Etiket arşivi: ceylan

Bahar Turu 5. Gün

27 Mart 2022 Pazar

Gölköy – Muğla – Ula – Akyaka

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Belki de Şair olacaktım

Kaleye çıkıp şiirlerimi fısıldayaçaktım tüm Prizren’e

Kimseyi ayırt etmeden, eşit olarak

Zengin ya da fakir hepsi duyacaktı şiirlerimi

Şar dağlarında gezinecektim orman patikalarında

Bir şarkı mırıldanarak

Ağustos 2015

 

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ çantaları yüklü, park etmiş durumda. Muğla – Fethiye kara yolunda sakar geçidindeyim. Tabelada; Sakar geçidi Rakım: 670 yazılmış.

IMG_20220327_163625

“Güne nasıl başlarsan öyle gidermiş” derler. Ben buna inanırım. O yüzden erken kalkmaya özen gösteririm. Gün ışığından ne kadar yararlanırsam o kadar enerjik ve iş bitirici olurum. Böylece daha çok zamanım olur. Zaman önemli, an’ı yaşamak için zamana gereksinim var. Zaman sürekli akıp gider hayatımızdan ve an’ları alıp götürür geri gelmemecesine. Bir daha o an’ı yakalayamazsın. İşte o an’lardan birisi de sabah kahvesi. Bunun tadına doyamıyorum. Nerde olursam olayım, ister çadırda, ister evde sabah kalkar kalkmaz ilk işim kahve pişirmek. Günün hiç bir saati sabah kahvesini içtiğim an gibi olmuyor. O an geldi çattı ve sabah kahvemi pişiriyorum. Ayhan henüz kalmamış, tek başıma içiyorum. Bu tura yalnız çıkmam biraz zor olsa da iyi ki çıkmışım ve ruhum dinlendiğini hissediyorum yavaş yavaş. Hani daha önceki tur yazılarımda yazmıştım ya “Ruhu beklemek gerek bazen” Ben de bekliyorum ruhumu ve geldiğini hissediyorum. Yalnız olmanın huzuru içindeyim.

Kahvemi içip fincanı ve cezveyi yıkadım. Bir süre cep telefonumdan sosyal medyaya bakmaya başladım ne var ne yok diye. İşin sevindirici yanı cep telefonundan kimsenin yaş gününü göremediğimden kutlamıyorum. Böylece kimsenin duvarına toslamıyorum. Sosyal medya kullanıcılarının bazıları nedense yaş gününü yazmış ama kimseye cevap vermemek için yaş gününde duvarını kapatıyor. Bir şey yazamıyorsun o gün. Sadece mesaj atman gerek yaş günü kutlamak için. Benim hoşuma gitmeyen bu durum karşısında çaresiz duvarına toslamış oluyorum. Mesaj atma huyum da yok. Böyle seyahat durumlarında kafam biraz rahatlıyor. Nedeni ise kapalı olan duvarlara toslamamış olmak. Ohh içim rahat, ne güzel. Bisiklet turlarında sosyal medyayı fazla kullanmıyorum. Zamanım da olmuyor. Sadece şöyle bir göz gezdiriyorum o kadar. Fazla bir şey de paylaşmıyorum. Sadece açtığım albüme bir yada iki tane resim atıyorum o gün çektiklerimden merak edip beni takip edenler için.

Ayhan Akın uyandı, salon ile mutfak bir. İkisini ayıran banko gibi bir masa. Burada yemek, kahvaltı yapılıyor. Ben mutfak düzenini bilmediğim için kahvaltıyı Ayhan uyandıktan sonraya bıraktım. Ayhan kahvaltıyı hazırlıyor, sanki köy kahvaltısı gibi serpme kahvaltı. Yok yok, bir kuş sütü eksik. Neyse ki kuşun sütü olmuyor. Yoksa kuşu nasıl tutup sağacaksın. Hem bir kuştan ne kadar süt sağabilirsin ki. Tanrı bunu düşünmüş olmalı ki kuşlara süt vermemiş. Bir tek uçan memeli yarasa var. Onu da kimse tutup sağmıyor bir damla süt için.

Zengin kahvaltı sofrasında neler yok ki? Kızarmış ekmek, çay, iki çeşit zeytin, iki çeşit peynir, sucuk, salam, yumurta, çoban salatası, tereyağı ve bal. Böyle zengin kahvaltıyı her yerde yiyemezsin. Sofraya Ayhan’ın kahkahası zenginlik katıyor. Ayhan beni cep telefonu ile kahvaltılıklarla birlikte çekiyor. Üzerimde uzun kollu sarı tişört, yelek ve başımda mavi buff var.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 16.50.42

Kahvaltıdan sonra kahve pişirip içiyoruz. Kahveyi bu kez Ayhan pişiriyor. Kahveyi evin arka bahçesinde, yeşillikler arasında sarı çiçeklerin yanında içiyoruz. Sarı çiçekleri yakından çekiyorum. Sabah güneşi altında kahveleri içtik. Ardından eve girip eşyalarımı ve kahve takımlarımı çantalara yükledim. Çantalar yola çıkmaya hazır.

IMG_20220327_105223

Ayhan madem geldin şöyle kısa bir tur yapalım deyip evden çıkıyoruz. Çantaları bisiklete yüklemeden boş olarak yakın olan sahile indik. Deniz çarşaf gibi, kumsalda Ayhan’ı bisikleti ile çekiyorum. Ayhan Üzerine dikkat çekici renk olan turuncu bir rüzgarlık giymiş. Küçük bir dere kendine kumsalda yol açmış denize akıyor. Siyah bir köpek kıyıda. Karşıdaki burunda yüksek bir tepe var.

DSCN3997

Denize kavuşan derenin ağzını, yay gibi kumsal ile denizin durgunluğunu çekiyorum. Denizin ve buraların en güzel zamanı. Sessiz, sakin, insan yok. Bu görüntü bana huzuru anlatıyor, sanki ruhum tazeleniyormuş gibi. Tıpkı derenin denize kavuşması gibi, sessiz ve sakin birleşmesi gibi.

“Nasıl anlatmalı bilmem

Suyun kaynağından çıkan

Küçük derenin denize kavuşmasını

Yolu kısa olsa da

Anlatacak çok şeyi olması gerek

Küçük çağlamalarla akıp giden hayatı

Nasıl da heyecanlı

Sabırsız

Ama doyasıya yaşamışlık

Hele denize kavuştuğu anı

Nasıl anlatmalı

Aşkı, sevdayı

Kavuşmayı

Nasıl anlatmalı bilmem!”

Urim Baba’CAN 12 Haziran 2022 Pazar

DSCN3998

Dereyi tam denize döküldüğü yerden geldiği yeri çekiyorum Yolu o kadar uzak değil gibi. Karşıdaki tepelerden geliyor olmalı. Dere her ne kadar küçük olsa da temiz ve berrak akıyor. Henüz insanlar tarafından kirletilmemiş.

DSCN3999

Derenin denize döküldüğü yerden biraz içerideki köprüden derenin deniz ile birleşmesini çekiyorum. Dere kumsala yakın yerde dipte yosunlarla kaplı. Saçaklı saç gibi uzamış yosunları akan su sürekli tarıyor. Bizi takip eden siyah köpek te suyun içinde oynuyor aklı sıra bize hava atacak. Ayhan denizin kıyısında poz vermiş bisikleti ile. Solda denize uzanan küçük bir iskele var.

DSCN4000

Bulunduğum yerden optik zoom ile Ayhan’ı yakınlaştırıp çekiyorum Turuncu rüzgarlık, yeşil bisikleti ile kollarını açmış bana poz veriyor tam deniz kıyısında.

DSCN4001

Siyah köpek akan derede sürekli oyun peşinde. Bir o yana, bir bu yana koşturup dereye girip oyun oynuyor. Köpeği tam derenin denize kavuştuğu yerde iken çekiyorum.

DSCN4003

Ve kimsenin olmadığı kumsalda hasretle denize kavuşan dereyi yakınlaştırıp çekiyorum. Hani derler ya “Su akar, yolunu bulur” diye. İşte yolunu bulup akan dere mutlu sona ulaştığı an. Dere küçük coşkuyla çağlayışı ve denizin dinginliği. Belki de küçük dere dinginliğe doğru sabırsızlığı bu yüzden.

DSCN4005

Ayhan ile yakında olduğunu söylediği cennet koyuna götürüyor beni. Bir küçük rampayı aşıp diğer koya ulaştık. Kıyıya iniyorum dikkatlice. Amacım bir kaç resim çekmek. Ayhan beni yukarıdan çekiyor. Başımda sarı kask var. Deniz kıyısındayım, kıyı kayalık.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 16.50.34

Koyun denize açılan yan kıyısı tamamen kayalık. Buraya hiç dalga vurmadığı için kaya parçaları kuma dönüşmemiş. Herhalde burası hiç bir zaman kumsala dönüşmeyecek gibi sert kayalıklar kendini gösteriyor.

DSCN4006

İnsanların “Cennet” kavramını anlayamıyorum. Herhalde cennete hiç gitmemişler. Ya da cenneti hayal edemiyorlar gitmedikleri halde. Buraya neden “Cennet koyu” dediklerini bir türlü anlayamadım. Benim hayal ettiğim cennete hiç benzemiyor. Sadece koyun dibinde biraz kumsal ve tepelerden kıyıya kadar kızıl çam ormanı olan bir yer. Ne çağlayanlar, ne söğüt ağaçları, ne kevser şarabı akan çeşmeler. Huriler ve gılmanlar da yok. Yanı burası cennete hiç benzemiyor. Buradan daha güzel yerler gördüm. Hiç birine cennet dediklerini de duymadım. İlginç.

DSCN4007

Hani burası cennet koyu ya, insanlar her gittiği yeri cehenneme çevirmede üstüne yok. Burası denize girilecek bir yer değil. Kıyı ve deniz tamamen kayalık. Kıyıda taşlarda oturulacak bir alan, ya da yer de yok. Koyun kumsalı küçük olduğu için gelenler sığmayınca her yerde piknik yapmışlar. Piknik yaptıktan sonra geride bıraktıkları çöpleri kimse toplamadığı için sözde cennet olan yeri cehenneme çevirmişler. Taşların arasında çöpler ve plastik şişeleri çekiyorum.

DSCN4008

Neyse geziyi fazla uzatmadan oradan ayrılıp eve geldik. Fazla zaman geçirmeden çantaları bagaja yerleştirdim. Yola çıkmaya hazırım. Ayhan ile vedalaşıyorum yola çıkmadan önce. Her şey için teşekkür ederim beni en güzel şekilde ağırladığı için. Buraya gelirken çektiğim işkenceye değdi doğrusu. Yola çıktım, ilk rampada bu kamyon trafiğinde nasıl gideceğim otogara kadar düşünceleri içinde aklıma Ayhan’ın bahsettiği araç aklıma geldi. Ayhan’ı aradım bana bir araç bulabilir misin diye. O da bulunduğun yerde dur, ben sana bir araç ayarlarım. Ben de bir süre olduğum yerde bekledim. Ayhan beni aradı telefonla, bekle sana bir araç yolluyorum diye. Buna sevindim. Fazla sürmedi beklemem. Küçük bir minibüs gelip yanımda durdu. Daha önce çantaları çıkartıp yere koymuştum. Gelen arkadaşla selamlaştım. Hemen bisikleti ve çantaları aracın içine yerleştirdik ve yola çıktık. 12 Kilometreyi çabucak geçip otogara ulaştık. Ayhan bana ücret ödemememi, kendisinin hallettiğini bildirdi. Beni getiren arkadaşa teşekkür edip çantaları ve bisikletimi indiriyorum araçtan. Sorunsuzca otogara varmıştım ya buna sevindim.

Amacım otobüs ile Köyceğiz’e varmak bir an önce. Otogar girişindeki kontrol yerinden içeri gireceğim. İlk önce güvenlik görevlisi tüm çantaları makineden geçirmemi söyledi. Ben de olur mu öyle şey, sadece bir bilet alıp otobüse bineceğim. Neyse güvenlik görevlisi sorumluluk almak istemedi, yoksa bisikleti tam yanına bırakacaktım. Geçmeme izin verdi. Şehirler arası otobüsler üst katta. Yürüyen rampa üst kata çıkıyor. Bisikletimle üst kata çıkıp yazıhanenin birine soruyorum “Köyceğiz’e bir bilet verir misin?” diye. Bilet satıcısı da bana “Alınan bir karar ile Muğla il içinde bilet satamıyoruz. Şehirler arası bilet satabiliyoruz. Onun için ilçeler arası dolmuşlarla gitmen gerek” diye söyleyince. “Bisikletle nasıl giderim ki, hem de bu yükle.” Satıcı bana “Arkası geniş minibüse denk gelirsen bisikletini alabilirler” dedi. Alt kattaki ilçeler arası minibüslerin olduğu yere geldim. Buradan Köyceğiz’e minibüs yok. Onun için ilk önce Muğla minibüsüne binmem gerek. O da hemen önüme çıktı, tam da istediğim tipte, arkası geniş yeri olan minibüs. Şoför soruyorum “Nasıl binebilirim? diye. Şoför bir bana baktı, bir de bisikletime. “Aracın kalmasına 45 dakika var, herkes binsin ondan sonra bisikletini alırız” deyince içime su serpildi. Rahatlamıştım. Şoför bana “Kent kartın var mı? Yoksa para ile ücreti 75 Lira, kent kart ile 48 Lira” deyince gidip bir kent kart çıkardım, üstüne 100 lira da para yükledim. Ve hareket saatini beklemeye başladım. Zaman çabuk geçti sanki. Hareket saatine yakın şoför bana çantaları “Arkada koltuk altına yükle” deyince hiç zaman geçirmeden hemen dediğini yaptım. Hareket etmeden önce de boş olan arka kısma bisikleti öylece bindirip lastikli kanca ile demire sıkıca bağladım Ben de yandaki açılır koltuğa oturuyorum ve böylece Bodrum – Muğla yolculuğumuz başladı. Yolculuk 1 saat 45 dakika süreceğini şoför söylemişti daha önce. Yolumuz; Milas, Yatağan, Muğla.

Bisikletim KUZ minibüsün arkasında bağlı halde

IMG_20220327_133026

1 Saat 45 dakikalık uzun bir yolculuktan sonra Muğla’ya vardık. Muğla merkezdeki dolmuş duraklarından bisikleti ve çantalarımı indiriyorum minibüsten. Çevre ilçelere minibüsler buradan kalkıyor. Minibüslerin değnekçisine soruyorum beni bisikletimle alırlar mı diye aldığım cevap olumsuz. Minibüsler küçük tip, pek bisikletleri alma taraftarı değiller. Eh ne yapalım bisiklete çantaları yükleyip yola çıkmaya karar verdim. Hedefim Akyaka, artık yarın Köyceğiz’e varırım. Bu gün epey zaman kazandım sayılır. Böylece aldığım karar doğrultusunda yola çıktım. İlk rampa karşıma çıktı, kaçar yanı olmadığı için rampaya sardım. Ama ağır ama yürüyerek. Benden kaçmaz yokuşlar. Bir baktım ki tepeye varmışım. Buralarda bir kaç kez bisiklet sürünce az çok yolu ve yokuşları biliyorum. Şimdi Ula’ya kadar iniş olacak. Bu kolay ve hızlı oluyor pedal çevirmeden. Ama biliyorum ki bir yokuş daha var. O da Sakar geçidi. Onu da çıktım mı uzun ve dönemeçli bir yoldan yaklaşık 9.5 Kilometrelik bir iniş olacak. Ula düzlüğüne indim, vitesi 1’e taktım ağır ağır çıkmaya başladım. Bazen de yürüdüm dinlenmek için. Acıkmaya da başladım sanki.  Şunun şurasında 1100 metrelik bir tırmanış sonunda Sakar geçidi tepesinde öğle yemeği yerim. Gerçi öğle zamanı çoktan geçti bile. Nedense öğle zamanı acıkmıyorum. Herhalde sabah kahvaltısını çok yiyorum ondan.

Yokuşun sonlarına doğru, emniyet şeridinde ağır tempoda çıkarken birden sağımdan bir bisikletçi geçti. Geçerken de hafif çarptı. Biraz daha sert çarpsa adam sağdaki beton kanala düşebilirdi. O an verdiğim tepki ile “Ne yapıyorsun, habersiz geçip ikimizi de tehlikeye atıyorsun?” Adamı tanımıyorum. Sonrasında arkamdan bir ses; “Merhaba Urim Baba” diye seslendi. Yanıma gelince ben de ona “Merhaba” diye cevap verdim. Bana selam veren arkadaşı pek tanımıyorum. Neyse ki o kendini tanıttı. İsmi Feridun Şahin. Beni daha önceden tanıyormuş. Gökova turunda birlikte pedallamıştık. Çarpan arkadaşı tanımıyorum. O da beni tanımıyor. Herhalde bisiklette yeni sanki. İkisi Muğla’dan çıkmışlar, akşam antrenmanı yapıyorlar. Sakar geçidine kadar gidip geri döneceklermiş. Bir süre birlikte sürdük sohbet ederek. Bu sohbet fazla sürmedi ve bastırıp gittiler. Altlarındaki yarış bisikleti, yükleri de yok. Sadece içmek için su taşıyorlar. Onları uğurlayıp ağır tempoda Sakar geçidinin tepesine vardım. Tabelanın önünde beni buraya kadar çıkaran bisikletim KUZ bir resim çekilmeyi hak etti doğrusu. Tabelada; Sakar geçidi Rakım 670 yazılı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20220327_163625

Sakar geçidi düzlük bir alana sahip. İnşaat şirketleri sürekli doğayı beton binalarla kapladıklarından beton kamyonlarında arta kalan az miktardaki betonları bu düzlükte boşaltmaktan çekinmiyorlar. Ben de bu beton üstünde öğle yemeği yiyeceğim. Yanımda taşıdığım son barbunya konservesini çıkardım. İçine de et kavurma, kavurmayı tavada ısıtıyorum birazcık, yanında bir baş soğan, yarım ekmekle nefis öğle yemeğimi yedim. Hani acıkmıyorum dedim ya öğle zamanları, oturup yemeğe başlayınca ne kadar acıktığımı anlıyorum. Kuru soğan da iyi gidiyor barbunyanın yanında. Ne de olsa kuru fasulyenin kardeşi sayılır. Kuru soğan mutlaka olmalı. Yemeği yerken arkadaşım Fırat Okutucu’yu arıyorum telefon ile. Bu akşam sendeyim diye haber veriyorum. O da buyur gel demekten başka çaresi olmadı. Fırat Okutucu birlikte Az bilinen antik kentler bisiklet turunu birlikte yaptığım arkadaşım. Kendisinin Akyaka’da apart oteli var. Bu akşam otelde misafirim. Fırat Muğla’da işi olduğunu, Esma’ya haber vermemi söyledi. Ben de Esma’yı aradım telefon ile, geleceğimi bildirdim. Esma bizim Masalcı Esma. (Daha önceki günlerde anlattığım hikayedeki Masalcı Esmavi). Akşam kalacak yerimi ayarlayınca rahat bir şekilde yemeğime devam ettim. Haliyle iki yokuş biraz yordu. Yemekten sonra ne gider? Tabii ki kahve, kendime kahve pişirip keyfimi sürüyorum. Bisikletim KUZ beton üzerinde park etmiş, kahve takımım, ocak ve tava yerde. Oturduğum katlanır sandalye ve sosis çantam yerde.

Ben dinlemek için otururken bir kadın ve çocuk arabanın birinden indiler. Araba yoluna devam etti. Kadın orman içinde bir şeyler toplamaya başladı. Çocuğa seslendim gel biraz diye. Cebimde taşıdığım çikolatalı gofreti verdim çocuğa. O da çekinerek te olsa alıp bir şey demeden annesinin yanına gitti. Çocukları sevindirmeli. Küçük bir şeyle de olsa.

IMG_20220327_165850

Yemekten sonra eşyaları toparlayıp çantalarıma yükledim. Artık uzun bir inişe geçeceğim. Önümde 9 tane sert dönemeç var. Buralarda çok yavaş dönmek gerek, çünkü  U dönüşü çok sert. O yüzden kendimi salmıyorum ve dönemece gelince frenlere asılıp iyice yavaşlıyorum. Gerçi fazla hızlı gitmemem gerek. Kafam hala sallantıda. Gökova körfezi görününce Bodrum yönündeki yamaç ve deniz kıyısının akşam görüntüsünü çekiyorum. Deniz kıyısı girintili çıkıntılı. Görüntü pek net olmasa da siyah – beyaz olarak güzel bir manzara.

DSCN4010

Bulunduğum yerden resim çekmeye devam ediyorum. Epey yüksekteyim, Gökova körfezinin dibi ve ova. Buradan sanki uçaktaymışım  gibi hissediyorum.

DSCN4011

Ovanın iç kısımlarındaki eski Marmaris yolunun bir kısmı okaliptus ağaçları kendini gösteriyor. Bu yola Aşıklar yolu diyorlar. Burada gelin ve damatlar düğünden önce gelip resim çektiriyorlar. Yol araç trafiğine tamamen kapalı. Yol yaklaşık olarak 3 Kilometre kadar ve cetvelle çizilmiş gibi düz. Tek şerit olan yolun iki kıyısında okaliptus ağaçları hem bataklığı kurutmak için hem de sivrisineklerden kurtulmak için 1938 yılında dikilmiş. Avustralya’dan getirilen bu ağaçlar 84 yıllık ve gövdeleri iyice kalınlaşmış, boyu 20 metreyi geçmiştir. Eski yolun yanına paralel olarak yeni duble yol yapılarak Marmaris’e aşırı araç trafiğine hizmet vermektedir. Yani ipini koparan arabasıyla yeni yolu işgal etmekteler.. Yolun iki yanı da bereketli tarlalar ekili, yemyeşil görünüyor buradan. Yolun bittiği yerde, dağın yamacında Akçapınar köyü var. Köylüler evlerini tarlaya ve düz yere yapmamışlar.

DSCN4014

Gökova körfezinin ova başlangıcı olan yer, yani sahil kısmı yaklaşık 4 yada 5 Kilometre kadar. Ovanın iki yanı da yüksek dağlar var. Bu dağlardaki su ovanın iki yanında da birer çay oluşturmuş. İki çayın kaynağı da fazla uzak değil. 5 Kilometre kadar. Bunlardan birisi Akyaka tarafında olan Kadın Azmağı çayı. Bu çayın debisi denize yaklaştıkça çoğalıp bir nehir gibi dökülmekte. Akçapınar tarafındaki çayın adı sanı yok, o da kısa bir çay ama Kadın Azmağı kadar çok akmıyor. Her iki çayın getirdiği alüvyonlar denizi doldurmakta yavaş yavaş. Bizler bunu fark etmesek te kanıtlarını görebiliriz. Optik zoom ile kıyıdaki oluşan küçük adacıkları çekiyorum iyice yakınlaştırıp. Çaylar toprak taşıdıkça deniz de dalgalarla toprağı kıyıya sıkıştırıp doldurmakta. Uzun zaman sonra buraları tarla olacağı kesin. Belki de bizler göremeyiz, buna ömrümüz yetmez.

DSCN4015

Sakar geçidinden dönemeçli yolda dikkatli iniyorum. Dağın yamacı dik ve buralarda ceylanların çıkabileceğini gösterir üçgen uyarı levhası koymuşlar. Kırmızı şerit içinde şaha kalkmış ceylan resmi var. Şimdiye kadar bir çok yerde bu uyarı levhası görsem de henüz bir ceylan göremedim daha. Belki de görmek için bir yerde kamp atıp beklemek gerek uzun süre. Benim ise öyle zamanım olmadığı için bekleyemiyorum ve yoluma devam etmek zorundayım.

IMG_20220327_180511

Dönemeçleri bitirmeden Akyaka’ya yeni yapılan kestirme yoldan vardım. Daha önceleri yol Gökova köyüne kadar gidip geri dönerek Akyaka’ya ulaşıyorduk. Fırat’ın işlettiği Esen Apart oteli çabucak buluyorum. Daha önceleri gelmiştim bir kaç kez. Apart otelin bahçesinde, kapının dibinde Fırat’ın yaşlı köpeği Odio yatmış uyuyor. İçeri girmek için uyandırmam gerek. Neyse ki yaşlı Odio ağır hareketlerle, yaşının getirdiği kadarı ile kalkıp başka yere yatıyor. Bisikleti bahçeye alıp kapıyı kapattım. Esma beni karşıladı. Bir süre bahçedeki piknik masasında oturup muhabbet ediyoruz. Esma ile uzun zamandır görüşmemiştik. Birbirimize anlatacak çok anılarımız varmış. Bir kaç gün öncesinde gördüğüm düşü Esma’ya anlattım, çok beğendi. Bu düşü masal olarak yazacağımı da söyledim. Esma Muğla üniversitesinde okuyor. Bitirme sınavlarına çalışıyor, bu yaşta üniversite bitirip rehber olacak. Konuştuğumuz konulardan birisi de İzmir’e gelip masal anlatması kahve yaptığım yerde. Tarihi de belli; Süslü kadınlar bisiklet turundan bir gün önce. Yani Eylül ayının üçüncü haftası. O da söz verdi mutlaka gelecek diye. Bakalım! Kısmet. Temmuz ayında da düğüne geleceğini, belki de gelip masal anlatabilirim deyince notunu aldım geleceği tarihin.

Fırat geliyor ve bana kalacağım odayı gösteriyor. Odaya yerleşiyorum. Karnım tok olduğu için akşam yemeğini de yemeyeceğim. Esma ile Fırat’a akşam gelin kahve içelim diye davet ettim. Çok yorulmuşum, neyse ki kahve içmeye gelmediler. Uykum iyice gelmeden önce kendime kahve pişirdim. Fazla geç olmadan temiz çarşaflı yatağa girip yatıyorum. Yorgunluktan hemen rüyalara dalmışım bir anda.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 28 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 2. Gün

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Marmaris – Çubucak – Aktur

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kıraç mı kıraç toprakların üstüne
Güneşler açar yağmur kesilince
Çırılçıplak kayada yetişir incir ağacı
Dağların kuytusunda bir uslu çiçek
Dağıtır mevsimi kendi kendine
Gitme beraberlik içinde

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Elimde kahve fincanı. Yüksekten Datça yarımadasının başlangıcı. Sol tarafta Ege denizi, sağ tarafta Akdeniz görünüyor.

Otellerde uyumaya devam ediyoruz, iki gecedir otelde kalıyorum. Çadırı kurmadığım için çabucak toplanıp aşağıya inerek bisikletin bagajına eşyalarımı yükledim. Bu gün tüm eşyalarım ve çantam yanımda. Kamyona vermeyeceğim, kendi yükümü kendim taşımaya niyetliyim. Sabahın erken saatleri olduğu için kahvaltıya başlanmamış o yüzden kahvemi pişirip içiyorum. Kahvaltı dağıtılmaya başlayınca sıraya girerek kahvaltımı yapıyorum. Katılımcılar fazla kalabalık olunca kahvaltı için epey kuyrukta zaman geçiyor beklerken. Kahvaltı faslı bitip herkes hazırlanınca yola çıkıyoruz. Marmaris belediyesinin yaptığı bisiklet yolundan bir süre gittik. Bisiklet yolu yol kıyısında bariyerle ayrılmış, dar bir yol. Anca tek bisikletli gidebiliyor. Neyse buna da şükür diyoruz. Daha sonra uzun kumsalı olan sahile çıkıp çam ağaçları gölgesinde, trafikten uzak, deniz ve yeşil ortamda bisiklet sürmeye başladık. Sahil neredeyse 5 Kilometre uzunluğunda. Bu sahili beğendim, yürüme yolu, bisiklet yolu ve fazla işgal edilmemiş kumsal.

Yürüme yolu deniz kıyısında, yer parke taş döşeli. Çam ağaçları kesilmemiş olduğu yerdeki haliyle gelişigüzel duruyor. Bir bisikletçi kadın bisikletini sürüyor bu yolda.

Jeolojik olarak sıkışmış olan Anadolu, kıvrımlı yükseltiler oluşturarak doğal güzellikler meydana getirmiş. Bu kıvrımlar deniz ile birlikte muhteşem bir görünüme kavuşmuş. Yalçın dağların dik yamaçları, koylar, bitki örtüsünün çoğunluğunu oluşturan çam ormanları deniz ile birleşmiş. Tabiat güzelliği bu olsa gerek.

Sahildeki bisiklet yolunda bizim haricimizde bir çok bisikletli gidip geliyor. Yerde bisiklet yolu gidiş geliş olmak üzere sarı şeritle belirtilmiş. Kumsal ve şezlonglar şemsiyelerle birlikte otellerin olmalı.

İki kara parçası ortasında küçük bir ada görünüyor karşımda. Soldaki keçi adası. Küçük adanın adı sanı yok.

Kıyı şeridi bitmek üzere, ana yola çıkmadan önce mola verilmiş. Burada su takviyesi yapılıyor. Ana yola çıkar çıkmaz yokuşlar başladığı için yanıma yeterli sayıda su şişesi alıp çantama yerleştiriyorum.

Ana yola çıktık ve yokuş başladı. Bisikletçiler vites düşürerek yokuşu çıkmaya başladılar. Yolun sağında üçgen uyarı levhasında “Dikkat Ceylan çıkabilir” anlamı taşıyan ceylan resmi var kırmızı çerçeve içinde.

Yokuş çıkmaya alışık olmayanlar sık sık mola verip dinleniyor. Ben de durup bisikletim KUZ ile resimlerini çekiyorum. Bisikletim de tüm çantalarım yüklü durumda.

Arkadan gelenler var daha, yokuşu çıkmaya çabalıyorlar.

Çam ormanı içinde meşe ağaçlarını da görmek olası, işte onlardan birisi. Açık yeşil canlı rengi ile ormana ayrı bir renk tonu oluşturmuş meşe ağacı. Önümde iki bisikletli gidiyor.

Tepeye ulaştık, tam önümde dönemeçte bir Türk bayrağı iple gerilmiş. Aşağıdan gelen rüzgar bayrağı dalgalandırıyor. Dönemecin sağ tarafı dik bir yamaç.

Zirveden aşağıya iniş keyifli ve çabuk oldu. Çay ve dinlenme molasını bir tesiste vermişler, ben de oraya girdim. Sıraya girip çay almaya çalışırken daha önce 1.5 Liraya verdikleri 1 bardak çayı kalabalığı görünce 2 Liraya çıkarınca sinirler tepeme çıktı birden bire. Böyle fırsatçı zihniyete verdim veriştirdim. Bir de turistler niye gelmiyor, tesisler boş kalıyor diye dert yanarlar. Beter olmalarını söyleye söyleye öfke ile oradan ayrıldım. Ben çayı içmem, onlar da benim paramı kazanmasınlar. Nedense bu taraflar insanları yolunacak kaz zannediyorlar ama benden zırnık  bile alamazlar. Ben enayi değilim ama başkaları enayi olup bu paraları veriyorlar maalesef. Eğer içiyorlarsa 1 bardak çayı 2 liraya kazıklanmayı hak ediyorlar bence. Bir süre bisiklet sürüp yol kıyısında şirin bir tostçuda durdum. İlk önce “Çay kaç Lira diye sordum?” Kadın “1 Lira” deyince hemen oturup duble bir çay ısmarladım. Arkasından bir duble çay daha. Afiyetle içtim normal fiyata satılan çayı.

Mavi boyalı tahta çit ile bahçe duvarı çevrilmiş tostçu çiçeklerle bezemiş her yanını. Burada mola vermiş benim gibi bir kaç bisikletçi var.

Çay molası iyi geldi ve biraz sakinledim. Yola çıkıyorum ve etraftaki çam ağaçlarını seyrederek yol alıyorum. Çam ağaçlarının uzun gövdeleri birbirine çok yakın, sık dikilmiş.

Denizin dibinden geçerken durup manzarayı seyrediyorum. Bisikletimi sehpası üzerine park edip Datça yarımadasını oluşturan kara parçasının dağ ve tepelerini seyrediyorum. Deniz de masmavi Akdeniz.

Çubucak tabiat parkına geldik, burada öğlen yemeği yiyeceğiz. Burası çam ağaçları ile kaplı kamp yeri ve deniz kıyısı. İsteyen denize girdi isteyen çam ağaçlarının gölgesinde dinlendi.

Ben tercihimi denize girmede kullandım. Su donumu giyip havlumu alarak tahta iskeleye geldim. Denize dalmadan önce Engin Elmalı arkadaşıma beni atlarken çekmesini söyledim. O da seri çekimle on kusur resim çekmiş ardı sıra. Onlardan üç tanesini paylaşıyorum.

İskelede birisi oturmuş denize bakarken ben de ayaklarım iskeleden ayrılmış havalanıyorum yukarıya doğru.

Sonrasında biraz bükülmüş olarak ileriye uçmaktayım. Denizde iki kişi bana bakıyor ne yapıyorum diye.

Havada fazla kalamadım. Yerçekimi  nedeni ile ilk önce ellerim denize değiyor. Sonrasını bilirsiniz, ıslandım.

Bir süre yüzdüm, sonra denizden çıkarak havlu ile kurulanıp giyinerek öğle yemeği için sıraya girdim. Öğle yemeğini yedik, çam ağaçlarının altında banklarda oturup dinlenirken kahvemi yapıp içtim, yanımda şanslı olan 3 kişi de bundan yararlandı. Bankta otururken çam ağacından bir kozalak pat diye kucağıma düştü. Hayırdır inşallah tam da öğle zamanı, o kadar kişinin arasında bula bula beni mi seçti. Madem beni seçti o zaman bisikletimin süsü olsun diye kamerayı koyduğum tripod demirine lastik ile tutturdum. O günden beridir hep orda durur çam kozalağı, bisikletim KUZ ile dolaşıp durur yollar boyu.

Bisikletim kadrosunda kamera tripod demirinde çam kozalağı.

Hareket verilince yola çıktık, çıkar çıkmaz da hafiften bir rampa başladı. Çam ormanları ve ilginç yapıda kahverengi kayalıklar gözüme çarpıyor.

Yol ilerledikçe kayalar şekilden şekle giriyor.

Yükseldiğimizi denize yukarıdan bakarak anlıyorum, Ege denizi tarafında, Gökova körfezinin girintili çıkıntılı koylarını görüyorum.

Balıkaşıran geçidine doğru çıkıyoruz, bazı yerlerin eğimi sert. Yol yukarıya doğru kıvrıntılı çıkmakta. Ben de 1. vitese takıp ağır ağır çıkacağım. Yüküm de yanımda olmak üzere.

Yollarımızda görmeye alıştığımız manzaralar burada da karşıma çıkıyor. Suyunu içen birisi plastik şişesini ezip iyice küçültmüş, asfalta atmış. Plastik şişe sanki küçülünce görünmeyecekmiş gibi ama görünüyor yine de.

Aynı şekilde yol kenarında çalıların arasına da plastik şişe atılmış. İnsanlar ne zaman doğayı, çevreyi koruyacaklar bilemiyorum.

Hala çıkıyoruz, zirveye ne kadar kaldığını bilmeden. Ama inişi çok güzel, kısa ve çabuk olacak onu biliyorum. Önümde bir kaç kişi pedallıyor.

Ve sonunda zirvedeyim, yolun kıyısında bisikletim KUZ bariyerlere dayalı. Bagajında çantalarım ile beraber. Aşağıda ise sol tarafta Ege denizi, sağ tarafta ise Akdeniz. İki denizi ayıran Datça yarımadasının en yüksek yerindeyim.

Ege ve Akdeniz kıyıları Balıkaşıran’da birbirine öyle yaklaşırmış ki, bir denizden sıçrayan balıklar karayı aşıp, öbür denize atlarmış. Balıkların bir denizden diğerine uçtuğunu söyleyenler de yok değilmiş. Datçalı balıkçıların deyişiyle; bir kıyıdan tutulan balıklar, kısa bir yürüyüşle diğer taraftaki kıyıdan denize bırakıldığında yaşamaya devam edermiş. Yöre halkı tarafından Kayıkaşıran olarak da anılan bölgede, nedense bir kıyının balığı diğerinden daha çok, daha bereketli olurmuş. Balıkçılar da yarımadayı bin bir zahmetle denizden dolaşmak yerine, kıstağın bu en dar yerinde sandallarını sırtlayarak diğer kıyıya taşırlar ve avın sonunda balıkla dolan sandallarını tekrar sırtlayarak geldikleri kıyıya geri dönerlermiş.

Tarihçilerin babası Herodot‘a göre; Pers ordularının istilasını önlemek isteyen Knidoslular, Balıkaşıran’ı kazarak, yarımadayı adaya dönüştürmeye karar verirler. Ancak hiçbir iş göründüğü kadar kolay değildir şüphesiz. Knidoslular kayaları parçalamak için uğraştıkça, savrulan keskin taşlar ellerini parçalar, yüzlerini, gözlerini yaralar. Kazıda çalıştırılan kölelerin boğuştuğu salgın hastalıklara bölgedeki şiddetli depremlerin yarattığı hasarlar da eklenince, Knidoslular derin bir hayal kırıklığına uğrar. Delphoi Tapınağı‘nın kahinlerine danışmaktan başka bir çözüm kalmaz. “Tanrılar eğer isteseydi, burayı zaten ada olarak yaratırdı” diyen kahinlerin sözünü dinleyen Knidos halkı, tanrıların gazabına uğramak yerine, kenti hiç savaşmadan Pers ordusuna teslim eder.

Savaş Tanrısı Ares‘e yüz vermeyen, yaşama ve barışa sevdalı Knidoslular, iki denizin buluştuğu yerde, Güneş Tanrısı Apollon ve “güzel yolculukları” muştulayan Aphrodite Euploia‘ya adadıkları görkemli tapınaklar inşa eder. İnsanlık tarihinin ilk ansiklopedisini yazan Plinius, Heykeltıraş Praxiteles‘in M.Ö.350’li yıllarda iki ayrı Aphrodite heykeli yaptığından söz eder. Praxiteles, biri örtülü diğeri çıplak olan her iki heykeli de satışa sunar. Öncelik hakkına sahip olan Kos halkı, iffetli kompozisyonu tercih edince, alışılmamış çıplaklığıyla ün salacak olan ikinci Aphrodite’i de Knidoslular satın alır. Bir saç bandı ve kolundaki bilezik dışında tamamen çıplak olduğu söylenen, muhteşem Knidos Aphrodite‘i, kentin her tarafından olduğu gibi, hem Akdeniz’den hem de Ege’den görülen, dairesel planlı bir tapınağa yerleştirilir. Paros mermerinin saf beyazlığıyla göz kamaştıran Aphrodite’in çıplak bedeninin güzelliği kulaktan kulağa yayılır ve Knidos, uzun deniz yolculuklarını göze alarak gelen tüccar ve gemicilerin akınına uğrar. Bithynia Kralı Nikomedes, heykeli satın almak ve karşılığında kentin tüm borçlarını silmek üzere, cömert bir teklifte bulunsa da, Knidosluları ikna edemez. Antik Çağ yontu sanatının zirvesini simgelediği düşünülen heykel, bazı kaynaklara göre, Bizans döneminde İstanbul’a götürülür ve burada kaybolur.

Üzerim çıplak, sadece şort pantolonum üzerimde iki kolumu da yana açarak poz verdim. Sağ kolum Ege denizi, sol kolum da Akdeniz’i gösteriyor. Ege’nin meltemi saçımı okşuyor adete.

Uranos‘un ak köpükten olma kızıyım ben: ‘Aphrodite.’

Güzelliği, aşkı ve arzuyu fısıldarım binlerce yıldır ölümlü kulaklara.

Praxiteles bembeyaz mermerden yontarken bedenimi,

ısıtıverdim buz gibi taşı eşsiz kıvrımlarımla.

Knidoslular yarımadanın en güzel terasına yerleştirdiler sessiz suretimi.

Akdeniz‘in ılık rüzgarı, Ege‘nin serin meltemine karıştı bacaklarımın arasında.

Mermerden olmasaydı eğer,

göğsümün ta içine çekmek isterdim

badem kokulu bu nefis esintiyi

ve eğer kaybolmasaydım,

anlatırdım taştan sessizliğimle.

http://www.kitaptansanattan.com/kose-yazilari/balikasiran-ozlem-kalkan-erenus-yazdi/

Elimde kahve fincanı, içinde kahve ve Balıkaşıran tepesinden iki denize doğru elimle tutup resmini çekiyorum. (Burada kahve içilmez mi?) Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Balıkaşıran geçidinden tam ayrılacağım sırada, cep telefonum çalmaya başladı. Arayan İzmir’den arkadaşım Şafak Omaç. Herhalde nerede olduğumu merak etmiştir diye telefonu açıyorum. Karşımda Şafak olduğunu düşünerek “Alo” diyorum. Telefondaki ses kadın sesi ve tanımadığım bir ses, titrek bir ses ile kendini tanıttıktan sonra Şafak Omaç’ın acil serviste yattığını, düşüp kafasını çarptıktan sonra acile getirdiklerini ve benim gelmemi istediğini söyleyince ilk önce şok oldum. İlk şoku atlattıktan sonra ne oldu, nasıl oldu, durumu nasıl diye sordum. Yoğun bakımda olduğunu ve gelmemi isteyince uzaklarda olduğumu söyleyerek şimdilik yardımcı olamayacağımı ama araştırıp dönerim diyerek konuşmamı bitirdim. Durup düşündüm ne yapabilirim diye. Hemen İzmir’e dönmenin olanağı yok ama arkadaşları arayıp bir haber almalarını sağlayabilirim. İlk önce Şerif Kılavuz’u aradım, durumu anlatıp hastaneye gidip bilgi almasını söyledim. Doktor arkadaşım Serhat aklıma geldi, onu aradım ama ulaşamadım ilk önce. Keyfim iyice kaçtı. Arkadaşımın durumu hakkında endişeliyim. Şimdilik beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bakalım haber gelsin ona göre davranırım. Aklıma kötü şeyler getirmemeye çalışıyorum ama kafamda bin bir düşünce. Hayırlı haber alma umuduyla yola çıkmaya hazırlanıyorum. Aklıma öğle yemeğinden sonra kucağıma düşen çam kozalağı geldi. Demek ki aynı anlarda Şafak ta düşmüş. Bu bir haberdi sanki. Bundan 3 yıl önce Şafak ta aramızda olmak üzere bir grup olarak Gökova Bisiklet Turunda beraber bu yollarda pedal basmıştık birlikte.

Üç yıl önce Şafak ile beraber Gökova turunda çekildiğimiz resim. Karnımızdan yukarısı görünen, benim üzerim çıplak, kafamda kırmızı bandana. Bandanaya taktığım kaz tüyü beyaz. Şafak ta ise beyaz bir atlet ve başında siyah bir buff. İkimizin de saçları uzun. Şafak benden biraz uzun boylu, kolunu omuzuma atmış. Güneş gözlüklerini de takmışız artistler gibi.

Hayırlı haber gelmesi dileği ile yola çıkmaya hazırlanıyorum. Bisikletim KUZ Balıkaşıran Geçidi tabelası yanında duruyor. Tabelada buranın yüksekliğini 350 metre olarak belirtmiş.

Yolda Şerif Kılavuz beni arıyor cep telefonunla. Şafak acil serviste yoğun bakımda yattığını, komada, durumunun kritik olduğunu söyledi. Bu arada Doktor Serhat’a ulaştım. Evi hastaneye yakın, Şafak’ın durumunu anlattım gidip hastaneye kontrol etmesini söyledim. O da hemen gideceğini bildirdi. Hiç olmazsa bir doktor olarak bana sağlıklı bilgi verebilir.

Akşam olmadan kamp yapacağımız koya geldik. Solda yüksek bir tepe yarımadanın ucunda. Kara ile dar bir toprak parçası ile bağlantısı var. Deniz masmavi sakin görünüyor. Daha ileride Datça tepeleri. Resmi çektiğim yer çam ağaçları arası.

Aktur tatil sitesinde çadırları kurup yerleşiyorum. Henüz kamyon gelmediği için diğerleri çadır kuramadı. Kafama göre en güzel yerde, priz panosuna yakın ve tuvalet yanımda. Denize girip duşumu aldıktan sonra terli olan eşyalarımı yıkayıp çamaşır ipine asıyorum kuruması için. Çadırımı elektrik panosuna yakın yere kurdum. 10 metrelik uzatma kabloyu da çadırın içine kadar çektim telefon şarjı için. Kamyon geldikten sonra herkes çadırını kurdu.

Bisikletim KUZ, çadırım ve arkamda bir çok çadır kurulmuş durumda rengarenk. Elektrik panosu yanında da çeşme ve yeşil bir hortum kangal şeklinde. Çamaşır ipinde çamaşırlar asılmış kurumada.

Akşam yemeğinden sonra kurulan sahneye masalar sıralandı. Misafir olarak oturduk. Muhlis Dilmaç megafonu alarak sunuculuk yapmaya başladı. Ben de kahve takımlarımı kurarak kahve yapmaya başladım isteyene. Yanımda yazar – çizer Aydan Çelik oturuyor. Kahve pişirdim cezvede. Haliyle ilk önce kendime diğer üç fincanı da yanımdakilere verdim.

Fincanlar içildikten sonra yıkanıp önüme gelince tekrar pişirmeye başladım. Köpüren kahveyi cezveden fincanlara boşaltırken resmimi Bekir Kocamaz çekiyor. Fincanlardan birini ona veriyorum resmi çektiği için.

Söyleşide sunuculuğunu Muhlis Dilmaç’ın yaptığı panel başladı. Misafir olarak katılan bisiklet emektarları sahneye çıkıyor. Aydan Çelik, Bekir Kocamaz ve Gürcan Yılmaz anılarını anlatıyor. Konu bisiklet, Gökova Bisiklet Turu, anılar, anılar. Aslında benim de misafir olarak çıkıp bir şeyler anlatacaktım ama moralim o kadar bozuk ki çıkmak istemedim sahneye. Muhlis Dilmaç çağırdı ama çıkamayacağımı bildirdim. O da durumu bildiğinden ısrar etmedi.

Sahnede Gürcan Yılmaz Elinde megafon Türkiye de ilk olarak Muğla Bisiklet Derneğinin bisiklet turlarına başladığını. Bu yıl 10. bisiklet turu olarak gerçekleştirdiğimizi. İlk olarak başlayan Gökova Bisiklet Turu Türkiye’ye yayılarak bir çok şehirde turlar, festivaller yapıldığını. Muğla’nın bu konuda öncülük ettiğini anlatıyor bizlere. Yanında da Muhlis Dilmaç kelebek papyon takmış frak giymiş olarak duruyor. Gerçi frak değil tişörte baskı yapılmış. Mavi yeleği de ceketin içinde unutmamışlar.

Söyleşi boyunca sürekli kahve yaptım içmek isteyenlere. Söyleşi bitince dinleyicilerin iyice azaldığını gördüm. Birer ikişer ortalıktan kaybolmuşlar. Ben de kahve takımlarımı toplayıp çadıra çekildim. Bu arada sosyal medyada Şafak Omaç hakkında sağlık durumu için yazdığım yazı için bir çok arkadaşım beni aradı. Ben de durumu bildirdim bilebildiğim kadarı ile. Bazı arkadaşlar da hastaneye gidip kontrol etmişler. Beni arayıp durum hakkında bilgi veriyorlar. Doktor Serhat ta arayıp Şafak Omaç’ın yanında olduğunu, şimdilik ameliyata gerek olmadığını, ilaç ile tedaviye başladığını bildirdi. Bu gecenin kritik olduğunu, her an her şey olabileceğini söyledi. Sabaha kadar bekleyeceklerini söyledi. Bilinci kapalı olduğunu, kalmak isteyince takılı olan serum ve diğer aletleri sökmek isteyince yatağa bağlamışlar mecburen. Kuvvetli olduğundan zapt etmeleri güç, bu yüzden böyle bir uygulamaya gitmiş. Sonra hareket yapmaması gerek, hassas bir durumda olduğunu söyledi. Durum çok kritik, yarın bir şey olursa Bodrum dan otobüse binip İzmir’e gitmeli. Bildiğim tüm duaları edip sevgili arkadaşımın sağlığına kavuşmasını, bu geceyi atlatmasını diledim Tanrıdan. Uyumanın olanağı yok, sürekli düşünüp dua ediyorum. Bu sabaha kadar devam etti. Fiziği güçlü olan arkadaşımın bunu atlatacağına inancımı yitirmedim hiç bir zaman.

Bu gün yaptığımız yol toplam 51 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 1. Gün

25 Nisan 2016 Pazartesi

1.Gün Pamucak – Tire

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır.)

 

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim….

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim…

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, 11 bisikletçi, yüklü bisikletleriyle yolda giderken çekilmiş resmi.

Sabah güneş doğmadan gözlerimi açıyorum yeni bir güne. İçimde ayrı bir heyecan var bu sabah. Yeni gün yeni bir turun başlangıcı. Az bilinen antik kentler turunu kazasız belasız sadece küçük bir düşme dışında önemli bir olay olmadan turu başarıyla tamamlamıştık. Az da olsa ufak bir kırgınlığın bir parçası duruyor yüreğimde sızı olarak. Artık Az bilinen antik turunda olmayacağıma karar vermiştim. Şimdi bunları düşünmeye gerek yok diyerek Suyun kaynağına yolculuk turuna odaklanmalıyım. Uyku tulumundan çıkmadan bir süre tembellik hakkımı kullanarak düşünceler kafamda dolanıp durdu. Artık kalkmalıyım diyerek doğruluyorum yattığım yerden. İlk olarak çadırın fermuarını açarak dışarının resmini içeriden çekiyorum. Okaliptüs ağaçlarında kuşlar çoktan uyanmış bir o yana bir buyana cıvıltılarla uçuşuyorlar. Bir süre dışarısını izliyorum.

Çadırın içinden dışarısı. Önümde iki çadır, biri yeşilimtırak mavi diğeri haki renginde. Bir bisiklet ve okaliptüs ağaçları manzaram.

Henüz uyanmayan var, uyananlar da sabah kahvaltısı için hazırlık yapmaktalar. İlk iş olarak gidip parkın lambalarını kapatmak oluyor, enerji boşa gitmesin. Sonrasında elimi yüzümü yıkayıp çadırımın yanına geliyorum.

Okaliptüs ağaçları altında çadırlar gelişi güzel kurulmuş durumda. Bazı yerlerde yeşil çimenler, kısım kısım çakıl taşları. Okaliptüs yaprakları da yerlerde. Solda bir iğde ağacı yan yatmış durumda.

Üçer beşer gruplar, kimisi kendi başına kahvaltısını hazırlıyor. Çaydanlığı olanlar çay demliyor. İzmir den arabası ile gelen İsmail piknik tüpü, su ve kocaman çaydanlık ile bizlere sınırsız çay ikramında bulunuyor. Gruplar arası ikramlar oluyor birbirlerine. Salatalık, domates, zeytin, çay, yumurta elden ele dolaşıyor. Neşe içinde kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltının ardından toparlanmaya başladık. Eşyalar ve çadırlar hızlıca toplanıp bisiklet bagajlarına yükleniyor. El birliği ile etrafta bize ait olan olmayan bütün çöpleri topluyoruz. Bulduğumuzdan daha temiz bıraktık park alanında çadır kurduğumuz yeri. Her kez hazır olunca bisikletimdeki tripoda cep telefonumu takıp 10 saniye zaman ayarı ile topluca bir anı resmi çekiyorum.

Toplam 29 kişi, 15 kişi ayakta, diğerleri yere çömelmiş durumda Ben ve Cem ayaklarımızı öne doğru uzatıp yere yatar durumdayız.

Herkes hazır durumda, son kontrolleri yapıyoruz. Bir ara Olcay ile konuşuyorum. Artık Az bilinen antik kentler turunda olmayacağımı söyledim. O da bir şey demedi, demek ki durumun farkında. Neyse son kalan kumanyaların bir kısmını ve artan sulardan Olcay bize veriyor. İki de telsiz veriyor turda kullanmamız için. Biri bende biri Şafak Omaç’ta.  Aramızda bölüşüyoruz kumanyaları. Suları da bir yerlere sıkıştırdık çantalara. Son kontroller yapıldıktan sonra hep birlikte harekete geçerek parktan çıkıyoruz. Çıkarken bekçiye anahtarları teslim edip yardımları için teşekkürlerimi sunuyorum.

Parkın içi, yol parke döşeli. Kıyıları kaldırım ile toprak zeminden ayrılmış durumda. Okaliptüs ağaçları gölge yapmış yere.  Tek sıra üç bisikletli bagajları yüklü.

Konvoy halinde asfalt yola çıktık ilerliyoruz. Ben öne geçerek grubun resmini çekiyorum.

Arkadan gelenleri bekleyip onların da resimlerini çekiyorum. Kavşağa yakınız, bu kavşakta iki gruba ayrılacağız.

Kavşakta hepimiz durup vedalaşıyoruz birbirimizle. İki grup ta birbirlerine iyi turlar diliyor. Olcay Az bilinen antik kentler turunun devamını yapacak. Yanında da ona katılacaklar var. Yıllarca bir türlü Torbalı yakınlarında, Sağlık mahallesinde bulunan Metropolis antik kentine gidilmemişti. Hep turu Selçuk ta bitirmek zorunda kalmıştık. Son gün Pazar olunca Pazartesi işe başlayacaklar mecburen dönmek durumundaydılar. Bu kez yine aynı durumda çoğu Pazar akşamı evine gitti. Sadece işi olmayan ya da izni devam edenler kaldı, o da 15 kişi. Metropolis antik kentine gidecekler Selçuk yönüne düz devam ettiler. Suyun kaynağına yolculuğa katılanlar da kavşaktan sola döndük. Bulunduğumuz yer Küçük Menderes nehrinin zamanla doğal erozyon sonucu oluşmuş bereketli ovası. Dün geldiğimiz yolun tersine doğru gidiyoruz. Biraz kalabalık gibiyiz gibi sanki. Bir süre gittikten sonra yanımızda Olcaylarla Metropolis antik kentine gideceklerin olduğunu fark ediyorum. Pan dağcılıktan tanıdığım arkadaşlarımdan Aytekin, Itır ve Hakan kavşakta bizim peşimize takılmışlar farkında olmadan. Durum anlaşılınca kahkahalarla gülüyoruz bu olaya. Olcay’ı telefonla arayıp yanlışlıkla bize katılanlar olduğunu, Selçuk ta beklemelerini söylüyorum. Yanlışlıkla gelenler geri dönerek yollarına devam ettiler.

Bir grup bisikletçi sıralı olarak yol kıyısında bisiklet sürüyor. Etraf yeşil sazlıklar ve otlarla kaplı. Hava parçalı bulutlu.

Bu yoldan defalarca geçtim yıllarca. Bir türlü karşıma bir ceylan çıkmadı, umutla bekliyorum çıkmasını. Elbet bir gün çıkacak bir ceylan. Şimdiye kadar ceylan çıkmadı ama öküz bolca çıkıyor karşıma. İşte onlardan birisini yaptığı öküzlük. Ceylan çıkabilir tabelasına arabası ile çarpıp yere yapıştırmış. Uyarı tabelası yol kıyısında otlara yatmış durumda. Direği de çarpmanın şiddeti ile yamulmuş.

Solda yol, kıyısında beyaz çizgi. otların arasında üçgen uyarı levhası yerde yatıyor. Üçgenin içinde ceylan resmi. Solda ise bataklık yerlerde yetişen ılgın (Tamarix) çalıları.

Geçtiğimiz yıl yani 2015 yılının Mayıs ayının bahar günlerinde bu topraklardan geçerken Küçük Menderes nehrinin bu bereketli ovasında bisiklet sürüyordum. Nehrin karşısına köprüden geçtiğimde nehrin suları simsiyah akıyordu. Böyle kirli akan nehir neden ve nasıl kirleniyordu. Köprünün altından akan kirli sulara bakarak düşüncelere daldım bir süre. Biliyordum ki Dünya’nın en bereketli ovasına sahip olan Küçük Menderes havzası tarih boyunca bir çok kültüre, medeniyetler kurmuş şehirlere, insanlara bereketini sunmuştur. Binlerce yılda doğal erozyon sonucu bereketli toprakları taşıyan nehir burada tarım yapan köylülerin geçim kaynağı olmuştur. Bu ovada yetişen ürünler pazar tezgahına gelip satın aldığımız meyve ve sebzeler ne kadar temiz ve sağlıklı? Yavaş yavaş zehirleniyor muşuz gibi hissediyorum.

Bunun için bir şeyler yapmalı, geleceğimizi zehirlemeli kirli akan nehrin suladığı ovaya. Nehrin kıyısından geçen yollarda bisiklet sürerken nehrin giderek daha temiz olduğunu görünce demek ki suyun kaynaklı kirli değil. Sanayi bölgelerinde ki fabrikalar kirli sularını arıtmadan kolayca nehre boşaltmaktalar. Madem suyun kaynağından çıkan sular temiz ve denize kadar kirleniyor bu durumu tersine çevirmek gerek diyerek aklıma bir fikir geldi. Deniz kıyısında kirlenmiş toprağı alıp suyun kaynağına taşıyarak farkındalık yaratmak gerek. Suyun kaynağında dökeceğimiz kirli toprak tekrar denize akarken bir daha kirlenmemesi için mücadele etmeli. İnsanlara ve nehri kirletenlere çocuklarımıza temiz ve sağlıklı bir gelecek bırakmamız gerektiğini kulaklarına fısıldamak gerek.

Bu düşüncelerin ışığında İzmir’e dönünce arkadaşım ve bir çok turda beraber bisiklet sürdüğüm Şafak Omaç ile konuştuğumda  o da aynı düşünceleri olduğunu ama tersini yapmayı  planlıyormuş. Benim fikrimin daha iyi olduğunu söyleyerek buna hemen başlayalım dedi. İlk önce facebook ta bir grup kurduk. Grubun adı Suyun Kaynağına Yolculuk” olarak belirledik.

https://www.facebook.com/groups/suyunkaynaginayolculuk/

Bisikletçi arkadaşları gruba ekledik. İlk yapacağımız nehir de ikimizin aklına Küçük Menderes nehri. Fikir bu nehirde oluşmuştu. Bir kaç keşif turunu araba ve bisikletle yaptıktan sonra rota ve kamp yerlerini belirledik. Sonrasında etkinliği açtık sosyal medyada. İlgilenen arkadaşlar ile iletişime geçip kesin gelecekleri kaydettik. Tur başlangıcı da Az bilinen antik kentler turunun devamında olacaktı. Tur da Küçük Menderes deltasında bittiğinden böylece bir taşla iki kuş vuracaktık. Kamp yerleri için Tire belediyesi, Bayındır spor müdürü Erdal İnce ve Beydağ da bisikletçi arkadaş ile görüşüp kamp yerlerini ayarladık.

Rotamız ise başlangıç yeri Pamucak ta Selçuk belediye tesisleri. Oradan nehrin deniz ile kavuştuğu yere gidip birer avuç toprak alıp heybeye koymak. Nehir kıyısındaki yollardan önce Zeytinköy, yakınlarındaki Gebekirse gölü ve Çatal gölü kıyısından geçip Tire – Beydağ. Oradan nehrin ana kollarından olan Kiraz kasabası tarafında Çatak vadisine gidip heybemizde taşıdığımız insanların kirlettiği toprağı suyun kaynağına bırakmak. Çatak vadisinde bir gece kalıp dönüş yoluna geçerek Bayındır da bir gece konakladıktan sonra Torbalı da metroya binip eve döneceğiz.

Bir süre asfalt yolda gidip köprüye ulaşınca yanından nehrin kıyısına indik. Artık toprak yoldayız ve bisikletlerimizin tekerlekleri iz bırakıyor.

Nehrin kıyısındaki toprak yolda gidiyoruz. Bu yol artık bahçelere dönüşmüş arazide herkes kendine parsellediği yere götürüyor. Bisikletlilerin arkasından tek sıra giderken Gürel çekiyor.

Buraları henüz bahçelik olmamış, etrafı ılgın ağaçları kaplamış durumda. Zemin de iyice milli toprak olmaya başladı. Tekerleklerimiz hafiften batmaya başladı ama zorlanmıyoruz giderken.

Şafak Omaç daha önce yaptığı bisikletli keşifte toprağı alacağımız alana geldik. En son ben giriyorum alana. Bisikletim KUZ ve arkasında römorkum kıytırık. Sağda yürüyen Şafak gülerek poz veriyor. Ferdimen beni çekiyor.

Alana gelince bisikletimi park ediyorum. Nehir kıyısına gelerek resim çekmeye başladım. Nehir gerçekten çok kirli, rengi bulanık ve kötü kokuyor. Bu kadar kirli olmasına rağmen sazlıklar ve ılgın ağaçları kıyılarda inadına yaşamakta.

Şimdi sizlere insan eliyle yapılan doğal felaketin insanları nasıl ilkel yaşama döndürdüğünü anlatacağım. Yazıyı Ferdi Kızıl’ın web sitesin GGYISS kaynak olarak aldım. http://www.ggyiss.com/

Paskalya Adası, dünyanın en ücra bölgelerinden birisidir. Sadece 390 km² bir alanı kaplayan bu Pasifik adası, Güney Amerika’nın batı sahiline 3700 km, en yakın yaşanabilir adaya 2300 km uzaklıktadır.

Hollandalılar, adayı 1722 yılında ilk batılılar olarak ziyaret ettiklerinde, kulübelerde ve mağaralarda yaşayan, sürekli savaş halinde olan ve Ada’daki besin kaynaklarının yetersizliği yüzünden umutsuzca yamyamlığa yönelen 3000 kişilik ilkel bir toplum buldular.

Avrupalı ziyaretçileri en fazla şaşırtan ve ilgilendiren olay ise, bütün bu sefalet ve barbarlığın arasında, bir dönemin gösterişli ve gelişmiş bir toplumuna ait, Ada’nın çeşitli yerlerinde yükseklikleri altı metreyi aşan 600’den fazla yekpare taş anıt olmasıydı. Toplumsal açıdan gelişmiş ve teknolojik açıdan karmaşık bir iş olan heykellerin yontulması, taş ocaklarından başka yerlere taşınması ve dikilmesinin bu ilkel toplum tarafından gerçekleştirilmiş olması olanaksız görünüyordu. Paskalya Adası’nın geçmişi, kayıp uygarlıklarla ya da gizemli bilgilerle dolu bir tarih değildir. Bu tarih insanın çevreye olan bağımlığını ve bu çevreyi düzeltilemeyecek biçimde bozmasının sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnektir.

MS 5. yy.’da adaya batıdan 20 – 30 Polinezyalı göçmen geldi. Adanın çok zengin olmayan bir bitki örtüsü vardı ve hiç memeli hayvan yoktu. Evcil hayvanları tavuk ve Polinezya faresinden ibaretti; temel ekinleri tatlı patatesti. Yeterli derecede besleyici olmasına karşın tekdüze seyreden bir beslenme biçiminin tek yararı, tatlı patates ekiminin zor olmaması nedeniyle başka etkinliklere ayıracak zamanlarının kalmasıydı. Temel toplumsal birimler geniş ailelerden oluşan, aralarında her konuda rekabet olan klanlardı ve her klanın kendine ait tören alanları vardı.

Buralarda ahu denilen dev heykellerin dikildiği atalara tapınma platformları vardı. Bu heykeller bir taş ocağında yapılıyordu ve daha sonra adanın değişik yerlerindeki tören alanlarına, yük hayvanları olmadığı için ağaç gövdeleri kızak olarak kullanılıp insan gücüyle götürülmek zorundaydı. 1550 yılında ada nüfusu 7000 kişiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Zamanla klan sayıları artmış yüzlerce ahu ve 600’den fazla dev taş heykel vardı. Sonra bu uygarlık birdenbire yıkıldı. Anıt heykellerin bir kısmı deniz kenarında, sahilde konuklara adeta “Hoş geldiniz” diyor… Taş ocağında yarım bırakılmış heykeller kaldı. Bu yıkımın nedeni, Paskalya Adası’ndaki “gizemi” çözmenin anahtarı, bütün adanın ormansızlaşmasının getirdiği çevresel bozulmaydı:

Göçmenler adaya ilk geldiğinde adada büyük ormanlar vardı. Nüfus arttıkça, tarım alanı açmak, ısınma ve yemek pişirme, ev aletleri, direkler ve sazdan ev yapımı için malzeme elde etmek ve balık avlayabilmek için tekne yapmak amacıyla ağaçlar kesilmeye başlandı: En çok da kızak yapımı için kesiliyordu. 1600 yılında ada tamamen çıplak kalmıştı. Heykel yapımı durdu. Ev yapılamadığı için mağaralarda yaşamaya başladılar. Artık tekne yapamadıkları için balık avlayamıyorlardı ve uzun yolculuklara çıkamıyorlardı. Erozyon topraklarını zayıflatıldığından yiyecek üretiminde ciddi sıkıntı yaşıyorlardı. 7000 kişiyi beslemek olanaksız hale geldi ve nüfus hızla azalmaya başladı. Dünyanın bu ücra köşesinde kapana kısılan ada halkı azalan kaynaklar üzerindeki tartışmalar sonucu neredeyse sürekli savaş halindeydi. Kölelik arttı ve alınabilecek protein miktarı düştükçe yamyamlık yaygınlaştı. Savaşların temel amacı rakip klanın ahularını yıkmaktı. 1830’larda neredeyse bu dev heykellerin tamamı yıkıldı. Adaya gelen ziyaretçiler bu heykellerin nasıl taşındığını sorduklarında adanın ilkel sakinleri, atalarının neler yaptığını artık hatırlamıyordu; yalnızca, bu dev figürlerin adanın öteki tarafından ‘yürüyerek’ geldiğini söyleyebildiler. Dünyanın öteki bölgelerinden neredeyse tamamen kopmuş olduklarını bilen Paskalya halkı, varlıklarının bu küçük adadaki sınırlı kaynaklara bağlı olduğunu anlamış olmalıydı. Taş ocağının yakınında tamamlanmamış birçok heykel bulunması, adada ne kadar ağaç kaldığının hiç düşünülmediğini, artan nüfusun ve ada halkının kültürel hırslarının, ellerindeki kaynaklardan çok güçlü olduğunu akla getirmektedir.

Kaynak: ClivePonting, Dünyanın Yeşil Tarihi – Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü,

Çeviren: Ayşe Başcı- Sander,Sabancı Üniversitesi Yayınevi,s.1-7, 2000.

Özgün Basım: A GreenHistory of The World – The Environment andTheCollapse of Great Civilizations,PenguinBooks, 1991.

Ilgın ağaçları arasından kirli akan Küçük Menderes nehri.

Suyun rengi o kadar bulanık ki sadece yüzeyi görebiliyoruz. Burada canlı yaşıyor mu acaba? Bunu bilemiyorum. Sudaki oksijen oranı canlı yaşaması için yeterli olmayabilir.

Nehrin kokusu rahatsız edici, bir an önce toprağı alıp buradan uzaklaşmak gerek. Hemen yerden bir avuç toprak alarak, naylon torbaya koyup ağzını sıkıca bağladım. Gürel beni toprak alırken resmimi çekiyor. Etrafımda arkadaşlar toplanmış bana bakıyorlar.

Toprak dolu torbayı heybemin içine yerleştirdikten sonra geriye doğru gitmeye başladık. Giderken de izimizi bırakıyoruz toprak yola.

Küçük Menderes Deltası

Alan Tanımı:

Kuşadası Körfezinde, Selçuk ilçesinin kuzeybatısında, Küçük Menderes Nehrinin denize döküldüğü yerde oluşmuş bir deltadır. Çoğunluğu tarım alanına dönüştürülmüş deltada, kumullar, sazlıklar, geniş bataklıklar (Elaman ve Akgöl bataklıkları), bir tatlı su gölü (Çakal Gölü) ve hafif tuzlu bir göl (Gebekirse Gölü) bulunur.

Küçük Menderes Nehri’nin oluşturduğu alüvyal ova zengin bir kıyı sulak alanıdır. Deltadaki Çakal Gölü, 0.74 km2 büyüklüğünde ve 4 m derinliğinde; Gebekirse Gölü, 0.75 kmbüyüklüğünde ve 5 m derinliğindedir. Deltadaki Elaman ve Akgöl bataklıkları dışında Cevaşir Bataklığı, sadece kış aylarında sular altında kalır. Göllerin kenarı sazlıklarla (Phragmites) kaplıdır. Bataklıkların büyük bölümünde ise ılgın (Tamarix) hakim türdür. Deniz suyu nehir boyunca 4 km içeri sokulur, ancak sadece Gebekirse Gölü’nü etkiler.
Alanın ortasından geniş bir karayolu geçer. Bölgedeki en önemli turistik merkezlerden biri olan Efes antik kentinin yakınında küçük bir havaalanı vardır.

Fauna:

Selçuk Kuş Cenneti olarak da bilinen alanda 38 familyaya ait 92 kuş türü tespit edilmiştir. Göç sırasında önemli sayılarda küçük karabatak bölgede konaklar. Nesli bölgesel düzeyde tehlikede olan mahmuzlu kızkuşu alanda üremekte; küresel ölçekte nesli tehlikede olan fare kuyruklu yediuyur burada yaşamaktadır. Benekli kaplumbağa, tosbağa ve ev yılanı özel doğa alanı kriterlerini sağlayan sürüngen türleridir. Alan, iç su balıkları açısından da oldukça önemlidir. Ülkemize endemik ‘büyük esmer’ alanda yaşayan koruma öncelikli kelebek türüdür.

Flora:

Deltada kumullar, geniş sazlıklara sahip bataklıklar, tatlı ve hafif tuzlu su gölleri ile tarım alanları ana habitatları oluşturur. Çevredeki yüksek araziler makilikler, tarlalar, söğüt ve zeytinliklerle kaplıdır. Ovada ise başlıca tarım ürünü pamuktur.

Küçük Menderes Deltası, uygun iklim şartları ve deltanın güneyinde yer alan Efes Antik Kenti ve Bülbül Dağındaki Meryem Ana Evi dolayısıyla turizm aktivitelerinin yoğun olduğu bir bölgedir.

Deltada ana geçim kaynağı tarımdır. Ovadaki başlıca tarım ürünü de pamuktur. İki gölde toplam on iki tür balık bulunur, ancak ticari balıkçılık sadece Gebekirse Gölünde yapılır. 1995’te 10 ton balık yakalanmıştır. Nehrin denize döküldüğü yerde yavru balık toplanır.

İZSU, Ege Bölgesinin yıllık su ihtiyacının bir kısmını Küçük Menderes Nehrinden sağlar. Sulama ihtiyaçları için nehre 4 adet baraj yapılması planlanmaktadır.

1984’te özel koruma alanı içinde 10 km2’lik bir alan Yaban Hayatı Koruma Sahası ilan edilmiş, 1991’de deltanın tümüne SİT Alanı statüsü verilmiştir.

Tarihin ilk çağlarından beri insanoğlunun dikkatini çekmiş olan 125 km uzunluğundaki Küçük Menderes Nehri ve vadisindeki verimli topraklar, 1930’lardan başlayarak yoğun olarak kullanılmıştır. Sıtmayla mücadele amacıyla başlatılan kampanyalar kapsamında büyük çaplı kurutma çalışmaları yürütülmüş, sonuçta tüm Küçük Menderes Havzasında 260 km2 geçici ya da sürekli sulak alan yok edilmiş, nehir ağzından yaklaşık 50 km içeriye kadar çok sayıda göl kurutulmuştur. (Cellat, Akarca ve Nohut gölleri gibi). Bunun yanı sıra nehir yatağı değiştirilmiş, suyun Selçuk ilçesinin kuzeyinden düz bir hat üzerinden denize ulaşması sağlanmıştır. Geriye, eskiden daha büyük bir alan kaplayan ve taşkın dönemlerindeki tek bir göl haline gelen iki göl kalmıştır.

Geriye kalan 15 km2 sulak alanın bugün güvencede olduğunu söylemek mümkün değildir. Devlet Su İşleri yukarı havzada on binlerce hektar alanı sulamak için, nehir ve kolları üzerinde dört adet baraj inşaatı öngörmektedir. Bu barajlar ve sulamalar nehir debisini büyük oranda düşürecek, Akgöl ve Elaman bataklıklarının kurumasına sebep olabilecektir.

Kıyı boyunca kuzeyden ve özellikle güneydeki Kuşadası’ndan bölgeye doğru gelişen otel ve yazlık inşaatları alanı tehdit etmektedir. Deltanın güneyindeki kıyı çayırları üzerine golf sahası yapılması planlanmaktadır. Bölgede kaçak avcılık yapılmaktadır.

Küçük Menderes Havzasında bulunan ilçe ve beldelerde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarının kimyasal atıkları ve bu yerlerdeki evsel atıklar hiçbir arıtma yapılmadan Küçük Menderes nehrine boşaltılmaktadır. Bu da nehir ve deltada aşırı kirlenmeye ve biyolojik çeşitliliğin zarar görmesine sebep olmaktadır.

Alanın bugün eski ornitolojik zenginliğinin çok uzağında olduğu açıktır. Geriye kalan sulak alanların kuşlar ile diğer canlılar göz önüne alınarak korunması gerekir. Hava alanı sık kullanılmamakla birlikte, alan üzerindeki etkileri araştırılmalıdır.

http://www.turkiyesulakalanlari.com/kucuk-menderes-deltasi-izmir/

Kısa sürede yola çıkıyoruz. Yol zeminden yüksekte, bir süre gittikten sonra Zeytinköy kavşağına geldik. Kavşak biraz daha yüksekte. Toprağı aldığımız alanın resmini çekiyorum. Nehir yatağı sazlık ve ılgın ağaçlarından görünmüyor. Sadece küçük bir su parçası görünür durumda. Bu alanda bazı yerler bahçeye dönüşmüş. Bahçelerde nar ağaçları dikilmiş durumda.

Küçük Menderes ovası, aşağıda yakın yerde nar bahçesi. Ağaçlar sıralı dikilmiş Solda küçük bir kayalık düz alandan fışkırmış gibi. Ovanın büyük bölümü ılgın ağaçları ile kaplı. Karşıda Dilek yarımadası, üzerinde beyaz bulutlar.

Ana yoldan Zeytinköy yoluna saptık. Selçuk tan bisikletçi arkadaşım Özer Çatori bizim buralarda olduğumuzu öğrenmiş. Hazır yolumuzun üstünde diyerek evine çay içmeye davet etti. Onu kırmadık ama evi vadinin diplerinde, yolumuzun ters tarafında. Bu kadar uzak olduğunu bilseydim çay molasını Zeytinköy de verirdik. Bu bize biraz zaman kaybettirdi ama geliyoruz diye bildirince sözümüzden dönemedik. Özer telefon ile oturduğu evi tarif etti. Evine vardık, ev vadinin bitiminde mandalina bahçesinin içinde güzel bir yerde. Bahçe girişinde üzüm çardağı ve ceviz ağacı gölgelik yapıyor.

Bahçe girişi, demir çardak maviye boyanmış. Üzüm asması ve ağaçlar baharın yeşilliği ile sarıp sarmalamış çardağı. Bisikletlerimizi duvar diplerinde park etmiş durumda.

Evin balkonuna oturup demli çayları içmeye başladık.

Haliyle balkonda hepimize oturacak yer yok. Bir kısmımız balkonda, diğerleri bahçede oturup çay içtik.  Bir sıra duvar dibinde 5 kişi, 2 kişi de balkon demiri tarafında.

Bahçede mandalina ağaçları yenilenmiş taze yaprakları ve çiçekleri ile bahar kokuları yayıyor etrafa.

Özer Çatori ve annesine çaylar için teşekkür edip tekrar yola çıktık. Zeytinköy’e geri gelip bir süre ana yoldan gittikten sonra Gebekirse göl yoluna girdik. Yolun bir kısmı toprak, bu yol kestirme bir yol. Tarlaların arasından gidiyor. Aramızda olan Şerif Kılavuz fazla zorlanmamasını söyleyerek düz gitmesini söyledik. Önümüzde tepeler var, çıkması biraz uzun sürecek. Düz gidip ileride bizi bekleyecek.

Gebekirse gölüne ulaşmak için alçak bir beli geçmek gerekli olunca çıkıyoruz haliyle. Etrafta çalılar, bodur ağaçlar arasında göl göründü.

Gölün kenarları geniş nar bahçeleri ile kaplı. Arazi düz. Az ileride göl görünüyor birazcık olsa da.

Gebekirse gölünün kıyısına geliyoruz, uygun bir alanda, göl kıyısında durduk. Burada kahve molası vereceğiz. Gölün tam kıyısında okaliptüs ağaçları dikilmiş. Bisikletleri ağaçların gölgesinde park ederek kahve takımlarımı çantalarımdan çıkarmaya başladım.

Kahve takımlarımı yere serip yanına bağdaş kurarak oturdum.  Hemen cezveye 4  kişilik kahve pişirmeye başladım. Gölün kıyısında sazlar henüz büyümeye başlamış. Kıytırığın arkasında bayrak çubuklarına iki tane Türk bayrağı rüzgardan hafif dalgalanıyor.

Kahve cezvede  pişerken sabırla bekliyorum taşmaması için. 4 Fincan kahvenin pişmesini bekliyor yan yana.

Ferdimen ve Gürel kahve pişerken etrafta resim çekiyor. Ferdimen’in göl kıyısında, suyun içinde bir kurbağayı kadrajında yakalamış. Kurbağa kendini fotoğraf makinesi ile resmini çeken uzun saçlı adamın niyetini anlamaya çalışıyor. Kurbağanın yüz ifadesi böyle.

Gölün kıyısında 3 güzel yan yana oturmuş ayaklarını suya sokarak zamanı değerlendiriyorlar. Oturduğu yerden başlarını resmi çeken Gürel’e döndürüp poz vermişler. Kurbağayı görmemiş olacaklar, yoksa prensine kavuşmak için öpmeye çalışabilirlerdi.

Bir posta pişirip 4 kişiye veriyorum. Zaman geçirmeden ikinci kez pişirmeye başladım. Kahveyi içenler de gölün suyunda fincanları yıkayıp yanıma bırakıyorlar. Kahve pişirirken bisikletin ön tekerleğinin arkasından resmimi çekiyor Gürel. Jant telleri, jant ve lastik güzel bir dekor oluşturmuş.

Üç kez kahve pişirerek herkesin içmesini sağlıyorum. Sonrasında kahve takımlarımı toparlayıp heybeme yerleştirdikten sonra yola çıktık. İki göl arasında tarlaların arasından geçerken arkadaşlar yerde kendi halinde yürüyen bukalemun görüyorlar. Aysel de bukalemunu eline alıp resim çektirmiş. Bukalemun bulunduğu ortama göre neyin üzerinde ise onun rengini alan bir hayvan. Şu an ki rengi yeşil, orijinal renginde. Ön ve arkada olmak üzere iki tırnaklı pençeleri ile parmakları kavramış, iki gözü de ayrı yönlere bakıp döndürebilen tek hayvan olarak etrafındaki insanları iki gözüyle ayrı ayrı inceliyor. Bu insanlardan birisi Şafak Omaç, arkada Figen Gülgör. Bukalemunu elinde tutan da Aysel Ataş.

Gebekirse gölü ile Çakal gölü arasındaki yol biraz yükseltili. Bunu aşmak bizim için kolay oluyor. Göl seviyesinde meyve bahçeleri düzlük alanda. Yamaçlar ise zeytin ağaçlarına ayrılmış. Yukarı, tepelere çıkan yol aşağıdan kıvrımlı görünüyor. Tırmanışa geçen bisikletliler arasında mesafe var. Herkes aynı performansı gösteremiyor.

Ben en arkada Ferdimen ve Gürel ile birlikte tırmanışa geçtik. Yol kıvrımlı, hafiften yukarıya doğru yükselmekte. Sol taraftaki yamaçta zeytin ağaçları. Önümüzde sadece Ferdimen var. Resmi Gürel çekiyor kamerası ile.

Tepeye varınca Çakal gölü manzarası eşliğinde bisikletim KUZ ve kıytırık ile bir poz hak ediyor. Göl zeytin ağaçları arasında yarım görüntüsü ve daha önce nehrin getirdiği toprak gölün yanında geniş bereketli ovaya dönüştürmüş.

Çakal gölünden ayrılıp ovaya iniyoruz. Artık Tireye kadar yolumuz düz. Küçük Menderes nehri kıyısındaki yolda ilerliyoruz.

Yol nehrin kıyısından giderken bazen karşı tarafa geçmek gerek. Köprüden geçerken arkadaşlara seslenip durmalarını söylüyorum. İlk önce dijital zom ile yakınlaştırılmış olarak çekiyorum ağaçların dalları arasından. Köprünün mavi boyalı demir korkulukları ardında bana el sallıyor arkadaşlar.

Bu da normal görüntü. Aramızda epey mesafe var. Solda bir zeytin ağacı ve şeftali bahçesi tamamen yaprak açarak meyvelerini olgunlaştırıyor.

Ben köprüye gelmeden önce Gürel kamerası ile elçek resim çekiyor. Arkadaşlar köprünün diğer tarafında toplaşmış. Kendisi diğer taraftan sadece portresi görünüyor. Köprü biraz yüksekte, meyve bahçeleri aşağıda kalmış. Köprünün ucunda dut ağacı top şeklinde. Köprünün korkuluk demirleri mavi boyalı. Sadece ortadaki uzun demir sarıya boyalı.

Araç trafiğinin olmadığı nehir kenarında sakince gidiyoruz sarı çiçek açmış otların arasından. Karşımızda kayalık dağlar yeşil otların arasından görünüyor. Demir örgülü elektrik direği de manzaraya girmiş. Ferdimen grup halinde giden bisikletçilerin arkasından resimlerini çekmiş.

Ben de arkalarından tek başıma doğada olmanın verdiği mutlulukla içime sindire sindire yol alıyorum. Yol kıyısında sarı çiçekler açmış otlar arasında insan boyundan büyük şerbetçi otları fışkırmış durumda.

Nehir yatağından akan su o kadar kirli ki hem görünümünden hem de kokusundan belli oluyor. Siyaha yakın yeşil rengi olmasına karşın söğüt ağaçları ve otlar kıyıları bürümüş. Nehirde sadece canlı olarak su kaplumbağalarını görüyorum. Onlar da kabukları siyaha yakın renge yani nehrin suları gibi olmuş. Bu kirli sularda nasıl yaşadıklarını anlamış değilim. Kaplumbağalar pek evrim geçirmeden milyonlarca yıl aynı kalmış bir canlı türü. Şekli değişmese de kirli sular pek etkilememiş görünüyor.

Nehirde su ilkbahar olmasına rağmen çok az akmakta. Köprünün üzerinden karşıya geçerken nehrin resmini çekiyorum. Su az da olsa akıyor simsiyah. Söğüt ağaçları kıyı boyunca sıralanmış. Sol tarafta bir tepe, ön tarafında kavak ağaçları grup olarak dikilmiş.

Kavak ağacı nedir bilir misiniz? Kavak ağacı evlilik ağacıdır. Çocuk doğduğu zaman babası bir grup kavak ağacı diker, fidan olarak sulak bir yerde. Kavak çocukla beraber büyür. 20 yıl sonra evlilik çağı gelince baba çocuğu için diktiği kavağı keserek satar ve elde ettiği para ile çocuğunun düğün masraflarını karşılar. Evini yuvasını kurarmış kavak ağacı ile. Kavak ağacı daha çok kibrit, ambalaj ve mobilya yapımında kullanılır. Gerçi şimdiki zamanda kibrit gazlı çakmaklara yenilmiş durumdadır.

Yeni sürülmüş tarlaların yanından topluca bisiklet sürüyoruz. Gürel de uzaktan optik zom yaparak harika bir resim çekiyor. Resimde 11 kişi bisiklet sürerken görünmekte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ben biraz gerilerden gelince tek başına beni ayrı çekiyor. Kıytırığın arkasında iki Türk bayrağı rüzgarın etkisi ile dalgalanıyor. Yolun iki tarafında tarla yeni sürülmüş.

Belevi’ye vardık bile, burada öğle yemeği yiyeceğiz. Daha önce işletmeci ile konuşmuştuk geleceğimizi. Bizler gelince köfte siparişlerini veriyoruz ve hemen mangalda köfteler pişmeye başladı. Köftelerin pişmesini beklerken bahçede elimizi yüzümüzü çeşmede yıkayıp paklanıyoruz. Yıkanırken kara dut ağacını görünce acıkan karnımızı biraz bastırmak için karadutları mideye indirmeden edemedik. Yeni kararmaya başlayan dutlar nefis. Dutların çoğu kırmızı olgunlaşmamış. Kimisi yarısı kırmızı yarısı kara. Biz de iyice olgunlaşmış olan kara dutları yiyoruz. Dutları dalında yaprakları ile beraber yakından bir resmini çekiyorum.

Belevi’nde aramıza 2 kişi daha katıldı, Sadun abi ve Hüseyin. Üç masayı birleştirip oturduk. Köftelerin pişmesini bekliyoruz sohbet ederek.

Bisikletler park edilmiş, bizler de masalara oturarak bekliyoruz. İşletmenin adı Belevi çöp şiş ayran. Mavi tabelasında yazıyor.

Sevil köfte ve şiş pişirirken ocak başında.

Sevil ocağın başında köfteleri pişirirken işletmeci de domatesleri söğüş dilimler halinde kesip tabaklara diziyor.

Pişen köfteleri bir çırpıda yiyip bitiriyoruz, çok acıkmışız. En son olarak Sevil kendine pişirip yiyor köftelerini. Biz de boş durmayıp yemeğin üstüne çayları yudumluyoruz. Masanın üstünde kocaman bir saksı, saksıda da beyaz üzeri mor çiçekler açmış. Binanın duvarında ay – yıldız yapıştırılmış. Türk bayrağı da  çatıya asılıp sarkıtılmış.

Yemeğin ardından tekrar yola çıkıyoruz. Yolumuz yine nehri takip eden yollarda. Tarlaların önünden geçiyoruz. Tarlayı otlar bürümüş. Herhalde nadasa bırakılmış.

Kimi tarla da sürülüp ekilmiş bile. Araları 1.5 metre genişliğinde düz bir çizgide fidanlar dikilmiş. Fidanların da yanında boylu boyunca damlama için hortum döşenmiş. Geniş tarlada yan yana fidanlar ekili. Her şey düzgün ve güzel görünüyor görünmesine de tarlada fazla olan bazı şeyler var. O da fidanlar üretim yerinde çimlendirilirken köpük fidelikler ile buraya geliyor. Fidanlar dikildikten sonra boşalan köpük kasalar toprağın üzerine öylece atılmış. Toplayıp geri dönüşüme yada çöpe atılmamış. Nehrin kirliliği buradan başlıyor. Petrol ürünü olan köpük fidelikler çevreyi hem görüntü olarak hem de kimyasal olarak kirletmekte.

Yolculuğumuz güzel yerlerden devam ediyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar arasından. Buralarda yollar da toprak. Arada geride kalanları beklerken bisikletten inip bekliyorum. Bisikletim park halinde, toprak yolda geriden gelenler ve yol kıyısında otlar ve sazlık.

Yolumuz nehrin kıyısında olunca bazen sol tarafında, bazen de sağ tarafında gidiyoruz. Karşı tarafa da köprüden geçiyoruz. Yine böyle bir köprüden geçerken Gürel tura katılan herkesi nehir ile beraber elçek yaparak resmimizi çekiyor.

Tura katılanların isimleri :  Ahmet Nail Yavuz, Aysel Ataş, Bahadır Özer, Cem Koç, Ferdi Kızıl, Figen Gülgör, Gökay Terzi, Gürel Gürselp, Hasan Ata, Hüseyin Dölçek, Kaya Palancılar,  Kemal Lale, Sadi Bilguvar, Salih Gülbahar, Sevil Gülgün, Şafak Omaç, Serif Kılavuz, Urim Babacan

Nehirde aşağıda gördüğümüz yerden daha fazla su akıyor ama hala kirlilik var. Burada nehir yatağı daha dar ve söğüt ağaçları neredeyse nehrin üzerini örtmüş durumda.

Bağ bahçe yolu böyle olur, toz toprak. Üstüne üstlük kum gibi milli bir toprak olursa bisikletteki yükle birlikte gitmek zorlaşıyor. Gerçi arkamızdan bıraktığımız izler derin ve anlamlı. Birincisi bisikletlerimiz yüklü ve ağır, daha belirgin iz bırakıyoruz. İkincisi ise anlamlı yük. Bu yük taşıdığımız eşyalarda daha çok ağır. İnsan eliyle yapılan erozyona ve kirliliğe dikkat çekmek için bisiklet sürüyoruz. Temiz bir çevre ve geleceğe, çocuklarımıza temiz bir gelecek bırakmak için yollardayız. Bunun ağırlığı ölçülemez. Üçüncüsü de nehrin deniz ile buluştuğu yerden aldığımız toprak. İnsan eliyle kirletilen nehirde taşınan toprak ağır metaller içeriyor. Kirli topraklarda yapılan tarım bizleri zehirlediği gibi çocuklarımızı da tehdit ediyor. Suyun kaynağına bırakacağımız kirli toprak nehirlerin temiz akması umudunu taşıyoruz. Bu hepsinden ağır ve izler daha da derinleşiyor. Hem sonra arkamızda iz bırakmamız gerek. Öyle gösteriş için, lay lay lom turu değil. Yarış ta yapmıyoruz. Hem spor yapıyoruz hem de doğayı ve çevreyi bir nebze olsun koruma amacı güdüyoruz.

Yol kumlu toprak, toprakta bisikletlerimizin tekerlek izleri. Sol tarafta nehir yatağı, sağda ise tarlalar.. Yolun her iki yakasında da otlar ve sazlar toza bulanmış durumda.

Topraklı tarla yolları bitti, asfalt yola çıkıyoruz. Yol kıyısında sadece  Hamidiye camisinin minaresini görüyoruz. İzmir ili, Tire ilçesi, Tire-İzmir yolu üzerinde bulunan Hamidiye Camii, daha çok Rahmanlar Camii adıyla bilinmektedir. Hamidiye Camii, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1894 tarihinde yaptırılmış olan külliyeye aittir.
Külliye içinde yer alan okul, çeşme ve havuz, İzmir, Tire yol çalışmaları sırasında yıkılmış, külliyeden günümüze sadece minaresi ulaşabilmiştir.

Yolda beni bisikletimle beraber minareyi de çeken Gürel. Minarenin yanında beton elektrik direği. Yol hafif sırt yapmış, inişe geçmiş olan Ferdimen’in yarısı görünüyor.

Bereketli topraklarda yaz için sürülüp ekilmiş tarlalar uçsuz bucaksız ta Bozdağlara kadar gidiyor.

su1-1-044

Ovada sadece tarla, bahçe yok. Milli zengin toprakta fidan yetiştiriciliği ve çim yetiştiriciliği de yapılıyor. Belki de 10 futbol sahasını kaplayacak kadar yere çim ekilmiş bir alanı görüyorum.  Boylu boyunca plastik borular ellişer metre aralıkla döşeli. Bu borular çimleri sulamak için. Doğal gübreli toprakta çabuk yetişiyor çimler.

Bülbüldere ve Göllüce köylerini geçerek Yeniçiftlik köyünde mola veriyoruz. Çay, soda ve atıştırmalıkları sundurmanın altında masalarda yiyerek biraz dinlenip güç topluyoruz.

Sundurmanın altında masalar, köylüler oturmuş çay içiyorlar. Bahadır bisikletine binmiş, kafasını arkadaki kameraya çevirmiş durumda.  Gökhan daha ilerde bisikletine bir şeyler yapıyor. Kıytırığın bir kısmı bayraklarla beraber sol tarafta görünüyor.

Moladan sonra yola çıktık, en arkada ben gidiyorum. Yanımda da bizim huysuz ihtiyar Şerif Kılavuz var. Arkadaşlar basıp gitti Tire’ye doğru. Huysuz ihtiyar geçen yıl kalbine pil takılmıştı. Pek bisiklette zorlanamıyor. Tura gelmeye de çok hevesliydi ve aramıza katıldı. Huysuz ihtiyarı kırmak olmaz, gönlü ne istiyorsa yapmak gerek. Artık iyice yavaşladı ve sık sık mola vermeye başladık. Bana sen git ben arkandan gelirim dese de pek aldırış etmedim. Geçen yıl yalnız bırakmıştık bilmeden kalp krizi geçirirken. Bir daha asla yalnız bırakmam diyerek sabırla bekliyorum. Bir yudum su içip biraz nefeslendikten sonra yola devam ediyoruz. Gittikçe molalar sıklaştıkça Şafak’ı cep telefonumla arayıp durumu bildirdim. Yolun karşısına geçip otobüse bindirmeye çalıştımsa da otobüsler bisikleti almadı. Gerçi Midibüs ve bisikleti koyacak bagajı bile yok. Nasıl alsın ki. Tire de evi olan arkadaşımız Birol Önal’a gelip Şerif’i almasını söyledim Şafak’a. Arkadaşlar Tire’ye varmıştı ve bizim daha 10 Km yolumuz daha var. Şerif’e oturup Birol’u beklemesini söyleyip pedala bastım. Birol arabası ile Şerif ve bisikletini alarak Tire’ye getirdi. Beni Tire girişinde benzinlikte Ferdimen bekliyordu. Ben de gelince birlikte Tire belediyesinin bizi konaklayacağı spor salonuna sora sora geldik.

Birol Önal’ın arabasının arkasında bisiklet taşıyıcısı var. Birol ve Şerif bisikleti arabadan indirirken.

Kapalı olan spor salonunun içine bisikletlerimiz ile girerek yerleşiyoruz. Sıcak duşumuzu da alarak, aklanıp paklanıyoruz bir güzel. Terli formaları yıkayıp yerine temiz eşyaları giyiyoruz.

Spor salonunun girişi geniş bir salon. Salon yüksek tavanlı, kıyılarda balkon var. Üst bölümde odalar var ve yukarı çıkan merdiven görünüyor. Aşağıda bisikletler, arkadaşlar toplaşmış kendi aralarında konuşuyor. Sağ alt tarafta pinpon masası var.

Akşam yemeğini Birol Önal yaptırmış bile. Pide ayran ile karnımızı doyurduk. Kendisine ayrıca teşekkür ederim bize ev sahipliği için ve misafirperverliği için. Akşam bastırdı, duşumuzu aldık, karnımız doydu. Bunun üstüne kahve gider diyerek kahve takımlarımı çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Akşam serinliğinde kahvelerimizi afiyetle içerek günün değerlendirmesini yaptık.

Gaz ocağım yanar durumda, cezvede taşan köpükleri fincanlara dökerken. Resim biraz bulanık çıkmış Ferdimen çekerken kahvenin kokusundan heyecanlanıp eli titremiş olmalı deklanşöre basarken.

Bir süre sohbet ettikten sonra günün yorgunluğu üzerimize uyku olarak çökmeye başladı. Her kes kendine yatacak yeri belirlemişti çoktan. Ben de koridorun birine matımı serip hazırlamıştım. Yarın Salı günü, Tire’nin pazarı kuruluyor. Hem de büyük bir pazar. İlk önce pazarı gezeceğiz. Yarın güzel bir gün bizi bekliyor ve uyku tulumuna mutlu girerek derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 76 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 14. Gün

1 Haziran 2015 Pazartesi

14. Gün

Tefenni – Korkuteli – Antalya

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bır kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Gülüş bir yanaşımdır bir öbür kişiye;

Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye..

Anılarından kale yapıp sığınsa bile,

Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.

Özdemir Asaf

 

Öne çıkan görsel, Ferdimen ile yan yana, arkamızdaki çam ormana Güneşin son ışıkları vurmuş. Daha arkalarda Toros dağlarının zirveleri.

IMG_0124

Henüz palazlanmış sokak köpeğinin annesi ile birlikte her geçene havlaması kendi bölgesini korusa da beni rahat uyuttu diyemem. Ara sıra uykuya dalmam sabaha kadar geçen süre içeresinde toplam olarak bana yetti. Sabah işe gidenler geçip giderken bizim içeride olduğumuzu fark etmiyorlar bile. Sabah mahmurluğu, işe yetişme telaşı, her gün geçtikleri yerde etrafta değişik bir ortamına dikkat etmiyorlar bile. Kimse bakmadı dönüp te. Gün aydınlanır aydınlanmaz kalkıp sabah kahvaltısını hazırladık. Kahvaltıyı bir güzel yapıp mutluluğu ilişkilendirdik şairin isteği doğrultusunda. Sıra geldi toplanmaya, benim eşyaları toplamam Ferdi’ye göre her zaman olduğu gibi daha kısa sürdü.  Güneş panelini de bataryaya takıp kıytırığın üstüne düşmeyecek şekilde kancalı lastikle bağladım.

Artık yola çıkma zamanı. KUZ ve kıytırık hazır durumda.

20150601_091257

Tam harekete geçtik çorbacının önünden geçerken çorbacı bizi durdurdu. Nerden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz gibi sorularla tanıştık. Kendisinin kullandığı orta demir amortisörlü bisikletle şehir içinde ara sıra bindiğini belirtti. Bizi çorba içmeye davet etti dükkanına ama yeni kahvaltı yaptığımızdan isteğini teşekkür ederek geri çevirmek zorunda kaldık. Çorbacı ortamızda iki kolunu omuzlarımızda, birlikte resim çekiliyoruz.

20150601_091655

Yolumuzu ve hikayemizi anlatıp çektiğimiz resimleri facebooktan nasıl görebilirim deyip beni takip edebilirsin diye ismimi söyleyince anlamadı. Anlamayınca içimde ki formamda yazan ismimi göstererek anca anladı. Çorbacının  ismi Bekir Yıldıran. Cana yakın ve bizim gibi gezginlerle sohbet hoşuna gitti ama yolcu yolunda diyerek izin isteyip yola çıkmamız gerektiğini belirttik. Çorbacıya formamdaki ismi gösterirken üçümüz çekiliyoruz.

20150601_091704

Ana yoldan değil de daha kestirme bir yoldan gideceğiz Korkuteli’ne. Bu yolu pek kullanan yok o yüzden trafik gürültüsünden uzak olmak bizi rahatlatacaktır. Ana yoldan sapınca ilk köy karşımıza çıktı. Hüyük köyü az haneli küçük bir köy. Adını da yanında bulunduğu höyükten almış. Henüz küçük olduğundan köye giriş tabelası resmi değil. Kendileri yaptırıp dikmişler yol kıyısına. Köyü girişindeki tabela ile çekiyorum.

20150601_094038

Bir süre ovada gidiyoruz, 8 – 9 Kilometre civarı, hava açık. Bisiklet sürmek için harika bir gündeyiz. Yağmur yağma olasılığı yok. Yolumuz uzun ve 20 Kilometrelik bir tırmanış yapacağız. Sonrasında Antalya’ya sadece iniş olacak. düz olan yolda Ferdimen gidiyor. Biraz uzakta yokuşun dağlara doğru tırmandığını görüyorum.

20150601_095946

Ova bitti ve tırmanış başladı, vitesler küçüldü, tempo yavaşladı. Şimdilik eğim o kadar fazla değil. Ferdimen beni çekiyor yokuşa sarmış halde.

IMG_0014

Yolda gördüğümüz ilk çeşmede suları tazeleme ve kana kana su içme molası verdik. Çeşmenin aynası yüksek be şekilli yapılmış.

20150601_102053

Dün yağmur yağmasaydı büyük bir olasılıkla bu çeşmenin yakınında bir yerlere kamp atabilirdik. Bisikletlerimiz park etmiş, ben mataramı çeşmeden doldururken Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0017

Bisikletler dağlara doğru bakıyor, “Ne rampalar çıktık, bu rampalar bize vız gelir” der gibiler.

20150601_103424

Rakım yükseldikçe kar çubukları yol kenarında görünmeye başladı. Demek kış aylarında buralara epey kar yağıyor. Araçların yoldan sapmamaları için iyi bir uygulama.

20150601_105442

Kent deresinin yanımızda aktığını görüyorum aşağıya doğru. Dere ta tepeye kadar bizimle beraber. Çakıllı dere yatağı ve bisikletimi çekiyorum.

20150601_110210

Daha önce denk gelmedi ama bisikletle turlara başladıktan sonra fark edebildim “Dikkat tepeden taş düşebilir” uyarı levhasını. İşte tam da uyarı levhasının önünde toprak kayması olmuş, yolun yarısını kapatmış durumda. Toprak kayması yeni olmuş henüz uyarı işaretleri konmamış. Zaten pek te araç geçtiği yok. Karayolları öğrenesiye kadar epey zaman geçecek belli.

20150601_110838

Yolun kıyısında kocaman yuvarlak bir kaya parçası bir anıt gibi duruyor. Yol yapım sırasında dozerin kıyıda bıraktığı belli oluyor.

20150601_111221

Yol kıyısında yıllık otsu bitki mor çiçeklerini açıp baharı karşılamak için. Henüz yaprakları yok ortada, sadece çiçekler var.

20150601_111419

Derenin yamacında küçük bir bahçe, bahçenin etrafı ulu kavaklar boy göstermiş. Bahçenin yanında 5 yada 10 dönüm tarla. Ekinler büyümekte, henüz diz boyu. Küçük şirin bir yer, acaba bir köylüyü geçindirmeye yeter mi? Zannetmiyorum. Kıt kanat, boğaz tokluğuna belki yeter bir kişi için. Büyük bir olasılıkla bahçenin sulaması dereden sağlanıyor. Etrafta pek ağaç ta görünmüyor, sadece küçük çalılar var. Adam çalışmış çabalamış küçük bir cennet bahçesine dönüştürmüş kırsal alanı. Böylelerine saygı duymak gerek. İnsan istedikten sonra neler yapmaz ki…

20150601_112811

Tırmanma devam ediyor, sık sık hem resim çekmek için hem de nefes dengeleme molası vererek çıkmaya devam edeceğiz. Ferdimen beni çekiyor. Ardımda çıktığım yokuş ve tepeler var.

IMG_0056

Yeni bir ile giriş yaptık, gerçi pek değişik bir şey olmuyor ama sınırlar ve tabelalar durumu belirtiyor. Şimdiye kadar geçtiğimiz iller aklıma geliyor. İzmir den çıktık yola, Manisa, Denizli, Burdur. Şimdi de Antalya sınırlarındayız. Bakalım bundan sonraki il neresi olacak.

20150601_120437

Anadolu’nun bozkır yapısı buraları sarmış durumda. Dağlar, tepeler tamamen ağaçsız bir durumda kıraç. Kıraç olması yerleşim yerinin de olmaması anlamına geliyor. En önemli etken de su kaynakları. Sadece yağan yağmur yada kar ile bitkiler yaşamlarını sürdürüyor. Yol kıyısında çeşme olmaması da bunun göstergesi. Zirveye yaklaştık demektir. Bisikletimin arkasındaki dağda mermer ocağı görünüyor.

20150601_121959

Önümüzde ki yokuşun son yokuş olduğunu tahmin ediyorum. Bakalım tahminlerim doğru çıkacak mı?

20150601_123834

Artık yaylada olduğumuzu gösterir tarla ve bahçeler görülmeye başladı. Küçük bir yalak buralarda su kaynağı olduğunu gösterir. Söğüt ağacı ve kavak ağaçları en önemli kanıtı.

20150601_124126

Sonunda en yüksek noktaya çıkmayı başardık. Ali Belindeyiz, rakım 1560 metre. Ferdi ile zaferimizi kutluyoruz. En yüksek zirvemize çıkmanın mutluluğu tüm yorgunluğumuzu alıyor. Zirveye yakın bir yerde Mersin den Yavuz arkamızdan bize yetişti. Salda festivalinde beraberdik, sonradan yola çıkmış. Yükü de yok, Antalya’ya gidiyor bizim gibi. Resmi çekmek için cep telefonumu veriyorum Yavuz’a. Sonrasında gitmesi gerektiğini söyleyip inişte basıp gitti. Bizim ise acelemiz olmadığından etrafı seyrederek, resim çekerek ineceğiz. Tabela önünde Ferdimen ile ellerimizi havada birleştirip poz vermişiz.

20150601_124922

Bizi buraya kadar çıkaran bisikletlerimiz KUZ ve kıytırık övülmeyi hakkediyor. Sorunsuz, sabırla, sessiz buraya kadar çıkardı. Bundan sonra da daha nerelere çıkaracaklar. Tabela önünde iki bisiklet.

20150601_125000

Artık yayladayız ve etrafta yayla evleri aralıklarla görülmeye başladı. Yavuz ile Ferdimeni çekiyorum. Yavuz buradan sonra basıp gidiyor Antalya’ya doğru.

20150601_132038

Yaylanın çimenleri yemyeşil düz arazide. Toroslar alabildiğine uzanıp gidiyor. Sağda bir tane top ağaç görülüyor. Geri kalan yerde ağaç yok.

20150601_132041

Bu evler de yazlık gibi site şeklinde yapılmış tek katlı. Yaz aylarında Akdeniz’in bunaltıcı sıcaklarından kaçıp serin yaylanın havasında yazı atlatıyorlar. Kış aylarında da kar tatili yapmaktalar ama uzun süreli değil.

20150601_132334

Artık inişteyiz Torosların zirvelerinden bereketli su kaynakları derelerin gürül gürül akmasını sağlamış. İndikçe su çoğalmakta.

20150601_132640

Karasal iklimden Akdeniz iklimine geçtik, Etraftaki çam ormanları bunu belirtiyor. Anadolu’nun iç kısımlarında bozkır havası etkisini burada kaybetmiş durumda.

20150601_133745

Yol kıyısında Ahlat ağacını Armut ile aşılamışlar yoldan gelip geçenler yesinler diye. Armutlar ham, henüz olgunlaşmadığı için yolcu hakkını alamıyoruz.

20150601_140817

Sorumsuz, hayın, ahlaksız bazı kendini bilmez çevre düşmanı cahiller burayı çöp ve moloz ile berbat etmişler. Yazıklar olsun. Hadi bir kaç çöp attın, doğa bunu zamanla yok edecek ama buraya atılmış çöp gören diğer sorumsuzlar devamlı buraya attıkları çöplerle yığın çoğalmakta. Doğa ne yapsın bu duruma. Yazık…

20150601_142052

Çamların arkasında gölet gibi su birikintisi görünüyor uzaklarda. Sonradan bunun Korkuteli baraj göleti olduğunu öğrendim. Demek gürül gürül akan dere boşuna akmıyormuş. Aşağısında kocaman bir barajı besliyor.

20150601_142115

İnişte olmamıza rağmen öyle kendimizi salmıyoruz. Ara sıra durup etrafı resim çekmeden geçemedik. Bisikletlerimiz bizi sakince bekliyor yol kıyısında.

20150601_143311

Korkuteli ufukta göründü, öğle zamanı yaklaştı. Karnımızın acıkması bunu gösteriyor. Bakalım bir varalım da Korkuteli’ne.

20150601_143711

Kısa sürede Korkuteli girişine geldik. Artık yeni bir ilin ilk ilçesindeyiz. İlçe bereketli ovaya kurulmuş ve bir çok tarım arazisi yerleşim yeri olduğundan yok olmuş durumda. Yanlış kentleşmenin sonucu. Etrafta dağların yamaçlarında kurulsaydı Korkuteli çayının bereketli ovasında ürün yetiştirilerek Ülke ekonomisine katkı sağlardı. Ama emlakçılar, müteahhit bozuntuları kolay yerde, fazla uğraşmadan düz ayak binaları dikmişler temeli sağlam olmadan. Tabelada yazan; Korkuteli, Nüfus: 52900. Tabelayı bisikletim ile çekiyorum.

20150601_144821

Şehrin sokaklarında ilerliyoruz yavaşça. Karnımızı doyuracak bir yer bakınarak ilerlerken merkeze yakın, çarşıda hem de yol kıyısında bir lokantaya oturduk. Yemekler nefis ve bol kepçe, porselen tabaklar kocaman öksüz doyuran cinsten. Bir tabakla iki kişi rahat doyar. Hem de hesaplı. Yemek ve bol salata ile karnımızı bir güzel doyurduk. Şehrin ana caddesinden bir manzara, arabalar, insanlar, bisikletle işini görenler.

IMG_0094

Yemeğin ağırlığı çökmeden yola çıktık, tabela gideceğimiz yönü belirtiyor. Antalya yönüne sapıyoruz. Tabelalar; sağa Antalya, sola Tefenni, Burdur yönünü gösteriyor. Ben yolun kıyısında gidiyorum.

IMG_0095

Henüz şehirde ilerlerken meşhur yanıksı dondurma yazan pastaneyi görünce merak edip durduk. Birer dondurma ısmarlayıp tadının nasıl olduğuna baktım. Dondurma is kokuyordu. Yedikçe tadına varıyorsun, öyle bir şey işte. Kendimi külahta dondurmam ile elçek çekiyorum. Arkamda dondurma külahları.

20150601_160104_HDR

Benim hoşuma gitti tadı ama Ferdi’nin pek hoşuna gittiğini söyleyemem. “Ne biçim tadı var, safi is kokuyor” diye düşüncesini belirtti. Sıcaklaşan havada dondurma yanık ve is koksa da bir nebze serinletti boğazımı. Garsondan dondurmanın hikayesini dinledim. Hikayesi şöyle;

“Vakti zamanında dondurma yapmak için süt tenceresini ocağa koyan usta çırağa süt kaynayınca ocağı kapat ve makinaya dök sonra makinayı çalıştır diye tembih edip bir süreliğine dükkandan ayrılmış. Çırak ta süt kaynadıktan sonra kapatmayı unutunca sütün dibi tutmuş. Çırak ne yapsın onca süt boşa gitmesin diye dibi tutmuş süt ile dondurma yapmış. Ustasına çaktırmadan dolaba koyup dondurduktan sonra satmaya başlamışlar. Dondurma öyle dışarıdan kokusu anlaşılmıyor. Usta da dondurmanın tadına bakmadığından anlamamış ilk önce. Dondurmayı alan ilk önce is kokusunu almış ama hoşuna gidince tekrar istemiş. Usta da dondurmayı beğenenlere anlam verememiş. Daha sonra yaptığı dondurma yanıksı is kokusu olmadan yapılınca dondurmayı alan müşteriler ustadan dünkü yanıksı dondurmadan istiyoruz diye söyleyince iş ortaya çıkmış. Çırağından ne yaptığını sorunca çırak ta “Usta sütün dibi tuttu ben de senin korkundan o sütle dondurmayı yaptım ondan olsa gerek” diyerek anlatmış olan biteni. Müşteriler de beğenince yanıksı dondurma ortaya çıkmış ve meşhur olmuş.”

Yanıksı dondurma külahları elimizde Ferdimen ile elçek çekiyorum bir poz.

20150601_160110_HDR

Korkuteli ana yolunda gidiyorum, hava masmavi, güneş tepede. Ferdimen beni arkamdan çekiyor.

IMG_0096

Korkuteli’nin başka bir meşhur ürünü varmış. Bunu kasabanın çıkışındaki dev mantar heykelinden anlıyorum. Kasabanın çoğu evinde bodrumlarda rutubetli ortamda kültür mantar yetiştiriciliği yapılmaktaymış. Kültür mantarı ile önemli bir gelir kaynağı yaratmış kasabalılara.

20150601_162440

Artık ana yolda, gürültülü trafikle beraber Antalya’ya kadar gideceğiz mecburen. Tabela sağa saparsak; Elmalı, Çavdır, Fethiye ve Denizli’ye gidileceği belirtilmiş. Düz olarak; Antalya yönünü gösteriyor. Biz düz gideceğiz. Ben önde gidiyorum.

IMG_0099

Dağların arasında geniş bir düzlük göründü. Arazi komple tarla olarak ekilmiş durumda. Etrafında, içinde herhangi bir yapı da bulunmamakta. Korkuteli daha geniş bir düzlükte kurulmuş, burada ise sadece tarım arazisi olarak kullanıldığından sevindim. Düşünün bu arazinin binalarla kaplı olduğunu.

20150601_170109

Düzlük bitti, önümüzde hafif bir rampa görünüyor. Daha henüz çıkmadan ön tekerlekte bir çalı takıldığını görüp sol ayağımla atayım diye uzatınca maşa demiri arasında tekerleğin telleri ayağımı kaptı birden bire. Haliyle ayak girince hop yana devrildim bisikletle beraber. Süratli olmamam nedeni ile fazla bir hasar oluşmadı. Hemen ayağımı aradan çıkarıp bisikletimi kaldırdım. Ayağımda hafif bir sıyrık dışında herhangi bir şey yok. Tekrar bisiklete binip yoluma devam ettim. Ferdimen durumun farkında değil, önde gidiyor.

20150601_174410

Bisikletin bir DEVRİM olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın tekerleği bulduktan sonra yaptığı en büyük icat bisiklettir. Kim ne derse desin bisiklet bir DEVRİM’dir. Yazılan yazıda TEK YOL DEVRİM yazsa da biz zaten o yoldayız. İşin garip tarafı zaten Devrim’e gidiyorduk. Bisikletim ile betondaki Devrim yazısını çekiyorum.

20150601_180150

Toros dağlarının zirvelerinde bisiklet sürmek ve aşmak güzel bir duygu. Zirve her zaman kayalık olur, biz de kayalık olan geçide doğru tırmanıyoruz.

20150601_180438

Hafif olsa da rampa çıkmaktayız bir süredir. Rampanın sonunda iyi bir iniş olacağını tahmin ediyorum. Yol tabelası sağa dönemeç olduğunu belirtmiş.

20150601_183020

Rampa sonunda bitti, Tahtalı belinde 970 metre rakımda durup bir resim çekiyorum. Bu gün ikinci beli aşmaktayız. Tabela ile bisikletimi çekiyorum Yol burada daralıyor uyarı tabelasına göre.

20150601_183726

Dağlar fazla yüksek olmasa da yalçın kayalıklarla kaplı dorukların yanından hızla aşağıya bıraktım kendimi. O kadar rampa çıktık artık ödül pedal çevirmeden kendiliğinden inmek.

20150601_184533

Kendimizi öyle salmıyoruz paldır küldür. Torosların her tarafı ayrı bir güzel, sıradağlar alabildiğine uzanınca  manzara sürekli değişmekte. Bu güzellikleri kaçırmamak gerek. Yokuş yukarı çıkarken Ferdimen beni hep geçip beklerken buluyorum. Yükü az olunca ben kıytırıkla tın tın çıkmaktan gerilerden gelerek anca yetişebiliyorum. Ama inişte ağırlık bu kez hızı değiştiriyor, Ferdimenden  daha hızlı iniyorum. Ağırlıktan ivme fazla olunca ben de bırakıyorum. Kıytırık ta ardım sıra ip gibi sarsmadan geliyor. Torosların kayalık zirvelerini çekiyorum.

20150601_184806

Güneş ufukta iyice alçaldı, tepelerin gölgeleri üzerimizde. Çam ormanına vuran güneşin son ışıkları manzarayı daha da güzelleştiriyor. İşte burada Ferdimen tripodu kurarak manzarayı ölümsüzleştiriyor prodüksiyon kurgulayıp. Sanatçı olmak ayrı bir şey. Ferdimen ile yan yana, arkamızda çam ormanları ve Toros dağlarının zirveleri. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0124

Sonrasında yine kendimi salıyorum, Ferdimene azıcık avans veriyorum önden gitsin diye. Resmini çekmek için durunca ara da açılsa da nasıl olsa yetişirim. Fizik kuralları benden yana nasıl olsa. Ferdimen beniz bir zirvenin altında giderken çekiyor.

IMG_0125

Dikkat yabani hayvan çıkabilir uyarısı ile karşılaştım. Ceylan çıkabilir uyarısı her zaman karşıma çıktığından alışkınım ama ilk defa domuz çıkabilir uyarısını görüyorum. Demek buralarda fazla domuz var anlaşılan.

20150601_185843

Hızlı ve sert iniş kayaçların derin yarıklarından devam ediyor. Her dönemeç değişik doğal kompozisyon ile karşılamama neden oluyor. O yüzden birden bire frenlere asılıp kısa sürede duruyorum bu manzarayı kaçırmamak için. Resim çekerken de hiç bir aracın kadraja girmemesine dikkat ediyorum. Yolda sadece kendi gölgem var.

20150601_190303

Birileri bir yolunu bulmuş ormanın kıyısına molozları dökmek için. Bu duruma pek te engel olunamıyor. İnsanlara ahlak ve vicdan yüklemesi yapılmadan geçeceğe benzemiyor bu hastalık.

20150601_190315

Güneş ışınları ve gölge oyunları sürekli karşıma güzellikleri görmeme neden oluyor. Biz şu anda gölgedeyiz ama karşıdaki dağın zirvesi gölgeli, Güneşli kayaların şekline göre. Ben önde gidiyorum.

IMG_0137

Doğal oluşmuş derin yarıklar biraz kırılarak geçide dönüşmüş durumda.

20150601_190729_HDR

Dağların zirveleri ve gölge oyunları eşliğinde gidiyorum. Anlaşılan Arap yarımadası Anadolu’nun altına girerken kıyıları iyice kabartmış. Bizler bu kabarmayı gözlemleyemeyiz kısa ömrümüzde ama binlerce yıl sonra bu manzaranın değişeceğine eminim.

20150601_191404

Antik kent kalıntılarının kale duvarlarını görünce duruyorum. Yakınlarda bulunan Termessos antik kentine ait olmalı.

20150601_192002

Binlerce yıl önce buradan yol geçtiği anlaşılıyor. Geçit surlarla kapatılmış ve kontrol altına alınarak gelip geçenler öyle kolay Antalya’ya inememiş. Şimdi ise rahatça antik yoldan geçebiliyorum. Romalı nöbetçi askerler yok görünürde.

20150601_192009

Surları geçtikten sonra düzlüğe iniyoruz, artık pedal çevirmeye başladık. Döşemealtı ilçesine geldik, yol ayrımındayız. Aynı zamanda gördüğümüz kale kalıntılarının antik kenti olan Termessos girişi de buradan.

20150601_192328_HDR

Yolumuza düz devam ediyoruz çam ormanı içinden. Yol ormanı ikiye bölmüş durumda, ormanın içine girilmesin diye tel örgü ile kapatılmış. Ferdimen bana ağaçların arasında bir geyik gördüğünü söyledi. Durup ormana bakmaya başladım ama Ferdimenin dediğine göre geyik hemen ağaçların arasında gözden kaybolmuş. Fazla durmanın anlamı yok ilerlemeye başladım, bir taraftan da sürekli ormana bakıyorum. Acaba geyiği görebilir miyim diye. Anlaşılan geyiğin bana görünmeye niyeti yok. Elbet bir gün göreceğime eminim, daha zamanım var demek ki. Umutla bekliyorum. Sağdaki tabelada; Ormanı bekçi değil, sevgi korur yazılmış.

20150601_192916_HDR

Daha önce geldiğimizi haber vermiştim İlkay arkadaşıma. O da mesaiden sonra arabası ile bizi karşılamaya gelmiş. Tam da Antalya giriş tabelasının önünde. Tabelada; Antalya, Nüfus: 1204000, Rakım: 39 yazılmış. Hasretle kucaklaşıyorum, özlemişiz birbirimizi. Ferdimen ile tanıştırıyorum İlkay’ı.

20150601_194903

İlkay eşyalarımızı almak istiyor ama artık alıştık deyip vermiyoruz. Güneş battı bu ara, akşam olmak üzere. Batarya şarj olmuş, güneş panelini toplatıp çantama yerleştiriyorum Artık endişeye gerek kalmadı, İlkay’ın evinde kalacağız bu gece. Ferdimen henüz kararmadan beni bisikletimle çekiyor. Arkamda İlkay’ın arabası duruyor.

IMG_0149

İlkay arabası ile arkadan bizi takip etti bir süre ana yolda. Kestirmeden ara yollara sapınca öne geçerek yolu bize göstererek gidiyoruz. Artık hava zifiri karanlık oldu. Bir de orman yolunda gidiyoruz, asfalt ta bitti. Toprak yolda karanlıkta ormanın içindeyiz. Arka yollardan ormanın içinden geçerek Varsak Karşıyaka mahallesine doğru giderken bir devriye polis arabası bizi durdurdu. Nereye gittiğimizi sorunca Aklımda kalan Karşıyaka mahallesi deyiverdim. Gecenin karanlığında iki bisikletli, iki uzun saçlı görünce karşılarında şaşırdılar tabi ki. Kimliklere baktıktan sonra bıraktılar. İlkay’ı ise durdurmamışlardı. Gelmediğimizi anlayınca beklemiş bizi. Gelir gelmez yolumuza devam ederek İlkay’ın evine geldik. Evleri müstakil, ormanın kıyısında. Bisikletleri bahçeye park edip İlkay’ın annesi, babası ve kız kardeşi bizi sofrada beklerken bulduk. Onlarla tanışıp hemen yemeğe başladık. Karnımız da iyice acıktı doğrusu. Yemeğin ardından kahve takımımı çıkarıp keyif kahvesi pişirip sohbet ederek içtik Akdeniz akşamında.

Sonrasında sıcak birer duş iyi gitti doğrusu. Yatağa huzur ve dingin girmenin rahatlığı ile hemen uykuya daldım

Bu gün biraz fazla yol yapmışız, rampadan daha çok iniş olması nedeni ile bu kadar yol yapabildik.

Bu gün yaptığımız yol 117 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 13. Gün. Salda Gölü Festivali 2. Gün

31 Mayıs 2015 Pazar

Pazar 13. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bır kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

Salda Gölü – Tefenni

 

Aşka gönül ile düşersen yanarsın.

Zeka ile düşersen kavrulursun.

Akıl ile düşersen çıldırırsın.

Duygu ile düşersen gülünç olursun.

Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.

Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.

 

Özdemir Asaf

 

Öne çıkan görsel, Salda gölü bisiklet festivali katılımcıları toplu halde. Festivali düzenleyen Antbis der ve Burdur bisiklet derneklerinin pankartları ile poz veriyoruz.

IMG_0214

Yüksek rakımlı yerde az oksijen ortamında olsak ta gün içinde iyi bir yaşam ve mutlu olarak uykuya dalmışsan rahat ve iyi bir uyku uyumana neden olur. Onun için iyi bir uyku sonrasında sabahın erken saatlerinde dinlenmiş olarak kalkıyorum. Diğer çadırlardan sesler gelmeye başladı. Kimisi erken uyanmış sabah hazırlıklarını yapıyor. Sabah kahvaltısını hep beraber yaptıktan sonra sabah kahvesini Devrim ben ısmarlayacağım diye tutturunca hayır diyemedik. İşletmenin mutfağına girip kahveleri kendisi pişirip askı ile bizlere servis yaptı. Tam kahveci çırağı gibi askıyı taşıyordu. Yanıma çırak mı alsam ne…

20150531_091309

Böyle güzel, böyle sevimli, böyle güleç kahveci çırağının elinden kahve içilmez mi. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Kahveyi her zaman kendim pişirir yanımdakiler de içer ama böyle yerlerde sevgiyle pişirilmiş kahveyi arkadaşımın elinden içmek ayrı bir zevk. Sevimli kahveci çırağı kahveleri gülümseyerek dağıttıktan sonra afiyetle içiyoruz. Kahve neşeli sohbet ile bitmiyor bir türlü. Devrim askıdaki kahve fincanlarını eli ile ikram ediyor.

20150531_091331

Uzun kahve muhabbetinden sonra hareket için hazırlanmaya başladık. Yanımıza pek eşya almadığımızdan hareket yerinde hazır durumda diğer katılımcıları beklemeye başladım. Herkes benim gibi pratik olmadığından henüz gelmeyenler çok. Bu gün kısa mesafe gideceğiz. Gideceğimiz yer beyaz adalar denen yer. Orada yarış yapılacak o yüzden yarışa katılacaklar dörder kişilik takımlar oluşturup isimlerini yazdırıyor görevlilere. Bizim Devrim de yarışmaya katılacak. Ben yarışmaları sevmediğimden katılmaya hiç niyetim yok.IMG_0137

Hazır olunca hareket başladı, dünkü yolun tersine Salda köyüne doğru beyaz adalara gideceğiz. Yolun iki tarafında çam ağaçları.

20150531_095753

Kısa sürede beyaz adalara vardık. Çam ağaçları arasından beyaz adalar göründü. Gölün suyu azalınca bu doğal güzellik ortaya çıkmış. Bu gün doğal güzelliğin içinde harika bir gün geçireceğime eminim.

20150531_095759

Salda köyüne gelmeden sağa doğru giden toprak yola saptık. İşte yine doğada ve yeşil çimenlerin arasında bisiklet sürmekteyim.

IMG_0141

Salda gölünü besleyen su kaynaklarından en büyüğü bu akan dere. Kamp yerinde kıyıya yakın yerlerde küçük su kaynaklarını görmüştüm. Dere yakınlardaki Düden köyü çevresinden çıkıp göle temiz olarak dökülüyor. Suyun berraklığı ve karşı kıyıdaki sazlıklar manzarayı oluşturuyor.

20150531_101313

Dere sakince usul usul kıvrılarak çevresine hayat verip göle, sevdiğine kavuşmaya gidiyor. Derenin çakılları temiz, sazları arasında kurbağalar sesleri ile eşlerine aşkla vırıak vırak diye seslenmekte.

20150531_101326

KUZ henüz göle kavuşmadan göl seviyesinde poz veriyor. Bir zamanlar buraları su altındaymış. Şimdi ise otlak olma yolunda. Yavaş yavaş toprak ve bitki örtüsü düz alanı kaplamakta.

20150531_101720

Bitkilerin kimisi göl kıyısına kadar ulaşmış yaşam mücadelesi vermekte. Göl sakin, neredeyse hiç rüzgar yok.

20150531_102151

Küçük bir tepenin üzerine çıkarak resim çekmeye başladım. Yüksekte olmak avantaj sağlıyor. Geniş bir alanı rahatça görüyorum. Aşağıda Ferdimen beni bekliyor. Ferdimen’in önünde, toprak üzerinde yuvarlak izler görünüyor. İşte gençler arabaları ile olduğu yerde döndürerek bu izleri yapmış. Arabanın tek tekeri sabit, diğer tekeri yumuşak zeminde patinaj çekerek toprağı kazıyor. Lastik izleri kalırken bunu yapmaktan zevk alan gençler böylece eğlenmiş oluyor. Tabi bunu yaparken alkol de alıyorlar. Lastikler bu hareketlerde çabuk yıprandığı için sık sık değiştirmek durumundalar. Baba parası yemek bu olsa gerek.

20150531_102203

Artık toprak arazi bitti, yerini beyaz kumsala bırakıyor. Hani derler ya Mars’a geldik, işte öyle bir yerdeyiz. Beyaz kumsalın bazı yerlerinde küçük te olsa saz kümesi fışkırmış.

20150531_102647

Havada bulutlar bazen kapatıyor bazen de açıyor. Bulutlar sürekli hareket halinde üzerimizden geçip gidiyor. Havada yağmur kokusu yok henüz. Yağacak gibi değil. Gerçi bahar ayındayız belli olmaz.

20150531_102827_HDR

Mersin den Zerrin kot pantolonu çekmiş hippi misali yanımdan geçip gidiyor.

20150531_102905

Beyaz taş ve çamur karışımı bir toprak üzerindeyim. Yağmur sürekli arazide şekil değişikliği yapmakta. Yağmur suları akarken kendine küçük kanallar açmış.

20150531_103038

Kıyıda durup bu doğal güzelliği çekmeden geçmek istemedim. Gölün suyu o kadar berrak ki sanki beni çağırıyor turkuaz rengi ile. Kendimi sulara bırakasım geliyor. KUZ ve göl manzarası.

20150531_103358

İşte beyaz adalar karşımda, buraya ismini veren adalar. Küçük ye olsa ada adadır. Zamanla yağmur damlaları küçük parçalar kopara kopara adalar görünmeyecek.

20150531_103411

Daha önce yanımdan geçip giden Zerrin tekrar geçiyor. Yoksa etrafımda tur mu atıyor bilemedim.

20150531_103419

Manzara her yerden, her bakış açısından güzel selemin üzerinden.

20150531_103456

Aaaaa o da ne Ferdimen de kadrajıma giriyor birden bire. Selemin manzarasına onu da alıyorum.

20150531_103508

Buranın yapısı oldukça ilginç, üst tabaka da çakıl – kum – toprak benzeri karışımdan oluşmuş. Alt kısmı da kalın bir tabaka yumuşak çamur. Çamur cilde iyi geliyor. Gölün kabaran dalgaları zamanla kıyıdaki çamur tabakasını aşındırmış. Göle buradan girmek için direk suya atlamak gerek. Çıkmayı düşünemiyorum bile. Çıkarken çamurdan adam olmadan çıkmanın imkanı yok. Kıyının girintisi, çıkıntısı görsel olarak olağanüstü bir yapıda.

20150531_110524

İşte çamurun faydalarını duyan biri kendini çamurla sıvamış durumda.

20150531_110559

Suyun içi berrak ve harika bir renkte. İnsana huzur veriyor ve seyrettikçe dinginleşiyorum turkuaz mavi renkte.

20150531_110711

İlginç kıyı yapılarından başka bir yer, içeri doğru oyulmuş bir mağarayı andırıyor.

20150531_110725

Hava açtı ve bisikletimi park edip hemen su donumu giyerek daha fazla harika gölün sularını bekletmemek gerek. Her zamanki atlayışımla kendimi gölün serin ve turkuaz sularına bırakıyorum. Başım ve kolların suya dalmış, ayaklarım hala dışarıda.

IMG_0162

Bir süre yüzdükten sonra çıkıp kurulanmaya başladım peştamalım ile. Suyun rengine dayanamayanlar da kendilerini suya bırakıyor. Kimisi de üzerine çamur sürerek şifa bulmaya çalışıyor.

IMG_0173

Beni sürekli çeken Ferdimen ile bir elçek yaptık arkamızdaki harika fon ile. Uzun saçlarımızı salmışız, benim üzerim çıplak, Ferdimenin üzerinde sarı tişört var. Arkamız turkuaz göl manzarası.

IMG_0174

Yerdeki çakıl taşlarından dolayı yalın ayak yürümek zor, çakıl taşları ayağıma battığından ayakkabılarımı giyerek yarışçıların ilk gelenin resmini çekmek için tümseğin üzerine çıkarken Ferdimen beni çeliyor. Antbisder derneğinin pankartı ve uzun bayrak flamaları yarış yerini belirtiyor. Yere de beyaz – kırmızı şerit bantlar çekilmiş.

IMG_0190

İşte yarışın ilk geleni.

20150531_111927

Ve ardından ikinci gelen.

20150531_111935

İlk gelen arazi yapısını bilemiyor ve toprak çakıl karışımının yumuşak zemininde gidemediğinden arkadan gelen kırmızı formalı yetişip geçiyor ve birinciliği kapıyor. Yarışın ve arazinin cilveleri bu olsa gerek.

20150531_111955

Diğer yarışmacılar da ufukta göründü.

20150531_112633

Dijital zoom ile ufuktaki bisikletçiyi anca bu karar çekebildim.

20150531_112650

Devrim de ufukta göründü ama onun etabı bittiğinden acele etmeden geliyor. Yarışmacılar 4 kişilik ekiplerden oluşup her ekipten biri bir etabı koşup diğerine devrederek en son kalan en hızlısı son etapta yarışı bitiriyor. Aynı 4 X 100 metre bayrak yarışı gibi ama bisikletle ve mesafesi uzun.

20150531_112655

Tümseğin tepesinde dört bisikletçi.

20150531_112834

Yarışın ilk etaplarında gidenler en son gelerek  yarış bitiyor.

20150531_112846

Devrim de tepeden aşağı iniyor, ve yarışı bitiriyor.

20150531_112853

Yarış bittikten sonra ikramlar yapıldı. Festivalin anısı olarak topluca resim çekilerek anı defterine kaydediyoruz. Solda Antbisder derneğinin pankartı, sağda Burdur bisiklet derneğinin pankartı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0214

Yarış ve heyecan bitti, şimdi sakinlemenin zamanı. Kahve takımını çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Ocağın yanında fincanlar duruyor.

IMG_0218

Çevremde bekleyenler var kahve içmek için ama şanslı olan 3 kişi içecek. Bakalım şanslılar kim olacak. Kahve pişti, elbette ilk kahve fincanı benim. Diğer üç fincan öylece içecek olanları bekliyor masumca. Gaz ocağı, üzerinde cezve, yerdeki kapağın içinde üç fincan kahve köpüklü. Bağdaş kurup oturmuşum. Sapı kırık fincanı ben alıyorum.

IMG_0220

Şanslı olanlar kahvelerini içtikten sonra takımları toplanıp giyindim. Artık harekete hazırım, Dünyanın en güzel gölünde en güzel kıyısında en güzel renklerin içinde suya girerek arınmışım. Üstüne de nefis bir Türk Kahvesi ile tadına doyum olmaz an. Bu anı silinmez kalemle hafızamın bir yerine yazarak kaydediyorum. Bisikletim KUZ park halinde, ben uzun kollu formamı giymişim, arkamda göl manzarası.

IMG_0222

Beyaz adaları işte böyle bir yarımada da ardımızda bıraktık kendi halinde. Belki de bu kadar kalabalık gelmemiştir şimdiye kadar. Yine kendi ıssızlığına dönüverdi biz ayrıldıktan sonra. Ferdimen elçek ile arkasından bizleri çekiyor.

IMG_0224

Bok böcekleri baharda kendilerine bir hayvan boku bularak yuvarlamaya çalışıyor. İçine yumurtalarını bırakarak geleceğine şimdiden yatırım yapmaktalar. Bok böceklerinin de yaşamı, çoğalması böyle.

20150531_124819

Salda Gölü sulak alan koruma sahasından çıkınca ağaçtan tabelasını gördüm. Aradan bir tahta parçasını söküp almışlar ne yazık ki.

20150531_125912

Dün buradan geçmiştik ama her geçişte başka manzaralar görüyorum. Güzelliği seyretmek için bir süre durup doyasıya seyrediyorum. Kim bilir bir daha buralara ne zaman geleceğim. Gölün solda kalan yeri çekiyorum.

20150531_131425

Şimdi de sağ tarafı çekiyorum.

20150531_131428

Salda gölü kıyısındaki asfalt yola çıktıktan sonra grubun tamamını beklerken öne geçip bir video çektim. Video aşağıda, izleyebilirsiniz.

Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın
Kurulur kalplere sevda otağın
Kimbilir hangi gönüldür durağın

Her gören göğsüme taksam seni der
Kimi ateş gibi yaktın beni der
Kimi billur bakışından söz eder
Kimbilir hangi gönüldür durağın

Melek Hiç

Ortada açmış kırmızı gül, etrafında henüz açmamış goncalarla çevrelenmiş. 28 tane gonca var.

20150531_131804

Kamp alanına yakın Sultan Pınarı denen yere geldik. Acaba nasıl bir yer dile merakla pınarı incelemeye başladım. Burada bir restoran var aynı isimde ama benim merakım pınar. Dağdan çıkan pınar göle kavuşmadan kanallarla ilginç demir aletleri arasından şırıl şırıl Aşkla akıp duruyor sevdiceği göle kavuşmak için. Önünde hiç bir şey engel olamıyor. İnsanlar yolunu değiştirse de akıp gitmekte usulca. Suyun aktığı kanal U demirden yapılmış. Kanalın üzerinde de yuvarlak şekilli kalın demir döküm parçalarla süslenmiş. Demir zamanla paslanmaya başlamış ve bir zaman sonra dağılıp toprağa karışacak. Su tekrar yolunu bulur sen ne yaparsan yap.

20150531_131929

Su o kadar gür akıyor ki çeşme olmaktan çıkmış. 100’lük plastik borudan gürül gürül akıyor. Su buz gibi, temiz içilebilir. Ben de sularımı tazeliyorum şişelerimi. Öğleden sonra yola devam edeceğiz, şimdiden doldurmalı. Sultansuyu çeşmesinin mermerine oturmuş olan Devrim’i çekiyorum.

20150531_132056

Restoran’ın terasında birer çay içerek göl manzarasını doyasıya seyrettik. Buradan kamp alanı görünüyor.

20150531_132921

Sultan Pınarından ayrılarak kamp alanına geldik. Öğle yemeğinden sonra herkes çadırlarını toplamaya başladı bile. Artık festival bitti, evlere dönme zamanı. Hal böyle olunca Ferdi ve ben yolumuza devam edeceğiz haliyle. Bir çırpıda eşyaları, çadırı toplayıp bisiklete yükledikten sonra arkadaşlarla vedalaştık. Bizleri misafir eden işletmeci Ahmet’e de çok çok teşekkür ederek vedalaştım. Devrim’e Antalya da buluşuruz nasıl olsa görüşme dileği ile vedalaşmadık. Yeni aldığım çadırı da istemese de ona hediye ettim. İlk önce almak istemedi ama bahanem hazırdı. Başka birisinin kullandığı çadırda yatamam diyerek ikna ettim.  Artık Salda Gölü tatili bitti, hayatımda yaşadığım en güzel tatillerinden birisi oldu. Ferdi ile birlikte yola çıktık Salda Gölü Belediye kamp alanından. Yola çıkınca havam değişti, özgürlüğe pedal basmaya başladım birden bire. Yeşilova’ya varmamız kısa sürede oldu.  Tabela ile Ferdimen beni çekiyor arkamdan. Tabelada; Yeşilova, Nüfus: 5700 yazıyor.

IMG_0231

2 Gündür hazır yemek yedik festival dolayısıyla. Yeşilova da durup yolda yiyeceğimiz zerzevatı ve ekmeğimizi alarak tedarikleri tamamladık. Yolda nereye kamp atacağımız belli değil. Buralardan henüz geçmediğimizden yolu keşfedeceğiz bir anlamda. Yol çatağındayız, tabelalar yolumuzu gösteriyor. Soldaki yol Burdur’a gidiyor. Biz sağdaki yol olan Karamanlı, Antalya yoluna sapacağız.

IMG_0233

Tedariklerimizi aldık, tekrar yola çıkıp Yeşilova’ya veda ederek bilinmeze pedal dönmeye başladı. Tabela Yeşilova dan çıktığımızı belirtiyor.

20150531_162652

Yolda en sevdiğim tabelalardan birisi Ceylan çıkabilir tabelası. Üsteki dönemeç tabelası her zaman karşıma çıkıyor zaten. Ama Ceylan çıkabilir tabelasını görünce içimdeki umut tekrar canlandı. Beldi de Ceylan görebilirim belli mi olur. Umudumu yitirmiyorum hiç bir zaman.

20150531_163049

Ferdimen önümde gidiyor, resmini çekiyorum. Bazen o geride kalınca benim resmimi çekiyor. Beraber paslaşıyoruz resim çekerek.

20150531_163402

Yeni yetişen buğday tarlaları arasından gitmekteyiz. Her tarafta yeşilin tonlarını görerek.

20150531_165938

Çaltepe köyünden geçiyoruz ama köy yoldan biraz içeride olduğundan uğramadık. Bu gün yol alabildiğimiz kadar gideceğiz. Korkuteli’nden Az ilerde ara yoldan Antalya’ya kestirme yoldan gitmeyi düşündük. Ara yola saptıktan sonra rampa başlıyor, yani Toros dağlarına çıkacağız uzun bir yol. Bu yolda çeşme denk gelirse kamp atarız yanı başında. Öyle karar verdik.

IMG_0237

Solumuzda Karamanlı Barajı’nın göletinin başladığı yerdeyiz.

20150531_171304

Karamanlı ilçesine giriş yaptık, burada bir çay molası vermeli.

20150531_173106

Kısa bir çay molasından sonra Tefenni yönüne doğru yola çıktık. Kavşağın göbeğinde dev küpleri yerleştirmiş belediye.

20150531_173623

Afyon’a fazla uzak değiliz gibi. Buralarda mermer ocakları çoğalmaya başladı. Dağı yok edecekler neredeyse. Tepesini kese kese kocaman bir geçit oluşmuş durumda. Görünümleri çirkin bir durumda.

20150531_174240

Tefenni ilçesine geldik sonunda. İlçenin giriş tabelasında durup bir resim çekiyorum. Bu gün gördüğümüz 3. ilçe oluyor. Tabelada; Tefenni, Nüfus: 14000 yazıyor

20150531_180552

İlçenin girişinde at üstünde elinde mavzeriyle Efe karşılıyor bizleri meydanda.

20150531_181418

Kasabanın ara sokaklarından birinde bir kahve bulduk. Kahve sarmaşık çardaklı yeşil örtü ile kaplı. Hemen duble çayları ısmarladık kahveciye.

IMG_0260

Günün ilk başları tempolu geçti biraz, sonrasında yola çıktık. Biraz yorgunluk başladı, çay ve atıştırmalık iyi geldi. Çayları içerken bir yağmur indirdi seyretmeye değer. Bisikletleri çardağın altına aldık kıytırık ile birlikte. Bu arada kahvedekilerle bisiklet üzerine sohbet başladı. Her zaman sorulan soruları merakla sordular. Biz de cevaplarını sabırla verdik. Şimdiye kadar bisikletli seyyahlar görmemişler besbelli. Yağmur dinmek bilmiyor, akşam da yaklaşmak üzere. Yağmurdan dolayı yola da çıkamadık kahveden. Sohbet sırasında burada nerede kalabiliriz deyince kasabanın kapalı pazar yerinde kalabilirsiniz diye cevap verdi birisi. Artık bu saatte yola çıkmanın anlamı kalmadı, hem kalacak yer de bulduk üstü kapalı. Yağmur dininceye kadar kahvede oturduk. Yağmur diner dinmez kalkarak içtiğimi çay paralarını ödemeye çalışınca kahveci sizin çay paraları ödendi, gidin sağlıcakla deyip para almadı. Kahveciye ve oradakilere teşekkür edip ayrıldık. Yurdumda hala yolcu gözetenlerin olduğuna sevindim. Bisikletlerimiz çardak altında, ben çay içerken yağan yağmura bakıyorum.

IMG_0261

Kapalı pazar yerini sora sora bulduk. Bu gün pazar kurulmadığından boştu ama arabalar park etmiş. Etrafı açık, olsun üstü kapalı bize yeter bile. Gece her an yağmur yağabilir. Şöyle tam oryaya çadır kurabiliriz diye karar aldık. En uygun yer ortası. Kapalı pazar yeri geni ve boş. Bisikletlerimiz ortada duruyor.

IMG_0262

Ferdimen etrafta yaptığı küçük bir araştırmanın ardından daha kuytu olan balıkçı dükkanlarında kamp atalım deyince oraya gidip baktım. Dükkanlar boş ve kuruydu. Anlaşılan bu dükkanlar balıkçıların kullandığı yerdi. Ama uzun süredir balık satışı olmadığından balık kokusu yoktu. Bisikletleri dükkanın dibine koyup çadırları kurduk. Eşyaları da çıkarıp yerleştikten sonra ara sıra çalışan benzinli ocağı Ferdimen yaktı. Akşam yemeğini yapmaya başladık. Karnımız da iyice acıktı hani. Çadırları ve kızıl alevli yanan benzin ocağını çekiyorum. Ferdimen ocağın başında.

20150531_201539

Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra keyif kahvelerini de içtik. Yanımda çaydanlık olunca çay demlenmez mi demlenir. Sıcak çay ile akşam serinliğini bir nebze olsun azalttık. Bu arada yarın gideceğimiz yolu da kararlaştırdık harita üzerinde. Hava karardıktan sonra gelip geçenler bizi fark etmedi bile. Sadece yaygaracı bir kaç köpek dışında bizi rahatsız eden olmadı. Gecenin bir vaktinde uyku ağır basmaya başlayınca kaçırmadan çadırlara girip yattık.

Bu gün yaptığım toplam yol 50 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc