Aylık arşivler: Nisan 2018

V. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 4. Gün

25 Nisan 2016 Salı

Kalemlik – Ahmetbeyli – Selçuk Efes – Pamucak

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, İki yuvarlak sütun ortada, yanlarda iki sütun dört köşeli, üzeri süslemeli kirişler. Ortada süslemeli kemer. burası Hadrian tapınağının girişindeki sahanlık.

Gece boyu düşüncelerin karmaşıklığından derin bir uykuya dalamadım. Ara sıra daldığım zamanlarda gördüğüm rüyalarda beni birinin izlediğini hissediyorum. Bu sık sık tekrarlanıyor. İri gövdeli, belki de gökyüzünü kaplayacak kadar kocaman bir gövde karanlık yüzünde tek gözü parlak bir ışık gibi sürekli izliyor. Nereye kaçsam, nereye gitsem beni tek gözü ile izliyor durmadan. Sıkıntı giderek büyüyor ve bir an kalkıp uyanıyorum. Rüyadan kurtulup gerçek yaşama dönmem bir süre üzerimden gitmedi. Yattığım yerden doğrulunca gecenin karanlığında Ay kocaman yüzü ile denize ışığını yansıtmış öylece durduğunu gördüm. Demek rüyama giren parlak göz Ay imiş. Çadırımdan dışarı çıkmadan bir süre Ay’a, gecenin karanlığına ve Ay’ın şavkının vurduğu denize bakıyorum. Deniz sakin, hafif çalkantılı. Önümdeki çam ağacının dalları arasından Ay etrafı aydınlatırken kötü düşünceleri beynimden atmaya çalışıyorum. İnsanın canı sıkılınca kötü düşünmeye başlıyor ve bu düşünceler olmadık kabuslar olarak rüyalara giriyor. Yarın akşam başka bir ortamda başka bir tur yapacağız. Suyun Kaynağına Yolculuk. Bunu ve yapacağımız turu düşüncelerime girmesine izin vererek tekrar yattım. Güzel düşünceler olunca iyi uyumamak elde değil ve sabaha kadar rahat bir uyku uyudum Ay ışığı altında.

Sabah erkenden, saat 6 civarı kalkıyorum ve rahatlamış olarak hissediyorum. Kalkar kalkmaz hemen çadırı, eşyaları toparlayıp kıytırığa yükledim. Toplanmam çok çabuk oldu desem yeridir.

Çadırı kurduğum yer denizden biraz yüksekçe 10 metre civarı. Düz bir alan, önümde tek bir çam ağacı var. Deniz karşımda alabildiğine uzanıyor Güneş’in ışığı altında lacivert rengiyle. Alçak kayalıklar solda küçük bir burun yapmış. Burnun ucunda devam eden kayalıklar denizin içinde iki küçük kayalık ada oluşturmuş. Önde ise bisikletim KUZ denize yakın, kıytırık arkasında. KUZ da iki kavuniçi çanta bagaja bağlı. Kıytırıkta ise kocaman bavul gibi siyah çanta, yanları sarı renkte, iki bayrak çubuğunda iki Türk bayrağı.

Ben hazır olduktan sonra diğer çadırlar da toparlanıp hazır hale geliyor. Sabah kahvaltısını hep beraber yapıyoruz. Kahvaltı bitiminde telefon şarjı ve aydınlatma elektriği için bağladığım elektriği kesip kabloları toplayıp kutunun içine yerleştirdim. Sonrasında etraftaki çöpleri toplayıp çöp kutusuna atarak kamp alanını tertemiz bırakıyoruz. Herkes hazır olunca tur başlasın deyip yola çıktık. Ben her zaman olduğu gibi son olarak etrafı şöyle bir dolanıp unutulan, kalan bir şey var mı diyerek kontrol ediyorum. Herkes yola çıktıktan sonra ben de yola çıkıyorum.

Bir süre in çık yaptık kıyı boyunca. Ahmetbeyli sahilinde deniz seviyesine inip tekrar in çık yapmaya başladık. Klaros antik kentine girmiyoruz. Dün akşam isteyenler Klaros antik kentine gidip gördüler. Ahmetbeyli sahilinden sonra ilk yokuşu çıkınca artçı grup olarak bir kahveyi hak ettiğimizi düşünüp manzarası güzel olan yüksekçe bir yerde duruyoruz. Uçurumun başında kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişirmeye başladım.

Doktor Mete Güney yüksekçe bir kayaya oturmuş, ben karşısında yerde bağdaş kurarak kahve pişiriyorum ocakta. Ferdimen ve Ayşe Kuş ta yanımızda taşları üzerine oturmuş. Toplam 4 kişiyiz. Resmi de Ferdimen 10 saniye otomatik çekimle çekiyor. Altımızda masmavi deniz, karşıda Dilek yarımadası ve Samson dağı silik bir görünümde. Hava açık ve güneşli.

Kahve pişti ve cezveden fincanlara dökülüyor. Ortalığı kahve kokusu kaplamış durumda. Köpüklü kahve fincanlara dökülürken hiç naz yapmıyor.

Yerde tüp ocağım, fincan takımımın kabının kapağı üzerinde üç fincan. Birini aceleci Ayşe Kuş hemen kapmış o yüzden üç fincan var. Kahve cezvesinden son fincana kahve dökülürken.

Sevgili Mete Güney, Doktor Mete. Hiç eksilmeyen gülümsemesi yüzünde asılı kalmış, beyazlaşmış top sakalı. Kocaman gövdesi üzerinde kocaman başı ve bunlara oranla küçük kalan gözleri ışıltı içinde hep gülüyor. Az bilinen antik kentler turunun gönüllü Doktoru yanımda artçı olarak görev yapıyor. İlk tanışmamız Gelibolu da 100. yıl şehitlere saygı bisiklet turunda olmuştu. O zaman da artçı Doktor olarak yanımdaydı ama bisiklet sürmek istediğinden yavaş gidişimiz onu sıkmıştı. O yüzden 2. gün yanımda değildi. Görevi başkasına bırakarak beni terk ettiydi. Şimdi ise durumu fark etti, artçılığın getirdiği neşe ve eğlenceyi tadınca yavaş olsa da bisikletin yaşamın tadına renk kattığını anladı. Eh bir de kahvenin cazip kokusu da etki yapmış olabilir. Sevgili dostum yüzünde gülümseme hiç eksik olmasın. Yaşama gülüp geç her zaman.

Çam ağacının altına oturmuşuz ama gölgesi üzerimizde değil. Güneş, Doktor Mete’nin üzerine vurmuş mavi sarı forması parıldıyor. Başında mavi bir buff, boynunda yakın gözlüğü asılmış durumda. Elinde kahve fincanı kameraya poz vermiş. Denizden yüksekteyiz, aşağıda masmavi deniz ufukta beyaz bulutlar gök yüzü ile denizi ayırmış durumda. Samos adasının bir ucu puslu görünüyor.

Sol tarafta da ben kahvemi içerken Ferdimen elimde kahve fincanı ile denizi seyrederken yan olarak çekiyor bir poz.

Çam ağacının gövdesi ve yana doğru girintili çıkıntılı uzayıp giden kıyı şeridi deniz ile kucaklaşmış.

Elinde kahve fincanı ile Samos adasına doğru bakarak hayaller kuran Ayşe Kuş. Belki bir gün Samos adasına gideceği zamanı hayal ediyor. Henüz keşfedilmemiş yerlerde kuş misali bisiklet sürecek. Yüreği kuş gibi pır pır ederek bisiklet sürdüğü için arkasından hiç bir zaman yetişemiyoruz. Bu gün nedense yanımızda artçı olarak bisiklet sürüyor. Gerçi kahveyi pek içemediğinden bu gün canı kahve içmek isteyince basıp gidemedi. Kahveyi kaçırmak istemedi anlaşılan.

Bir taşın üzerine oturmuş, saçlarını buff ile bağlayıp yüzünü ufukta hayal meyal görünen Samos adasına doğru çevirmiş. Elinde kahve fincanını iki eliyle sıkıca sarılarak kimseye kaptırma niyetinde değil.

Bizim resmimizi çeken Ferdimen’in elinden kamerayı alarak ben de onun kahve içerken resmini çekiyorum.

Arkada iki bisiklet yana doğru ayağına dayamış duruyor. Ferdi’nin elinde kahve fincanı.

Kahve faslı bitti, fincanları ve cezveyi yıkayıp yerine koyduktan sonra yola çıktık. Bir süre denizden yukarılara bisiklet süreceğiz. Yukarıdan manzarayı seyretmesi bulunmaz bir güzellik.

Aşağıda deniz seviyesinde kıyı şeridi 300 – 400 metre kıyıdan bulunduğumuz yere kadar bir alan yeşillik içinde. Kıyı şeridi boyunca uzayıp gitmiş. Aşağıda toprak bir yol denize paralel gidiyor. Deniz uzun dalgaların beyaz köpükleri ile kıyıya doğru gelmekte. Sol tarafta Pamucak sahili Kuşadası girinti kara parçasına kadar. Daha ilerde Dilek yarımadası silik gri renkte.

Grubun en arkasından geldiğimizden Küçük Menderes havzasını geçerek Selçuk yönüne doğru gittik. Öğle yemeğini yemişler bile. Biz de kalan son yemekleri yiyerek karnımızı doyurduk.

Kilitli taş döşeli bir alanında Doktor Mete ve ben kaldırım taşına yan oturmuş cep telefonları ile konuşuyoruz birileriyle. Arkada sağda yemek dağıtan aşçı takımı taklavatı toplamış, sadece bir masa yanında duruyor. Yemeğe son kalan bir kaç kişi de bizimle birlikte. Alanı gölgeleyen dut ve kavak ağaçları.

Yemekten sonra grubun toplandığı yer olan Efes antik kentin girişine geldik.

Efes antik kentin girişinde tabela kahverengi boyalı EFES (Ephesus) yazısı var. Tabela tel örgülerinin yanında. Girişte araçları ile gelenlerin park alanı geniş.

Giriş kapısından ücretsiz girişimizi yapıyoruz tek tek. Dünyaca ünlü, bir zamanlar zengin ticaretin yapıldığı büyük medeniyet şehrin dolaşmaya başladık. Her kes ayrı ayrı kendi halinde antik kenti dolaşıyor. İlk olarak amfi tiyatroya doğru gidiyorum. Bir tepenin yamacında kurulmuş tiyatro muhteşem görünüyor uzaktan da olsa.

Yerde serili kazılarda çıkmış taş bloklar. İleride yarım yuvarlak, yamaca merdiven basamakları gibi yukarı doğru. Neredeyse dağın yarısına kadar yapılmış muhteşem bir tiyatro.

Kentin zenginliğinden olsa gerek ana caddesi yere mermer döşenerek yapılmış. Kıyılarda sütunlar ve sütun ayakları.

Bu geniş mermer döşeli cadde amfi tiyatroya doğru gidiyor. Olcay Ormankıran elinde meyve suyu öylece caddenin ortasında dinelmiş. Sanki birilerini bekliyor gibi.

Geniş bir alanda yürüme yolu tren yollarından sökülen travers kütüklerinden yapılmış. Boş alanlarda ise yuvarlak sütunlar parça parça yüzlerce. Diğer yanda mermer bloklar. Karşıda solda dağın başladığı yerde dükkanlar sıralanmış. Fıstık çamı ağaçları kocaman olmuş 7 tane sıralı dikilmiş.

Duvar yıkıntıları üzerinde çam ağaçları, biraz mesafede sütunlar sıralanmış. Travers kütüklerinden yapılmış yol sütunların dibinden ileriye doğru gidiyor. Solda yıkıntı taşlar ve çam ağacı.

Sütun başları ve üzerindeki kaideler, yanında sütun alt kaideleri. Solda kazı yapılan alanın üzerine çatı yapılarak yağmur ve güneşten korunmak için. Tek bir sütun ve arkada tek kemerli gözü olan duvar kalıntısı.

Efes kentinin muhteşem Celcus kütüphanesi. İki katlı, önde ikişerli dört sütunlu binanın girişi. Sütunların boyu çok yüksek, yaklaşık 10 metre civarı. Alt katta 4 heykeli giriş kapısı. Üst katta da 4 heykel ve pencereler dikdörtgen. Tam önümde mermer blokta işlenmiş öküzbaşı ve yuvarlak işlemeler.

Yanında da mermere işlenmiş savaş başlığı figürü. Tolga da denen bu başlığın tepesinde kocaman püskülü ile dikkat çekiyor. Bir de kılıç kabzası var.

Kütüphaneden sola dönen mermer döşeli cadde yukarı hafif rampalı.

Bir binanın ayakta kalan kısımları bile yapıların ne kadar zengin ve harika işçiliği gözler önüne seriyor. Kenarlarda dikdörtgen sütunlar, ortada 2 yuvarlak sütün. Yuvarlak sütunların üstünde kemer tam yarım yuvarlak. Kirişler ve kemer öne doğru çıkıntılı. İşlemeleri ince işçilikten geçmiş. Kemerin ortasında kabartma bir kadın başı var. İçerideki kaidede kabartma yarım Medusa gövdesi iki elini yana açmış. Binayı kötülüklerden korumak için yapılmış. Diğer tarafları süslemeli kabartmalarla bezeli. Bina dikdörtgen yapıda bir tapınak, çatısı yok. Arka taraf taş duvarın üzerinde duruyor. Daha önce yıkıntı olan bina restore edilerek ayağa kaldırılmış. Eksik olan parçaların yerine yenileri yapılarak tamamlanmış ama süslemeleri yapılmamış. Düz görünüyor yeni parçalar.

Burası Hadrian tapınağı. İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir. Eski kağıt 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celcus kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Tapınağın yanında kule kalıntısının ayakta kalmış olan alt kaidesi taş bloklardan yapılmış. İçi boş oda gibi. Üstte ise pişmiş kırmızı tuğlalar ile tabanı geniş, yukarıya doğru daralıyor. Boyu 2 metre civarı tuğlalı yapının.

Ortası boş, kenar duvarlarının bir kısmı kalmış bir yapı. Kaidelerin üzerine kısa sütunlar, sütunun üstünde uzun bir kiriş. Kirişin üstünde yine kaide ve kısa sütun. Onun da üstü geniş kiriş üçgen çatı tipinde.

Burası Traijan Nymphaeumu

Kirişlerin boyu 5 metre civarı, işlemeleri harika el işçiliği ile bezenerek ne kadar ustalık ve zenginlik olduğu belli oluyor. Kiriş yerde iki kaidenin üzerine konulmuş. Esas yeri burası değil, büyük bir olasılıkla bir tapınağın ya da binanın kirişleri. Yunanca iki satır yazılar yazılmış uzun kiriş boyunca.

İki dikdörtgen sütun, etrafında başka bir şey yok. Kirişlerin bana bakan yüzlerinde kabartma heykeller yapılmış. Arkasında kaidelerin arasında bizim Doktor Mete elini mermer kaideye sallayıp poz veriyor.

Yine başka bir bina büyük blok taşlardan duvarlar ile yapılmış. Duvar 4 metre yüksekliğinde, sağdaki kapı önünde iki sütun konulmuş. Soldaki kapı demir parmaklık ile kapatılmış.

Biraz uzakta iki sütun üzerinde kaide ve sütunun 2. katı, üstünde iki sütun ile dik olarak ayakta kalmış. Arkasında kemerli dükkan odası gibi taş duvar örülerek yapılmış.

Burası Domitian Tapınağı

Yerlerin kimi kısmı kayalık, yavru bir yılan sürünerek bizlerden kaçmaya çalışıyor.

Sütunlu yol, yerler mermer taş döşeli, sütunların yarısından kırık.

Camekan bir yapının içinde Efes Antik kentinin üç boyutlu yapısı. Kentin etrafı surlarla çevrili, tapınaklar, tiyatro, kütüphane ve diğer binaların maketi arazi yapısına uygun yerleştirilmiş. Ağaçlar ve yeşillikte unutulmamış. O zamanlarda liman kenti olan Efes deniz kıyısındaymış. Limandan çıkan yol tiyatroya kadar gidiyor.

Neolotik dönem

1996 yılı içinde, Selçuk, Aydın ve Efes yol üçgeninin yaklaşık 100 m kadar güney batısında, mandalina bahçeleri arasında Derbent Çayı’nın kıyısında Çukuriçi Höyük saptanmıştır. Arkeolog Adil Evren başkanlığında yapılan araştırma ve kazılar sonucu, bu höyükte taş ve bronz baltalar, iğneler, açkılı seramik parçaları, ağırşaklar, obsidien (volkanik cam) ve sileks (çakmak taşı), deniz kabukluları, öğütme ve perdah aletleri bulunmuştur. Yapılan değerlendirmeler ışığında, Çukuriçi Höyük’te, Neolitik Dönemden Erken Bronz Çağına kadar bir yerleşimin ve yaşamın olduğu saptanmıştır. Aynı tür malzemeler, yine Selçuk, Kuşadası yolunun yaklaşık 8. km’de Arvalya Deresi’nin bitişiğinde Gül Hanım tarlasında Arvalya Höyük saptanmıştır. Çukuriçi ve Arvalya (Gül Hanım) höyüklerinde saptanan eserler ile, Efes’in yakın çevresinin tarihi böylece Neolitik Dönem’e kadar ulaşmaktadır.

Helenistik dönem

MÖ 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, MÖ 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise Büyük İskender’in generallerinden Lisimahos tarafından MÖ 300 yıllarında kurulmuştur. Şehir Roma’dan özerk bir şekilde Apameia Kibotos  şehri ile ortak para bastırmıştır. Bu şehirler klasik dönemdeki Küçük Asya’da çok parlak yarı özerk davranmaya başlamışlardı. Lisimahos, kenti Miletli  Hippodamos’un bulduğu “Izgara Plan”a göre yeniden kurar. Bu plana göre, kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser.

Roma dönemi

Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Roma İmparatoru Augustus zamanında, Asya Eyaleti’nin başkenti olmuş ve nüfusu o dönem (MÖ 1.-2. yüzyıl) 200.000 kişiyi aşmıştır. Bu dönemde her yer mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donatılır.

4. yüzyılda limanın dolmasıyla Efes’te ticaret geriler. İmparator Hadrian limanı birkaç kez temizletir. Liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır. 7. yüzyılda Araplar bu kıyılara saldırır. Bizans döneminde tekrar yer değiştiren ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelen Efes, 1330 yılında Türkler tarafından alınır. Aydınoğullarının merkezi olan Ayasuluk, 16. yüzyıldan itibaren giderek küçülmeye başlamıştır. Günümüzde ise bölgede Selçuk ilçesi bulunmaktadır.

Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes’in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler…

Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültürünün en büyük tapınağı da Efes’te yer alır.

MÖ 6. yüzyılda bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer alan Efes, bilge Herakleitos, rüya tabircisi Artemidoros, şair Callinos ve Hipponaks, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus gibi ünlü kişileri yetiştirmiştir.

Diğer yapılar

Hadrian Tapınağı: İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir. Eski 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celssius Kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır.

Domitian Tapınağı: Şehirdeki en büyük yapılardan biri olduğu düşünülen İmparator Domitianus adına yapılmış olan tapınak Traianus Çeşmesi’nin karşısında yer almaktadır. Günümüze yalnızca temelleri ulaşmış olan tapınağın yanlarında sütunların bulundu­ğu belirlenmiştir. Domitianus’un heykelinden kalanlar ise baş ve bir kol kısımlarıdır.

Serapis Tapınağı:: Efes’in en ilginç yapılarından biri olan Serapis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi’nin hemen arkasındadır. Hiristiyanlık döneminde kiliseye dönüştürülen tapınağın Mısırlılarca yapıldı­ğı düşünülmektedir. Türkiye’deki Serapis Tapınağı olarak Hrsitiyanlık’taki Yedi Kilise arasında olması sebebi ile Bergama’daki diğer tapınak daha çok tanınmakadır.

Meryem Kilisesi: 431 Konsül Toplantısı’nın yapıldığı yer olan Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi), Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir. Liman Hamamı’nın kuzeyinde yer almaktadır. Hristiyanlık dinindeki ilk Yedi Kilise arasındadır.

St. Jean Bazilikası: Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından yaptırılan ve o dönemin en büyük yapılarından bir olan 6 kubbeli bazilikanın merkezi kısmında, altta, İsa’nın en sevdiği havarisi St. Jean (Yuhanna)’nın mezarının bulunduğu iddia edilmektedir ancak henüz herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Burada St. Jean adına dikilmiş anıt da bulunmaktadır. Hıristiyanlar için çok önemli kabul edilen bu kilise Ayasuluk Kalesi’nde yer almaktadır ve kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.

Yukarı Agora ve Bazilika: İmparator Augustus tarafından inşa ettirilmiş, resmi toplantıların ve borsa işlemlerinin yapıldığı yerdir. Odeion’un önündedir.

Oktagon: Kleopatra’nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır.

Odeon: Efes’in iki meclisli bir yönetimi vardı. Bunlardan biri olan Danışma Meclisi toplantıları zamanında üzeri kapalı olan bu yapıda yapılmış ve konserler verilmiştir. 1.400 kişilik kapasiteye sahiptir. Bu nedenle yapı “Bouleterion” olarak da adlandırılır.

Prytaneion (Belediye Sarayı): Prytan kentin belediye başkanı gibi görev yapardı. En büyük görevi kalın sütunları bulunan bu yapının içindeki kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin sönmemesini sağlamaktı. Prytan, Kent Tanrıçası Hestia adına bu görevi üstlenmişti. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştı. Efes müzesindeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmi misafirlerine ayrılmıştı.

Mermer Cadde: Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir.

Domitianus Meydanı:Domitianus Tapığınağı’nın kuzeyinde yer alan meydanın doğusunda Pollio Çeşmesi ve hastane olduğu düşünülen bir yapı, kuzeyinde cadde üzerinde de Memmius Anıtı yer alır.

Magnesia Kapısı (Üst Kapı) ve Doğu Gymnasiumu: Efes’in iki girişi vardır. Bunlardan biri kentin çevresindeki sur duvarlarının doğu kapısı olan, Meryemana Evi Yolu üzerindeki Magnesia Kapısı’dır. Doğu Gymnasiumu, Panayır Dağı eteğindeki Magnesia Kapısı’nın hemen yanındadır. Gymnasion, Roma Çağı’nın okuludur.

Herakles Kapısı: Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi’ni yaya yolu haline getirmiştir. Ön cephesindeki Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır.

Mazeus Mitridatis (Agora Güney) Kapısı: Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir. Kapıdan Ticaret Agorası’na (Aşağı Agora) geçilir.

Anıtsal Çeşme: Odeion’un önündeki meydan kentin “Devlet Agorası” (Yukarı Agora)’dır. Tam ortasında Mısır tanrıları tapınağı (İsis) bulunuyordu. MÖ 80 yıllarında Laecanus Bassus tarafından yaptırılan Anıtsal Çeşme, Devlet Agorası’nın güneybatı köşesinde yer alır. Buradan Domitian Meydanı’na ve bu meydan etrafında kümelenmiş bulunan Pollio Çeşmesi, Domitian Tapınağı, Memmius Anıtı ve Herakles Kapısı gibi yapılara ulaşılır.

Traianus Çeşmesi: Cadde üzerindeki iki katlı anıtlardan biridir. Ortada duran İmparator Traianus’un heykelinin ayağı altında görülen küre dünyayı simgeler.

Heroon: Efes’in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans döneminde değiştirilmiştir.

Yamaç Evler: Teraslar üzerine inşa edilmiş olan çok katlı evlerde kentin zenginleri oturuyordu. Peristilli ev tipinin en güzelleri olan bu evler modern evlerin konforunda idi. Duvarlar mermer kaplama ve fresklerle, taban ise mozaiklerle kaplıdır. Evlerin hepsinde kalorifer sistemi ve hamam bulunmaktadır.

Büyük Tiyatro: Mermer Cadde’nin sonunda bulunan yapı, 24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük açık hava tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür. Tiyatro, St. Paul’ün vaazlarına mekân olmuştur.

Saray Yapısı, Stadyum Caddesi, Stadyum ve Gymnasium: Bizans sarayı ve caddenin bir bölümü restore edilmiştir. At nalı biçimindeki Stadyum, antik devirde sportif oyunların ve yarışmaların yapıldığı yerdir. Geç Roma döneminde gladyatör oyunları da yapılmıştır. Stadyumun yanındaki Vedius Gymnasiumu ise hamam-okul kompleksidir. Vedius Gymnasiumu kentin kuzey ucunda, Bizans dönemi surlarının hemen yanında yer almaktadır.

Tiyatro Gymnasiumu: Hem okul, hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır. Agora: 110 x 110 metre boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkânlarla çevrili bir alandır. Agora, kentin ticari ve kültürel merkeziydi. Agora Mermer Cadde’nin başlangıç noktasıdır.

Hamam ve Umumi Tuvalet: Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans döneminde tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır.

Liman Caddesi: Büyük Tiyatro’dan, bugün tamamen dolmuş olan Antik Liman’a uzanan, iki yanı sütunlu ve mermer döşeli Liman Caddesi (Arcadiane Caddesi), Efes’in en uzun caddesidir. 600 metre uzunluktaki cadde üzerine kentin Hristiyanlık döneminde anıtlar yapılmıştır. Her birinde havarilerden birinin heykeli olan dört sütunlu Dört Havari Anıtı, caddenin hemen hemen ortasındadır.

Liman Gymnasiumu ve Liman Hamamı: Liman Caddesi’nin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır.

Yuhanna Kalesi:: Kale içinde cam ve su sarnıçları vardır. Efes civarındaki en yüksek noktadır. Ayrıca bu kilisenin bulunduğu tepe, Efes Antik Kenti’nin ilk yerleşim bölgesidir.

Yapıların çoğu iki katlı olarak yapılarak kentin ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Karşımda üç kemeri kalmış bir yapı ve duvarları.

Gezinti yolları tren yollarından sökülen traverslerden yapılmış. Kıyılarında korkuluklar yoldan çıkmamamızı belirtiyor. Ben ve Mete yürürken Ferdimen resmimizi çekiyor.

Solda üç tane sütun epey yüksek, neredeyse 8 metre var. Sütunlar dikine yivli, kimisinde eksik olan parçalar betondan yapılmış. Üç sütun da solda sadece alt kısmı 1,5 metrelik olarak duruyor. Sütunlar tek parça olarak değil 1,5 metrelik bloklar halinde istedikleri kadar yükseltebiliyorlar. Sütunların arkasında iki sıra blok taşlardan duvar binanın temeli ve su basmanı olarak yapılmış. İçinde ve arkasında tek tük sütunlar var.

Yukarıya kadar çıktıktan sonra artık aşağıya doğru gitmeye başladım. Bulunduğum yer biraz yüksekte ve aşağıya kadar mermer taş bloklar döşeli yol. Yol kıyısında sütunlar ve heykellerle süslenmiş.

Üç kemerli devasa kapı Kapının üstünde düzgün mermer bloklar konulmuş. Bu bir zafer takı, alt kirişlerde Yunanca yazılar var. Süslemelerle birlikte zaferleri, kralları ve komutanların isimleri kazılmış. Üstteki bloklarda ise Latince yazılar var. Romalı kralı ve komutanların zafer anısına isimleri kazılarak buraların patronları olduğunu belirtmişler.

Burası August Kapısı.

Gelelim Celcius kütüphanesine. Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsius’un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.

Kütüphanenin ön yüzü yüksek ikişer sütunlu, sütunların arası üçer metre. Sütunlar önde, üstü çıkıntı kirişli ve balkon. Sütunların iç kısmı nişli ve her nişin içinde insan boyutunda kadın heykeller. Böyle önde ikişer sütunlu çıkıntılar 4 tane. Aralarda üç boşlukta giriş kapıları. Kapıların üstünde kiriş ve pencere boşlukları. Bu yapı sütunları iki katlı, alt katta ne varsa üst katta da aynı yapılmış.

Kütüphanenin girişindeki sütunların içindeki nişlerdeki kadın heykellerden biri. Kadının ismi ΣOΦIA KEΛΣOY (SOPHİA = Bilgelik ve Akıl).

Heykelin üzerinde kumaş sarılmış, kıvrımları olarak mermer olduğu şeklinde işlenmiş. Nişin yanlarında mermer bloklar işlenmiş. Heykel boşluğun içinde kalın bir blok mermerin üzerinde duruyor. Heykelin sol kolu yok.

Diğer kadın heykeli, altındaki kaidede ismi yazıyor. APETH KEΛΣOY. (ARETE = Erdem ve karakter). Heykelin elleri bileklerinden kırılmış.

Kütüphanenin giriş kapısından içerisinin görüntüsü. Kalın bir duvar niş olarak yarım yuvarlak örülmüş. Duvarın yarısı taş bloklardan, diğer yarısı üst kısım ise pişmiş tuğla örülmüş. Tuğla duvarda delikler var.

Üçüncü heykelin başı yok, ismine bakacak olursak bu da bir kadın heykeli. Kaidede yazdığı biçimiyle ENNOIA ΦIAIΠΠOY (Ennoia ; Kader ve muhakeme). Sol eliyle eteğinin ucundan tutup sol dizinin üstüne kadar kaldırmış. Çıplak ayağı görünüyor.

Diğer kapıdan kemerli bir yapı görüntüsü. Üzerinde işlemeli kirişler. Kemerlerin altında dikdörtgen mermer bloklar ile kolon biçiminde üst üste.

Dördüncü kadın heykelinin de başı yok. Kaidede yazdığı biçimiyle ismi EΠIΣTHMH KEΛΣOY. (EPİSTEME = İlim ve bilim).

Bu dört kadın heykeli “Celsus’un Bilgeliği, Celsus’un Fazileti, Celsus’un Anlamı, Celsus’un Bilimi [Bilgisi] olarak kütüphaneye anlam katıyor. Fakat işin acı gerçeği şu ki heykeller orijinal değil değil malesef. İlk olarak 1903 yılında Avusturyalı mimar Wilberg tarafından yapılan kazı çalışmalarında bulunmuş. 1905 – 1906 yıllarında kazı çalışmalarında kitaplığın yıkılan ön bölümü gün yüzüne çıkarılır çıkarılmaz değerli ne kadar heykel, süslemeler, frizler, kabartmalar varsa fazla güneşi göremeden Avusturya’ya kaçırılmıştır.

Celcus’un erdemlerini sembolize eden heykellerin orijinalleri Viyana Efes müzesinde sergilenmektedir. Diğer eserlerle birlikte kaçırılan bu eserlerin kopyalarına üzüntü ile bakıyorum içim burkularak.

İki kat uzun sütunlar yandan görünüşü ve kütüphane ilgili Yunanca yazıt.

Kütüphanenin giriş kapılarından birinden içerisinin görünümü. Dikdörtgen mermer bloklardan yapılmış. Kenarları işlemeli, sağdaki mermer eksik parça olmalı ki çoğu sonradan konulmuş. Kapının ardında bir kapı daha var benzeri. Kapının altında ise bizim Ferdimen poz veriyor elini kenara yaslayarak.

Bu kez Doktor Mete ile ben poz veriyoruz aynı yerde. Resmimizi de Ferdimen çekiveriyor.

Eskiden tüccarların ticaret yaptığı dükkanlar kemerli girişi ile sıralı olarak yan yana. Yirmiden fazla dükkan var. Dükkanların karşısında sütunlar ve aralarından sedir ağacı çıkarak sütunların bir kısmını örtmüş durumda.

Sütunlu cadde, yanında traverslerden yapılmış yürüme yolu.

Normalde bütün sütunlar beyaz mermerden ve o kadar çok ki sayamazsınız. Yüzlercesi ayağa kaldırılmış, ayaktakilerden fazlası da kırık dökük. Kimisi sağlam yeri belli değil yerde yatıyor boylu boyunca. Bunların hepsi normal ama aralarında siyah mermerden yivli sütunlar da var. Kim bilir nereden, ne için getirilmiş.

Düzlük yeşil çimenli bir alandan karşıdaki tepenin yamaçları başlıyor. Orada dükkanlar, önünde de sütunlar sıralanmış. dünyanın hiç bir antik kentinde bu kadar mermer sütun yoktur. Ticaret kentinin getirdikleri olsa gerek zengin tüccarlardan alınan vergiler kentin her yanını güzelleştirmek için harcandığı belli.

Kazı çalışmaları hala devam ediyor, çıkan buluntuların bir kısmı alanlara serilmiş. Burada kiriş bloklar, temel kaideler var.

Canlıların içinde şimdiye kadar gördüğüm en ateşli sevişmeyi yılanlar yapıyor. Doğal yapıları gereği belki de bunu gerektirir çiftleşmek için. Birbirlerine o kadar tutkulu sarılıyorlar ki nerede olduklarını unutarak orta yerde sevişirken karşıma çıktı. Cep telefonumu çıkarıp resim moduna getiresiye kadar yılanlar bizi fark edince sürünerek travers kütüklerinin altına girmeye başladılar.

Harabelerin içinde iki sütun arasında yüzüne güneş vurmuş Doktor Mete.

Tiyatroya girmek için dehlizlerden geçmek gerek. Dehlizin içinde karanlık ortam olduğu için dışarısı güneşin bol ışığı iyi bir kontrast oluşturmuş. Tiyatronun avlusunda bizim Ferdimen bir yerlere bakıyor ve benim onu çektiğimin farkında değil.

Dünyanın en büyük amfi tiyatrosu karşımda. 24.000 kişilik açık hava tiyatrosu olması kentin nüfusunun 200.000 civarında olması nedeni ile tiyatro bu kadar kapasiteli yapılmış.

Tiyatronun oturma yerlerine çıkıp oturuyorum. Oturunca geçmişe, yıllar öncesine 1978 yılına gidiveriyorum. O zamanlarda lisede okuyorum. İzmir’in en anarşist lisesi Çınarlı meslek lisesi. Olayların ve çatışmaların yani kardeş kavgalarının olduğu en hareketli yıllar. Devrimci liseliler bir gezi düzenlemişti bahar ayı Nisan da. İzmir deki tüm liselerin katıldığı geziye 40 otobüs ile  Kuşadası, Güzelçamlı ve Efes antik kentini dolaşmıştık. Antik kente giriş o zamanlarda ücretsiz serbest giriş yapılabiliyordu. 40 otobüste bulunan öğrenciler burada Efes amfi tiyatroya seyirci bölümüne oturup marşlar söyleyerek sesimizi gök kubbeye salmıştık hep bir ağızdan. Müthiş bir şeydi yüksek perdeden söylenen marşlar. O zamanlar kanımız kaynıyordu ve büyük coşkular içindeydik. Vatanı emperyalistlerden kurtarmaya çabalayarak geçmişti gençlik yılları. Sonrası malum 12 Eylül darbesi, işkenceler, idamlar, sürgünler, hasret. Belki de burada olanların çoğu o değirmende harcanıp gitmiştir. Ama biliyorum ki bir zamanlar bu tiyatroda sesimiz vardı ve içimizden gelerek söylüyorduk kurtuluşu.

Aşağıda tiyatro alanı, yerler düzgün taş döşeli, sadece orta alan. Diğer yerler toprak zemin. Ayakta kalmış sahne bölümünün kolonları. Doktor Mete bana poz vermiş durumda.

İki kıyısında çam ağaçları döşeli yol. Gövdeleri sık ve alt kısmı beyaz kireç ile boyanmış. Efes harabeleri gezimiz bitti artık diğer bölüme Artemis tapınağına doğru yola çıktık.

Yolun karşı kıyısına geçip eskiden Selçuk – Kuşadası yoluna, kıyıları ağaçlı olan yola geçip Artemis tapınağına doğru gitmeye başladık. Bu yolu belediye bisiklet, yürüyüş ve koşu yolu olarak düzenlemiş.

2 Metrelik toprak yolda giden bisikletçiler, solda kaldırım ve gezinti yeri. Sağda ise bisiklet yolu beton döşeli. Yolun iki yanında ağaçlar sıralı gidiyor yol boyunca.

Bir süre gittik ve Artemis tapınağına geldik. Giriş yeri kapalı değil, serbest giriş yapılıyor alana.

Ortada bir gölet, ziyaretçiler kıyıya doğru giderken. Sağda mermer şekilsiz blok. Arkasında kocaman bir ağaç.. Göletin devamında bize biraz uzakta tepenin üzerine kurulmuş Ayasuluk kalesi.

Burada pek bir şey yok, Küçük Menderes nehrinin kalıntısı bir gölet. Bir kısmı bataklık durumda Kocaman bataklık kurutucusu okaliptüs ağaçları karşı kıyıda.

Artemis tapınağından geriye kalan tek sütun önünde pankartımızı açarak hep birlikte poz veriyoruz kameralara.

Sütunun üstüne de bir leylek yuvasını yapmış keyfine bakıyor insanlara aldırmadan.

Artemis Tapınağı, (Yunanca: Artemision; Latince: Artemisium) aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir. Tanrıça Artemis’e ithaf edilmiş tapınak Efes’te Millattan Önce 550 yıllarında tamamlanmıştır. Tapınak tamamen mermerden inşa edilmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan tapınaktan geriye bugün sadece bir iki mermer parçası kalmıştır. Türkiye’deki antik kent Selçuk İzmir’de bulunmaktadır.

Tapınak Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseridir. Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon’lu  Antipader tapınağı şöyle tarif etmiştir.

Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki “İşte! Olimpus’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı. (Antipater, Yunan Antolojisi [IX.58])

Bizanslı Philon ise tapınak için şunları yazmıştır:

Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus’un mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes’teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.

Efesli Artemis

Artemis, Ay tanrıçası olarak Titan Selene’in yerini alan Apollon’un kardeşi
bakire avcı Yunan tanrıçasıdır. Efesli Artemis ise oldukça farklıdır. Efesli Artemis’in (Efesya) bir Anadolu tanrıçası olan Kibele’nin bir kültü olduğu sanılmaktadır.

Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin Efes’e nasıl geldiği ve orada Artemis adıyla kültünün nasıl başladığı bilinmemekle beraber Kibele’nin çeşitli evreler geçirerek Artemis haline geldiği kabul ediliyor.

Yunan tanrılarının aksine daha çok yakındoğu ve Mısır tanrıları gibi vücudu, altından ayaklarının çıktığı ve bacaklara doğru gittikçe incelen, sütun benzeri bir bölümle kaplıdır. Çok memeli Tanrıça (37 adet)  Efes’te basılmış paraların üzerinde başında Kibele’nin bir özelliği olan duvar gibi bir taç ile resmedilmiştir. Paraların üzerindeki resminde, kolları birbirine geçmiş yılan ya da Ouroboros yığınlarından oluşan bir asaya dayalı durmaktadır. Aynı Kibele gibi Efes’teki tanrıçaya da megabyzae adı verilen hierodüller ve kore’ler hizmet etmekteydi.

Ayrıca Bennett’in bahsettiği muhtemelen millatan önce üçüncü yüzyıldan kalma bir adak yazıtı Efesli Artemis’i Girit ile ilişkilendirmektedir:

“To the Healer of diseases, to Apollo, Giver of Light to mortals, Eutyches has set up in votive offering (a statue of) the Cretan Lady of Ephesus, the Light-Bearer.”

Yunanlar’ın birleştirme adetleri, tüm yabancı tanrıları kendi anlayabilecekleri bir şekilde Olimpus  panteonunun bir biçimi halinde asimile etmiştir. Efes’te İyonyalı yerleşimcilerin “Efes’in Hanımı” için yaptıkları Artemis özdeleştirmesinin cılız olduğu çok açıktır.

Mimari ve sanat

Tapınağın üç evreden oluştuğu sanılmaktadır. A evresi Artemisium olarak adlandırılan tapınaktan önce orada yaklaşık MÖ 7. yüzyılda yapılmış bir sunaktır. B evresi daha sonra bunun üzerine yapılmış olan tapınak, C evresi ise yangından sonra yapılan restorasyondur.

Tapınağın içi ve içindeki sanat hakkındaki tanımlamaların ve hemen hepsi tarihçi Plynus’un anlattıklarına dayanmaktadır. Pliny tapınağı 115 metre uzunluğunda ve 55 metre eninde neredeyse tamamen mermerden olarak tanımlamıştır. Tapınak her biri 18 metre olan 127 İyonik stilde kolondan oluşmaktadır.

Artemis Tapınağı içinde birçok sanat eseri vardı. Ünlü Yunan heykeltıraşlar Polyclitus, Pheidias, Cresilas, ve Phradmon tarafından yapılmış heykellerle, tablolarla ve altın ve gümüşle bezenmiş kolonlarla donatılmıştı. Sanatçılar en güzel heykeli yaratmak için birbirleri ile yarışırlardı. Bu heykellerin büyük bir çoğunluğu Efes şehrini kurduğu söylenen Amazonlar’ın heykelleridir.

Pliny ayrıca, Mausolos’un mozolesi üzerinde de çalışan Scopas’ın tapınağın kolonlarındaki kabartmaları oyduğunu söyler.

Atinalı Athenagoras, Efes’teki baş Artemis heykelinin yaratıcısı olarak Daedalus’un öğrencisi Endoeus ‘un ismini vermiştir.

Kült ve tesir

Artemis Tapınağı Efes bölgesinin ekonomik olarak güçlü bir bölgesinde yer almaktaydı ve tüccarlar ve Anadolu’nun her yerinden yolcular tarafından ziyaret edilmekteydi. Tapınak birçok inanıştan etkilenmiştir ve birçok farklı dinden insan için bir inanç sembolü olmuştur. Efesliler Kibele’ye taparlardı ve inançlarının büyük bir kısmında Artemis’i de dahil ettiler. Artemis Kibele, Romalı karşıtı Diana’dan çok farklı bir şekil aldı. Artemis kültü uzak diyarlardan binlerce tapanı çekti. Hepsi bu yerde bir araya gelip ona taparlardı.

Artemis tapınağından kalan son sütun epey yüksek. Gölesin karşı kıyısında. Bu tarafta da bir sütun temeli ve iki kısa blok kalmış. Göletin kıyıları sazlık. Arkada tarihi İsa bey camisi, onun arkasında Ayasuluk kalesi

Gürelin çektiği, tek sütunlu Artemis tapınağı ve Ayasuluk kalesi.

Aşıklar, aşıklar yolunda yürüyorlar, sarmaş dolaş.

Artemis tapınağından sonra Selçuk arkeoloji müzesine gidiyoruz. Müzeye misafir olarak ücretsiz bilet ile giriş yapıyoruz.

Bilet yeşilimtırak renkte, üzerinde Efes Ören Yeri – Ücretsiz yazısı. Müze logosu ve yuvarlak hologram baskı yanar döner renk saçıyor. Biletin alt kısmı beyaz ve aynı yazıların yanında kare kod ve bilet numarası.

Müzenin içini gezmeye başlıyorum resim çekerek. İlk olarak üç kadın heykeli, başları ve kolları kırık. Üzerine elbise giyinik, elbisenin kıvrımları güzel işlenmiş mermere.. Heykeller gövdelerden kırık, olduğu gibi birleştirilmiş.

20160424_160608_HDR

Üç kadın heykel, üzeri ince tül işlenmiş. Tüm vücut hatları belirgin, ikisinin başı yok, birisinin sadece yüzü kalmış. Arka kısmı kırılmış.

Üç erkek heykeli, sadece gövdeler kalmış. Diğer uzuvları yok.

Heykel başları dört tane. Ortada bir kadın gövdesi başsız, ayaksız ve kolsuz.

Erkek gövdeleri.

Bir erkek heykeli yatar durumda çıplak, sadece pelerini var boynuna bağlanmış. Ayak dizlerden aşağısı yok, sağ eli dirsekten yok. Kafasının bir bölümü kırık. Yerde yatar bir durumda sanki acı çeker gibi kıvranırken sol elini karnına bastırmış durumda. Başını da bizden yana çevrilmiş ve ağzından acı çeker durumda görünüyor.

Yine yatar durumda bir erkek heykeli tamamen çıplak. Sadece sol ayağı dizden itibaren yok Bu heykel de acı ve ızdırap çeker bir halde betimlemiş heykeltıraş.

Kolları bacakları ve başları olmayan heykeller.

İkisi elbiseli erkek heykeli. Ortada ise çıplak, kafasının üst yarısı kırık uzun saçlı bir erkek heykeli. Sağ dizi dizden kırık.

Süslemeli bir sütun başı, yanda ise sol koluna yatar duruma çocuk heykeli. Üstte kalan kolu ve bacağı yok.

Küçük heykeller ve bereket tanrısının küçük heykeli sergilenmiş camekanın içinde. Tanrının erkeklik organı boyundan büyük. Gelelim erkeklik organı meselesine. Nedense heykellerin erkeklik organı her zaman saldırıya uğranıp saldırıya maruz kalmışlar şimdiye kadar. Bunları tahrip edenlerin kendi erkeklik organları ile bir sorunu olmalı. Psikolojik bir hastalıkları var ve bunu cansız heykellerden çıkarıyor. Aynı zamanda erkeklerin kadınlara açıkça görmesinde sakınca bulduklarından olsa gerek. Müze epeydir kapalıydı, yeni açıldı ve sergilenen heykellerin daha önce gördüğüm kadarı ile eksik sergileniyor. 1978 de müzede gördüğüm bir çok heykelin erkeklik organı ile sergileniyordu. Şimdi ise hiç biri yok, akıbeti nedir bilmiyorum.

Priapos ya da Priapus, Yunan mitolojisinde bahçeler ve bağlar tanrısı (Bereket Tanrısı), Lapseki(Lampsakos) şehrinin hakimi, genital organının vurgulanmasıyla işlenmiştir. Dionyos ile Afrodit’in oğlu olduğu söylenirdi. Kültü, adalar ile bütün Yunanistan’a ve Güney İtalya’ya yayıldı. Priapos başlangıçta toprak bereketini temsil ediyordu. Aynı zamanda sürüleri, arıları ve balıkçıları koruyan bir kır ve deniz tanrısıydı.

Malikanelerin giriş yerlerine onun bir ithyphallos resmi konurdu. Bu resim kötülükleri uzaklaştırır, huzuru sağlardı. Priapos Roma devrinde özellikle erkekliği ve fiziki aşkı canlandırıyordu. Tanrının tasvirlerindeki laubali karakter ve müstehcen şiirler bundan gelir. İmparatorluk devrinde Priapos bir halk tiyatrosu kahramanı oldu. En önemli kült merkezi Lampsakos (Lapseki) kentidir. Mısır kültüründe benzer bir tanrı olan Min vardır.

Küçük heykelcikler, aralarında bereket tanrısının küçük bir heykeli.

Büyük bakır yayvan bir tepsi, küçük süs eşyaları ve küpe takıları.

Bronz bir heykel başı, sakallı ve ustalıkla yapılmış işçilik. Kafanın tepesinde delik ve içe bir kısmı göçmüş.

Beyaz mermerden kadın heykeli, sadece dizlerin altından kırılmış ama tekrar birleştirilerek dik durmasını sağlamışlar. Heykel sağlam durumda.

Yunus balığına binmiş Eros heykeli.

Bronz erkek heykeli, Mısır kültürüne göre yapılmış rahiplere benziyor. Rengi altın renginde.

Kuyumcuların kullandığı hassas terazi, kefeleri küçük nesneleri ölçmek için yapılmış. İğne çeşitleri ve küçük minyatür heykeller.

Küçük boyutta insan başı heykeller, başı ve ayakları olmayan iki gövde. Biri elbiseli, diğeri siyah renkte çıplak erkek gövdesi.

Heykel başları ve bir başı olmayan erkek heykeli.

Kabartma insan figürleri.

Kabartma insan figürlerinin devamı.

Kabartmalar usta işçilik ile yapılmış.

Belden aşağısı olmayan kadın heykeli. Başında bir taç var. Sol eli karnında yere paralel tutmuş. Sağ elini ise çenesine dayamış şekilde poz vermiş gibi heykeltıraşa.

Kabartma figürler.

Kabartma figürler.

Kabartma figürler.

Yine belden aşağısı olmayan kadın heykeli. Yüzü parçalanmış ve gövdenin çoğu yeri çatlak, sanki heykel parçaları birleştirilmiş gibi.

Derin bir niş içine konulmuş sağlam kadın heykeli.

Ünlü filozof Sokrates’in heykel başı.

Dizden ayak bileğine kadar olan kısmı ve kolları omuzlardan itibaren olmayan baş tanrı Zeus heykeli. Beyaz, pürüzsüz ve çıplak. Yobazların kıramadığı erkeklik organı sağlam durumda.

Biri kadın, biri erkek heykel başı.

Başı ve sağ bileği olmayan, önünde meyve sepeti ve büyük erkeklik organı ile desteklemiş durumda. Böyle heykellerden bir kaç tane daha vardı ve hepsi sağlam olarak sergileniyordu. Bu heykellerden sadece bir tane sergilenmiş ve heykel küçük boyutta. Sağında ise alakası olmayan Romalı bir komutana ait büst.

Kazılarda bulunmuş sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler, kimisi altın.

Deniz kabukları gibi kabartmalı sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler. Yüzlerce kümeler halinde, kimisi altın.

Kazılarda bulunmuş sikkeler. Bunlar biraz kalın.

Kulplu su testileri, bir tanesi dört kulplu.

Testiler ve kesici aletler.

Küçük çömlekler.

Kılıç ve kamalar.

Çeşitli balta, kama ve şiş aletleri.

Dört tane sürahi, boyutları birbirine uymuyor.

Tersine ince konik bir süs eşyası ve iki geniş karınlı testi.

Geniş ağızlı büyük bir çömlek süslemeli, Tabanı çok küçük, dengede tutmak zor olsa gerek. Yanında da kırık iki testi.

Çömlek ve kulplu testiler.

Testi ve yemek tabakları. Tabaklar pişmiş topraktan yapılmış.

Süslemeli testiler ve pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller. Bir koyun oturmuş durumda, üç kadın heykeli ve bir çocuk oturmuş durumda. Bir tane de boynuzlu bir hayvan heykeli. Heykel çok küçük, minyatür.

İki kulplu tava, tencere ve testiler.

Çanaklar ve testiler.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller ve heykel başları.

Pişmiş topraktan kap kacak ve dikdörtgen bir tepsi.

Altın bir taç ve ince yaprak bileklikler.

Bronz bir sürahi ve altın süs takılar.

Yüzük ve küpe çeşitleri.

Sol kolu üzerine yatar durumda mermer çıplak bir erkek heykeli.

Kap, kacak ve küçük heykeller.

Kap kacak ve küçük heykeller.

Cam şişeler geniş karınlı.

Cam şişe ve süs taşları.

Cam kaplar ve bilezikler.

Beyaz pürüzsüz bebek yüzlü, kanatlı Eros heykeli

Mermer çocuk heykeli.

İki kadın birbirine sarılmış durumda. Bazı parçaları eksik. Diğer bir kadın heykeli de sağ bacağını arkaya doğru kaldırarak sağ elini bacağına doğru uzatmış, hafif sağa doğru eğilmiş durumda.

Pürüzsüz mermer Eros başı.

İki Eros başı daha.

Heykeltıraş tarafından bitirilmemiş heykeller. Yüzleri belirsiz, sadece kaba olarak bırakılmış.

Başı olmayan elbiseli kadın heykeller dört tane.

Avluya çıkıyorum güneşin altına. Dışarıda lahitler sergileniyor. Lahitlerin yan taraflarında kabartma figürler yapılmış. Yerde elinin dirseği üzerine yaslanarak yatar durumda bir kadın. Kadının üzerinde ayakta ileriye hamle yapmış bir erkek figürü ve karşısında atın üzerinde başka bir erkek. Burada anlatılmak istenen bir kadın için dövüşen iki erkek anlatılmaya çalışılmış. Dünyada kavgaların çoğu ve savaşların çıkma nedeni kadınlar yüzünden. Tarih hep yazılıdır. Benim anlamadığım mezarı yapılmış bu kişiyi hangisi temsil ediyor. Atın üstündeki mi yoksa kadının üzerinde ayakta olan mı? Bilemedim doğrusu.

Başları olmayan elbiseli heykeller.

Kenarları kabartmalarla işlenmiş bir lahit. Ölen kişinin hayatında yaptığı işleri betimlemiş. Lahit ‘in kapağı da büyük bir olasılıkla ölen kişinin yana doğru dirseği üzerine yaslanarak yatmış bir erkek heykeli.

Mermerden öküz başı.

Avlunun ortasına havuz yapılmış. İki başında da heykeller konulup heykelin bir yerinde havuza su akıyor. Avlu bozulmuş çim kaplı. Kenarlarda sundurma, altlarında lahit mezarlar sergilenmiş.

Başka bir lahit yanı, ölen kişinin yaşamından figürler. Ölmüş olan sanki bir öğretmen gibi ders anlatır durumda, bir diğerinin elinde bıçak savaşır gibi. Karşısında başka birinin bir elinde bıçak diğer elinde üçlü yaba. Hangisi ölüyü temsil ediyor bilemedim.

Tekrar kapalı alanın diğer tarafına giriyorum Efes antik kentinde o kadar çok buluntu var ki müze ona göre büyük. Depolarda saklanıp sergilenmeyen yüzlerce eser daha olmalı. Şimdi 2. bölümdeyiz.

Hani şimdilerde fotoğraf makinesi icat edildiğinden beri çekilen aile resimleri vardır ya aynı onun gibi mutlu bir aile resmi sanki. Oturmuş durumda anne, kucağında bir bebek tutuyor. Bir elinde de çanak. Aile reisi erkek ayakta durmuş, önünde biri erkek biri kız iki çocuk. Diğer yanda sakallı, yaşlı bir ihtiyar. Ayakların dibinde köpek yatmış. Tam bir aile resmi ve solmaz biçimde mermere yontulmuş. Heykeltıraş ta ustalığını göstermiş burada. Bu resmi yaptıran da zengin biri olmalı. Yoksa usta işçilik isteyen bu figür kabartmayı herkes yaptıramaz. Heykeltıraş ta iyi para karşılığında yapmıştır.

Deniz kabuklarından yapılmış kolyeler.

Süs boncukları, eşyaları turuncu renkte olanlar var. Kimisi dikdörtgen olan ortası delik taşlar.

Minyatür heykeller.

Süs eşyaları.

Anahtar biçiminde ahşap oyma. Bir tane de insan eli.

Keçi kafası küçük heykeller. Kimmerler döneminden.

Zengin bir tüccarın altından yaptırdığı küçük heykel. Bu heykel aynı zamanda tüccarın mührü.

Altın süs eşyaları, boncuk ve iğneler.

Altın süs eşyaları. Dört tanesi silindir cam üstüne konularak sergileniyor.

Altın yüzük ve küpeler.

Bronzdan yapılmış, küçük parfüm ve koku kapları.

Bronz süs eşyaları.

Bronz süs eşyaları ve küçük köpek heykelleri.

Pişmiş toprak kandilleri, değişik şekillerde, irili ufaklı.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller.

Yine altın bir heykel biçiminde mühür.

Küçük vazolar, kenarları işlemeli

Çanak çömlek ve kapak işlemeli.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük testi biçiminde kaplar.

İrili ufaklı pişmiş topraktan sürahiler. Tam ortada geniş bir çanak biraz büyük. Ama çanak bir daha işlem görmüş arkeologlar tarafından. Kazıda bulunan bu çanak kırık ve dağınık olması üzerine eksik olan kısımlarını çömlek çamuru ile tamamlanıp pişirilerek sağlam hale getirilmiş. Çanağın kırık orijinal parçaları kırmızı pişmiş toprak renginde. Tamamlanmış kısımların rengi de bej. İkisi arasında bayağı renk farkı var.

Gelelim yakınlarda bulunan Artemis heykeline, Anadolu Artemis’e. 1956 yılında kazılarda bulunan iki heykel biri güzel Artemis, diğeri büyük Artemis müzede sergileniyor. Bu Anadolu Artemis heykelleri kazıda bulunduktan sonra Türkiye de henüz sergilenmeden yurt dışına götürülüp sergilenmiş. Sonrasında tekrar Türkiye’ye geri getirilip ilk önce İzmir arkeoloji müzesinde sergilenmiştir. Selçuk’taki müze bitince şimdiki yerinde sergileniyor. Büyük bir ihtimalle yurt dışı olan yer Belçika’nın başkenti Brüksel de müzede sergilenmiş. Türkiye’ye belki de taklitleri yollanmış olabilir. Durum hiç belli değil, karanlık benim için. Bulunduğunda çekilen resimde sol eli kıvrımdan kırık, yani yok. Şimdikinde ise el var, parmaklar kırık sadece. Şüphem bu yüzden.

Aşağıdaki güzel Artemis heykeli denmesinin nedeni mermeri beyaz ve parlatılmış. Ayrıca yüz hatları büyük Artemis ten daha güzel yontulup işlenmiş. Güzel Artemis Anadolu Artemis’i; başında yuvarlak başlık ve başlıktan omuzuna kadar hayvan figürleri işlenmiş yelpaze gibi. Boynunda Ay’ı simgeleyen işlemeli çember, göğsünde yan yana duran 20 kadar yumurtalar sıralanmış. Kolları dirsekten yukarı kaldırıp ileri uzatmış durumunda. Altında ayak ucuna kadar altı sıra üçer hayvan figürü. İki yanında da büyük bir olasılıkla ceylan heykeli ama ikisinin de sadece tek ayağı kalmış. Demir çubukla ayakta durması sağlanmış. İkisinin de başı yok.

Heykeli daha yakından görebilmek için 3 resim çektim. Baş, göğüs ve ayaklar.

Baş kısmında yuvarlak bir başlık var. Başın iki yanında yelpaze gibi duran kabartmalarda en üstte bir tane aslan, altında iki tane kartal, onun altında iki öküz. Bu hayvan figürleri iki yanda simetri biçiminde, hepsinin kanatları var ve geyik gövdesine konulmuş. Bu hayvanların hepsi de dizleri üzerine oturmuş durumda. Artemis’in tatlı bir yüzü var, sadece burnu kırık ve çenesinde çok az darbe görerek kırılmış.

20160424_162435_HDR

Boynunda Ay’ı simgeleyen halka, onun altında ise burçları ve güneş sistemini simgeleyen kabartmalar yapılmış. Göğüs kısmında da toplam kırk kadar bereketi simgeleyen yumurtalar. Kimisi bereketi simgeleyen meme olarak yorumlamış, kimisi ise boğa testisleri olarak yorumlanmış. Bana göre kimi böceklerin karada yada denizde yumurtaları böyle yan yana dizili olarak gördüğüm biçimi. Dirseklerden ileriye doğru uzatılmış olan kollarda ikişer tene açma simit biçiminde kalın bileklik. Sanki kollarını iş yapmak için sıyırmış. Bir de her iki kolunda dirsekten omuzuna yaslanmış ikişer erkek aslan.

Alt kısmında da üçerli hayvan figürleri, hepsi kanatlı ve dizleri üzerine çömelmiş durumunda. En üstte birinci sırada erkek üç aslan. İkinci sırada boynuzlu keçi. Üçüncü sırada kartal başlı hayvan. Dördüncü sırada dişi aslan. Beşinci sırada ceylan, Altıncı sırada boynuzlu öküz olarak sıralanmış. En altta da iki çiçek süs olarak kondurulmuş. Heykelin yanlarında aynı biçimde kanatlı çıplak kadın kabartması, altında çiçek motifi ve arı kabartması. Bu yine tekrar edilmiş.

Sıra geldi büyük Artemis heykeline. İlk önce komple çekiyorum uzaktan. Bu heykel diğerine göre daha büyük ama rengi soluk.

Artemis’in başlığı tapınak biçiminde üç katlı kule. Bu bulunduğu kenti koruyan, gözeten tanrıçayı simgeliyor. Başlığın en üstünde sütunlu tapınak, ortada kanatlarını açmış kartal başlı bir hayvan. Üzerinde kemer işlenmiş. Alt kısmında ise hayvan kabartmaları, kırık olduğundan anlaşılmıyor. Tam başında yuvarlak bir taç takılı. Burnu tamamen kırık, dudaklarının bir kısmı ve çenenin altı yana doğru kırık. Başlıktan omuzlara kadar yelpaze gibi yanlarda öteki heykeldeki gibi hayvanların kabartmaları yapılmış. Sol tarafta bir kısmı kırık ve hayvan kabartmalarının baş kısımları tahrip edilerek kırılmış. Sağlam olan hayvanların bir kısmı güzel Artemisten farklı hayvanlar var. Boynunda dört sıra gerdan ve Ay’ı temsil eden hilal ay tanrıçası olduğunu belirtiyor. Hilalin üstünde meyve kabartmaları yapılmış. Burada burçların simgelerini göremedim.

Göğüs kısmında bereketi simgeleyen yumurtalar sıralı. Diğer heykeldeki gibi kollar ileri uzatılmış ama dirsekten kollar kırılıp yok edilmiş. Kollar iki demir lama alttan desteklenmiş. Diğer heykeldeki gibi kollarda birer aslan var.

Memelerin bittiği yerde belde kemer bir çiçek bir arı kabartması olarak yapılmış. Kalçanın altında yanlara doğru iki çıkıntı kırık durumda. Bacakların yanında çıplak kanatlı kadın altında arı ve aynı kabartmalardan birer tane daha yapılmış. En altta çiçek başı ile sonlandırılmış. Ön kısımda ise  üçerli hayvan figürleri, çoğu tahrip edilmiş. Heykelin ayak kısmı yok, kaideye öylece kondurulmuş.

Kazılarda bulunmuş erkek kolu, kime ait olduğu belli değil ama işçilik mükemmel. en ince ayrıntısına kadar tüm detayları ile yontulmuş. Parmaklarınla avucunu kapatmış avuç içi de yontulmuş. Elin baş parmağı ve işaret parmağı kırık. Parmaklardaki tırnaklar bire bir insan tırnakları ile aynı ölçüde. Koldaki damarlar da unutulmamış.

Sevimli bir çocuk başı, kıvırcık saçları, anlında iki kırışık çizgi, kulakları, yuvarlak çenesi, dolgun yanakları mükemmel. Hele iri gözleri, göz kapakları ve kaşları harikadan öte. Çocuksu küçük dudaklar da başka bir güzellik. Heykel başı zarar görmüş, sağ yanı gözün yanından boydan boya kırık. Sonradan birleştirip yapıştırılmış.

Binalarında kirişlerde  kullanılan alın süslemeleri.

Kabartma heykeller yaşanmış bir olayı anlatıyor. Erkekler, kadınlar kimisi çıplak ya da yarı çıplak. Kimisi, de giyinik, elbiseli.

Kabartma heykeller. Bir olayı yada savaşı anlatıyor.

Kabartma heykeller, aralarında bir köpekte var. Ortadan dikine kırık.

Heykel başları, ünlü Romalı komutanlar, İmparatorlar.

Heykel başları.

Heykel başları, aralarında bir imparatoriçe büstü.

Bir erkek be bir kadın heykeli, heykeller parçalanmış. Eksik olan parçalar yenilenip birleştirilerek toparlanmış. Kolları ve belden aşağısı yok.

Yine bir aile resmi, İki kadın, bir erkek ve yanlarında bir çocuk. Giydikleri elbiselere bakılırsa soylu ve zenginliği ortaya çıkarmış. Kadının birisinin yüzü parçalanmış ve heykellerin kolları yok.

Genç bir kadın heykeli, kolları kırık. Yanında da asker gövdesi ama çoğu parçası yok. Nasıl birisi olduğu belli değil.

Yüzü parçalanmış kadın kabartması. Kumaş elbisesi kıvrımlı, belinde kuşak var. Yanında çıplak erkek heykeli, sadece boynuna bağlanmış pelerini var. Pelerin arkaya doğru rüzgardan dalgalanır gibi.

Kırık dökük kabartma heykeller. Bir at başı, yanında yularını tutan birisi. Sadece atı tutan heykel sağlam. Önündeki heykelin kafası yok. Onun önündeki yere oturmuş geriye kaykılan kafası olmayan birisi. Solda bir savaşçı sol dizi yerde, sağ dizi yukarıda oturmuş durumda. Elinde kılıç sağ dizine elini koymuş, kılıç dik durumda ama yarısı kırık.

Müze ziyareti bitti, dışarı çıkıyorum. Tarih gezim çabucak, heykellere fazla bakmadan hızlıca sadece resim çekerek sonlandırdım. Tarih boyunca yaşanmış olan Efes antik kentinin muhteşem eserlerinin sadece bir kısmını görebildim. İyice görmek, gezmek, detayları incelemek için bir gün yetmez. Günlerce sürecek bir alanda inanılmaz eserler açık havada ve müzede sergileniyor. Her gün yerli ve yabancı turistler akın akın ziyaret ediyor. Şimdiye kadar yaptığımız Az Bilinen Antik Kentler Turlarında Efes antik kentini ve müzeyi böyle detaylı gezememiştik. Ben de en son 1978 yılında genç lise çağımda gezmiştim. Herkesin gelip görmesini isterim. O zamanlarda fotoğraf makinesi olmadığından resim çekilemediğinden heykeltıraşlar geleceğe bir çok heykel bırakmış. Zengin bir ticaret ve din, merkezi olması parlak günler yaşanmış. Zamanla doğal erozyon sonucu Küçük menderes liman kenti olan Efes şehrinin denizle olan bağlantısını kopararak tarihin sayfalarına gömülmüş.

Müzedeki heykellerin çoğu taklit olabilme olasılığı çok yüksek olduğunu araştırmalarımdan zamanla öğrendim.

Sıra geldi önemli bir yere; Meryem ana Evi ne. Yine iki gruba ayrıldık, ilk grup otobüslerle Meryem anaya gidip geldikten sonra geriye kalan ikinci grup ile otobüslerle yukarıya doğru çıkmaya başladık.

Meryemana evi Bülbüldağı’nın tepesinde. Yukarı çıktıkça manzara görülmeye başlandı. Selçuk kasabası buradan toplu halde görünüyor. Selçuk bir köyden büyük, bir kasabadan küçük. Etraf çam ağaçları ile kaplı.

Selçuk tan 7 Kilometre uzaklıkta olan Meryem ana evine ulaşmak için dağın dönemeçli yollarında tırmanarak vardık. Aşağıdaki resimde Meryem Ana yazıyor.

Yuvarlak bir çukur, kenarları taş örülerek yapılmış. Derinliği bir buçuk metre kadar. Çukura inmek için yandan merdiven yapılmış. Büyük bir olasılıkla çukur bir binanın mahzeni olabilir. Bina yok olmuş sadece çukur kalmış.

Aşağıdaki resimde Meryem Ana Evi hakkında tarihsel bilgiler yazılı bir tabela var. Altında da;

Burası Hz İsa’nın annesi olan Meryem Ana’nın yeri olarak kabul edilir.

Kutsal yazıtlara göre kanıtları:

.Aziz Yuhanna yazdığı İncilde Hz. İsa’nın ölmeden önce annesinin kendisine şöyle emanet ettiğini söylemektedir: “İşte annen! O andan itibaren O’nu yanına almıştır.”

.”Havarilerin İşleri” kitabında ise Hz. İsa’nın ölümünden sonra Kudüs te Hıristiyanlara karşı zulüm hareketlerinin başladığını yazmaktadır. Aziz Stefanus MS. 37’de taşlanmış. Aziz Yakup da  MS. 42’de kafası kesilerek öldürülmüştür. Aynı dönemlerde havariler dünyaya İncil’i müjdelemek için iş bölümü yapıp ayrılmışlardır. Aziz Yuhanna’ya Küçük Asya görevi verilmiştir. Kudüst’deki olaylardan dolayı Meryem Ana’yı yanına aldığı bir vakıadır.”

Yazının devamı;

Tarihi bilgilere göre kanıtlar:

İki kanıt bulunmaktadır:

Aziz Yuhanna’nın mezarının Efes’te olması. MS. 431 yılında Aziz Meryem’in kutsal analığı doğmasının kabulü için. Efes’te yapılan ekümenlik konsil’in, dünyada Meryem Ana’ya adanmış olan ilk kilisede yapılmış olması. Kilise ataları, Nestor hakkında konuşurken, “Yuhanna ve Aziz Meryem Ana’nın bulunduğu Efes’e vardığında…” diye yazmaktadırlar.

Bir de, Efes’te yaşamış ilk Hiristiyanların soyundan gelen ve Kirkince’de oturan Ortodoks cemaatinin sadakatle birbirine anlatarak aktardıkları bilgiler vardır. Bu cemaat, her yıl, Meryem Ana’nın uykuya dalmasını hatırlamak ve kutlamak amacı ile buraya gelmekte idiler.

PANAYA KAPULU diye adlandırdıkları bu yere geliş sebepleri, Meryem Ana’nın burada yaşamış ve ölmüş olduğunu atalarından sürekli duymuş olmaları idi.

Meryem Ana evinin bulunması:

Geçtiğimiz yüzyılda, “Alman rahibe Catterina Emmerich’in açıklamaları yönünde Meryem Ana’nın hayatı” adlı bir kitap yayınlandı. Bu rahibe, bu yerleri hiç görmemiş olmasına rağmen onları çok etkileyici bir biçimde tasvir ediyordu. Bu kitapta, Efes Bülbül dağı ve Meryem Ana’nın son yıllarında yaşadığı ev, çok belirli ve açık şekilde anlatmakla idi. Bu anlatılanların ışığında, iki ayrı bilimsel grup 1891 yılında bu evin kalıntılarını ortaya çıkardıklarında, Alman rahibenin anlatımlarına tamamen uyduğu anlaşılmıştır.

İbadethane:

Meryem Ana’nın yaşadığı evin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Temelleri I. ve IV. asra aittirler. Duvarların bir kısmı VII. asra aittir. Son restorasyon çalışmaları 1951 yılında yapılmıştır.

Meryem Ana’nın bronz heykeli kahverengi renginde, üzerinde bir elbise, omuzunda şalı, başına da taç takılmış. Kollarını az ileri uzatıp avuçlarını açmış durumda ziyaretçileri karşılıyor ilk önce. Arkasında büyük zeytin ağaçlarının gövdeleri. Heykel kayaların üzerine oturtulmuş.

Avluda çam ağaçları, zeytin ağaçları var. Yeşil çit öbekleri ile bölümlendirilmiş. Beyaz boyalı oturma bankları dört sıra. Kalabalık grupların topluca ayin ve dua etmeleri için yapılmış sanki.

Meryem Ana evinin girişi pek geniş olmayan üstü kemerli bir geçitten girişi var. Solda, girişte uyarı tabelası konulmuş, tabelada “Sessiz olun” ve fotoğraf makine resmi üzeri çizgi çekilmiş. En altta da İngilizce “No photos” uyarı yazısı. Yani içeride resim çekmek “Yasak Hemşerim” uygulaması burada da var. Ama unutmadıkları bir şeyi “utanmadan” da yapıyorlar “Bağış Kutusu” yazısını koymayı biliyorlar. Şimdiye kadar hiç bir din için bağış yapmadım yapmam da. Bu benim inancıma ters.

Bekçinin uyarılarına aldırış etmeden dışarıdan bir kaç resim çektim. İçeriyi görmeye de hevesim kaçtı. Hep böyle yerlerde “Yassak Hemşerim” sözü benim orası ile ilgili hevesim sönüyor. Artık tarihi bir yer, antik, görülmesi gereken yer kavramı kafamda siliniyor. Normal bir yer gibi algılıyorum. Bu huyumu çok seviyorum, hiç bir zaman kurumasın.

İç alana girişte kemer var. Tam karşıda da kemerli büyük bir niş, nişin içinde Meryem Ana heykeli. Heykel yüksekte. Heykelin yanında iki vazo, içinde çiçekler. Ön tarafında tahta masa, masa işlemeli masa örtüsü ile örtülmüş. Masanın önünde de saksıda çiçekler konulmuş. Masaya ve heykele yanaşılmasın diye kırmızı urganlar çekilmiş. Yerde halı döşeli.

Giriş tünelinin ucundan sağ tarafın bir resmini çekiyorum siz okuyucular için.

Niş içinde yağlıboya bir tablo asılmış, Meryem Ana’ya dua eden biri resmedilmiş. Niş tabanı işlemeli bez örtü konulmuş. Küçük saksılarda çiçekler.

Kalabalık ziyaretlerde insanların dua etmeleri için küçük Meryem Ana heykeli konulmuş. Heykelin üstü örtülü, Heykel mermer bir plakanın üzerinde. Profil demir ve üzeri yarım yuvarlak saç örtü heykeli yağmurdan koruyor.

Aslında kilisenin içinde mumların yanması gerek ama mumların isleri zamanla içerisini kararttığından dışarıya mangal gibi profil demir, üstü sac ile kaplı. Yanları ve arkası cam konularak kum havuzunda mumları dikip hiç bir zaman dilekleri olmayacak mumları yakıp dilek diliyorlar. Mumları da para ile satıyorlar dikkat edilmeli!

Mangalın içinde 15 civarı mum dikilip yanar durumda. İnanışa göre mum sönmeden yanıp biterse dilekler gerçek olurmuş. Sönerse havanı alırsın. Ama para kazanan bir kurum insanların mağdur etmemesi ve dileklerinin gerçekleşmesi için açık havada olsa da  camekanla kapatıp mumların sönmemesi sağlanmış. Şafak Omaç mum yakarken, Allah kabul etsin.

Meryem Ana Evi ziyaretimiz bitti. Pek hevesim kalmamış olarak Bülbül dağının güzel ormanında sık ağaçların arasından sızan ışık hüzmeleri bence daha güzel. Bu güzelliği görmek gerek, hem bedava hem de resim çekmek yasak değil.

Uzun ağaç gövdeleri sarmaşıkların hışmına uğramış. Ağaç dalları sık ve aralarından güneşin ışıkları sanki su dökülür gibi.

Otobüslere binip Selçuk’a doğru inişe başladık. Yüksekten resim çekiyorum, önümde yaprakları taze incir ağacı. Arkasında Selçuk kasabası görünüyor.

Müzenin önüne getiriyor otobüsler bizi ve iniyoruz. Artık veda zamanı geldi. Az Bilinen Antik Kentler Turu burada son buluyor. Şehir dışından gelenler garaja gidip otobüsle evlerine dönecek. Kimisi bisiklet sürüp İzmir’e pedallayacak. Bir kısmı da Pamucak ta belediyeye ait tesislerde kamp kuracak. Arkadaşlarla vedalaşıp uğurluyorum görebildiklerimi. Sonrasında Pamucak kamp alanına gidecekler bir araya gelerek yola çıktık. Kamp alanı 10 Kilometre civarı, eski yol olan ağaçlı yoldan gidiyoruz bir süre. Ana yol sol tarafımızda.

Yeni yapraklarını açmış dut ağaçları gezinti ve bisiklet yolunun iki yanında sıralı olarak dikili. Soldaki yol bisiklet yolu asfalt döşeli. Sağdaki yol ise toprak yol, koşu ve yürüme amaçlı olarak kullanılıyor. İki yol arasında çimen ekili yemyeşil.

Bisiklet ve yürüme yolu bitiyor eski asfalt yolda bir süre daha gidiyoruz. Güneş sol tarafımızdan batmak üzere.

Bagajları yüklü 6 bisikletçi ağaçlı yolda ilerliyor gün batımına doğru

Güneş ufka yaklaşmış bereketli Küçük Menderes ovasında. Toprak yollar, bir kaç ağaç ve yabani otlarla kaplı arazi.

Ferdimen güneşi tam ufuk çizgisinde yakalıyor. Güneşin olduğu yer kızıla boyanmış, Yanlar giderek koyulaşan bir mavilik. Üstümüz masmavi. Arkadan vuran güneş ışıkları ağaçları bir gölge durumuna düşürmüş.

Selçuk belediyesinin kamp alanına varıyoruz, ilk olarak herkes çadırını kurup yerleşiyor. Hava kararmaya başlayınca bekçiden anahtarları alıp enerji panosunu açarak aydınlatmalara ve prizlere enerji verdim. Tuvaleti de var oh ne güzel. Hava iyice kararınca yemek işlerine başladı herkes kendince. Yemek faslı bittikten sonra kuru okaliptus dallarını toplayıp bir güzel kamp ateşi yaktık. Selçuk ta bisikletçi dostum Adnan Barım da arabası ile gelerek sohbetimize katıldı. Hava mis gibi, ortam güzel, arkadaşlar harika olunca sohbet bitmez. Herkes içeceğini Selçuk’tan almış olduğundan ortaya çıktı. Ben de bir tas otlandım şaraptan. Şarap ve ateş içimizi ısıttı baharın serin akşamında. 30 kişi kadar varız. Yarımız Olcay Ormankıran öncülüğünde Antik kentler turunun devamı olan Metropolis’i gezecekler. Geriye kalanlar da yani bizler bu yıl ilk defa gerçekleştireceğimiz Suyun Kaynağına Yolculuk projesini gerçekleştireceğiz.

Bu projeyi Şafak Omaç ve ben düzenliyoruz. Amacımız da İnsan eli ile yapılan erozyon ve kirliliğe dikkat çekmek için bisiklet turu yapmak. Bu tur için bir kaç arkadaş daha aramıza katıldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer çadırlara çekilip dinlenmek için uyumaya başladık. Ben de çadırıma girip yatmaya başladım.

Bir turu da başarı ile bitirmenin huzuru var içimde güzel bir turun mutluluğu ile uykuya daldım.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği 5. güne ait video görüntüsü.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 48 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 3. Gün

23 Nisan 2016 Pazartesi

Sığacık – Gümüldür – Özdere – Kalemlik

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Esimlerin bir kısmı Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Ayrıntıların izi kalmamış artık
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir
Dağların, denizlerin üzerinden

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, kırmızı elbiseli, pembe kelebekli, yeşil kuşaklı kız 23 Nisan çocuk şenliğinde kendine göre eğlenirken ablaları, abileri arkada oyunlarını oynuyorlar.

Sabahın erken saatlerinde uyanıp kalkıyorum, hava hala bulutlu. Akşam denize girdiğim için bu gece huzur içinde uyudum. Psikolojik olsa gerek her deniz sezonunu açışımda o gece çok rahat uyurum. Pamuk gibi uyur, yeni doğmuş kelebekler ilk defa kanatlarını açarak uçmaya hazırlanır gibi kalkarım. Daha önce uçmamış tecrübesiz olan kelebek uçmaktan korkmaz ya onun gibi ellerimi açarak geriniyorum. Hani kanatlarım olsa uçuverecekmişim sanki. Belki de deniz suyu, iyotlu kokusu içime sinince böyle duygular yaşıyorum. Yaşama yeniden, temiz, pak ve arınmış olarak başlıyorum.

Bir süre gerinip normal yaşama dönünce henüz uyanmayanları uyandırıp hazırlanmalarını söyleyerek çadırımı, eşyalarımı çarçabuk toparlayıp kıytırığın çantasına yerleştiriyorum. Kahvaltı saati gelince bizimle burada kalan ketring Ayşe ve Hatice çayı demlemiş, domatesler, salatalıklar doğranmış ve diğer kahvaltılıklar hazır durumda. Gönüllü arkadaşlar da kahvaltı dağıtımında yardım ediyorlar. Kahvaltı bitiminde masa ve sandalyeleri toparlayıp kamyonete yüklüyoruz. Ardından çevre temizliğini hep beraber yapıp bulduğumuz gibi hatta başkalarının çöplerini de toplayıp tertemiz bırakıyoruz. Bu gün 23 Nisan kutlamalarını okuldaki çocuklarla beraber kutlayacağız. Onun için herkese Türk bayrağı dağıtıyoruz.

Kalabalık bir grup masalarda kahvaltı yapıyor. Yeni yaprak açmış iki dut ağacının taze yeşil yaprakları parıldıyor. Aynı sırada iğde ağacı da yeni yaprak açmış bahar kokusunu etrafa yayıyor. İğde yapraklarının rengi beyaza kaçan yeşil renk.

Grubun çoğunluğu hazır olunca harekete geçti. Ben de son kontrolleri yapıp kalanlarla birlikte peşlerinden yola çıktım. Henüz ısınmadan yokuş çıkmak zorlasa da manzara seyretmek için yukarılara çıkmak gerek.

Solda geniş bir alan kahvaltı yaptığımız yer otopark olarak kullanılıyor, yerler kilitli beton taş döşeli. Sokağın sol tarafında restoranlar tek katlı, kiremit çatılı. Sabahın erken saatleri olunca henüz açık değiller.

Son kalanların peşinden biz de artçılar olarak yola çıkıyoruz. Birden bire yokuşa sarınca gruba yetiştik.

Yol parke kilitli taş döşeli belli bir yere kadar. Solda deniz, sabahın beyazlığı vurmuş yüzüne. Önümde 15 – 20 kişi tırmanışa geçmiş yüklü bisikletleriyle. Kısa maki ağaçları yol boyunca.

Akkum koyu biraz yüksekten manzara görünümü. Koy geniş bir yay çizerek karşıda ince bir burun oluşturmuş. Burun tarafında otellerin tek katlı binaları, geniş bir kumsal ve arkası iğdelik. Çadırları iğdelerin altına kurmuştuk. Bulunduğumuz taraf girintili çıkıntılı kayalık. Bu koy kuzey rüzgarlarına açık ve burada rüzgar sörfü yapılmakta. Sörf merkezi karşıdaki burunun iç kısmında. Denizin berraklığı buradan görünüyor. Kayalıklar gri tonları, kumluk alan turkuaz yeşili ve deniz yosunların siyah rengi.

Yükseklik 41 metre olsa da Sığacık mahallesi ve yat limanını izlemek güzel. İki kişi Sığacık giriş tabelasında durmuş manzarayı izliyor. Ben de yat limanı ve Sığacık mahallesinin resmini çekiyorum.

Çıktığımız yükseltiden inmesi çektiğimiz zorluğu unutturuyor. Kendimizi Sığacığın güzel manzarasında aşağı doğru saldık.

Sığacık Cumhuriyet ilkokulu’na geldik kısa sürede. Okulun bahçesinde çocuklar hazırlanmış bizi bekliyordu heyecanla. Öğretmenleri başlarında kıpır kıpır, kuşlar gibi cıvıl cıvıllar. Okulun arka tarafında ortaokul var.  İlkokul ve ortaokul öğrencileri ile birlikte 23 Nisan Çocuk Bayramını hep beraber kutlayacağız.

Okulun bahçesi ve Öğretmen sınıfının çocuklarını ikili sıra ile kapıdan çıkarmaya çalışıyor.

Bizler de gelince okuldaki çocuklar bahçenin dışında yol kenarına çıkıp hareket etmemizi bekliyorlar.

Rengarenk kıyafetlerini giymiş çocuklar ve başta okul müdürü, öğretmenler sırayı çocuklar bozmasın telaşı içinde.

İlk önce çocuklar hareket ediyor, ardından bizler de bisikletler elimizde peşlerinden yürüyüşe geçtik. Gideceğimiz yer yakın, caddenin sağında palmiye ağaçları, arkasında kalenin sur duvarı. Duvarın üstünde kırmızı boyalı pencereli tek katlı bir ev. Gönüllü yol kesiciler yolu trafiğe kapatıp güvenli geçişimizi sağladı.

Az Bilinen Antik Kentler Turu afişini açıp görünür hale getirdik. Sığacık ta evi bulunan Bacanağım da sabah aramıza katıldı. Pankart ile poz veriyoruz 12 kişi.

Sonrası ile kadın bisikletçilere veriyoruz pankartı. 23 kadın 23 Nisan da pankartı açmış durumda poz veriyor kameralara.

Tam kameralar çekerken birden bire Olcay araya girerek dikkatleri üzerine çekti. Tek ayağı üzerinde, kollarını yukarıya kaldırınca tüm kadınlar ona bakıyor. Uçan kahraman geçiyor savrulun bre gafiller.

Bu kez erkekler sahneye çıkıyor. Haliyle nüfusumuz kadınlardan çok olunca kadraja sığmak için pankartın önüne oturduk. Bir kısmımız yere uzanmış durumda.

Bizim Canavar-ül velosipet Enes te yatanların üzerine çullanarak aksiyon yarattı. Altta kalanın canı çıksın misali.

Derken baş aktörümüz Olcay da aramıza katıldı.

Resim çekildikçe gelenler bitmiyor. Aramıza yeni katılanlar olunca bir poz daha çıkıyor ortaya. Bu gün pankartla çok resim çekilmişiz. Belki de bunun sebebi 23 Nisan Çocuk bayramı olması. İşin gerçeği çocuklar gibi şen şakrak kutlamalara başladık desem yeridir.

Oyunlar başlamadan önce her çocuk için hazırladığımız hediye paketlerini tek tek dağıtmaya başladık. Hediye paketlerini kadın bisikletçileri dağıtıyor. Paketi alan çocuklar seviniyor ve mutlu olduklarını yüzlerinden anlıyorum.

Ellerinde hediye paketi olan kadınlar sıraya girmiş bekliyor. Üzerinde Atatürk resmi baskılı tişort giymiş küçük bir çocuk hediyesini alırken. Önde yanda bir çocuk ta meraklı sevinçli bir bakışla bana poz veriyor elinde hediye paketi ile.

Bir kızıl goncaya benzer dudağın 
Açılan tek gülsün sen bu budağın

Güzeller güzeli bir kız çocuğu, başına kırmızı benekli bandanasını takmış, bandananın sol tarafına da yeni açmış kırmızı bir gül takıştırarak güzelliğe güzellik katmış. Saçları düz ve uzun, omuzlardan aşağı sarkıyor. Ve gülümsemesi ile kameraya poz vermiş.

Bir kız çocuğu ile oğlan çocuğu el ele tutuşarak yürüyorlar. Aldığı hediye paketi onları o kadar sevindirmiş ki yüzlerindeki gülümsemesine yansımış durumda.

ABAK kadınlarından üç güzel henüz hediyesini vermemiş paketler elinde bekliyorlar.

Üzerlerine gri atlet giymiş üç oğlan çocuğu hediye paketinin içinden neler çıkacak diye merakla paketin içindekileri çıkarıp inceliyor. Çocukların ortasında ki çocuk Afrikalı, siyah kıvırcık saçları ve ten rengi bunu belli ediyor. O da merakla inceliyor hediyesini.

Gösteri sunacak üç ortaokul öğrencisi siyah şalvar giymiş. Üzerinde beyaz uzun kollu gömlek. Şişman görünmek için gömleğin altına yastık konulmuş. Bayağı göbekli adamlara dönmüşler. Siyah kalemle de bıyıklar çizilmiş. Ortadaki çocuğun üzerinde beyaz tişort ve bıyık çizilmemiş.

Sabahın erken saatlerinden beri sürekli bir o yana bir bu yana koşuşturup duran sevgili Olcay yorulmak nedir bilmiyor. Kendisi de bu koşuşturmadan mutlu olmalı ki çocuklarla, bizle ve yerel yöneticilerle iletişim halinde. İyi ki varsın Halil Olcay Ormankıran.

Olcay soldan bana doğru geliyor, sağda ise Gürelp elinde fotoğraf makinesi ile sürekli resim çekmekle uğraşı içinde.

İki ilkokul öğrencisi yöresel kıyafetleri giymiş kız çocuğu. Ellerinde paketler, yüzünde tatlı bir gülümseme. Sevinçli ve heyecanlılar. Birazdan oyun oynayacaklar bizler için.

Yine ilkokul öğrencisi erkek çocuk Efe kıyafetini giymiş elinde hediye paketi.

Kalabalık öğrenci olunca hediye paket verme işlemi uzun sürüyor. Kadın katılımcılar ellerinde üçer beşer hediye paketi çocuklara vermek için sırada. Öğrenciler de karşı sırada hediyelerini almak için bekliyor. Sırası gelen çocuklar paketi alarak sevinçle annesinin babasının yanına doğru gidiyor.

Beyaz gömlek, siyah pantolon giymiş erkek çocuk ve mor tül askılı uzun elbise giymiş kız çocuğu aldıkları hediye paketinin içindekileri birbirlerine gösteriyor. “Baak bu benim hediyem” “Baaakk bu da benim” diyerek.

Ortaokul kız öğrencisi biraz irice. Şaşkın bir şekilde kendisine uygun bulmadığı hediyeden hoşlanmamış olacak. Yüzünden belli, ona pek uygun bir şey yok paketin içinde.

Hediyeyi veren bir katılımcı ve elinde paketler olan renkli kıyafetli kız çocukları poz vermiş elçek yapan birisine. Ben de onların resmini çekiyorum. Mutluluğun resmini çekemesem de mutluluğu yaşıyorum.

Beyaz gömlek giymiş erkek çocuk küçük kırmızı papyonu ile gülerek poz veriyor bana. Arkasında Karadeniz kıyafetleri giymiş dört erkek çocuk toplanmış paketin içinde ne var diye bakıyor.

Hediye verme işlemi sonunda bitti, artık gösteri zamanı diyerek alanı boşaltıp kenarlara çimenlerin üstüne oturmaya başladık izlemek için.

Öğrenciler de grup grup sıraya dizilip oynayacakları oyuna göre kıyafetler giymiş, bekliyorlar. Başlarında Öğretmenleri çocukları sırada tutma çabası içinde.

En küçük yaştan başlayarak oyunlar müzik eşliğinde başladı. İlk olarak ana sınıfındaki öğrenciler meydanda öğrendikleri oyunu bize sunuyorlar.

Sonra yöresel kıyafetler giymiş kız çocukları meydana çıktı. Altın renkli şalvarı, kırmızı renkli mintanı ve beyaz renkli baş örtüsü bağlanmamış olarak halk oyunu oynamaya başladılar.

Belli bir zaman sonra Efe kıyafeti giymiş erkek çocuklar aralarına katılıp müziğe göre hareketler yapmaya başladılar.

İki – üç yaşlarında bir kız çocuğu henüz bayram nedir bilmeden ama etrafındaki bayram havasını fark edip kırmızı renkli çiçek desenli elbisesini iki eliyle eteğinden kaldırıp müzik eşliğinde dans ediyor. Arkada halk oyunu oynayan ablaları, abileri ile birlikte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Son olarak İlkay ve Serhat efe kıyafetlerini giyerek Zeybek oyunlarından Harmandalı oyunu oynamaya başladılar.. İkisi de profesyonel oyun oynuyor. Bizler de izliyoruz hayranlıkla.

Aşağıda videosu var, iyi seyirler.

Ardından çocuklarla birlikte bizler de harmandalı oyununa katılıyoruz hep birlikte.

Minik öğrenciler ve bisikletliler, Efe kıyafetli İlkay ve Serhat Harmandalı oyununa devam ediyoruz.

Harmandalı oyunundan sonra pankartımızla efe kıyafetleri üzerinde çocuklarla birlikte poz veriyoruz. İlkay, Serhat, Ferdimen, ben ve çocuklar aramızda. Yanımızda da Sığacık Mahallesinin muhtarı var.

Oyun gösterileri bittikten sonra mikrofonu eline alan Olcay bizlere günün önemini, Çocuk bayramını be bisiklet turunu kısaca anlatıp çocukların bize sunduğu oyunlar için teşekkür etti.

Hep aramızda olan Sığacık Mahalle muhtarı ortada olmak üzere soldan sağa doğru Bacanağım Selahattin Adnan Barım, Ahmet Nail Yavuz ve ben Ferdimen’e  poz veriyoruz.

Aramızda bazı yaramaz çocuklar da yok değil. Afacanlar, ikisi mavi biri kırmızı uzun ve sivri külahı başına geçirip gülerek poz vermişler kameraya. Solda Fırat ortada Canavar – ül velosipet Enes ve Eskişehir den Oğuz İldaş çocuklardan daha şen şakrak gülüyorlar.

Kutlamalar bitti, artık turumuza başlamalıyız. Grubu toparlayıp harekete başladık ve Sığacık mahallesinden ayrılıyoruz.

Sığacık Seferihisar yolunda, duvarın dibinde kırmızı çizgili Sığacık tabelası mahalleden ayrıldığımızı gösteriyor. Hız sınırı da 50 Kilometre olarak belirlenmiş. Tabi bisikletler için değil. Şimdilik sadece arabalar için bu hız sınırı ama pek uyan yok. Ceza yazan da.

5 Kilometre olan yol çabuk bitiyor ve Seferihisar tabelası önümüzde. Nüfus 36300 olarak yazılmış tabelaya. Biz de 120 kişi arttırdık nüfusu.

Karakoç kaplıcalarının olduğu sol tarafa yöneldik. Sahilden gitmiyoruz bu kez, inişi çıkışı daha çok sahil yolunun. Bu yol daha az inişli çıkışlı ve trafik daha az yoğunlukta.

Kavşakta yol ikiye ayrılıyor. Üçgen alanda tabelalar yönleri gösterir durumda. Sol tarafa Karakoç kaplıcaları, sağ tarafa Doğanbey, Özdere, Gümüldür, Kuşadası yönünü gösteriyor. Bisikletliler sol tarafa giderken yolu yancılarımız trafiği durdurmuş durumda.

Beni arkamdan çeken Ferdimen bisikletim KUZ ve kıytırık ile beraber tırmanış yaparken çekiyor. Kıytırığın arkasında bayrak çubuklarında iki tane Türk bayrağı dalgalanıyor. Ayrıca sırtımda da Türk bayrağı var. Önümüzde bir tepeye doğru tırmanıştayız. Sağda solda arazi yeşillik. Tek tük top ağaçlar da serpiştirilmiş sağa sola.

Tablo gibi doğa manzarası, yeşil otlar her tarafı kaplamış durumda. Seyrek olarak dağılmış ağaçlar yeşilliğin içinde ayrı bir yeşillik oluşturmuş.

Tırmanışta yol kıyısında toplanmış kalabalığı görünce hemen yanlarına gidiyorum. Bir bisikletçi kadın düşmüş bisikletinden, Doktorlarımızdan Burcu ilk kontrolü yapmış. Ufak tefek sıyrıklar haricinde herhangi bir şeyi yok. Bunu öğrenince içim rahatlıyor. Bir süre dinlendiriyoruz, yola çıkabilecek durumda.

Bacanağım Selahattin yokuşun başına çıkmış gelenlerin videosunu çekmiş. Biz en arkada süpürücü olduğumuz için şarkı türkü söyleyerek peşlerinden geliyoruz. Dilimize dolanan türkü de Kiziroğlu Mustafa bey türküsü. Tırmanırken iyi söyleniyor bu türkü.

Biz biraz değiştirdik sözlerini. (Ferdi’nin soyadı Kızıl, babasının da Remzi)

Bir hışmınla geldi geçti peh peh peh peh

Kızıl oğlu Ferdimen hey  hey hey hey

Şu dağları deldi geçti

Ağam kim, Paşam kim Hanım kim, Nigar kim

Kim kim kim kim

Kızıl oğlu Ferdimen bey

Bir beyin oğlu

Remzinin oğlu

Bacanağım buradan geri dönüyor Seferihisar’a. Vedalaşıp gönderiyoruz.

Tepenin başında artçı doktorum Mete Güney ve ben geride kalan bir kaç kişiyi bekliyoruz. Onlar gelmeden harekete geçmek yok.

Yol kıyısında bir çeşme görünce durup sularımızı tazeliyoruz şişe ve mataralarımızı.

Dikdörtgen beton bir hazne içinde su deposu. Borudan su akıyor devamlı olarak önündeki yalağın içine. Arkasında kocaman badem ağacı, yeşil küçük bir otlak ve çam ormanı.

İnişte bir yerlerde çeşmesi olan köy mezarlığın yanındaki arazide öğlen yemeği için mola verildi. Yemeğimiz köfte – ekmek – ayran. Çam ağaçlarının gölgesinde oturup karnımızı doyuruyoruz.

Kimisi bisikleti olduğu gibi yere yatırmış, kimi bisikletin ayağı var. Onlar dik duruyor.

Ferdimen kendi yediği köfte – ekmeğin ayranla olan birlikteliğin resmini çekmiş oturduğu yerden. Yanında birisi oturmuş formanın arka cebinde yarım litrelik su şişesi de resmin karesine girmiş.

Yolun iki tarafı da mezarlık, mezarlık eski ve çam ağaçları kendiliğinden çıkmış durumda. Mezarlık kıyıları hayvanlar girmesin diye tel çit çekilmiş.

Mezarlığın içi, kocaman bir servi ağacı, çam ve zeytin ağaçları mezar taşları arasında. Mezarlığın eski olduğu taşlardan belli. Doğal taşlar yontulup aşağısı dar, yukarıya doğru genişliyor ve ucu sivri şekilde. Kimisi de doğal olarak bir kaya parçası olarak konulmuş. Mezarların başı sonu belli değil toprak kısmı düz. Çamların kahverengi yaprakları ile örtülü.

Yemek molası bitti, yola çıkma zamanı diyerek hep birlikte hareket ederek yola çıktık.

Tepelerde pek bir şey ekili değil, bazı yerlerde buğday ekili, Zeytin ağaçları ve doğal olarak çıkmış çitlembik ağaçları tek tük. Düzlük olan dere yatağında düzgün dikilmiş meyve ağaçları ve üzüm bağları yan yana sıralı biçimde.

Tepelerden aşağı indik ama hala biraz daha yüksek rakımlardayız. Doğanbey köyüne geldiğimizi tabela belirtiyor. Solda ağaçlar, sağda ise buğday ekili tarlalar. Yolda giden bisikletliler.

Doğanbey den sonra hızla aşağı, deniz seviyesine iniyoruz Karakoç deresi ile birlikte. Karakoç deresinin döküldüğü yer Ürkmez denilen yazlık siteleri. Sahil yolu devamı Ürkmez, orayı da tabeladan geçtiğimizi anlıyorum.

Yolda bir bisikletçi epey ilerde gidiyor, sağda yazlık evler yeşilliğin içinde ve deniz lacivert rengi ile göz alabildiğine kadar.

Yol burada çift şeritli duble, o yüzden serbest olarak gidiliyor. Menderes – İzmir yol kavşağına tabelalardan geldiğimizi anlıyorum. Biz Kuşadası yoluna yani düz gideceğiz.

Balıkçıların ve gezinti küçük teknelerin doğal sığınma yerleri dere ağızları. Böyle dere ağzı buralarda bir çok yer var. Derenin iki yakasında tekneler karaya bağlı durumda.

 

Sonunda Özdere’ye geldik, tabela önümde. Buraları hep yazlık ev, site ile dolmuş durumda. Şimdilerde sürekli yaz kış kalan dolu olunca kocaman bir kasaba gibi olmuş.

Özdere merkeze girmeden sağa sapıyoruz ormanlık mesire yerine. Burası Kalemlik diye geçiyor. Burası çam ormanı yeşil kalmış bir alan. Şimdilik doğal haliyle kalmış, yapı, bina yok. İleride ne olur bilinmez. Rantçıların gözünde iştah kabartan bir yer ama buralara nedense dokunamıyorlar. Yoksa çoktan beton yığınları ile kaplarlardı aç gözlü rantçılar.

Çam ağaçları arasında giden bir yolun sağında kesilmiş çam gövdeleri istif yapılmış.

Ormanın içinde yere işaretleme yapılmadığından yolu karıştırdım ve bir kaç tur attım durdum. Kalemlik mesire yeri büyük bir arazi olunca kaybolmamak olası değil, eğer yolu bilmiyorsan. Telsiz iletişimi de yok, grup çoktan varmış kamp atmış bile. Doktor Serhat telefonla beni arayarak nerede olduğumu sordu. Ben de ormanın içinde yolu bulmaya çalıştığımı söyleyince canım burnumda yönümü bulmaya çalışırken istemediğim bazı şeyler söyleyince telefonu kapatıp sakinleşmeye çalıştım bir süre. Ormanın temiz havasını soluya soluya kendime geldikten sonra bir şekilde yolumu bulup kamp alanına geldim. Biraz geç geldiğimden herkes çadırını kurup denizin tadını çıkarmaya başlamıştı. Benim ilk işim kamp alanına elektrik sağlamak olduğundan hemen takımları çıkarıp uzatma kablonun ucunu elektrik panosuna bağlamak oldu. Sonrasında aydınlatma lambalarını gerekli yerlere astıktan sonra elektriği vererek kontrol ettim. Her taraf çalışır duruma gelince işim bitti. Çadırımı kurmaya başladım kendime uygun bir yerde. Canımın sıkkınlığından hiç resim de çekmedim. Bu resimlerin hepsini Ferdimen çekmiştir.

Çam ağaçları altında çadırlar kurulmuş. Düz olan yerde piknik masalarında oturmuşlar sohbet ediyorlar. Elektrik kablosunda asılı olan bir ampul sarı ışığını yaymaya çalışıyor gündüz vakti.

Çadırlar ağaçların altında, ipler bağlanmış dallara. İplere terlemiş formalar yıkandıktan sonra kurumak için asılmış. Sağ alt köşede Salih Gülbahar yere oturmuş, elini çenesine dayayıp kameraya doğru bakıyor güneşten yanmış kırmızı yüzü ile.

Çadırı kurup eşyaları içine yerleştirdikten sonra su donumu giyip denize giriyorum. Bir süre stresimi yüzerek atıyorum. Yüzmem bitince kayanın üzerine çıkıp kurulanırken Serhat’a artık bir daha turda aranızda olmayacağımı belirttim. O da bir şeyler söyledi ama hiç birisini duymadım. Sanki kendimi kapatıp uyku modunda gibiyim. Olayı fazla büyütmeden çadırıma gelip giyiniyorum. Yemekçilerimiz de geldi akşam üzeri, hemen gönüllülerimiz yemek dağıtım işine geçip yemek dağıtılmaya başlandı. Nefis yemekleri ta Bergama’nın İsmailler köyünde buraya kadar 180 Kilometreyi aşkın yol yapıp getiren Hatice ve Ayşe’ye binlerce teşekkür. İyi ki varlar, biz onları seviyoruz. Onlar da bizi.

Yemek sırası ve tezgah üzerinde yemekler konulmuş. Sıradakiler tabldot tabakları ile yemeklerini alıyor dağıtanlardan. Hava kararmak üzere, iki sarı ampulün parıltısı çoğalmaya başlamış.

Yemeğini alan piknik masalarına oturarak yemeğe başladılar bile. Çok acıkmışız, yemekler de nefis olunca çalakaşık yemeği yiyoruz afiyetle.

Yemek yendikten sonra hazırlanan projeksiyon cihazı ile ABAK gönüllüleri ve İzmir büyükşehir belediyesi ile ortak yaptığımız Efes – Mimas bisiklet, yürüyüş, zeytin ve bağcılık rotası ile ilgili çalışmanın sunumu başladı. Sunumu yapan belediye sorumlusu bizlere rotalar hakkında bilgi aktarıyor.

Projeksiyon cihazı, cihazdan yansıyan görüntüler perdeye yansımış. İzmir Çeşme ve Karaburun yarımadası harita olarak görünüyor. Sunumu yapan belediye sorumlusu ayakta. Aydınlatmaların ışığı altında gecenin karanlığında bizle oturup dinliyoruz sunumu.

Sunum bittikten sonra ABAK gönüllüleri ve Efes – Mimas rotalarında keşif turlarına katılanlara yaptıkları çalışmalardan dolayı sertifika vermeye başladı Doktor Serhat. En son ben alıyorum sertifikayı.

Gönüllüler ellerinde sertifikalar dizelenmiş durumda.  Ben sertifikayı alırken Ferdimen resmimizi çekiyor.

Efes – Mimas rota belirleme gönüllüleri kameralara poz veriyoruz hep birlikte.

Her şey bittikten sonra ABAK ateşini Şafak Omaç yakıyor. Etrafında toplanıp hem ısınıyoruz hem de sohbet yaparak zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.

Yukarılardan kamp alanını Ferdimen çekiyor bir resim. Ampullerin sarı ışığı altında çadırlar ve sohbet eden insanlar.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği bu güne ait derlenmiş video görüntüleri.

Akşamın geç zamanına kadar oturup uyku gelince çadırıma çekildim. Artık yorulan bedeni dinlendirme zamanı.

Bu gün yaptığımız yol 45 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc