Aylık arşivler: Kasım 2019

İki Ada Bir Yarımada 7. Gün

29 Ağustos 2017 Salı

Kapıdağı Yarımada Turu – İzmir

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak: vurmada nabzı ruhun.

Yarasalar duyurmada bana
Kanatlarının ihtizazını.
Şimdi hep korkular benden yana
Bekliyor sular, açmış ağzını.

Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda dağılmayan sükûn.
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak vurmada nabzı ruhun.

Siyah ufukların arkasında
Seslerle çiçeklenmede bahar
Ve muhayyilemin havasında
En güzel zamanın renkleri var.

Ölmedim hâlâ.. yaşamaktayım.
Dinle bak: vurmada nabzı ruhun!
Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.

Ruhum ölüm rüzgarlarına eş,
Işık yok gecemde, gündüzümde.
Gözlerim görmüyor… lâkin güneş
O her zaman, her zaman yüzümde.

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Dalgaların sahile vuran sesi ile uyandım. Gece sıcaktı, çadırımdan yine deniz manzaralı uyanmak güzel. Kumlar her tarafta, çadırlar sitenin çardağının dibinde kurmuştuk. Önümde Cem’in bisikleti ve çadırı, kumsal ve dalgalı deniz.

Kalkar kalkmaz deniz donumu giyip denizin tadını çıkarıyorum. Deniz suyu da sıcaktı. Sabahın erken saatlerinde kimseler yok sahilde. Kumsalın bittiği yerde kayalık burun var denize uzantılı.

Kumsalda kahvaltı yapmıyoruz. Toparlanıp yakında olan Çayağzı köyüne doğru gitmeye başladık, kısa sürede köye vardık. Aslında çok yakın olan köye nedense varamamıştık ve arkadaşları ikna edememiştim. Köyün evleri ve küçük limanı görünüyor.

Kahvaltıyı burada yapacağız, köyün kahvesinde konuşlanıp kahvaltıyı hazırlamaya başladık. Kahvenin bahçesinde incir ve dut ağaçları var. Ağaçların gövdeleri böceklerden korumak için kireç vurulmuş. Olmuş incirlerden bir kaç tane koparıp kahvaltı öncesi yiyorum.

Kahvaltıyı yapıp toplanarak yola çıktık. Bu günkü hedef Erdek, Cem ve Yıldız Bandırma yol ayrımında düz devam edecekler. Ben Erdek tarafına giderek arabayı park ettiğim yerden alıp İzmir’e doğru gideceğim. Arkadaşlarla öyle anlaştık. Bulunduğumuz köyün adı Çayağzı. Burada devamlı akan bir çay denize kavuşuyor. O yüzden Çayağzı ismi konulmuş. Çay küçük te olsa bu ayda akması iyi. Su hayattır ve etrafa yaşam katıyor.

Çay akınca çeşmeler de akıyor. Yolcular için çeşme yapılmış ve yolcu olarak suyun tadına bakıp mataramı dolduruyorum çeşmeden. Çeşme bej renginde fayanslarla yapılmış. Arkasında çınar ağaçları.

Çayağzı’ndan itibaren deniz kıyısından ayrılıp karadan gitmeye başladık. Yol öyle yapılmış. Deniz kıyısından bir yere kadar yol var ve bitiyor. Haliyle karaya vurunca hafiften tırmanışlar da başladı. Havada bu gün de bulutlar parçalı olarak üzerimizden geçiyor.

Ağustos ayı olmasına rağmen şeftali ağacındaki şeftaliler henüz olgunlaşmamış yeşil renkte. Herhalde kış şeftalisi, bu mevsimde çoktan olgunlaşması gerek. Şeftaliler yeşil olunca yiyemiyorum. Ağacın dalları şeftali dolu durumda.

Tırmanış devam ediyor, durup hem soluklanıyorum hem de yolun resmini çekiyorum kartal tüyümle.

Çayağzı çayını besleyen küçük bir gölet görünce durup resmini çekiyorum. Gölet çayın ağzına bent yapılıp su toplanıyor havzada. Gölet uzunlamasına dar bir alanda. Buradan göletin başlangıcını görebiliyorum. Etraf çam ağaçları ile çevrelenmiş.

Su olunca su kuşları da kendine mesken ediniyor. İki tane turna kuşu görüyorum uzaktan. Umarım resimlerini çekebilirim.

Turna kuşları beni fark edince havalanıp uçmaya başladılar. Cep telefonumla hazır beklediğimden havada uçarken ikisini de yakalıyorum bir poz. Çektiğim resimde pek belirgin olmasa da cep telefonuyla iyi yakaladım. İkisi tam ortada üst üste uçuyorlar.

Çayın gölete kavuştu yerdeyim, yatağında su gelmeye devam ediyor. Dibinde yeşil çimenler çıkmış. Az yukarıda da tarla olarak sürülmüş bir yer görüyorum.

Sağdaki ağaç yığınları yola gölgelik yapıyor. Ben de en sağdan, gölgeden gidiyorum.

Yolcunun tatlı meyvesi burada da var. Böğürtlen, tam da mevsimi. Olgunlaşmış böğürtlenlerden bir avuç toplayıp yiyorum. Dünkü topladığımız böğürtlenler kabın içinde iyice dağıldıklarından reçel yapamamıştık. O kadar böğürtlen boşa gitti. Avucunda bir kaç böğürtlen resmini çekiyorum dikenli çalısı ile.

Yolda bir çeşme daha görünce duruyoruz, hava da iyice sıcakladı. Serinlemek gerek. Çeşmeyi büyük yapmışlar ve iki tane yalak var altında. Çeşme tarafı fayans döşeli, yalak ve üstü duvar örülü ve kireç badana yapılmış. Biz çeşmenin başındayken amcanın birisi eşek ile geliyor. İki tane plastik bidonla çeşmeden su alacak. Eşek ve çeşmenin yalağı ile birlikte çekiyorum. Yerde bir tane bidon yatık durumda. Arkada incir ağacı ve zeytin bahçesi.

Ağaçlar sık ve büyük. Aralarında iki tane ağaç kurumuş.

Amca sularını doldurup eşeğe yüklerken bisikletlerimiz ve çeşmeyi olduğu gibi uzaktan karenin içine alıyorum. Çeşmenin üzerini asma sardırılmış. Bakalım üzüm var mı?

Çeşmenin üzerine çıkıp yakından bakıyorum asmaya. Kimi salkımlar siyahlaşıp olgunlaşmış. Kimi salkımlar da yeşil koruk olarak yeni büyüyorlar. Asma yediveren galiba.

İri bir salkımı elimle tutup resmini çekiyorum. Üst taraftaki üzüm taneleri mor renkte, altta ise bir kaç yeşil tane var.

Üzüm salkımını koparıp çeşmede tozlarından arındırarak hep beraber yiyoruz tane tane üzümü. Tadı da nefisti. Başka bir köylü tarlasından topladığı otları atın semerine bağlamış. İki yanında da kocaman sepetler var. İçinde meyveler olmalı bahçesinden topladığı. Köylü geçerken meraklı gözlerle bize bakıyor. Üç tane bisikletçi, üçü de yüklü kendi atı gibi. O bize bakarken atı üzerinde bir poz çekiyorum.

Bu tarafları daha düz ve eğimi az olan yerler. Ayrıca sık sık çeşme de görüyorum. Dağdan gelen iyi bir su kaynağı var demek ki. Ayrıca buralarda bir çok tavuk çiftliği de var. Sık sık yem tankerleri gelip gidiyor yolda. Sonunda denizi uzaktan görüyorum yolun ucunda.

Bir evin bahçesinde gördüğüm beyaz renkte çiçek açmış bitkinin arasından bir kaç kırmızı gül kendini göstermiş.

Sonunda sahilde deniz ile kavuştuk. Sahil olunca yazlıkçıların evleri birleşip köy gibi olmuş. Bir çok tekne de kıyıya yakın yerde bağlı duruyor.

Bir çeşme daha, bu kayrak taşlarından yapılmış. Su akıyor ve biraz su içiyorum çeşmeden. Çeşme bakımından bereketli yerler buraları. Çeşme tamamen çınar ağacının gölgesi altında kalmış.

Yarımadanın bu kesimi  daha sakin ve düz, o yüzden kıyıda boş yer yok gibi.

Marmara denizinin Bandırma tarafını görüyorum uzaklardan. Hava açık, sadece ince bir sıra bulut parçaları var ufuk çizgisinin üzerinde.

Yarımadanı Tatlısu köyüne geldik. Su bereketi hala devam ediyor. Adından da belli Tatlısu. Tabelanın resmin çekiyorum Tatlısu ve altında 50 Km hız sınırını belirtir trafik levhası.

Tatlısu köyünde de bir çok yazlık ve yazlıkçıların tekneleri denizde bağlı.

Aşağı yapıcı yerleşim yerinde mola veriyoruz. Burada çay içiyoruz deniz kıyısında üzerinde örtüsü olan masada. Tam karşıda da kimya fabrikası var manzara olarak. Cem kimya mühendisi ve bu fabrikada bir zamanlar çalışmış. Kimya fabrikası olur da çevreye zararı olmaz mı. Elbette olur ve insanlar pek farkında değil.

Sonunda yol kavşağına geldik, az sonra Cem ve Yıldız Edincik tarafına dönecekler. Edincik sol tarafta, ben düz Erdek tarafına gideceğim. Kavşağa gelmeden Cem ve Yıldız’ı arkalarından çekiyorum kavşak tabelası ile birlikte. Cem bana arabanın anahtarlarını veriyor ayrılmadan önce. Cem ve Yıldız ile vedalaşıp iyi turlar dileklerimi iletiyorum. İzmir’e kadar bisiklet sürerek gelecekler. Tabelada solda Edincik, düz olarak Erdek yazısı var.

Kapıdağı yarımadasını ana karaya bağlayan dar bir yerden geçiyorum. İki tarafın denizi aynı anda görünebiliyor. Burası deniz  seviyesinden 7 metre yükseklikte bir yer. İki denizin bu kadar dar bir yerde birleşmesi kış aylarında arabalara kar lastiği taktıracak kadar soğuk ve karlı geçtiğini belirtiyor. Karayolu tabelasında lastiklere zincir takmak için uyarı levhası takılmış.

Zeytin bahçesinin dibinde Marmara mermerinden bir çeşme yapılmış. Çeşmenin resmini çekiyorum.

Arkadaşlardan ayrıldıktan sonra Erdek tarafına tek başıma bisiklet sürmeye başladım. Önümdeki son yokuşu da tırmandıktan sonra Erdek ilçesine giriş yapıyorum. Tabelası da orta refüjde olunca bisikletim KUZ sol şeridin kaldırımına yakın park ediyorum. Erdek tabelası, nüfus : 34700 yazılmış. Bisikletim KUZ, turuncu çantalar. Çantanın üzerinde güneş paneli bataryayı doldurmaya devam ediyor. Orta refüj çim ekili.

Erdek merkeze geliyorum, Cumhuriyet meydanında bisikletim KUZ ve Atatürk heykeli ile meydanı çekiyorum bir poz. Direklerde 5 tane Türk bayrağı asılı.

Hiç zaman kaybetmeden arabayı park ettiğimiz yere geldim. Araba yerinde duruyordu, bu iyi. Otoparkın hemen yanındaki gölgelik çimenli yere oturup kahve takımlarımı çıkarıyorum. Tek kişilik cezvede kahvemi pişiriyorum. Kahvemi içerken hayallerimden birini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Kapıdağı yarımadası kıyılarını bisikletle dolaştım ve turun sonundayım. Bu turda telefonumla sürekli resimler çektim yol boyunca. Güneş panelinde bataryamı Güneş altında şarj ederek, geceleri de telefonumu bataryadan şarj ettim. Kahve cezvesi ocakta pişerken turu bitirmenin rahatlığı ile kendimi elçek ile çekiyorum yeşil çimenlerin üzerinde.

Kahvemi içtikten sonra arabanın yanına geldim. Bisikletimdeki çantaları arabanı içine attım. Gidondaki tüyleri de aldım yolda rüzgardan uçmasın diye. Bisiklet taşıyıcısını arabanın arkasına takıp bisikletimi bağladım sıkıca. Ardından yola çıktım ve bir kez kahvenin birinde mola verdim sadece. 5 Saat civarında bir yolculuktan sonra eve geldim. Bisikletimi ve çantaları arabadan eve taşıdım. Bisiklet taşıyıcısını arabanın içine yerleştirip eve girdim. Evdekilerle hoş geldin beş gittin muhabbetinden sonra sıcak bir duşun ardından akşam yemeğini yiyip yatıyorum balkonda.

Artık erken kalkmaya iyice alıştığımdan erkenden uyanıp balkondaki masamın başına oturdum. Bilgisayarı açıp cep telefonumdan çektiğim resimleri yükledim. Ayrıca harici hard diske de yedeğini kopyaladım. Bunu yaparken de kahvemi pişiriyorum bu arada. Kahve ocağım, cezve, içi kahve dolu fincan içilmeye hazır. Kuru dut taneleri ve bilgisayarım masada. Solda balkon dışında demir çubuğa bağlı Türk bayrağı aşağı sarkmış.

Sabahın erken saatleri olmasına karşın beyaz güvercinim de bana günaydın demeye gelmiş. Beyaz güvercin beni unutmamış bir haftalık yokluğumda. Sabah yemini yemek için tele kondu, yem atmamı bekliyor. Alttaki telde de çarşı güvercinleri ayrı duruyor. Hemen yemlerini atıyorum ve tur boyunca çektiğim resimleri tek tek bilgisayardan bakmaya başladım kahvemi içerken.

Bir tur yazısı daha bitiyor. Hayallerimden birisini yaptım. Kapıdağı yarımada turu. Bunu yaparken de iki adayı da dolaştım; Avşa adası ve Marmara adasını. Çok güzel anlarım oldu, hepsini an be an yaşadım, resim çektim ve hazine torbama bir çok hikaye koydum. Yaşadığım hikayelerin hepsini anlattım sizlere, umarım sıkılmamışsınızdır. Gezip göremeyenler için ve görmeyen kör arkadaşlarım için resimlerde elimden geldiği kadar betimleme yapmaya çalıştım. Dilim sürçtüyse affola der ya anlatıcılar ben de öyle diyorum. Yazmak gerçekten zor bir zanaat. İki yıl oldu ama zaman anca bulup yazabildim affola.

Başka turlardaki yazılarımda görüşme dileği ile yeni maceralara pedal çevirelim

Bu gün yaptığımız yol 33 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 6. Gün

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Kapıdağı Yarımada Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.

Yoksuldu, biliyorum
-Ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.

Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir.
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek…
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi.

O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkalandım durdum rüyalar içinde.

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Yüksekçe bir yerde, yere oturmuş, Marmara denizini izliyorum. Solda küçük bir ada ve biraz daha büyük ada var.

Güzel bir uyku olmasa da iyi uyudum sayılır. Rüzgarla beraber uçuşan kumların sesi ve dalgaların kıyıyı kucaklarken çıkan sesler sabaha kadar sürdü. Kaya biraz korusa da rüzgar bizi hissetmiş olmalı kıyıdan dönüp üzerimize esti tüm gece. İşin en tatlı yanı da çadırın fermuarını açınca direk denizi görmek. Bir süre denizi ve kıyıyı döğen dalgaların sesini dinliyorum. Çadırımın içinden deniz manzarası.

Her tarafım kumlu olarak eşyaları ve çadırı topluyorum. Kahvaltı yapmadan yola çıkmaya hazırız. Bisikletim KUZ ve dut ağacı ile birlikte resimlerini çekiyorum. Dutun bir dalı rüzgara dayanamamış yere yatık durumda öylece büyümüş.

Gecelediğimiz küçük koydan yola çıktık. Yukarıdan küçük koy ve açığında kayalık ada. Koy içeri doğru çay ağzına benzeyen kumluk bir yer.

Yola çıkınca çeşme görüyorum ama ne çeşmesi kalmış ne de su akıyor. O yüzden şişelerimi dolduramıyorum. Bisikletim KUZ ve akmayan çeşme. Arka bagajda gece telefonu şarj edip boşalttığım bataryayı güneş paneli ile doldurmaya başladım sabahtan. En son Avşa adasında prizden şarj yapmıştım. Ondan sonra hep güneş panelinden elektrik sağlıyorum. Güneş paneli 7.5 Wattlık, tüm gün bataryayı şarj etmeye yetiyor. Ayrıyeten göbek dinamo şarj için var ama çok sıkışırsam ve güneş olmazsa onu devreye sokarım yeri gelirse.

Kapıdağı yarımadası kıyıları o kadar girintili ve çıkıntılı ki sürekli S çiziyoruz. Girinti ve çıkıntılar, yukarıda ise kara bulutlar görünmeye başladı.

Biraz geniş sahili olan koya tepeden bakıyorum. Burası daha çok yazlıkçıların olduğu sahil yeri. Kumsalı ve denizi iyi görünüyor.

Burada durmayıp devam ediyoruz. Kahvaltı yapacak bir yer de yoktu. Koydan çıkarken solda arabanın çarptığı bir domuz ölüsü yatıyor. Henüz kokmaya başlamamış. Demek dün gece birisi çarptı domuza.

Bir koyu yukardan çekiyorum, burası geçtiğimiz yer.

Diğer tarafta gideceğimiz yerde aynı büyüklükte başka bir koy daha var. İki koy birbirine komşu. Sadece denize uzanmış yarımada iki koyu birbirinden ayırıyor. Burası Doğanlar köyü.

Bulutlar denizi kapatmaya başladı. Belki yağmur geliyor, hava tahminlerine de bakmıyorum. Yağarsa bereket yağar deyip karşımdaki yarımadayı izliyorum.

Bulutlar dağın tepesini örtmeye başladı. Dur bakalım neler olacak.

Çayıra bağlanmış at bana bakarken çekiyorum.

Doğanlar köyüne girdik. Sahilde bir bankta oturup kahvaltılıkları seriyoruz. Bakkaldan domates, salatalık ve yumurta alıp hazırlıyoruz. Yakında olan kahveden de çayları içeceğiz.

Yumurtaları kaynamaya koyduk, bu arada denizde bağlı olan küçük bir kayığın resmini çekiyorum. İnsanın burada yaşayası geliyor. Küçük bir ev, küçük bir bahçe. Denize yakın olmalı. Her gün küçük tekneye binip günlük kısmetini yakalamaya gideceksin. Balıkları biraz besleyip bir  tane tutarak o günkü kısmetinle karaya çıkacaksın. Yaşamdan fazla beklentin olmayacak, sade ve sakin.

Çınarların altında kalmış kahve ve masalar uzaktan çekiyorum komple.

Buranın serçeleri sakinliğe ve insanlara o kadar alışmışlar ki yanıma kadar yaklaşıyor. Ben de ekmek parçalarını serçenin yemesi için atıyorum az ileriye. Zeminin sağ tarafı Arnavut kaldırımı. Sol taraf beton dökülmüş.

Serçeyi dijital zom ile daha yakından çekiyorum. O da çekinmeden bana bakıp poz veriyor Arnavut kaldırım taşları üzerinde. Bana bir anlık poz verdikten sonra yerinde durmayıp zıp zıp zıplayıp yiyecek peşinde gidiyor.

Kahvaltıyı yapıp yola çıktık. Yol kıyısında olgunlaşmış böğürtlenleri görünce durup tadına bakmak gerek. Olgunlaşmış siyah taneler ye beni diyor. Ben de onları kırmayıp yemeğe başladım. Kahvaltıdan sonra tatlı meyve iyi gidiyor. Böğürtlenin dikenli dalları arasında henüz olmamış kırmızı renkte meyvelerin yanında siyah renkteki böğürtlenler tüm hayvanlara olduğu gibi bizlere de nasip oluyor.

Bir avuç kadar böğürtlen toplayıp cep telefonum ile bisikletim KUZ, yol ve deniz manzarada resmini çekiyorum. Böğürtlenler sol avucumun içinde.

Dağların başı dumanlı, bulutlar sürekli devinim içinde. Gelen bulut zirvedeki bulutlarla karşılaşıp dönüyor. Henüz üzerimize gelip yağmur damlalarını bırakmaya niyetleri yokmuş gibi.

Bisikletle gezmenin en güzel tarafı küçük te olsa çeşmeyi görebilmek. Araba ile görmek olanaksız. Az da olsa akıyor çeşme ve sularımı dolduruyorum. Etraf bitkilerle sarılmış durumda. Çeşmenin solunda birazı silinmiş bir yazı var. Sadece TÜRKÜM DİYENE kalmış. Her ne kadar üst taraftaki yazı silinse de Atatürk’ün ünlü sözü hep aklımızda “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”

Yol kıyıdan değil de içe doğru, karadan gidecek bir süre. O yüzden denizi ve Doğanlar köyünü yükseklerden çekiyorum bir poz.

Biraz arkada kaldığım için Cem ve Yıldız beni beklerken buluyorum. Biraz da yokuşun etkisi var. Sürekli içe doğru çıkıyoruz rampayı.

İyice denizden uzaktayız, tepelerin ardından denizi biraz görebiliyorum.

Ormancılar tepeleri paralel temizleyip ağaç dikmişler. Yamaç paralel teraslar olarak kademeli yapılmış. İleride büyük bir orman olacağa benziyor.

Bir süre karadan gidip tekrar denizin olduğu kıyı şeridine yaklaştık. Deniz olmadı mı pek güzel olmuyor. Orman iyi hoş ve yeşillik olsa da mavi rengin ortama kattığı güzellik inkar edilemez. Deniz kıyısı sürekli girintiler ile denize doğru uzamışlar.

Bazı yerler bakir ve henüz ulaşılmamış yerler. O yüzden temiz olarak kalmalı, sadece uzaktan izlemek yeterli olur sanırım.

Bir yerde duruyoruz. Burada böğürtlen tarlası var ve bolca toplamaya başladık olgunlaşmış böğürtlenleri. Topladıklarımızı bir kaba koyuyoruz, Yıldız reçel yapacakmış. Bisikletler park etmiş, Cem ve Yıldız çalılarda böğürtlen topluyor.

Biraz yüksekte güzel bir manzara bulunca durup manzaranın keyfini çıkarmak gerek. Elbette kahve içerek. Kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişirmeye başladım manzaraya karşı. Karşımda Marmara denizi ve Marmara adası. Solda iki tane kayalık ada manzaramın süsü. İnsan manzarayı izlerken derin hülyalara dalabilir. Bir sakıncası da yok, nasıl olsa yoldasın ve yolun uzun. Aynı zamanda her gördüğüm yeri ilk defa görüyorum ve anı yaşamaya çalışıyorum. Kafam engin Marmara denizi gibi dingin, sakin ve huzurlu. Kanatlarım olmasa da kendimi Marmara denizinin üzerinde uçuyormuş gibi hissediyorum. Harika bir an yaşıyorum kimine göre ulaşılmaz ama benim yakınımda ve içindeyim hayatın. Dünyalar sizin olsun, bana bir fincan kahve ve bu manzara yeter. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kahveler pişiyor ve arkadaşlara ikram ediyorum. Sol elimde kahve dolu fincan eşsiz manzarada denize karşı yudum yudum içiyorum Marmara denizini.

Yanımda şanslı olan Cem ve Yıldız da aynı manzarayı izleyerek kahvelerini yudumluyorlar ellerinde ki fincanlardan. Cep telefonumla elçek resim çekerek üçümüzü ölümsüzleştiriyorum bir anın içinde.

Manzara pek değişmese de küçük yarımadaların boyutu ve şekli değişiyor sürekli olarak.

Yüksek bir dağ ve dibinde harika bir koy görünüyor tepeden. Burası Turan köyü, bakalım nasıl bir yer.

Turan köyüne gelmeden önce toprak bir yoldan küçük bir kumsala inen yolu görüyorum. Acaba burada denize mi girsek. Yüksekte olduğumuzdan epey aşağı inmek ve tekrar çıkmak gerek. Köyün girişinde kumsalın başladığı yere dalgakıran yapılıp teknelere güvenli bir yer yapılmış.

Koy ve manzara güzel de çöp ve molozlar manzarayı bozuyor. İnsanlar kendi ürettiği her türlü pisliği yaşadığı yere değil de az dışarıya götürüp çevreyi kirletmesi kadar korkunç bir şey yok. İnsanlar gerçekten korkunç yaratıklar.

Çalıların, otların arasında saklı kalmış bir çeşme görüyorum. Suyu akmasa da çeşme görmenin mutluğu var.

Öğle sıcağında serinlemek için kumsalı güzel olan Turan köyünün sahiline giriyoruz. Burada denize gireceğiz. Deniz donumu giyip denize giriyorum. Su harika, Marmara denizinin turkuaz renkli denizindeyim. Yanımda taşıdığım su geçirmez kamerayı deneme fırsatım oldu. Denizin içinde çekim yapmak kolay değil. Anca kendimi bir poz yakalayabiliyorum. Uzamış sakalım ve su kabarcıkları etrafımda yukarıya doğru çıkarken bir an donduruyorum.

Bir süre zaman geçiriyoruz denizde, sonra çıkıp kurulanıyorum. Arkadaşlar duşu olan yerde denize girdiklerinden onları kumsaldan az içeride bir ağacın gölgesinde bekliyorum. Beklerken de kahve içiyorum. Onlar yanıma geldiğinde hazırdım yola çıkmaya. Deniz seviyesinden tekrar yukarılara çıkarak az önce denize girdiğim Turan köyünün denizini çekiyorum.

O koy bitiyor başka koy başlıyor. Sürekli olarak değişik yapıda koylar önümüze çıkıyor. Hepsi de birbirinden değişik ve ayrı güzellikte. Düzlük bir alanda çiftlik ve bahçesi var. Solda deniz kıyısında sıralı şemsiyeler burasını işletenler olduğunu gösteriyor.

Koyu geçip giderken arkadan sevimli koyu çekiyorum sahili ile beraber.

Küçük adalardan oluşmuş, sadece kayalıklı sıra halinde denizin az açığında. Açığa doğru kayalıkların üst kısmı denizin üzerinde az görünüyor. İlk başla üç tane kaya ada daha büyük boyutta.

Bakir koylardan birisi daha karşımda. Her koyda deniz seviyesine inip burunda zirvelere çıkıyoruz. Koy epey aşağılarda, yani yüksekteyim.

Daha geniş ve az düzlüğü olan yerlere yazlıkları konduruvermişler. Güzel koylardan birisi daha. Burası Orhanlı köyü.

Bazen o kadar çıkıyoruz ve sonra hızlıca aşağıya bırakıyoruz kendimizi. Yıldız önde, Cem arkada dönemeci dönerlerken.

Yakınlardan gelen tekneler demir atmış olta ile balık tutmaya çalışıyorlar. Uzaktan küçük karınca gibi görünüyor tekneler. Marmara denizinde kaybolmuşlar sanki.

Çöp attıkları yetmiyormuş gibi mutfak dolapları ve çekmecelerini de atmışlar çalıların arasına.

Güzel bir koy ama kıyı o kadar dik ve kayalık ki ne inilmesi ne de çıkılması olanaksız. Yani insan eli değmediği için bakir koylardan birisi.

Koylardan birisinin iç kısmı düzlük ve birisi burada tarlalar oluşturmuş ekip biçiyor.

Buraların bitki örtüsü de çok hoşuma gitti. Dönemecin olduğu yerde bol ve sık orman kıyısında bir ev yapıp burada yaşamak isterdim. Küçük bir dere yatağı da var. Suyu eksik olmaz buranın.

Düzlüğü olan koyu geçip az yukarıdan bakınca koyun muhteşem görünümü ortaya çıkıyor. Koyun uç tarafı yüksek kayalık sanki koyu koruma altına almış devlerden birisi oturmuş gibi. Belki de dev bir deniz canavarı yüz yıllık uykusuna yatmış uyuyor.

Yokuşları sürekli olarak inip çıkıyoruz. İşte onlardan birisi.

Harika bir bitki örtüsü ormanı oluşturmuş sık dalların arasından küçük bir aralık bulan güneş ışınları hüzmeler halinde yere ulaşmaya çalışıyor.

Kayaların üzerinde kalmış bağımsız yassı kaya parçası güneşlenen kertenkele gibi duruyor. Yanına yaklaşınca kaçacakmış gibi. Solda ağaçlar uzun ve gölgesi yolu kapatmış durumda.

Az yana yatmış dikilitaş gibi tek başına kaya parçası duruyor.

Yine güzel koylardan birisini geride bırakıyorum.

Yolda bisikletli bir grup ile karşılaşıyoruz. Bunlar İzmir’den tanıdıklar. 4 kişiler ve Erdek’ten başlamışlar bizim yaptığımızın tersini yapıyorlar. Yolda karşılaşmamız burada oluyor. Hoş beş sohbet ederek ayak üstü konuşuyoruz. Elçek ile hepimizi alacak şekilde elçek çekiyorum bir poz.

Kıyıdaki kayalıklar 45 derece yatık durumda yalçın kayalıklar olarak deniz dalgalarına karşı koyuyorlar binlerce yıldır. Kayalar o kadar sert ki henüz kumsal olmamış. Belki daha binlerce yıl daha denizin dalgaları kayaları döğmesi gerekiyor.

Terasların olduğu yamaçların altındaki yoldan gidiyoruz.

Denize girinti yapmış kayalığın ardında geniş bir koy olduğunu tahmin ettiğim bir yerleşim yeri görüyorum. Bakalım nasıl bir yermiş.

Burası Balpınar köyü, geniş bir sahili var. Köy karşı tarafta kurulmuş. Bu tarafta hiç bir şey yok, safi kumsal. Köyün tarlaları da geniş bir arazide ekilmiş duruyor.

Koy denize sıfır bir yolda dümdüz gidiyor. Solda deniz ve kumsal. Haliyle denizden gelen çöpler kumsalda duruyor öylece.

Köyde kahve var, burada çay molası vereceğiz.  Köyün sol tarafındaki kayalıklara tekneler karaya çekilmiş. Burada bakımları yapılıyor teknelerin.

Kahvede oturup atıştırmalık bir şeyler yiyip çay içiyoruz. Ortalıkta kimseler yok, kahvenin sandalyeleri ve banklarını bisikletlerimizle çekiyorum. Çekerken uzamış gölgem de yerde.

Çay molasında biraz dinlendik. İn çıklar yordu biraz. Tekrar yola çıktık ve bir çeşme yalağı ile birlikte karşıma çıktı. Solda yamaçta batan güneşin ışıkları ile çeşmenin resmini çekiyorum. Bu güneşin batışının birincisi.

Bazı koylar derinde ve ulaşılması olanaksız.

Yol yukarıda görünüyor ve ben aşağıdayım. Demek epey bir tırmanış var önümde.

Demin aşağıda çeşmenin başında güneşi batırmıştım. Yükseğe çıkınca güneş yeniden ortaya çıkıp tekrar batmaya başladı. Bu ikinci güneşin batışı. Koy güneşin arkadan ışık vermesi ile harika görünüyor.

Güneşten uzaklaştıkça tekrar doğmaya başladı ve batmaya niyeti yok sanki. Harika koy manzaraları, yarımadalar ve uzaklarda kalan Marmara adası.

O kadar yükseğe çıktık ki güneş te yükseldi bizle beraber. Oysa iki kez batmıştı. Manzara kıyı şeridinin girintileri süper.

Ve güneşi üçüncü kez batırıyorum bir gün içinde. Bu hayatımda ilk defa oluyor. Bir günde üç gün yaşamış gibiyim. Çünkü üç kez güneş batmıştı. Artık ilerlemenin zamanı, tırmanış bitti ve yolumuz şimdilik düz. Önde Cem ve Yıldız gidiyor.

Hava henüz kararmadı, bir çeşme daha görünce şişelerimi dolduruyorum ağzına kadar. Yakınlarda kamp atacağız ve su gerekli bize.

Aynasından düşmüş olan çeşmenin yazıtı üste konulmuş. Mermere yazılana göre; “Hanım Suyu Uzun ve Oğulları Hayratıdır Emin Uzun 1972” Çeşmeyi yaptırandan Allah razı olsun. Yolcunun yolda tek istediği sudur. Su olmazsa yolculuk yapılmaz.

Yine yükseklerdeyim ve aşağıda küçük bir koy görüyorum alaca karanlıkta. Bir araba deniz seviyesindeki yolda farlarını yakmış bana doğru gelmekte.

Yukarıdan alaca karanlıkta gördüğüm koya inince hava iyice karardı. Gece lambalarını yakıyorum ve tekrar çıkmaya başladım. Karanlıkta ilerlerken bir kedi sesi duyunca duruyorum. Kedi sürekli miyavlıyor ve aç olmalı ki peşimden gelmeye çalışıyor. Kedinin miyavlamalarına fazla dayanamayıp duruyorum. Yanımda taşıdığım ekmekten bir parça koparıp veriyorum. Hayvan çok aç olmalı ki kuru ekmeği iştahla yemeye başladı. Bir parça daha ekmekten koparıp önüne attım ve yapacak başka bir şeyim olmadığı için gecenin karanlığında ilerlemeye başladım. Yazlıkçılar böyle evcil hayvanları bırakıp gidiyorlar. Arkadaşlardan geride kaldım biraz kediye ekmek verirken. Aşağıda düzlükte beni bekliyorlardı. Burada kamp atalım dediler. Cep telefonumdan konumu ve haritayı açınca biraz daha 1.5 Kilometre sonra köy var. Orada kamp atalım deyince, çok yorulduk, pedal basacak halimiz yok deyip burada kamp atalım diye ısrar edince mecburen kabul ettim. Kumsala doğru gittik, kumlarda bisikletleri elde ittirdik ve uygun bir yerde durduk. Biraz canım sıkıldı bu duruma, köyde daha uygun ve çeşmesi olan bir yerde rahat ederdik. Ama Yıldız dileğimi kabul etmedi ve her tarafı kum olan yerde kamp atacağız. Benim söylendiğimi anlayan Yıldız hadi oraya gidelim deyince bu kez ben “Burada oyun oynamıyoruz, artık gitmenin anlamı kalmadı” diyerek kestirip attım. Çadırları kurup yerleştikten sonra akşam yemeğini yapmaya koyulduk. Karnımız doyduktan sonra zaten ilerlemiş saat olmasından dolayı çadırlara girip yatıyoruz. Bu gün fazla yol yapmadık ama koylarda sürekli inip çıkmaktan epey yorulduk. Hemen uyumuşum yorgunluktan.

Bu gün yaptığımız yol toplam 46 Kilometre.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc