29 Haziran 2013 Cumartesi
Beçin Kalesi – Milas – Bafa – Kapıkırı
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Üç Dengesiz Bisikletçinin Maceraları
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…
… Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.
Nazım Hikmet Ran
Öne çıkmış olan görsel, Kapıkırı köyündeki Heraklia antik kentinin duvarı dibinde Bafa gölü ve Beşparmak dağının kayalıklı eteklerinin manzarasını izliyorum.

Bütün gece köpeklerin havlamalarını duyarak yarı uyanık sabahı ettim. Yavru köpekler en ufak bir harekette oturduğu yerden havlamaya bir başlıyor, diğer köpekler de ona eşlik ediyorlar. Öyle gidip te dalaşmıyorlar gelen tehlikeye, oturdukları yerden havlıyorlar sürekli. Ta ki Güneş doğasıya kadar. Gün ağarıp Güneş doğduktan sonra sesleri kesildi de biraz uyuyabildim. Yeşil çadır dibinde uyuyan üç köpek. Sabaha kadar havlamaktan yorulmuş, şimdi uyuyorlar. Güneş doğduktan sonra kalkıp dışarıya çıktım. Gördüğüm manzara bu, anaç köpek ve yavruları etrafta uyuyorlar. Bir derece de bizleri korumuş oldular. Karşıda ocak var, ateşi burada yakıyor piknikçiler.

İrfan uzandığı yerden çadır kenarında oturmuş siyah tüylü köpeği çekiyor ayaklarının ucunda.

Yanımızda yiyecek olarak sadece birkaç parça ekmek vardı, ekmekleri de köpeklere verdik. Buraya gelip böyle köpek sürüsü ile karşılaşacağımızı bilseydik dün akşam yediğimiz yemeğin artıklarını getirip köpeklere verirdik, neyse ki yanımızda biraz ekmek vardı.

Bir çekirge gidon çantasına gelip konmuş bizleri izliyor ne yapıyoruz diye. Ben de yakından resmini çekiyorum ama çekirge net çıkmamış. Arkada çınar ağacının kalın gövdesi ve dayalı bisikletler.

Kaleyi ve içindekileri şöyle bir dolaşayım dedim, ne var ne yok diye. Bir bina onarılarak duvarları yenilenmiş. Alt köşede üst üste üç tane kitabe yerleştirilmiş.

Beçin kalesi
Milas’ın 5 km güneyinde yer alan Beçin Beldesinin girişinde, Milas-Ören yolundan sağa sapan bir yolla kalıntılara ulaşmak mümkündür. Platonun kuzey ucundaki dik kayalıkta yer alan kale ise hemen göze çarpar.
Tarih içinde Pezona ( Ortaçağ İtalyan Kaynaklarında) Barçın, Berçin, Peçin ve Beçin ( Türk-İslam Kaynaklarında) gibi değişik isimlerle anılan Beçin’deki en eski kalıntılar, Arkaik döneme kadar uzanır. Bugünkü Beçin platosunun kuzey ucundaki kaya kütlesi üzerinde yer alan Ortaçağ kalesinin altında, Arkaik ve Klasik dönemlere ait mimari kalıntılar vardır. Bugünkü Beçin Beldesinin olduğu yerde rastlanan ve Geometrik dönemden Roma dönemine kadar uzanan değişik tipteki mezarlar da, Antik döneme tanıklık ederler. Birinci parlak dönemini, Arkaik dönemde yaşadığını anladığımız Beçin, uzun bir ardan sonra bir Türk Beyliği olan Menteşe oğulları ile ikinci bir parlak dönem daha yaşamıştır.
XIII. yüzyılın ikinci yarısında bölgeyi egemenliği altına alan Menteşe oğulları Türkleri, başlangıçta Milas ı merkez olarak seçmiş ancak savunmasının kolay olması, havadar ve bol suları gibi nedenlerle yönetim merkezini Beçin e taşımışlardır. Tacettin Ahmet Gazinin yönetimi boyunca, beyliğin başkentliğini yapa Beçin, 1331 de Osmanlı topraklarına katılınca merkez Balata (Milet) taşınmıştır.
Şapel (küçük kilise ) gibi çok az sayıda Bizans kalıntısının görülebildiği Beçin de İç kale, Ahmet Gazi Medresesi ve türbesi, Orhan Bey Camii, Büyük Hamam Bey Konağı, Bey Hamamı, Kızıl-Han, Kara paşa Medresesi, Yelli Camii, Yelli Hamam, Yelli Medrese, ve ilginç mezar taşlarıyla mezarlıklar görülebilecek Türk dönemi kalıntılarıdır.
Menteşe Beylik konağı giriş kapısı çıkıntılı kenarlarıyla devasa boyutta yapılmış. Konağın yüksek duvarlı giriş kapısı onarılmış.

Kanaldan akan su buradan çıkıyor, içilebilir temiz su. Sağdaki orijinal çeşme, çok eski, suyu akmıyor. Soldaki yeni yapılmış, su iki delikten gürül gürül akıyor.

Henüz onarılmamış yapı duvarları, pencereleri kemerli.

Kaleyi gezip resim çekerken Likya yolunun buradan geçtiğini taştaki işaretten anlıyorum. Yerdeki bir taşa kırmızı ve beyaz kısa şerit olarak boyanmış.

Kalenin arka tarafında yüksek kayalıklı bir tepe var. Dik kayalıklarda oyuklar, küçük mağaralar oluşmuş.

Kaleyi şöyle bir gezip resimler çektikten sonra kaleden aşağı Beçin’e iniyoruz. Bakkaldan kahvaltılık ve yumurta alıp kahvenin bir bahçesinde masada kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Milas’ın merkezine girmeden çevre yolundan gidiyoruz. Daha önce gelirken mola verdiğimiz dut ağaçları olan restorana gelince İrfan ile Yıldıza seslenip burada bir kahve molası verelim diyerek restoranın bahçesine çıkıyoruz. Restoran yoldan biraz yüksek merdivenler var. Restoranda yine kimseler yok, masada kahvemizi pişirip içiyoruz keyifle. Dut bitmiş 11 gün olmuş geçeli. Su yine havuza devamlı akıyor, sularımızı tazeleyip yola devam ediyoruz.
Yolda tarihi kalıntılar görünce resim çekiyorum haliyle. Sanırım su kemerlerinin kalıntıları. İki tane ayrı yerde yüksek kemer görünüyor.

Milas ovasında Sarıçay çayı ovayı sulayıp Bodrum tarafında denize ulaşıyor. Eskiden kullanılan karayolunda atıl durumda kalmış taş köprü ortası yok olsa da kenarları ayakta duruyor. Taş köprü bir yere kadar uzamış, yanda söğüt ağaçları yeşillendirmiş çay kıyılarını.

Köprünün olduğu yerde durup resim çekince İrfan ile Yıldız bisikletleriyle yolda gelirken bir poz yakalıyorum.

Köprünün olduğu yerde durup resim çekince İrfan ile Yıldız bisikletleriyle yolda gelirken bir poz yakalıyorum.

Bafa’ya gelmemiz çabuk oldu çünkü yolumuz bugünlük kısa, programımızda Heraklia antik kentinde küçük bir gezinti yapmak için konuşmuştuk. Zaten ana yoldan geldiğimizden yol kısa oldu. Bafa yazan tabelayı çekiyorum, yanında yol yapım çalışmasını gösterir uyarı levhası var.

Bafa köyünden Kapıkırı’na doğru sapınca her zamanki kahvede oturup çay molasını veriyoruz. Çaylar odun ateşinde pişiyor, tüp daha pahalı olduğu için kahveci yakıtını oduna karşılıyor. Odun toplamak bedava. Hem odun ateşinde pişen çay daha lezzetli olur. Çay ocağında çaycı çayları doldururken çekiyorum bir poz. Çay ocağı tam ocak şeklinde yapılmış. Duvar içine yarım metre girilmiş, üstünde bacası var. Sacayağı üzerine konulmuş yedeklik altında odunlar yanıyor. Odun ateşinde ısınan su ve çaydanlıkta demlenen çayın tadını başka bir yerde bulmanız zor. Ocağın yanında küçük bir akvaryuma kesme şeker doldurulmuş. Kavanozlarda diğer sıcak içecekler konulmuş. Neskafe, oralet, tarçın, sahlep gibi.

Daha önce Gölyaka dan geçerken peşimize takılan sevimli köpek yine peşimize takılıp Kapıkırı’na kadar bizimle beraber koşturarak geliyor. İrfan ve Yıldızın ardından koşturuyor dili bir karış dışarıda.

Daha önce kaldığımız Heraklia restorana gidip sahibi Hüseyin Tiryaki ile konuşup anlaşıyoruz. Karnımız da acıkınca kızartma ısmarlayıp yiyoruz bir güzel. Yerde yatan yavru köpek ne de sevimli.

Yıldız dayanamayıp yavru bir köpeği severek uyandırıyor. Yavru köpek şaşkın, Yıldız elleriyle havaya kaldırmış sevimliliğine bakıyor yakından. Yavru köpek çok sevimli. Tüylerinin rengi tarçın rengi.

Bisikletleri Heraklia restoranın bahçesine park ediyoruz. Önceden kararlaştırdığımız gibi İrfanın rehberliğinde Heraklia antik kentini şöyle bir dolaşıyoruz. İlk önce kral yolunda ilerliyoruz ne de olsa yolların kralıyız değil mi? 14 Gün oldu bisikletle dolaşıyoruz. İrfan Yıldız ile beni kral yolunda çekiyor. Arkamızda Latmos (Beşparmak dağı).

Kayalıklar üzerine kurulmuş Athena tapınağının duvarları görünüyor.

Her köyde olduğu gibi bu köyde de eşek taşımacılığı yapıyor. Şu an eşek zeytin ağacının gölgesinde dinleniyor. Resmini çekerken eşek bana bakıyor ne yapıyorum diye.

Kapıkırı Heraklia antik kentin üzerine kurulmuş bir köy, bunun çarpık örneklerini antik kalıntıların üzerine yapılmış evin resminde açıkça görülüyor. Atta düzgün kesilmiş taş bloklar düzgün olarak örülmüş iki sıra. Üzerine yine taş ama öyle yontma, kesme gibi işlemden geçmeden doğadaki şekliyle duvar örülmüş. Arada antik kentin kalıntılarından bir kaç tane daha, o da köşelere serpiştirilmiş. Biz daha taş devrinden kurtulamamışız, yontma taş devrine daha çok var.

Zeytin ağaçları içinde kaybolmuş köy evi. Sahibi biraz sanatkar olmalı ki yamaçtaki eve taş duvar örerek teraslar yapmış. Eve ulaşan yürüme yolu da taş döşeli ve seviyesi düzgün. Sağda da saman balyaları duruyor üst üste.

Zeytin ve hayıt ağaçları içinde kalmış kale duvarları. Blok taşlar uzun ve düzgün kesilmiş.

Karal yolunda gidiyoruz, önümüze merdivenli yol çıkıyor. Kayaları yontup düzgün merdiven haline getirmişler eski zamanlarda.

Kral yolu bazı yerlerde neredeyse yok olmuş, kayaların üzerinde, yarıklar içinde yürüyoruz. Önde İrfan ve Yıldız yürüyor.

Antik kentin sınırına geldik. Burada kale duvarları kalıntıları var. Üst taraf yumru şeklinde dağın kayalıkları.

Bazı yerde kale surları doğal kayalardan oluşmuş. Kaya yüksekte, çıkmak için dar merdiven oyulmuş.

Biraz yükseğe çıkınca manzara da güzelleşiyor. Bafa gölünün sol tarafı, geldiğimiz yol ve dağlar. Göle girinti yapmış küçük yarımadalar manzarayı güzelleştiriyor.

Heraklia antik kenti
Antik Latmos körfezinde yer alan Heraklia’nın ilk adı Latmos idi ve adını deniz seviyesinden 1300 metre yüksekliğe ulasan Latmos Dağı’ndan alıyordu. Efes- Milet ticaret yolu üzerinde olmayan ve Latmos körfezinde yer alan Heraklia, hiçbir zaman çok önemli bir şehir olmadı. Deniz ticaretini çok yakınında olan ünlü Milet şehrine kaptırdı. Iyonya’da olmasına rağmen Heraklia, her zaman bir Karya şehrinin özelliklerini taşıdı ve tarihsel açıdan Karya şehirlerinin kaderini paylaştı. Kral Mausolos şehri kurnazlıkla aldı ve şehrin ismini değiştirdi. Ayni isimle anılan birçok Heraklia şehrinden ayrılması için Latmos Dağı altındaki Heraklia anlamına gelen “Heraklia ad Latmos” adını aldı. M.Ö. 287 yılında general Lizimahos tarafından fethedilen Heraklia’nın etrafına günümüzde bile bütün ihtişamı ile ayakta duran şehir duvarları inşa edildi. Göl seviyesinden yaklaşık 500 metre yüksekliğe kadar çıkan bu duvarlar 65 tane kule ile güçlendirilmiş olup yaklaşık 4 mil uzunluğundadırlar.
Heraklia komşusu Milet ve Priene şehirleri gibi Hippodamik stilde, yani birbirini dik kesen caddelerin meydana getirdiği satranç tahtası desenli bir plan üzerine kurulmuştur.
M.Ö 1. YY sonunda Menderes nehrinin taşıdığı aluviyonlarla denizle olan bağlantısını ve bunun sonucunda deniz ticaretini tamamen kaybeden Heraklia’nın yıldızı yavaş yavaş sönmeye sönmeye başladı.
Şehirdeki zikredilmesi gereken ikinci önemli yapı ise, deniz kenarında bir burun üzerinde yer alan, Helenistik döneme tarihleşen Athena tapınağı idi.
Oldukça sönük geçen Roma dönemi arkasından Herakliya’nın yıldızı Bizans döneminde yeniden parladı. M.S. 7. YY Arabistan yarımadasından gelen da bir çok kesiş, din adamı Latmos dağlarında yaşamaya başladılar. Bazılarının büyük bir üne kavuştuğu bu din adamları bölgeye birçok insanın gelmesine neden oldular. Anadolu’nun en büyük manastır merkezlerinden biri olan Latmos körfezinde bu dönem 400 yıl sürdü. Türklerin Anadolu’ya gelmesi ile duraklayan manastır hayatı, Haçlı savaşlarında tekrar alevlendi.
Efsaneye göre, bu bölgeye gelen keşişler mağaraların birinin içinde ünlü Endymion’un mezarını keşfettiler ve mezarı bir Hıristiyan kutsal mekanı haline getirdiler.
Athena tapınağının videosu. Teknik bir sorundan dolayı tam ekranda seyrederseniz görüntüyü görebilirsiniz, özür.
heraklia1 ile urimbaba
Yüksekten göl manzaralı Kapıkırı köyü. Bir tane camisi var köyde. Minaresi de görülüyor kısa olsa da.

Yuvarlak kocaman kaya alt tarafı öyle bir oyulmuş ki altında rahatça oturup dinlenebilirsin. Kaya kumul olduğu için rüzgar estikçe oyuk büyümüş.

Bu kayaların acayip bir yapısı var yuvarlak ve devasa kayalar sanki dağın tepesinden atılıp buraya düşmüş gibi duruyor. Resmi çekmek için gerilerden anca kadraja sığdırdım.

Kral yolu haricinde köylüler bahçeler arasında kendilerine köy yolu yapmışlar. Yol kendilerine yetecek kadar dar yapmışlar. Ancak eşeklerle geçilebilecek kadar geniş olan yolun kıyılarında üst üste konulmuş taşlardan duvar var. Taşlar harç, çimento olmadan öylece duruyor.

İrfan’ın rehberliğinde patikalardan ilerlerken çıkmaz yerlere geliyoruz, köylüler her tarafı çitlerle çevirmiş geçecek yol bırakmamışlar. Geri de dönemediğimizden çalıları kaldırıp kendimize yol açıyoruz. Burası kentin mezarlığı, lahitler taştan oyulmuş. Mezar kapakları çok kalın yapılmış ama mezar soyguncuları yine de mezar kapaklarını kaldırıp değerli ne varsa alıp götürmüşler. Ölü gömülen yer kaya, oyulup açılmış, Üzerinde yana doğru kaydırılmış yarım metre kalınlığında kapak duruyor.

Kapağı daha az açılmış kaya mezar.

Göle biraz yaklaştık, küçük bir kayık kıyıya yakın bağlı duruyor.

Kentin atakta kalmış manastırına geldik. Bir kısım taşlar antik dönemden kalma, üzerine yamuk yumuk taşlarla kule olarak yükseltilmiş. Duvarda nişler yapılmış. Bir tane de kapı var. Kuleye giriş kapısı uzun taş bloklardan yapılmış. Üst katta pencere yeri biraz aşındırılıp genişletilmiş insanlar tarafından.

Manastırın bahçesi, kıyıları taş duvar örülerek düzgün teras haline getirilmiş. Sol tarafta göl manzarası var.

Terasın duvarına oturup gölü izliyoruz. Yürümek biraz yordu bizi. Oturup dinlenirken üçümüzü elçek resim çekiyorum kule ile birlikte.

Manastırın duvarlarının bir kısmı ayakta kalmış yer yer. 1 Metrelik kemer iç kısma örülüp burçlarda yürüme yeri yapılmış.

Manastırın kapısı göle doğru, kapı kenarları ve kirişi taş bloklardan yapılmış. Üstteki kiriş kırık durumda üstündeki duvar ile birlikte. Yarık kemerin ortasına kadar görünüyor.

Kimi mezar göl manzaralı, gölün kıyısında havadar ve rüzgar alan bir yere yapılmış. Kimi de gölün içinde. belki de göl seviyesi daha aşağıda idi deniz ile bağlantılı olduğu yıllarda.

Göl kıyısındaki kayalıklar oyulup mezar yapılmış. Mezar kapakları az açılmış durumda. Haliyle içleri boş.

Göle uzanan küçük bir yarımada tamamen kayalıklardan oluşmuş.

Manastırda bir süre dinlendik, artık geri dönmeliyiz diyerek kirişi kırık kapıdan İrfan ve Yıldız geçerken arkalarından resmini çekiyorum.

Kulenin içi, üst tarafı kemerle desteklenmiş. Köşede merdiven boşluğu var yukarıya çıkmak için. Ama merdiven yok.

Uzaktan Kapıkırı köyü ve camisi şirin görünüyor.

Bir çok kalıntı var antik kentten kalan. Sütun, taş duvarlı yapılar düzgün yontulmuş. Aralarında zeytin ağaçları çıkmış.

Yüksek duvarlı manastır yanında durmuş Bafa gölünün manzarasını izlerken İrfan beni çekiyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yıldız ve ben düzlüğün kıyısında kaya üzerine oturmuş gölü seyrediyoruz.

Gezimizi bitirip restorana geri geldik. Restoran bile tarihi kalıntıların üzerine yapılmış. Bazı yerleri taş bloklar, diğer yerler beton dökülerek sıvanmış. Sıvalı yerler beyaz kireç ile boyalı, taş bloklar orijinal renkleri ile duruyor.

Akşam güneşi ufukta batmadan biralarımızı alıp güneşin yavaş yavaş ufukta dağların ardına batışını gölün manzarasıyla birleştirip biralarımızı keyifle içiyoruz. Burada olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Latmos dağının göle değen etekleri üzerinde Güneş ufukta batıyor. Güneşin ufukta battığı yer Dilek yarımadasının olduğu Samson dağı. Gölde hafif esen rüzgarın oynattığı kayık dans ediyor adeta.

Güneş battıktan sonra restoran sahibi bize kumsalı emanet ederek ailesiyle arabaya binip gidiyorlar. Biz de akşam yemeğini yapıyoruz, bu akşam tatlı olarak puding yaparak soframızı zenginleştiriyoruz. Bu gece çadırlarımızı kurmuyoruz, çünkü tahta çardaklarda matı serip uyku tulumuyla yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 43 Kilometre civarı.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda