Etiket arşivi: gırgır

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 2. Gün

 

26 Nisan 2016 Salı

Tire – Beydağ

(Görme Engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır.)

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, 1 Metrelik setten dökülen Küçük menderes nehri. Kıyılarını ot bürümüş, solda sıra halinde zeytin ağaçları.

Güzel bir günün sabahında uyanıyorum, çadırda uyumanın alışkanlığı kapalı yerde uyumaya benzemiyor. Etrafta rüzgar sesi, dal çıtırtısı, kuş sesi olmadan daha derin uykuya dalmanın keyfiyle kalkıyorum. Diğer arkadaşlar da yavaş yavaş kalkıp uyanmaya başladı. Yerde yatan arkadaşlar.

Yeni bir güne başlamanın heyecanı ile hemen eşyalarımı toparlayıp kıytırığa yüklemeye başladım. Arkadaşların hepsi uyandı ve onlar da eşyalarını toparlayıp bisikletlere yüklemeye başladı. Çadır kurmayınca öyle pek dağılmadık. O yüzden daha çabuk toparlanıp hazır hale geldik. Sabah kahvaltısını yine ev sahibi olarak Birol Önal getirecek. Böyle ev sahibine can kurban. Erkenden kalkıp kahvaltılık malzemelerini getirdikten sonra spor salonunun mutfak bölümünde çayı demledik. Hep birlikte neşe içinde kahvaltımızı yaparak bir güzel karnımızı doyurduk. Sevgili arkadaşımız Birol Önal’a tekrar çok teşekkürler. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı.

Artık hazır sayılırız, bizleri ağırlayan Tire belediyesinin spor müdürünü beklemeye başladık. Beklerken de salonun güvenlik görevlisi ile dışarıdaki masada oturup çay içtik.

Muşamba kaplı masa yanında iki sandalyeye oturmuş olarak güvenlik görevlisi ile poz veriyorum. Resmin üst kısmında sarı çerçeveli 4 pencerenin altı görünüyor. Sabahın serinliğinden üzerimde deri ceket var.

Aysel aramızdan ayrılacağı için vedalaşıyoruz. Üç kadın, Sevil, Aysel ve Figen resim çekiliyorlar.

Salon dışında bisikletleri yola çıkarmaya hazırlıyoruz.

Sevgili bisikletçi arkadaşımız Tireli Birol Önal. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı. Kendisine tekrar teşekkür ederek beraber resim çekiliyoruz yan yana. Birol’un üzerinde mavi bir yelek, koyu vişne tişort giymiş. Boynunda yakın gözlüklerini asmış durumda. Bıyıklı, saçlarını arkaya taramış. Benim üzerimde vişne rengi özel baskılı Az Bilinen Antik Kentler Turu yazılı tişortum. Başımda yeşil renkli buf. Arkamızda yol, park ve ağaçlar. Daha arkada beşer katlı apartmanlar.

Şimdi de yanıma sevgili Huysuz ihtiyarı alıyorum. Şerif Kılavuz ile tanışmamız çok uzun olmasa da çok iyi dostluğum var. Geçen yıl kalbine pil takıldı ama bu turu yapacak gücü olmadığından aramızdan ayrılacak. Aslında bu tura katılmak için çok hevesliydi, Suyun kaynağına yolculuk turu fikri oluştuktan sonra hazırlık yapmıştı aylar boyunca. Ama kalbi bizimle olmasına rağmen pil de olsa dayanacak gücü yok. Ne kadar üzülsem de Huysuz ihtiyarın sağlığı daha önemli benim için. Başka Şerif Kılavuz yok. Bisikletini Birol arabası ile ileride İzmir’e getirecek. Kendisi bu gün dolmuşa binip evine gidecek.

Beraber resim çekiliyoruz, Huysuz ihtiyar şapkasını takmış başına. Üzerinde güneş gözlüğü siperliğin. Üzerine polar siyah bir ceket. Ceketin sol üst köşesinde Ay Yıldız bayrağı kondurulmuş. Saçları ve sakalı uzamış durumda. Gülerek poz veriyoruz kameraya.

Aramızdan ayrılması gereken biri daha var Aysel Ataş. Az Bilinen Antik Kentler Turunda beraberdik. Suyun kaynağına yolculuk turuna da bizlerle devam edecekti ama acilen gitmesi gerektiğinden İzmir’e dönecek. Kendisini yıllarca tanırım, bisiklet konusunda elinden geleni yapmakta. CAT yani Cuma Akşamı Bisikletçileri derneğinin yönetiminde aktif olarak yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye bisiklet federasyonunda tek bayan olarak yönetim kurulunda bizleri temsil ediyor. Aramızda olduğu için teşekkür ediyorum kendisine.

Başında siperli şapkası, üzerinde CAT İzmir pedallarımın altında forması ile beraber resim çekiliyoruz.

Tire belediyesinin spor müdürü ve spor hocaları gelince tanışıp sohbet ediyoruz. Turumuzun amacını kısaca anlatıp bizleri misafir ettikleri için teşekkürlerimizi bildiriyoruz. Sonrasında binanın giriş merdivenlerinde kimisi ayakta kimisi merdiven basamağına oturup poz veriyorlar bana. Ben de resimlerini çekiyorum. Toplam 21 kişi kadraja sığdırdım kıytırığın çubuklarındaki Türk bayrağımla beraber.

Spor salonundan ayrılıp Birol Önal’ın güvenli bir deposuna bisikletleri bırakıp kilitledik. Bu gün günlerden Salı ve Tire’nin pazarı bu gün kuruluyor. Daha önce pazarın kurulduğu güne denk gelmemiştim. Şansımıza turumuzun 2. gününe pazar denk geldi. Tire’nin Salı pazarını gezeceğiz. Tam pazara geldik Tire belediyesinin her sokak başında bulunan hoparlörlerden Ahilik nasihati okunmaya başladı.

Ahilik Nasihatı

“Harama bakma,

haram yeme, haram içme.

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol.

Yalan Söyleme.

Büyüklerden önce söze başlama.

Kimseyi kandırma.

Kanaatkar ol,

dünya malına tamah etme,

yanlış ölçme , eksik tartma.

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini ,

hiddetli iken yumuşak davranmasını bil.

Kendin muhtaç iken bile

başkalarına verecek kadar

cömert ol.”

İzmir esnaf ve sanatkarları odalar birliği armalı Ahilik Nasihati çerçeve yapılıp duvara asılmış.

Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi Evran’dır. Ahi Evran’ın Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğduğunu asıl adı Nasirud-din Ebül-hakayık Mahmut El Hoy dur. Eğitimini tamamlayıp 1205 yılında Kayseri’ye gelerek deri dükkanı açmış. Aldığı iyi ahlaklı eğitimini zanaatı ile birleştirerek kendisi gibi esnafları örgütleyerek sivil topluk kuruluşu olarak Ahi’lik teşkilatını kurmuştur. Ahilik geleneği günümüzde de devam etmektedir. Bunun örneklerinden birisi olan eski mesleklerden Keçeci dükkanına giriyoruz hep birlikte.

Dörder kanatlı kapılı, iki bölüm olarak yapılmış ahşap kapı. Üst tarafı sabit çerçeveli buzlu camlı bölme. Alt taraftaki kapılar düz camlı. Askılara asılmış renkli örnekleri ile keçeler.

Keçe yapım ustası yerde dizleri üzerinde önündeki keçeye renkli desenler vermeye çalışıyor. Çalışırken de bizlere keçe hakkında bilgi de veriyor bu arada. Bizler de etrafında oturmuş onu dinliyoruz. Dükkanın içinde mafsallı makine, kenarlarda raflar. Raflarda renk renk boyalı keçe demetleri. Makinenin önünde rulo yapılmış keçe halı. Desenleme işi bitmiş, işi bitmiş makine de dövülmeyi bekliyor.

Keçe Yapımı

Hayvansal liflerden, genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur. Türk el sanatlarının en eski tekniklerden biri olan tepme keçecilik Orta Asya’dan 11. yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından diğer sanatlarla birlikte Anadolu’ya gelerek, günümüze kadar ulaşmıştır.

Türkçe’de, keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin, geçme-geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir.

Tepme keçe veya fabrikasyon olarak üretimi yapılan keçe yapımında, koyun yünü dışında tavşan yünü, deve yünü, tiftik ve keçi kılı kullanılmaktadır.

Yünün elle veya makinelerle atılarak, genellikle doğal yün renginin (beyaz, siyah, kahverengi) zeminde kullanıldığı, desenlerin ise sentetik boyalarla renklendirilen keçeler ile oluşturulduğu görülmektedir. Desenlerde çoğunlukla geometrik bezemelerle birlikte figürlü, doğadan stilize motifler de kullanılmaktadır.

Anadolu’da ki atölyelerde yörelere özgü desen, renk, motiflerle bezenen desenli veya desensiz olarak üretilen bu ürünlerin geçmişte kullanım yerleri ise benzer üretimlerle; yaygı, yolluk, seccade, yastık, eğer örtüleri, çadır, ev eşyası yapıldığı gibi kepenek, yelek, çizme, çorap, patik vb. giyim eşyası da yapılmaktadır.

Keçe yapımında, hammaddenin yeterli olmasına rağmen yoğun emek ve zaman harcayarak ürünler yapılmaktadır. Geçmiş dönemlere göre, keçenin kullanıldığı alanların sınırlı olması sebebiyle, Anadolu’da ki üretim atölyelerinin azaldığı bilinmektedir. Keçe Yapım atölyeleri, Afyon, Şanlıurfa, Konya, Balıkesir, İzmir, Kars, Erzurum’da daha yoğun olmak üzere birkaç ilde az da olsa hala devam etmektedir.

Günümüzde, modern evlerimizin süsü olarak da kullanılan keçe yapımında; yün önce temizlenir, rengine göre toplanır, ditme işleminden sonra hallaç tarafından tel tel ayrılır. Gerekli renk ve motifler hazırlandıktan sonra kalıplama verilen keçede kökboyası kullanılır. Kalıba dökülen keçe düzgünce dürülür, bir uçtan bir uca keçelere sarılır ve 3-4 kişi tarafından 30-40 dakika tepilerek dövülür. “Ten ile yoğrulmuş yün hamuru” denilen keçe, sabahtan akşama kadar tamamlanmazsa kalitesi düşer.

Keçe; yünden imal edilen bir çeşit yaygıdır. Bu yaygıyı (Keçeyi) üreten ve işleyene de “Keçeci” denir. Yüzyıllardan bu yana devam etmekte olan keçe kültürü bir tür el sanatıdır.

Her ne kadar teknolojik gelişmeler sonucu daha hızlı ve pratik fabrikasyon keçe üretimi mevcut olsa da, değerli olan el yapımı keçelerdir. Keçeler, ülkemizde hala el emeği olarak işlenmekte ve sunulmaktadır.

Türk Kültürüne Hizmet Vakfında gerçekleştirdiğimiz eğitimlerde ise, doğal yün ve işlenmiş yün bir arada kullanılarak tasarımlar yapılmaktadır.

Şal, fular, şapka, çanta, pano, ev ayakkabısı, dekoratif çiçek, yelek vb. modellerde, özellikle geleneksel motifli örnekler ağırlıklı tercih edilmekte olup, ilerleyen derslerde ise serbest tasarımlı çalışmalar yapılmaktadır. Keçe yapımı; atölye ve ev ortamında yün, zeytinyağlı sabun gibi doğal malzemelerle rahat çalışılabilen bir teknik olduğundan, öğrenciler özgün tasarımlarını, edindikleri bilgi ve beceriyle, ipek, şifon, triko vb. malzemeleri de kullanarak yapabilmektedir.

http://tkhv.org.tr/sanat-atolyeleri/kece-yapimi/

Keçe halı yapımında yere ilk önce naylon bir hasır halı seriliyor. Onun üzerine keçe olacak yünler serilip hangi desen verilecekse ilave başka renkte yünler konuyor. İşlem bittikçe başka bir naylon hasır üzerine konup rulo halinde sıkıştırılarak toplanıyor.

Resimde bir tarafta turuncu renkli yün serilmiş. Üzerine sarmaşık desenli kıvrılan yapraklı siyah renkli desen yapılmış. Desenlerin yanına da pembe renkli gül desenleri tek tek yapılıp kondurulmuş. Yanında da yeşil renkli yünler, aynı desen ve pembe güller, ama gül dallarının rengi mavi. Altta naylon hasır, yanda ise rulo olarak sarılmış duruyor. Burası da bitti mi rulo dövülmeye hazır hale gelecek.

Keçe döğme makinesi. Yanları demir iki ayak üzerinde iki mafsallı dövücü uzun ve kalın dikdörtgen demir. Mafsalların alt kısmında yay, demirde ise ayarlama için kollar konuşmuş. Keçe rulosuna baskıyı ayarlayabiliyor usta. Sağ tarafta elektrik motoru, kayışlarla başka bir kasnağı, oradan da kayışlarla mafsal milinde ki kasnağa bağlı. Mafsal mili iki tane U biçiminde mafsal yapılmış. Mafsal mili dönme hareketini aşağı – yukarı hareketine çeviriyor. Ayakların altında ise yan yana iki yuvarlak destek odunu. Rulo haline gelmiş keçe uzunlamasına buraya konuluyor. Yukarıdan inen dövme demiri vurduktan sonra yukarı kalkarken keçe rulosunu da bir taraftan çeviriyor. Çevirme işini de yukarıdaki mafsal milinin diğer tarafındaki kasnakta bakla zincir ile aşağıya kadar giderek destek silindirlerini çeviriyor.

Keçeci keçe işini anlatırken ben atölyenin diğer bölümlerine gidip inceleme yapıyorum. İçeride aletler, makineler var. Bunları incelerken bir makinenin üzerine konulmuş bir kepenek duruyor.

Keçe dövücü makinenin ayarlı yaylı mafsal kolu yakından çekişmiş resmi.

Yeşil renkli yünler düzgün biçimde naylon hasır halıya yerleştiriliyor. Dikdörtgen biçiminde kalın şerit halinde. Araları başka renk yün konulacak.

Kepenek giymiş birinin arkadan görünümü. Kim olduğu belli değil. Başlığını da kafasına geçirmiş, sanki beyaz bir hayalet gibi.

Yüzünü dönünce kepeneğin içinde beni görüyorsunuz. Kepeneği giyince olduğundan büyük görünüyorum. Başımın alından aşağısı, yüzüm ve yanda uzun saçlarım beyaz keçe üzerine dökülmüş durumda. Sadece tişörtümün az kısmı ve ayaklarım görünüyor. Ön kısımda sekizer yapraklı baklava desenli çiçek yapılmış her iki tarafa da. Dördü yeşil, dördü pembe renkte. Yanlar ve üst kısımda kenarları boydan boya kısa çubuk desenle süslenmiş. Kepenek gerçekten çok sıcak tutuyor, içinde iyice ısındım. Çobanlar boşuna giymiyor kepenek demek ki. Kepenek kolsuz, dikişsiz tüm vücudu saran kalın bir giysi.

Yünleri birbirine ilk etapta kaynaşmasını sağlayan beş çubuklu vuraç. Elle yün desenleri koyduktan sonra hafifçe vurarak dağılmadan birbirine yapışması sağlanıyor.

Rulo haline gelmiş naylon hasır halı, üzerinde beş çubuklu vuraç. Solda ise bitmek üzere olan desenli yün serilmiş.

Bundan bir yıl önce Ferdimen ile Denizli – Salda – Antalya -Mersin turuna başladım. Ben yolda gördüğüm paraları hiç bir zaman durup ta almam. Daha önceki deneyimlerimden yerde bulup aldığım paradan daha fazlasını kaybediyordum her zaman. Ferdimen ile bisiklet sürerken yolda para gördük ikimiz. Ferdimen durup parayı alarak yanında taşıdığı kesenin içine koydu. Bana da yolda bulursan al bana ver, kesenin içe koyup biriktiriyorum. Bu biriken paralarla da köylerden geçerken çocukları sevindirmek için, şekerleme, çikolata, dondurma yada gazoz alıyorum. O zaman ben de yerde gördüğüm parayı alıp cebime koymadan Ferdimen’e veriyordum. Aklıma bir yıl önceki olan bu olay gelince keçecide gördüğüm keçeden yapılma küçük ve tam aradığım para çantasını görünce satın aldım. Ferdimen bana kazandırdığı güzel alışkanlığın karşılığı için ona da bir kese alıp hediye olarak verdim. Artık bisikletle gezerken yolda gördüğüm paraları alıp bu kesede biriktireceğim. Zamanı gelince çocukları sevindirmek gerek.

Kesede sol üstte mavi renkli bir çiçek deseni ve kocaman yanakları iyice sarkmış siyah pörtlek gözlü baykuş.

Keçe dükkanının duvarında eski karo plakalarından yapılmış geometri desenli iki tablo duruyordu. Her karo değişik desenlerden oluşmuş. Karolar yan yana dört sıra halinde dizilerek güzel desenli bir çalışma ortaya çıkmış. Canım yer taşları her zaman ilgimi çekmiştir. Desenleri inanılmaz güzellikte. 19. Yüz yılda yapılmaya başlanan yer karoları avlular, balkonlar, ev içleri ve mutfaklarda bu yer taşları kullanılıyordu. Şimdi yerlerini seramik fayanslar aldı ama bu desenleri hiç veremiyor. Herhalde mat renkli oluşlarından olsa gerek bu kadar güzeller.

Yanında yine yer karo taşları var onun da resmini çekiyorum. Yer taş karolarının tarihini merak edenlere aşağıda linkini veriyorum.

http://www.karosiman.com/karosiman-karo-cini-tarihi-yer-karolari-istanbul-haber/devami/

Her ne kadar tarım makineleri modernleşip gelişse de Küçük Menderes havzası ve dağ köylerinde hala yük hayvanları kullanılıyor. Düz ovada motor kullanılıyor ama dağda ve yamaçlarda pek kullanışlı değil. O yüzden at ve eşek hem ulaşım aracı hem de yük aracı olarak kullanılmakta. Tire büyük kasaba olduğu için Salı günleri kurulan pazara gelen köylü yetiştirdiği ürünleri üçe beşe sattıktan sonra yük hayvanlarının ihtiyacı olan malzemeleri bu dükkandan alıyor. Burası semer, eyer, koşum takımları, boyunluk, ip, zincir satılan Semerci dükkanı.

Üzeri sarmaşık kaplı dükkan kapısından içerisindeki rengarenk koşum takımları, semerler, süs eşyaları görünmekte.

Tire Salı pazarında her şey görmek olası, evlerin arasında sokaklar pazar yerine dönmüş durumda. Herkesin yeri belli, kendine ayrılan yere tezgahını kurarak ürünlerini satıyor.

Sokakta pazar yeri, solda saksıda çiçek satan bir tezgah. Üzerine sokak eninde yarı geçirgen branda güneşlik olarak kapatılmış. Sağda ceviz, yeşillik satan tezgahlar. Sokağın ilerisinde pazar şemsiyeleri açık durumda. Pazar tezgahlarını dolaşan insanlar.

Yıllara meydan okuyan zanaatkarlardan yaşlı bir amca. Nalın yapıyor oturduğu tezgah başında. Tezgahı da kocaman bir ağaç kütüğü. Elinde nalıncı keseri durmadan kendine yontuyor. Hani bir deyim vardır halk arasında “Nalıncı keseri gibi kendine yontmak.” İşte o nalıncı ve keseri hala çalışmakta. Hani bazıları bir şey alırken, paylaşırken hep kendine daha çok pay eder ya arsızca. İşte durum bundan ibaret. Yok olmaya yüz tutmuş zanaatlardan birisi nalıncılık. Yanında çalışan çırak yada kalfa olmaması yaşlı ustayı derin düşüncelere salmış durumda. Belki de nalıncılığın buralardaki son temsilcisi. Usta öldükten sonra dükkanda nalın yapacak kimse kalmayınca yok olacak nalıncılık.

İki kepenkli, sadece üstte ağaç camekan var. Kapıları olmayan nalıncı dükkanı. Duvarlarda raf gibi çıtalar çakılarak ürettiği nalınları çıtalara asmış duvar boyunca. Nalınlar rengarenk boyalarla süslenmiş. İhtiyar nalıncı önünde kütük tezgahında çalışmakta. Oturduğu minderli alçak bir divan, önlüğü önünde nalınlara işlem yapıyor. Dükkanın önünde de yere tezgah açmış köylü kadını şişede zeytin yağı ve leğenlerde siyah ve yeşil zeytin satmakta. Kadın plastik meyve kasasına oturmuş, üzerinde mat ve soluk renkli elbise. Başlığı ile saçlarını örtmüş. Sanki kamuflaj elbisesi giymiş asker gibi. Baştan aşağı aynı desende soluk renkler. Arazide göremeyiz bu durumda giyinmiş kadını.

Tire kent müzesine giriyoruz hep birlikte. Müzeyi gezmeye başladık. Kare desenli tüylü halı örneği. Ortada ve kenarlarda taş baskı resimler basılmış hayvan figürleri.

Başka bir tezgahta eski çeyiz sandığına katlanıp konulmuş renkli baş örtüleri. Hepsi de işlemeli. Kapağı açık olan sandığın kapağının iç kısmına renkli pabuçlar dizilmiş 5 çift. Üst kısmına da baş örtüleri konulmuş. Sağda boncuk kolye tezgahında renkli boncuk kolyeler.

Başka bir çeyiz sandığının kapağı açılmış hali. Sandığın içinde bilezikler, renkli kolyeler, takılar. Kapakta beyaz kumaşa işlemeli baş örtüleri. Beyaz bez ayakkabılar. Kırmızı renkli iplikle dikilmiş. Ayakkabı bağcıkları da kırmızı renkte.

Biri beyaz bir kumaş üstüne sarı çiçekli, diğeri kırmızı kumaşa siyah çiçekli taş baskı örnekleri.

Zamanın ölçeklerinden bir örnek, eski dikiş makinesi ve yeni bilgisayarlı dikiş makinesi. Eski dikiş makinesinin kendi tezgahı var. Altta ayaklık ile ileri geri yaparak büyük bir kasnağı çevirerek kayış ile üst taraftaki makinenin başını kayışla döndürerek makinenin çalışmasını sağlanıyor. Yeni dikiş makinesi elektrik motoru ile çalıştığından tezgaha gerek yok. İstediğin yere koyup sadece motora hareket vereceğin pedal var o kadar.

Kibrit kutusu koleksiyonu Nuri Filiz adlı meraklı koleksiyoncu yıllarca kibrit kutularını biriktirip camekanın içine özenle yerleştirmiş. Sonra da müzeye armağan etmiş.

Camekan içinde hepsi birbirine benzemeyen rengarenk ve değişik ölçülerde kibrit kutuları.

Cam raflarda minik arabaların sergilendiği oyuncak arabalar, gıcır gıcır, rengarenk arabalar.

Başka bir kibrit koleksiyonu. Burada daha çok kibrit kutusu var ve sandık biçiminde kapaklı. Kapağın iç kısmına da kibrit kutuları konularak cam ile kapatılarak koruma altına alınmış.

Eski ağaç vestiyer, tam ortada orta boy bir ayna. Elbise asmak için üstte ve yanlarda askılıklar. Üstte süslü kadın başlıkları asılmış. Yanlara da kadın çantaları. Bir ceket yanda en alta asılmış duruyor. Orta kısımda yuvarlak bir oklava gibi askılık. Buraya da bir şemsiye ve baston asılı durumda. Yerde ön kısımda dama masası, üzerinde iki değişik transistörlü radyo. Önünde de renkli kutular. Sol tarafta arkalıksız oturak, sağ tarafta sandalye. İkisi de oturacak yerleri hasır dokunmuş.

Ahşap iki kanatlı bir kapı. Üstleri Arapça harflerine benzer desenler oyulmuş. Alt kısımlar ise bir yandan bir yana yana, aşağı oyulu paralel iki çizgi şeklinde.

Camekan içinde uzun namlulu av tüfekleri.

Eski bir tahta sandığın iç kısmı oturulacak şekilde sünger kaplanmış, arkalık ta sandığın kapağı içi süngerli döşeme kaplanarak oturulacak bir nesne yapmışlar. Rengi yeşil. Müze olunca gezenler yorulup oturmaya başlayınca uyarı yazısı döşemenin üzerine yazılmış oturulmasın diye. Yazı bir kaç dilde yazılmış.

Abdestlik yazan bakır bir imbik alt tabağı ile birlikte.

Yanlarda değişik boyutlarda üç körüğü olan, alt kısmı dar, üste doğru genişleyen boru. Her körük için çevirme kolu. Kolu çevirdikçe borudan tiz ses çıkmakta. Bu eskiden itfaiye de kullanılan siren.

Kocaman cam damacana. 50 Litrelik olan bu damacana iki sapı olan sepetin içine konulmuş. Hem dış darbelerden hem de kolayca taşınabilsin diye Bu damacana yağ saklama kabı olarak hala kullanılmakta.

Üç kişilik oturma yeri, ince işçilik ağaç işleri ile yapılı. Oturma yerleri ve arkalıkları ince çubuklarla yapılmış zarif bir sanat eseri. Oturulmasın diye uyarı yazısı buraya da konulmuş.

Ortada bakır bir mangal üstü kapaklı. Yanlarda da mavi renkli şişeli iki nargile.

Silindir uzun döküm ve tuğlalı yeşil emaye odun sobası. Sanki hiç kullanılmamış gibi parlak emaye göz kamaştırıyor. Ön kısmında sobayı yapan firmanın markası var. Perla markası ayrıca döküm yazı plakası olarak konulmuş. Alta odun konma yeri ve küllük olarak iki kapağı var. Parlatılmış nikelaj ile kaplanmış. Sobanın altında kenarları işlemeli metal altlık, maşayı koymak için kenarda destek askı ve bir maşa.

Kaziroğlu (Cazir) Cami Alemi. Minarelerin tepesine takılan Alem koruma amaçlı sökülerek bakımı yapıldıktan sonra müzede sergileniyor. Alem’in tepesinde damla içinde bir servi ağacı konulmuş. Aşağı doğru boru biçiminde sap kısmına üç tane küre dizili. Küreler aşağı indikçe büyütülmüş.

Yeşil boyalı raptiye başlı çivilerle desen yapılmış çeyiz sandığı. Sandığın kapağı kapalı. Sadece birkaç ipek ve peştemal dışarıya doğru sarkıtılmış. Sandığın yanında da küçük, ayaklı döküm odun sobası duruyor.

Döküm odun sobası derinlemesine dikdörtgen biçiminde. Üstte kapağı, boru çıkış deliği var. Altta ise ateş kapağının altında balkon  çıkıntısı yapılmış. Kül ve ateş yere düşmesin diye. Dört ayağı 25 cm yerden sobayı havaya kaldırmış.

Camlı bölmede Kuran-ı Kerim kitabı rahlede ortasından açılmış durumda. Kuran görünüşe göre çok eski, rahle de öyle.

Dolap ve çekmece tutacakları koleksiyonu cam bölme içinde sergilenmiş. Yuvarlak seramik, ortası delik renkli koleksiyon yılların birikimi olsa gerek.

Tezgahı ile birlikte dikiş makinesi. Makinenin koruyucu kapağı da yanında duruyor.

Başka bir yerde terzi dükkanında dikiş makinesi ve ütüler sergilenmiş. Ütülerin kimisi elektrikli kimisi de kömürlü. Hazır durumda bir takım elbise de elbise askısında asılmış durumda.

Dikiş makineleri, ütüler, makara kutularında renkli makara ipleri ve terzi için gerekli olan alet edevat topluca sergilenmiş.

Ö. Rasin Tekeli’ye ait terzi diploması. Diploma 1956 yılında alınmış. Yanında da terziler için fiyat tarifesi. erkek terzisine ait olan tarifede 1. Sınıf malzeme ve işçilik : 300.00 Lira, 2. Sınıf için 275.00 Lira, 3. Sınıf için 250 Lira diye ayım yapılmış. Aralarında 25 şer Lira Fark var. Yani durumuna göre malzeme ve para değişiyor.

Ayakkabıcı tamir dükkanı. Ayakkabı dikiş makinesi, örs, ayakkabı kalıpları, bir kaç ayakkabı ve aletler.

Üstü yarım yuvarlak ahşap eski bir radyo, yanında da pikap. Bir de masa vantilatörü.

Solda 48 tuşlu bir Türkçe daktilo. Q harfi ile başlayan tuşların dizilişi bazı yerlerde standartlara uymadan yerleri değiştirilmiş. Yanında ise dış kısmı döküm olan mekanik kollu hesap makinesi. Üst kısmında 10 haneli rakam yeri. Altında aşağıya doğru her rakamın altında yarıklar. Yanlarında da rakamlar yazılı. Altta sol tarafta 8 haneli rakam kısmı, solda ise 13 haneli rakam kısmı. En solda da çevirme kolu. Sağda biri eski çevirmeli telefon diğere daha da eski model çevirmeli ama mikrofon ve ahizesi ayrı olan telefon sergilenmiş.

Aynalı komodin tezgahı üzerinde gaz lambaları, eski telefonlar ve masa saatleri.

Bakır üflemeli çalgılardan iki örnek; Korno ve Kornet. Alta da küçük bir davul.

Bakır üflemeli çalgılardan Trombon, hücum borusu trompet, saksafon ve adını bilemediğim trompet türü.

Trompet, içi mavi renkli kutusu ile. Yanında kutusu içinde klarnet çok eski görünüyor. Küçük ve büyük davul.

Küçük ve büyük akordiyon kutusu içinde.

Tire hatıra resmi çekilmeden olmaz deyip siyah bez üzerine Ş – S -R harfleri ters yazılmış yeşil TİRE HATIRASI yazısı yazılmış. Yazı sarı renkli, etrafı da kırmızı boya ile daire içine alınmış Yüksek bir tabureye oturarak poz veriyor Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen. Ayağında spor ayakkabı, koyu renkli kısa pantolon. Üstünde kırmızı renkli uzun kollu tişört, başında yeşil renkli buff.

Sonra ben oturuyorum tabureye. Ayağımda mavi renkli spor ayakkabısı, açık renkli kısa pantolon. üzerimde vişne renkli ABAK tişörtü. Yeşil renkli buff boynumda, uzun saçlarım omuzlarıma sarkmış durumda.

Camekanlı, içi aynalı komodin. Üst kısmında içinde ve dışında kahve fincanları konulmuş Daha geniş alt camekanlı bölmede de geniş kahve fincanları tabakları ile beraber. Altta da ortada üç çekmece, yanlarda iki kapalı bölme.

Kocaman bir bavul, yanlamasına dik olarak kapağı açık biçimde dört ayak üzerine oturtulmuş. İçine de ikişer raf konularak değişik bir vitrin meydana gelmiş. Raflarda küçük çanaklar, yağ kandilleri, bir oyuncak araba ve oyuncak tren konulmuş. Ortada yerde ise uzun sapı olan eski kırıntıları halı üzerinde temizleyen gırgır. Elektriğin pek az kullanıldığı 70’li yıllarda her evde vardı bu gırgırlardan.

Dokumacı dükkanı ve dokumacı tezgahı, ziyaretçilerin görebilmesi için tezgahta kumaş dokunmakta. Tezgahın başında da görevli kumaş dokuyor ara sıra.

Eski model gıcır gıcır siyah renkli bir araba. Tire belediyesinin 1940 yılında kullandığı makam arabası.

Dokuma tezgahı, dokunan kumaş ve dokunup  tezgahın tahtalarına asılmış kumaşlar. Tezgahta hem yatay hem de dikine iplikler var.

Tezgahı başında incik, boncuk, anahtarlık ve süs eşyaları yapan usta ince işçilik yaparken.

Kunduracı dükkanı, tezgahta erkek bir mankeni otururken bırakılmış. Tezgahın üzerinde el aletleri, tahta ayakkabı kalıpları ve bitmiş körüklü bir çizme. Duvara da asılmış bir çift körüklü çizme sergilenmiş.

Ayakkabı dikiş makinesi ve eski tip radyo duvarda rafta duruyor. Dikiş makinesi ayakla çalışıyor. Makinenin üzerinde bir kaç tane ayakkabı konulmuş.

Semerci dükkanının vitrini. Semer ve heybeler sergilenmiş.

Saz dan üretilen pazar çantası. Bir kadın oturup bağdaş kurmuş, önünde uzun saz demeti. Elinle hasır dokuma biçiminde çanta örüyor. Ön kısmında saplı örülmüş çantalar.

Kadın keten ip örüyor elleri ile. Bir direğe ucunu bağlamış uzunca ipi bükerek urgan haline dönüştürüyor. Yerde urgan kangalları.

Pazar çantası, sepet, sandalye oturacağı sazdan yapılmış sergileniyor. İp ören kadın işçi omuzunda keten demetini asmış büke büke keteni ipe dönüştürmekte.

Semerci dükkanı, yere yakın tezgahı önünde yer minderine bağdaş kurarak oturmuş manken. Tezgahın üzerinde el aletleri. Sağ ön kısımda bitmiş semer.

su1-2-085

Bir bisikletçi olarak çocukluğumuzda küçükken bindiğimiz üç tekerlekli bisikleti görünce seviniyorum. Bir an çocukluğuma dönüyorum. O yıllarda para değerliydi ve bisiklet fiyatları el yakıyordu. Sadece bayramlarda bisikletçilerin kiraladığı bisikletlere para karşılığı binebiliyorduk. Bayram harçlıklarını biriktirip bisiklet kiralamaya giderdim. 25 Kuruş ile 500 metre mesafeyi üç tur atarak sürüyordum. Resimdeki biraz büyükçe üç tekerlekli bir bisiklet vardı kiralayıcı da. İlk bindiğim bisikletin aynısıydı. O zamanlarda ne kadar seviniyordum bisiklete binerken. Çocukken de şimdi de bisiklete binmek arasında hiç bir fark yok. Çocukluğunu kaybetmedikten sonra.

Yan yana biri küçük biri büyük iki bisiklet. Arkada ise bebek sepeti.

Semerci, önündeki alçak masada aletleriyle semer yapan erkek manken.

Ağaç torna atölyesi ve ağaç tornaları. Burada ağaçları yuvarlak küre biçiminde ya da oklava biçiminde yapılıyor. Tezgahın bir tarafına kocaman taneleri olan bir tespih asılmış durumda. Tezgahta ve raflarda aletler, rendeler serpiştirilmiş.

Sıra geldi berber dükkanına. Yaşlı berber beyaz önlüğünü giyip taburesine oturmuş müşteri bekliyor. İki berber koltuğu, duvarda kocaman bir ayna. Koltukta havlu konulmuş. Duvarda askıya üç havlu asılmış durumda. Raflarda berber malzemeleri, camekanlı vitrin. Üstünde üç tane kolonya damacanası. İsteğe göre damacananın üstünde ölçekli cam tüpte kolonya satıyor. Sağda dikine yazan berber tabelası.

Hazır berber bulmuşken koltuğa oturup tıraş olmaya başladım. Kafamda yeşil buff, berber ayakta nasıl keseceğini hesaplamaya çalışıyor sakallarımı. Göğsüme havlu kondurulmuş. İkimizin yansıması aynaya vurmuş durumda.

Tıraş fırçasını tıraş sabunu ile köpürterek sakallarımı köpürtmeye başladı berber. Biri büyük sabit diğeri küçük çerçevedeki aynada yansımalarımız görünüyor.

Eline usturasını alıp sakallarımı düzeltmeye başladı dikkatlice.

su1-2-095

Tıraş faslı bittikten sonra müzeyi gezmeye devam. Camekan içinde çeşitli kişilere ait mühürler, yazı için divit, hokka örnekleri sergileniyor.

Kadın mankene giydirilmiş çarşaf pelerin ve eteklik. Lacivert renkli kumaş üzerinde sarı işlemeler ile desenler yapılı.

Mor kumaş üzerine altın renginde ipliklerle işlenmiş kaftan. Kadın manken üzerinde sergileniyor.

Hamam örneği, kurnalar mermerden, pirinç çeşmeler. Hamam tasları, ibrikler, peştamallar konulup sergilenmiş.

Hamamda kullanılan peştemal, hamam tası, işlemeli nalınlar ve sabun.

Bakır kazancı dükkanı, erkek manken kömürle çalışan ocakta ayakta duruyor. Bakır kazanlar, tepsiler, bakraçlar. Dik duran bakıra şekil vermek için örs. Çekiç ile bakır levha düğülerek kazan haline geliyor çekiç darbeleri ile.

Bir evin mutfağı, sofra başında bağdaş kurmuş kadın manken. Sofranın üzerinde hamur açmak için oklava. Bakır tabak ve kapağı tabağın yanında. Başka bir sofrada 5 bakır sahan kapakları kapalı, ortada bakır tencere. Her tabağın yanında kaşıklar konulmuş. Bakır tepsiler duvara dayalı durumda. Kocaman cam damacana yağ şişesi sepetinin içinde yan yatık duruyor. Pirinç dibek, kahve değirmeni tel dolabın üzerine konulmuş. Telli dolapta tencereler. Duvara asılı raflı tabaklık, raflarda tabaklar.

Lütfi Filiz saat tamircisinin dükkanı. Karşıda camekanlı dolapta çeşitli çalar masa saatleri. Ön kısımda üzeri camekanlı vitrin. İçinde saatçilikte kullanılan, pense, kargaburnun, tornavida, eğeler çekiçler dizili. Başka camekan vitrininde ise kol saatleri. Sağdaki duvardaki vitrinde raflarda kitap dizili bir kaç tane, saatçi malzemeleri, çalar saat.

Eczane dükkanı, ilaçlar camekan vitrinde cam raflara konulmuş. Duvarlarda da raflarda ilaçlar. Camekanlı bir tezgah, içinde tıp aletleri ve bir mikroskop. Mekanik kantar insanların kilolarını ölçmek için.

Camekan içinde taşın üzerine oturmuş erkek heykeli. Heykel komple bronzdan yapılmış. Ayrıca çok eskilerde aydınlatma aracı olarak kullanılan pişmiş topraktan yapılmış çeşitli yağ kandilleri.

Mermerden antik buluntular sergilenmiş. Latince yazılı tablet, mezar taşları ve taştan sandık kapaklı.

Tarihi vazolar ve çanaklar.

Ortası delik yuvarlak taşlı ip geçirilmiş kolyeler tarihi değer taşıyor.

Tire kent müze gezimiz bitiyor ve dışarıya çıkıyoruz. Müzede gördüğüm dükkanlar, eski, yok olmaya tutmuş meslekler, el aletleri ve eskiden kullandığımız eşyaların şimdi kullanılmaması içimi burktu. Sanki geçmişe yolculuk yapmış gibiyim. Müzeden dışarıya çıkıp insan kalabalığı, araç trafiği ve koşuşturmaca gerçek dünyaya geldiğimi anlıyorum. Geçmişin izleri hala sıcak içimde. O günleri yaşadım ve biliyorum. Eskilerden vaz geçmek o kadar kolay değil. Tire Salı pazarının kalabalığı arasından geçip bisikletleri bıraktığımız yere geldik. Sevgili  Birol Önal’a teşekkürlerimizi bildirip vedalaşıyoruz. Aysel Ataş ve Şerif Kılavuz da bizden ayrılıyor. Onlarla da vedalaştık. Artık tura devam etmek gerek diyerek yola çıkıyoruz. İlk hedefimiz İzmir’in en büyük ilçesi Ödemiş, sonrası ise En küçük ilçelerinden Beydağ.

Tire den çıktıktan sonra ilk mola yerimiz Gökçen köyü. Gökçen köyü Kurtuluş Savaşının kahraman efelerinden biri olarak şehit edildiği yere adını vermiştir. Köyün eski ismi Fata. 1891 yılında Ödemiş’in Ayasurt köyünde doğan Hüseyin gözleri sarı – yeşil olması nedeniyle onu ” Gökçen ” diye çağırırlardı. Hiç bir suça karışmadan akrabası Çakırcalı Mehmet efenin yanına katılarak dağa çıkmıştır. Çakırcalının ölmesinden sonra bir süre daha dağlarda efelik yapan Gökçen efe af edilerek dağdan inip Fata köyüne yerleşmiştir. Dağa çıkmadan önce zaten evliydi. 1. Dünya savaşından sonra yunan işgali başladıktan sonra Kuvayı Milliye kuvvetlerine katılarak Yunan ilerlemesini azaltmıştır. 16 Kasım 1919 da yunan askeri tarafından süngülenip şehit edildi. Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık için ailesinin yaşadığı ve şehit edildiği köye adının verilmiştir. Gökçen Efe, Halide Edip Adıvar’ın “Efe’nin Yemini” adlı öyküsünün de kahramanıdır. Gökçen Efe adına Ödemiş yöresinde türkü yakılarak yaşatılması sağlanmıştır.

Gökçen Efem iner gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir döğüşten

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağı’ndan gelir onun gür sesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem inip gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir cümbüşten
Gökçen Efem efelerin efesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağ’dan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi 

Ödemiş yöresine ait olan bu türkünün kaynak kişisi Avni Güler. Derleyen ve notaya alan da Mustafa Sarısözen dir.

Aşağıda Gökçen Efe’nin bronz heykeli köyün meydanında. Efe kıyafetleri giymiş, sağ elinde tüfeği. Kolları aşağıya sarkmış durumda. Geniş bir kaidenin üzerinde duruyor heykel.

Köyün kahvesinde oturup çay içerek dinleniyoruz. Yüklü bisikletlerimiz yolun kıyısında park halinde duruyor. Bizler de kahvenin masalarına oturmuş çay kahve soda içerek enerji topluyoruz.

Yol kıyısında kara dut bulunca dalıyoruz. dutların çoğu olgunlaşmamış, hala kırmızı renkte.

Biraz dinlenmek iyi geliyor ve yola çıkıyoruz Ödemiş’e doğru. Yakınlarda olan Küçük Menderes nehrine geldik. Nehrin suyu az ve çok kirli. Ayrıca kokusu da etrafa yayılıyor. Nehir değil de lağım kanalı gibi.

Akıp giden nehir kirli olsa da etrafı yeşillik ile kaplı. Nehir yatağında küçük bitkiler, daha kıyıda tek tük söğüt ağaçları.

Küçük Menderes ovasını bir baştan değer başa doğru boydan boya geçmeye başladık tarlaların arasından. Önümüzde küçük bir tepe var. Ferdimen ve Gürel yolda giderken.

Buralarda nehir çok az akmakta. Suyun büyük bir bölümünü Beydağ barajı tutuyor. Tüm havzanın tarım sulamasını kanallar sayesinde sağlanıyor. Burada daha sık bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Kıyılarda sazlar, nehrin yatağının dışında ise meyve ağaçları.

Havada bulutlar belirmeye başladı ve hızlı üzerimizden geçip gidiyor. Kıytırığın arkasındaki bayraklar rüzgarın şiddeti ile sağa doğru dalgalanmakta. Önümde bir kaç bisikletçi bisikletini sürüyor. Ferdimen beni arkadan çekiyor.

Derken sürülmüş tarlalardan dönerek aldığı tozu toprağı üzerimizden geçmeye başlayan küçük bir hortumun içinde kalıverdik birden bire. Bisiklet sürmek iyice zorlaştı. Ferdimen de bizim hortumun içinde kalmış halimizi çekiyor. Gürel bisikletin üzerinde rüzgara karşı direnirken etrafı toz bulutu kaplamış durumda.

Gürelin arkasından benim resmimi çekiyor Ferdimen. Rüzgar tüm şiddeti ile sol yanımdan eserken bisikletin dengesini tutmak gerçekten zor. Bayraklar rüzgarda neredeyse yere yapışacak kadar çubukları eğiyor.

Fırtına, hortum, toz, toprak üzerimizden geçip gittikten sonra İlkkurşun köyüne geliyoruz. Önden giden arkadaşlar kahveye oturmuş çay soda içerken biz de çayları ısmarladık. İki masa birleştirilmiş şekilde hepimiz oturduk. Şafak Omaç rota hakkında kısa bilgileri veriyor masa etrafında oturan arkadaşlara.

Çay soda molasının ardında Ödemiş’e doğru yola çıkıyoruz. Ödemiş büyük bir ilçe ve haliyle araç trafiği artıyor. Araçlar bizi pek zorlamasa da gürültüleri yetiyor. Küçük Menderes nehrinin kuzey tarafı daha çok güneş ışığı aldığından burada çiçekçilik ve fidancılık gelişmiş durumda. Ovanın bereketli milli toprağı tohumların gübre katmadan yetişmesi sağlanıyor.

Bahçede çiçek fidanları yetiştiriliyor. Sarı çiçekler ve kırmızı renkte çiçekler beşer sıra halinde binlerce dikilmiş küçük naylon torbalarda.

Ödemiş ilçesine varıyoruz. Kasabanın merkezindeki meydanda Efeler diyarına geldiğimizi belirtir Efe heykeli var. Efe kıyafeti giymiş, bir elinde mavzeri öylece gelenleri karşılıyor. Heykelin etrafı sarı ve kırmızı renkli çiçeklerle çevrelenmiş. Heykelin arkasındaki Caddenin kıyısında ikişer katlı evler sıralanmış.

Şafak bizi kentin merkezindeki parka götürüyor. Parkta sergilenen küçük keşif uçağı bir kaidenin üzerine oturtulmuş.

Park içinde bisikletleri park edip hep beraber resim çekiliyoruz. Resimde 14 kişi varız.

Parkta dinlenirken yerel gazetecilerin dikkatini çekmiş olmalıyız ki gelip bizimle söyleşi yaptılar. Sadece Cephe gazetesinde haberimiz çıktı. Nedense gazete, basın, yayın yada kendilerine medya diyenler baldır bacak olmadıktan sonra pek ilgilerini çekmiyor anlaşılan. Bizde baldır bacak var ama işlediğimi konu çevre ve insanların meydana getirdiği kirliliğe dikkat çekmek için verdiğimiz uğraş. Neyse biz konumuza dönelim. Aşağıda Cephe gazetesinin haberi var.

Başta kırmızı renkte büyük harfle yazılmış CEPHE, solunda meydanda gördüğümüz Efe’nin elinde mavzerli küçük resmi. sağ tarafta 27 Nisan 2016 Çarşamba/Sayı 7214. Sol tarafta Basında 65. Yıl

Haberde ; 25 – 29 Nisan tarihleri arasında “Suyun Kaynağına Yolculuk” grubu tarafında düzenlenen etkinlikte gönüllü üyeler, bisikleleriyle Küçükmenderes havzasındaki insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için sembolik toprağı suyun kaynağına götürecekler. Bu sene kurulan “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grup üyelerinde 20 gönüllü kişi bisikletleriyle insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için Pamucak’tan aldıkları sembolik toprağı suyun kaynağına kadar götürebilmek için Küçük Menderes Havzası’nı turluyor. İnsan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek (başlığı atılmış) Etkinliğin 2. gününde Ödemiş’e gelerek grubu  kurmanın temel amacının insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek olduklarını belirten grup kurucularından Şafak Omaç ve Urim Babacan “Küçükmenderes havzasında bulunan Küçükmenderes nehri Pamucak’ta denize dökülürken çok kirli dökülüyor. Bizim bu sene kurduğumuz “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grubumuzun temel amacı insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekme. Kısa zamanda grup olarak büyük kitleye sahip olduk 300 üzerinde faaliyete katılan ve 200 üzerinde destek veren arkadaşlarımız var.  Kirliliğe dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla arkadaşlarımızla birlikte bisikletlerimizle yola çıktık. Küçük Menderes Nehri’nin Pamucak’ta denize döküldüğü yerden deltadan aldığımız sembolik toprağı suyun kaynağına kadar gezerek götüreceğiz. Rotamıza Pamucak’tan başladık Orada Belevi’ye Tire – Gökçen – Ödemiş – Beydağ – Kiraz’a giderek Çatak Vadisi’ne giriş yapacağız. Burada sembolik toprağımızı temiz sulara bırakacağız. Toprağımızı pis sulardan alıp temiz sulara bırakarak hem dikkat çekmek hem de farkındalık yaratmak istiyoruz. Herkesin kulağına kar suyu kaçmış olmasını istiyoruz. Bu sene etkinliğimizi Küçük Menderes’ten başlayarak önümüzdeki senelerde bu etkinliğimizi Ege Bölgesi’nde bulunan tüm nehirlerde uygulamayı hedefliyoruz. Doğal erozyonun toprağın yenilenmesine, bitki örtüsünün yenilenmesine faydası vardır. Ama insan eliyle yapılan tahribat ve erozyon doğal dengeyi alt üst etmektedir. Bu bağlamda, insan eliyle tahribat aşamasında yapılan erozyona dikkat çekmek için; erozyonla mücadele etmeli, toprak kaybına son vermeli, nehirler temiz akmalı, erozyona karşı ağaç dikmeliyiz. İnsan eliyle doğal olmayan yollardan yapılan erozyona dikkat çekmek ve sesimizi duyurmak için nehirlerin denize aktığı yolculuğu bisikletlerimiz ile yapacağız ama kaynağa ulaşmak bazen hiç de kolay olmuyor. Belki de son aşamaları yürüyerek aşacağız. Ama önemli olan erozyona dikkat çekebilmek” dedi. Özlem YAMANTÜRK

Haberin altında da topluca çekilmiş 14 kişinin olduğu resim.

Gazete röportajından sonra öğle yemeği için dağıldık. Belli bir saatte parkta buluşacağız. Ödemişin köftesi meşhurdur ama merkezde ünlü bir yerde yemeyin. Kazık yeme olasılığı yüksektir. Hem de lezzetli değildir. Kıyıda köşede bir köftecide karnımızı doyuruyoruz. Buluşma saatine zaman var o yüzden bol bol çay içip dinlendik.

Atatürk asker kıyafeti giymiş, pelerinli olarak atın üstünde heykeli yüksekçe bir kaidenin üzerinde. Kaidenin ön ve yanlarında kabartma figürler var. Yan tarafta tekerlekli bir top sergilenmekte.

Mola bitiminde toplanıp harekete geçtik. Yolumuz yine ovada, bu kez kuzeyden güney doğu tarafına geçiş yapacağız. Küçük Menderes nehri tekrar karşımıza çıktı. Köprünün başında durup resmini çekiyorum. Nehrin yatağı taş duvar örülmüş yüksekçe.

Nehir yatağı küçük bir kanal olarak az miktarda su akıyor.

Tam köprünün üstünden aşağıya doğru akan kanal olmuş nehir yatağının resmini çekiyorum. Nehrin yatağında hiç ağaç yok ve yanları taşlarla duvar olarak yapılmış. Duvar üstünden tarlalar başlıyor.

Şeftali bahçesi koruluk gibi. Tarla ise düzgün sürülüp ark üstünde fidanlar yeni dikilmiş. Havada parçalı bulutlar pamuk yığını gibi.

Beydağ’a doğru yol alıyoruz. Solumuzda akan Beydağ çay yatağı. Küçük bir bentten dökülen sular yeşil bitki örtüsü ile karşıdaki dağların etkisi ile güzel bir manzara oluşturmuş. Karşı tarafta iğde ağaçları yeni çiçek açmış ortalık iğde çiçeği kokmakta.

Beydağ’a geldik bile. düz ova bitiminde kasaba yamaçta kurulu olduğu için tırmanışa hafiften başladık bile. Kasaba yolları, kaldırımları temiz ve kilitli taş parke döşeli. Evler iki ve üç katlı caddenin iki yanında sıralı.

Daha önceden konuştuğum eski bir bisikletçi bizi karşılayacaktı ama kendisi ile bir türlü iletişime geçemediğimden aramaktan vaz geçtim. Akşam yemeği için alış veriş yapıyoruz bakkaldan. Hava kararmadan yola çıktık. 2 Kilometre kadar eğimi fazla olan Beyköy’e tırmanmaya başladık. Dağların bereketi çeşmeleriyle kendini gösteriyor. Biz de bu bereketten sularımızı dolduruyoruz şişelerimizi. İki tane ayrı çeşme var karşımda, ikisi de gürül gürül akıyor. Soldaki çeşme kocaman bir kayanın ortasından borudan akıyor. Kayada herhangi bir yazı yok. Sağdaki çeşme ise dekor taş ile sarı – kırmızı renkte örülmüş. Üstünde mermer bir kaide konulup KOCABAŞ ÇEŞMESİ yazılmış.

Kısa mesafede 200 metrenin üzerinde bir tırmanış yaptık ama değdi doğrusu. Havası ve manzarası harika bir yerdeyiz. Bir de bir kaç asırlık kocaman çınar ağacı altı yemyeşil çimenler bulunmaz bir cennet. Güneş batmadan çadırları kurup yerleşiyoruz. Güneş batıya iyice devrildi, henüz batmadı ama çınarın yanındaki boşluktan parlak ışıklarını saçmaya devam ediyor. Işık hüzmeleri etrafa yayılarak çoğu yeri gölgede bırakmış.

Koca çınarın dibinde çadırımı kuruyorum. Çınar ağacı o kadar büyük ki kadraja girmesi için uzaklardan çekmem gerek. Köyün meraklı çocukları bisikletleri ile gelip bizleri  izliyorlar bisikletinden inmeden. Çadırı kurduğum yerin altı ıslak. Buralardan yerden su kaynıyor. O yüzden çadırımın altına brandayı serdiğim iyi oldu. Yoksa alttan ıslanmamak elde değil.

Çınarın yere yakın olan ilk dalına çıkıp poz veriyorum Ferdimen de beni çekiyor alttan.

Köyün delikanlılarından birisi resim çekilmek isteyince yanıma çağırıp resim çekiliyoruz yan yana. Çınarı gövdesi o kadar kalın ki yanımıza üç kişi daha sığar.

Güneş batarken bahar ayında aşk şarkılarını mükemmel melodiler çıkarak kulaklarımın pasını silen karatavuk kuşu gelip çınar ağacına tam da üstüme kondu. Sesi o kadar tatlı ki her şeyi bırakıp onu dinliyorum sadece. Sesine hayranlık duymamak elde değil.

Her kes kendi yemeğini kendisi yapıyor, biz de erzağımıza göre bol acılı menemen pişirip acıkmış olarak iştahla yiyoruz. Köyün muhtarı da bize yakıp ısınalım diye odun parçaları yolluyor traktörle. Kendisine teşekkür ederim. Yemekten sonra tutan yemek sıtması ve 400 metrenin üzerinde bir yerlerde olmamızdan dolayı gecenin serinliği de başladı. Ateşi yakıp etrafında toplandık ısınmak için. Üzerimizde polar, ceket gibi kalın giysiler giymemize rağmen hava karardıktan sonra serinlik iyice arttı. Ateşin yalımı yüzlerimize vurdukça ateş suyunun da etkisi ile iyice ısındık.

Odun bol olunca ateşe sürekli odun atarak ateşin açlığını doyurduk. Günün yorgunluğu köz olmuş ateşin başında geçip gitti bile. Ateşin yalımları hayallere dalıp hayallerimizi gerçekleştirmenin anını yaşatıyor. Güzel düşüncelerden yola çıkarak başladığımız bu Suyun Kaynağına Yolculuk ikinci günü de deride kaldı. Hiç bir kimseden bir şey beklemeksizin gönüllü olarak gönlümüzce yapıyoruz. İnsanoğlunun yaptığı çevre kirliliğine karşı sesimizi duyurmaya çalışıyoruz elden geldiğince. Elbet bizleri görüyorlar, dinliyorlar ve biliyorlar ki geleceğimiz tehdit altında. Belki de farkında değiller yaptıkları ama biz onların akıllarını başlarına bir nebzede olsa getirip düşünmelerini sağladık. Umarım bu daha da çoğalıp geleceğe temiz bir dünya bırakmamıza neden olur. Biraz çabalamak gerek, göstermeli, görmeli ve düşünmelerini sağlamalıyız. Yarınlar umut dolu olsun dileklerimizi ateşin başında dile getirmiş oluyoruz.

Yanan odunlar, kimisi köz olmuş. Yalımlar alev alev çıkıyor etrafı aydınlatarak.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateşin başında oturduk uykumuz gelesiye kadar. Uyku kapı arkasına gelmedi çünkü kapımız yok. Ama ateşin başına gelince ateşi söndürüp yattık çadırlarımıza tatlı düşlere, umutlu yarınlara.

Bu gün yaptığımız yolun toplamı 65 kilometre civarı.

Altta yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festival Sonrası

İskenderun Tatili

14 -15-16 Ekim 2015

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bahçede futbol oynadığım çocuklar ile elçek resim çekiliyorum. Arkamda beş çocuk var, birisi başımın üstünde kulak işareti yapmış eli ile.

Uzun zamandır hasret çektiğin sevenlerine kavuşmanın salgıladığı mutluluk hormonları tüm gövdeme yayılmış  olarak rahat ve huzurlu bir düşle uyudum. Bu sabah daha da erkenden uykumu almış olarak kalkıyorum. Ev halkı henüz uyanmamış. Kahve takımımı ve kitabımı alarak arka bahçeye bakan balkona çıktım. Kuşlar ve benden başka kimse yok ortalıklarda. İlk iş olarak kahvemi pişiriyorum, kahvem piştikten sonra kitabımı açarak okumaya başladım. Çocukluğumdan itibaren binlerce kitap okudum ta emekli olasıya kadar. İlk okulda sınıfımızda ki kitaplıktaki tüm kitapları bir çırpıda okumuştum. Çizgi roman kitapları, hikaye kitapları, mizah dergileri. Hele 70 li yıllarda Gırgır dergisi çıkardı. Karikatürist Oğuz Aral yönetiminde genç çizerlerden oluşan ekibin çizimleri ve her hafta oluşan politik olayları karikatürize ederek çizilmesi muhteşemdi.

En beğendiklerimden bir karikatür anlatımı şöyleydi ; Solcu gençlerden birisi elinde boya kovası ve boya fırçası ile yere slogan yazmaya başlamış. “Kahrolsun Fa” diye yazarken elini arkaya bağlamış ve copu ile toplum polisi arkasında beliriveriyor. Bunu gören genç, yazısını yazmaya devam ediyor ; “Kahrolsun Fasulyenin Pilav Üzerindeki Faşist Baskısı Ve Onun İşbirlikçisi aşçılar”

Bir diğeri de Karikatür dizisi ; Parkta insanlar köpeklerini tasması ile birlikte gezdiriyor. Her birinde bir köpek, köpekler de mutlu şekilde başlarını dikerek sahibinle geziniyor. Bunları seyreden cılız bir sokak köpeği, gözünde bir damla yaş, ağlamaklı olarak gezinen köpekleri seyrediyor. Sahibi olmadığı için üzgün. Bunları seyrederken kafasının üzerinde bir ampul parlıyor. Sokak köpeği kasaptan, ordan burdan kemikleri topluyor. Sonrasında şerit bezlerle sarıyor sarmalıyor kemikleri. Başlıyor yalamaya, yalıyor yalıyor yalıyor. Derken sevgiden olsa gerek yaladığı sargılı nesne mumya gibi canlanıp köpeğin sahibi olarak bir ipe bağlı şekilde başı dik diğer köpeklere nispet yapar gibi geziniyor diğer köpeklerin şaşkın bakışları arasında.

Her pazar sabahı kalkar kalkmaz doğruca gazeteciye giderek Gırgır dergisini alırdım. Sabah kahvaltısını dergi önünde açarak tüm karikatürleri, mizah yazılarını tek tek okurdum. En çok kitap okuduğum yerlerden birisi de işe gidip gelirken serviste geçen zamanlar. İş yerim uzakta olduğu için 2 saate yakın yol gidiyordum. Bir de dönüşü toplam 4 saat kitap okuma zamanım vardı.

Emekli olup bisiklet binmeye başladığımdan beri kitap okumayı bıraktım. Pek zaman ayıramıyordum kitap okumaya ama artık başlamalı diyerek okumaya çalışıyorum zamanım oldukça. Yeni girdiğimiz bilgi çağının ataları olarak “Kitapların şarjı hiç bir zaman bitmez” diyoruz.

Sabahın erken saatleri, masanın üzeri kareli kırmızı renkli muşamba ile örtülmüş. Okuduğum kalın kitap açık durumda. yanında pişirdiğim kahve fincanı dolu, içilmeye hazır. Kokusu da bahçeye yayılmış durumda. Masanın ucunda bir saksı, içinde fesleğen, ara sıra fesleğene dokunarak mis gibi fesleğen kokusunu koklamak gibisi yok. Beyaz boyalı balkon demirleri arasında yeşil çim bir alan. Kocaman okaliptüs ağaçları, Bir kaç portakal ağacı, ağaçta henüz olgunlaşmamış yeşil portakallar var. Güneş henüz kendini göstermedi daha.

Akşama kadar tembellik hakkımı kullanıyorum hiç bir iş yapmadan. Halamın oğlu erkenden işe gidiyor, yeğenimin büyüğü okula, küçük yeğen, halam ve yengem ile baş başa kalıyoruz. Sevgili halam ile sohbet ederek ve hasret gidererek günü değerlendiriyoruz. Bana soruyorlar ne yemeği yapalım diye. Ben de ne yaparsanız yapın ben yerim, özel bir şey istemem diyorum. Akşam üzeri, saat 5 civarı çocuklar okuldan geldiler ve gelir gelmez spor kıyafetlerini, tuttuğu takımın formalarını giyip bahçeye çıktılar. Yeğen de futbol topunu çıkardı ortaya. Ben de aralarına katılıp beşerli takımlara ayrıldık. Başladık çılgınlar gibi top oynamaya.

10 deli bir topun peşinde koşturuyoruz.

Bağrış çığrış top nereye biz oraya.

Müthiş bir enerji patlaması var çocuklarda. Bütün gün okulda ders yapıp zaman geçirdikten sonra geniş bahçede deli danalar gibi bir topun peşinden koşturmaktan geri kalmıyorlar. Enerjileri bitmek bilmiyor. Ben onlar kadar koşturamıyorum. Bazen bir iki çalım atıp gol atıyorum. Hep beraber gol sevincini kutluyoruz. Duruma göre de karşı takımın gol atmasına göz yumuyorum. Tüm çocuklar halinden mutlu, neşeli ve gol atmanın sevincini yaşıyor. Ben de sevinçlerine ortak oluyorum.

Karşı takım atak yapıyor, çalım yiyorum, beni geçiyorlar. Arada resimlerini çekiyorum çılgın çocukların.

Mutluluğun resmini çekiyorum ama resimler net değil. Çocukların hareketleri o kadar hızlı ki cep telefonumdaki kameranın sensörleri yetişemiyor.

Futbol topumuzun rengi mavi, biraz laciverte kaçıyor.

Çoğu kez arkalarından koşturamıyorum. Benim onlar kadar enerjim yok. Onları izlemek bile anlatılmaz bir duygu.

Kaleci ile karşı karşıya, vurdu ve kaleciyi ters köşeye yatırdı. “Beş dört biz galibiz” Diğeri “Hayır beş beş berabere” Derken tartışma başlıyor. Ben araya girerek durumu eşitliyorum “Beş beş berabereyiz şimdilik” diye ortamı yumuşatıyorum.

Ceza sahasında birini düşürüyorlar. Hakem penaltı diyor. Düşen çocuğu kontrol ediyorum herhangi bir şeyi var mı diye. Şükür ki yok, bazen oyun sertleşiyor. Çocukları zapt etmek kolay değil. Sarı lacivert formalı çocuk yerde ama mutluluk gülümsemesine yansımış.

Ve penaltı atılıyor, penaltıyı atan geriliyor geriliyor koşarak topun üzerine gelip topa bir vuruyor ve goooool.

Eşitlik bozuldu gol atmak gerek. Çalım atmayı çok seviyor çocuklar. İlla çalım atacak pas vermek yerine. Diğeri ellerini açarak “Pas ver pas ver” diye bağırıyor. Ayağında top olan ise illa çalım atıp geçecek. Arkadaşını duymuyor bile.

Fazla çalım atınca topu kaptırıyor ve arkadaşları kızıyor haklı olarak. Topu kapan o da çalım atmaya başlıyor ve pas vermeye niyeti yok.

Hava kararmadan maçı bitiriyoruz. Her anne baba çocuklarına “Akşam ezanı okunmadan eve gel” diye söyler ya öyle oluyor. Bizim takımı elçek ile resim çekiyorum. Arkamda beş gülümseyen çocuk ve biri başımın üzerinde kulak yapıyor. Bu şerefe bile erişebilmem bana sonsuz bir mutluluk veriyor. Sevince ortak olmak, hele çocuklarla müthiş bir bahtiyarlık olsa gerek. Çocuklar her zamankinden daha mutlular bu gün. Nedeni ise uzun saçlı bir adam kendileri ile top oynaması. Hep beraber çocukça koşturup gol atmak, gol sevinci yaşadılar bu akşam üzeri.

Anladığım kadarı ile her evde ya bir yada iki çocuk var. Her çocuğun babası demir çelik fabrikasında çalışıyor ve şef yada müdür pozisyonunda. Bunların hepsi çocukluklarını kaybetmiş. İşleri de yoğun olunca tamamen iş odaklı olarak yaşıyorlar. Babalar sadece işe odaklı olunca çocuklarınla oynama fırsatları yok. Hal böyle olunca çocuklar okuldan döndükten sonra kendi kafalarına göre futbol oynuyor. Hiç bir çocuk babası ile futbol oynayamıyor maalesef. Benim halamın oğlu da dahil. Sadece dünyanın parasını özel okullara vererek çocuk yetiştirdiklerini sanıyorlar. Bu durum büyüyünce belli olacak. Ben aralarına girince daha neşeli oynadılar ve sevinçleri yüzlerine gülümseme olarak yansıdı.

Resimde beş çocuk, renkli formaları ile gülümsüyoruz kameraya. Birisi de başımın arkasından kulak işareti yapmış eliyle. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bu kez yengeme rica ediyorum bizi çeksin diye. O da ricamı kırmıyor ve çocuklarla beraber resim çekiliyoruz.

Çocuklar mutlu, ben onlardan daha mutlu olarak uyuyorum. Mutlu uyumanın verdiği enerji ile sabah erkenden kalkıyorum. Kitabım, kahvem ve bir bardak suyum masanın üzerinde. Fesleğen saksısı, dip tarafta da bisikletim KUZ sakince duruyor.

Bu gün yeğenimin okuduğu özel koleje gidiyoruz. Veli toplantısı var okulda. Yengem veli toplantısı için öğretmenin yanına girince okulun koridorunda camekan raflarda sergilenen madenler, kristaller, böcekler sergisini merakla bakıp hepsinin resmini çekiyorum baştan başa.

İlk olarak kule biçiminde beyaz mat renkli bir kristal. Yukarıya doğru inceliyor.

Solda içinde mermi çekirdeği gibi fosilleşmiş canlılar barındıran beyazımsı kayaç. İngiltere’nin Bivalvia bölgesinden 50 milyon yıllık fosil. Sanki mermi çekirdekleri gibi fosiller. Sağda ise gümüş renginde topaç biçiminde Hematit madeni. Güney Afrika dan.

Adamit madeni Meksika da bulunmuş.

Balıkesir ilinde bulunan madenler. Solda taşın bir bölümünde kar yağmış gibi beyaz kristaller olan Hemimorfit. Sağda ise siyahımsı kristal filizi Antimonit.

Madagaskar da bulunmuş Ammonit diye adlandırılan 135 milyon yaşında taşlaşmış salyangoz fosili. Salyangozun üç kısmından alt kısmına doğru helezonik genişleyen  gövdede bej renginde, iç kısımdan arkaya doğru dalgalı siyah şerit olarak görünüyor.

Bolu da bulunmuş 45 – 55 milyon yıllık taşlanmış ağaç fosili. Yanında da Madagaskar dan bir fosil. Taşlaşmış ağaçta yaş halkaları yok.

Aydın yöresinde bulunmuş Dumanlı kuvars. Beyaz kristallerin içinden köşeli, altıgen kesitli siyah renkte kristal filizleri uzamış.

Yine Aydın ilimizde bulunmuş yüzeyleri düz, yedi yüzeyi olan şeffaf kristal biçiminde.

Kongo dan getirilmiş Malakit madeni. Yeşil renginde biraz kristalimsi yapıda.

Taşın içinde fosilleşmiş ilkel bir canlıya ait izler. 500 milyon yaşlarında.

İki harika görümlü maden filizi. Soldaki Belçika dan Bizmut madeni.  Bizmut öyle bir yapıya sahip ki eski zaman tapınaklarına benziyor. Kademe kademe yükselen merdiven basamaklı, kıyılarda bina biçimli. Alt ön kısmında tapınak benzeri tek katlı bina. Basamaklar 90 derece köşeli yükseliyor. Diğeri ise Peru dan getirilmiş Pirit madeni. Gümüş yapısı ve rengi ile güneş ışınlarının dağılması biçiminde ortada merkezi, etrafa genişleyerek yayılan görünüm.

İzmir de bulunmuş Kalsid Jeod. Dış kısmı bej renginde taş görünümlü. Taşın içi ise belli bir kalınlıkta  beyaz Kalsit iç kısma yapışmış. Kalsit kristalleri beyaz kristalimsi. İç kısmında ise boşluk var.

Küçük ölçekte kehribar fosili. Bizlerin rahatça görebilmesi için önüne sabitlenmiş bir büyüteç konulmuş. Zaten büyüteç olmazsa içinde kalmış böceği görmek olanaksız. Milyon yıl önce çam reçinesinin içinde kalmış böcek şimdiye kadar bozulmadan olduğu gibi kalmış günümüze kadar. Çektiğim resimden böcek pek anlaşılmıyor.

Fas tan getirilmiş kalsit örneği. Sanki gökyüzünde pamuk bulutu gibi bembeyaz. Yada yeni yağmış karı toplamışsın da kartopu yapmadan önceki hali.

İspanya dan Fluorit kristali. Mor rengi ile insanı büyülüyor adeta.

Sütlü kahve karamela renginde kristal bir yapıda taşın içinde küp şeklinde küçük filizler.

Pirit, Peru

Başka bir kristal örneği. Bej renginde kayanın içinde turuncu renkli yaprak biçiminde filizler fışkırmış düzensiz olarak.

Bal renginde lokum gibi küp şeklinde yarı şeffaf kristaller.

Turuncu renkli, yaprak kristaller.

İki örnek, soldaki kaya içinde eflatun renkli ve dış kısmı gümüş renkli damarlar oluşmuş. Sağdaki örnek ise koyu mavi renkte kristal, orta göbekte öbekleşmiş yeşil kristaller. Renkler o kadar canlı ki seyretmeye doyum olmuyor.

Aşağıdaki resimde görünen nesneyi nasıl anlatmalı bilmem. Üçgen görünümünde bir yapı, setlerden oluşmuş çıkıntıları labirent biçiminde ama çıkar yolu yok. Setler düzgün bir şekilde değil, gelişi güzey birbirine bağlantılı. Asıl setlerin içindeki mini minnacık küçük odalar. Odalar arasında ince duvarlar sanki bir hücre yapısının bir bütününü oluşturmuş gibi. Benim tahminim deniz canlıların oluşturduğu doğal filitre gibi.

Deniz kabuğu fosili, kayanın içinde taşlaşmış. Yapısı boynuz ucu gibi üçgen. Geniş kısmından uca doğru açık renkten mor renge dönüşmüş.

Fosilleşmiş deniz canlısı. Deniz kurduna benziyor. Bir kısmı taşın içinde kalarak fosilleşmiş.

Tam şekilde bir balık iskeleti taşlaşarak fosil olmuş. Balığın ana omurgası, kılçıkları, yüzgeçleri ve avını yakalamak için ağzını kocaman açmış, gözleri yuvalarından fırlamış durumda. En ince ayrıntısına kadar görünüyor

Yuvarlak bir taş tam ortadan ikiye kesilmiş. İçinde ise harika bir şekil oluşmuş durumda. İçi boş bir güneş biçiminde, etrafına ışık saçar gibi.

Kayanın içinde kalmış salyangoz örnekleri.

Çıyanın önden görünümlü fosil. Diğer bir kayanın içinde kurbağa fosili. Üçüncü kayada ise böcek fosili görünmekte.

Mor renkte bir kristal ve 4 tane pembe renkli kristal filizleri. Kristaller kare prizma şeklinde

Kristal bir taşın üzerinde sanki bitki tohumları serpiştirilmiş.

Kahverengi bir kayaya tutunmuş iki farklı renkte kristal yapılar. Birisinin rengi koyu mavi, diğerinin rengi ise yeşil. Bunlar kristal yapıda kayaya yapışmış durumda.

Alt kısmı kirli pembe beyaz açık renkte kristal, ortası beyaz kristal ve üst kısmı pembe renkte şeker gibi kristallerden oluşmuş ilginç bir örnek.

Kayanın üzerinde kahverengi renkte kristal kaplı.

Açık mor renkte kristal bir taşın üzeri yeşil benekler. Diğer bej renkli taşta da aynı yeşil benekler. Sanki ekmeğin üstünde yeşil küf oluşmuş gibi.

Madenler ve kristal bölümü bitti, sıra kelebek ve böcek bölümüne. Soldaki iki kelebek siyah renk ağırlıklı birisinde mavi diğerinde kırmızı boya fırçası değmiş gibi renkli. Sağdaki iki kelebek ise sarı renkte sadece kanat uçları siyah. O da fazla değil. Kelebekler Peru da yakalanmış.

Üç kelebek üste olan siyah ağırlıklı iki kanatta beyaz benekler kondurulmuş. Peru da yakalanmış. Başka bir kelebek küçük karışık renkli, Orta Afrika Cumhuriyeti, diğer kelebek ise koyu lacivert, beyaz kalın bir çizgi çekilmiş. Bu da Peru da yakalanmış.

Peru da yakalanmış siyah ağırlıklı kanatlarında üç yeşil kalın çizik. Gövde kısmından kanatlarının ortasına kadar turuncu renkte, sonrası ise siyah. Orta Afrika dan. Bali de yakalanmış diğer kelebek ise siyah kanatlara bir kısmı turuncu uçlarına doğru koyu bordoyu andırır bir renk. Alt etek kısmı ise gölge beyaz.

Küçük bir kelebek Endonezya dolaylarında Lombok Adasında ta yakalanmış. Beyaz kanatları çifter, uçları siyah. Yine aynı bölgeden Sulawesi adasından başka bir kelebek. Koyu bordo renkli kanatları tam ortasında yukarıdan aşağıya doğru fırça ucu ile sarı boyanmış. Aynı renkte kanat uçları da daha küçük beneklerle bezenmiş.

İkisi Peru dan biri gövde tarafı sarı kanat uçlarına doğru siyah. İki renk oranı aynı. Ortadaki ise tamamen bordo, iki kanatta da turkuaz mavi sanki ressamın fırçası yatay olarak değdirilmiş. Soldaki üçüncü kelebek ise tam kelebek kanadı, iki parçadan oluşmuş. Siyah olan kelebeğin aydınlık tarafı alt kanadında iki turkuaz yeşil renk kondurulmuş. Bu kelebek batı Jawa da yakalanmış.

Hindistan da yakalanmış bu kelebek beyaz zemine siyah noktalar ile mozaik görünümlü, üçgen kanatları alt dar kışından başlayıp kenarlara paralel giden beyaz bir renk. Çin de yakalanmış siyah bir kelebek sanki üzerine pelerin atmış, pelerin rüzgarda açılarak uçuşuyor. İki ayağını da açmış öylece duran bir adam gibi. Üçüncüsü ise batı Jawa dan gövdenin ortasından alt kısma ve kanadın ortasına kadar kare olarak çok açık sarı. Diğer taraf ise siyah renkte ve sarı benekler serpiştirilmiş.

Üstte siyaha yakın mor renkte kanatları olan kelebek var. Kanatlarına iki ayak basmış sanki, mavi renkte. Üst kanat uçlarına doğru mavi renkte benek kondurulmuş. Alttaki kelebeklerden soldaki daha küçük minyon tipli, siyah gövde tarafının bir kısmı sarı, kanatların diğer kısmı sarı beneklerle bezenmiş. Diğer kelebek ise yaprak damarları, aralarına ince beyaz bir tülbent kaplanmış.

Burada dört kelebek var. Birisi üstteki damarlı beyaz kelebeğin aynısı. Yanında sapsarı bir kelebek. Lekesiz, duru. Alttaki iki kelebeğin belirgin ortak özelliği kanat alt uçları birinde tek kuyruk uzantısı, diğerinde çift kuyruk. Gövde ve kanatların büyük kısmı beyaz, diğer taraflar siyah. Etek kısmı sanki dantel örülmüş gibi. Diğerinde ise siyah ağırlıklı beyaz benekleri olan bir kelebek.

Bu kelebeğin tarifi olanaksız gibi. İkişer üçgen şekilli, üst kanatların yukarı uçları yana doğru çıkıntı yapmış. Alt kanatta bir, üst kanatta biri büyük diğeri küçük iki delik gibi ama delik değil. Kanatların yukarıdan aşağı doğru diş kısmına sonradan bir parça eklenmiş gibi. Rengi de kahverenginin her tonu var. Biri büyük biri küçük aynı kelebekten iki tane.

Kenarları koyu siyah, orta kısmında boydan boya şerit biçiminde sarı renk. Sarı ile siyahın renk uyumu şahane. Yanında ipek beyazı bir kumaş gibi renkte kelebek. Gövdesi sarı kanatları kahverengi küçük kelebek kanatları yukarı doğru kapalı. Küçük kanatları siyah, dar bir şerit çok açık mavi yeşil karışımı. İki tane siyah kanatları üzerine beyaz beneklerle donanmış kelebek. Kanat alt etek kısmında boynuzlar çıkıntılık yapmış. Yanında yarım olarak görünen mavi renkli bir kelebek. Kanat uçları siyah füme renginde.. Mavi ile siyah uyumlu bir renk.

Yine siyah  renkli bir kelebeğin kanatlarına açık sarı renkli martının gölgesi düşmüş gibi. Diğer bir kelebek ise baş tarafı az aşağıya doğru mavi renge boyanmış. Kanat uçları açık siyah diğer taraflar ise yukarıdan aşağı koyu siyah bir gölge gibi. İnce siyah çizgilerle belirlenmiş sarı kanatlı küçük bir kelebek. Yanında ise kıyıları siyah ortası sarı renkli bir kelebek.

Siyah zemine serpiştirilmiş kanat uçlarında açık sarı benekler, gövdeye doğru daha geniş turuncu kadife renginde. Yanında siyah kanatlarında sarı renkli sadece çoğu batmış güneş gibi. Etek kısmında sarı benekler sıralanmış.

Gövde ve kanat uçları siyah, geri kalan kısmı mavi renkte. İki kanadın alt kısmında ise mahmuzlar sarkıyor. Sanki ayakları üzerinde duruyormuş gibi. Yanında gövde  ve kanatların bir kısmı siyah. Kanat uçları da öyle. Yukarıdan aşağıya doğru mavi deniz görünümlü. Kanat uçları beyaz benekler konulmuş bir kaç tane. Beyaz gövdede sanki nakış işlemişler gibi desenli. Desenler de doğal oluşmuş çizgiler ve küçük yuvarlaklar. Yanında ise çok küçük bir kelebek ve önemli bir rengi de yok.

Yukarılardaki resimde yarım görünen mavi kelebek tam olarak burada görünüyor. Yanında ise kanatların alt kısmında mahmuzları bayağı uzun kıyıları siyah ortaları sarı renkte. Altta ise Alt kısmı turuncu açık, yukarılara doğru rengi gittikçe koyulaşmış. Neredeyse siyah, iki sarı renk deseni konulmuş her iki kanada. Diğer bir kelebek ise mahmuzlu siyah yeşile çalan koyu bir rengin üzerine sanki mavi bir balığın gölgesi düşmüş gibi.

Kelebekler bölümü bitti, şimdiye kadar gördüğüm kelebekler Güney Amerika, daha çok Peru da. diğerleri ise Endonezya civarı adalardan toplanmış. Görünümleri ve renkleri birbirinden o kadar farklı ki sanki evrimi anlatıyor gibi.

Sıra geldi böcekler dünyasına.

Üst solda enine siyah ve beyaz çizgili küçük bir böcek. Sağında biraz daha büyük sarı siyah enine çizgili. ama antenleri kendine ayrılan çerçeveyi taşmış. Gövdesinin üç katı uzunluğunda. Altta solda alacalı siyak küt bir böcek. Sağdaki ise kanatlı saf, lekesiz gümüş renginde.

Sağ üst tarafta küçük kelebek kanatları gibi olan böcek kanatların uçları sarı, diğer tarafı kırmızı renkte. Soldaki ise siyah giyinmiş kanatları gövdesini kapatan şövalye kalkanı gibi. Alt sağda çift kanatlı birisi alacalı renkte diğeri beyaz uçları siyah ilginç bir böcek. Solunda kuru dal parçası gibi gövdesi olan kanatları ise oval şeffaf siyaha çalan kahverengi böcek.

Burada ise dört tane küçük böcek yer almakta.

En ilginç böceklerden birisi karşımda. Boyu neredeyse bir karış, sarı gövdeli, kuru saman görünümlü bir böcek. Gövdesine oranla kanatları güdük kalmış. büyük bir olasılıkla uçmayı unutmuş olmalı. Esas kanatları kapalı duruyor.

Başka ilginç bir böcek, kolları tüylü bacakları gövdeden üç kat uzunlukta. antenleri hiç sormayın. Gövdesinin altı katı boyunda aşağıdaki böceklere erişmiş. Gövde kollara, bacaklara ve antenlere göre küçük kalmış. Altında ise iki böcek, aynı türden olmalı. Üsttekinin kanatları kahverengi kafası ve antenleri krom renginde metal görünümde. Sanki robot böcek gibi. Rengine bakarak erkek böceğe benziyor çünkü alttaki böcek tamamen metal krom renginde. Bu da dişi olabilir.

Solda iki kara bok böceği. Sağda ise bir çekirge türü.

Bok böceğini yeşil renkte olanı. yanında ise  gövdesi küçük kolları öne doğru uzun ve güçlü görünümünde. Altta solda iki oval gövdeli böcek. Biri kırmızı diğeri siyah. İkisi de aynı tür biri erkek biri dişi olabilir. Erkekler her zaman daha parlak ve göz alıcı renktedir. Sağda ise iki yeşil küçük böcek.

Sol üstte kanatları şövalye kalkanı gibi kısa. Gümüşi kahverengi renginde. Sağında kanatları daha uzun siyah bir böcek. Alt solda küt gövdeli siyah parlak renkli, kanatları ise sütlü kahve renginde. Sağında ise çift kanatlı, alacalı renkte iki böcek.

Solda siyah bok böceği, sağında ise çift kanatlı iki böcek. Üstteki böceğin gövdesi siyah kanatları kavuniçi, uçları siyah renkte. Alttaki böcek gövde gümüş renginde kanatları alacalı açık tonda.

Solda siyah bir akrep, çok zehirli olmalı. Kıskaçları kalın küt. Sağda ise kocaman bir örümcek.

Sağda iki metalik yeşil renkte böcek. Solda ise metalik alacalı gümüş renginde iki böcek. Diğer böceklerden daha büyük. Böceklerin üstte olanlar daha iri erkek olabilir. Altındakiler daha küçük. Bunlar da dişi olabilir.

Üstte at sineğine benzer bir böcek, kanatları şeffaf. Ortadaki böcek gövdesi siyah, kanatları beyaz, koyu sarı ve kahverengi ile alacalı. Alttaki ise cırcır böceğine benzeyen bir böcek. Kanatları şeffaf.

Buradaki böcek ise kocaman, gövdesi şövalye kalkanı gibi. Siyahın üzerine mat sarı renkte çizgilerle çok ilginç karmaşık desenler. Arka iki ayağı normal, ön ayakları ise anormal büyüklükte. Gövdesinin üç katı uzunluğunda. Altta ise iki sarı siyah enine çizgili böcek. Yukarı da aynısı var ama nedense ayrı isimler yazılmış!

Biri kahverengi, antenleri uzun, diğeri küt siyah, bacakları kısa böcekler. Sağdakinin kolları kısa ama güçlü görüntüsü var.

Solda büyükçe kanatlı, kanatları alacalı kahverengi sarı renkte. Sağda iki böcek siyah renkte biri büyük biri küçük.

Özel okul olunca böyle değerli koleksiyon parçalarını sergilemek müşterileri cezbediyor ve okulda bilimsel eğitim verildiğini göstermeye çalışıyorlar. Aslında neler öğrettiklerini bilmiyorum ama okul gayet düzenli, korumalı ve temiz binaları olması iyi para harcandığını gösteriyor. Ne de olsa yağlı müşteriler iyi para ödedikleri kesin. Hem de çok iyi para. Okulda veli toplantısı bitti ve dışarıya çıkıyoruz. Parkta dolaşmaya başladık

Halam ve küçük torunu ile gezi parkında resim çekiliyoruz.

Gezi parkının içinde uzun boyunlu kaz görünümlü beton köşeli üç heykel. Gagaları üstte birbirine değmekte. Tam altında renkli bir Dünya küresi. Ortada büyük bayrak direği ve Türk bayrağı göndere çekilmiş durumda. Etrafında da 17 Türk devletini temsil eden bayrakları.

Aaa ne güzel parkın içinde bisiklet yolu yapılmış. Bunu gösterir yuvarlak bir tabelanın içinde bisiklet resmi. Bir bisikletçi olarak bunu görmem beni sevindirdi. Yaşasın artık her yerde bisiklet yolları yapılmakta, giderek çoğalıyoruz demek ki.

Bisiklet yolu asfalt döşenmiş, yeşil çimenler ve ağaçların arasında uzayıp gitmiş. Yalnız garip bir durum var! bisiklet park yerlerinde motorları park etmişler.

İskenderun körfezi, dağlar ve fabrikalar buradan görünüyor karşımda.

Sevgili halam ile masada bir resim çekiliyorum. Halam benim bir tanem, zaten Türkiye de kalan tek halam.

Hazır buraya kadar gelmişken künefe yemeden olmaz deyip yeni pişmiş sıcak künefe yiyoruz hep beraber. Garson bizi çekiyor.

Künefeyi yedik afiyetle. Parkı tekrar dolaşmaya başladık. Parkın içinde beton kanal yapılmış, su durgun, akmıyor. Binaların gölgesi suya yansımış durumda.

Parkın meydanında Atatürk heykeli ve yanında bir kaç kişinin heykel konulmuş. Yakınına gitmediğim için kimlerin olduğunu bilmiyorum. Heykellerin arkasında daha yüksek bir blok var. Bronz ama Türk bayrağı renklerinde boyanmış, bayrağın önünde de bir heykel kolunu kaldırmış durumda. Heykellerin iki yanında iki dev bayrak direği ve dev Türk bayrağı göndere çekilmiş. Rüzgar olmadığı için bayraklar dalgalanmıyor.

Henüz ana okuluna giden yeğenim ile elçek resim çekiliyorum. Sevimli kerata. Biraz hasta olduğu için bu gün okula gitmedi. Bizimle geziniyor.

Şehrin parklarından birinde servi ağacı aşağı kısmı silindir biçiminde, arası boş. Üstü ise daha küçük yarım yuvarlak biçiminde tıraşlanmış. Yeşil çimenler üzerinde yuvarlak küme çiçek, ortasında kırmızı mor bordo renginde yapraklı bitki ile süslenmiş.

İskenderun demir çelik fabrikasında müdür olarak çalışan kuzenim hepimizi sakin bir restorana götürüyor. Akşam yemeğini ailecek yiyoruz.

Ertesi gün kuzenim beni fabrikalara götürüyor. Yollar temiz, palmiye ağaçları sıralanmış yol kıyısında. Yeşil çimenler sürekli biçiliyor. Resimi arabanın içinden çekiyorum giderken. Yol düz, ufukta fabrika bacaları görünmeye başladı.

Fabrikalara iyice yaklaşınca gaz kokuları ve gürültüler gelmeye başladı.

Kuzenim ilk önce bürosuna götürüyor beni. Yapması gereken işleri, imzalaması gereken evrakları ve talimatlarını yardımcılarına verdikten sonra arabası ile kompleksin içinde olan fabrikaları gezdirmeye başlıyor. Kok fabrikası ve demir cevherini eritmek için geçen işlemleri anlatıyor. Fabrikalarda bir çok ünite var, her yer kömür tozu ve gürültü içinde. Kuzenim ulaştırma müdürü. Fabrikalarda kullanılan tüm tekerlekli araçlar ve trenler onun sorumluluğunda. Fabrikaların gezisi bittikten sonra beni fabrika sınırları içinde olan bir binaya götürdü. Bina iki katlı, dışı sıvalı, çatısı döküntülüydü. Kuzenim bu binanın geçmiş yıllarda gümrük binası olduğunu söyledi.

Kısaca tarihte gelişen olaylar şöyle olmuştur;

Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Hatay ( İskenderun Sancağı ) Fransa ile yapılan 1921 Ankara Antlaşmasıyla Türkiye sınırları dışında kalmıştı. Bölge Suriye ile birlikte Fransız mandası altına girmişti. Ancak Türkiye Hatay’daki Türklerin haklarının korunması ve bölgeye özerklik verilmesi ile ilgili bazı maddeleri antlaşmaya eklemişti. Ankara Antlaşmasına göre bölgede özerk bir yönetim kurulacaktı. Türk kültürünün gelişmesi için her türlü imkan oluşturulacak ve Türkçe resmi bir niteliğe sahip olacaktı.

1920’li yıllarda Hatay ve çevresinin yönetimini idari olarak Suriye’den ayırmaya başlayan Fransa’ya Suriye’den ciddi tepkiler geldi. Buna rağmen Fransa, Hatay ve çevresini Kuzey Suriye Hükümeti olarak Milletler Cemiyetinde tescil ettirdi. Böylece İskenderun Sancağının özerkliği uluslararası alanda kabul edilmiş oldu.

Fransa 1935 yılında Suriye ve Lübnan üzerindeki mandasını kaldırdı. 9 Kasım 1936’da Suriye ile bir antlaşma yapan Fransa İskenderun dahil bölgedeki tüm haklarını Suriye hükümetine devretti. Türkiye bu durumu tepkiyle karşılayarak, Ankara antlaşmasının ihlal edildiğini ifade etti ve bu devir antlaşmasını tanımadığını ilan etti. Fransa’ya diplomatik yoldan konunun çözülmesini önerdi. Fransa bu teklifi reddetti. Ancak kısa bir süre sonra görüşmeye açık olduğunu ifade ederek diplomatik kanalları açtı. Fransa’nın tavır değiştirmesinde Almanya ve İtalya’daki totaliter yönetimlerin Avrupa’yı tehdit etmesi önemli rol oynamıştır. Fransa Türkiye’nin dostluğunun İskenderun’dan önemli olduğunu anlamaya başlamıştır. Bu gelişmeler üzerine 9 Ekim 1936 tarihinde Türkiye Fransa’ya bir nota vererek İskenderun’un da Suriye ve Lübnan gibi bağımsız bir devlet olması gerektiğini bildirdi. Bu durum üzerine konu Milletler Cemiyetine götürüldü. Milletler cemiyetinde İskenderun ve Antakya iç işlerinde tam bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı özerk bir devlet olduğu kabul edildi.

Fransa Milletler Cemiyetinin bu kararının uygulamasını ağırdan alınca Türkiye Hatay sınırına asker yığarak kararlılığını gösterdi. Bu durum üzerine Fransa Hatay ile ilgili tavrını yumuşatarak Hatay’daki valisini çekerek yerine bir Türk vali atadı. Daha sonra iki ülke arasında anlaşma yapılarak Hatay’ın toprak bütünlüğü ve siyasi statüsünün ortaklaşa korunması kararlaştırıldı ve bu çerçevede 5 Temmuz 1938de Türk askeri Hataya girdi.

Ağustos 1938’de Türkiye ile Fransa’nın gözetimi altında Hatay Meclisi seçimleri yapıldı. 1938 Eylül’ünde ise Sancak Meclisi ilk toplantısını yaparak Hatay Cumhuriyetini ilan etti. Bu sırada Avrupa’da Nazi tehdidi artmaktaydı. Fransa Hatay’daki askerlerini çekerek bölgeyi Türkiye’ye bıraktı. Bu durum üzerine 23 Haziran 1939 tarihinde Hatay Meclisi oy birliği ile aldığı bir karar ile Türkiye’ye katıldı. Aynı gün Fransa ile bir antlaşma yapıldı. Fransa Hatay’ın Türkiye’ye bağlı olduğunu kabul etti.

Kaynak: http://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/118849/hatay-nasil-turkiyeye-katildi

O zamanlarda bu bina gümrük kapısı olarak kullanılıyordu.

2 Katlı gümrük binası, 4 pencere ve üst kata çıkan merdiven ve giriş kapısı. Öbür yan cephede üst ve alt katta dörder pencere. Bina terk edildiği için pencere ve kapılar yok. Çatısı kiremitli, saçakları dağılmak üzere. Önümüzde tren yolu geçiyor. Elektrikli tren kablosunu tutan beton direk, sarkan elektrik  telleri. Daha önde beton direk normal elektrik direği. Etrafı çalılar ve ağaçlar kaplamış durumda.

Akşam üzeri saat 17:00 civarı okul dönüşü. Servisler çocukları evlerine bıraktı ve her akşam futbol oynamak için formalarını giymeye başladılar. Evin arka kısmında bekliyorum çocukların gelmesini.

Çocukların okulda yarış atı gibi eğitim görmelerinden dolayı biriken enerjiyi ancak topu önüne katarak koşturunca atabiliyor. Dersler, kitaplar, kalem, silgi, öğretmen, kara tahta, ders başlangıç zili, verilen ödevler, alınan ders notları hepsi geride kalıyor. Hiç bir şey umurlarında değil, sadece topun peşinden çılgınca koşmak. Topa ayağı değmek bütün düşüncesi. Hele bir de gol atınca sevinçten havalara uçmaları yok mu. Dünyalar çocukların oluyor.

Abe şair,
bizim de bir çift sözümüz var
                                      «aşka dair.»
O meretten biz de çakarız
                                    biraz..

Deli çığlıklar atıp avaz avaz
      burnumun dibinden gelip geçti yaz
                               sarı
                                  tahta vagonları
                                       ter, tütün ve ot kokan
                                                           bir tren gibi.
Halbuki ben
      istiyordum ki gelsin o
          kırmızı bakır bakracında bana
                              sıcak süt getiren gibi…
Fakat neylersin,
          yaz böyle gelmedi,
                yaz böyle gelmiyor,
                     böyle gelmiyor, hay anasını… şey!..

EEEEEEEEEY…
     kızım, annem, karım, kardeşim
                                                  sen
                          başında güneşler esen
                              altın gözlü çocuk,
                                  altın gözlü çocuğum benim;
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
                                               getiremedim
                                                                 sana!
Ne haltedek,
      dostların karnı açtı
                           kıydık menekşe parasına!

Nazım Hikmet RAN

Çocuklarla top oynuyoruz.

Düşüyor, kalkıyor tekrar topun peşinde çılgınca koşmaya başlıyorlar. Hiç birisi halinden şikayetçi değil. Yere düşünce canları acımıyor, çünkü mutlular. Mutlu olmak için basit bir şey yapmak yeterli. O da topun peşinde koşturmak. Tüm çocukları kontrol ederek hepsinin gol atmasını sağlıyorum ve sevinçlerine hep birlikte bağırarak ortak oluyorum. Benim onlarla beraber top oynamam hoşlarına gitmişti ve fena alışmışlardı. Bakalım gidince ne yapacaklar bensiz. Özleyeceklerini biliyorum ama eve dönmem gerek. Çocukların hepsinin anne ve babası kendileriyle bu kadar ilgilendiklerini sanmıyorum. Hele böyle top oynamalarını hiç tahmin bile edemiyorum. Çocuklar çiçektir, onları büyütürken ilgilenmek ister, kırmak, üzmek olmaz. Çocuklarla oynamamak, onları dinlememek içlerinde derin travmalar bırakabilir farkında olmadan. Çocukluk dönemleri çabuk geçer ve farkında olmadan büyüdüklerini görürsünüz. Ama iş işten geçmiştir. Çocuk ruhunu kaybeder ve sürekli stres altında çalışıp sürüye katılır. Çocukluğunu kimse kaybetmemeli. Yoksa çabuk yaşlanırlar ve hayatta mutlu olmazlar. Oysa çocuklar en mutlu olanlardır ve bu ruhu kaybetmeyenler her zaman mutlu yaşarlar ömür boyu.

Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Üç taş, üç cam olmalıydı hayat.
En büyük kavgamız gazoz kapağından çıkmalıydı
ve en büyük acımız
öğretmenimizin başka şehre tayini olmalıydı.
Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Büyümeğe özenmeliydik büyümeden…
İnsan dediğin,
yürüdükçe yorulan, yoruldukça ağlayan bir taş değil mi?
Çözmesi zor değil.
Sen ansın, yaşanan zaman…

 Erhan Güleryüz

Akşam yemeğimi yedikten sonra yeğenim bisikletimi ve eşyalarımı araba ile otobüs yazıhanesine bıraktı. Biletimi önceden aldığım için rahatım. Otobüs geldi, bagajda kendime bir yer bularak bisikletimi yerleştiriyorum. Her zaman olduğu gibi Kamil Koç firmasından alıyorum biletimi. Şimdiye kadar hiç sorun çıkarmadılar bana ve bisikletime. Koltuğuma oturup yayılıyorum. 14 saat sürecek yolculuğum başladı. Yolculuğumun bir kısmı kitap okuyarak bir kısmı da uyuyarak geçti. 14 saat boyunca 2 kitap bitti bile. Özlemişim otobüs yolculuğunda kitap okumayı.

Biraz da kafamda oluşan kahve olayını düşünüp durdum yol boyunca. İsmi hazırdı zaten”Urim Baba’nın Kahvesi.” Kahveyi hangi gün yapacaktım. Bisikletçi arkadaşların çoğu çalıştığı için en uygun gün olarak Cumartesi de karar kıldım. Sıra geldi yer konusuna, eve yakın bir yer olmalıydı ve kısa sürede varmalıydım kahve yapacağım yere. Artık İzmir’e varayım yer konusunda keşif yaparım artık. Öyle bir yer olmalı ki çatısı olmasın, duvarlara da gerek yor. Doğanın içinde bir yer. Bu yeri koltukta uyurken düşlerimde gördüm. Hadi hayırlısı.

Ertesi gün İzmir’e vardım, bisikletimi bagajdan çıkarıp eşyalarımı da yükledikten sonra aheste aheste kordonun yeşil çimenlerine ulaştım. Alsancak vapur iskelesini 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlamaları için süslemişlerdi. Burada Atatürk ve Türk bayrakları altında bisikletim KUZ’u çekiyorum. Beni sürekli sorunsuz taşıyor. Ödülü hak etti sanırım.

Böylece bir yolculuğumun sonuna gelmiş oldum. Gezip gördüğüm yerleri sizlere anlatarak paylaşmak bana büyük bir mutluluk veriyor. Dilim sürçtüyse affola. İyi ki varsınız, sizleri seviyorum. Sonraki turlarımda görüşmek üzere güzelliklerle

Otogardan eve kadar yaptığım yol 17 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc