir bina yok. Ferdimen’i arkadan bisikleti ile tabelayı birlikte çekiyorum. Yenipazar kasabasının pidesi meşhur, yemek gerek.

20180427_185501_HDR

Yenipazar kasabasına girer girmez hemen yolun solunda Kurtuluş Savaşı milli kahramanlarından olan Yörük Ali Efe evi ve müzesine giriyoruz. Evin girişinde kültür ve turizm bakanlığı mermer levhaya; T. C. Kültür ve turizm bakanlığı Yenipazar Yörük Ali Efe evi ve müzesi yazılmış. Bahçe duvarı kalın taş duvar, giriş kapısı demirden. Duvarın üstünde de demir parmaklıklar var.

20180427_190132_HDR

Evin geniş bahçesinde Bronzdan yapılmış Yörük Ali Efe’nin taşa oturmuş, sol elinde mavzeri ve sağ elini gözlerinin üzerinde siper yaparak ufka baktığının belirtmişler. Yanında da ayakta, mavzerini çapraz tutmuş kızanlardan birisi duruyor.

20180427_190230_HDR

Osmanlı şairlerinden Ziya Gökalp Malta adasında sürgünde Yörük Ali’nin yaptığı kahramanlıkları duyunca adına şiir yazmış;

Yörük Ali

Ey Yörük Ali! Sen bir kahramansın

Güneşin dudağı anlından öper;

Yirmi beş yaşında genç bir arslansın

Baş eğer önünde dağlar, tepeler…

İzmir’e girerken Yunan askeri,

Çobandın, elinden kavalı attın…

Düşmandan vurarak pek çok neferi,

Tatlı şarabına zehirler kattın…

Tunçtan ayakların iki hisarda,

Her kıt’a üstünde bir elin olsun!

Göstersin daimdir Türk bu diyarda,

Boğaz’da dev kadar heykelin olsun!.

Ziya Gökalp 1919 Malta

20180427_190238_HDR

Kurtuluş savaşında Yunan askerlerine yaptığı baskınlarla halk kahramanı olan Yörük Ali Efe için halk tarafından adına türkü yapılmıştır.

Yörük Ali

Şu Dalmadan geçtin mi ?

Soğuk ta sular içtin mi ?

Efelerin içinde

Yörük de Ali’yi seçtin mi ?

Hey gidinin efesi,

Efesi efelerin efesi…

Cepkeninin kolları,

Parıldıyor pulları,

Yörük Ali geliyor

Açıl Aydın yolları…

Hey gidinin efesi,

Efesi efelerin efesi…

Anonim

20180427_190321_HDR

Yörük Ali Efe’nin mezarı bahçenin içinde. Kaide beyaz Afyon mermerinden yapılmış. Başlığında iki uzun sütun, üstünde süslenmiş kemeri ve mezar taşı. Mermerde; Yörük Ali Efe 1896 – 1951 yazılmış.

Yörük Ali Efe’nin ruhuna Fatiha okuyup dua ediyorum. Nur içinde yatsın.

20180427_190542_HDR

Yörük Ali Efe’nin müze haline getirilmiş evi iki katlı, üzerinde kiremit kaplı dikdörtgen bir yapı. Beyaza yakın çok açık bir renk ile boyanmış. Evin uzun tarafı iki katta da beşer pencereli, dar tarafta dörder pencereli. Alt katta pencereler demir parmaklık takılmış. Üst katta kanatlı panjur kahverengi boyalı. Bahçe çim ekili, bir kaç ağaç serpiştirilmiş.

20180427_190611_HDR

Evin içine giriyorum, ilk gözüme çarpan Yörük Ali Efe’nin bir kaç resim çeşitli boyutta. Duvarda bir ayna, kısa dolap, iki çekmeceli komodin, üstünde duvar saati. Pencerenin önünde iki sandalye. Yere serili halı, taban tahta döşeli. Pencerelerde tül perdeler.

20180427_190735_HDR

Yatak odasında iki kişilik karyola, beyaz çarşafla örtülü, yanında iki çekmeceli komodin, üzerinde eski tip siyah bir telefon, masa lambasının camı pembe renkte karpuz biçiminde. Yanda çeyiz sandığı, üzerinde yuvarlak bir plaket ve çerçeveli iki resim.

20180427_190739_HDR

Merdiven tahtadan yapılmış, altında aynalı komodin, üç çekmeceli

20180427_190801_HDR

Üst kata çıkan tahta merdiven, basamakları geniş, yanında tahtadan korkuluk.

20180427_190806_HDR

O zamanlarda yemekler yer sofrasında yeniyormuş. Tahta altlığın üzerinde epey geniş bir tepsinin içinde altı tabak. Ortadaki tabak kapaklı. Tabaklar ve tepsi bakır, kalay kaplı. Üç tane yer minderi sofranın etrafına konmuş. Duvarlarda kırmızı renkte, motif işlemeli olarak yastıklar sıralanmış. Bir efe mankeni de sofranın başında çömelmiş olarak duruyor.

20180427_190814_HDR

Mutfak olarak kullanılan yerde ocak, içinde bakır kazan sacayağı üzerine konmuş. Altında odunlar konulmuş. Kibriti çak yanmaya hazır bir ocak. Duvarda çiviye çakılı biri büyük, biri küçük iki tava asılı olarak duruyor. Duvarın dibinde taştan oyulup yapılmış dibek, köşede büyükçe geniş cam şişe. Çıkıntı üzerine konmuş bakır tepsi.

20180427_190828_HDR

Yörük Ali Efe’nin eşyaları; körüklü çizme, pantolon ve yeleği. Süslü, işlemeli kemer ve İstiklal madalya camekanın içinde.

20180427_190838_HDR

Yörük Ali Efe çektirdiği tam donanımlı resmi çerçevelenip duvara asılmış. Efe kıyafetlerini giymiş, belinde kaması, bir elinde mavzeri. Başında poşusu bağlı, sağ bacağı kayada poz vermiş.

20180427_190855_HDR

Yörük Ali Efe’ni iki tabancası, dört mermi, makas, dürbün ve çeşitli boyda üç kama.

20180427_190901_HDR

Eskiden kullandığımız defter nüfus cüzdanı, Solda vesikalık resim, sağda bilgiler yazılı.

20180427_190908_HDR

Yörük Ali Efe’nin kullandığı iki mavzerden biri solda.

20180427_190911_HDR

Biri sağda duvara dayalı mavzer.

20180427_190917_HDR

Yörük Ali Efe’nin bronzdan yapılmış büstü.

20180427_190928_HDR

Müzeyi tamamen gezip dışarı çıktık. Müzede sanki geçmişe gitmişim gibi. Bunu dışarı çıkınca anladım. Belediye önündeki meydanda çocuklar paten kayıyor, iki çocuk ta bisikletlerle akrobasi hareketler yapmaya çalışırken bir poz çekiyorum.

20180427_192022_HDR

Akşam olmak üzere, Yeni Pazar kasabasına gelip te pide yemeden geçmek olmaz deyip pideciye oturduk. Pideleri ısmarlayıp sıcak sıcak fırından çıkmış pideleri yerken pideci ile sohbet ediyoruz. Yaptığımız turun amacını anlatıyoruz. Pideleri yerken elçek resim çekiyorum üçümüzü bir poz.

20180427_193623

Pideci bir arkadaşını arıyor, o da zaman geçirmeden yanımıza geldi, tanıştık. Yenipazar enduro motor kulübünün başkanı Murat Kocabıyık ve arkadaşı Ahmet Eldeniz. Onlar da Büyük Menderes nehri çevre platformu kurmuşlar. JES, yani jeotermal elektrik santrallarına karşı hareketin içinde mücadele ediyorlar. Bizlere kısaca bilgi veriyorlar. JES’ler her ne kadar doğal olsa da kuyular açılırken, işletme esnasında kullanılan yöntemler ve atıkların Büyük Menderes nehrine boşaltmaları nedeni ile çevreye, tarım ürünlerine ve havzaya büyük oranda kirlilik yaratmakta. Ülkemizde işletmelerin az güvenlik çok kazanç felsefesi nedeni ile çevreyi düşünmeden aşırı miktarda para kazanmaya çalışıyorlar. Kapalı geri dönüşüm masrafları nedense ağır geliyor ve bu günü düşündüklerinden geleceğimizi zehirlemeye devam ediyorlar.

Bu konu hakkında aşağıdaki linkte detaylı açıklamalar bulabilirsiniz.

https://www.emo.org.tr/ekler/c3ef98f7b7293f3_ek.pdf

Sohbetin sonunda başkan Murat Kocabıyık bizi bu gece kalacak yeri ayarladı. Aydın yolunda boş bir otele götürecek.

Kasabanın meydanında Yenipazar halk kahramanı Yörük Ali Efe’nin bronz heykelini dikmişler ve ne kadar gurur duysalar azdır. Bir ayağını önündeki kayanın üzerine koyarak elinde mavzeri ile betimlenmiş heykel.

20180427_221443_HDR

Altında da tabelada; Milli Mücadele Kahramanı Yörük Ali Efe 1896 – 1951 yazılmış.

20180427_221447_HDR

Park yanından geçerken sekiz köşeli uyarı levhası ilginç geldi. Üzerinde bisiklet ve motosiklet kırmızı şerit ile yuvarlak içine alınıp çapraz çizgi ile çizilmiş. Altına da iyice belirtmek için Bisiklet Motorsiklet giremez yazılmış. Nedense bazı yerlerde hep bu uyarı levhalarını görmekteyim. Belediyede çalışan ve hiç bir zaman bisiklete binmemiş birisi önerip koydurtmuştur bu levhayı.

IMG_2423

Murat Kocabıyık’ın arabasını takip ederek otele geldik. Bize bir odayı açtılar, kendisine teşekkürlerimizi sunduk. Bu gece sıcak duş ve yumuşak yatak lüksünü yaşayacağız. Odada üç tane yatak var, biz de üç kişiyiz. Bundan iyisi Şam’da kayısı. Sırayla duşumuzu alıp rahatlıyoruz. Mehmet hemen yatağa girip uyumaya başladı bile. Ferdimen üç yatağı çekiyor. İki yatağın başlığı beyaz, biri siyah. Çarşaflar, yorgan ve yastık beyaz.

IMG_2424

Ferdimen ile ben biraz daha oyalandık. Telefonları ve bataryaları şarja bağladık dolsunlar diye. Sonra duşun verdiği gevşeklikle yatıp uykuya daldık.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 77 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

 

 

 

 

 

7. Az Bilinen Antik Kentler Turu 3. Gün

23 Nisan 2018 Pazartesi

3 . Gün (Resimlerin bir kısmı Ferdimen’e aittir)

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Öne çıkmış olan görsel

20180423_140723_HDR

 

Bir dünya bırakın biz çocuklara

Bir vatan bırakın biz çocuklara
Islanmış olmasın göz yaşlarıyla

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bir bahçe bırakın biz çocuklara
Göklerde yer açın uçurtmalara

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bir barış bırakın biz çocuklara
Uzansın şarkımız güneşe ve aya

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bir dünya bırakın biz çocuklara
Yazalım üstüne “SEVGİLİ DÜNYA”

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bu gece çadırı kurmadım, hazır çam ormanı içindeyken hamakta uyumanın keyfini yaşadım. Ağaç gövdesine iplerle bağlı hamak, bisikletim KUZ ve diğer çadırlar. Çadırı kurmayınca fazla eşyalar çıkmıyor çantalardan. O yüzden sabah toparlanmam kısa sürüyor.

20180423_072145_HDR

Millet uyandı mecburen, çünkü erkenden hareket edeceğiz. Sevimli canavar Enes elinde megafon ile dolaşarak biran önce uyanıp toplanmalarını sağlıyor. Çam ağaçları altında çadırlar, herkeste toplanma telaşı. Ağaç gövdelerine iplerle bağlı ABAK hatıra pankartı.

20180423_071706_HDR

Sabah kahvaltısını deniz manzaralı yerde yapıyorum. Bulunduğumuz yer denizden biraz yüksek. Piknik masasında oturmuş çelik tasım ile çay keyfi yapıyorum manzarada.

20180423_082244_HDR

Çadırlar kademe kademe teraslarda rengarenk bir görüntü oluşturmuş çamların altında.

IMG_2217

Ferdimen denizin sabah sakinliğini çekiyor. Denize doğru girinti yapmış kara parçası. Ucunda küçük kaya parçaları denizin içinde adacıklar zinciri oluşturmuş.

IMG_2219

Herkes hazır olunca yola koyulduk, yüksekte olduğumuzdan inişe geçtik ve deniz kıyısında ilerliyoruz. Gümüldür’ü geçip Ürkmez’e geldik. Burada deniz kıyısında mola veriyoruz. Bu gün 23 Nisan egemenlik ve çocuk bayramı. Yeni Orhanlı köyünde çocuklarla birlikte 23 Nisan çocuk bayramını kutlayacağız. Bundan dolayı daha önce hazırladığımız bayrakları ve balonları dağıtacağız. Dağıtımı yapan arkadaşlar kolilerin başında, katılımcılar da kuyruğa girmiş sıra bekliyor. Deniz kıyısında palmiye ağaçları dikilmiş.

IMG_2222

Sırası gelen torbasını alıyor, içinde öğlen kumanyası da var. Kuyrukta torbasını alanlar bisikletinin yanına gidiyor.

IMG_2223

Torbaların dağıtımı bittikten sonra yola koyulduk. Yakındaki kavşaktan Karakoç kaplıcalarının olduğu yola girdik. Bundan sonra rampalar başlıyor hafiften. Bir süre gidiyoruz, yol ayrımında Yeni Orhanlı köyüne doğru saptık. En son ben geldiğimden arkamda kimse yok. Kavşakta sağa doğru işaret oku boyanmış. Ayrıca ABAK olarak ta yazılmış kırmızı sprey boya ile. Önümde bir kişi var o da Doktorumuz Mete sağa doğru sapan yola giriyor.

20180423_123622_HDR

Buraya kadar mıcırlı asfaltta geldik, Yeni Orhanlı yoluna saptıktan sonra yol sıcak asfalt ile kaplanmış. Yani yol kaymak gibi.

20180423_130552_HDR

Biraz daha çıkarak Yeni Orhanlı köyüne geldik. Köydeki Yeni Orhanlı ortaokulunda 23 Nisan çocuk bayramını kutlayacağız. Bu okulda tanıdığımız bisikletçi Öğretmen  Hilmiye İklim Tren görev yapıyor. Hilmiye Fen bilgisi Öğretmeni. Daha önce kendisi ile ve Okul müdürü ile görüşüp 23 Nisan çocuk bayramını bu köyde kutlayacağımızı bildirip anlaşmıştık. Onlar da hazırlığını yapıp bizleri bekliyorlardı köylülerle birlikte. Bu köyde hem ilkokul hem de ortaokul var. İlkokul bahçesi küçük olduğundan ortaokulun geniş bahçesinde törenleri yapacağız. Okulun bahçesinde köyün kadınları duvarın dibine oturmuş. Öğrenciler meydanda gruplar halinde duruyor.

20180423_132444_HDR

Dev Türk bayrağı okul binasına asılmış. Bina iki katlıı, bayrak iki katı da kaplamış durumda. Bir grup öğrenci solda sıralanmış, siyah pantolon giymişler. Üzerinde beyaz tişört, kırmızı renkli ay yıldız baskılı.

20180423_132457_HDR

23 Nisan çocuk bayramı törenleri başladı. İlk önce ana sınıfı öğrencileri alana çıkıyor. Kız öğrenciler siyah giyinmiş, etekleri pembe renkli tülden, erkekler ise siyah renkli pantolon, üzerine turkuaz yeşil renkli gömlek var. Genç öğretmen karşılarında hangi hareketleri yapacağını söz ve el hareketleri ile yönlendiriyor öğrencileri. Öğretmen pembe renkli etek giymiş, üzerinde siyah elbise var.

20180423_132619_HDR

Kırmızı renkli ay – yıldız tişörtlü öğrenciler çuval oyunu oynuyorlar birinci gelmek için.

20180423_133859_HDR

Birinci sınıf öğrencileri yere çömelerek gösterilerini sunuyor. Başlarında öğretmenleri.

20180423_134036_HDR

Minik gelin ve damat meydana çıkıp gösterilerini en iyi şekilde oynamaya çalışıyor bizlerin karşısında.

20180423_134132_HDR

10 Öğrenci büyük bir Türk bayrağını yukarıda elleri ile tutarak gelin ve damadı takip ediyor.

20180423_134752_HDR

Geleneksel, renkli baş örtülü kadınlar sıralara oturmuş öğrencileri dikkatle izliyorlar. Kimisi oğlunu, kimisi kızını ya da torununu gururla izlemeye çalışıyor.

20180423_134959_HDR

Tabureye oturma oyunu oynayan çocuklar. 13 tabure, 14 çocukla oyun başladı. Şarkı eşliğinde taburelerin etrafında dönerek oynuyorlar. Müzik sesi kesilince hemen bir tabureye oturmaları gerek. Tabureye oturamayan eleniyor.

20180423_140723_HDR

En sonunda elene elene iki çocuk, bir tabure kaldı. Biri kız biri erkek, bakalım kim kazanacak. Kız daha uyanık ve oyunu kız öğrenci kazandı.

20180423_141618_HDR

Okulda müzik derslerinde müzik aleti çalanlar sahneye çıktı. Saz, flüt ve piyano ile bizlere türküler söylediler. Başlarında kadın müzik öğretmeni şeflik yapıp yönlendiriyor.

20180423_141809_HDR

En son olarak orta son öğrencileri U düzeninde sıralanıp gösterisini tamamlıyorlar. Altı öğrenci yerde sırt üstü uzanmış, solunda iki öğrenci eğilip üzerlerine elinde Türk bayraklı bir öğrenci ayakta.

20180423_142421_HDR

Gösteriler, oyunlar bitti, sıra geldi hediyelerini vermeye. En öne yaşları en küçüklere hediyelerini vermeye başladık. Öğrenciler renkli elbiseleri ile sıraya girmiş durumda. Çok kalabalıklar.

20180423_143633_HDR

Biz de kalabalığız ve sıraya girdik öğrencilere hediyelerini vermek için.

20180423_143655_HDR

Hediyesini alan bir erkek öğrenci yüzünde tatlı bir tebessümle yanımdan geçerken resmini çekiyorum.

20180423_143704_HDR

Pembe renkli etek giymiş minik bir kız öğrenci de aynı mutluluğu yaşıyor. Yüzlerindeki mutluluk tarif edilemez güzellikte.

20180423_143813_HDR

Selahattin Tavkaya ustaların ustası kız öğrenciye hediye torbasını verirken poz veriyor.

20180423_143921_HDR

ABAK gönüllülerinden sevgili Uluğ Cem Balkanlı desteği ile okulun bahçesinde öğrencilerin oyun oynamaları için renkli çizgilerle boyandı. Alanın kenarına da hatıra olsun diye. “# abak her renkte” yazısı pembe, yeşil, turuncu, mavi, beyaz, kırmızı renkte her harf ayrı renk kullanıp betona yazılmış.

IMG_2230

Her çocuğa hediyelerini verdik ve yola çıkma zamanı geldi çattı. Her yıl 23 Nisan da çocuklarla birlikte biz de çocuk olarak bayramı kutladık. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde işgal edilmiş yurdumuzu kurtarmak için Türkiye Büyük Millet Meclisini 23 Nisan günü Dünyaya tam bağımsızlık sözleri ile ilan etmişler. Atatürk te bu günü çocuklara armağan etmiş, yani geleceğimize. Bizler de sevinçle kutluyoruz çocuklarla çocuk olarak.

Bisikletlerin başına gidip yola çıkmaya hazırlanıyoruz.

20180423_145101_HDR

Yeni Orhanlı köyünden ayrılıp yola çıktık Seferihisar’a doğru. Önümüzde biraz rampa var, haliyle zorlananlar oldu. Zorlananlar da yokuşları yürüyerek çıkarken resimlerini çekiyor Ferdimen. Etraf Nisan ayının bahar rengi olan yeşil renge bürünmüş durumda.

IMG_2233

Az gittik, uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir çıktık bir indik. Baktık ki Seferihisar’ın deniz kıyısında olan Sığacık mahallesine gelmişiz. Burada biraz mola verdik. Palmiye ağaçları ve yeşil alanı ile şirin bir yerde seyyar satıcıların tekerlekli arabaları kenarda duruyor. Birisi bardakta süt mısır satıyor.

IMG_2234

Yeşil alanda dinleniyoruz, yokuşlar yordu biraz. Çimenlerin üzerinde bisikletler park edilmiş, bagajlarında Türk bayrakları bağlı durumda. Herkes masalarda oturmuş dinleniyor.

IMG_2235

Dinlenme bitiminden sonra Teos antik kentine doğru yola çıktık. Teos antik kentin arka kısmından, bahçeler arasından toprak yoldan gittik. Kısa sürede Teos antik kentine gişelerden değil de alt kısmından girdik. Yani kaçak olarak, zaten beleşti bize giriş. Bisikletleri bir kenara bırakıp antik kent hakkında katılımcılara bilgileri Selen Kanat anlatıyor. Selen’in etrafında dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar anlatılanları.

IMG_2236

En arkadan ben geldim antik kente ve ilk olarak anıt zeytin ağacının dibine bisikletimi park edip resmini çektim.

20180423_175450_HDR

Yaklaşık 1000 yılı aşmış bu ağaç hala zeytin vermeye devam ediyor. Daha önce olmayan bir şeyi fark ettim. Birisi tabela asmış ağaca, kahverengi boyalı tabelada “Umay nine ağacı” yazılı. Kim, neden, nasıl asmış bilemiyorum. Gerçek mi değil mi? Yoksa birisinin ninesinin ismini yazıp ağaca asarak ağacı isimlendirmek mi istemiş belli değil. Daha önceleri yoktu bu tabela.

20180423_175527_HDR

Teos antik kenti kalıntıları çimenlerle kaplanmış.

IMG_2237

Antik kenti geziyoruz, ayakta kalan yapılardan birisi amfi tiyatro. Çoğu blok taşlar alınıp Sığacık kalesinde ve evlerin yapımında kullanılmış.

20180423_182347_HDR

ABAK gönüllüsü olan Arkeoloji öğrencisi Selen Kanat amfi tiyatroda oturmuş olanlara Teos antik kentinin tarihini anlatıyor.

20180423_182546_HDR

Antik taşlara oturanlar hem dinleniyor hem de anlatılanları dinliyorlar. Güneş ufka yaklaştığı için göldeler tiyatroyu kaplamış bile.

IMG_2239

Yavaş yavaş kentin yukarılarına doğru gidiyoruz tek sıra halinde.

20180423_183641_HDR

Antik kentin tapınaklarından geriye kalmış bir kaç taş blok var sadece. Bir sütun yarım olarak ayakta.

20180423_184537_HDR

Antik kentten çıkıp yola koyulduk yokuş yukarı. Küçük bir tepeyi aşacağız. Sevgili Olcay Ormankıran yere şu yazıyı kırmızı sprey boya ile yazmış “ABAK Gidebilmeli her yere bisikletiyle ve İnsan sevdiğiyle” En üste de ileriyi gösteren ok işareti.

20180423_190322_HDR

Tepeyi aşınca akşam Güneşi henüz ufukta parlarken denize vuran ışıkları ile güzel bir manzara resmi çekiyorum. Karşıda dağlar, deniz ve kamp yapacağımız büyük akkum.

20180423_191034_HDR

Büyük akkum kumsalı ağaçların arasında görüntülüyorum. Büyük akkum koyunda tatil oteli var karşıda ve yarımadayı işgal etmiş.

20180423_191611_HDR

Tatilcilerin henüz doldurmadığı kumsalın otoparkında belediyenin bize getirdiği plastik masa ve sandalyeleri sıralıyoruz. Burada akşam yemeği yiyeceğiz

20180423_195717_HDR

İğdelerin altına çadırları kurup kampımızı atıyoruz. Çadırların her biri ayrı renkte ve yapıda renk cümbüşü sanki. Bir de batan Güneşin sarı rengi sağ tarafı bürümüş.

IMG_2240

Kumsalda futbol oynamaya başladı gençler kızlı erkekli. Kimisi denize girdi, kimi kıyıda oturmuş sohbet ediyor.

20180423_195721_HDR

Ben de su donumu giyip denize dalıyorum terimi atmak için. Duşumu alıp tuzdan arındıktan sonra giyinip akşam yemeğini yiyoruz hep birlikte. Geceniz serinliğinde kalın bir şeyleri üzerimize giyip ateşi yaktık kumsalda. Şarkılar, türkülerle neşelendik günün yorgunluğunu atarken. Güzel bir gün oldu, Çocuklarla çocuk olduk, oyunlar oynadık. Çocuklar gibi şendik. Çocuk ruhumuzu kaybetmemeye karar verdik. Hep çocuk kalacağız. Büyüyüp te ne olacağız ki? Dünyayı mı kurtaracağız?

Uyku ağır basınca çadırıma çekilip tatlı, çocuksu rüyalara dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 63 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

 

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 4. Gün

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Soma – Kırkağaç – Gelembe – Çobanlar Köyü

(Görme engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara;

Döner döner durur başım havalarda

 

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;

Her sabah böyle bahar;

Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum

Derim ki: “Sıkıntılar duradursun!”

Şairliğimle yetinir,

Avunurum

Orhan Veli Kanık

Öne çıkan görsel, Bakırçay nehri, az akıyor. Kenarlarda bitkiler ve ağaçlar var.

Orhan Veli’nin şiiri ile başlıyorum sabah;

Her sabah böyle bahar;

Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum

Derim ki: “Sıkıntılar duradursun!”

Şairliğimle yetinir,

Avunurum

Diyerek kuş cıvıltılarıyla uyanıyorum. Henüz saat 07:00 olmadı daha. Cep telefonumun alarmı çalmasına epey var. Ana yol uzakta olsa da bazı çok bağıran motor gürültüler ara sıra rüyama girdi. Yine de uykumu almış olarak uyandım. Henüz çadırım dan çıkmadan önce kapıyı açıp dışarısını cep telefonu ile çekiyorum. Karşımda çam ağaçları, az oranda çalılar var. Başka bir canlı görünmüyor.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve yapmak. Sabah kahvesinin keyfini çıkarmalıyım. Sürüyorum cezveyi ocağa. Neredeyse 100 yıllık çam ağaçlarının kalın gövdeleri ve kahverengi kabukları sanki orman kokusu üzerimde. Çadırımın içine bağdaş kurarak oturup kahvemi pişirirken bisikletim KUZ ince gövdeli bir ağaca kilitli olarak öylece duruyor.

Kahvemi içerken güneş doğdu, güneşin doğuşunu parlak ışıklar saçasıya kadar izliyorum. Tam bisikletimin gidonu hizasına gelince resmini çekiyorum. Güneş tüm ışıkları ile dört bir yana saçarak bizlere hayat veriyor. Bisikletin gölgesi bana doğru yere vurmuş durumda.

Sıra geldi kahvaltı zamanına, yine hep birlikte kahvaltı hazırlıklarına başladık. Yer sofrasında oturmuşum, pankart solda ağaca iplerle bağlı çayın demlenmesini bekliyorum.

Son olarak aramıza katılan Nursal Beşün pankartın yanında resim çekiyorum. Nursal ile yeni tanıştım, beyazlaşmış uzun sakalı ve saçları ile çok şeyler görmüş, yaşamış olduğu belli. Kısa pantolonu ve bej tişörtü sade.

Nursal ile beraber aramıza katılan Figen Gülgör pankartın yanında poz vererek resmini çekiyorum. Böylece tüm katılımcılar pankartın önünde resim çekilmiş oldu. Figen’i uzun yıllardır tanıyorum, bir çok festivalde, günü birlik turlarda beraber bisiklet sürdük. Üzerinde siyah tayt şort, mavi renkte, kolları beyaz tişörtü Nursal’ın aksine her tarafında yazı var.

Çadırı toplayıp eşyaları çantalara yerleştirdik. Bizden ayrı yere çadır kuran grubun yanına gidiyoruz. “Günaydın” diyerek selam verip çadırlarını toplamaya yardım ediyoruz. Onlar da hazır olunca pankartı açarak hep birlikte, toplam 15 kişi resim çekildik. 10 kişi ayakta pankartı tutuyor. 5 Kişi de yere oturmuş durumda.

Herkes yola çıkmaya hazır, o halde yola çıkmalı diyerek bisikletlere biniyoruz. Çam mesiresi yerinin girişine gelince devasa giriş kapısının resmini çekiyorum. Kapı dediğim 8 metre yüksekliğinde 3 kale burcu, iki geçiş kapısı. Buradan arabalar geçiyor. Yayalar için iki yandaki kulelerim altında geçit yapmışlar. Ortadaki kulenin altında ise gişe var. Giren araçlardan park ücreti kesiyor görevliler. Yayalardan ve bisikletlerden para alınmıyor. Zemin ve yol beton parke taş döşeli. Sağda büyük bir direğin üzerine kırmızı boyalı tabelada beyaz harflerle Şehzadeler Kırkağaç Gençlik ve İzcilik Kampı yazılmış. Neden Şehzadeler ismi konulmuş anlamış değilim.

Ana yola çıktık, Çam mesiresi yerinin döner kavşağında bir heykel var. Heykel Zeybek oyununu oynarken betimlenmiş. Bir ayağı önde, az kaldırmış. Kolları yukarıya doğru uzanarak Zeybek oynuyor. Sağda dağ silsilesi, önde bisikletliler. Hava parçalı bulutlu. Rüzgar lodos esiyor, yani arkamızdan.

Soma’ya göre daha yakında olan Kırkağaç yaklaşık 4.5 Kilometre. O yüzden çabuk geldik sayılır. Kırkağaç kasabasında pek araç trafiği yok, sakin bir şehir. Kavunu ile ünlü Kırkağaç Yunt dağlarının eteklerine kurulmuş küçük bir kasabadır. Meydandaki saat kulesinin önünde bisikletim KUZ ile resmini çekiyorum. Saat ona çeyrek var. Kule 2013 yılında Manisa belediyesi tarafından yapılmış. Yüksekliği 36 metre, dört katlı, katlar yükseldikçe daralıyor. Yunt dağlarının tepesinde rüzgar türbinleri 4 tane görünüyor.

Günlük yiyecek içecek ihtiyacımızı alışveriş dükkanından alıp çantalara yerleştiriyoruz. Şafak yine grubu beklemeden yola çıktı. En son kalan Çağdaş gecikince gelmesini bekledim bir süre. Çağdaş gelince yola çıktık ikimiz. Pek tecrübesi olmayan Çağdaş yolu kaybedebilirdi. Zaten kasaba içinde kaybetmiş yolu. Neyse ki öndekiler yavaş gidiyordu da yetişebildik gruba. Aslında rahat hareket edilirse yolda yorulmadan gidebilirdik. Ama geç kalan birini bekleyip öndekilere yetişme çabaları sonucu epey yoruluyor insan. Ne gereği var acele etmenin, grubu beklemeden yola çıkmanın. Madem tur düzenleniyor hep beraber, kimseyi arkada bırakmadan yola çıkmalı. Yoksa herkes kendi kafasına göre giderse turun anlamı olmaz.

Dördüncü kez Bakırçay nehrinin aktığı yerden geçiyoruz. Nehrin kıyıları sazlıklar, küçük söğüt ağaçları ile kaplı. Su akışı pek yok, durgun görünüyor. Nehir yatağını çekiyorum. Telefon ve elektrik telleri manzaraya giriyor. Nehrin kıyıları set olarak yükseltilmiş taşkınlara karşı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kırkağaç’tan çıktıktan sonra ovayı dikine geçiyoruz. Ovanın karşısındaki dağlara geldik. Hafif bir tırmanış olacak, durum onu gösteriyor. Az eğimle karşıdaki tepeye doğru giden bisikletliler.

Arkadaşlardan birisinin sol bacağında zincir yağı bulaşıp dövme yaptırmış gibi. İki iz var, üstteki silik, alttaki belirgin zincir izi. Benim anlamadığım ve ilgimi çeken zincirin sağ tarafta olması. Nasıl değmiş sol bacağı belli değil. Sol bacağı zincir işaretli kısmı yakından çekiyorum bisikletin üzerinde.

Tarla yonca ekili, yemyeşil bir halı gibi. Yeşil halıya düzensiz serpiştirilmiş kırmızı renkli deseniyle Gelincikler ayrı bir renk katmış. Tarla 10 metre genişliğinde, 100 metre uzunluğunda. Sol tarafta incir ağaçları, sağda zeytin ağaçları ekili.

Yol kıyısında çeşmenin başında Ferdimen bisikletini bırakmış öylece duruyor. Kendisi ortalarda yok. Ben de yamacın dibindeki çeşmeyi çekiyorum. Sonrasında boşalan şişelerimi doldurup tazeliyorum çeşmeden.

Az biraz çıkınca Bakırçay havzasının düz olan ova manzarasını çekiyorum. Karşıda dağlar ve gökte artan bulutlar lodosun etkisiyle çoğalmaya başladı.

Önümde ise hafif rampa devam ediyor. Yolu ve bisikletimin gidonuna taktığım üç martı tüyü ile resmini çekiyorum.

Yol kıvrılarak yukarıya doğru çıkıyor. Yokuşun sonu göründü. İleride çam ağaçları ve sağda, yol kıyısında iki uzun kavak manzarayı tamamlamış.

Artan bulutlar lodosun sıcak rüzgarları ile yağmur çiselemeye başladı. Üzerimize yağmurlukları giyerek yola devam ediyoruz. Yağmur o kadar şiddetli değil. Gelip geçici bahar yağmuruna benziyor. Önümde Cem yağmurluğunu giymiş bisikletiyle gidiyor.

Yolun solunda çeşme başında bekleyen arkadaşları görüyorum. Sularını tazeleyip doldururken biraz da dinlenmiş oluyorlar böylece.

Önümüzde Gelenbe kasabası var, tabelası öyle yazılmış. Kasabanın evleri de göründü. Yol kıyısında enerji hattı kasabanın elektrik ihtiyacını karşılıyor.

Gelembe kasabası İzmir – İstanbul karayolunun yanında. Gelip geçen araçlar burada mola veriyor. Biz de burada mola verdik. Zaten öğle zamanı, karnımız da acıktı. Kasabanın lokantalarının birinde oturduk Ferdimen ile birlikte. Masa kaldırıma konulmuş, içeride oturmanın anlamı yok. Yemek yerken gelip geçeni seyrederiz böylece. Lokantanın garsonuna cep telefonumu vererek bizi ve aşçı ustayı çekmesini söyledim. Dünyada en çok resim çeken garson bu isteği yerine getirip resmimizi çekiyor.

Kaldırımda masanın yanında sandalyeye oturmuş Ferdimen ve ben. Aşçı ayakta yanımızda. Masada tabaklar var, silip süpürülmüş durumda. Aşçıya lezzetli kuru fasulye yemeği için teşekkür etsek te parasını ödüyoruz. Lokantanın tabelasında Uylaş Lokantası yazısı var. Camda da aynı yazı yazılmış ve içi dolu yemek tabakları resmi konulmuş.

Karnımızı doyurduktan sonra kasabanın kahvesini bahçesinde toplandık. Bahçenin ortasında havuz var. Havuzun ortasından bir boru çıkarılmış, su çok az akıyor borudan. Havuzun dibi karo plaka döşeli ve su o kadar berrak ki beyaz karo taşları pırıl pırıl görünüyor. Borunun dibinde havuza düşen su hafif dalga yapmış, yansımalar ile durgun taraf arası ayırt ediliyor. Havuzu görünce aklıma Rumeli türküsü geliyor.

Manastırın, ortasında var bir havuz

Aman havuz, canım havuz

Dimetoka kızları hepsi de yavuz

Biz çalar oynarız

(Rumeli Türküsü)

Kahvenin önü kasabanın meydanı, yer beton kilitli taş döşeli. Atatürk büstü bir kaidenin üzerine konularak yanına bayrak direği ve Türk bayrağı göndere çekili durumda. Rüzgar olmadığı için bayrak dalgalanmıyor. Yola çıkmaya hazır tüm bisikletçiler kahvenin önünde beklerken. Kahvenin ortasında kocaman bir çınar ağacı bahçeyi tamamen kaplamış gölge yapıyor. Kaldırımda küçük bir fıstık çam ağacı var.

Herkes hazır olunca yola çıktık. Artık bir süre ana yolda gideceğiz. Emniyet şeridi biz bisikletçilere yetiyor rahat gitmek için. Sadece yoğun geçen araçların gürültüsü rahatsız ediyor. Gelenbe den sonra rampa başladı ve yol kıyısında gördüğümüz çubuklar buraya çokça kar yağdığını belirtiyor. Demir boru kırmızı, beyaz ve siyah renk ile boyanmış Bu borular çok kar yağan yerlerde yol kıyısında yolu belirtmek için kullanılan kar çubukları.

Arkamdan bir bisikletçi sesleniyor bana, yanıma gelince sohbete başladık. Arkadaş beni tanıyor facebook’tan ama ben onu tanımıyorum ve kendini bana tanıttı. İsmi; Mustafa Kemal Çevik. Yolda karşılaşıp tanışmak gibisi yok. Yol kıyısında durup birlikte resim çekildik. Akhisar’dan Balıkesir’e gidiyor. Bisikleti boş, sırt çantası sırtında takılı. Kırmızı beyaz dikine şeritli forması, içinde uzun kollu termal içlik giymiş. İkimizin başında kask ve gözümüzde güneş gözlükleri. Benim gözlüğüm sarı renkli cam takılı. İkimiz de birer kolumuz omuzlarımızda poz verdik Ferdimen’e. Arkamızdaki dağlarda, uzakta rüzgar türbinleri dönüyor kocaman kanatları ile.

Mustafa’nın yükü az olduğundan hızlı gidince bizden ayrılıp yoluna devam etti. Yaklaşık 8 Kilometrelik bir tırmanıştan sonra Çobanlar köy kavşağına geldik. Köy biraz yukarılarda, dağın eteklerinde görünüyor. Köy yoluna giriyoruz. Solda kapalı otobüs durağı var.

Köyün dik ve toprak olan yolundan çıkmaya çalışıyoruz. Buraların bitki örtüsü genellikle meşe ağaçları. Yolun kıyısını tamamen kaplamış meşe ağacı.

Sıkı bir tırmanıştan sonra Çobanlar köy girişine geldik. En son olarak gelen beni bekliyordu arkadaşlar. 2 Yüksek direk üzerine tabela konulmuş köyün girişine. Tabelada Çobanlar Mahallesine Hoşgeldiniz yazısında her ne kadar mahalle dense de benim için her zaman Köy’dür ve Köy olarak kalacaktır. Mahalle denmesinin hiç bir anlamı yok. Mahalle şehirlerde olur.

Toplam 15 kişi 4 günlük zorlu ve dolambaçlı yollardan insan eliyle yapılan erozyon ve kirliliğe dikkat çekmek için, nehirlerin temiz akması için suyun kaynağına yaklaştık. Bisikletim KUZ üzerine koyduğum cep telefonumdan uzaktan kumanda ile kendimizin resmini köyün girişinde, köy manzaralı çekiyorum bir poz. Sağda önde iki bisiklet var, arkada köyün evleri ve caminin minaresi görünmekte.

Köye girer girmez telaşlı bir kalabalık gördük. Bu gün köyde düğün var. Köylüler köyün kahvesine bizleri davet etti çay içmek için. Bizler de köye çıkarken zorlu yokuşta biraz yorulduk. Dinlenmek ve enerji toplamak için iyi bir fırsatı değerlendirdik bu sayede. Kahvenin yanında, binanın gölgesinde masalara oturduk. Gelen çayları köylülerle sohbet ederek içtik. Köylülere amacımızı, nehirlerin kirliliğini, neden bu turu yaptığımızı ve bu köyde son bulan yolculuğumuz nedeni ile gece çadır kuracağımızı anlattık. Karşılıklı geçen sohbette onların da çevreye verilen zararın çok olduğunu, biraz da bizim bisikletlerle yüklü olarak yaptığımız yolculuğu nasıl başardığımızı merak eden soru – cevap şeklinde oldu. Düğün sahibi bizlere hoş geldiniz diyerek karşılayıp akşama düğün yemeğine davet etti. Bizler de teşekkür edip düğününün hayırlı olmasını dileyerek yemeğe geleceğimizi bildirdik. Yaptığımız yolculuğu taktirle karşıladılar. Köylülerle masaların yanında sandalyelerde oturup çay içerken Ferdimen bizi çekiyor benim cep telefonumla.

Karede olmayan Ferdimen yerine oturunca ben de onun resmini çekiyorum. Başında şapka ve üzerinde güneş gözlüğü ile. Güneş gözlüğü şapkanın üzerinde. Masanın üzerinde kağıt bardak ve bir tane kesme şeker duruyor.

Çay molasını bitirip köylülerden izin isteyerek yolculuğumuzun son kısmına doğru gitmeye başladık. Biraz daha yolumuz var ve yokuş tırmanıyoruz. Hava parçalı bulutlu, lodos rüzgarın etkisi ile gittiğimiz yöne doğru gidiyorlar. Arazi küçük makilik ağaçlarla kaplı, öyle büyük ağaç yok.

Kamp yapacağımız yere, çeşmesi olan araziye geldik. Hemen çadırları kurup eşyaları yerleştirip suyun kaynağını bulmaya gidiyoruz. Daha önce keşif yapmadığımızdan, harita üzerinden suyun kaynağını arıyoruz ama hem yerini, hem de yolu bulamadık. Yorgun olan bedenlerimiz daha fazla gitmeye hevesli değil. Şafak’a biraz kızıyorum son dakikada bulamadığımız suyun kaynağı için. Ve keşif yapmadan turu düzenlediğimiz için. Şafak ayrı bir yöne gidip keşif yaptı ve sonuçsuz geri döndü. Antalya’dan gelen Nafiz, Vedat ve Mehmetali ayrı bir yöne keşfe çıktılar. Bisikletlerin yükünü boşaltmıştık kamp yerinde.

Ben yere oturmuşum yorgunluktan, diğer arkadaşlar bisikletten inmiş durumda. Şafak ayakta, durum değerlendirmesi yapıyoruz.

Yüksüz olarak gitmek kolay olsa da suyun kaynağını bulamamanın yılgınlığı ve iştahımın kaçması nedeni ile turu burada sonlandırıp kamp alanına geri dönüşe başladık.

Makilik çalıların olduğu arazideki toprak yolda bir bisikletli gidiyor.

Kamp alanına geri dönüp çeşmeden akan suyun meydana getirdiği küçük su birikintisine bir az toprak döküyorum sembolik olarak. Buradaki suyun da denize doğru gittiğini biliyorum. Gölete elimde toprak dökerken su yüzeyine yansıyan bulutlar ve ağaç resim tablosu gibi olmuş.

Nafiz Sağdur, Vedat Karakaya ve Mehmetali Akyüz suyun kaynağını bularak görevi tamamlamışlar. Nehrin döküldüğü yerden aldıkları toprağı suyun kaynağına dökerek denize ulaşasıya kadar temiz akması dileğinde bulundular. Moralimin sıfıra düşmesi nedeni ile bulamadığımız suyun kaynağını bulup video çekerek belgeleyen Antalyalı dostlarıma çok teşekkür ederim. Nafiz’e, Mehmetali’ye ve Vedat’a.

Aşağıda çektikleri videoyu izleyebilirsiniz.

Çeşmenin altında, düzlük bir yere matı serip üzerine oturuyorum. Kahve takımlarımı yanıma alıp kahve yaparken köyün üç güzel kızı yanımıza gelip sohbet etmeye başladık. Sevimli kızlar üniversitelerde okuyorlar ve bizim köye gelip kamp yaptığımızı görünce çekinmeden yanımıza geldiler. Süslenip püslenmişler, akşama düğüne gidecekler. Herhalde köyde sohbet edecek kendi kafalarına göre insan bulamadıklarından yeni insanlarla tanışıp kaynaşmak istemiş canları. Bu güzel kızları taktir ediyorum. Köyden yetişen aydın insanları görmek güzel. Kendilerini tarikatların yobaz hocalarına kaptırmamışlar. Yoksa türban takıp buraya kendi başlarına gelmeye cesaret edemezlerdi. Özgürce istediği kişilerle konuşup sohbet ederek yeni şeyler öğrenmeleri kadar doğal bir şey yok. Güzel kızlara kahve pişirip ikram ediyorum.

Pankartımızı yere serip etrafında oturmuşuz kahve içerek sohbet ediyoruz. Üç güzel kız sağda, Figen ve 7 erkek toplam 12 kişiyiz.

Kamp yerine gelince bir süre bizden ayrılan Antalyalı grubu bekledik. Antalyalı grup gelip görevi tamamladıklarını müjdeledi. Suyun kaynağını bulmuşlardı ve toprağı akan suya bıraktıklarını söyleyince biraz moralim yerine geldi. Biz başaramazsak ta başaran oldu. Daha sonra akşam olması üzerine köydeki düğün yemeği davetine katılmak için köye indik. Sadece aramızdan dört kişi bizimle gelmedi. Kendi bilecekleri iş dedik, yorgun argın yemek yapmanın anlamı yok. Köyde evin yanında bir kayanın üzerine çıkmış çocuklar bizi karşıladı. Meraklı bakışlarla köylerine ilk defa gelen bisikletçileri süzüyorlar.

Kapalı bir yerde, köyün ortak olarak kullanılan caminin altında masalar kurulmuş. Düğün sahipleri bizi içeri davet ederek masalara oturttular. Köyün genç delikanlıları bir çırpıda masaları donattı. Zengin çeşitlerle hazırlanmış düğün yemeğini iştahla yiyerek bereketli olmasını ve evlenen çiftin ömür boyu mutlu olmasını diledik düğün sahibine. Düğün sahibi kızını evlendiriyor, yani bizler kız tarafındayız.

Masada 11 kişi oturmuş, önümüzde demir tabaklarda yemekler olduğu halde resim çekiliyoruz.

Yemek için köylülere ve düğün sahibine teşekkür ediyoruz. Köy düğünleri çok güzel, özellikle yemekleri harika. Düğüne kalmıyoruz, çünkü başka bir köye gidecekler düğün yapmaya. Bisikletlere binip kamp yerine köyün içinden geçiş yapıyoruz. Köyün içinde düzgün yontulmuş taşlardan yapılmış sadece bir duvar olarak ayakta duran bir yıkıntıyı görünce duvarın resmini çekiyorum. Duvarın üst kısmında taş blok yontulmuş bir şeyler yazıyor ama ne yazdığını anlayamadım. Belki de tarihi bir eser olabilir. Duvarın ilginç olan kısmı tek olarak duvar düzgünce örülüp son bulması. Sağa yada sola devam etmemiş. Burada sonlanmış. Resmi alından çekiyorum duvarı.

Kamp yerine geldiğimizde hava kararmaya başlamıştı. Orada kalanlar ateşi çoktan yakmışlar etrafında otururken bulduk. Yemeklerini yemişler biz gelesiye kadar. Köz olan ateşin yanında ısınan tek kadın katılımcı Figen yere oturmuş ısınıyor elindeki telefona bakarken.

Hava iyice karardı, üzerimize kalın bir şeyler giydik gecenin serinliğinden korunmak için. Şafak her zaman olduğu gibi Dimitri şarabını açmış sessizce sohbet ederek dertleşiyor. Yanında da Cem, Mehmetali ve Ceyhun var.

Ateş kampın vazgeçilmezlerinden birisi. Ortam uygun olunca bir ateş yakmak gerek, çevreye zarar vermeden, ormanı koruyup gözeterek. Arazi makilik çalılardan oluştuğu için ve etrafta kuru otların olmaması güvenle ateş yakılabilecek bir yer. Ateşin verdiği sıcaklık hem içimizi ısıtıyor hem de sohbetimizi. Bazen alevlerin yalımına dalıp hayaller kurarsın kısa bir süreliğine. İnsanlar ateşi bulduklarında ateşe taparlarmış Tanrı diye. Belki o zamanlardan kalma genlerden bir kaçı ateşin başında saatlerce oturup yalımlara bakmamıza neden oluyor. Kim bilir!

Yanan odun parçaları kızıl ve sarı yalımlarla etrafı aydınlatırken bizleri de ısıtıyor.

Antalyalı arkadaşların yanında taşıdığı basık semaverde nefis çayları içiyoruz ateşin başında. Semaver sol altta, ortada ateş ve ateşin etrafında bizlerin resmini çekiyor Ferdimen.

Suyun kaynağına yolculukta çektiğim videoların birleştiriliş görüntülerini izleyebilirsiniz.

Bu videoyu da Ferdi Kızıl Nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen çekmiştir, iyi seyirler

Bir süre ateşin başında sohbet ettik, gecenin ilerleyen saatlerinde çadırlara çekilip yattık.

Şafak ile beraberce düşünüp hayata geçirdiğimiz SUYUN KAYNAĞINA YOLCULUK bisiklet turu istediğim gibi olmadı. Önceden keşif yapmadan yola çıkıp sonunda suyun kaynağını bulamadan bitirmemiz hiç iyi olmadı. Bu iş Şafak ile olmayacağı kesinleşti. Tur hep birlikte yapılır, öyle kendi başına yola çıkmak ne turculuğa ne de birlikteliğe uyar. Zaten Şafak bunu anladı ve gruptaki görevinden kendi isteği ile çekilip kendi başına turlar düzenlemeye başladı. Bu benim için daha iyi oldu, birlikte huzurlu tur yapmanın olanağı yok. Şafak Omaç her zaman arkadaşım olarak kalacaktır, öyle kırgınlığım, küslüğüm yok. Ama birlikte bisiklet sürmenin anlamı kalmadı sadece.

Böylece bir turun sonuna gelmiş olduk değerli okuyucularım. Gezdiklerim, gördüklerim ve ilginç olan şeylerin resimlerini çekerek sizlerin göremediği yerleri göstererek anlatmaya çalıştım dilimin döndüğü kadarı ile. Hata ettimse af ola, sizler iyi şeylere layıksınız, ben de iyi şeyleri sunup anlatmaya çalıştım. Yeni kişilerle tanıştım, yeni dostluklar kuruldu. Hazine çantam yeni hikayelerle dolmak bilmedi. Bir sonraki tur yazılarında görüşmek dileği ile.

Bu gün yaptığımız yol biraz kısa olsa da yokuşlar vardı. Toplam 35 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 4. Gün

28 Nisan 2016 Perşembe

Çatak vadisi – Bayındır Ergenli köyü

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır.)

 

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Bisikletim KUZ ve kıytırık. Bu kez arkadaşım Gürel Gürselp üzerinde.

Çayın kıyısında uyumak iyi değilmiş.  Bunu gece çaydan buharlaşan nem, üşümeme neden olunca anladım ama gece vakti çadırın yerini değiştirmek benim için uygun olmadı. Hava o kadar soğuk olmasa da nem üşütüyor. Pek iyi uyudum sayılmaz. Yarım yamalak bir uyku ile uyandım. Çay doğal olarak tüm gece aktı ve hala akmaya devam ediyor. Sadece bu sabah ben varım burada. Yattığım yerden doğrulunca çadırın fermuarını açtım. Şarıl şarıl akan çayı görüyorum ilk önce. Karşı kıyıda ağaçlar ve çalılar.

Kalkar kalkmaz elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve yapmak oldu. Hemen piknik masasında kahveyi cezveye sürüyorum ocağa. Ocakta kahve pişerken gözüm pembe açmış güllere takıldı. Ne de güzel görünüyorlar. Kokusu burnuma gelmeye başladı, mis gibi. Gül kokusunu ciğerlerime çekiyorum burnumdan, ohhh dünya varmış, sanki cennetteyim.

Pembe güller açmış, cezve ocağın üzerinde pişiyor, yanında da kahve fincanı boş.

Sabah kahvaltısını birlikte yapıyoruz çay kıyısında. Ben, Gürel, Sevil ve Şafak piknik masasında el birliği ile güzel bir kahvaltı sofrası.

Kızlar buluştu sabah sabah, ikisi de sarışın. Buranın işletmecisini kızı, o da erkenden uyanmış bizlerle beraber. Sevil ile beraber resim çekiliyorlar. Arkada yeşil ağaçlar arasında akan çay.

Minik ilk okul öğrencisi sarışın kız Sevil için peçeteye kırmızı kalemle bir şeyler karalamış;

SEVİL ABA Seni

ÇOOOOOOOOOK

SEVİYORUM

Size İYİ Yolculukla

R DiLiyorum

Sevil ABa cım

Gürel profesyonel makinası ile küçük kızın yüzünün resmini çekiyor. Saf temiz ve güzel bir yüzü var. İri gözleri yeşile çalan bir rengi var.

Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra çadırları ve eşyalarımızı toplayıp bisikletlere yükledik. Artık dönüş yoluna çıkma zamanı. Yola çıkmadan önce işletmeci aile ve iki kızı ile birlikte topluca bir resmimizi çekiyor Gürel. Bizleri ağırladıkları için kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Yemyeşil Çatak vadisinden aşağıya doğru görünümü. Birazdan inişe başlayacağız. Çayın yanlarında düz olan küçük tarlalar sürülmüş, kimisi de yonca ekilmiş hayvanlar için.

Dün çıkarken gördüğümüz bentleri tekrar görüyoruz. Çayın sağından gidiyoruz.

Şimdi de yol sol tarafa geçti. Neredeyse pedal çevirmeden inişteyiz bir süre ve çabuk iniyoruz.

Saçlı köyü kavşağında duruyoruz. Buradan bazı arkadaşlar aramızdan ayrılacak. Düz yoldan Ödemiş’e daha çabuk varıp İzmir’e gidecekler.

Aramızdan ayrılacaklardan birisi Ahmet Nail Yavuz. Beraber resim çekiliyorum ayrılmadan önce. Tura katıldığı için kendisine teşekkür edip vedalaşıyorum tekrar görüşme dileği ile.

Sonra Sadi Abi ile kucaklaşıp veda ediyorum. Bu benim için çok değerli bir an olarak kaldı. Bu son kucaklaşmamız oldu Sadi Bilguvar ile. Geçtiğimiz yıl amansız kanser hastalığına yenik düşüp aramızdan ayrıldı. Kendisini epeydir tanıyorum ve bir kaç turu beraber yaptık. Sessiz, sakin, mütevazi bir insandı, ben öyle tanıdım ve sonsuza kadar öyle kalacak. Kahve içmesini severdi ve kahve cezvesini ocağa her sürüşümde yanımdan ayrılmaz pişene kadar sabırla beklerdi. Pişince de fincandan zevkle içer, kahve için teşekkür ederdi. Nur içinde yatsın, toprağı bol olsun……

Sadi abi ile yan yana son resmimizi de çekildik bir anı olsun diye ve anılarda kaldı. Aramızdan ayrılan biri daha var ; Hüseyin Dölçek. Sadi abiyi yalnız bırakmıyor.

Aramızdan ayrılan arkadaşlarla vedalaştıktan sonra biz sağa doğru döndük dönmesine de birden bire karşımıza ucu bucağı görünmeyen bir yokuşa sardık. Ne güzel de iniyorduk değil mi?

Neyse taktık birinci vitese ağır ağır çıkmaya başladık. Zorlandığım yerde merkep vitesi otomatik olarak devreye giriyor. Ferdimen beni yokuşu çıkarken çekiyor bir kare. Bisikletim KUZ ve kıytırık ile beraber. Şafak ta ABAK’tan kalan sarı sprey boya ile gideceğimiz yönü ok ile belirtmiş asfaltta.

Çık, çık, çık sonunda bitti 5 kilometrelik yokuş Bu zaferi kutlamalıydık KUZ ve kıytırık ile. Aşağılarda Ödemiş kasabası ve ovası hayal meyal görünüyor.

Arkamdan gelen Ferdimen’i aynı yerde resmini çekiyorum.

Aşağılarda bir yerlerde düzlükten önce. yamaçta yangın göleti yusyuvarlak içi su dolu görünüyor. Orman yangınlarında kullanmak için yangın ekibi bazı yerlerde böyle göletler yapmış. Yangın sırasında helikopter ile su alıp yangına müdahale ediliyor. Yamaçlarda tarlalar, bahçeler çitlerle birbirinden ayrılmış.

Sol tarafımda ise tarla ve meyve bahçeleri kare çit ile birbirinden ayrılmış dağın dik yamaçlarına kadar. Yamaçlarda ise paralel olarak düzeltilmiş ağaç dikim yerleri yapılmış ormancılar tarafından.

Dönemeçten aşağıya doğru biri geliyor.

Yakınlaşınca bizim Ferdi Kızıl olduğunu görüyorum, nam-ı diğer Ferdimen. Kahramanımız.

Yolun biraz üstünde simsiyah bir at görüyorum. Durup resmini çektim. At lekesiz siyah, değerli bir cins olabilir. İncir ağaçları arasında otluyor kendi haliyle.

Kemal Lale de aramızdan ayrılıyor, biz Birgi’ye doğru gideceğiz o düz Ödemiş’e doğru devam ediyor. Katıldığı için teşekkür edip vedalaşıyoruz.

Hazır durmuşken Cem Koç’u yakalayıp beraber bir resim çekiliyorum. Bir daha nerde bulacağım bu fırsatı.

Bir zamanlar deniz kıyısı olan bu yerlerde şimdi asırlık zeytin ağaçları var. Yerlerde ise papatyalar coşup coşup açmış bahar halısı gibi papatya desenli. Sadece iki tane gelincik kırmızı renkte açmış papatyalar arasında.

Bu güzelim yeşil cennette olumsuz olanlar hemen göze çarpıyor. Bunlardan birisi gözümün önünde yol kıyısına dökülmüş çöpler, atıklar. Kendine ihanet eden bazı insanlar geleceğine zarar vermekten başka bir şey yapmıyorlar.

Papatyalar yol kıyısında, asfaltın bittiği yerde açıvermiş bir kaç tane. Bıraksalar bir kaç yıl içinde tüm asfaltı kaplayabilir.

Birgi’ye doğru tırmanıştayız, yukarıda Birgi’ye has evler görülüyor yeşillikler arasından.

Biraz tırmanış ve Birgi’deyiz. Tırmanışın getirdiği yorgunluğu atmak için kahve olan bir yere konuşlanıyoruz. Çay, soğuk soda içerek bir sürre dinleniyoruz.

Hazır dinlenmekte iken yanıma gelen Gökay Terzi nam-ı diğer Android ile bir resim çekiliyorum. Daha önce planladığımız ama yokuşu zorlu olduğundan vaz geçtiğimiz Yılanlı köy yolundan bizim Android geldi. Ona bu yokuşlar vız gelir, adı üstünde Android. Bisiklet üzerinde gitmediği yol yok gibi. Belki de kendi deyimi ile bir milyon kilometreden fazla yol yapmış. Ben ona inanıyorum. Güçlü bir yapısı var ve kansere dur diyerek ölüme meydan okudu.

Madem resim çekiliyoruz diğerleri kıskanmasın diye diğer arkadaşlarla da resim çekileyim dedim. Hasan Ata ile bir resim çekildim, sessiz sakin, pek konuşmaz. Sadece bisiklet sürer.

Kardeşim Gürel Gürselp ile yan yana hiç resmimiz olmamıştı. Şimdi ise yan yana anca gelebildik. Bir çok turda beraberiz ve ABAK turunu beraber yapıyoruz diğer gönüllülerle birlikte. İznini ona göre almış, ABAK turundan hemen sonra Suyun Kaynağına Yolculuk turunda bizimle beraber. Her konuda anlaşırım kendisi ile.

Şimdiye kadar katıldığı en uzun soluklu bir tur gerçekleştiren Sevil Gülgün biraz şikayet etse de başlarda şimdi alıştı ve keyifle bisiklet sürüyor. Yıllardır beraber günü birlik turlar yaptık. İlk zamanlarda biraz zorlansa da cesaretlendirerek turları tamamlattım. Şimdi ise günlerdir kamplı tur yapıyor ve halinden gayet memnun.

Figen Gülgör, Laz bisikletçi. Hem de kadın. Sayısını hatırlayamadığım tur yaptık beraber. Turlarda uyumludur, sadece bahçelerden meyve araklamasını sever küçük çocuklar gibi. Yolda bir meyve ağacı görmeye görsün.

Ankara dan katılan Kaya Palancılar. Büyük bir turcu, kendi blok sayfası var oradan gezdiği yerleri paylaşıyor. Örnek bir insan. http://kayapalancilar.blogspot.com ta HAYATIM İKİ TEKER olarak yazılarını yazıyor.

Birgi tarihi bir yer, kendine has taş evleri, yapıları ve camileri ile.

Kasabanın ortasında dere yatağı var ama dere çok az akıyor. Dere yatağını ot bürümüş.

Kargalar toplantısı başlamış, bu kargalar bildiğiniz kargalar gibi değil. Ağaçtan oyulup yapılmış, bir de siyaha boyanmış sanırsın ki kargalar demirlere tünemiş. Yanına yaklaşınca kaçmıyorlar, kaçmayınca ağaç olduğunu anlıyorsunuz.

Ümmü Sultan Türbesi.

Tarihi doku bozulmadan tarihi taş binalar onarılarak müzeye dönüşmüş durumda. Bunlardan birisi de yöresel el yapımı ipek dokumaları işliği.

İşliğin içine giriyoruz, içeride dokuma tezgahları sergilenmiş. Tezgahlar tahtadan yapılmış, renkli ipliklerle dokuma yapıyorlar tezgahta.

Dokuma tezgahının yandan görünüşü. Sık olarak yatay çekilmiş iplikler, dikine gerilmiş iplikler. Yatay ipliklerde ileri geri hareket eden mekik geçtikçe dokuma yapılmış oluyor.

Dokunan tarafın tersinde iki boru konulmuş. 1. borunun altından gelen iplik 2. borunun üstünden geçmiş. Yanındaki iplikte bunun tersi. Böylece sıralı bir ters bir düz gitmiş. Ne olduğunu anlayamadım doğrusu. Tam önde de demir bir zincir sarkıtılmış yukarıdan aşağıya.

Birgi’nin tarih kokan sokaklarında dolanıyoruz. Sokaklar Arnavut kaldırımı taş döşeli. Evler taş bina, en fazla iki katlı ve üzerinde kiremit döşeli çatı var.

Kimi sokak daralarak gidiyor. Evlerin avluya giriş kapıları kocaman çift kanalı ahşaptan yapılmış. Kapının üstüne küçük bir çatı yapılıp üzeri kiremit döşeli.

Ana cadde kıyısında boydan boya fıstık çamı dikili. Kaldırımda da çit ile yoldan ayrılmış.

Birgi

İzmir İli, Ödemiş İlçesinde yer alan Birgi, sırasıyla Frig Uygarlığı (MÖ 750-680), Lydia Uygarlığı (MÖ 680-546), Pers Krallığı, Bergama Krallığı, Roma ve Bizans İmparatorluğu hakimiyeti altında bulunmuştur. Kent Anadolu Beylikler döneminde, 13. ve 14. yüzyılda Aydınoğlu Beyliği’ne başkentlik yapmıştır. 1426 yılında ise kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Birgi, kendine has geleneksel mimari dokusunu günümüze kadar koruyabilmiş ender yerleşim yerlerinden biridir. Konakları, camileri, türbeleri, medreseleri, hamamları, çeşmeleri ve daha birçok eseriyle, beylikler döneminden başlayıp günümüze ulaşmış çok sayıda tescilli yapıya sahiptir. Beldede geleneksel mimari dokuyu en iyi biçimde yansıtan iki mimari yapı; ahşap süsleme ağırlıklı mihrabı ve minberiyle döneminin en başarılı örneklerden biri olan Ulu Cami ile ahşap işçiliği ile dikkat çeken Çakırağa Konağı’dır. UNESKO Dünya mirası geçici listesine eklenmiştir.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,45343/birgi-tarihi-kenti-izmir.html

Kadıoğlu camisi.

Üst katta tahta kanatları açık bir pencere. Demir parmaklık kaynak görmemiş geçme olarak yapılmış. Pencerenin olduğu yer cumba, altında destek ağaçları tahta ile kaplanmış. Taş bina eski bir yapıyı oluşturmuş, altta giriş kapısı ile binaya giriyorlar.

Binanın ön kısmı ise harabeye dönmüş, kaplama tahtaları zamanla çürüyüp dağılmış. Sıvası çoktan dökülü. Burada iki tane pencere, birinde soba borusu çıkmış. Büyük bir olasılıkla onarımı bekliyor gibi.

Taş duvarla örülü avlular, duvarların üzeri kiremit ile korunmuş yağmura karşı.

Çakırağa konakları o kadar meşhur olmuş ki içeriye girmek için para ödemek gerekiyor. Haliyle girmiyorum, zaten ilgimi çekecek bir şey olduğunu sanmıyorum.

Birgi’nin sokaklarını gezmeye devam ediyoruz. Birgi yamaçta kurulu olduğundan bir yukarı çıkıyoruz bir aşağı iniyoruz.

Bıçakçı Çeşmesi (Koca Çeşme)  yazıtı siyah bir mermere yazılmış;

Bıçakçı Esseyyid Hacı Ali Ağa tarafından 1807-8 yılında yaptırılmıştır. Tuğla ile yapılmış köşe silmeleri üstte kirpi saçağa dönüşür. Çökertme içme alınan cephesinde oluşturulan sivri kemerli yüzeyi çökertilmiş olup, kabartma bezemeli mermer çeşme aynası vardır ve üzerinde lüle deliği yer alır. Yapı kitabesi vardır. Roma döneminden kalma, girlandlı boğa başlı mermer lahit taslağı da köşesinde delinerek yalak olarak kullanılmıştır. Pişmiş topraktan su künkleri ise çeşme duvarı içindedir.

Çeşme de aşağıdaki resimde. Şimdi yukarıdaki yazıtı niye yazdım onu anlatayım size ; Bıçakçı Hacı Ali hayrına çeşme yaptırmış, Allah kabul etsin, çeşme yaptırmak iyidir de Roma döneminden kalan, o zamanlarda mezar olarak kullanılan Lahit neden yalak olarak kullanılmış bu kafama takıldı. Bir zamanlar içinde ölmüş bir insanın yattığı mermer taş sandukayı kullanırken dini inancı gereği hiç mi Allahtan korkmamış. Bir yalak yaptıracak usta bulamamış mı? yoksa parası mı bitmiş. Büyük bir olasılıkla hazıra konma, beleş işçilik. Zaten binlerce yıl önceki işçiliği beceremeyeceklerinden olsa gerek hali hazırda sandukayı yalak yapmışlar. Yazık…

Onarım çalışmaları yapılan taş binada yenileme çalışmaları yapılıyor. Çıtalardan perdeler yapılmış, çatıya tahta iskelet çakılmış öyle duruyor, henüz kaplanmamış. Bina iki katlı, yukarıya eski bir tahta merdiven ile çıkılıyor.

Taş binalar kademe kademe yukarıya doğru odalar şeklinde kiremit kaplı olarak yapılmış. Bu görünümü ile ayrı bir görsellik meydana çıkarmışlar.

Tarihi doku içinde yaşayan güller kırmızı açmış, ayrı bir renk katmış tarihin içine.

Tarihi dokuyu bozan yeni yapılmış yamaçtaki binalar. Bunlar betonarme, bir de sokaklardaki arabalar. Bence arabaları kasabanın içine sokmamak gerek. Sokakların görüntüsünü bozuyor. Resim çekerken bunu daha iyi görüyorum.

Kimi bina metruk kalmış bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş. Evin duvarları yok olmuş odaların içi görünüyor.

20160428_130030_HDR

Bir duvarda gördüğüm ilgin örnekler dikkatimi çekti. Örülmüş taşların içinde bir taş farklı, bu taş yontulu olduğu belli. Belki de antik bir kentten sökülüp getirilmiştir. Bir de duvarın içinden pişmiş topraktan yapılmış künk çıkmış, ne olduğu belli değil. Künk yarım yuvarlak bir taşın ortasından geçirilmiş. Taşın üzerine de pişmiş kiremit ile kemer biçiminde duvarın içinde.

Gezmekten yorulanlar dinlenmeleri için kahveler var. Dut ağaçları gölgesi altında oturup çay, kahve yada soğuk bir şeyler içebilirsiniz.

Aydınoğlu Mehmet Bey cami girişi.

Cami girişinde tabela yazılmış ; Aydınoğlu Mehmet Bey cami, altında İngilizce ve Fransızca dillerinde de yazılmış. En altta Y. Tarihi H. 412 (Miladi 1312 Yılı)

Caminin kapısından içerisinin resmini çekiyoruz. .Görünen 6 tane sütun, toplam 15 sütun ile yapılmış. Üstüm başım ve ayaklarım pis olduğundan içeriye girmiyorum.

Caminin yanında Birgi tarihini yazan tabela konulmuş. Tabelada yazan;

BİRGİ TARİHİ

Birgi M.Ö. 3000 Yıllarına dayanan bir tarihe sahiptir. Bölgede zamanla Frig, Lidya, Pers, Bergama Krallığı ve Roma dönemlerini yaşadıktan sonra Bizans imparatorluğu idaresine geçmiştir. Bölgeye ilk Türk akınları XI. Yüzyılda Selçuklular tarafından gerçekleştirilmiştir. Selçukluların dağılışından sonra ortaya çıkan Beylikler döneminde Menteşoğlu Sasa Bey tarafından Türk hakimiyetine giren Birgi 1307 yılında Aydınoğlu Mehmet Bey tarafında Aydınoğullarının merkezi yapılmıştır. Aydınoğlu Mehmet Bey 1312 yılında kendi adıyla bu camii inşaa ettirilmiştir. Camii kare planlı olup 15 sütun üzerine konmuş ahşap tavanı, turkuaz çinili mihrabı ve Muzafferuddin usta tarafından yapılan minber Türk İslam sanatının en güzel örneklerinden olup hiç çivi ve tutkal kullanılmadan geçme (Kündekari) tekniği ile yapılmış ağaç oymacılığının en güzel örneklerindendir. Ayrıca pencere kanatlarında da aynı sanat görülmektedir. Bu caminin en öneml,i özelliklerinden birisi ise emsallerine göre minaresinin sağ arka köşede değil, sağ ön köşesinde yer almaktadır. Beldemizde bir çok tarihi eser vardır. Bunlar arasında Birgivi Mehmet Efendi merdesesi, Sultan Şah türbesi, Birgivi hamamı, Çakırağa konağı, Karaoğlu camii, Kütüphane binası, Aydınoğulları türbesi, Çukur medrese ve Güdük camii sayılabilir.

Birgi’nin dar sokaklarını gezmeye başladım. Her köşesi, her bina ayrı özellikte. Hepsinin resmini çekiyorum.

İki ev neredeyse birbirine değecek kadar yakın. Binanın birisi düz duvar, diğeri cumbalı çıkıntısı kiremitleri aynı hizaya getirmiş.

Sokaklar dar ve kısa.

Kimi sokakta bahçeli evler de var. Bahçe duvarının ardında meyve ağaçları dikili.

Evlerin çoğu iki katlı.

Evler taş bina olsa da güneş ısıtma sistemi de kurulmuş kimi çatıya.

Sokakları dolaştıktan sonra meydana tekrar geliyorum. Aydınoğlu Mehmet bey camisinin aykırı minaresi. Caminin köşe taşları arasına aslan kabartmalı bir taş yerleştirilmiş.

Aydınoğlu Mehmet Bey heykeli. Savaş zırhları giymiş, başında başlığı, sağ eli ile kılıcını yarım çekmiş kınından. Göğsünün tam ortasında kocaman çift başlı kartal kabartması yerleştirilmiş. Artuklu sikkelerinde ve Anadolu’daki Selçuklu yapılarında kullanılan çift başlı kartal simgesi surlarda, cami ve medreselerde, saraylarda; koruyucu ve hakimiyet sembolü olarak ve kötü güçlerden koruyucu olarak kullanılmıştır. Bu arada; çift başlı kartal motifinin, Bizanslılar tarafından da kullanıldığını görüyoruz. Heykelin yanında da Kocaman gemi çapası zinciri ile birlikte. Aydınoğlu Mehmet Beyin denizcilikle bir ilgisi olmalı.

Aydınoğlu Mehmet Bey

Aydınoğulları Beyliği’nin kurucusudur. Aydınoğlu Mehmed Bey ilk zamanlarında Germiyan ordusu subaşısı, yani ordu komutanı idi. Bizans İmparatorluğu’nun taht ve taç kavgaları sebebi ile çöküntüsünden istifade ederek Germiyan Hükümdarı I. Yakup Bey’in emriyle Ege denizi’ne inerek elde ettiği yerlerde babası adına bir beylik kurmuştur.
Mehmet Bey, 1310 tarihinde Müslüman İzmir’ini ve daha sonra da Ayaslug ( Selçuk) , Tire, Sultan Hisarı ve Bodemya’yı ve 1326 da Gavur İzmir’i denilen sahil İzmir’i almıştır.
Kendisine Mübarizüddin lakabı verilen Mehmed Bey ele geçirdiği yerlerden ; Ayaslug ( Efes – Selçuk ) ile Sultan Hisar’ının büyük oğlu Hızır Bey’e; İzmir’i ikinci oğlu Umur Bey’e ; Bodemya (Ödemiş) ise Üçüncü oğlu İbrahim Bahadır Bey’e ; Tire’yi de dördüncü oğlu Süleyman Bey’e verip en küçük oğlu İsa Bey’i yanında bulunduruyordu.
Deniz sahillerine sahip olan Mehmed Bey, İzmir’i henüz almadan önce donanmasını Ayaslug’da yaparak denizciliğe başladı; fakat Rumlardan Cenevizlilere geçmiş olan İzmir’i aldıktan sonra burada da ayrıca bir donanma meydana getirdi.
Mehmed Bey, 1334 de bir av esnasında suya düşüp hastalandı ve sonra vefat etti. Yerine diğer kardeşinin ittifak ve ısrarı ile İkinci oğlu Umur Bey , Aydınoğlu beyliğinin başına geçti.
Mehmed Bey Birgi’de cami ve medrese yaptırmıştır. Beşinci asrın alimlerinden Saa’lebi’nin ” Arais-ül Mecalis” adlı ” Peygamberler Tarihi ” Mehmed Bey adına tercüme ve ithaf edilmiştir. Yine Mehmed Bey’in emriyle aynı kişi farsça ” Tezkire-i Evliya” yı Türkçeye çevirmiştir.
Mesalik-ül-ebsar Aydınoğlu’nun 60 şehri ve 300’Den fazla kalesi ve 70.000 süvarisi olduğunu, donaması ile rum ve Frenklerle devamlı olarak savaştığını yazmaktadır.

http://www.evliyalar.net/aydinoglu-mehmet-bey/

Birgi yerleşim haritası. Haritada tarihi yerler işaretlenip numaralandırılmış. Mavi numaralar tarihi yapıları, kırmızı çizgi yürüme rotası, yeşil renk ise yeme içme yerlerini haritada belirtilmiş. Numaraya göre; 1- Çakırağa konağı, 2- Aydınoğlu Mehmet Bey camii 8Ulu cami), 3- Aydınoğlu türbesi, 4- Küp uçuranlar kulesi, 5- İmam-ı Birgivi, 6- Kadıoğlu cami ve şadırvanı, 7- Aydınoğlu hamamı (Osmanlı hamamı), 8- Dervişağa merdesesi, 8- Dervişağa Cami, 10- Dervişağa hamamı, 11- Sasallı (Kırkızlar) hamamı, 12- Ümmü sultan türbesi (Sultan Şah),13- Kerimağa konağı, 14- Su terazisi, 15- Güdük minare mescidi, 16- Bıçakçı Esseyit Ali ağa çeşmesi, 17- İmam-ı Birgivi medresesi (Ataullah efendi medresesi), 18- Sandıkoğlu konağı, 19- Sarı berber medresesi, 20- Gazi Umurbey anıtı, 21- Çekül evi, 22- Demirli mağaza, 23- Taşpazar çeşmesi, 24- Demir baba çeşmesi, 25- Kazım Dirik (Paşa) çemesi, 26- Çarşı çeşmesi, 27- Kale medresesi, 28- Akmescit çeşmesi.

Birgi’nin ana caddesi, yolun yarısı kazılıp toprak ile kapatıldıktan sonra öyle duruyor. Caddenin iki kaldırımında fıstık çam ağaçları dikilmiş.

Onarılmış örnek taş bina, iki katlı. Girişi yan tarafta bahçeli. Bahçe kapısı aralıklı tahta çit şeklinde yapılı.

Organik ürünler satılıyor gelen turistlere, alacaklı olmadığım için ne kadar ediyor bilmiyorum ama pahalı olduğunu tahmin ediyorum.

Benim olmayan lokantada ucuz yollu yemek yiyoruz. Fiyatları gayet uygun, sulu sebze ve et yemekleri nefis. Baba Lokantası’nın girişinde resim çekiliyorum, arkamda da sevil peydah oluyor resim çekildiğimi görünce.

Yemek sonrası bisikletleri bıraktığımız kahveye geldik. Kahvenin camında daha önce görmediğimiz, şimdi ise farkına vardığımız bir yazı dikkatimizi çekti. Resmi Sevil çekiyor. Yazıda ise şöyle yazıyor;

Bu gavede dedikodu

yapmak, mişli muşlu

gonuşmak yasaktır.

Yemekte sonra bisikletlere binip yola çıkıyoruz, Birgi yüksekte olduğundan hızla düzlüğe indik. Arkadaşlar bir benzinlikte mola vermişler. Fazla yemiş olmalıyım, bir soda hazmı kolaylaştırır umudu ile içiyorum. Karşımda Gürel yemek sonrası mahmurluğu çökmüş şekerleme yapıyor. Gökay da diğer masada olmasına rağmen kareye girmiş.

İnsanlar yiyor içiyor, devamlı tüketiyor. O kadar çok tüketiyorlar ki çöplerini atacak yer bulmakta zorlanıyorlar. İşte çöplerini attıkları yer. Kocaman asırlık bir ağacın çürümüş gövdesinin içi. Bekli de utanmışlardır, yere atmamak için kimse görmesin diye ağacın kovuğuna bırakıvermişler. Yazık, bu görgüsüzlüğü ne zaman bitireceğiz bilemiyorum.

Biraz dinlenme yetiyor, yola çıkıyoruz. Ödemiş’e geldik bile, Ödemiş tabelası önündeyim. Nüfus 132000 yazıyor tabelada.

Rüzgara karşı gidiyoruz, Sevil 8 gündür yolda, yorulmuş olmalı ki bizim Android Gökay eliyle götürmeye çalışıyor Sevil’i.

Ferdimen benim resmimi çekiyor ama bisiklet benim değil.

Benim bisiklette de Gürel binmiş gidiyor. Yolda giderken Gürel bana “Urimbaba biraz süreyim senin bisikleti. Römorklu hiç kullanmadım şimdiye kadar.” Ben de “Olur” deyip bisikletleri değişip bir süreliğine sürüyoruz. Gürel gayet başarılı sürüyor KUZ ve kıytırığı, huysuzluk yapmıyorlar anlayacağınız. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yine bir mola veriyoruz kahvenin  birinde bu kez katılımcılardan Bahadır Özer ile resim çekiliyoruz, sessiz sakin kendi halinde bir vegan olan Bahadır hayvansal besinleri yemediğinden karnı bir türlü doymuyor.

Bayındıra gelmeden kamp yapacağımız Ergenli kaplıcalar yoluna saptık. Yolumuz hafif rampa.

Bu gün biraz fazla yol yapmamız nedeni ile yorgunluk baş göstermeye başlayınca hemen yol kıyısına oturup yorgunluk kahvesi pişirmeye başladım. Gelen geçen arabalar yol kıyısında oturmuş bu insanlar ne yapıyor diye merakla baka dursun biz keyfimizi sürüyoruz. Kahveler pişti, şanslı olan 3 kişi yanımda kahvesini içecek. Bunlardan biri Sevil, biri Ferdimen biri de Gökay. 4 Fincan olunca böyle oluyor mecburen, kahveler pişti, nefis görünüyor.

 

Kahve molası iyi geldi, güneş henüz batmamış. son ışıklarını çam ağaçlarının üzerine vurmakta. Geride kalan 4 kişi tekrar yola çıktık kamp yerine doğru.

Güneş dağların ardında batıyor. Biz daha yoldayız ama az kaldı.

Daha önce Bayındırdan tanıdığımız Spor ilçe müdürü Erdal İnce sayesinde Bayındır belediyesi ile görüşmelerimizde bize konaklayacağımız yer olarak Ergenli köyü, ılıcaları verdiler. Köye vardık sonunda güneş batmadan.

Köyün girişinde uzun ve dar bir tabelaya Ergenli Köyü’ne ve Ilıcalara Hoş Geldiniz yazısı yazılmış. Gökay ve Sevil önde köye doğru çıkarken.

Belediyenin tesisleri olan yerde duruyoruz. Geniş bir avlusu ve çevresinde banyo odaları var. Avluda ağaçlar dikilmiş zamanında, gölge yapıyor. Bu tesislere bakan görevli geleceğimizden haberi var. Bize 2 tane odayı açıyor yıkanabilmemiz için. Avludaki masaları birleştirdik, burada yemeğimizi yiyeceğiz.

Tesisin yanından küçük bir çay akıyor. Kıyılarda çınar ağaçları var.

Banyo odalarında bol sıcak su ile yıkanıp rahatlıyoruz sırayla. Sonra oturup kendi hazırladığımız yemekleri yedikten sonra günün yorgunluğunu masalarda oturup şarabı yudumlayarak, sohbetimizi koyulaştırıyoruz. Bir tarafta Sevil ile beni çekiyor Ferdimen.

Diğer tarafta Gökay ve Şafak.

Gecenin fazla ilerlemesine izin vermedik, yoksa muhabbet bitmez sabaha kadar. Hem uyku kapı arkasına gelmedi, çünkü kapımız yok ki! Ama uykunun geldiği doğru. Sıcak suda yıkanmanın rehaveti üzerime çökünce çadırıma çekilip derin bir uykuya daldım

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 71 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 9. Gün

9 Ekim 2015 Cuma

9. Gün

Mersin Bisiklet festivali 2. Gün

Adam Kayalar – Cennet Cehennem ve Narlıkuyu Astım Mağarası

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Astım mağarasında damlalarla oluşmuş ilginç şekiller, ruhları andırıyor.

Pırıl pırıp bir güne daha merhaba dedim. Bu sabah ufukta güneş yine bulutların arasından çıkıyor ama bulutlar ufuk çizgisine yakın ve çok uzaktalar. Her sabah olduğu gibi kahvemi yudumlarken güneş doğuyor. Benim gibi erkenciler de var kahveyi seven. Birisi Gültekin Yıldız, Manavgat festival komitesinden. Geçtiğimiz günlerde beraber pedallamıştım. Diğeri de henüz yeni tanıştığım Halk sağlığı uzmanı, çevreci Doktor Umur Gürsoy. Facebooktan arkadaşız ama yeni tanıştık ve daha önceden yıllarca tanışıyormuş gibi samimi bir dost olduk. Fikirlerimiz ve zevklerimiz uyuşuyor. Beraber güneşin doğuşunu izliyoruz Gültekin Yıldız, Dr. Umur Gürsoy ve ben. Bu sabah ufukta alçak bir bulut tabakası var. O yüzden güneşi bu sabah ta denizin üzerinde göremedim.

İki tarafta birer ucu olan dalgakıran, ağzı geniş çıkışı olan bir gemilerin ve kayıkların sığınma limanı. Deniz hafif çalkantılı.

Güneşin doğuşu belli bir süre, kahve keyfi bitiyor. Sıra geldi festival havalarına. Herkes hazır olunca keyifle tura başladık. Bir süre ana yoldan gittik, elbette sıkıcı ana yolda gitmek ama mecburen trafik gürültüsünde gitmek zorundayız. İlk durağımız Ayaş ta bulunan antik kent Kanlı Divane kalesi. Daha eski adıyla Elaiussa kalıntıları. Ana yola yakın olduğu için giriş yapıp geziyoruz antik kenti

Toprak bir yol, yolun solunda taş bina. Binanın giriş kapısı üç kalın mermer blok. Kapının içine kocaman taşla kapatılmış. Ama soyguncular kapının sol yan tarafı ve üst kısmı tavana kadar taşlar sökmüşler. Bu bina mezar anıt olarak yapılmış. Mezar soyguncuları talan etmiş tarih boyunca ve hala talan edilmekte. Taş mezar anıtın yanında normal boyutta taş mezar lahit. Yolun sonu, ufukta apartmanlar görünüyor.

Antik kentin girişi Nekropol, yani mezar lahitleri karşımıza çıkıyor.

Bozulmamış dev bir mezar bina. Yüksekliği 6 metre civarı, taş bloklar gayet düzgün yontulup örülmüş. Giriş kapısı geniş ve yüksek kemerli. Çatısı ise üçgen alın işlemeli taş kirişlerle kaplanmış. Çatının anlı üçgen taş blok. Toprak yolda bir bisikletçi kadraja girmiş.

Kanlıdivane (Eski Yunanca: Κανυτελής;, günümüzde Mersin’in Erdemli ilçesinde yer alan antik kent. MÖ 3. yüzyılda kurulan ve MS 4. yüzyılda adı Neapolis olarak değişen kentin Elaiussa Sebaste’nin sur dışında yer alan uzantısı olduğu tahmin edilmektedir.

19. yüzyıl ortalarında Fransız gezgin Victor Langlois tarafından keşfedilen kent, 1970’li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Yöredeki ilk arkeolojik araştırmaları ise Semavi Eyice gerçekleştirmiştir.

Kent, doğal bir çökük olan 30 metre derinliğindeki geniş bir obruk etrafında kurulmuştur. Semavi Eyice’ye göre Kanlıdivane isminin kökeni hakkında iki ihtimal vardır. İlk ihtimal isimdeki “kanlı” kısmının kentin antik ismi olan Kanitellis’ten ya da obruğun içinde yağmur sularıyla toprak rengine bulanan kabartmaların kırmızıya çalan renginden, “divane” kısmının ise burada dağınık olarak yaşayan Türkmen topluluklarının zaman zaman divan adı verdikleri toplantılarından gelebileceğidir. İkinci ihtimal ise Roma döneminde suçluların obruğa atılıp vahşi hayvanlara yem edildiği için kente Kanlıdivane denildiğidir.

Kanlıdivane, akustiği çok iyi olduğu için günümüzde konserlere ev sahipliği yapmaktadır

Tarihçe Olba Krallığı’nın kutsal yerleşim yeri olan kentin tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar gitmektedir. İlk kez Helenistik Dönem’de yerleşim gören kent Roma ve Geç antik dönemlerde en yoğun dönemini yaşamış ve MS 4. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştır. Ayrıca obruğun içerisinde yer alan merdivenler ve mağaralardan obruk içerisinin de yerleşim yeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Merdivenlerle inilen obruğun büyüklüğünden ötürü tanrısal olduğu düşünülmüş ve kent tarihi boyunca dinsel bir merkez olmuştur. Son olarak ise Bizans İmparatoru II. Theodosius burada kutsal bir Hristiyanlık merkezi kurmuştur.

Kentte gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında tespit edilen 15 atölye ile presler, pres yatakları, vida ağırlıkları, pres ağırlık taşları, kırma tekneleri ve kırma taşları gibi üretim araçları kentin özellikle geç antik dönemde önemli bir zeytinyağı üretimi merkezi olduğunu ortaya çıkarmıştır.

https://tr.wikipedia.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvS2FubMSxZGl2YW5l

Antik kent girişine geldim. Kentin binalarının duvarları yıkık dökük. Tam karşımda kemerli bir duvar tek göz olarak kalmış.

Aynı yerin biraz yukarıdan görüntüsü. Solda harabelerden çıkan taş bloklar sıralanmış. Diğer tarafta yıkık duvarlar.

Amfi tiyatro seyirci oturma yerleri. Neredeyse tamamen kırılıp oturulamaz halde. Solda iki demir boru ve üç sıra dikenli tel çekilmiş, teller sarkıyor. Tiyatronun üstünde evler görünüyor.

Tiyatro sahnesi, taş duvar sahnenin önünde. Arka kısmında küçük kemerli, üzeri düz sahne altını oluşturmuş.

Seyircilerin inip çıktığı merdivenler.

Tiyatronun üst yandan görünüşü. Seyirci oturma yerleri yarım yuvarlak kademe kademe basamak şeklinde.

Kimi yere beton dökülmüş, beton tarihi dokuyu bozmuş durumda.

Tek kemerli duvarlı yapının tiyatrodan üstten görünümü. Bu yapı kilise kalıntıları. Sadece kıyıdaki duvarlar ve zemin taşlarının bir kısmı duruyor.

Tiyatrodan manzara güzel. Aşağıda ambulans ve belediyenin bize verdiği minibüs ve kamyonet. Yolda bizi takip ediyor. Yol L biçiminde yıkıntıların arasında.

Tiyatro seyirci bölümünün üst kısmında kanal diz boyunda. Oturma yerleri taşlık ve kırık dökük.

Tiyatronun en tepesinden aşağıdaki sahne görüntüsü. Seyirci bölümünün sağ tarafı beton, merdiven şeklinde çirkin bir şekilde.

Amfi tiyatronun en üst basamağında meyvesi olgunlaşmaya başlamış kaynana dili. Meyvesine de dikenli incir denmekte. Tadı nefis bir meyve ama dikkat etmek gerek, soyarken ellerinize dikenler batabilir. Ben de tadına bakıyorum bir kaç dikenli incirin.

Üst basamaklarda ayrıca üstü kapalı tüneller de var.

Tiyatronun yan tarafında kazıları tam olarak tamamlanmamış mozaikler görünüyor. Mozaikler Bizans dönemine ait.

Mozaikler.

Mozaikler, kazı bitmemiş hala devam ediyor. Mozaiklerin desenleri ilginç. 10 cm genişliğinde kenarları siyah mozaik taş, ortadaki mozaik taşlar beyaz renkte. Mozaikler hasır örgüsü gibi alt üst şeklinde çapraz desen yapılmış. Kıyıda 10 cm siyah mozaik taş şerit desenleri çerçevelemiş.

Değişik motifler dikkatimi çekiyor. İki sıra siyah mozaik taş altıgen arı peteği gibi döşenmiş. Ortası beyaz mozaik taş döşeli.

Her köşesi ayrı bir yapı, Resmen tarihin içindeyim. Gruptan  ayrı tek başıma tarihte yolculuk yapıyorum sanki. Tiyatro sahnesinin altı dar ve derin bir yer. Çıkış tarafı kemerli dar girişli taş duvar örülmüş.

Taş döşeli antik yol. Kıyılarda yuvarlak kırık sütunlar sıralanmış. Yol tek basamaklı kademe kademe yükseliyor. Basamaklar geniş.

Temelleri üstünde bir kaç sıra kalmış kalıntılar burada güçlü bir medeniyetin yaşadığını gösteriyor.

Düzgün bir duvarın alt kısmında duvarın yıkılmasıyla yerde taş bloklar sıralanmış yatıyor. Arada bir tane sütun kalıntısı var.

İlla da sanat çalışmaları yapılmış süs olarak. Kiriş bir blok taş, kabartma aslan başı.

Bizans dönemine ait bazilika kalıntıları.

Antik kent ziyaretimiz bitti, tekrar yola koyulduk. Bir süre daha ana yoldayız ama fazla sürmüyor. Sağa toprak yola saptık, önümüz yokuş. İşaretlemeler de yapılmış festivali düzenleyenler.

Solda 2 metre yüksekliğinde taş duvarda sprey yeşil boya ile bisiklet resmi yapılmış. Yanında da Merbisder yazısı.

Yokuş başlayınca haliyle hızımız düşüyor. Önümde bir grup bisikletçi tırmanıyor.

Karşımıza yine antik bir kent çıkıyor. Korykos antik kenti. Önümde kırık taş yığını, sol tarafta taş bina kalıntısı. Bir göz penceresi var binanın duvarında. tam ortada anıt gibi dikdörtgen bir sütun tek başına kalmış. Etrafta zeytin ağaçları.

Kalenin sur duvarları olan bir yapı kalıntıları. Arazi kayalık ve çalı çırpıdan oluşmuş.

Korykos Antik kenti

Hitit dönemiyle başlayıp, Helenistik, Roma, Bizans ve Ermeni dönemleriyle devam eden tarihsel süreç içinde Korykos, Akdeniz’deki önemli liman kentlerinden biri olmuştur. Helenistik dönemde başlayan kentleşme ile içinde bulunduğu coğrafyanın avantajı kullanılarak güvenli bir şehir yaratılmış ve bölgede başka bir örneği bulunmayan deniz ve kara kalesinden oluşan ikili bir savunma sistemi oluşturulmuştur. Stratejik konumu nedeniyle zamanla önem kazanan limanı sayesinde Roma döneminde 500 yıl boyunca zeytin üretiminde ve zeytinyağı ve şarap ticaretinde öne çıkan bir kent konumuna gelmiştir. Bugün ise Dağlık Kilikya’nın en iyi korunmuş antik kentlerinden biridir.
Korikos şehri, İ.Ö. 4.yy’larda, şimdi limon bahçelerinin bulunduğu yerde, Yunanistan’dan gelenler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulmuş. Herodot ise,  şehri Gorgos adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar. Korikos, adını, o çağlarda bu yörede çok bulunan zagferan (safran) çiçeğinden almış ve zagferanın, Yunanca karşılığı korikosmuş. Korikos halkı daha fazla, “ticaret, yolcu ve habercilerin tanrısı Merkür”e (Yunanlılar’daki Hermes) taptıkları için “Merkür Şehri” de denmiştir. Korykos’ta Yapılı İn’de, ötekisi ise Çatıören’de iki tane Hermes tapınağı vardır. Hermes’in işareti Kerykeion (kanatlı pabuç)tur ve  çevredeki yıkıntıda bu sembol görülebilir.. Tapınakların kapısının üstünde ve yanında da Kerykeion (kanatlı babuç) bulunmaktadır.
Alana yayılmış 14 adet kilise bölgedeki mimari üsluplardan etkilenmiş olmalarının yanı sıra kendilerine özgü yerel bir karakter taşımaları; surların 10 km kuzeyinde yer alan ve yönetici sınıfın anıt mezarları niteliğindeki Adamkayalar ise dönemin günlük yaşantısına ışık tutan 11 adet rölyefi nedeniyle Korykos’u benzer nitelikli diğer antik kentlerden ayıran en önemli unsurlardır.
Taş bir binanın önünde çalılar, binanın duvarları yer yer yıkılmış. İki kemerli pencere görüntüsü arkadaki duvarda da aynı kemerli pencere görünüyor.

Kız  kalesi buradan zar zor görünmekte.

Büyük bir olasılıkla hazine arazisini çevirip bir ev ve cennet gibi bir bahçe yapmış vatandaşın biri.

Binanın bahçesinde mor begonvil çiçek açmış. Evin damı toprak yol ile aynı seviyede. Arkada dik kayalıklar görünüyor.

Yükseldikçe Kızkalesi daha iyi görünmekte. Taşlık arazi, iki ev, deniz kıyısına yakın yerlerde apartman blokları.

Yakın zamanda yol kıyısındaki çalılık yanmış. Yanık dal parçaları siyah, uçları kömürleşmiş. Yandıktan sonra taze otlar bitişmiş, yeşillik ayrı bir renk katıp diğer yerlerden ayrı bir görünüm kazandırmış. Ölüm ve yaşam ardı ardına gelmiş.

Yanık yerdeki yeşil otlar, solda az bir yol görüntüsü ve bisikletçiler bunun farkında olmadan bisiklet sürmeye çalışıyor.

Tepeye çıktık, yol düzleşti. Etraf tipik Akdeniz bitki örtüsü, maki bitki örtüsüne sahip. Ağaç neredeyse hiç yok, sert granit kayalar ağaç yetişmesine fırsat vermiyor sanki.

Adamkayalar tabelasını gördük, neredeyse vardık sayılır nasıl olsa tabelayı gördük.

Önümüzde derin bir kanyon görüntüsü varmış hissine kapılıyorum dik kayaları görünce.

Bisikletleri düzlük bir yere park ediyoruz.

Adamkayalar kabartmalarını anlatan yazı.

Adam kayalar kanyonun aşağılarında, yol yok. Patika gibi bir yerden dik kayaların arasından gitmek gerek.

Yağmur sularının biriktirildiği sarnıçlar. Bu oyuklar doğal olarak oluşmuş, insanlar da bu doğal oyukları biraz oyarak kullanabilecekleri duruma getirip su deposu olarak kullanmışlar yıllar boyu.

Bunu en iyi şekilde karşıdaki kayalıklardaki açıkta kalmış oyuklardan anlayabiliriz. Kayaların oluşumu sırasında yer yer duruma göre boşluklar kalmış. Kimisi tepede, kimisi tabanda görebiliriz. Bir de göremediğimiz boşluklar da var onları bilemeyiz nerede olduklarını.

Henüz aşağıya inmedim, uçurumun kıyısında manzara eşliğinde resim çekilenler var. Ben de onları çekiyorum.

Ben de derin kanyon manzaralı resim çekiliyorum Devrim ile. Resim çekilirken de dikkat etmek gerek yoksa aşağı düştün mü parçan kalmaz.

İnmeye başladım aşağı doğru, kayalar dik. Çıkıntılara tutunarak dikkatlice inmek gerek. Bazı yerler merdiven gibi basamak çıkıntıları yontulmuş ama her yerde yok. Ulaşılması güç bir yer ama merak insanları keçi gibi kayalarda sekerek gitmesini sağlıyor.

İndikçe irili ufaklı oyuklar, mağaralar görüyorum.

Dik kayalıkların alt bölümünde içeriye doğru girintiler oluşmuş.

Kanyonun yukarı kısmı, tabanı görünmüyor bile. Gerçi derenin etrafını ağaçlar kaplamış. Çayın ismi Karyağdı deresi olarak geçiyor. Diğer bir adlandırma da Şeytan deresi halk tarafından isimlendirmiştir.

Kanyonun aşağısı ise derin ve dik kayalıklarından oluşmuş. Burada bağırınca ses karşı kayalıklara çarpıp geri dönerek tekrar kayalara çarptıkça yankılanıyor. Kendi sesimi tekrar tekrar dinlemek harika bir olay. Bu olaya Yankı, diğer bir deyişle Yunanca EKO diyoruz. Mitolojide bunun hikayesi de var;

Baş tanrı Zeus çapkın birisi. Evli olmasına rağmen karısı Hera dan gizli kaçamaklar yapmaktan geri kalmazmış. Karısı Hera’yı oyalamak için çok geveze birisi olan nehir perisi Echo’yu gönderir. Echo da Hera’yı lafa tutarak oyalarmış saatlerce. Günlerden bir gün Zeus nehir perileri Nympalarla gönül eğlendirmeye gitmek için Echo’yu görevlendirir. Echo da Hera’nın yanına giderek konuşmaya başlamış. Echo o karar çok konuşmuş ki Hera sıkılıp ve bunda bir iş olduğunu anlamış. Çaktırmadan adamlarına Zeus’un nerede olduğunu bulmalarını söylemiş. Gelen haberler hiç te iyi değil. Hera Echo’nun kendini Zeus’un gönderdiğini anlayınca Echo’yu cezalandırır. Tekrar konuşamaması için karşısındaki ne konuşursa konuşsun aynısını tekrar etsin. Böylece Echo bu ceza ile gevezelik yapamamış. Günlerden bir gün Echo ormanda dolaşırken kendini beğenmiş Narcissus karşısına çıkıp güzel yüzünü görünce o anda aşık olmuş Narcissus’a. Ama aşkını söyleyememiş bir türlü. Hera’nın verdiği ceza yüzünden konuşamadığından öylece hayran aşık olarak Narcissus’a bakmaktaymış. Narcissus her kelimesini tekrar eden bu kıza kendini beğenmişliğinden yüz vermemiş. Aşkını söyleyememesi ve karşılık alamaması yüzünden Echo günden güne eriyip gitmiş. Zeus bunu görünce Echo’ya vefa borcu dolayısı ile acıyıp kayalara dönüştürmüş. Kim bağırırsa bağırsın kayalıklar sesleri tekrar eder olmuş. Sonrasında kendini beğenmiş Narcissus cezasız kalmaması için kendi yüzünü suda yansımasını göstermiş. Kendi yüzünü Gören Narcissus kendine aşık olunca o da kendine aşkından eriyip gitmiş. Aşk tanrıçası Afrodit buna dayanamayıp Narcissus’u Nergiz çiçeğine dönüştürerek ölümsüzleştirmiş. Böylece Mimas dağındaki nehirde bağıran bir kişi kayalıklardan yankılanan sesini dinlemeye başlamış. Nergiz çiçeği de bu yankılanan sesleri kendine aşık olan Echo dan geldiğini dinleyerek bu güne gelmiş.

Kayalık yüksek duvarlı kanyonun aşağıya bakan kısmı. Bir parça deniz görünüyor.

Yine yerde bir sarnıç oyuğu görüyorum. İçi derin ve karanlık.

Sonunda ine ine Adamkayalar denilen yere geldik. Buraya bu ismi vereni merak ediyorum. Adamkayalar nerden aklına gelmiş kim bilir. Kısaca tarihçesi şöyle;

Kızkalesi’nden Silifke’nin Hüseyinler Köyü’ne giden asfalt yolun 5. Km. sinde batıya ayrılan 2 Km. lik taşlık yolun sonunda Şeytan Deresi vadisine varılır.
Bu vadinin dik yamacında, kayaların yüzünde 9 niş içerisinde M.S II. yüzyıldan kalma 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk ve bir dağ keçisi kabartması vardır. Bazı nişlerin alınlığında Roma kartalı kabartması görülür.
Stilistik incelemeler, kabartmaların M.Ö 4. yüzyıldan Roma’ya kadar uzanan zaman dilimi içinde yapılmış olduklarını göstermektedir. Kabartma sırasının ortasında 5 basamaktan oluşan oturma kademelerine sahip niş şeklinde bir sunak bulunmaktadır. Soldaki figür, bir elindeki testiden diğer elindeki kaseye sıvı dökerken betimlenmiştir. Bu tasvir anma törenleri için yapılmış olan bu mekanda, antik dönem gelenekleri arasında bulunan sıvı sunusunun yapıldığına işaret eden önemli bir ipucudur.

Adamkayalar hakkında fazla yazılı bir eser olmadığından isimlerden başka bir bilgi yok.

Kabartmada yere döşeli bir şilteye yan yatmış birisi kolunu dirsekten bir yastığa dayamış olarak durmuş vaziyette.. Yüzü kırılarak tahrip edilmiş adamın.

Bir eli önde ayakta durmuş adam kabartması. Kabartmanın kenarları dikdörtgen sütun, üzeri üçgen çıkıntı ile tamamlanmış. Bütün kabartmalar aynı biçimde.

Başka bir kabartmada döşeğe uzanmış bir kadın ve kucağında bebeği. Yanında da bir adam ayakta dinelmiş duruyor.

Böyle bir kaç yazıdan başka bilgi yok. Belki de mezar soyguncularının yere batasıca zengin olma hırsı yüzünden önemli bilgileri yazan yazıtlar tahrip edilerek yok olmuş olabilir.

Kayalara kazılmış yazıt Yunanca.

Yazıların devamı.

Bir çok oyuk, mağara etrafta görünmekte.

Kimi yerde oyuklar yontularak kaya mezarları yapılmış.

Yukarısı görünmüyor bile, kayalar dikine kesilmiş gibi.

Bir mağara daha.

Belli bir kısım oyulmuş, belli ki bir zamanlar buraya gelenler kalmış buralarda.

Bir süre etrafı seyredip görülecek bir yer kalmayınca dönüş için tırmanmaya başladık. Dik yamaçlarda keçi boynuzu ağaçları görüyorum. Üzerinde bir kaç keçi boynuzu kalmış. Bir tanesini koparıp yiyorum, bu bana yukarıya çıkasıya kadar enerji verir.

Yukarı çıktıkça kayalık kanyon manzarası değişiyor. Keçi boynuzu ağacının budanmış gövdesi sol tarafta.

Acele etmeden çıkıyoruz, arada dinlenmek için oturup mola vermek iyi oluyor. Atalay Yumul ve Umur Gürsoy ile dinlenirken sohbet ediyorum.

Üçümüzü elçek ile çekiyorum bir poz.

Tepeye çıktım sonunda, çıkanları da resim çekerek hoş geldiniz diyerek karşılamak güzel.

Hala gelenler var.

Herkes geldikten sonra yola çıktık. Bundan sonra iniş ama toprak yoldan ve taş ocaklarının arasından oluyor. İnerken dikkatli olmamız konusunda uyarıldık. Kaya kütlesi var önümde, aşağısı uzayıp giden toprak yol ve deniz kenarında binalar. Kıyıya yakın Kızkalesi küçücük görünmekte. Deniz mavi uçsuz bucaksız, havada bulut yok. Pırıl pırıl bir gökyüzü.

Yolda gördüğüm en güzel izlerden birisi iki tekerleğin izleri. Bir tane de aynı, yüzlercesi de. Her bisikletin lastiği de değişik iz bırakmış. Kimisi dağ bisiklet lastiği, kimisi yol bisiklet lastiği, kimi düz, kimi traktör lastiği gibi.

Toprak yolda tozlaşmış toprakta bisiklet lastik izleri.

Yol toprak ve taşlı, eğim de fazla olunca fren tutmuyor. İki tarafı kayalık bir geçitten inen yol. Bisikletim KUZ ve inen iki bisikletçi biraz aşağıda.

Bazı yerlerde inmek için tecrübeli olmak gerek. Tecrübeli olmayanlar bisikletinden inmek zorunda kalıyor. Kayaların yanında açılmış yol ve çok dik. Çoğu elde iniyor yürüyerek. Kayalık geçit devam ediyor.

Kayalar öyle bir şekil almış ki neredeyse kemer olmuş doğal olarak.

İnenleri çekiyorum aşağıdan, ben böyle yerlere alışık olduğumdan kolayca ve dikkatlice indim.

Bisikletim KUZ kadro üçgeninden inen iki kişinin resmini çekiyorum. Kadronun alt borusunda URİMBABA’CAN yazısı ve önde maşa borusunun anlında KUZ yazısı var. Suluk sarı renkte üstte bir kısmı görünüyor. Diğer suluğum ise 1.5 Litrelik pet şişe. Şişe kahverengi çuvalın içinde. Çuval güneş ışınlarından koruyor, aynı zamanda ıslatırsan sıcak havalarda su bir süre serin olarak kalıyor. Bu şişe kahve için daha çok kullanıyorum ve yedek suyum.

Dik inişler bitti, daha az eğimli yolda gidiyoruz. Neredeyse kanyonun tabanına inmiş durumdayız.

Düzlüğe ve asfalt yola gelince öğle yemeğini yiyoruz hep birlikte. Yemekten sonra kıyıya gelerek Kız kalesine bakmak için kumsala geldik. Kıyı geniş kumsal, denize giriyor kimisi. Kum yatağı ve güneşlikler görüyorum deniz kıyısında.

Mahallenin adını aldığı ve Deniz Kalesi olarak da anılan Kızkalesi, Mahalle sahilindeki küçük bir adacığın üzerinde kurulmuştur. Kıyıya uzaklığı bulunduğunuz yere göre değişmekle birlikte ortalama 600 m. kadardır. Burada bulunan bir yazıttan 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğunu öğreniyoruz. 1361’de Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilmiştir. Strabon , Roma Dönemi’nde korsanların burasını barınak olarak kullandıklarından bahsetmektedir. Bu kalede Bizans ve Ermeniler tarafından karadaki kale kadar önemsenmiştir.

Hikayesi ;

Vaktiyle bir kral varmış. Çok sevdiği tek kızının geleceğini öğrenmek için bir falcıya danışmış. Kızının yılan tarafından sokularak öleceğini öğrenince , Prenses için bu kaleyi yaptırmış. Böylece onun can güvencesini sağladığını zanneden kral, bir gün kızına bir sepet üzüm göndermiş. Ne var ki sepette gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş. Nedense Kız kalesi yada kız kulesi yapılarda hepsinin aynı hikayesi olması ilginç. Hepsinde kızını koruyan kralların yaptırdığı korunaklı yerler ve hazin son olarak ta üzüm sepetinde gelen yılan tarafından sokulması. Gerçek midir yoksa başka bir hikaye bulamadıklarından duydukları benzer hikayeleri kendilerine mal etmişler mi bilinmez.

Geniş ve uzun bir kumsal, mavi deniz ve kara ile bağlantısı olmayan Kızkalesi’nin surları. Kumsalda bir kaç güneş şemsiyesi ve az sayıda insan var.

Buranın kumsalı epey geniş, yaz tatillerinde iğne atsan yere düşmez. Yaz sezonu bittiği için pek kimse yok. Gerçi turist te yok ortalarda.

Sıra geldi ünlü Cennet Cehennem ve Astım mağaralarına. Buraya gelmek için bir süre ana yolda pedal bastık. 2 Kilometre yolumuz ve 140 metre yüksekliğe çıkacağız.

Kahverengi tabelalarda Cennet – Cehennem, diğerinde Narlıkuyu Astım Mağarası, üçüncüsü daha küçük bir tabela Mancınıkkale yazısı var.

Tırmanmaya başladık, tırmanırken de yol kıyısında Yürük Kadınlarının sattığı kaynana dili meyvesinin tadına da baktık. Uzun olmayan pazarlıkların ardından 1 Lira olan fiyatı 50 Kuruşa indirip sürümden kazanmasını sağladık. Kalabalık olunca satış çok olur. Kadınlar alışmış olacak meyveleri soyarken ellerine dikenleri batmıyor. Meyveler de buzdolabında soğutulmuş mayhoş tadı ile serin bir tat bıraktı damağımızda.

Kaynana dili dikenli yaprağı ve yaprağın uçlarında dikenli incir meyveleri 5 tane, pembeleşmiş. İplere bağlanmış keçi boynuzları da aşağılara kadar sarkıtılmış. Kaynana dili yaprağı arkasında ise bisikletiyle yeni gelen Devrim ve Doktor Umur bizleri görünce duruyorlar.

Devrim bizi çekiyor, Yörük kadını ile elinde dikenli incir tepside poz veriyoruz. Önde bisikletler. Yörük kadını tezgahını koyu yeşil yapraklı keçiboynuzu ağacı altına kurmuş. Tezgahta bal, keçiboynuzu reçeli, zeytinyağı, zeytin tanesi ve dikenli incir satıyor.

Meyve yerken zaman geçmiş farkında olmadan. Cennet Cehennem mağaralarını dolaşmaya fırsatım olamayacağından girmekten vaz geçtim. Bir dahaki sefere bıraktım. Benim niyetim Astım mağarasını görmek. Onun yerine dışarıda bulunan Antik ve Roma kalıntılarının resimlerini çekmeye başladım.

Zeus tapınağının sadece bir duvarı ayakta kalmış öylece duruyor.

Duvarın olduğu yer Zeus tapınağı, sonradan kiliseye dönüştürülmüş.

Yakınında ise daha eski döneme ait Kral yada ünlü komutanlara ait olduğu anlaşılan saraydaki Poligonal ( Beşgen ) taş duvarı gördüm. Taşlar özel yontularak beşgen bicimde kıyıları düz biçimde örülmüş. Böyle duvarlar zenginliğin sanata yansıması olarak karşımıza çıkar.

Binanın diğer duvarı az yandan görünüşü.

 

Poligonal yani beşgen kenarlı taşların dizilişi yakından çekilmiş resmi. Kimisi altıgen. Her taşın boyutu farklı ve kenar ölçüleri de birbirini tutmuyor. Büyük bir olasılıkla duvarı ören usta her duvar taşını koyduktan sonra duruma göre yeni taşı ona göre yontup örmeye devam ediyor. Nakış işler gibi. Bu duvarda taşların üzeri siyah renk kaplanmış. Taşların orijinal rendi krem.

Duvarda bulunan taş bloklar sağ tarafta, ortadaki taş 15 cm kadar içeride üst ve alt taşa göre. Duvarın ucu olduğu için resimde geri kalan arazi görünümü. Ağaçlar, çalılar ve sararmış otlarla kaplı.

Harabenin ortasında 100 yıldan fazla olduğunu sandığım çitlembik ağacı gövdesi. Harabenin giriş kapısı 4 sıra blok taş kalın ve geniş tak parçalardan üst üste. Dikdörtgen kesitli blok taşların dış kısmında yana doğru çıkıntı bırakılarak pervaz olarak yontulmuş. Bu bloklardan sonra poligonal taş duvar başlamış. Duvar 5 metre sonra bitiyor, gerisi yok ve asfalt yol yapılmış.

Zeus tapınağı ve tapınağın kiliseye dönüştürme hakkında pek bilgi yok. Paperon antik kenti kalıntıları olarak Zeus tapınağı görülmektedir. Arkeolojik çalışma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kısa bir bilgi koca bir tabela için fazlaca yer tutmadığını resimde görebilirsiniz.

Tabelada yazanlar : Türkiye logosu kırmızı laleli.

“Zeus tapınağı ve kilise

Genç Helenistik çağdan kalma, dor nizamındaki bu Zeus tapınağı 5. Yy’da kiliseye çevrilmiştir. Kuzey duvarının dar yüzüne Helenistik ve Roma Dönemlerinde hizmet etmiş 130 Din adamının isimleri yazılıdır.”

Cennet mağarası nedense pek ilgimi çekmemişti, beni çeken 300 metre yakındaki Astım mağarası. Astım mağarasının olduğu yere kısa sürede vardık.

Astım Mağarası

Narlıkuyu Kasabası, Hasanaliler Mahallesinde Cennet-Cehennem Çöküklerinin kuzey-batısındadır. İçine helezonik bir merdivenle inilen mağaranın oluşumu 3. jeolojik döneme kadar uzanır. Birbirine bağlantılı, 20 metre derinliği, toplam uzunluğu 200 metreyi bulan galeriler silis minerallerinin birikmesiyle oluşmuş çok ilginç şekilli dev sarkıt ve dikitlerle süslüdür. Mağara nem oranı yazın % 85, kışın % 95′ e kadar ulaşmaktadır.

Dik inen merdiven ve kenardaki kayalık resmi.

Mağaranın girişi dar bir kuyu ağzı gibi, döner merdivenlerden 20 metre civarı iniş yapılıyor. İnmeye başladıktan sonra havadaki nemden ötürü nefes alışım rahatlıyor. Astım olmasam da havası iyi geldi.

Merdivenlerin sonu, altta ışık genişleyen kısmı aydınlatıyor.

Tabana ulaştıktan sonra yatay olarak iniş ve çıkışlarla mağara devam ediyor.

Mağara tavanı kimi yerde yüksek kimi yerde iyice alçak durumda.

Binlerce yıldan beri yağmur suları mağaranın tavanından süzülürken damlalar sarkıtları oluşturmuş. Damladığı yer de ise dikitler. Zamanla sarkıtlar ve dikitler birleşerek sütun oluşturmuş durumda.

Sarkıtlar tavandan aşağı doğru sarkmış.

Mağara uzayıp gidiyor lambaların loş ışığı altında.

Sarkıtlar, her biri değişik.

Sarkıtlar.

Daha kalın sarkıtlar, neredeyse yere değecekler.

Bazı yerlerde sarkıt uçları kırılıp alınmış nedense. Bunu anlamak zor benim için. Güzellikten, estetikten, sanat yoksunu dar kafalı beyinler bir parça kırılıp alınsa bir şey olmaz deyip kırıp dökmüşler binlerce yılda oluşmuş doğal sanat eserini.

Sarkıtlar değişik boyutta.

Nereye baksam ayrı bir eser karşımda. Onun için bol bol resim çekiyorum. Telefonumun hafızası hepsini almaya yeter de artar bile.

Kimi yerler dar bir geçit olarak kalmış doğal yapı olarak. Geçidin ucunda Devrim eğilerek bana poz veriyor.

Hayranlıkla izliyorum her sarkıtı. Kimi yerler yosun tutup yeşillenmiş. O da içerisini aydınlatan lambaların ışığından oluşan bir durum. Işık olunca yosunlar damlayan suyun içinde kendine yaşam formu oluşturarak yer bulmuş.

Sarkıtların altında oluşan dikitlerin şekli değişmeye başladı birden bire. Sanki kafatası görünümünde, hayaleti andırır biçimde.

Bir bakıma insan gövdesi gibi öylece taşlaşmış.

Hani Cennet Cehennem çukurları vardı az önce bahsettiğim. Bu çukurları oluşturan yer altı nehri sanki Astım mağarası ile bir bağlantısı var gibi. Cennet Cehennem çukurları zamanla tavanı çöküp oluşmuş. Astım mağarası ise daha küçük boyutta olduğundan tavan sağlam durumda. Neyse bunların bağlantılarını mitolojik boyutlara taşıyacağım.

Yunan mitlerinden bildiğimiz kadarı ile Cennet Cehennem ve Astım mağaralarının içinden geçen Styx nehri bu dünya ile ölüler dünyasını ayıran bir nehir. Hadesin ülkesinin başladığı yer olarak ta bilinir. Hermes ölen kişiyi buraya getirerek nehrin kayıkçısı Charoon yada Kharoon’a teslim eder. İnsanlar öldükten sonra ağızlarına bir metelik bırakırlar. Kharon’a ölmüş kişi bu parayı verip kayıkla karşıya geçermiş. İyi olan kişiler Cennete giriş yaparlar. Eğer kötü kişiler yada ölmemiş kişiler girmeye kalkarlarsa 3 başlı köpek Cerberus engel olur içeri salmazmış. Yer altı ülkesi, ölülerin tanrısı Hades buralara hükmeder. Ölüler ülkesi üç kısımdan oluşur. Birinci kısım Cennet yani Elysium. İyi insanları Styx nehrinin kayıkçısı Kharon kayıkla Cennete getirip bırakırmış. Cennet obruğu Az ilerde 300 metre ötede. İkinci kısım İçinde bulunduğumuz Astım mağarası Asphodel. Buraya da ne iyi nede kötü insanları Kharon getirir bırakırmış. Üçüncü kısım ise Cehennem Tartarus. Cehennem obruğu şimdiki, haliyle girilip çıkılamayan yer. Kayıkçı Kharon kötü, katil insanlar ve tanrıları buraya getirip atarak sonsuza dek hapsedermiş.

Birbirleri ile bağlantılı yer altı mağaraları Styx nehri sağlıyor. Cennet ve Cehennem mağaralarını görmedim, sadece uzaktan resimlerini çektim. Astım mağarası daha cazibeli olduğunu söylemişlerdi. İyi ki buraya gelip gördüm.

Asphodel denilen yere getirilen ne iyi ne kötü insanların ruhları sanki taşlaşmış zamanla damlayan damlaların altında. Hapsolmuş ruhlar çığlık atıyormuş gibi korkunç görünümündeler. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bir çok yerde aynı oluşumlar meydana gelmiş. Buradakiler de gri renkte kayıp ruhları temsil ediyor sanki.

Kimi sarkıtlar yaprak gibi oluşmuş aşağıya kadar.

Mağara duvarlarında oluşmuş sarkıtlar.

Her tarafta farklı renkte ve şekilde sarkıtlar oluşmuş.

Mağaralar zincirinde birbirine dar geçitler ile bağlanmış. Yer altında 20 metre dikine aşağı indikten sonra hafif engebeli 200 metre uzunluğunda bir yerde o kadar sarkıt ve dikit oluşmuş ki insan hayret etmeden kendini alamıyor.

Binlerce yılda her damlada bir miktar erimiş kireç mineralleri oluşturmuş. 20 metre kalınlıkta bu kadar kireçtaşı mineralleri ne kadar daha sarkıt oluşturacak acaba? Düşünmeden edemedim. Yağan yağmur suları sızarak bulunduğumuz mağaraya gelirken tavanın üst katmanlarında erittiği kireç mineralleri yukarılarda boşluklar oluşturduğu kesin. Belki ileriki zamanlarda eriyen kireç boşlukları o hale gelecek ki Cennet Cehennem obrukları gibi çökebilir. Kim bilir?

Bazı yerde yeni oluşmuş sarkıtlar incecik.

Bunlar da değişik renkte ve ince sarkıtlar.

Sarkıt ve dikit birleşmiş, kalın bir sütun oluşmuş.

Sanki salonlardan oluşmuş kırk odalı bir evde gibi odalar birbirine geçitlerle bağlanmış.

Bu geniş odalarda kayıp ruhlar taşlaşmış damlaların altında öylece ne kadar ceza aldığını bilmeden. Bu ruhlar dünyada hiç bir şey yapmamış ne iyi ne de kötü. Basit yaşamış insanlar buraya hapsedilmiş tekrar dünyaya geleceği günü beklemek zorunda. Kimseye iyilik yapmamış, zalimlere karşı gelmeden boyun eğmiş. Güçlülerin zorbalıklarına karşı sessiz kalmış kayıp ruhlar. Belki bir daha dünyaya gelirse cesaretle zorbalığa isyan edip dünyayı yaşanabilir kılar. Kayıp ruhlar için ikinci bir şans gerek.

Kireç taşları ruhları öyle yakalamış ki taşlaşmış halden çıkması olanaksız gibi.

Köşeye sıkıştırılmış ruhlar.

Duvarda sarkıtlar.

Yeşil renkli ve beyaz kristal sarkıtlar.

Kayıp ruhları kurtarmaya çalışan biri. Güzel şarkılar söyleyerek belki ikinci bir şans olabilir kayıp ruhlar için. Devrim bize kollarını iki yana açarak bir şarkı seslendiriyor güzel sesiyle.

O da ne mağara adamı çıkageldi eski çağlardan. Yoksa Herakles bizi Hades ülkesinden almaya mı geldi. Yarı tanrı Herakles bizi kurtarmak için mağaranın tavanını omuzları ile kaldırarak geçit açıyor. Hades buna kızsa da bir şey diyemiyor. Herakles’in öfkesinden çekinmek gerek.  Hades biliyor ki bir süreliğine Atlas’tan Dünyayı omuzlarında taşıdığına şahit olmuştur. Herakles bize geçit açınca İlk önce Mersin bisiklet derneğinin başkanı Zerrin Aslantaş’ı kurtarıyor. Zerrin Aslantaş çıktıktan sonra teker teker geçitten geçiyoruz.

Ben yarı çıplak uzun saçlarımla mağaranın üst tavan taşını kollarımı iki yana açarak omuzlamış durumdayım. Zerrin de kollarını öne doğru hafifçe uzatmış çömelmiş haliyle.

Nihayetinde hepimiz sağ salim kurtuluyoruz. Halk kahramanı Herakles’e minnet borcumuzu el sallayıp teşekkür ederek karşılık verdik. Artık yer yüzüne çıkabiliriz.

Arkamızda ince sarkıtlar fon oluşturmuş. Merdivende 9 kişi aşağıdan yukarı sıralanıp kolları yana açarak sevincimizi belirtiyoruz. Merdivenin metal korkuluğu da görüntüde.

Kayıp ruhlar ülkesi Asphodel den kurtuluyoruz ve merdivenlerden yukarı çıkıyoruz.

Astım mağarası gerçekten çok güzeldi ve iyi ki buraya gelip doyasıya binlerce yılda oluşup meydana gelmiş bu güzellikleri gördüm. İçeride sanki çok uzun zaman geçirmiş gibiyim. Zaman durdu sanki içeride. Belki de Hades bizi binlerce yıl hapsetti yer altı dünyasında kayıp ruhlar olarak. Herakles gelip bize ikinci bir şans verdi ve dünyaya geri döndük. Masmavi gökyüzü ve pırıl pırıl Güneş ikinci şaşımızda bizi ilk önce karşılıyor. İkinci şansımızda iyi şeyler yapmalı, dünyayı zalimlerden kurtarıp yaşanabilir kılmalı.

Solda ağaç dalları ve karşıda uçsuz bucaksız Akdeniz. Kızkalesi kıyıya yakın demirlemiş bir gemi gibi. Ağaçlar ve binalar alt kısımda.

Mor çiçek açmış bir bitkinin ardında manzara resmi. Elektrik direği ve sarkan telleri, zeytin ağaçları ve denize yakın yerlerde binalar. Bahçenin sonunda demir parmaklık, aşağısı yol ve diğer zeytinliğin kıyısında parmaklık var.

Dışarıda köylüler yeşil zeytin toplamış çekiç zeytin kuruyorlardı. Bizlerden de iki kişi oturup kırmaya çalışıyor tahta tokmakla. Çiçekli pazen mintanı, donu ve baş örtüsü ile yaşlı nene elinde tokmakla tahtanın üzerinde yeşil zeytinleri kırmakta.

Bizler de çekiç ile zeytinleri kırarak bir nebze olsun ilk iyiliğimizi yapıyoruz. Yaptığımız iyilik karşılıksız olmalı ikinci yaşamımızda.

Zeytini kırdığımız çekiç odundan yapılmış. Yargıçların çekicine benziyor.

Elimde çekiç çömelmişim, dikdörtgen bir suntanın üzerinde yeşil zeytinler. Beyaz plastik kasa, içinde yeşil zeytin, dibinde az kalmış.

Yaşlı kadın ve oğlu tezgahlarını kurmuş önlerinde yere serdikleri naylon örtü üzerinde zeytin kasaları, yeşil zeytinler. Kırdıkları zeytinleri 5 Litrelik plastik su şişesine dolduruyor. Arkada sıralanmış su şişeleri zeytin dolu.

Çekiç zeytin kuran köylülere bir süre yardım ettikten sonra Cennet Cehennem mağarasının olduğu yere geldik.

Cennet Mağarası

Bir yeraltı deresinin yolaçtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m. ve 110 m. olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m. uzunluğunda ve en derin noktası 135 m. olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.

Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V. yüzyılda Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana’ya ithafen yaptırılmış olduğu yazılmaktadır. Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.

Cehennem Mağarası

Cennet mağarasının az yukarısında Yaklaşık 110 m derinliğine sahip olan cehennem çukuru, Cennet Obruğu’nun oluşumuna yol açan bir karstik yeraltı akarsuyunun, yine açmış olduğu bir yeraltı mağara sistemi tavanını aşındırıp, çökmesi süreci sonucunda oluşmuştur. Obruğun tabanından, batıdaki Cennet Obruğu’nun altına yönelen bir yeraltı akarsuyu geçmektedir. Cehennem çukuru kenarları iç bükey olduğu için ve Cennet çöküğüne göre daha dar ve dik olmasından dolayı tabanına inmek mümkün değildir, özel dağcı ipi veya esnek merdivenle inilip çıkılabilir.

Mitolojide baş tanrı Zeus yüz başlı Typhon ile savaşırken Zeus yenilir. Typhon Zeus’u kolları ile hareketsiz bırakıp sinirlerini keserek alır. Kestiği bu sinirlerini bir ayı postuna  koyduktan sonra Cehennem çukuruna kardeşi Delphyne’ye veriyor.  Sinirleri olmayan Zeus hareketsiz kalınca diğer tanrılar endişeye kapılmış. Durum kötü olunca Hermes ve Pan Korykeion daki Cehennem mağarasına gelerek  Zeusu’u kurtarmaya çalışır. Pan flüt çalarak Delphyne’yi oyalarken Hermes göz açıp kapanasıya kadar hızlıca ayı postundaki sinirleri çalarak Zeus’a dikiyor. Böylece Zeus hareket etmeye başlar normal olarak. Daha sonra Typhon’u yenerek Etna yanardağına gömer.

Cennet çukurunun resmi, 50 metre boyunda dik kayalıklar derin bir çukurun duvarı. Dibi ve bulunduğum taraf çalı çırpı yeşillik.

Cennet obruğuna iniş merdivenleri. Burayı henüz görmedim, ileriye bırakıyorum buranın gezmesini. Öyle değil midir?

“En güzel yer henüz görmediğimiz yerdir!” Ben de en güzeli sonraya bırakıyorum.

Diğer arkadaşların olduğu yere geldik. Çoğunluğu Cennet mağarasını gezdi.

Daha önce gördüğüm Zeus tapınağının duvarı. Duvarın dibine kadar asfalt dökülerek yol yapılmış. Kaldırım yok, ileride bisikletliler toplanmış bizleri bekliyor hareket için.

Hareket verildi, iniş çabuk oldu. Güneş batıya devrilmiş, gölgeler uzamaya başlamış bile.

Kendi gölgemi bisikletimle beraber hareket halinde çekiyorum.

Narlıkuyu ya inince burada mola vereceğimizi söylediler 45 dakika civarı. Aldığımız duyumlara göre 2 koy ötede güzel bir deniz bizi bekliyormuş. Bir kaç kişi deniz sevdalısı olarak mola yerinde durmayıp gidiyoruz denize girmek için.

Küçük bir koy, önümde restoranların çatısı. Deniz ve karşı kıyı yakın, kıyıda prefabrik restoranlar parsellemiş. İki katlı bir kaç ev ve ağaçlar küçük tepeyi kaplamış.

İşte Cennet koylardan birisi, soyunma kabinleri de var. Hemen mayoları, şortları giyip Akdeniz’in pek serin olmayan sularında günün yorgunluğunu atıyorum kulaçları atarak. İkinci şansımızda suda arınmalı yeni hayatımızda değil mi? Aklanıp paklanıyorum.

Burası daha küçük bir koy ve daha çok kayalık bir burun görüntüsü. Ağaçlar çalı boyutunda, makilik.

Dönüş yolunda Kız kalesi yakınında Kara kalesinin surlarını görüyorum. Burası aynı zamanda denize girilen geniş bir kumsal.

Denizde aklanıp paklandıktan sonra kamp alanına dönüyoruz hep birlikte. Akşam yemeğini sohbet, muhabbet ile birlikte yapıyoruz. Dostum Feyyaz da bizi görmeye geleceğinden yerimizi bildiriyorum. Yanında da bir kaç kitap getirecek. Dostlarıma hediye vereceğim. Feyyaz geliyor kitapları ile birlikte. Kamp alanına gelirken Devrim ile karşılaşınca Devrim Feyyazı tanıyor, Feyyaz da Devrim’i. Karşılaştıklarında Devrim “Siz Feyyaz olmalısınız” deyince Feyyaz da “Tek yol Devrim” diyerek karşılık veriyor. Dostlar buluşunca çadırların olduğu yerde piknik odun masasında oturup sohbete başladık. Her zaman olduğu gibi kahve pişirmeye başladım. Feyyaz da kitaplarını imzalayıp veriyor. Bir tanesi de Devrim için. Devrim de  Ürgüp ten aldığı şarabı bu akşam bize açıyor. Şarap ta nefis, kahve fincanlarında içiyoruz. Devrim Feyyaz için bir türkü okuyor Karadeniz yöresinden güzel sesi ile.

Samistal Yaylasinun
Samistal Yaylasinun

Neden Erimez Karı
Neden Erimez Karı

Ben,Sevdum Alamadum
Sevdumda Alamadum
Böyledur Dünya Halı
Böyledur Dünya Halı

Ben,Sevdum Alamadum
Sevdumda Alamadum
Böyledur Dünya Halı
Böyledur Dünya Halı

Yüksek Dağların Karı
Yüksek Dağların Karı
Erimeden Akarmi?
Erimeden Akarmi?

Ben Yürekten Yanmışum
Yüreğimden Yanmışum
Ateş Beni Yakarmı?
Ben Yürekten Yanmışım
Yüreğimden Yanmışım
Ateş Beni Yakarmı?

Çamlihemşin Deresi
Pazar Hemşin Deresi
Yine Öyle Akarmi?
Yine Öyle Akarmi?

Akşamdan Doğan Aya
Akşamdan Doğan Aya
Nazlı Yarum Bakar mi?

Akşamdan Doğan Aya
Akşamdan Doğan Aya
Nazlı Yarum Bakar mi?

Yaşar Kurt

Devrim’e bu güzel türküyü seslendirdiği için teşekkür ediyoruz. Feyyaz bizimle vedalaşıp Mersin’e dönüyor. Biz de bisikletin manifestosunu yazan Aydan Çelik söyleşisine katılmak için yemek yediğimiz yere gelip dinlemeye başladık. Söyleşi sonunda yazdığı kitabı Bir Tur Versene imzalamaya başladı. Ben Manavgat ta alıp imzalatmıştım. Söyleşiden sonra Mersin üniversitesinden öğrencilerin yayınladığı radyo için söyleşi yaptık birer turcu olarak. Söyleşiyi radyodan dinleme şansım olmadı.

Söyleşi yapan Aydan Çelik ve ismini hatırlayamadığım birisi katlanır masa ardına oturmuş bizlere anlatıyor bir şeyler.

Bu gün çok hareketli, çok yer, ve uzun bir günü yaşadık. Artık dinlenme zamanı diyerek çadırıma geçip mutlu bir insan olarak yaşadıklarımı, ikinci hayatımı düşünerek tatlı bir uykuya daldım.

Bu gün yaptığım yol 44 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc