Aylık arşivler: Temmuz 2019

Eşpedal EGE Turu 5. Gün

10 Ağustos 2017 Perşembe

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

Dikili – Çandarlı

 

Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?

Nazım Hikmet RAN

Öne çıkan görsel, Akşam Güneşi sağda batarken bir tandem ve bir bisikletçi yolda bisiklet sürüyor.

Deniz kıyısında hava kirlenmez, engin deniz buharlaşırken havayı da temizleyerek gök yüzüne çıkar. Böylece soluduğumuz havadaki moleküller buharda yıkanmış olarak ciğerlerimize dolar. Bu havada biraz da iyot vardır, işte bu iyot sağlık demektir. İnsan hücrelerindeki DNA tuzdan meydana geldiğinden havaya karışmış iyot hücrelerimize kadar girerek onları onarır. Gece boyu soluduğumuz hava sabaha karşı etkisini gösterir ve yenilenmiş hücrelerin çalışmasıyla dinlenmiş, dingin olarak uyandırır. Ağustos sıcağı Güneşin doğması ile kendini belli etmeye başladı. Güneşin ilk ışıkları ile çadırımın kapısını açıp denizi ve enginliğini izliyorum bir süre. Önümde deniz, karşıda dağlar, çadırın içinden görünen manzara.

Herkes uyandı ve toplanmaya başladık. Sabah belediyeden gelen kahvaltıyı geri çevirdik. Kahvaltıyı kendimiz yapacağız. Dün akşamki belediyenin tutumu hiç hoş değildi. Herkes hazır olduktan sonra sahildeki kayrak taşı döşeli yoldan merkeze doğru gitmeye başladık. Sağda taş örülü istinat duvarı, duvarın dibinde zakkum bitkileri, kayrak taşı döşeli geniş bir gezinti yolu. Solda deniz ve önümde giden tandem bisikletler.

Merkezde bir bahçeli kahveye oturup hep birlikte kahvaltıyı yaptık. Kahvaltı sonrası toplantıya başlıyoruz. Belediyenin dün akşamki davranışını beğenmediğimizi Eşpedal derneği olarak belirtmek için dilekçe yazmak için fikir birliği oluşturarak sunacağımız metni hazırladık. Metin hazırlandıktan sonra baskı için yazıcı bulmaya gitti gönüllüler. Biz de bahçede  masaları birleştirip, çay, kahve, soda içerek durum değerlendirmesi yapıyoruz. Masanın etrafında 17 kişi var.

Dikili’ni meşhur un kurabiyecisi hala satış yapmakta. Üç tekerlekli, üstünde tahta tezgah, tezgahın üzerinde büyükçe bir camekan. Camekanın içinde yarım yuvarlak, küçük un kurabiyeleri. Camekanda yazan yazı ilginç; Hala 100 kuruş. Satıcı eskilerden, 40 yada 50 yıldır bu işi yapıyor. Artık kuruşların değeri kalmasa da adam kuruş kullanıyor. Başında şapkası, üzerinde turuncu tişörtü ile tekerlekli tezgahında satış yapıyor. Biz de un kurabiyesi alıyoruz külahı 100 kuruşa. Kurabiyeleri külaha koyup veriyor. İçinde üç tane un kurabiyesi var.

Bahçede otururken aklıma Hakan Sevin ile yolda nasıl haberleşeceğiz diye. Hakan dan cep telefon numarasını aldım. Telefon numarasını kaydettikten sonra arıyorum. Hakan’ın cep telefonu çaldı, açtı ve “Alo” dedi. Benim cep telefonu onda kayıtlı olmadığı için arayan numarayı tanımadı. Sonrasında ise aramızdaki konuşmalar şöyle gelişti;

“Alo”

“Alo” diye cevap verdim. O tekrar

“Alo kimsiniz?” Ben

“Sen kimsin?” diye cevap verdim. Kaşlarını biraz çatarak daha sert bir sesle;

“Alo, kimsin kardeşim?”

“Ben benim asıl sen kimsin?” Aramızda 8 -10 metre mesafe var, ayakta telefon ile konuşuyor ama dikkati telefonda olduğu için benimle konuştuğunun farkında değil. Neyse fazla uzatmadan yanına iyice yaklaşarak telefondan;

“Sen kimsin?” deyince benimle konuştuğunu anladı. Ardından bastım kahkahayı. O da bu durumda gülmeye başladı ve sarılıp öptüm. Gülerek “Bu benim telefonum, kaydet, yolda gerekirse haberleşiriz” dedim. Yüzü değişti ve şaşkınlıkla gülmeye başladı oyuna geldiği için.

Dilekçemiz kağıda basıldıktan sonra hep birlikte belediyenin olduğu yere geldik. Binada halkla ilişkiler müdiresine dilekçemizi verdik ve duyduğumuz rahatsızlığımızı ilettik. O da bizlere çay ısmarlayarak bizi dinledi. Sonuç ne olur bilemeyiz ama yapılanlar karşısında susmamak gerek, sesimizi duyurmalıyız yapanlara karşı.

Binanın karşısında oturmak için çardaklar yapılmış. Üzeri kapalı ve gölgelik yapıyor oturma yerlerine. Dışarıya çıkıp çardağa gelince sigara içenler için içine sigara izmariti atılan kavuniçi bir dik boru konulmuş. Borunun altında geniş bir hazne var. Boruya dikine “Sigaranı Söndürmeden Atınız” yazısı yazılmış. Yazı ok işareti ile yukarıdaki deliği işaret ediyor. Haznenin üstünde de “Sigaranızı söndürmeden atabilirsiniz” yazısı yazılmış. Diğer yanda “Dış mekan küllükleri” yazısı. Burada oturup sigara içenler bu delikten izmaritlerini atsınlar diye konulan bu borunun içinde izmarit var mı diye bilemiyorum ama dışında, yerde epey izmarit olduğunu görüyorum. Bir tane de boş sigara paketi yerde öylece izmaritlerle duruyor. Sigara içmeyenler de çiğdem yiyip kabuklarını çekinmeden yere atmışlar.

Kötü alışkanlıkları kırmak çok zor. İnsanlar alışmışlar elindeki her şeyi yere atmaya. Boru dikkatlerini çekmiyor demek ki. Yazık!

Belediyede şikayet dilekçemizi verdikten sonra aynı kahveye gelip öğle zamanı acıkan karınlarımızı doyurduk. Öğleden sonra yola çıkıyoruz. Hedefimiz Çandarlı. Dikili çarşısından bisikletlerimizle geçiş yaptık. Caddeni kıyılarında dükkanlar sıralı. Dükkanların üzerinde yapı yok, tek katlı, sadece dükkan var.

Dikili’nin çıkışında, henüz yokuşa sarmadan durduk. Burada bakkaldan su takviyesi yapıyoruz. Çandarlı’ya kadar yetecek miktarda su alıyoruz ve çantalara yerleştiriyoruz.. Bakkalın önünde duran bisikletliler.

İlk yokuşları çıkıp biraz gittikten sonra ilk köyde mola veriyoruz. Kahveye oturduk, çay, soda içerek su kaybımızı gideriyoruz bir nebze. Köyün bisikletli çocukları kalabalık bisiklet grubunu görünce yanımıza gelip bisikletleriyle hava atmaya başladılar. İçlerinden birisi bisiklet cambazı olmuş. Ön tekerleğini kaldırarak uzun bir mesafe gidiyor. Ben de ön tekerleği havada giden bisikletçi çocuğun resmini çekiyorum. Arkada sarı badanalı kahve, dışarıda masa ve tahta sandalyeler.

Mola bitince yola çıkıyoruz. Birisi hareket eden, diğeri henüz harekete geçmemiş iki tandem bisikletçinin resmini çekiyorum. Bunlar en son kalanlar. Yola çıkmalarını bekliyorum. Kahve solda.

Güneş ufka yaklaştı, çam ağacının dallarından ışık hüzmeleri geliyor. Bir tandem ve arkasında Cem Tabanlı bisiklet sürüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Geride kalanlarla öndekilere yetişiyoruz ve grup halinde gitmeye başladık. Grup halinde giderken arkamızdan Hakan resmimizi çekiyor. Akşam üzeri Güneş batınca sıcaktan üzerimdeki tişörtü çıkarttım. Üzerim çıplak, bisikletim KUZ, sürüyorum.

Çandarlı tarafına indik. Karşımdaki tepede yanmış ağaçları görünce içim cız etti. Geçtiğimiz aylarda Suyun Kaynağına Yolculuk turunda burada kamp yapmıştık tam tepedeki bayrağın olduğu yerde. Yazık olmuş ağaçlara, yeşil örtü gitmiş yerine kapkara bir görüntü oluşmuş. Sorumsuz insanlar çevreyi kirlettiği yetmiyormuş gibi ağaçları, ormanı yakmak umurlarında değil. Nasıl olsa yerine çıkar düşüncesi ile hareket eden bu yobaz insanlar hala çevreye zarar vermeye devam ediyor.

Hava kararmadan kamp kuracağımız yere geldik. Kamp yeri işletmecisi ile burada yeme, içme karşılığında ücret ödemeden kalacağız. Kamp alanının etrafına Servi ağaçları dikilmiş. Ağaçlar daha küçük, yeni dikildiği belli. İşletmenin yeni oluşu hiç müşteri olmaması bizim için iyi. Kamp alanı bize ait ve iki gece kalacağız. Kamp alanı deniz kıyısında. Kenarlara çadırları kurmaya başladık.

Çadırımı kurduktan sonra su donumu giyip şöyle denize girip hem serinleyeyim hem de terden arınayım dedim. Kamp alanının deniz olan yerinde hasır şemsiyeler ve plastik şemsiyeler var. Denize girip yunduktan sonra duşumu alıp giyiniyorum.

Kamp alanında büfe ve tuvalet var. Bu bizler için çok iyi, rahat iki gün geçireceğiz demek ki. Zemin sert çakıl taşları ile kaplı.

Çadırları görmeyenler de kurmasını öğreniyor. Onlar için bir tecrübe oluyor çadır kurmak, çadır toplamak. Görme engelli Didem Turan ve Pınar Göçen, ortanca Şevket Yiğit ile çadırlarını birlikte kuruyorlar.

Akşam için işletmedeki büfeden köfte ekmek ve bira ile karnımızı doyuruyoruz. Sonrası hep birlikte oturup sohbet etmeye başladık. Yaptığımız turu, yolu, oluşan arızaları, edinilen tecrübeleri paylaşıyoruz. Görmeyenler için harika bir tur oluyor. İlk defa ömürlerinde kamplı tur yapmanın heyecanı içlerinde. Açıkça ifade ediyorlar. Evde durmanın, birisinin yardımı olmadan dış dünyaya çıkamadan yaşamanı zorluğunu hepsi biliyor ve yaşıyorlar. Aralarında çok az kimse tek başına dışarı çıkma cesaretini gösterebiliyor. Yaşam çetin olunca dışarısı tehlikelerle dolu. Ama bu tehlike içinde yaşamak zorundalar. Bu tur sayesinde bisikletin verdiği özgürlüğü tadıyorlar. Çadırda yaşamanın basitliği, az eşya, görmeseler de rüzgarı, kokuları sesleri çok iyi algılayıp yaşama sevincini artırıyorlar. Bizlerden bir şeyler öğreniyorlar, bizlerde onlardan çok şey öğreniyoruz. Birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı, dostluğu öğreniyoruz. Hem de yaşayarak.

Kahve değirmeni elden ele dolaşıyor, herkes biraz çevirip diğerine vererek kahve çekiliyor değirmende taze olarak. Ardından taze kahve kokusu henüz uçmadan pişirilerek tadına doyum olmuyor. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet ediyoruz. Sonunda uyku ağır basıyor ve çadırlarımıza girip yatıyoruz.

Bugün yaptığımız yol yaklaşık olarak 23 Kilometre gibi kısacık bir yol.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Eşpedal EGE Turu 4. Gün

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Ayvalık – Altınova – Nebiler şelalesi – Dikili

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

 

Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, Çağlayanın en üstünden aşağısı. Köpürerek dökülen sular, aşağıdaki havuza dökülüyor. Kıyılarda ağaçlar ve tahta köprüde yürüyen insanlar.

Sabahın seherinde uyanmanın tadını daha çok gezenler bilir. Gün ağarınca uykunu almış olarak gözlerini açarsın. Senden önce uyanmış olan kuşlar günlük yiyecek telaşına başlamadan önce cıvıl cıvıl öterler. Kuş sesleri ile uyanmak ne güzel. Bu anları yaşamak daha da güzel. Ömrüne ömür katarsın. Yada güzel bir güne doğa ile beraber yaşamanın sevinci içinde olur.

Her sabah olduğu gibi kahvemi pişirip güne başlıyorum. Çadır kurmayınca fazla dağınıklık olmuyor. O yüzden çarçabuk eşyaları toplayıp çantama yerleştirdim. Hamak ise dörde katladıktan sonra yumak gibi yapıp çantaya öyle koyuyorum. Sabah kahvaltısını hep birlikte yapıyoruz. Diğer arkadaşların toplanmasına yardım ederek yola çıkmak için hazırlıkları yaptık. Herkes hazır olunca yola çıktık. Bir süre yazlık apartmanların arasından gidiyoruz. O kadar çok evi bir araya getirmek için artık çok katlı apartmanlar çoğalmaya başladı. Herkes yazlık sahibi olmak istiyor ama nereye sığacak insanlar. Yeni apartmanlar yapıldıkça enerji ihtiyacı için trafo binaları da yapılıyor. Aslında bu yazlıklar ölü yatırım dedikleri şey. Yaz aylarında sadece bir kaç hafta, belki de birkaç gün gelip kalıyor, sonrada ev boş olarak yıl boyu duruyor.

Yolda bisiklet süren Eşpedal grubu emniyet şeridinde tek sıra, düzeni bozmadan gidiyor. Yolun sağında trafo binası, binaya gelen, giden yüksek gerilim ve alçak gerilim telleri direklerin üzerinde. Sol taraf çam ormanı, henüz arsız emlakçılar, inşaatçılar yok etmemiş durumda. İleride şehre dönmüş yazlık apartman daireleri. Cadde geniş, solda kapalı otobüs durağı.

Yol kıyısında duruyoruz, durmamızın nedeni çeşme olmayan yerde marketten su ihtiyacını karşılamak. Plastik pet şişelerde su alıyoruz yedek olarak.

Tarlanın birinde kahverengi bir at duruyordu. Ben de resmini çekiyorum. Güneş ışınları kahverengini daha da parlak görülmesini sağlamış. Tarlanın bitiminde çam ormanı tepeye kadar gidiyor.

Çanakkale – İzmir karayoluna çıktık. Sağdan emniyet şeridinden gidiyoruz güvenli bir biçimde. Hava iyice sıcaklamaya başladı. Yolun sağındaki çizginin hemen yanında karayolu ekiplerince 30 santimlik çentikler açılmış. Hangi sivri zekalının aklına geldiyse hiç iyi yapmamış bizler için. Üzerinde gitmenin olanağı yok, bisikleti ve süren kişiyi çok sarsıyor üzerinde gidilirse. Bu çentikler emniyet şeridini daraltmakla kalmamış sola gidip gelmek bile eziyet.

Karayolunda giden bisikletçileri arkadan çekiyorum. Geçtiğimiz yer tuzla havuzlarının olduğu yer. Sol tarafta tuzla havuzları, sağda da deniz. Yol tam ortasından dar bir yerden geçiyor. Elektrik direkleri ve yol kıyısında bariyerler.

Grubun en arkasında tek başına bisikletim KUZ ile birlikte yol alırken Hakan benim resmimi çekiyor. Bagajımda turuncu çantalar güneşin altında yaldır yaldır parlamakta.

Ben en arkada süpürücü olarak geldiğimden öndekiler benden ileride. Lastik patlağı ile uğraştığımdan epey geride kaldım gruptan. Kavşakta beni bekleyenler sola girmemi işaret ettiler. Yolun hemen girişinde Atilla, Mürşit, Baattin beni bekliyorlardı. Bunlar yokuşu çıkmayalım, grubu burada ağacın altında gölgede bekleyelim dediler. Bu sıcakta çıkmanın anlamı yok diye karar vermişler. Ben de onlara uydum ve çantamda hazır olan hamağı çıkarıp iki ağaca bağlayıp içine uzandım. Ohh dünya varmış uzanıp yatmak, hele bir de gölgelikte hamakta yatmanın keyfini çıkarıyorum bir süre. Yattığım yerden ayak uçlarımı, hamağın bağlı olduğu ip ağaca takılı. İpin ucunda karabina var. O yüzden düğüm atmadan ağacın gövdesine ipi dolayıp karabinayı takıyorum. Takması, sökmesi saniyeler alıyor. Solda bisikletim KUZ, turuncu çantalarımla birlikte.

Baattin ve Mürşit matı yere serip uzanmışlar kafa kafaya verip. İkisi de sırt üstü yatmış, bacak bacak üstüne atmış durumda. İkisi birbirine ters yönde.

Hamakta bir süre dinleniyorum uzanıp. Beni de Mürşit çekiyor hamakta uzanmış olarak cep telefonumla. Hamak mavi renkte, arkadaşım huysuz ihtiyar Şerif Kılavuz kendisi diktirip bana hediye etmişti. Sağ olsun bana çok faydası oldu bu hamağın. Yorulduğun zaman iki ağaca kısa bir sürede bağlayıp uzanarak dinleniyorsun. Hamağın yapımı çok basit. Astarlık kumaş alıp uçlarından sağlam dikişle uçkurluk yaptırıyorsun bir terziye. Sonra yeteri uzunlukta ip geçirip ucuna da küçük bir karabina bağladıktan sonra hamak kullanılmaya hazır. Hem de çok ucuza çıkıyor.

Fıstık çam ağaçları altıda, yol kenarı, ağaçları gölgeliğinde bisikletlerimiz ve hamakta uzanıp sallanan ben.

Bir süre dinlendikten sonra hadi kahve yap ta içelim dedi arkadaşlar. Hemen kalkıp hamağı toplayıp çantama yerleştirdim. Kahve takımları çıkarıp bir güzel kahve içiyoruz. Çam ağaçlarından düşen kozalaklardan çam fıstıklarını çıkarıp taşla kırarak içindeki çam fıstığını yiyorum bir kaç tane. Tadı fıstık gibi derler ya işte öyle bir tadı vardı. Bir süre sonra telefonla arkadaşlardan birini arıyorum ne zaman döneceksiniz diye. Aldığım cevap akşama kadar buradayız olunca o zaman burada beklemenin anlamı yok diyerek yola çıktık. Yaklaşık olarak 5 kilometrelik bir tırmanıştan sonra Aşıklar Şelalesine dönen yola geldik. Yol kıyısındaki bahçe duvarından dışarıya taşmış üzümlerden de birer salkım koparıp tadına baktık. Tam da üzümlerin pişme zamanı.

Yol ayrımındayız, sola doğru toprak yola girdik. Tabela konulmuş yol kıyısına. Tabelada şelalenin resmi var. Aşıklar Şelalesi 1 Km yazılıp ok işareti ile yönünü belirtmişler.

Girdiğimiz toprak yolun etrafı ve ilerisi tek tük ağaçlardan açık bir arazi olduğunu görüyorum. Şelale neresi acaba diye düşünmeden edemedim.

Neyse 1 Kilometre toprak yolda gidip şelalenin girişine geldik. Burası özel işletmeye devredilmiş. Girişi ücretli ama bizden para almadılar. Ya da öndekiler verdi bilemiyorum. Buraya gelenlerin hepsi arabası ile geliyor o yüzden arabalar park etmiş girişte. Biz bisikletlerle içeri girip arkadaşların bisikletlerini park ettiği yere park ediyoruz. Akan bir şelale ve havuzu olduğunu öğrenince hemen su donumu giyip peştemalimi alarak doğru şelaleye tahta merdivenlerle indim. Sıcağın bunaltıcı etkisinden kurtulmak için hemen şelalenin altında oluşmuş doğal havuza giriyorum. Benden önce suya girmiş arkadaşlara ellerimle su atarken Hakan uzaktan resmimizi çekmiş.

Serinlemek güzeldir, insanın vücudunu dinlendiriyor. Şelalenin dibine akan suyun altına giriyorum. Yükseklerden dökülen suyun altında olmak gibisi yok. Hızla dökülen su her tarafımı masaj yapmaya başladı. Bir süre kendime doğal su masajı yapıyorum. Köpürerek akan sular üzerimden geçip gidiyor. Burada durmak epey zor, tutunacak yer yok.

Kayalıktan havuza atlamadan önce Hakan’a beni çekmesini söylüyorum. Ben kayanın üzerinde duruyorum, yanımda da birisi kayanın üzerine yatmış.

İleriye doğru balıklama atlıyorum ama kameraya doğru olunca az görüntü oluşmuş resimde. Hakan beni havada yakalamış.

Biraz suda eğlendikten sonra işletmede pide yaptırıp öğle yemeğini bir bira ile pekiştiriyorum. Yukarılarda başka şelale olduğunu söylediklerinde hadi oraya gidelim bakalım deyip yol başına geldim. Yanımda büyük Şevket ve ortanca Şevket var. Burada ağaçtan tabelalara gidilecek yerlerin isimleri yazılmış. Sağa ok işareti ile Şelale tabelası en üstte. Altta üç tabela da sol yönüne ok işareti ile Mağara, Zindan ve Ece Şelalesi yazılmış.

Dere boyu, patikadan yürümeye başladık, Patika yeşilliklerin içinden yukarıya doğru devam ediyor. Zakkum bitkileri arasından delik deşik olmuş asırlık zeytin ağacının gövdesi dikkatimi çekiyor.

Patika öyle bir yerden geçiyor ki her tarafımı ağaçlar kaplıyor. Bitki yaprakları tünelinden geçiyorum. Güneş seyrek görünüyor, bazı yerlerde tamamen gölge altında. Bitkilerin çoğunluğu zakkum, söğüt ve çınar ağaçları.

Zakkum ağacı uzun ömürlü bir bitki değil, o yüzden fazla uzayıp gövdeleri kalınlaşmaz. Akdeniz bitki örtüsü grubuna giren zakkum maki olarak adlandıran çalı tipindedir. 800 metre yüksekliğe kadar yaşam alanı bulur kendisine. 800 metreden yukarılarda göremezsiniz. Kökten yeni filizlerle ortama yayılır. Zakkum ağaçları dere yatağına iyice yayılmış. Yaz aylarında az ve sakin akan dere kış aylarında yağan yağmur suları dereyi coşturup taşkın biçimde akarken zakkum ağacının gövdelerini de tıraşlıyor. Taşkında sıyrılıp giden yaprakları, dalları normal zamanlarda yeniden filiz vererek dereye inat yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Çoğu çıplak zakkum gövdelerinde dalların yanından yeni filiz vermiş.

Patika bizi kaya kütlesine getirdi. Burada 2 metre yüksekliğinde geniş bir mağara. Su bu mağaradan çıkıyor. Mağaranın girişinde çınar ağacı var. Burası “Ağlayan mağara, Zindan” adı verilmiş.

Etraf çınar ağaçları ile kaplı, asırlık çınar ağaçlarının gövdeleri sarmaşık bitkisi kaplamış durumda. İki çınar ağacının birisini sarmaşık sarmış diğerinde sarmaşık yok.

Mağaranın ağzına geliyorum. Tavanı kaya kütlesinden oluşmuş. Üstten akan suların tortusu kaya yüzeylerinde kaplamış çoğu yeri. Bazı yerlerde çalı gövdeleri kayanın çıkıntılarına yapışıp yukarı doğru yükseliyor. Mağara 15 metre genişliğinde, 10 metre civarı derinliğinde görünüyor. Tavan kaya, zemin kum kaplı. Su derinlikten gelip dışarıya akıyor.

Mağaranı ağzına gelip elimle tavandaki kayaları tutarken poz veriyorum. Büyük Şevket beni cep telefonumla çekiyor. Üzerinde kısa pantolon var sadece, uzun saçlarım ile mağara adamına döndüm.

Mağaranın tavanında tutunacak çıkıntı bakıyorum.

Sağlam kaya çıkıntısına tutunup ayaklarımı da tavandaki kaya çıkıntılarına bastım. Tam mağara adamı yada yarasa gibiyim tavana asılı durumda.

Bu kez benim yerime büyük Şevket geçip aynı pozu veriyor. Üzerinde bisikletçi forma ve taytı var, ayağında sandaletleri ile tavanda asılı durumda bir poz çekiyorum.

Mağaradaki su nerden geliyor belli değil. Mağaranın üstünde dere akmıyor, etraftaki bitkilerden pek görünmüyor. Dere yatağı kuru, patikadan devam ediyoruz zakkum çalıları arasından.

Bazı yerler çınar ağaçları baskın gelince altında başka bitki yetişmemiş. Patika tamamen gölgede, çınar ağaçlarının yaprakları üstte güneşi tamamen kapatmış. Şevket patikada yürürken üstünde çınar yapraklarına güneş ışıkları vurmuş, aydınlık içinde.

Hani derler ya suyun kaynağı nerede, işte suyun kaynağı asırlık bir çınar ağacının dibinde. Küçük bir kaynaktan su kaynıyor. Tam da pınar dedikleri yer. Su pınarı kurumuş çınar yaprakları ile kaplı. Çınar ağacını dibinden yeni bir dal fışkırmış, büyümekte.

Derenin meydana getirdiği küçük bir kanyonda ilerliyoruz patikada. Üst taraflarda kayalıklar sivri bir şekilde yükselmiş. Dere sakince akıyor.

Sonunda Ece şelalesine geldik. 5 – 6 Metre yükseklikten akan şelale dar kayaların arasından köpürerek aşağı dökülüyor. Döküldükten sonra sert zemin kayalıkları arasından küçük havuzları doldurup kademe kademe akıyor. Burası geniş bir alan ve açıklıkta güneş aydınlatmış ortalığı.

Geldiğimiz yerin resmini çekiyorum. Bulunduğum yer sert kaya kütlesi hiç bir bitkinin barınmasına izin vermemiş. 20 Metre ileride kaya kütlesi bitince toprak ve çınar ağaçları kendine yer bulmuş. Kayalarda küçük havuzlarda sular birikerek akıyor aşağıya doğru sakince.

Şelalenin dibine geliyorum, tamamen şelaleyi dikine kareye sığdırdım. Dar bir yerden su köpürerek aşağıdaki havuza akıyor. Havuz derin ve geniş, içinde yüzenler var. Şelalenin üstündeki kayalıklarda birisi oturmuş güneşleniyor. Bir kişi de şelalenin dibinde, suyun içinde durmuş.

Ortanca Şevket Yiğit şelalenin tepesine çıkıp çivileme atladı, ben de videosunu çektim. Videosu aşağıda.

Geri dönüşe geçtik. Derenin yer altına, kayaların arasına girdiği yeri görüyorum. Dere bir süre kayaların altından gidip mağaradan çıkıyor. Ağaç dalları arasından karanlık deliğin ağzı.

Derenin aktığı yönde inişte patikadan, gölgelik yerlerden gidiyoruz. Ağustos sıcağı olsa da gölgenin serinliği bizi bunaltmıyor. Gölgelik yapan cılız çalılar ama boyları uzun.

Devasa bir kaya kütlesi şimdiye kadar akan derenin aşındırmasına dayanmış. Sert kaya yapısı sadece suyun aktığı bir kanal boyutunda yarık olarak var. Dere bu yarıkta toplanıp kayanın ucuna kadar sakince akıyor. Burası şelalenin üst kısmı. Kayanın ucundan aşağı dökülüyor.

Kayanın ucuna gelen dere birden bire boşlukta buluyor kendisini. Yaklaşık 10 metre civarı bir yükseklikten köpürerek aşağıdaki doğal havuza düşüyor. Kayanın ucuna dikkatlice gelip aşağısını çekiyorum bir poz. Aşağıda geniş bir havuz, tahta yürüme yolu karşıdan karşıya bağlanmış. Kenarlarda ağaçların dalları. Bir kaç kişi tahta köprüde karınca gibi görünüyor bulunduğum yerden. Dikine kesitli kaya kütlesi akan su kaya çıkıntılarına çarptıkça dağılıp köpürmesine neden oluyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yukarıdan aşağı inip havuzun kenarından çağlayanı olduğu gibi çekiyorum. Etrafta insan yok, kayalardan köpürerek akan su havuza kavuşuyor. Kenarlarda ağaçlar çıkıp kendine yaşam alanı oluşturmuşlar. Suyun aktığı yerler ise yosunlar kayalara tutunup yaşamlarını sürdürüyor.

Nebiler şelalesi yada Aşıklar şelalesinin hikayesi de şöyle;

Bir rivayete göre, peri padişahının kızı Sümeyra, civar köylerden Yörük Ali’ye gönlünü kaptırır. Yörük Ali de Sümeyra’ya. Ne var ki peri padişahı kızını bir ölümlüye vermek istemez ve bu aşka izin vermez. İki aşık çaresiz kalır. Nebiler vadisindeki koca çınarın altında her gün gizlice buluşur, hasret giderirler. Sonra da birbirilerine sarılır saatlerce ağlaşırlar. Bunu öğrenen peri padişahı bu aşka son vermek için askerleri ile birlikte aşıkların peşine düşer. Amacı Yörük Ali’yi öldürmektir. Tam onları yakalamak üzereyken koca çınar yarılır ve aşıkları içine alır. Bu mucize karşısında peri padişahı insafa gelir. Ancak aşıklar aşklarının sonsuza kadar sürmesi için tanrıya dua ederler. Tanrı da onları kayalıklardan akan bir şelaleye çevirir. Aşkları sonsuza kadar sürer. Kızını sonsuza kadar kaybeden peri padişahı şelalenin yukarısındaki mağaraya çekilir, gözyaşları döker. Ağlama seslerini duyan çevre sakinleri mağaraya “Ağlayan Mağara” adını verir.

Havuz denen yere inmek için tahtadan basamaklar yapılmış. Basamaklar çınar ağaçlarının altında kalmış çoğu yer. Basamaklar epey dik, dikkatli inmek gerek. O yüzden korkuluk yapılmış kıyısına tutunmak için.

Ağaçlar o kadar sık ki güneşi görmek neredeyse olanaksız. Ağaçların dallarının üzerini gördüğüm yerden güneş kendini gösterebiliyor. Ağaçların altı ise koyu karanlık.

Artık hareket etmenin zamanı, yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Etrafta biraz yükseklerde kayalık küçük tepeler var. Sanki kayalar kabarmış arazide.

Hazırlıklarımızı bitirdik, yola çıkmak için harekete geçmek gerek. Nereye gideceğiz, Dünyada gidilecek o kadar çok yer var ki, saymak olanaksız. Ama bizler için kolaylık yapılmış. Dar tahta oklar yapılıp Dünyanın çeşitli kentlerine olan uzaklıklar  ok yönü ile belirtilmiş.

Bunlar sırası ile yukarıdan aşağı;

LONDON 3223 KM

KAHİRE 3850 KM

VENEDİK 1894 KM

CAPE TOWN 14.556 KM

TOKYO 9297 KM

MOSKOW 2495 KM

Bunların hepsi tahta bir direğe çakılmış, üstten alta doğru biri sağa biri sola gösterecek yönde konulmuş. Şimdi insan karar veremiyor ne tarafa gideceğini. Biz Kahire, Cape Town, Tokyo yönüne doğru gideceğiz. Oraları biraz uzak, yola çıkmışken biraz bisiklet sürelim değil mi?

Herkes hazır olunca yola çıkıp kendimizi bayırdan aşağıya bırakıyoruz. Aşağısı bahçeler, ağaçlar, tarlalar deniz kıyısındaki evlere kadar gidiyor. Evlerin bitiminde deniz güneş ışıklarının parıltısını yansıtıyor.

Kısa sürede ovaya, deniz seviyesine indik. Akşam üzeri tam ana yoldan Dikili tarafına geçtik bir de ne görelim bizim baytar Serkan arabası ile karşımıza çıktı. Ayvalık ta görev yapıyor, evi Dikilide, arabası ile gidip geliyor her gün. Yolda olunca insanlar, hele bisikletçi olunca mutlaka denk geliyor. Baytar Serkan’ın resmini çekiyorum minik arabası ile.

Dikili ilçesine giriş yapıyoruz. Sağda ilçenin mezarlığı, durup bir Fatiha okuyorum ölmüşlerin ruhuna. Mezarlık kalın gövdeli çam ağaçları ile kaplı ve sık dikilmesi sonucu boyları iyice uzamış durumda. Yolun sağında tabelada Dikili Nüfus : 41300 yazısı var. Az ilerdeki tabelada yolun çift yola dönüşeceğini, soldaki yola girilmez işareti konulmuş.

Dikili caddelerinde Eşpedal Eşpedal diye bağırarak geldiğimizi belirttik. Akşam üzeri kalabalığı bizlere meraklı gözlerle baktığını görüyorum. İlk defa bu kadar çok tandem bisikletini bir arada görünce alkışlamadan edemiyorlar. Şehri boydan boya geçip diğer çıkışındaki belediye tesislerine geldik. Burada akşam yemeğini yiyoruz hep birlikte. Dikili belediyesinin ikramı, yemek için görevlilere ve garsonlara teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yemek yenilen yerden güneşin batışını izliyorum, henüz ufka yaklaşmadan hemen kıyıya inip resim çekmek için konumumu aldım.

Tam kıyıda, denize çıkıntı yapılan yerde heykeltıraş tarafından yapılan kocaman mermer bir blok var. Mermer blok 2 X 4 metre civarında. İçi canavar taşı ile oyulup şekillendirilmiş. Dibinden veya yakınından bir şeye benzetemiyorsun ama gün batımında Güneş ufka yaklaşınca durum değişiyor. Mermerden biraz geride, 20 metre civarı bir yerden bakınca Güneşin batarken kızıla boyadığı gök yüzü mermer bloktaki şekil kendini belli etmeye başlıyor.

Her akşam birbirine söz verip Güneşin batımında kıyıda buluşan sevgili iki gencin silueti ortaya çıkıyor. İşte sanat bu, sanatçı bunu düşünüp her akşam buluşan sevgilileri ölümsüzleştirmiş.

Denize doğru çıkıntı yapan taş duvar ucunda mermer blok. Mermerin içi oyulmuş, uzun boylu bir adam ve daha kısa kadın. Kadın ile adam sarılmış, arkası dönük Güneşin batışını izliyorlar. Adamın başı hafifçe kadına doğru eğilmiş durumda. İki sevgilinin ortasında Güneş karşıdaki Midilli adasının tepelerinin üzerinde.

Kameramın dijital zomunu kullanıp daha yakından çekiyorum bir poz. Mermer bloğun dibinde güneşten kaçan birisi nerede olduğunu bilmeden katlanır sandalyesinde oturmuş. Batan güneşten kaçar gibi mermer blokun gölgesine sığınmış. Yanında katlanır masa ve bir sandalye daha var. Birbirine sarılan iki sevgiliden habersiz otura dursun ben güneşin batışını sakince izliyorum.

Güneş Midilli adasının tepesinde kaybolmaya başlarken bir resim daha çekiyorum. Güneşin yarısı batmış durumda.

Güneşin batışını izledikten sonra arkadaşların yanına geldim. Onlar da kalmak üzereydiler. Hazır olunca hep birlikte çadırları kuracağımız yere geldik. Burası Dikili belediyesinin Engelsiz plaj olarak yaptığı yerdeyiz. Kocaman bir tabelada; Dikili belediyesi amblemi ortada en üstte. Sağda engelli tekerlekli sandalyeye binmiş figürü. Solda Güneş içinde aynı figür, Güneş, deniz ve engelli figürü. Bunlar tabelanın beyaz tarafında. Kırmızı tarafta, yani altta Engelsiz plaj Bu plaj Dikili belediyesi tarafından engelli vatandaşlarımızın denize kolay ulaşımı amacıyla düzenlenmiştir. Altında ise İngilizce olarak; Accessible beach This beach has organized by Dikili municipality so that disablet people can Access to the sea easily.

Çadır kuracağımız yer beton taş döşeli alan. Burası kumlu ve ıslaklık var. Çadır kurmak için kendimize yer bulmaya çalışıyoruz. Bisikletlerden henüz yükleri indirmedik. Kimisi ayakta, kimisi kaldırıma oturmuş.

Kumsalda çadır kurmanın olanağı yok, her tarafımız kum içinde kalır. Gece karanlığında kumsal ve filesi takılı voleybol sahası.

Plastik şezlonglarda uyku tulumu içinde uyuyabiliriz. Kumların üzerinde üç tane şezlong.

Çadır kurabileceğimiz uygun bir yer yok. Park lambalarının kuvvetli ışığı, gelip geçenleri kalabalığı ve yakınlarda çalan müziğin gürültüsü nedeni ile burada kalınamayacağına karar verdik. Toplanıp neler yapacağımıza karar vermeye çalışırken ben yemek yediğimiz yerin altında çimenlik deniz kıyısında kalalım önerisini getirdim. Hem fazla gürültü, patırtı yok orada. Daha önce ABAK turunda hep orada kaldık. Ayakta grup olarak karar alıyoruz; burada kesinlikle kalmayacağız. Hakan belediye görevlisini arayıp burada kalamayacağımızı, bize başka bir yer göstermelerini söylüyor. Onlar da burasını tarif ediyor. Engelliler aramızda olması nedeni ile engelli plajı sizin için uygun deyince Hakan burada kalmayacağımızı sert bir dille belirtti telefondaki kişiye. Gerçekten de kalınabilecek bir yer değil.

Aldığımız karar doğrultusunda benim önerdiğim yere gelip çadırları kurduk yeşil çimenlerin üzerine. Herkes çadırlarına yerleşti. Belediyenin yaptığı bu davranıştan ötürü burada bir gece kalıp yarın Çandarlı’ya doğru gideceğiz. Plan Dikilide 2 gece konaklamaktı. Buraya gelip çadırı kurup yerleşesiye kadar gece epey ilerledi. Bir süre sohbet ederek zaman geçirip fazla geç olmadan çadırlara girip yattık.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 51 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Eşpedal EGE Turu 3. Gün

8 Ağustos 2017 Salı

Ayvalık – Küçükköy – Sarımsaklı – Ayvalık

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey.
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana.
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, Çam ağaçları arasında giden toprak yolda bisikletçi.

Artık yağmursuz yaz aylarında çadırda uyumanın anlamı kalmadı. Açık havada uyumanın verdiği rahatlıkla güzel bir uykunun ardından gün ağarınca uyanıyorum. Bisikletim KUZ ayak ucumdaki çam ağacına yaslanmış durumda. Mavi hamakta sadece ayaklarım görünüyor. Çam ağaçlarının yamuk yumuk dalları henüz maviye boyanmamış gök yüzünde beyaz bir örtüye nakış işlenmiş gibi.

Henüz kimse uyanmamış, sabah kahvesini pişirmek için tek kişilik küçük cezvemi ocağa sürüyorum her sabah olduğu gibi. Beton piknik masasında kahve takımları, çuvalın içinde su şişesi, cezve, kahve değirmeni yatık durumda, kahve kutum, bir tane fincan ve rüzgarlık yuvarlak levhanın kapattığı ocak. Üstünde küçük cezvede kahve pişiyor. Bir de fırsat bulursam okumak için yanımda taşıdığım kitabım. Daha aşağıda iki çadır ve ağaca dayalı bisiklet ve çam ağaçları. Denize yakın iki ağaç gövdesine bağlı bir hamak daha var.

Güneş doğup arkadaşlar uyanasıya kadar bir kaç sayfa okudum kitabımdan sessiz ortamda. Uyanan arkadaşlar yanıma gelince kitap okumanın anlamı kalmadığından kitabı kenara koyup kahve pişiriyorum. Elbette kahveyi öğütmek için değirmenin kolu dönmeye başladı. Beton piknik masasında 9 kişi oturmuşuz üstümüz çıplak olarak. Baytar Serkan Sezer de sabah kahvesini içmek için yanımıza geldi. Bir de akşam kendi başına tur yapan sevgili Esma’nın oğlu Mehmet dün gece yanımıza gelip çadır kurmuştu. Üzerimize yeni doğan güneşin ilk ışıkları vurmaya başladı.

Kahve faslından sonra kahvaltı malzemelerini Ayvalık belediyesi getirdi. El birliği ile kahvaltıyı hazırlıyoruz. Salatalıklar, domatesler doğrandı piknik masasının üzerinde. Bunları yapan Elif, Gündüz ve Atilla ayakta. Pınar oturmuş yanlarına. Su işinden sorumlu Hasan buz dolabına koyduğumuz 5 Litrelik şişeyi masaya koyarken kağıt bardakları elinde tutuyor.

Masa düzeni ve yerleştirmesi Cem ve Remila yapıyor. Elinde ekmek torbası, tek tek masalardaki tabakların yanına ekmek koyuyorlar.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptık, ortalığı toparladıktan sonra bisikletlerimize binip Sarımsaklı kumsalına doğru yola çıktık. İlk başlarda piknik alanında toprak yolda ormanın içinden gidiyoruz. Orman çam ağaçları ile kaplı. Bir bisikletli gidiyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Asfalt yola çıkınca yancıların yolu kesmesi ile güvenli çıkış yaparak tek sıra halinde ilerliyoruz. Bazı dangalak sürücüler bisikletlileri önemsemeyip tehlikeli durum yaratınca çatık kaşlı liderimiz olaya müdahale etti. Neredeyse adamı dövecekti. Zar zor sakinleştirip yolumuza devam ederek Balkanlardan göç edip buraya yerleşen Boşnakların köyü olan Küçükköy’e geldik. Şirin köyün dar sokaklarında ilerliyoruz. Sokaklar Arnavut kaldırımı taş döşeli, tek katlı evler köyün güzelliğini ortaya çıkarmış.

Küçükköy’ün tarihçesi;

Köyün, Küçükköy olmadan önceki ismi Yeniçahori’ymiş.

Fatih Sultan Mehmet Midilli’yi almaya karar verince 1462’de burada yeniçerilere oba kurdurtmuş. Adayı aldıktan sonra da isyanları bastırmak için bir müddet burada ikamet etmeye devam etmişler. Buranın bir yeniçeri yuvası olduğunu gören Rumlar da yerleşime “yeniçerilerin yeri” anlamına gelen Yeniçahori demiş.

Ayvalık’ın Osmanlı’dan özerklik alması ile hızla büyüyen bir Rum yerleşimi olan Ayvalık adalardan ve Yunanistan’dan göç almaya başlamış. Böylece 1800’lerde Rumlar Yeniçarohori’ye yerleşmişler. Köy eskiden bir Rum köyü olduğundan köydeki tüm evler tipik Rum mimarisi özelliklerini taşıyor.

Bugün ise Yeniçarohori bir Boşnak Köyü olarak biliniyor çünkü mübadele zamanı buradaki Rum nüfusu ayrılırken, Balkanların çeşitli yerlerinden, ama yoğunlukla Makedonya’dan gelen Boşnaklar buraya yerleştirilmiş. 1920’lerden 1980’lere kadar burada yaşayan Boşnaklar da daha sonra maddi sebeplerden ötürü evlerini terk edip, 1 kilometre uzaklıktaki sayfiye kasabası Sarımsaklı’ya taşınmaya başlamışlar. Köydeki evler terk edilmiş, tek tük yaşlılar kalmış. Geçim sıkıntısı güvenliğe uzanan sosyo-ekonomik sorunlar oluşturmuş. Köyünde dışarıdan gelenlerin başlattıkları değişim sayesinde bugün köylüler de köylerine geri gelmeye başlamışlar. Köye taze kan gelmiş.

https://www.bizevdeyokuz.com/kucukkoy-yenicarohori/

Eski kilisenin taş binalarından biri müze haline getirilmiş. Bina iki katlı, üst kata taş merdivenlerle çıkılıyor. Kenarında demir korkuluk var. Kapısında duvara sabitlenmiş demir bir boru 45 derecelik açı ile bayrak direği yapılmış. Direkte dalgalanan ay – yıldızlı Türk bayrağını görüp kapıdan geçmen gerek.

Merkez camisinin avlusuna girip bisikletlerimizi park ediyoruz. Caminin girişinde kemerli sütunlar, sütunların sonunda tahta bir merdivenle üst kata çıkılıyor. Avluda bekleyen arkadaşlar dolanıyor.

Merkez cami  Aya Athanasiu Kilisesi, mübadele öncesinden günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarmış tarihi yapılardan biri. 3 kilise ve 3 manastır olmak üzere toplam 6 bölümden meydana gelen Aya Athanasiu Kilisesi’nin, Sarımsaklı ve Ayvalık çevresinde yaşamış olan Rumlar tarafından Sarımsaklı’da inşa edildiği biliniyor.

Caminin giriş kısmı, sütunlu kemerler taş bloklardan düzgün yontularak ince işçilikle yapılmış. Taşlarda pürüz yok, köşe taşları, kemer taşları ve yuvarlak sütunlar. Üst kat kalın kalaslardan tavanı oluşturmuş, Tahta merdivenlerin alt kısmı tamamen görünüyor.

Hepimiz bir arada olmasak ta çoğunu çekiyorum bir poz cami avlusunda. Aramızda burada oturan görme engelli gazeteci Namık Tuncer bizleri ağırlıyor köyde. 16 kişi ayakta, 5 kişi çömelmiş durumda.

Müzeye giriyoruz, girişinde şeffaf mika levhaya siyah harflerle; “T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ayvalık belediyesi Küçükköy Kent Müzesi” yazılı levhayı çekiyorum bir poz. Burası ile kim ilgileniyor anlayamadım, bakanlık mı, belediye mi?

Müzenin girişinde yerdeki karo plakalar dikkat çekici desende. Gri çember içinde dört yanda çeyrek daire, ortada dört yapraklı çiçek kırmızı renkte. Karonun köşelerinde çiçeğin bir yaprağı konulmuş. Karolar yan yana dizilince çiçekler ve çeyrek daireler tamamlanmış duruma geliyor. Karolar yana 7 yukarı 3 olmak üzere 21 karodan oluşmuş. Bunları çerçeveleyen kırmızı çizgili karo ile tamamlanmış bir dikdörtgen meydana getirilmiş. Çerçevenin dışında yuvarlak içinde çeyrek dört daire desenlenmiş. Dış karoların üst ve altında kırmızı çizgiler ve dalgalı sarı desenler var.

Giriş kapısı iki kanatlı tahta bir kapı. Kapının yanlarını oluşturan taş blok kolon uzun iki taş ile yapılmış. Kapının üstünde cam çerçeve var. Kapı kanadının birisi açık.

Yan tarafındaki dört pencere de kapıdaki kolon gibi tek parça taştan yapılmış. Pencereler ahşap, bej rengine boyanmış. Yaz olması dolayısı ile üç pencere tamamen açık, içerisi görünüyor.

Müzenin içine girip sergilenen eşyalara bakıyorum. Dört tane desenli karo plaka eski bir binadan sökülüp burada sergileniyor. Elle döndürülen buğday öğütme taşları iki tane. Demir anahtar, içi altı köşe delik. Değirmenlerde kullanılan özel bir anahtara benziyor. Yanında da 1 kiloluk tahta saplı çekiç duruyor.

Camekan içinde bir kama ve iki tabanca sergilenmiş.

Eski bir duvar saati, kapağın kenarları oyma ahşap işçiliği ile süslenmiş. Saatte rakam yok, ilginç biçimde 7 – 11 ve 12 olan yerde iki ok içeriye dönük durumda. 8 Olan yerde iki ok içten dışarıya dönük. İlginç olan 5 olan yerde 0 rakamı kondurulmuş. Bunun bir anlamı olmalı. 3 ve 9 rakamlarının altında birer delik var, bunlardan soldaki delik saat başı vuran gong zembereğini kurma yeri. Sağdaki delik ise saati kurma zembereği. Biraz dikkatlice bakınca çizgilerin yanında Osmanlı rakamları olduğunu gördüm. 19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyıl başlarında duvar saatlerini yapan ustalar kadranı Osmanlıca rakamlara uygun olarak yapmışlar. Kimi evlerde hala var olan ve kimi müzelerde sergilenmekte buna benzer duvar saatleri.

Eski Osmanlı metal paraları, çeşitli boyutlarda. Onlarca bakır, gümüş paralar camekanın içinde sergilenmekte.

Para koleksiyoncuları tarafından biriktirilen Türkiye Cumhuriyeti merkez bankası baskılı kağıt ve demir paralar. Bir zamanların enflasyon canavarlarının yiyip bitirdiği paralar şu an tedavülden kalkmış, kullanılmamakta.

Mahalle Bekçilerden birisinin eşyaları müzede sergileniyor. Bekçi vazife defteri, yıldız rozeti, kapı anahtarlarından bir yığın anahtar. Vesikalık bekçi fotoğrafı. İki koçan bilet, bekçi şapkası ve büyük bir olasılıkla emekli olduktan sonra başına taktığı hacı takkesi. (Anlamadığım bekçi ile ne alakası var hacı takkesinin)

Tahta bir sandık kapağı açık, içi boş.

Pirinçten yapılmış kahve değirmeni. Değirmen kolu demirden yapılmış. Kolun ucundaki tutamak pirinçten. Birisi kolu kaybetmiş anlşaşılan sonradan demirciye yaptırılmış. Demir kol paslanmış durumda. Pirinç gövde bir kaç darbe almış, içine küçük girintiler var.

Başka bir kahve değirmeni daha sağlam ve kolu pirinçten olduğu görünüyor. Yanında da mutfakta kullanılan mutfak robotu. Kahve öğütmesi robottun haznesinde yapılıyor. Kahve öğütmenin eski ve yeni halini anlatmış.

Tek kişilik kahve takımı, bakır cezve, sapsız kahve fincanı. Fincanın dış kısmı bakır kaplı. Küçük bir kahve kabı yada şekerlik olabilir. Üçü de bakır bir yuvarlak, içi işlemeli tepsiye konulmuş.

Başka bir kahve takımı, pirinç yuvarlak bir tepside sergilenmiş. Tepsinin iki yanında kulpları var. İki mor fincan, dışında çiçek işlemeleri yapılmış. Biri şimdiki zamanda yapılmış bakır cezve, sapı pirinç. diğeri eski kahve cezvesi, dibi geniş ağzına doğru daralmakta. Sapı pirinç bir borudan yapılmış.

Pencerenin gözünde eski bir radyo, ses düğmesi yok. Kaybolmuş anlaşılan. Alttaki gözde ise iki radyo üst üste konulmuş.

Bakır kaplar, kalayları eski görünümünde. Üç kap birbirinden farklı yapıda.

Eski sinema filimi gösteren makaralı 8 mm makine.

Eski dikiş makinası koruma kapağı arkada. Makinanın işi bitince tozlanmasın diye kapağı ile örtülüyordu.

Nalbanttın kullandığı aletler. Atı tımar ederken kullanılan kaşağı, saplı çengel, bıçak, delik için bız ve iki tane nal.

Eskiden giyilen kumaş kadın elbiseleri mankenlere giydirilmiş. Mankenler başsız.

Müzedeki tüm sergilenen eski eşyaları gördükten sonra dışarı çıkıyorum. Caminin diğer yanını, üst kata çıkan merdivenlerin kapısının olduğu yerin resmini çekiyorum. Burada da sütunlar ve üzerlerinde kemerler var. Önde park etmiş tandem bisikletler duruyor.

Burası da caminin ön tarafının dıştan görünümü, sütun ve kemerler. Üst katın pencereleri demir parmaklıklı. Normalde camilerin minareleri eğer tek ise giriş bölümünün yani kuzeye bakan tarafın sağına yapılır. Ama daha önce Rum kilisesi olan yapı camiye dönüştürülünce minaresi sol tarafa yapılmış.

Caminin duvarında sergilenen çocukların yaptıkları kuru kalem boyalı resimleri yakından çekiyorum. Resimde; “Verme dünyaları alsanda bu cennet vatanı” yazısı kırmızı renkte yazılı. Alt kısımda da çiçekler ve yeşil yapraklarla süslenmiş.

Buradaki resimde enine ve boyuna çizgili renkli balıklar. Biri kocaman, önde, diğerleri daha küçük yüzerken resmedilmiş.

Bu resimde ise; “Korkma Sönmez bu Şafaklarda yüzen al sancak..” yazısı ve yapraklı renkli çiçekler.

Barışı simgeleyen barış güvercinleri. Biri kırmızı diğeri sarı renkli boyanmış. Sarı renkli güvercinin gagasında zeytin dalı, kral tacı takmış kanadı açık kırmızı güvercine verirken.

Bu köy Boşnak köyü olduğundan Boşnak böreği yapan işletmede börek yiyoruz tadımlık olarak. Börek tabağında börekler.

Börekçi dükkanını işleten kadın ve bizim grubu pankart ile birlikte resim çekiyorum. Pankartta yazan “LALA’nın börek evi”, kenarları güllerle süslenmiş. Kadının kucağında torunu ve Eşpedal grubu poz vermiş durumda.

Bizi misafir eden Namık Tuncer ve eşi ile vedalaşıp hazırlıkları yaptıktan sonra yola çıkıyoruz bayır aşağıya doğru. Etrafta kurumuş otlar ve sol tarafta belediyenin yaptırdığı kaldırımın kenarında dut ağaçları dikilmiş. Elektrik telleri yol boyunca gidiyor Sarımsaklı sahiline doğru.

Sarımsaklı sahiline gelip polis kamp yerine giriyoruz. Buradaki çardağın altına bir kaç masayı birleştirip yerleştik. Sonrasında deniz donumu giyerek doğruca sahile gelip hızlıca denize balıklama dalıyorum. Daha önceden Atilla Özakdağ’a beni denize dalarken çek diye tembihlemiştim. O da beni havada uçarken yakalıyor. Ayaklarım yerden kesilmiş, kollarım ileriye doğru uzatarak uçarken henüz denize değmeden havada duruyorum bir süre. Deniz mavi, hava mavi aynı renk tonunda. Ufuktaki çizgide deniz lacivert renginde olunca Gök ile deniz birbirinden ayırt ediliyor. Ufukta silik olarak görünen yer Midilli adası.

Neyse hep birlikte denize girip eğleniyoruz. Bu arada çatık kaşlı Hakan da denize girdi. Onu suda iyice yumuşattık, pelte gibi oldu pembiş pembiş. Adamın rengi açıldı resmen. Demek ki esmer görünümü kirden olabilir. Denizde yıkanınca kirler gitti gerçek yüzü ortaya çıktı. Kaşlar da birbirinde ayrılarak yüzü gülmeye başladı. Denizden çıkıp masaların olduğu yere, gölgeliğe geldik. Kurulandıktan sonra hadi tavla oynayalım dedik. Ben de “Üniversite tavlası oynayalım” dedim. “O nasıl ki ?” dediler. Ben de “Bir tavlada zar atılacak. Diğer tavladakiler atılan zar neyse kendi kafasına göre oynayacak pulları” dedim. İki tavla bulabildik, ikişer eşli oynamaya başladık. Ben Hakan ile, Baattin Atilla ile eş oldu. Tavlaya başlamadan önce kahve pişirdim kendimize dört tane. Kahveleri içerken oynamaya başladık. Denizde yıkanınca pelte gibi olan Hakan’ın yanında oturmaktan korkmuyorum artık. Hakan artık kaşları birbirinden ayrılmış, yüzü gülerek sevimli bir insana dönüşmüş durumda.

Dört kişi tavla oynarken kahveleri içiyoruz. Üzerimiz denizden çıktığımız gibi çıplak, altımızda sadece deniz donları var. Gerçi Baattin’in üzerinde o kadar çok kıl var ki üzerine tişört giymesine gerek yok. Kılları çıplaklığını göstermiyor. Gündüz ayakta bizi izliyor.

Artık iyice gevşeyen gergin kaslar yerini gülme kasları devreye giriyor. Gülerek oyunumuzu oynuyoruz. Ben elimde Atilla’nın pulunu kırmış ona doğru uzatırken Baattin ve Hakan gülerek poz vermiş.

İlk partiyi kazandık, ikinci partiye üçüncü tavla katıldı. Karşı rakipler; Atilla, Baattin, ve Deniz Kel.

Bizim grup ise; Ben, Hakan ve küçük Şevket. Karşılıklı pulları al gülüm ver gülüm oynuyoruz birbirimizi kırarak. Başkan Saldıray Altındağ ise cep telefonundan sosyal medyayı dinliyor kulağı ile. Cep telefonundaki bir uygulama körler için geliştirilmiş. Ekran ışığı tamamen kapatılıp sadece ses komutları ve sesleri dinleyerek telefonu kullanabiliyorlar. Daha önce duyup ta görmemiştim bu uygulamayı. Bir de duydukları ses o kadar kızlı konuşuyor ki anlamak mümkün değil. Hoparlörden car cur sesler geliyor. Bizler anlamasak ta kullanan gayet iyi anlayıp dinleyebiliyor. Hem de bizim görüp te duyduklarımızdan daha hızlı biçimde okuyabiliyorlar yazılanları. Yeni bir şey daha öğrendim, Öğrenmenin yaşı yoktur ya ben de öğreniyorum hayatı. Bunun sonu yok.

Dün akşam aramıza katılıp misafirimiz olan Mehmet yoluna devam edecek İzmir’e doğru. Mehmet sevgili masalcımız Esma Eser Açıkgöz, nam-ı diğer Esmavi nin oğlu. Tek başına Bursa’dan yola çıkmış İzmir’e kadar pedal çeviriyor. Yolu bizimle kesişti ve şimdi ayrılık zamanı. Beraber bir resim çekiliyorum Mehmet ile. Benim üzerimde Dünya kalp günü, Kalbin için pedalla yazılı tişört var. Mehmet te Yüzyıllık macera 2012 yazılı tişört var.

Mehmet ile boylarımız hemen hemen aynı, benden biraz uzun. Ortamıza Baattin’i aldık. Bizden bir baş boyu kısa olan Baattin ile üçümüz birlikte poz veriyoruz kameraya.

İyice yumuşayıp normal bir insana benzemeye başlayan Hakan çaktırmadan benim yandan yüzümü çekmiş uzaktan. Adamda sanatçı ruhu var ama haberim yok henüz. Bunu sonradan öğreniyorum. Biraz uzamış sakalım keçi sakalımla karışmış durumda. Uzun saçlarım iki yandan sarkıyor. Sağda kafasının bir kısmı arkadan görüntüye giren biri var ama kim olduğu belli değil. Yüzü ters tarafta. Solda tesisin demir parmaklıkları, yeşil çit ve arada uzamış zakkum ağacı. Benim yüzüme odaklandığından arka tarafta görünenler bulanık çıkmış.

Akşam üzeri toparlanıp kamp yerine sorunsuzca geldik. Akşam yemeğini hep birlikte yedikten sonra denizde geçirdiğimiz zaman bizi yormuş. O yüzden fazla geç olmadan hamağa girip yatıyorum. Bu gün harika bir gün geçirdik, yeni yerler gördüm, yeni insanlarla tanıştım ve en önemlisi beraber zaman geçirdiğim görme engelli arkadaşlardan yeni şeyler öğrendim. Ve iyice kaynaştık birbirimize.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 16 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc