Etiket arşivi: ceylan

Kendi Kendine Oluşan Festival 6.Gün

16 Nisan 2015 Perşembe

6. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bekliyorum bir kapının önünde,

Cebimde yazılmamış bir mektupla.

Bana karşı ben vardım

Çaldığım kapıların ardında,

Ben açtım, ben girdim

Selamlaştık ilk defa.

Metin Altıok

 

Öne çıkan görsel, ekin tarlaları arasında düz yolda üç bisikletçi, Güneş parlak ışıklar saçarken batıyor.

20150416_191218_HDR

Çeşmeye gelen araçların gürültüsü biraz rahatsız etse de iyi bir uykunun ardından sabahın erken saatinde kalktık. Bahçede hazır haldeki hamakta da sabah keyfimi yapıyorum birazcık. Güneş doğmuş ağaç yaprakları arasından sızabildiği kadar üzerime ışıldıyor. Tembellik güzel bir şey, hele bahar ayında sabahın seherinde gerinip uzanmak. Sanki hayat durmuş gibi, bundan sonra hiç bir şey olmayacakmış gibi düşünmek. Ne geçmişi ne da yarını. Dünyadan habersiz, dünyanın içinde yaşamak. Sadece bu an var, an bitmesin. Durdu zaman, durdu dünya. Sadece nefes alışımı hissediyorum hiç bir şey düşünmeden. Sonsuzluğu yakalamış gibiyim. Hamakta uzanmış yatıyorum, arkada iki çadır.

20150416_081839

Bahçe sahibi geliyor, sabah kahvaltısı hazırlıyor bize. Bahar kokuları içinde kızarmış ekmeklerle nefis bir kahvaltı. Bol çay ile birlikte. Kahvaltının ardından eşyaları toparlayıp bisikletlere yükledik. Yola çıkmaya hazırız artık, akşama evdeyiz. Bahçe kapısı demirden, önde motor park etmiş.

20150416_103819

Bahçenin sahibine teşekkür edip yola çıkıyoruz hep birlikte. Kahvaltıyı dengesiz İrfan ödüyor, kendisine teşekkür ediyoruz. Biraz yüksekte olmamızdan dolayı Tire içine kadar çabuk indik. Yolumuz araçların gittiği ana yol değil. Köy yollarından Belevi’ye kadar gideceğiz.

20150416_104755

Yol kıyısında arabanın çarpıp öldürdüğü bir tilkiye rastlıyorum. Karşıdan karşıya geçmeye çalışan tilki arabanın hızına yetişememiş anlaşılan. Doğal olmayan bir ölüm karşısında üzülmemek elde değil.

20150416_113520

Yol hafif iniş ve çıkışlı, neredeyse düz sayılır. 20 kilometre yol aldıktan sonra çay bahçesinde mola verdik. Can ağacın dibine bisikletini park etmiş durumda poz veriyor.

20150416_120030

Bahçede yayılıyoruz bisikletleri park ettikten sonra.

20150416_120051

Çay bahçesinde rengarenk çiçeklerle bezenmiş. Çiçeklerin arasında koca bir küp, küpün üstünde de ters duran bir su testisi dikkatimi çekiyor. Aklıma bazı yerlerde adet olan evin damına konulan testi geliyor. Evde evlenme çağında genç kız varsa dama bir testi konuyor. Kızı almak isteyen delikanlı testiyi kırıp kıza talip oluyor. O yüzden testiyi ellemeden öyle uzaktan inceleyip resmini çekiyorum. Bir de kaza ile testiyi kırarsam kim bilir başıma neler gelir. Film sahnesinde değiliz.

20150416_120136

Duble çay ile pistonları soğutmaya çalışıyorum. Düz yol olmasına rağmen iki sıradağ silsilesini aştık ta geldik. Pistonlar biraz yorgun sayılır.

20150416_120309

Dengesiz İrfan da yanıma gelerek pistonlarını soğutmaya çalışıyor.

20150416_120328

Bu kış iyi yağış vardı ve bunun sonucunda Küçük Menderes nehri taşmış durumda. Bazı nehir kıyısındaki tarlalar su altında kalmış. Göründüğü kadarı ile geniş bir alan su altında.

20150416_124507

Daha önce Köyceğiz gölü etrafında gördüğüm Sığla ağacı burada da gözüme çarpıyor.

20150416_130203

Bereketli Küçük Menderes ovasında geniş şeftali bahçeleri alabildiğine çok. Henüz çiçek açmamış ama çiçeklerin tomurcukları hazır, neredeyse açmak üzere pembe şeftali çiçekleri.

20150416_131242

Belevi kavşağına geldik, artık Selçuk yolundayız ve yol İzmir -Aydın karayolu. Araç trafiği fazla, motor gürültüleri rahatsız etmeye başladı. Yol duble yol, emniyet şeridinde ilerliyoruz.

20150416_131248

Mandalina bahçeleri sarı çiçeklere bürünmüş olsa da taşmış nehrin suları yolun kıyısına kadar gelmiş durumda.

20150416_132524

Baharın beyaz gelinliği her tarafı sarmış durumda. Uçsuz bucaksız, çiçekler kaplamış tarlaları.

20150416_133406

Selçuk’a az kaldı, neredeyse varmak üzereyiz ama Selçuk’a uğramadan nehir kıyısından gideceğiz.

20150416_134113

Papatya gibisin beyaz ve ince,
Eziliyor ruhum seni görünce,
İsmin dudaklarımı yakıyor neden,
Nedir bu çektiğim senin elinden,
Yalvarırım sana gel üzme beni,
İnan bana çok seviyorum seni,
Gel kollarıma artık bekliyorum,
Papatyam seni özlüyorum,
Neden sanki öyle dudak büküyorsun,
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun,
Sana soruyum neden susuyorsun,
Bana bu sevgiyi çok mu görüyorsun,
Bilsem söyler miydim gizli hislerimi,
Keşke görmeseydim gülen gözlerini,
Biliyorum fakat sende seviyorsun,
Anladım çapkınca naz ediyorsun,
Neden sanki öyle dudak büküyorsun,
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun,
Sana soruyorum neden susuyorsun,
Bana bu sevgiyi çok mu görüyorsun,
Bilsem söyler miydim gizli hislerimi,
Keşke görmeseydim gülen gözlerini,
Biliyorum fakat sende seviyorsun,
Anladım çapkınca naz ediyorsun..

Necdet KOYUTÜRK

Papatya tarlasını çekiyorum.

20150416_135937

Ana yoldan nehir kıyısında ki yola girerek köprüden nehrin karşı yakasına geçtik.

20150416_140732

Küçük Menderes nehri maalesef çok kirli akmakta. Buna neden olanlar yaptıklarının farkında değiller ve farkında olmak istemiyorlar bir türlü.

20150416_140735

Henüz göremediğim ceylan tabelası yine karşımda. Bakalım ne zaman göreceğim ceylanları. Öyle çıkıverecek karşıma, bana şöyle bir bakıp hızla çalıların ardında kaybolacak. Kısmet….

20150416_140921

Nehir kıyısı asfalt yol ve araç yok, sadece tarlalarda çalışan traktörler bazen geçiyor. Biz de aheste bisiklet sürüyoruz, Can bunun bir örneği.

20150416_142405

İrfan ve Tamam da yolun sakinliğine bırakmış kendilerini. Usulca bana poz veriyorlar.

20150416_142439

Ayva ağaçları çiçek açmış, demek ki yaz gelecek. Şarkı sözlerindeki gibi ;

“Ayva çiçek açtı yaz mı gelecek

Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek”

20150416_142838

Hazır üçünü de yakalamışken bir resim çekiyorum ardı sıra.

20150416_143609

Yeni sürülmüş tarla ve tarladaki solucanları yemek için üşüşen martılar.

20150416_143718

Zeytin köye yaklaştık, cami bize geldiğimizi bildiriyor. Nehir kıyısı araç bakımından sakindi ve rahatça geldik buraya kadar. Artık Küçük Menderes nehrinden ayrılma vakti geldi.

20150416_144139

Bereketli ova olunca leylekler de bu bereketten faydalanıyor her yıl. Ta uzaklardan gelmiş, her zamanki yuvasına gelip yerleşmiş bile. Henüz yumurtlamış nöbetleşe kuluçkaya yatıyor leylekler. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra besleyip büyütüp yaz sonunda yetişkin hale gelen yavrular kendilerine eş seçip yeni bir yerde yuvalarını yapacaklar. Havalar serinlemeye başlayınca sonbahar aylarında Afrika’nın sıcak bölgelerine göç edecekler.

20150416_144556

Zeytin köyün yamaç evleri, işte köyler verimli topraklara tarla yaparak tarım arazilerini korumuş oluyorlar yamaca ev yaparak.

20150416_144658

Zeytin köyde mola verdik, karnımız da acıktı. Daha önce pide yediğimiz fırına doğru gidiyoruz.

20150416_145519

Köyün tek pide fırınında birer pide söyleyerek pişmesini beklemeye başladık. Buranın pidesi meşhur olmasa da nefis pişiriyorlar. Zeytinköy sapa yerde kalmasına karşı nüfusu kalabalık bir köy.

20150416_145530

Karnımız doyduktan sonra daha önce gitmediğimiz değişik bir yoldan gitmeye karar verdik. Hem bu yolun rampası daha az olduğunu söyledi köylüler. Bakalım göreceğiz nasıl bir yolmuş. Köyden ayrıldıktan sonra su kümbeti karşımıza çıkıyor. Yağmur suları burada birikip içme suyu olarak kullanılıyor. Demek ki buralarda çeşme yok.

20150416_163146

Hafif rampalardan yukarılara doğru çıkıyoruz.

20150416_163148

Ardından kısa ama biraz dik bir rampa çıkıyor karşımıza. Hem de dönemeçli. Birden bire yükseklik kazandık.

20150416_163902

Gerçekten de bu yol diğer yollara göre daha iyi, kısa sert bir rampa dışında hafif çıkışlarla en yüksekte olan Gölova köyüne geldik. Köyde yorgunluk çayı iyi gidiyor doğrusu.

20150416_171557

Yorgunluk çay molasının ardında yola tekrar düzülüyoruz. Artık bir süre inişe geçtik. Tarlaların orta yerinde devasa bir çukur açılmış. Anlaşılan o ki buradan epey toprak alınmışa benziyor. Ne için, neden alındığı belli değil. Ama çukur öylece kalmış.

20150416_181133

Karakuyu köyünde mola veriyoruz, pistonlar iyice ısındı. Soğutmak gerek pistonları. Artık eve yaklaşmanın psikolojisiyle yorgunluk belirtileri göstermeye başladı. Her pedal daha ağır gelmeye başlıyor. Durup dinlenmeli.

20150416_182225

Artık Cumaovası’nda düzlükte pedal çevirmeye başladık. Öncümüz İrfan her zamanki gibi önde bize rehberlik ediyor.

20150416_183516

Katılımcılardan biri olan Tamam ise sessizce Öncüyü takip ediyor. Yorgunluk belirtilerinden olsa gerek hiç konuşmadan yol alıyor.

20150416_183528

Diğer katılımcılardan Can da iyice yoruldu. Ön çantaları ile birlikte yükü bizlerden fazla ve o da yorulmuşa benziyor.

20150416_183532

Böylece birbirimizin ardı sıra tıngır mıngır gidiyoruz.

20150416_183534

Çileme köyünde durmadan geçiyoruz, akşam güneşi ufukta alçalmaya başladı. Batmadan önce son ışıklarını ovaya, bizlerin üzerine saçıyor. Böylece Kendi Kendine Oluşan Bisiklet Festivalinin daha sonlarına gelmiş bulunmaktayız. Katılımcıların az olması benim işime yaradı. Cezvem dört kişilik, fincanlar da dört tane olunca her kahve molasında bir seferde kahvemizi içmiş olduk. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150416_191218_HDR

Tarlaların arasında yeni yapılmış olan yol dümdüz, sıcak asfalt ile yapılmış kaymak gibi. Güneşin son ışıkları altında aheste pedala basıyoruz.

20150416_191450

Tekeli, Develi köylerini bir çırpıda geçsek te su molası vermek durumunda kaldık. Acelemiz yok zaten. Cumaovası metro istasyonu kapalı olduğu için Sarnıç istasyonuna kadar gitmemiz gerek.

20150416_193756_HDR

Sarnıç metro istasyonunda trene bindik, Dengesiz İrfan’ın şekeri düştü herhalde istasyonun öbür ucuna gitti. O yüzden vedalaşamadık bile. Can ile birlikte trenin en ön vagonuna binerek Alsancak istasyonuna vardıktan sonra sahilden eve doğru tatlı bir yorgunlukla ama turun verdiği mutluluk ve sevinçle eve vardım. Yine bir turun sonuna geldik, turun katılım ücreti yok, zaten olamazdı. Çünkü kendi kendine oluşmuştu.

Bir daha ki turda görüşme dileği ile sağlıcakla, herkese bol turlar. Bisikletin gidebildiği yere kadar. Yeter ki yola çıkın, yolda olun. Yol nasıl olsa sizi iyi yerlere götürür hiç merak etmeyin.

Bu gün yaptığım yol 111 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Kendi Kendine Oluşan Festival 4.Gün

14 Nisan 2015 Salı

4. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Uğurladık bir sabah seni

Söz vermiştin geri döneceğine

Anladık bakınca aldandığımızı

Gerilerde küçük

Kıyılara doğru büyüyen ayak izlerine

Edip Cansever

 

Öne çıkmış olan görsel

20150414_111330

Erken uyumanın etkisi bir kaç kez uyanmak ve sabah erken kalmaya neden oluyor. Zaten akşam fazla oturamıyorsun, sohbet bir yerde tıkanınca ve etrafta ışık olmaması uyku kapı arkasına hemencecik geliyor. Güzel bir uyku çektik bu gece. Yaban hayvanlar gelip geçmiştir gece boyu. Bizi rahatsız etmeden, meraklı bakışlarla durup kokumuzu alarak yoluna devam etmiştir. Biz de onları horultularımızdan başka rahatsız etmeden geceledik. Bu gün hava güzel olacağa benziyor. Çadırımın fermuarını açıp bir süre dışarıyı seyredip öylece oturdum.

20150414_071217

Bir süre sonra güneş doğudan kendini göstermeye başladı. İlk ışıkları tepenin ardından görünmeye başlayınca durup izlemeye başladım. Güneşin doğuşunda ve batışında bize olan etkisini hep düşünürüm. Tarih boyunca insanlar hep güneşin doğuşu ve batışında çeşitli dini ayinler yapa gelmiştir. Bu güneşe taptıkları zamanlarda yapılan ayinler aslında insan bedenine ilk ışıkların vurması ile ilgili bir durum. Fiziksel olarak şu oluyor ; Atmosfer tabakasını düşünün. 60 Km civarında kalınlıkta. Bulunduğumuz yerden tam dik olarak baktığımızda. Güneş ufukta yeni doğmaya başladığında 90 derecelik bir açıda olduğundan güneşten gelen fotonlar daha kalın bir atmosfer tabakasından geçmek durumunda. Atmosferde bulunan gazlar, su molekülleri fotonların bir miktar kırılmasına neden olurlar. Bu kırılmadan dolayı güneşi olduğundan daha büyük görürüz. Atmosferdeki su molekülleri büyüteç etkisi doğururlar. Güneş yükseldikçe büyüteç etkisi azalır ve normal boyutunu görürüz. Sabah ilk ışıklar üzerimize daha hızlı geldiğinden maviye kayar ve daha parlak görünür. Gerçi ışığın maviye kayma durumunu pek göremeyiz ama parlak görmemize neden olur. Aynı durum akşam güneş batarken de olur. Bir tek farkı ise ışık kırmızıya kayar. O da güneş bizden hızla uzaklaştığı için. İşte bu durumda bizler sabah ve akşam daha çok güneş ışınlarının bombardımanına kaldığımızdan içimizdeki yaşam kaynağı tazelenir. Işık demek hayat demektir. Tüm canlılar güneşin bize gönderdiği ışınlarla hayat bulur. Kommagene Kralı Antiochos’un Nemrut dağında 2150 metre yükseklikte tapınağı boşuna yapmamıştır. Doğu ve Batı seyir terasları güneşin ilk ışıkları ve son ışıklarını seyretmek ve yaşamak içindi.

20150414_073710

Sabah kahvaltısının ardından toparlanıp yola çıkıyoruz. Yolumuz düz değil, biraz engebeli. Anlayacağınız dağlarda yol almaktayız. Bunun sonucu olarak baraj göletleri aşağılarda kalıyor.

20150414_095052

Ormanda, dağlarda yol almak ne güzel. Sık ağaçlar birbirine girmiş durumda. Çamlar yeşil ama yaprak döken ağaçlar henüz yapraklarını açmamış. Yeni sürgün vermekteler.

20150414_100224

 

20150414_100235

Üç dengesiz çeşmenin başında beni beklerlerken buluyorum. Çeşme başı güzelleri bana yukarıdan laf atıyorlar. Ben de üç güzelin resmini çekiyorum.

20150414_100629

Bir süre düz gitmeye başladık. Beş parmak dağlarının kaya yapıları hala gözümüzün önünde.

20150414_101103

Bazen yokuş çıkmakta ama bizi yıldıramaz bu yokuşlar.

20150414_101338

Eğimi azaltmak için dönemeçli yol yapılmış. Böylece rahat çıkıyoruz zorlanmadan.

20150414_103036

Yokuşun başında yine beni beklerlerken buluyorum arkadaşları. Durup resim çekmek ve etrafın güzelliğini seyretmekten gecikmek durumunda kalıyorum. Başka türlü de tadı çıkmıyor ki.

20150414_103706

Beşparmak dağlarının ilginç kaya yapısıyla güzel görüntü vermekte.

20150414_104954

Bu güzelliği birlikte resim çekilerek anılara kazıyoruz.

20150414_105602

Dağların görünümü her açıdan değişik şekillere bürünüyor.

20150414_105906

Daha Yakından neden beş parmak dağları dendiğini anlıyorum. Gerçekten kayaların yapısı dorukta elin parmakları gibi uzantılardan oluşmuş gibi.

20150414_105917

Her tepe değişik yapıda, birbirine hiç benzemiyor.

20150414_105953

İyice aşağılara indik. Bir yerde tek parça kocaman devasa kaya kütlesi kaşımıza çıkıyor. Üzerinde kale gibi bir yapı yapılmış. Ne olduğu belli olmuyor buradan.

20150414_110127

Dere yatağına geldik. Bisikletimin üzerindeki tripodta cep telefonunla zaman ayarlı resim çekiliyoruz.

20150414_111330

Yol inişli ama bazı yer düzleşiyor.

20150414_111856

KUZ ve kaplumbağa, ikisi de evini sırtında taşımakta. İkisinin de yolu kesişince durup resmini çekiyorum. Kaplumbağa kendi gücü ile gidiyor. Ben de kendi gücümle gidiyorum. O ağır hareket ediyor, ben de yavaş gidiyorum. Hiç acelem yok, onun da acelesi olmadığına eminim. Zaten uzun yaşamasının sırrı yavaş hareket etmesi. Hızlı hareket etmenin anlamı yok bence. Nerde akşam orda sabah anlayacağınız.

20150414_112445

Yol kıyısında küçük göletler yapılmış. Hayvanlar durup burada su içiyorlar.

20150414_113545

Sakarkaya dan sonra buralarda çam fıstığı ağaçları dikilmiş. Bergama Kozak yaylası gibi buralarda da çam fıstığı üretimi yapılmakta ve oldukça geniş bir arazide. Her yerde olduğu gibi üreticiler de az kazanmakta. Aracılar istediği fiyata alıp büyük karlarla tüketiciye satmaktalar.

20150414_113551

Tamam bazen geride kalıyor, durup onu bekliyorum. Beklerken de resim çekerek zamanı değerlendirmek gerek.

20150414_113600

Kızılca bölük köyüne geldik. Köyde mola vermek gerek.

20150414_115028_HDR

Kahvede durup çay ile bir şeyler atıştırarak dinlendik. Dinlenmenin ardından yola çıkıyoruz.

20150414_115158

Çam fıstık ağaçları göz alabildiğine geniş bir alana yayılmış durumda. Adeta fıstık çam ormanında gidiyoruz.

20150414_124858

Ufukta yeni dağlar görünmekte.

20150414_130414

Amyzon harabelerine giden tabelanın önünde durduk. Biraz uzakta olması nedeni ile gitmekten vaz geçtik.

Amyzon antik kenti

Aydın’ın Koçarlı ilçesinin 30 kilometre güneyinde Gaffarlar köyünde bulunan ve ‘Mazın Kalesi’ olarak anılan Amyzon, Herakleia, Euromos ve Khalketor gibi üç büyük Karya kentinin ileri karakolu olarak biliniyor. Amyzon, eski Hellen dilinde herhangi bir anlamı bulunmamaktadır. Prof. Bilge Umar’a göre bu isim Karia veya Luwi dilinden gelmiş, Hellen ağzında da çarpıtılmış bir sözcüktür.  Amyzon’un ne zaman ve nasıl kurulduğu konusunda bilgilerimiz çok yetersizdir.
Strabon ve diğer İlk Çağ tarihçileri kentin sadece ismine değinmekle yetinmişlerdir. Kentin çevresinde bulunan bazı yazıtlardan da Amyzon’luların M.Ö. 300 yıllarında Mısır’a egemen olan tolemaios’a sonrada Seleukos’lularla yakın ilişki kurmuşlardır. M.Ö. 203 de de III.Antiokhos, Amyzon’a bazı haklar tanımıştır.
Kentte, kaynaklara göre Apollon ve Artemis’e adanmış olması gereken ve bugün tamamen yıkılmış olan tapınağa ait kalıntılar, Akropolünde tiyatro, agora ve çeşme kalıntıları ile MÖ 3. yüzyıla ait çok güzel taş işçiliği gösteren surları bulunuyor.  Amyzon kenti Roma döneminde önemli bir yerleşim yeri olmuş, XV.yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren bölgeye Koçarlı aşireti yerleştirilmiştir.
Amyzon kentinin tiyatrosu, agorası, nymphaionu ile akropoldeki Athena mabedinin kalıntıları gelebilmiştir. Ayrıca burada yapılan araştırmalarda çok sayıda antik sikke de ele geçmiştir.

Amyzon Harabelerini gösterir tabela ve bisikletler.

20150414_131633

Beyaz gelinliğini giyip baharı karşılayan Ahlat ağacı önceden çiçek açıp yaprak ile meyveye durmuş Badem ağacının yanında harika görünmekte.

20150414_134157

Tepelerdeyiz daha, önümüze küçük köyler ve cami  kendini belli ediyor. Yol alabildiğine uzayıp gitmekte.

20150414_134502

Bakalım dönemeçten sonra neler çıkacak karşımıza. Hele bir dönelim de!

20150414_134521

Uzaktan camisi görünen köye, Mersinbeleni köyüne geldik. Küçük şirin bir köy Mersinbeleni, karnımız da acıkınca köyün ilk okulundaki kantinde sucuklu tost yaptırıp karnımızı doyurduk. Bu arada Can’ın ön bagaj cıvatanın birisi kırılmış. Kırılan parçayı çıkarıp yedeğimde bulunan bir cıvata ile değiştirip hallediyoruz. Ön bagaj tehlikeli, çantaları düşürmemek gerek.

20150414_135941

Bagajı hallettikten sonra yola devam ediyoruz. Büyük Menderes ovası ufukta göründü. Yalnız görünmesine göründü ama görmek için ağacı kesmeye ne gerek vardı. Güzelim ağaç gövdenin ortasından kesilmiş. Hem de yakın bir zamanda.

20150414_163732

Büyük Menderes ovası epey uzakta, silik bir görünümde. Ova bitiminde Aydın dağların hayali görünmekte puslu olarak. Hele bir inelim ovaya bakalım neler göreceğiz.

20150414_164229

Altımızda Koçarlı kasabası beliriverdi birden bire. Kasaba tepelerin bitiminde görünmesi dağın dibine kurulmuş olması yüzünden.

20150414_173408

Koçarlı kasabasında mola verip bir şeyler atıştırarak karnımızı doyuruyoruz. Ardından düz ovada sürerek Büyük Menderes nehrine geldik.

20150414_184816

Nehir de son yağışların etkisi ile coşkulu akmakta. Hiç olmazsa akıntı tüm kirliliği almış götürmüş. Suyun rengi siyah değil.

20150414_184858

Henüz görmesek te ceylan çıkabilir levhası umutlarımızı kaybettirmiyor. Belki bir gün görebiliriz ceylanı, belli mi olur ! Umudum devam etmekte.

20150414_185147

Dümdüz olan ova yolunda hızlıca Ana yolda olan İncirliova kasabasına varınca kendimize kalacak bir yer aramaya başladık. Ovada pek çadır kurulacak gibi değil. O yüzden pansiyon, otel gibi bir yer baktık kasabanın içinde. Kasabada pek kalan olmadığı için sadece küçük bir otel var. Şansımıza mı yoksa durup kalan müşteri  mi yok odalar boştu. Otelci ile pazarlık edip uygun fiyata anlaşarak odaları tutup yerleştik. Sıcak duşumuzu alarak rahatladıktan sonra kendimize bu akşam ziyafet çekelim diyerek lokantaya yöneldik. Güzelce karnımızı doyurup pek gezilecek yeri olmayan İncirliova da şöyle bir akşam gezintisi yaptıktan sonra otele dönerek odalara çekilerek yattık yumuşak yataklara. Sıcak duşun etkisi ve iyi bir yemek mayıştırdı. Telefonları şarj olması için prize taktıktan sonra erkenden uykuya dalıp dinlenmeye başladık.

Bu gün düne göre biraz daha fazla kilometre yaptık. 55 Kilometre civarı.

Powered by Wikiloc

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 8. Gün

7 Eylül 2014 Pazar

Gökçetepe – Çamlıca- Keşan

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Yeni umutlar,

Uzayıp giden sonsuz yollar.

Bir sevda gibidir uzağı yakın eder,

Belirsizliğin üstüne gitmek var.

Bir çeşmenin başında, bir pınarın,

Dere kenarı da olur,

Ağacın gölgesinde dostlar da düşünde.

Cezveyi süresin ateşe

Kahve tadında anarsın

Kırk yılın hatırı olmadan

Urimbaba

 

Öne çıkmış olan görsel, Bisikletim KUZ çamura batmış durumda. Ön ve arka tekerlekler çamur içinde.

070920148244

Bu gün acelemiz yok ama erkenden uyanıyorum. Çadırda tembellik yapmanın olanağı yok, sonra gün ağardı mı doğaya uyum sağlamış olarak erkenden uyanmak artık kaçınılmaz. Kimi kalkmış eşyalarını çadırını toplamakta, son gün havası ile. Ertesi gün işe başlayacak çoğu, daha şimdiden strese girmiş durumda. Pazartesi sendromunu bir gün önce yaşıyorlar. Bizde öylemi ya, acele etmeden eşyaları ve çadırı söküp topladım. Çadır, uyku tulumu, mat ve bagaj üst çantamı araca verdim. Sadece gerekli hazinem yanımda bagaj çantaların içinde.

Kahvaltının ardından sıra geldi kahve keyfine. Kahve fincanı elde, tırnak yeşile boyalı. Bu el Sevinç Aksüt’e ait. Arkada bisikletim KUZ.

1523736_10152509416904681_2144067924877375986_o

Hemen ocağı ve kahve takımını çıkarıp kahveyi sürüyorum cezveye. Yola çıkma zamanına epey var. Bu fırsattan yararlanmak gerek. Yanımda şanslı olan üç kişi var.

1890647_10152509416494681_3250760106990444618_o

Kahve severler etrafıma toplanmaya başladı. Ne de olsa kokusu etrafa yayılmaya başladı. GülAyşe de yanımızda.

10580201_10203439000430592_8751995571549543342_n

Sevgili GülAyşe, DOÇEK’in civcivi, her yere yetişiyor, herkesle ilgileniyor. Enerjisi bizlere yansıdı tur buyunca. Son gün olmasına rağmen hala enerjik, hala koşturmacanın içinde. Bu arada kahvesini içirmeden olmaz.

Telefon Telleri

Uzun uzun bir daha baktım, mavi güzeldi, güneşin sarısı sıcacık yapmıştı içimi ve bir an telefon direği çarptı gözüme, kenarda kalmış, şiddetli lodosa rağmen dimdik duruyor, sizi bilmem ama bana çok fazla şey hatırlattı…

Çok basit gelir herkese, bir direk dört beş tane tel. Yanından geçip gideriz, bazen farkında bile olmayız.

“Uzakları yakın eden teller!”

Telefonun ahizesini kaldırıp numaraları çevirdikten birkaç saniye sonra taaa uzaklardan gelen “Alo” sesidir!

“Uzaklardakilerin yüreklerini sıcacık eden teller!”

Yari uzakta olan bir sevgili için ne çok şey ifade eder değil mi? “Nasılsın, iyi misin?” soruları bittikten bir an sonra sessizlik çöker ve işte o sözler dökülür yavaşça “Seni seviyorum” ruhundaki bütün sıcaklığı o tellerden diğer uca göndermiştir ve hatta hissettirmiştir!

“Anaların yüreklerini ferahlatan teller!”

Eskiden, ne kadar büyüse de anasının dibinde dururdu çocukları … Şimdi ise aile fertleri dört bir yana ayrılır, buna sebep elbette işler, güçler, okullar ya da çocuklardır. Teller ahh o telefon telleri imdada koşar hemen, bir dede torununun birinciliğini kutlayıp heyecanını ancak o şekilde paylaşabilir, bir teyze yeğeniyle birlikte kardan adam yapamayabilir ama o telefon telleri sayesinde kardan adamın kendi boyu kadar olduğunu, burnuna havuç yerine tahta koyduğunu, ellerinin buz gibi, burnunun kıpkırmızı olduğunu anlatıp seni mutlu edebilir…

“Ellerine sağlık elektrikçi abi!”

Telefon direklerini evlerimizin yanlarına kadar getirip onları yerleştirip takanları da unutmamak gerek elbette… Uzun zaman önce izlediğim bir film getirdi bunları aklıma, telefon tellerini bizim gördüğümüz son haline getiren, çocuklarından uzak bir babayı… Yaptığı çok önemli bir şey görünmese de onları bütünleştiren o tellerdi ve nereye giderse gitsin gözü onlara takılıyordu, bizlerin hiç önemsemediği o tellere…

Hayat ne garip, bir zamanlar çığır açmış bazı ihtiyaçlar ama biz görmemişiz ve tabi sonrasında çok kolay gelmiş, acaba olmasaydı ne olurdu demiyoruz şimdilerde, biz yeni nesil bazı şeylerin yokluğunu hiç görmedik ondan… “Eskiler” ne çok kıymetini biliyordur elektriğin, evdeki musluktan akan suyun…

Her şeyin değerini kaybedince anlıyor insan ne yazık…

İnsanlar yüreğimizde, eşyalar elimizde, büyüklerimiz hayatta iken, doğa ayaklarımızın altındayken, hayvanlar çevremizde dolaşırken hepsinin kıymetini bilerek geçirelim her saniyemizi…!

Ayşegül GÖKALP

GülAyşe ile birlikte çekiliyoruz.

10653574_10152509463489681_8935800627595277852_n

DOÇEK’in resmi gönüllü fotoğrafçısı Ergun Oskay bizi, kendisi ile elçek yaparken onu da kareye alanlar var.

10688414_10152509415874681_2811598016269251902_o

Sabah sabah işi gücü yokmuş gibi saçlarımı örüyor GülAyşe. Biraz da böyle olsun saçlarım, değişik ve örgülü.

10659009_10152509416729681_119166963621907871_o

Kahve faslı bittikten sonra hazırlıkları tamamlayıp hareket edeceğimiz yerde toplanmaya başladık. Birazdan yola çıkacağız.

070920148226

Gelebilen geldi ve topluca resim çekildik Saroz körfezinin kıyısında. Resim çekilirken veriyoruz coşkuyu. Resim çekiminden sonra yola çıkıyoruz topluca.

10613017_10203437878482544_5686004844526327924_n

Köye kadar, köyden sonra biraz daha yokuş çıktıktan sonra yol düzleşiyor. Rahat tempoda ilerliyoruz. Her yerde gördüğüm kırmızı çerçeveli üçgen tabelası burada da karşıma çıkıyor. Şimdiye kadar ceylan görmüş değilim ama var olduklarını hissediyorum. Ceylanlar ürkek oldukları için insanları görünce olabildikleri kadar uzağa kaçıyor. Kendilerini göstermeye fırsat vermediler daha. Bakalım ne zaman göreceğim ceylanları.

070920148227

Aramızda tandem kullanan bir çift var. Arada görüyorum onları, sonunda resimlerini çekebildim. Arkada oturan kız biraz tembel olunca zavallı erkek tüm yükü çekmek zorunda. Seleye yan oturmuş, ayakları kadroda. Sanki bisikletin üzerine konmuş gibi.

070920148229

Aslında önde olması gereken Hakan Eşme geç çıkmış kamptan. yanımıza gelince gidonunda Goran Bregoviç’in Gas Gas adlı parçası çalarken bulduk. Öyle tempolu bir müziği var ki biz de gaza gelerek tempomuzu arttırdık. Var gücümüzle pedala basmaya başladık Hakan Eşme, ben ve İlkay. Müzik bizi iyice coşturdu ve parça bitesiye kadar son sürat gittik bir süre. Bu arada Kosovalı Yaşar Curci cep telefonu ile videomuzu çekmiş farkında olmadan. İyi bir çekim de olmuş. You tube de titreşimleri düzeltti. Altta yazdığım yazılar video düzleşince yukarı aşağı hareket o yüzden oldu. Aslında önde olması gereken Hakan Eşme geç çıkmış kamptan. yanımıza gelince gidonunda Goran Bregoviç’in Gas Gas adlı parçası çalarken bulduk. Öyle tempolu bir müziği var ki biz de gaza gelerek tempomuzu arttırdık. Var gücümüzle pedala basmaya başladık Hakan Eşme, ben ve İlkay. Müzik bizi iyice coşturdu ve parça bitesiye kadar son sürat gittik bir süre. Bu arada Kosovalı Yaşar Curci cep telefonu ile videomuzu çekmiş farkında olmadan. İyi bir çekim de olmuş. You tube de titreşimleri düzeltti. Altta yazdığım yazılar video düzleşince yukarı aşağı hareket o yüzden oldu. Videosu aşağıda.

Bazen farkında olmadan resmimizi çekenler oluyor. Sevinç Aksüt çaktırmadan çekmiş, ama güzel çekmiş. Kimi resimler ona ait, teşekkürler Sevinç, ellerin dert görmesin.

10658906_10152509419089681_1424682935298335826_o

Asfalt yol bitiyor, toprak yola girmeye başlarken gideceğimiz yön işaretleri bize yolu göstermekte. Soldaki yola giriyoruz.

070920148230

Eh toprak yol demişken resmen ormanın içine girdik. Yangın yoluna çam fidanları filizlenmiş, büyümekte. Ormancılar ne kadar arayı açmaya çalışsa da orman kendi açığını kapatmakla meşgul devamlı. Doğa boş durmuyor. Ormana iyice dalıp kaybolmadan su takviyesi yapılıyor. Önümüzde çeşme gibi su kaynağı yok. Suyu idareli kullanacağız.

070920148231

Buraya ne eli değmiş belli oluyor, İnsan Eli Değmiş gibi. Etrafta çöp görünmüyor, her şey doğal görünümünde.

070920148233

Bir süre bisikletlerimizle neredeyse orman kaplamak üzere olan yoldan gidiyoruz. Bir yerde bekleyen görevli arkadaş dereye inen patikanın başında bizi yönlendiriyor. Dereye kadar patikadan bisikletleri elde taşıyıp karşı tarafta olan toprak yola gireceğiz. Dikkat şerit bantları ile gideceğimiz yeri işaretlemişler. Bisikletler elde patikadan inmeye başladık tek sıra.

070920148234

Derenin karşı tarafına bisikletleri taşıyıp geçiyoruz. Hep bisiklete binecek değiliz ya. Biraz da biz bisikletimizi taşıyalım değil mi? Zaten değişik işaretler değişik yerlerde karşımıza çıktı. Her çeşit materyalden faydalanılmış; taş, odun, kaya, toprak.

070920148235

Ormanın içinde, dere kenarında inişteyiz bir süre ve ormanın içinde kaybolmuşken canım hep kahve ister. Eh canımın isteği yerine gelmeli diyerek yol kıyısında uygun bir düzlük bulunca hemen hazinemi çıkardım. Hazinem de kahve olunca içenler de oluyor. Ormanda kahve nerde bulunur? Cezveme kahve ve şekeri koyup sürüyorum ocağa. Altı kişi oturmuşuz yere, ocak üstünde cezvede kahve pişiyor.

070920148236

Kahve piştikçe kalabalık çoğaldı, üç kez cezveyi ocağa sürdüm. Kahve bahane sohbet şahane diyerek kahveleri içiyoruz sohbet ederek.

 

Rüzgar itti beni ardımdan gelip önüme doğru. Yaz güneşi altında alnımdan akan terler döküldü  şakaklarıma. Serin bir ürperti, incecik keskin bir ıslık.

Bisikletçiye rüzgar hep karşıdan vurur, kaçınılmazdır bu fakat bu kez ardımdan gelip öne doğru süzüldü, kulağıma kendi dilinde fısıltılar bıraktı; hepsini tek tek anımsamam mümkün değil, son sözü hayal meyal şöyleydi: “Anladın mı?”

“Anladım elbet” dedim. Böylesi içime dolan bir soluğu nasıl anlamazdım.

“Bir sürü şey söyledim sen çevirirken pedalları, nedir peki anladığın?” dedi

“İşaret ettiğin gibi, pedallarımı çevirmeliyim, budur anladığım” dedim.

Bir ıslık oldu yeniden, bir türkü katıverdim ıslığına ve saçlarımın arasından süzülüşünü hissettim.

“Doğru anlamışsın” dedi

“Çevir pedallarını öyleyse, arkandayım, karşından gelsem bile, yolun açık olsun…”

 

Hakan EŞME / Korudağlar

Hakan Eşme de yanımıza gelince 10 kişi olduk.

10006938_10203439153714424_1516695482978409287_n

Kahvesini içen yola koyuldu, son kez kahveyi pişirip içiyoruz bekleyenlere. Grubun sonundayız neredeyse, artık gelen yok. Fincanları yıkayıp kutuya koyarak ocağı çantama yerleştirip biz de yola çıkıyoruz.

070920148237

Son geçenlerin epey gerisindeyiz, yağmur yağmaya başladı. Toprakta geçen bisikletçilerin izleri henüz taze. Fazla uzakta değiller demek ki.

070920148238

Derken bir süre sonra yağmur iyice indirdi, yerde su birikintileri oluştu. Demek toprak iyice doydu yağmur suyuna.

070920148240

Yol iyice çamur deryasına döndü ve lastiğe yapışan çamurlar bir süre sonra maşa ve fren papuçlarının olduğu yerler çamurla doldu. Bisikletler gitmiyor. çamurları çomakla temizleyip öyle gidiyoruz bir süre. Ama fazla sürmeden tekrar çamur doluyor.

070920148241

Yol kıyısında otların içinden bisikletler elde bir yere kadar giderek balçık gibi çamurdan kurtulmaya çalışıyoruz ama nafile. Bazı yerlerde mecburen yola girip çamura batıyoruz.

070920148242

Bisikletler elimizde kah iterek kah kaldırıp yürüyerek ilerlemeye çabalamakla geçiyor. Yağmur tüm hızıyla devam ediyor.

070920148243

Çamur o kadar yapışkan bir halde ki çanak çömlek yapabilirsin. Hatta testi bile yapmaya uygun. Çamura saplandık resmen, bisikleti taşımak, iteklemek yormaya başladı bir süre sonra. Enerjimiz tükenmeye yüz tuttu. Bisikletim KUZ çamur içinde, ön ve arka tekerlek, fren papuçları, maşa çamur dolu. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

070920148244

Her ne kadar çamura saplansak da gülümseme eksik değil yüzümüzde. Kosovalı Ergin Krasniç çamura batmış bisikleti ile, yağmur altında gülerek poz veriyor.

070920148245

Son olarak geride kalan Kosova dan katılan Ergin, Yaşar ve ben. Geridekileri toparlamakla görevli Harun Akalın ve ismini bilmediğim bir arkadaşla beraber toplam beş kişi çamurlu yolda perişan bir haldeyiz. Henüz yılmadık, ayaktayız gülümseyerek.

070920148246

Kosovalı Yaşar pançosunu giymiş çamurda gitmeye çalışıyor ama nafile. Bir süre sonra çamur dolmuş maşaları temizlemek zorunda kalıyor.

070920148247

Artık gitmenin olanağı yok, neredeyse gücümüz tükenmek üzere ve neşemiz henüz kaybetmeden resim çekilirken bile veriyoruz coşkuyu. Harun Akalın Hakan eşmeyi telefonla arayıp durumumuzu anlatıyor. Gidecek durumda değiliz, yağmur altında gelecek yardımı beklemeye başladık. Hakan Eşme köyden bir traktör yollamış onu bekliyoruz artık.

070920148248

Traktör bir süre sonra geldi, aslında köy fazla uzakta değil ama çamur bizi bırakmıyor ki gidelim. Traktör uygun bir yerde geri dönerek yanımıza gelerek durdu. Yağmur tüm şiddeti ile yağmaya devam ederken bisikletleri traktörün kasasına çıkarıyoruz. Ardından biz de traktörün kasasında yerimizi alıp yola koyulduk. Kasanın kapaklarına sıkıca tutunarak ilerliyoruz. Traktör bile doğru düzgün gidemiyor ve sağa sola kayıp duruyor sürekli olarak. Sıkı tutunmasak bizi kasanın dışına fırlatacak. O derece hareketli anlar yaşadık traktörün kasasında. Bisikletler de kasanın içinde yatık olmalarına rağmen hareket halinde. Bisikletleri de sıkıca tutuyoruz zarar görmesin. Bir elimiz kasanın kenarında bir elimiz bisiklette sıkıca tutuyoruz, tutunuyoruz. Böyle bir süre gidiyoruz çamur deryasında. Neyse toprak yol bitiyor köye yakın bir yerlerde. Asfalt yola çıkınca traktör de biz de rahatlıyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor, artık donumuza kadar ıslandığımı hissediyorum. Biraz üşümeye başladım, derken traktörün kabin arka camı patlıyor. Ne oldu nasıl oldu anlamadan koca cam tuz buz oldu. Traktörü süren köylü arkadaş duruyor, öyle bir bakınıyoruz ama anlamadık neden camın patladığını. Fazla oyalanmadan tekrar köye doğru yola çıktık. Bir süre sonra köye vardık. Bisikletleri indirip bitkin bir durumda yemeğin son kalanını oturup yedik. Kurt gibi acıkmışız, bir çırpıda yemeği yiyoruz. Bu arada köylü kadının birisi bana kuru bir tişört verdi. Üzerimdekileri çıkarıp tişörtü giydim.

Bizden önce gelenler hızlı hareket ettiklerinden çamura saplanmadan asfalt yola geldiklerinden fazla etkilenmemişler bizim gibi. Sadece arka tekerlekten sıçrayan bir kaç damla çamur var tişörtünde. Yüzüne de savaşçılar gibi çamur sürmüş. Gizem şirin bir çamur savaşçısı gibi başını döndürerek poz vermiş. Beyaz tişörtü çamur benekleri ila kaplı.

10295240_10152509444169681_2874349498990009119_o

Yemekten sonra köyün kahvesine gelip yanan sobada biraz ısınmaya çalışıyorum çay ile birlikte. Bu arada bisikletimi İlkay hortum ile bisikletin çamurlarını yıkayıp temizliyor, Teşekkürler yoldaşım, ellerine sağlık. Çay ile içimi, soba ile dışımı ısıttım. Artık yola çıkabilirim. Enerjimi depoladım iyice.  Son kalanlarla beraber yola çıkarak Keşan’a doğru yola çıktık. Yağmur Köydeyken dinmişti. Keşan’a kadar hızlı pedal basarak kısa sürede vardık. Kamp kurduğumuz parka vardıktan sonra kamyona verdiğimiz eşyaları ıslanmış olarak aldım. Bu gece bir arkadaşta kalacaktık misafir olarak. Ama o arkadaş defalarca aramama rağmen telefonu açmadı bile, olsun ne yapalım zorla güzellik olmaz. Halbuki kendisi teklif etmişti bu gece bende kalabilirsiniz diye. Bunu kendime dert etmedim. Çadırım var kurar yatarım mis gibi kimseye muhtaç olmadan. Kosova dan gelen Ergin ben İstanbul’a gideceğim diye tutturdu. Eh ne yapalım diyerek vedalaştık. Ertesi gün Kosova’ya gitmeyi düşünüyor. Yağmur ve çamura saplanmamız biraz yormuş ve yıldırmış anlaşılan. Biran önce evine dönmek istemesi normal. Yaşar benimle İzmir’e kadar bisikletle gelecek.

Köylü kadının verdiği pembe tişört yakıştı doğrusu. Ayakkabılarım fileli bezden ve 2 yıldır kullanıyorum turlarda. Hafif, hava alan, taban lastiği iyi tutunan gayet kullanışlı bir ayakkabı. Artık iyice eskimişti ve çamurda iyice parçalanmıştı. Parkın dışında ayakkabı satan dükkanda arkadaşımın birisi bez ayakkabı almış. Ben de gidip bir tane alıyorum ve eskimiş, parçalanmış ayakkabıları çöpe attım. Bakalım öyle bir ayakkabı bulabilecek miyim ?

Bahçe hortumu ile duşumu alıp çamura bulaşmış çamaşırları yıkadıktan sonra kurulanıp giyiniyorum. Duş iyi geldi doğrusu.

070920148249

Festivale katılanlar çil yavrusu gibi dağılmış, herkes gitmiş, parkta sadece DOÇEK ekibi ve Edirneli Selim, Emre ve arkadaşları kaldı. Onların da arabaları var. Aceleleri yok anlaşılan bizimle beraber oturuyorlar parkın içinde. Kahve içelim deyince arkadaşlardan biri bakkaldan 100 gram paket kahve alıp geliyor. Orada bulunan herkese sırasıyla kahve pişirip ikram ediyorum. Yanımda Rahman Karataş var.

10616289_10203439192595396_3497311562591362099_n

Kahve faslından sona Selim ve arkadaşları arabalarına bisikletlerini yükledikten sonra vedalaşarak yolcu ediyoruz. Onlar gittikten sonra çadırı kurup eşyaları içine yerleştiriyorum . Islak olanları ipe dizip kurumaya bıraktım. Akşam yemeği için GülAyşe parka gelerek bizleri şehrin merkezine götürüyor. Bu arada akşam oldu, hava karardı. Şehrin meydanında dururken ilginç bir olayla karşılaşıyoruz. Orta yaşın biraz üzerinde biri Rahman Karataş’ın yanına gelerek bisikletçi birini soruyor. Adamın dediğine göre İstanbul dan gelmiş aradığı kişi. İlk anda kimi arıyor acaba diyerek şaşkınlıkla karşılıyoruz. Sonra adam aradığı kişinin gayrı Müslüm olduğunu söyledi. Rahman İstanbullu, düşünüp duruyor kim acaba diye. Adam aradığı kişinin adı aklına gelince Rahman diyor. Rahman karanlıkta tanıyamadığı adamı hatırlıyor ve aradığın kişi benim diyerek adamla kucaklaşıyor birden bire. İstanbul dan otobüsle gelirken yan yana oturmuşlar. Oradan birbirleri ile tanışmışlar. İkisi de Keşan’a gelmişler otobüsle. Rahman adama dini inancım yok demiş sohbet ederken. Adamın aklında kalan gayrı Müslüm biri olarak kalmış bizim Rahman. İşin ilginç yanı Keşan da aradığı kişiyi sora sora Rahmana sorması oldu. Bu duruma epey güldük doğrusu. Hep birlikte bir resim çekildik böylece.

10341719_10152673756003559_5798562603024900614_n

Biz adamla sohbet ederken yanımıza İzmir den arkadaşlar gelerek aramıza katılıyor. Can, Adem, Didar ve Selçuk’lu Özer. Hep birlikte tekrar bir resim daha çekildik. 10 Kişi varız.

10314766_10152673756413559_8267738260480345097_n

Daha sonra hep beraber bir pideciye giderek pideleri afiyetle yiyoruz. Yemekten sonra Rahman pidecide kemençesini çıkarak Çanakkale türküsünü çalıyor, kulaklarımızın pasını siliyor adeta. O kadar türkü çalmamıza rağmen pideci yine de pide paralarını alıyor. Pideciden çıktıktan sonra bisikletlere binerek çay içebileceğimiz bir yere gittik. Çaylar içildi sohbet uzadı derken hadi kamp alanına gidip yatalım diyerek arkadaşlar ile vedalaşıp ayrılıyoruz. GülAyşe ertesi sabah parka gelerek kahvaltıyı birlikte yapacağımızı söyleyerek evine uğurladıktan sonra parka gelerek çadırlara girip yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 41 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 9. Gün

10 Eylül 2014 Salı

Uzunköprü – Edirne

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Tahammül gerek, özlem iyice arsızlaştı.”

Turgut Uyar

 

Kulağımda hep, bir piyanistin ‘ortanca yağmur’ ezgileri…

Dışarısı bakıyor, sıcak içeriye… El ediyor ezgi, ‘dokun bana yağmur’ diyor, bak ayaklarım bembeyaz…

Feyyaz Alaçam

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ tren raylarında park etmiş, raylar düz ve uzun.

9-33

 

İyi bir uykunun ardından sabahın ilk ışıklarında uyanıyorum. Yağmurun küçük damlaları çadırımın üstüne hafiften tıkırdayarak yağıyor. İnsanı ıslatacak kadar değil yağmurun yağışı. Çadırımın içinden çıkıp etrafıma bakıyorum. Yağmur atıştırıyor ama ardı görünmüyor, hava yükseliyor. Tuvalette elimi yüzümü yıkadıktan sonra çadırıma gelip eşyalarım ve çadırımı toplayıp bisikletime yüklüyorum. Orhan da kalkıp toparlanıyor. Benzinliğin sahibi Güray İşbaşaran Edirne’ye gideceğimizi söyleyince Selimiye camisinin imamı arkadaşı olduğunu söylüyor. Selamımı iletirsiniz diye bana tembih ediyor. Ardından benzinlik çalışanlarına veda edip Uzun köprüye doğru pedallıyoruz. Birkaç resim çekmemiz gerek tarihi taş köprüde. Geriye gelip Uzunköprü’ye geldik. Nehre doğru olan yere gireceğiz.  Uzunköprü’nün kemerlerini çekiyorum. Tamamı kadraja girmiyor.

9-1

Dünyanın en uzun taş köprüsündeyiz ; Uzunköprü. Fotoğraf makinasının kadrajına sığamayacak kadar uzun. O derecede yani. Tabelasını çekiyorum tarihi köprünün.

Uzun Köprü, Edirne’de,  Ergene nehri üzerinde,  Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek köprü ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi köprüdür. Eski adı Ergene Köprüsü idi. Köprü, Edirne’nin Uzunköprü ilçesine ismini vermiştir.

Uzunköprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat tarafından, dönemin başmimarı Müslihiddin’e yaptırıldı. Köprünün yapımında başmimar Usta Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte çalıştı.

1.392 metre uzunluğunda, 6,80 metre genişliğindeki köprünün 174 kemeri vardır. Kemerlerinin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır. Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir. Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır. Taş ayaklar arasında fil, aslan, kuş figürleri dikkat çeker.

Köprü, Osmanlı’nın Balkanlar’a yapacağı fetihlerde doğal bir engel olarak karşılarına çıkan Ergene Nehri’ni aşmak için kurulmuştu. Daha önce yapılan tahta köprülerin nehrin suları ile yıkılması üzerine yapılan taş köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı. Uzun Köprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ile imaret yapılmış ve Ergene Şehri adıyla bir ilçe inşa edilmiştir.

Köprü, en son 1963’te onarıldı. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiştir. Tarihi köprü üzerinden Edirne-İzmir Devlet karayolu geçmekteydi. Bu yol 2015 yılında yapılan yeni köprüye aktarılarak köprü üzerinden ağır vasıtaların geçişi yasaklanmıştır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzun_K%C3%B6pr%C3%BC

9-5

Ergene nehri iki geniş kemerin içinden akıyor. Nehir çok kirli ve fena kokusu var. Rengi simsiyah.

9-3

Köprü altında barınan köpekte kadraja girdi tüm yılışığıyla. Böyle yerde yaşayan sokak köpekleri her zaman sevilmeye muhtaç. Köpeğe yiyecek bir şeyler vermemize rağmen o kendini sevdirmeye uğraşıyor. Tabi ki biz de ona gereken sevgiyi gösteriyoruz. Bisikletimin tripoduna Orhan’ın kamerasını takıp otomatik resmimizi çekiyoruz. Ergene nehri ve Uzunköprü’nün ortasındaki kemerler.

9-4-1

Kokudan fazla duramadık, hemen terk etmek gerek diye yola doğru çıkmaya başladık. Taş köprünün yola doğru olan kısmı. Kemerler giderek simetri olarak küçülüyor.

9-4

Resimleri çektikten sonra fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ova boyunca Ergene nehrinin bereketli toprakları çeltik tarlalarıyla coşmuş, hasat gününü beklemeye koyulmuşlar. Elbette çeltik tarlaları olur da sivri sinek olmaz mı ? Bilhassa gece ortaya çıkan bu kan emiciler bizi denediler. Ama kendimizi onlardan korumasını bildik. Bir kaç ısırık dışında fazla etkilenmedim. Aşağıda ki resimde Ergene nehri üzerine yapılmış yeni köprü. Araçlar oradan geçiyor. Uzaktan bayağı uzun görünüyor. İleride en uzun beton köprü olarak tarihe geçmeye adaydır.

9-6

Ben pirinci iki çeşit bilirdim; pilavlık ve dolmalık diye. Meğerse çeşit çeşit pirinç cinsi varmış. Nerden bileyim, bir aralar Menemen ovasında çeltik tarlaları vardı ama epeydir ekim yapılmıyor. Her tarlada değişik cins pirinç var, aşağıda Hamzadere pirinç tarlası görünüyor.

9-7

Burası da Nembo pirinç tarlası.

9-8

Ronaldo çeşidi de varmış, İlginç..! Adam hem gol atıyor hem de çeltik tarlası var.

9-9

Pirinç isimlerinden anlaşılacağı üzere bu isimleri sömürgeci diller vermiş. Artık sömürgeciler kim siz tahmin edin? Bu tarlada Galileo pirinci ekilmiş.

9-10

Yeşil çeltik tarlaları arasında ilerlerken Orhan’ın lastiği  patladı. Hemen lastiği onarmaya başladık. Jantın geti olmadığını fark ediyorum. Yanımda elektrik bandı var hemen jantın iç kısmını bantla get yaparak lastiğin tekrar patlamasını önlüyorum. Orhan yere çömelmiş, iç lastik ve dış lastik sökülü. İç lastikteki deliği bulmaya çalışıyor. Bisikletim KUZ arkada duruyor.

9-11

Lastiği tamir ediyoruz birlikte. Orhan çantadan küçük kahverengi bir kutuyu çıkarınca ne olduğunu anlıyorum içindekinin. Orhan da bana Çin’den aldığını ama hiç kullanmadığını söylüyor. Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;

– Orhan kaça aldın ocak kafasını?

– 7 Dolara aldım Urim Baba

– Türk parası ile ne eder? 3, 5 12.

Cebimden cüzdanı çıkarıp içinden 15 Lirayı Orhan’a uzatıyorum.

– Al sana 15 Lira, kendine yeniden ısmarlarsın Çin’den

– Olmaz sana hediye edeyim

-Artık hediye edemezsin, ben böyle bir ocak kafası almayı düşünüyordum, sende kullanmamışsın. Ben de el koyuyorum ve parasını veriyorum. Eğer haberim olmadan verseydin hediye olarak kabul ederdim.

Böylece tam da istediğim ocak kafasını almış oldum tesadüfen. Çantamın içine özenle yerleştiriyorum. Turda kendi yaptığım ispirto ocağını kullanıyorum. İspirto hem pahalı hem de her yerde bulmak olanaksız. Anca büyük şehirlerde bulabiliyorum. İzmir’e gidince tüpünü alacağım yeri biliyorum. Turuncu renkli kutu ve ocak kafasının resmi aşağıda.

200320145288

Bu da çırağımız. Lastiği tamir ederken bize yardım ediyor sevimli çırak. Bu da sevilmek istiyor diğer köpekler gibi, yılışık şey. Başı ve üst kısmı kahverengi, bacakları ve karnı beyaz renkte. Kuyruğunun yarısı kahverengi, yarısı beyaz.

9-12

Asfaltın kıyısında Ayçiçeği çıkmış. Boyu küçük olsa da sarı taç yaprakları ile insanı büyülüyor adeta. İnadına yaşamak için başı dimdik, tek başına  ve hür Olarak yolun kıyısında.

9-13

Ayçiçeği tarlaları da isimlendirilmiş, May cinsi ayçiçeği. Bu tarladakiler yağ için üretiliyorlar, çitlemek için henüz bir çiğdem tarlasına rastlayamadık hala. Umudumuzu kaybetmedik, çiğdem tarlasını aramaya devam edeceğim tur boyunca. Burada Ayçiçeği kafaları olgunlaşıp kurumaya başlamış. Hasadı bekliyor boynu bükük.

9-14

Henüz çevrede herhangi bir ceylana rastlamadık ama ceylan çıkabilir levhasını görüyorum. Ne yapsın hayvanlar insanlara pek yaklaşmıyorlar. Haklılar da, ceylanların güzelliği değil de yiyecek et olarak gördüğümüz sürece karşımıza çıkmamaya karar vermişler.

9-15

Harbiden  de banket düşmüş görüldüğü üzere. Demir direkte olan tabela 45 derece sağa doğru duruyor. Üzerinde; “Dikkat düşük banket” yazılmış.

9-16

Yol bize bereketini cömertçe sunuyor; kara incirler. Tam bir enerji deposu. Haliyle dalından taze koparıp yemek bir başka oluyor. Tabi ki yeteri miktarda yiyorum, her şeyin fazlası zarar. Bir de motoru bozmak ta var fazla yersen…

9-17

Karşısı Meriç nehri ve ötesi Yunanistan. Bazen cep telefonuma  mesaj geliyor ” Yunanistan’a hoş geldiniz” diye.

9-18

Daha önce bahsetmiştim Trakya hep tarla düzlük diye. Doğru dürüst ağaç yok diye. Bir tane ağaç buluyoruz nihayet. Ama gölgesi yoktu, ağaç kurumuş. Maalesef gölgesinde dinlenemiyoruz. Allahtan hava biraz bulutlu, fazla güneş gözükmüyor. Sıcaktan bunalmadan yol alıyoruz.

9-19

Yol genelde sakin, hemen hemen hiç araç geçmiyor desem yeridir. Orhan ile ben gayet memnunuz bu durumdan. Elçek ile ikimizi bisiklet sürerken çekiyorum.

9-20

Yol kıyısında tarlanın birinde bir çardak görüyoruz. Çardakta kara üzümler olmuş bizleri bekliyor. Buradan da nasibimizi yiyoruz bize düşen. Kara üzümler de balmış gerçekten.

9-21

Resimde, bagajın üstünde gördüğünüz elma ve üzümler buradan kopardık. Kavunu parayla köyden aldık. Kısa molalarla iyi gidiyoruz Edirne’ye doğru. Zaten bu gün fazla bir yolumuz yok 50 km civarında. Onun için oyalana oyalana gidiyoruz kendimizi zorlamadan.

9-22-1

Çeltik tarlasında çeltikler yani pirinç başaklarını yakından çekiyorum. Taneleri olgunlaşmış hemen hemen hasadı bekler vaziyete gelmiş. Boynu bükük biçerdöveri hazince bekliyor, yelin hafif dokunuşuyla başlarını bir o yana bir bu yana sallıyorlar.

9-23

Bazı yerlerde küçük tepeciklere rastlıyoruz. Burada da su birikintisi ayrı bir güzellik katıyor yolumuza.

9-24

Orhaniye köyünde çay molası veriyoruz Orhan’la birlikte. Kahveye oturup çayları ısmarlıyoruz. Köylüler, iki tane uzun saçlı adam, hem de bisikletlerle buralarda ne işiniz var der gibi meraklı sorularla sohbetimize başladık. Onlar sordu biz cevapladık. Masamızda bir de dede vardı 80 kusur yaşında. Gün geçirmiş misali soruyor.

“Ne iş yapıyorsun beaa?”

“Emekliyim dede, bisikletle dolaşıyorum”

Dede etrafındakilere dönerek ;

” Bunlar aylakçı, aylakçı beaa ”

Deyince hep beraber kahkahayı koyuveriyoruz.

Çaylarımızı içerken bizlere  çocukluğunda başından geçmiş bir olayı anlatıyor. Belinde bir yara çıkmış. O zamanlarda hastane, doktor ne gezer. Bunu hocaya götürüyorlar, hoca okuyor üflüyor, yarasına iyi gelecek bazı ilaçlar veriyor ama fayda etmiyor. Hocaya kızgın sövüp sayıyor dede. Derken başka bir köyde hastalara şifa dağıtan bir hocaya götürüyor annesi. Hoca yarasına bakıp yanmakta olan ocakta tahta bir kaşığı ısıtıp yarasına koyuyor kaşığı. Böylece iyileşiyor dede. O hocayı öve öve bitiremiyor. Bunu anlatırken Trakya şivesiyle öyle bir anlatıyor ki çok hoşuma gidiyor. Çayların biri gidiyor biri geliyor sohbet esnasında. Hikayenin sonunda çayların parasını biz ödüyoruz. Allahtan köy yerlerinde çay ucuz, yoksa batmıştık. Masada oturmuş dedeyi dinliyoruz. Masada dede ve Orhan çayları içerken.

9-25

Köye satıcılar geliyor. Bir satıcı zeytin getirmiş kahvedekilere satmaya uğraşırken bize de tattırıyor zeytinlerini. Zeytinler güzel, hemen bagajımdan zeytin kabımı çıkarıp zeytinciye doldurmasını söylüyorum. Kapta da zeytin kalmamıştı. Yarım kilo kadar zeytin koydu zeytinci. Borcumuz ne kadar deyince bu da benden yolda katık olsun diyerek para almıyor. Allah razı olsun, yolda gönlü zengin insanlarla da karşılaşıyor  insan. Dede masada oturmuş bana başından geçen hikayesini anlatırken Orhan bizi çekiyor kamerası ile. Arkada zeytinci arabasından zeytin tartarken.

9-25-1

Kahvenin bahçesinde muşmula ağacı görünce hemen resmini çekiyorum Bu meyveyi çok severim. İzmir civarında ağacı yoktur, epeydir de muşmula ağacını görmemiştim. Ama henüz olgunlaşmamış daha. Ne yapalım, dalından yemek güzel olurdu.

9-26

Köy evleri de bir güze olur bahçeli, ağaçlar ve çimen. Bahçede bir divan duruyor. Böyle divanın üstüne serilip bir güzel uyku çekeceksin. Dünyalara bedel olur sanırım. evin duvar tarafında çiçekler açmış renkli.

1294445_10201062794385796_465434149_o

Köy çeşmesinden suları tazeliyorum. Buz gibi akıyor su zaten. Çeşmenin başında kocaman bir dut ağacı, gölgesi yeter. Ağaçlar sadece köylerde var, gölgeler de köylerde olunca biraz gölgeden faydalanmak gerek. Orhan şişesini çeşmeden doldururken.

9-27

Trakya neredeyse düz ve alabildiğine geniş. Arazi düz olunca her taraf tarla, uçsuz bucaksız.

9-28

Yol kıyısında çalılar daha önce yanmış. Yangın sonrası yaşam yeniden başlıyor doğal olarak. Yanıp siyahlaşmış olan manzara yeşilin ortaya çıkmasıyla renk değiştiriyor.

9-30

Yol önümüzde uzayıp gidiyor alabildiğine, sessiz, biz de buna uyarak sessiz ilerliyoruz. Sanki etrafımızda hiç hareket yok, sadece lastiklerin asfalta değdiğinde çıkardığı ses var.

9-31

İnekleri otlatan çobanlarla sohbet ediyoruz. Hep tarla olacak değil ya burada hayvancılık yapıyorlar. Sohbetimiz de nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun ve bisiklet ile hareketimizi merak ediyorlar. Üç çobanla sohbet ederken Orhan bizi çekiyor. Sürüde inekler var.

9-31-1

Geze oynaya yolda ilerlerken birden ufukta Edirne’yi görüyorum. Arkadaşım Can küçüklerle sürekli olarak cep telefonunla haberleşiyorum. Can Kırklareli’nden hareket etti. Edirne’de buluşuruz diyerek kararlaştırıyoruz. Selimiye camisinde  buluşacağız.

9-32

Tren yoluna geldik, İstanbul Edirne kara yoluna yaklaştık. Bu tren yolu bana 44 yıl önce Yugoslavya’dan göç ederken buharlı trenle buradan geçmiştik. O zamanlar 9 yaşımda idim, hayal meyal hatırlıyorum. Aralık ayında soğuk kış gününde 3 günde İstanbul a gelmiştik. Benim bu tren yoluna bisikletle gelmem hem de İzmir’den ta buralara kadar, hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Bunları düşünerek KUZ’u tren yolunda bir resim çekerek bu anı ölümsüzleştiriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

9-33

Tren yolundan hemen sonra D 100 ana yoluna çıkıyoruz ve Edirne’ye çok az kaldı. Yolun üstündeki tabelada Edirne – Pazarkule düz olarak, sağa ise Otogar – Kapıkule – Hamzabeyli kahverengi, İstanbul yeşil otoban rengi ile işaret edilmiş. Burada Pazarkule, Kapıkule, Hamzabeyli kahverengi olarak yapılmış. Bunlar sınır kapılarını belirtiyor.

9-34

Yol kıyısında mazgallara her zaman dikkat etmek gerek. Bazıları tehlike yaratacak kadar sakıncalı. Neme lazım kendime dikkat ediyorum. Belediyedeki fen memurları herhalde bizim gibi bisikletçilerin buralara kadar geleceğimizi tahmin etmediklerinden mazgalları gelişi güzel yapmışlar. Bizim geleceğimizi bilselerdi daha dikkatli yapacaklarından eminim. Mazgal delikleri yola paralel, lastikler içine girebilir. Mazgal ve bisikletim KUZ.

9-35

Yine sınıra yaklaştık, elbette bize geçiş izni vermeyecekler her zaman olduğu gibi. Vizeler kalkmadan şimdilik yurt dışına bisikletle çıkmaya niyetim yok. Tabelada Pazarkule (Yunanistan) 14 – Kapıkule (Bulgaristan) 23 kilometre kaldığını belirtiyor. Yurt dışı olan Yunanistan ve Bulgaristan Sarı zemine yazılmış. Bisikletim KUZ kaldırıma dayalı, Orhan da bisikleti ile kaldırıma çıkmış çimenlerin üzerinde.

9-36

Pehlivanların baş şehrine geldik. Tarihi Kırkpınar güreşleri Edirne de yapılınca heykelini de dikmişler yağlı güreşçilerin.  İki güreşçi kolları ile birbirlerine kafadan kenetlenmiş durumda. Çiçeklerle bezeli yeşil alan ortasına fıskiye içinde heykeller.

9-37

Edirne’nin girişi gayet güzel yapmışlar. Yeşil çimenler, ağaçlar ve renkli çiçeklerle yol kıyılarını ve yolun orta bölümünü gayet iyi süslemişler. Bakmayın resme, aslında işlek bir cadde, boş bir anında orta bölüme geçerek fazla araç olmadan bir anda resim çekiyorum.

9-38

Yol kıyıları bakımlı ve güzel olmasına karşın bazı yerlerde eksikler gözüme çarpıyor. Engelli bir vatandaş bu kaldırıma tekerlekli sandalyesiyle nasıl çıkacak, merak ediyorum. Kaldırım taşları yatık yapılmış ama yüksek, tekerlekler çıkamaz kaldırımı.

9-39

Osmanlıya 2. başkentlik yapmış şehirde tarihi yapılar belirmeye başlıyor. Burası aynı zamanda mezarlık olduğunu fark ediyorum. Dört sütun, üzeri kemerli olarak kapatılmış bir bölüm. Uzun sütun şeklinde mezar taşları tahta çitle kapatılmış.

9-40

Ve camiler belirmeye başlıyor. En çok ta Selimiye camisini merak ediyorum. Can ile telefonla nerede olduğunu sorunca o da Selimiye camisinde beklediğini söylüyor.

9-41

İşte Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye camisi. Tüm muhteşemliği ile karşımda duruyor. Usta işi, Selimiye camisi dört minareli.

9-42

Benim cep telefonumun kadrajına sığmayan cami Orhan’ın Fotoğraf makinasına anca sığıyor. Selimiye cami çok geniş bir alana yapılmış. Avlu duvarları yüksek ve avlu da geniş.

1172728_10201062802105989_6089453_o

Selimiye caminin yan tarafında Can Küçükler ile buluşuyoruz. Henüz öğle yemeği de yememiştik. Can buraları iyi biliyor. Bizi Edirne’nin meşhur yemeği ciğer tava yedirecek. Çarşıya giderek ciğerciye varıyoruz ama o da ne yer yok ve millet oturmak için sıra bekliyor. Neyse Can sahibini tanıyormuş, bize boşalan bir masaya hemen oturtuyor garsonlar. Ne de olsa ta İzmir’den gelmişiz. Gerçekten yediğim en güzel ciğer diyebilirim, değişik pişirmişler ve tadı nefisti.

9-43

Ciğerleri yerken birden bisikletimin düştüğünü görüyorum. Bisikletimi kurcalayan çocuk üzerine düşürmüş elleyince. Annesi de hemen araya giriyor, Çocukta bir şey yok ana anası başlıyor söylenmeye. Bizden para koparma niyetinde olduğu belli. Garsonlar durumu anlıyor, kadını susturup işi hallediyorlar. Kadın ve yanındakiler çingene, adamın başını belaya sokarlar. Neyse nefis ciğerleri yedikten sonra Keşan’da bana telefonunu veren Emrah Tokdemir’i arıyorum. Buluşacağımız yeri söyleyerek oraya doğru hareket ediyoruz. Çarşı temiz ve bakımlı, çok beğendim doğrusu. Buraları yayan dolaşacaksın tadına vara vara. Çarşı Arnavut kaldırım taşı ile döşeli yürüme ve gezinti yolu. Araçlar giremiyor buraya. Kıyılarda dükkanlar var.

9-44

Bazı yerlere heykeller konulmuş ve fıskiyelerle suları akıtarak görsel anlamda daha güzel olmuş.

9-46

Keşan da tanıştığımız Emrah Tokdemir ile buluştuk. Yanında da Timukan Karaca. Şaşırıyorum birden bire karşımda görünce. Keşan’dan araçla gelmiş, birkaç gün sonra Ahmet Mumcu, Mehmet Değirmenci ve diğer arkadaşlarını bekliyor. Onlarla birlikte Bulgaristan’a tur yapacaklar. Vakit henüz erken, Emrah bizleri  şöyle bir gezdirecek Edirne’yi. Edirne’nin her tarafı da tarihi yapılar. Bak bak bitmiyor. İlk önce bir sinagoga varıyoruz. Sinagog tadilatta olduğundan dışarıdan resim çekiyorum. Dış cephesi demir iskele ile kaplanmış çatıya kadar.

9-47

Caminin etrafı da yemyeşil, bir de ağaçları şekillendirmişler vida gibi budanmış, o da ayrı bir güzellik katıyor doğal olarak.

9-48

Tarihi bir hamama denk geliyoruz, aslında şöyle güzel bir keselenmek vardı ya. Bunu maalesef gerçekleştiremeden gezimize devam ediyoruz.

9-49

Meriç nehri çok geniş olduğundan her tarafa taş köprü yapmışlar.

9-50

Nehir taşmasın diye topraktan set yapmışlar. Yanda asfalt yol olmasına rağmen Emrah rehberimiz olduğundan biz de onu takip ederek peşinden setin üzerinden gidiyoruz. Hedefte Osmanlıdan kalma tarihi sağlık müzesini gezmek var. Çevremize bakınarak set üstünde gayet güzel gidiyoruz. Ama otlara hiç mi hiç bakmadık! nedense… İleride iki minareli cami var. (Yerdeki otlar pıtrak dikenli otlar olduğunu sonradan öğreniyorum)

9-51

Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yapmış bir şehirde  Padişahlar, vezirler, paşalar, yani önüne gelen 4 minareli cami yaptırmış. Gördüğünüz gibi yan yana iki cami.

9-52

Diğer yanda taş köprü ve cami. Bunlar Meriç kıyısının dibinde.

9-53

Tarihi taş köprüler bu günde hala ayakta ve kullanılıyor. Biraz dar ama sağlam yapılmış. Biz de taş köprünün üzerinden bisikletlerimizle geçiyoruz karşı kıyıya.

9-54

Su var ama pis akıyor ve akış hızı düşük. Haliyle biraz da koku var.

9-55

Nihayet sağlık müzesine geliyoruz. Müzenin yanına da kocaman bir cami yapılmış.

9-56

Sağlık müzesinin dış avlu kapısına gelince duruyoruz ve süprizler gözümüze çarpıyor. Emrah daha geride olduğunu ve lastiğinin patladığını telefonla öğreniyorum. Tamir ediyormuş. Ben de lastiğime bakınca üzeri dikenlerle kaplanmış.  Burada durunca lastiklerimin ikisi de hemen iniyor. Meğerse setin üzerinde pıtrak otları varmış, biz de görmeden pıtrak dikenlerini lastiklerimizle toplamışız. Bu kadar yol geldik sadece Çanakkale Gelibolu tarafında bir kez lastiğim patlamıştı. Böyle olacağını tahmin etmiştim. Keşan’da festival boyunca ormanların içinden onca toprak ve taşlı yollardan geçtim bir kez bile lastiğim patlamadı. Orada bir çok kişinin lastiği patlamış yama yaparken görüyordum. Uzun süredir lastiğimin patlamamasından endişe ederken dikenlerin intikamı korkunç olmuştu. Müzenin avlusunda bisikletlerin tekerleklerini tek tek söküp ilk önce dış lastiğimdeki bütün dikenleri teker teker çıkararak temizliyorum. Ardından yedek iç lastikleri takıyorum ve şişiriyorum. Bahçede temizlik kovasına su doldurup iç lastikleri kontrol edince her taraftan kaçak olduğunu görünce doğru çöpe. Diğer lastikte 5 tane delik var. Yamamadan çantama koyuyorum ne olur ne olmaz diye. Yine patlarsa artık 5 yama yapar kullanırım. Edirne’de bisikletçi bulup yedek iç lastik alırım diye düşünüyorum. Can ve Timukan da zırhlı lastik olduğundan lastiklerine dikenler bir şey yapamıyor. Ama ben ve Orhan’ın lastikleri içler acısı. Emrah zaten Sağlık müzesine gelmeden lastikleri gümletmiş. 8 tane yama yaptığını söyledi. Lastik patlakları zamanımızı epey aldığından sağlık müzesini gezemiyoruz. Çünkü saat 17:00 oldu ve müze kapandı. Yerde ön tekerleğim, iç lastik dışarıda. Lastik tamir kiti yere saçılmış durumda.

9-57

Müze yanında cami var. Mezarlar cami avlusunda görüyorum.

9-58

Lastik tamiri bittikten sonra Karaağaç mesire yerine gitmeye karar veriyoruz. Bu arada Selim Karagözler ve Emre Ata bizlere katılıyor. Hep beraber Karaağaç’a doğru pedallıyoruz. Meriç kıyısından taş köprüye varınca bir kaç resim çekiyoruz. Taş köprü, kemerleri ve yansıması Meriç nehrine vurmuş.

9-59

Taşköprü manzarasında bisikletlerimizle poz veriyoruz hep birlikte. Orhan Şentürk, Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Timukan Karaca, Ben ve Can Küçükler. Resmi Emre Ata çekiyor, kendisi biraz çekingendir. Ama gölgesini saklayamıyor.

9-60

Taşköprü gayet sağlam ve üzerinden arabalar da geçiyor.  Arabasız anını zar zor yakalıyorum.

9-61

Timukan ile beraber köprünün üstünde resim çekiliyorum.

9-62

Bir çok kare sütun üzerine kaide oturtulmuş balkon. Balkon beyaz mermerden yapılmış. Balkondan nehri seyredebiliyorsun. Balkonun içinde resim çekiliyorum.

9-64

Akşam güneşinin ışıkları kemerlerin üzerine vuruyor.

9-65

Yel Değirmen heykeli ama dönüyor. Güneş arka tarafta olduğu için ışıktan tam net çekemiyorum. Güneşi kanatların arkasında yakalamaya çalışıyorum.

9-66

Nihayet denk getirebiliyorum değirmenin kanadının birini güneşin önüne.

9-67

Güneşi arkaya alınca haliyle yel değirmeni tüm ayrıntılarıyla gözler önüne çıkıyor. Yalnız ortadaki dur tabelası manzarayı bozuyor. Değirmen yuvarlak bahçe içinde, yeşil çalı bitkileri ile süslenmiş.

9-68

Edirne Üniversitesine geliyoruz. Burası Üniversite arazisi ve tarihi yapılar onarılarak açık hava müzesi görünümüne getirmişler. İki katlı bina, giriş bölümünde iki kule yapılmış.

9-69

Burada Lozan antlaşması için bir anıt yapılmış.

9-70

Daha önce buralarda tren istasyonu, Postane gibi yapılar varmış. Kocaman bir buharlı lokomotif sergilenmek üzere buraya getirilmiş. İlk önce buharlı lokomotifi inceliyoruz hep birlikte. Sonra trenin etrafında resimler çekildik. Can ile birlikte tren önünde resim çekiliyoruz.

9-73

Elçek olarak Emre, ben, Emrah ve can çekiliyoruz.

9-74

Emre, ve Emrah ile lokomotifin önünde resim çekilirken Tümukan yere oturmuş telefon ile görüşme yapıyor. Orhan da trenin üstüne çıkmış.

9-75

Treni görünce içimizdeki çocuklar ortaya çıkıyor. Başlıyoruz lokomotifin üzerinde oynamaya. Çocukluk olmasa bu hayat çekilmezdi sanırım. Selim buhar kazanının yanında, Orhan tepesinde dolaşıyor.

9-77

Laz olunca Trabzon havaları başlıyor ve başlıyoruz horon tepmeye, hem de lokomotifin üzerinde. Emrah ve Orhan Laz.

9-79

Tarihi Edirne tren istasyonu. Bir zamanlar burası tren istasyonuymuş. 44 yıl önce buradan geçmiş olabilirim, bilinmez.

9-80

Lozan antlaşması için buraya bir anıt dikmişler. Anıtın olduğu yere geldik

9-81

Çocukluğumuz hala devam ediyor. Anıtın yarı beline kadar çıkıyoruz, ardından aşağıya hooop kayıyoruz. Bu kadar büyük kaydırakta kaymamıştım doğrusu. Bayağı eğleniyoruz.

9-82

Hep beraber tepede elçek bir resim çekiliyoruz. Emre, Timukan, Selim, ben ve Orhan.

9-83

Üniversite içi tam bir açık hava müzesi. Her tarafta tarihi yapılar mevcut, ahşap bir bina restore edilerek insanlara görsel anlamda huzur veriyor. Birinci kat tuğladan, üzerinde çatı ile beraber iki kat tahtadan yapılmış. Üst katlarda balkon var.

9-84

Daha sonra kahve içmeye Meriç kıyısına doğru hep birlikte pedal çeviriyoruz. Edirne de yemyeşil ve burası cennet gibi. Her taraf ağaçlarla kaplanmış.

9-85

Meriç kıyısına Edirne kent ormanından giriyoruz.

9-87

Akşam üzeri, karşıda Meriç köprüsü, Meriç usul usul akıyor. Ben de ispirto ocağımı çıkarıp bu güzel ortamda kahve pişiriyorum. Piknik alanını birden kahve kokusu sarıyor. Cezvem 4 kişilik olunca iki kez pişirmek zorunda kalıyorum. Ama zevkle pişiriyorum. Kahve cezvesi ocakta pişerken Orhan ile çekiliyoruz bir poz nehir ile birlikte, Uzakta taş köprü görünüyor.

9-89-1

Fotoğrafçımız Emre bizi kahve içerken şöyle bir çekiyor piknik masasına sıralanmışız.

9-89

Gerçekten güzel bir manzarada keyfimiz yerine geliyor. Bu gün az yol yapmamıza rağmen patlak lastikler epey yordu. İnanılmaz bir gün yaşadık dostlarla birlikte. Ve hala devam ediyor. Meriç nehri ve ileride taş köprü.

9-90

Derken akşam karanlığı basıyor. Biz de Edirne’ye doğru pedallıyoruz. Karaağaç parkı çok geniş bir alana yayılmış, Edirne’den 5 km mesafede ve harika bir gezi, spor, piknik alanı. Ayrıca sakin dinlenme alanı, insan burada kendini gayet huzurlu hissediyor. Süslü aydınlatmalar mavi, sarı ve kırmızı renkte yanıyor gece karanlığında.

9-91

Edirne de ilk önce bisikletçiye gidiyoruz. Yedek iç lastik almam lazım. Beraberce bisiklet dükkanına gidiyoruz. Trakya bisiklet, Engin abi dükkanda bizi ağırlıyor. Ondan 28 jant iç lastik istiyorum 2 tane. Engin abi dükkanı ve depoyu alt üst ediyor. Ama bir tane bile bulamadı, onun için mecburen bisikletin birinden iç lastikleri söküp bana veriyor. Lastikleri yedeğe alıyorum neme lazım yolum uzun. Ardından Can Küçükler Gençlik ve spor il müdürlüğü tesislerine kalmaya gidiyor. Can ile İğneada’ya pedallayacağız, sabah 08:00 de buluşmak üzere sözleşiyorum. Timukan Karaca arkadaşının evine gidiyor. Ben de Orhan Şentürk ile daha önce haberleştiğim Emrah Tokdemir’in evine gidiyoruz. Ellerine sağlık çok leziz yemekler yapmış. Yemekleri iştahla yedikten sonra Selim Karagözler ve Emre Ata’nın evine gidiyoruz. Öğrenci evi, azıcık dağınık, ne yapalım olacak o kadar. Hep beraber sohbet ederek vakit geçirdikten sonra 9 gündür girmediğim internete girerek şöyle bir bakayım dedim. Amanın facebook dolmuş, mesajları sadece kontrol ederek hemen kapatıyorum. Telefonumdaki resimlerin hepsini USB flaş belleğe yedekliyorum, ne olur ne olmaz. İşim bitince yatıyoruz hep birlikte. Bu gün epey yorulduk, derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 73 kilometre civarı.

Resimlerin bir kısmı Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc