Aylık arşivler: Ekim 2017

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 4. Gün

4 ekim 2015 Pazar

4. Gün

Manavgat – Gizli Cennet Bahçesi – Manavgat

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı

Ama atıldı yine de serüvenlere

Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya

Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.

Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı

– ki onlar daima birer yalnızdılar

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Her tarafı ağaçlar kaplamış, yol o yeşil alan içinde kaybolmuş.

Günün en güzel zamanı bence sabahın ilk saatleri, neden derseniz tüm canlıların yaşam kaynağı Güneş ışınlarından ne kadar çok yararlanırsan o kadar yaşam dolu olursun. İnsanlık tarihi başlangıcından bu yana her sabah gerçekleşen doğal olayı yaşayan insanları mutlu etmiştir. İnsanlar bunun farkında olsun ya da olmasın bu gerçeği değiştirmez. İnsanların yaşadığı beton evlerde ki odalarında güneşin doğuşunu fark edemiyor maalesef. Bunu fark etmeme neden olan ise bisiklet ve bisiklet turları. Beton baskısından kurtulmuş olarak çadırda güneş doğmadan daha önce kendini hissettiriyor. Algılayabildiğime göre şanslı sayılırım.

Hava açık, fazla da nem yok şimdilik. dağların ardında güneş kendini göstermeye başladığında gözümü kırpmadan kahvemi yudumlayarak izliyorum sadece. Şairin dediği gibi ” Anlamak gideni ve gelmekte olanı, O müthiş bir bahtiyarlık sevgilim” Ben sadece gelmekte olanı karşılıyorum sabahın seherinde.

Manavgat çayı, su titriyor hafif rüzgar ile. Doğu ufku  güneşin ilk ışıkları ile kızıla boyanmış.

Güneş yavaş yavaş yükseliyor.

Güneş tamamen dağların ardından kendini gösterdi.

Kahvaltı yeni kalkmış katılımcılar ile kuyrukta sabah selamlaşmaları arasında sıramız gelince güzelce karnımızı doyuruyoruz. Ardından yola çıkma zamanına kadar herkes hazırlanıyor. Bu gün gizli cennet bahçesine gidip geleceğiz. Gerçi her taraf gizli cennet buraları ama bakalım gideceğimiz yer nasıl? Henüz gitmediğime göre yeni göreceğim yer her zaman cennet benim için.

Kilitli taş döşeli yolda bisikletliler gidiyor. Resim arkalarından çekilmiş.

İlk molamızı yerde işaretlenmiş olan yere gelince farkına varıyorum. Biraz dinlenmeli.

Sola işaretli iki ok işareti, biri üstte biri altta. bisiklet çizimi ve mola yazısı. Hepsi de beyaz sprey boya ile boyanmış.

Bir süre ana yoldan gittikten sonra Toros dağlarına doğru yol almaya başladık. Köy yolları olunca bazı yerlerde toprak yolda gitmek durumunda kalıyoruz. Toprak yolun güzelliği de yerde yüzlerce bisikletin tekerlek izlerinin görünmesi. Bisikletlilerin buradan geçtiğini görmek yetiyor, yolda yalnız olmadığımın kanıtı. Sadece izleri takip etmek yeterli.

Toprak yolda bir çok tekerlek izi, hepsi de birbirinden farklı. Henüz iz yapmamış ön tekerleğimin bir kısmı görünüyor.

Köy yollarının bir güzelliği de çeşmelere sık sık rastlamamız. Şimdiki ana yollarda pek çeşme yoktur. Hatta hiç yapılmaz, nedeni ise marketlerden para ile su almanız içindir. Çok zorda kalmazsam marketten pek su almam. Köy yollarında mutlaka bir çeşmeye denk gelirim. İşte bir çeşme ve pistonlar ısınmış, soğutmak gerek. Bu arada susuzluğumu da gideriyorum. Su şişelerimi tazeliyorum.

İki borudan akan su ve yalakta ayaklarım dizlerime kadar suyun içinde. Sarı mataramı su ile doldurmaktayım.

Hava sıcak olunca başımı da yıkamadan edemedim. Bir süre serin tutar nasıl olsa. Saçlarımı akan suda yıkarken.

İşte köy yolu, hiç bir araç yok. Kafam sakin ve rahat, Ormanın içinde olmasam da tam olarak yol kıyısına bir kaç sıra zeytin ağacı dikilmiş. Önemli olan yeşilliğin içinde pedal çevirmek.

Yol düz gidiyor, asfalt. Kıyıda ağaçlar.

20151004_114442

Çeşmede biraz serinledikten sonra yola devam ediyorum. Yorulanlar kısa mola vermişler nefeslerini sakinleştiriyorlarken buluyorum.

Arıcılar yoldan biraz içeri arı kovanlarını yerleştirmiş bal üretimini yapıyorlar.

Son yokuş dedikleri yere geldik galiba. Öyle fazla sert te değil, bir çırpıda çıkarız. Devrim önde  gidiyor.

Gizli cennet denilen yere geldik, gerçi gizliliği pek kalmamışa benziyor. Ağaçların arasında kalmış o yüzden gizli diyorlar. Kısacası herkes biliyor burasını. Gördüğüm arabalardan belli gizli olmadığı.

Yol ağaçtan bir tünel görünümünde. Yeşil ağaçlar arasında kaybolan yol. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Suyun başında bir güzel bize poz veriyor çakıllara oturmuş durumda. Elleri dizlerinin önünde birleşmiş. Bulanık su yayılmış olarak akıyor, suyun içinde iki kaz biri yüzüyor biri ayakları üzerine dinelmiş bize bakıyor merakla ne yapıyoruz diye.

Sevgili arkadaşım bizler için ta Antalyalardan tek başına pedallayıp gelmiş. Bizlere renk kattı. Yeşile yeşil rengini verdi.

Yeşil tişört giymiş Devrim yanımda elimi omuzuna atmış durumda elçek resim çekildik. Kazlar yine arkada fon oluşturmuş.

Burada öğle yemeğini yiyoruz ve ardından belli bir süre dinleneceğiz. Gizli cennet şelalesi burada, suyu bulanık ve az akıyor. Şortlarımı giyip küçük havuza giriyorum bir süre. Su ılık, havada sıcak olunca sanki hamamda yıkanıyormuşum gibi.

Neredeyse 10 metre yükseklikten dökülen şelale geniş bir su göletine akıyor.

Bir kaç küçük şelaleden oluşmuş doğal güzelliği bir süre yukarılardan çağlayan su sesi ile dinlendik.

Resmi şelalenin yukarısından tam döküldüğü yerden aşağısını çekiyorum gölet ile birlikte.

Gizli cennet şelalesinin fazla bir özelliği yok. Bir kaç şelale ve restorandan başka bir şey yok. Dinlenme bitince hareket başladı geri dönüş için. Manavgat’a kadar hep iniş olacak.

Gizli Cennet yazan tabela pas tutmuş sadece harfler kalmış. Restorana gidiş yönünü gösteriyor. Yol kıyısında taze çam fidanları büyümekte.

Dönüşümüz çabuk oluyor kamp alanına, bundan sonra pek resim çekmedim. Kamp alanında geri dönüş telaşı vardı. Gidenlerle vedalaşıp uğurladım. Ben bir kaç kişi bu akşam buradayım. Yarın Mersin’e gideceğim otobüs ile. O yüzden fazla geç olmadan yatıyorum.

Bu gün yaptığım yol 73 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 3. Gün

3 Ekim 2015 Cumartesi

3. Gün

Manavgat – Aspendos – Manavgat

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi

bir renk değildir mavi huydur bende

ve benim yetinmezliğimdir

ve herkesin yetinmezliğidir belki

denecektir ki bir süre

ve denenecektir

bir akşamüstünü düşünmek bir akşamüstünü düşünmekten başka nedir ki.

 

gelecekten utanarak dönen bir sevinçliyim

ya sizler

ey sırasını beklemeden gelen akşamüstleri.

 

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, sabahın serinliği, henüz Güneş doğmamış, alaca karanlıkta Toros dağları. Önden arkaya doğru üç sıra dağ.

Sabahın seheri Güneş doğmadan önce Toros dağlarından denize ulaşırken Dünyaya ve bana hayat veriyor. Akdeniz’in en güzel sabahlarından biri daha başlamak üzere. Güneşin doğuşunu izlemek üzere çadırımdan uykumu almış olarak çıkıp hazırlıklarımı yapıyorum. Sabahın hazırlığı ve Güneşin doğuşu kahve ile kutlanmalı. Alacakaranlıkta henüz aydınlanmış gökyüzü Toros sıra dağlarının uzayıp giden tepeleri üç sıra, kademeli olarak siluetleri gayet net biçimde görüyorum. Dün bu sıra dağların ikincisinin ardına gitmiştik.

Güneş henüz doğmamış, alaca karanlık. Önde Manavgat çayı, ardında sıra dağlar üç kademe art arda. Sıradağlar siluet halinde ufuk çizgisinde çizgileri belli oluyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Cezvemi ocağa sürüyorum pişsin diye, Güneş kızıl ışınlarını birazdan ufukta dağların ardında gösterecek. Manavgat çayı dingin su yüzeyinde sakin ama alttan aktığı belli olmasa da biliyorum aktığını. Ağaçların yansıması durgun sularda görünüyor.

İlk ışıkları dağların doruklarını aşmaya başladı.

Ve Güneş görünmeye başladı.

Saniyeler geçtikçe yükselmeye başladı. Işınlar içimi ferahlatıyor kahvemi yudumlarken. Sabah kahvesinin tadı güneş doğarken bir başka oluyor. Güneşin doğuşu bana bir müjdeli haber gelmesine neden oluyor. Festival başkanı Ceyhun yanıma gelerek müjdeyi verdi. Devrim aramıza katılmasına karar vermişler. Bu haber güne daha da mutlu başlamama neden oldu. Esma’nın çabaları sonucunu gösterdi. Devrim tek başına bisiklet sürerek Manavgat’a gelecek.

Güneş tamamen kendini gösterdi, yansıması Manavgat çayında.

Dedim ya bu gün başka bir güzel ve çevremdeki nesnele daha değişik geliyor. Kamp alanında bulunan heykeller bile gözüme göründü. Daha önce gözüme ilişmemişti. Heykellerin tarihi bir önemi yok, yeni yapılmış ama güzel bir çalışmanın ürünü.

İki dikdörtgen sütun, sanki üstteki kemeri yıkılmış gibi yapılmamış. Arkasında, içinde dikdörtgen mermere sadece başlar yontulmuş. Öndeki sütunda yazılar var.

Uzun kuyruk her sabah olduğu gibi kahvaltıda sıramızı beklememize neden oluyor. Kahvaltıyı yaptıktan sonra herkes bisikletlerini hazırlayıp kamp çıkışında beklemeye başladı.

Herkes hazır olunca hareket ediyoruz. Bisikletliler yola çıktı.

Yolun karşı tarafından geçen bisikletlilerin resmini çekiyorum.

Arkadan gelenleri de çekiyorum.

Epey kalabalığız, üç yüz kusur kişi var. Arkalarından çekiyorum.

Denize paralel şehrin mahallelerinden gidiyoruz ve ilk molayı veriyoruz. Yerde yeşil sprey bola ile bisiklet, Mola yazısı ve ok işareti çizilmiş. Gideceğimiz yönü belirtiyor. Ok sağa gidin diyor. Burada mola vereceğiz.

Mola yerinde sedirler, minderler, yer sofraları var. Pek turist olmadığından ortalık bize kaldı. Molayı çay içerek değerlendirip dinleniyoruz.

Yer minderinde  bağdaş kurarak oturuyorum. Tahta çitlerle oturma yerleri birbirinden ayrı bölmelerle ayrılmış birbirinden. Önümde kare bir masa, köşede sehpa, üzerinde eski bakır sürahi.

Molanın ardından köy yollarından sakin bir şekilde gidiyoruz. Bir kişi yolda bisiklet sürüyor. Çam ormanı içindeyiz.

Ardımda yol sola kıvrılarak hafif inişli. Kıyılarda tarlalar var. Bir grup bisikletli bana doğru geliyor.

Gelen grup önümden geçip gidiyorlar.

Daha önceki Büyük Taarruz bisiklet turunda bulduğum plastik dinozor oyuncağını bisikletimin gidonunda aylarca taşıdım. Babası ile birlikte katılan bu minik çocuğa dinozor oyuncağımı veriyorum hareket halindeyken. Çocuk, ilk önce şaşırdı ama elimden oyuncağı alıp seviniyor. Babası teşekkür edip sevincini belli ederek yoluna devam ediyor.

Babası ile bisiklete binen çocuk. Önde kadro demirine oturak yapılmış.

Önümden sürekli bisikletliler geçip gidiyor.

Aynı yerdeyim sürekli resim çekiyorum bisikletçiler geçtikçe.

Bisikletin bir güzelliği varsa o da çevrende gördüğümüz yeşillikler olsa gerek. Bu fırsatı değerlendirmek için de sürüyor olabiliriz.

Ekilmemiş tarla yeşil ot bürümüş. Sağda kargılardan oluşmuş saz kümesi. Hafif bir bayır, ağaçlar ve çalı ile kaplanmış durumda.

Az önce resim çektiklerim benden uzaklaşmış gidiyorlar.

Kırsal alan bitti, çam ormanları başladı.

Ağaçlar bazı yerde tünel olmuş, en sevdiğim görsellerden biri. Geçmeden önce resmini çekiyorum.

Yol kıyısındaki sazlıkların arasında bir geçit gözüme ilişiyor. O da bir köpeğin sazlıkların arasına girince fark edebiliyorum. Arkasında olasılıkla bir tarla var.

Akdeniz iklimi biraz sıcak bu aralar, su molası vermek gerek. Yerde beyaz boyanmış çeşme ve SU yazılmış.

Yolumuzun üzerinde köyler var, köylüler yaz boyu yetiştirdikleri ürünleri toplamış. Bu ürünlerden birisi de darı. Güneşte kurutup yemlik olarak kış aylarında hayvanlarına verecek. Büyük bir naylon yere serilmiş. Üzerinde sarı renkte darılar yapraklarından sıyrılıp kurumaya bırakılmış. Kenarda koçan yaprakların yığını. Ümit köylü ile poz veriyor bana.

Köyün içinde giderken arka tekerleğim oturuyor birden bire. Aylardır lastiğim ilk defa patlıyor. Daha doğrusu lastikleri taktığımdan beri ikinci defadır patlıyor. Çantaları çıkarıp bisikleti ters çeviriyorum. Lastiği söküp dış lastiği kontrol ediyorum, bir cisim batıp çıkmış. Yedek iç lastik ile değiştirip pompa ile şişirmeye başladım.

Lastik tamiri bittikten sonra yola çıkıp öndekilere yetişmek için basıyorum pedallara. Daha çok ana yolda olduğumuzdan Aspendos yol ayrımına vardım bile. Aspendos’a gelmeden önce Köprüçay üzerindeki taş köprüye geliyoruz.

Ümit köprüden öteye bakarken ardımdan çekmiş uzun saçlarım omuzlardan aşağı sarkmış durumda.

Köprüçay sakin sakin akıyor, uzun bir yoldan gelmiş. Yorgun ve dingin, Denizlerden buharlaşıp buluta karıştıktan sonra yağmur olarak yağacak. Çağlaya çağlaya kayaları, dağları aşıp gelmek o kadar kolay değil. Aradan uzun zaman geçmiş, belli ki denize kavuşmadan önce tekrar sakinliğine bürünmüş.

Köprü girişinde çay durgunluğunu yitirmiş taşların üzerinde çağlamakta.

Dingin sular son defa kayalarda çağlayıp şöyle bir silkindikten sonra tekrar sakince akmaya devam ediyor.

Bisikletim KUZ ise her zaman olduğu gibi sakince beni bekliyor köprünün üstünde.

Aspendos harabelerini gezmeden önce yemek yemeli diyerek yemeğimizi bir an önce almak için kuyruğa dahil oluyorum. Resimde gördüğünüz gibi menüde balık var.

Yerde balık resmi çizilmiş beyaz boyanmış. Ok işareti kırmızı dikdörtgen içinde siyah çizilmiş.

Eline fıs fıs boya tüpü olunca Ant bis Festival logosunu çizmişler yere. Fena olmamış yani. Bisiklete binmiş çizgi figür, deniz ve güneş.

Yol boyunca beni yalnız bırakmayan Ümit ile beraberim. Ümit’i bisikleti ile çekiyorum.

Yemekten sonra zamanımız olduğundan hemen şortlarımı giyip köprüçayın serin sularında yıkanıyorum. Kurulandıktan sonra giyinip Aspendos antik tiyatroyu bir dolaşıyorum. İlkbahar sonunda gelip görmüştüm Ferdimen ile birlikte. Giriş kapısı yüksek kemerli yapılmış. Onun üstünde küçük kemerli pencereler.

Kemerli tünelden geçiliyor tiyatronun içine. Çoğu yer onarılmış, yeni olduğu belli. Tünelin ucu aydınlık, içinde insanlar girip çıkıyor.

Tünelin ucundayım, dışarısı aydınlık. Güneş dik vurduğundan ışık bol.

Aspendos tiyatrosunun orijinal mavi renkte çizimi ve yanında tiyatro hakkında bilgi yazılmış.

Tiyatronun oturma düzen çizimi.

Tiyatronun oturma yerlerinin bir bölümü. Meydanda insanlar etrafa hayranlıkla bakıyor. Seyirci oturma yerleri orijinal mermer ile yenilenip restore edilmiş. Eski mermerlerin rengi solmuş, yıpranmış. Yenileri ise rengi çok açık, renk uyumu sağlamıyor.

İçeri giriş tünelinin ağzı, mermer bloklardan yapılmış.

Seyircilerin inip çıkılması için basamaklar yapılmış.

Seyirci oturma yerlerinin tepeden aşağı bakışı. Sahne ve meydan.

Eski ve yeni merdiven mermerleri. Renkler o kadar farklı ki. Ama aynı mermer, biri yeni, biri eski, hem de çok. Sadece yüzeylerinde zaman farkı var.

Festivale katılanlar toplanıp bir hatıra resmi çekiliyor, ben de kareye alıyorum hepsini bir arada. Gerçi sayı olarak eksik ama ne yapalım idare edeceğiz.

Daha uzaktan çekiyorum merdivendekileri.

Bu kez daha da uzaktan kemerli tünelin içinden çekiyorum bir poz. En üstte sütunlu kemerli revaklar sundurma olarak yarım daire biçiminde. Oturma yerlerinde onarılan yerler alacalı renkte.

Sonra ben de aralarına karışıp resim çekiliyoruz. Yandakileri çekiyorum.

Resimden resim çekiyorum tiyatronun yukarıdan çekilmiş halini.

Dönüşte taş köprüden değil de normal yoldan inip yeni köprüden taş köprüyü çekiyorum uzaktan.

Geri dönüşümüz serbest olarak ana yoldan kamp alanına gideceğiz. Bu arada Devrim’i arıyorum yolda olduğunu söylüyor. Dikkatli gelmesini söyledim. Kız tek başına ilk defa şehirlerarası yol yapıyor. Ana yol olunca fazla mola vermeye gerek yok deyip Manavgat’a kadar bir çırpıda geldim. İlk sapaktan Sorgun Titreyen göl yönüne saptım.

Artık gölgeler iyice uzamaya başladı. Asfalta düşen uzun gölgemin resmini çektim.

Yok kıyısında mazgallar hem derin hem de yönü bisiklet tekerleğini içine alacak şekilde konulmuş. Belediyenin bisikletten haberi olmadığı kesin. Bisikletim KUZ’un ön tekerleği mazgalın içinde.

Turistlerin ilgisini en çok deve çekiyor olmalı ki para kazanmanın en iyi yolu. Otellerin bile devesi var. Ne demeli…

Her zaman olduğu gibi Güneşin batışını kaçırmıyorum. Güneşin parlak ışıkları ağaçların tepesinde olunca alt kısım karanlık çıkıyor. Gökyüzü aydınlık açık mavi renkte.

Kamp alanına geldikten sonra hemen çeşmedeki hortumdan duşumu alıp ter kokusundan sıyrılıyorum. Yemek sonrası Antalya Bisiklet Festival komitesi bizler için ta Afrika dan gösteri ekibi getirtmiş. Çeşitli akrobasi hareketleri çevik hareketlerle bizlere sunuyorlar. Birisi yere paralel sırt üstü duruyor, diğeri ters yönde aynı pozisyonda alttakinin dik duran ellerinde omuzları. Onun üstünde yine ters ve elleri ile birine daha destek olmuş. Hepsinin üstünde amuda kalkmış biri elleri ile altındaki kişin ellerinin üzerinde değişik kule yaptılar.

En kuvvetli olanı  ayakta, iki kişi de üst üste omuzları üzerinde dik duruyor.

Yeni bir gösteri daha başladı, yere biraz büyükçe sandalye konuldu. Üstünde iki ayakları kıyıda yan yatırılmış arkalığa dayanmış olarak ikinci sandalye konuldu. Üzerinde de biri elleri üstünde amuda kalkmış.

Sonra yan yatık olan sandalyeye dört ayağı dik oturtuluyor. Adam bir kat daha yukarı çıkmış oldu.

Üstüne tersine başka bir sandalye daha konuyor. Her seferinde kule üzerindeki adam ile yükseliyor.

Bir sandalye daha ikinci sandalye gibi yan yerleştiriliyor.

En son üzerine tabure yerleştirildikten sonra kulenin tepesinde amuda kalkmış biri.

Yeni bir gösteriye başlandı, Limbo dansı. Sopanın altından müzik eşliğinde geçme dansı. Sopa alevler içinde, en hareketli olan altından geçerek gösterisini sunuyor. Her geçişten sonra sopa giderek alçalıyor.

Baldırları üzerinde biri ayakları üzerinde başka birini dizlerinden tutarak destek almış. Onun üzerinde elleri üzerinde amuda kalkmış birini tutuyor. En altta en güçlüleri, en üste ise minyon tipi, zayıf kadın var.

İki kişi ayaklarını açmış, bacakları biraz kıvrık karşılıklı durmuş. Dizlerinin üstünde ayakları ile iki kişi yine karşılıklı. En alttaki elleri ile dizlerinden tutarak destek almış bir durumda.. Üstteki iki kişinin elleri üzerinde kadın amuda kalkarak kuleyi oluşturmuş.

İki kişi sırt üstü yerde ayakları ile birisi ayaklarını başka birinin sırtına destek olmuş. Ayakları açık olarak yere basıyor. Ellerinin üzerinde amuda kalkmış. Ayakları açık olanın dizlerine ellerini dayamış amuda kalkmış birisi. Buna da ikinci yerde sırt üstü yatan ayaklarının üzerinde omuzlarını dayamış. Yerde sırt üstü yatanları elleri dik birer kişi amuda kalmış. İlginç bir yapı oluşturdular.

Aynı pozisyonu daha az kişi ile yapıyorlar.

Öyle hareketliler ki birbirleri üzerinde atlayıp zıplıyorlar

Öncekilere benzer başka bir pozisyon yapıyorlar.

Birbirine ters düz destek yaparak amuda kalkıyorlar.

Üç katlı bir kule oluşturdular bu kez.

En kuvvetli olanın beline dört kişi ayakları ile sarılıp yana doğru açıldılar.

7 Kişilik grubun nefes kesen gösterisi bitiyor. Gösteri sonunda bizleri selamlıyorlar alkışlar arasında.

Gösteriler bitince Devrim telefonla beni arayıp Manavgat’a geldiğini haber verdi, onu karşılamaya gidiyorum. Karşıladıktan sonra birlikte kamp alanına gelip çadırını kurmasına yardım ediyorum En son Salda gölü festivalinde görüşmüştük. Yerleşme bittikten sonra bisikletçi, karikatürcü, yazar aynı zamanda bisikletin manifestosunu yazmış olan Aydan Çelik ile oturup kahve pişiriyorum.

Yanımda şanslı olan üç kişi kahvemi içebiliyor. Esma, Devrim ve Aydan Çelik.

Aramıza beşinci olarak Işıl girmeye çalışıyor. Neyse ona da kahve pişiriyorum ama sağa sola gidip gelmekten doğru dürüst kahvesini içemiyor.

Aydan Çelik bana kitabını imzalıyor sağ olsun. Kahveyi hak etti nasıl olsa. Torpil geçmek gerek.

Kahve ile beraber güzel sohbetler yapıyoruz çadırların önünde. Herkes kendi hikayesini anlatıyor. Ben de kahve pişiriyorum sürekli. Kahve bol nasıl olsa. Durum kahve pişirilmesi olunca bana neden bir kahve dükkanı açmıyorsun diyorlar. Ben de dükkanla, müşterilerle uğraşamam, böyle daha iyi kahve yapıyorum diye dileklerini geçiştiriyorum.

Bunu söylerken de kafama gerçekten bir mekan, kahve pişirebileceğim bir yer düşünmeye başladım. Kahve para ile satılmayacak, dükkan kirası, vergi gibi ıvır zıvırla uğraşmadan bir yer. Bakalım İzmir’e dönünce iyice düşünüp hayata geçirmeliyim bu fikri. Hele bir döneyim de öyle düşünürüm.

Sahilde akşam ateşi yine yanıyor, ateş başını sevenler toplaşıyoruz. Türkücü dostumuz Nevzat sazı ile bizlere türküler çalıyor. Biz de ona eşlik ediyoruz. Devrim de güzel sesi ile muhteşem türküler söylüyor yıldızların altında. Türkülere ateşin yalımları çıtırtıları ile türkülerini fısıldıyor.

Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık bile. Hiç birimiz sohbetin bitmesini istemiyor ama sabah yeni bir tur başlıyor ve uyumak gerek.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 86 Kilometre civarı.

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 2. Gün

2 Ekim 2015 Cuma

2. Gün

Manavgat – Oymapınar Barajı – Manavgat

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

bir başka bakışında da gökyüzleri vardır, düz

kuş sürüleri vardır, eğri

bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki

ister kıyıları çekine çekine döven sulara benzet

ister ağır ağır yanan yaprak kümelerine

anlıyor musun

anlıyorsun elbette

ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, durgun akan çayın etrafı ağaçlarla kaplı. Üç gözlü kemer ağaçlarla beraber.

Nefis bir uykunun ardından erkenden, daha güneş doğmadan önce uyanıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahve takımımı hazırlayıp Manavgat çayının kenarına konuşlanıyorum. Cezveyi ocağa sürüp güneşin görsel olarak ağır devinimi ile doğuşunu izlemeye başladım. Harika bir güne güneşin ilk ışıkları ile başlamak bulunmaz bir fırsat benim için. Sadece anı yaşıyorum kahvemi yudumlarken güneşe bakarak. Güneş gözlerimi yakmıyor, çıplak gözle rahatça bakabiliyorum. Manavgat çayı da Akdeniz’e Aşk ile karışmaya az kalmış, hasreti bitiyor uzun yolculuğun son noktasında.

Güneş dağların ardından ilk ışıklarını göstermiş, sakin akan Manavgat çayına yansıyor. Ufukta dağların üzerinde bir parça bulut serpiştirilmiş. Önümde tel çit Manavgat çayını kare kare gösteriyor.

Çitin ardından Güneşin doğuşunu pürüzsüz resmini çekiyorum.

Uzaklarda Toros dağları tüm azametiyle muhteşem görünüyor kendi gölgesiyle.

Kahvemi içtikten sonra güneş iyice yükseldi. Kahve takımlarımı toplayıp bisikletimin çantasında yerini alıyor. Kamp alanında gece ve sabah gelenlerle epey kalabalık oluyor. Kalabalık olunca da kahvaltı kuyruğu da uzayıp gitmiş. Ben de sıraya girip beklemeye başladım. Ünlü fotoğrafçı Mustafa Gültekin habire durmadan resim çekip duruyor. Ben de çaktırmadan onun çekerken resmini çekiyorum

Uzunca bir süre kuyrukta bekledim, az kaldı sayılır. Bu arada beni gören selam verip selam alıyor. Tanıyan çok olunca selam devamlı geliyor sağdan soldan. Çoğunu tanımıyorum bile ama onlar beni tanıyor ve benim tanımamamı hoş görüyorlar. Sohbetimiz daha sıcak oluyor böylece. Sıram gelince kahvaltımı alıp boş masalardan birine oturup afiyetle yiyorum.

Kahvaltı bittikten sonra kamp alanı çıkışında toplanıp başlangıç verilince yola çıkıyoruz. Bir süre Manavgat sokaklarında gittikten sonra sonunda şehirden çıkıyoruz. Artık doğanın içinde köy yollarında Manavgat barajı ve Oymapınar barajına doğru pedal basacağız.

Manavgat çayının üzerinden köprüden geçenlerin resmini çektim. Kıyılarda köprünün korkuluk demirleri, çayın kıyısında söğüt ağaçları ve ardında çam ağaçlarının yeşil rengi.

Gizli kalmış çayın eski mi eski taş köprüsü. Yeni köprü yapılınca eskinin hükmü kalmamış ama asaletiyle görüntüsü yetiyor bana. Taş köprünün yansıması durgun akan Manavgat çayının suyuna aksettirmiş. Kıyılarda söğüt, kavak ağaçları ve sazlıklar bulunmakta. Bu resmi öne çıkan görsel olarak çekiyorum

Hala gelenler oluyor ve köprünün üzerinde resim çekiyorum.

Çay durgun görünüyor, sanki akmıyormuş gibi. Suyun üzerindeki yansımalar kıpırtısız.

Köprü üzerinde resim çekmeye devam ediyorum beş bisikletçiyi.

Kavşaktan sola Manavgat barajına doğru yöneliyoruz. Yöneldiğimiz yerde tabelalar yönleri belirtmiş. En üstte büyük kahverengi boyalı Erymna Antik Kenti ve Düğmeli evleri. Antik kenti anladım ama Düğmeli evlerini aynı yere yazmaları biraz garip. Antik kentlerin tabelaları her yerde kahverengi zemine yazılır. Böylece ne olduğunu herkes anlar. Belki de Düğmeli evler antik bir değer taşıyordur. Altta beyaz zemine siyah yazı ile Dikmen mahallesi, Sevinç mahallesi yazılarak ok ile yönleri belirtilmiş. Onun da altında mavi zemine beyaz yazıyla Yayla Alan, Ürünlü, Kahverengi zemin boyalı Altınbeşik mağarası, Ormana ve İbradı yönünü gösterir ok işareti tabela.

Köy yolları hep sakin ve ormanın içinden geçtiğinden gayet rahat gidiyorum. Tabelalardan sonra gideceğimiz yönün resmini çekiyorum iki bisikletçi ile.

Uzaktan bir kemer kalıntısı görüyorum, yoldan uzakta olduğundan ne olduğunu anlayamadım. Belki antik bir kent kalıntısı olabilir. Ya da su kemeri. Erymna Antik Kenti olasılığı yüksek. Kalıntılar taşlık, biraz yüksekçe eğimli bir tepede. Çalılar ve çam ağaçları arasında.

Manavgat çayı sakince akıp gidiyor. Ses çıkarmadan usul usul. Sanki çok uzun yoldan gelmiş te denize kavuşmadan dinginliğe erişerek yorgunluğunu çıkarırcasına. Bisikletim KUZ park etmiş.

Manavgat çayının tersine, yukarıya doğru akan bisikletçiler de aynı devinim içinde sanki. Sessiz ve sakin.

Resmini çektiğim iki bisikletçiden kırmızı kıyafet giymiş, önde olan resim çekerken kolunu kaldırarak selam veriyor bana.

İlginç kaya yapıları ilgimi çekmiş durumda. Kayalar plakalar halinde katmalara bölünmüş. Bitkiler de yavaş yavaş kayalıkları kaplamak üzere.

Yolda boyanmış işaretler bize nereye gideceğimizi göstermiş. Kaybolmanın olanağı yok. Beyaz tekerlekli kadrosu kırmızı renkte sprey boya ile boyanmış asfalt üzerine. Ok işareti sağa gideceğimizi belirtiyor.

Çam ormanın içinde gölgelerin gücü ile gidiyoruz.

Manavgat çayının üzerinden bir daha karşı tarafa geçiyoruz. Geçerken durup bir kaç resim çekmeden olmaz. Paslanmış köprü korkuluğu, ardında Manavgat çayı Çam ağaçları arasında. Bisikleti KUZ da bana poz vermiş.

Manavgat çayının aşağıya akan kısmı köprü üzerinden çekilmiş resmi. Buradan çayın hafif akıntısının izlerini görmekteyim.

İlk önce Manavgat barajın olduğu yere geldik. Çam ağaçlarının arasından ara sıra kendini gösteriyor.

Biraz çıkmak gerekse yapacak bir şey yok çıkıyoruz 1. vitese takarak. Önüm yokuş, iki bisikletçinin ardındayım.

Yol kıvrımlarından yolun sonu görünmüyor. Çam ağaçları ormanın ana ağacını oluşturmakta.

Çeşme olur da suyu içilmez mi? elbette içilir. Yolda her çeşmeden su içmezsen yolculuk yapmamış olursun. Hiç bir şey görmemişsin demektir. Çeşme çamların gölgesinde kalsa da ışık hüzmeleri yine kendine yol buluyor. Bunu görmek bile yola değer kattığına inanıyorum. Çeşmenin yapısı tuğla gibi dikdörtgen kahverengi fayanslar ile döşenmiş yatay olarak. Yanları ise üç sıra dikine döşenmiş ayrı bir görünüm oluşturmuş. Fayans araları beyaz derz çekilerek dikdörtgenleri meydana çıkarmış. Bisikletim KUZ ve çeşme.

Yokuşun sonuna vardık sayılır, son yokuş diyoruz ya bisikletçiler arasında işte burası da öyle. Son yokuş.

Sonrasında iniş başlıyor, kendimizi salıyoruz yokuş aşağı. İki bisikletçinin resmini çekiyorum. Birisinin kadrosunda çocuk var. Baba oğul bisiklete binmiş.

Yeryüzü yapısı gereği buralarda da kat kat kaya tabakalarını görüyorum. Böyle katlı kayalıkların arasından yağmur sularının sızması olanaksız gibi. Yolun sağ tarafı 2 metre yüksekliğinde kaya katmanları gölgede kalmış. Sol tarafta çam ağaçlarına güneş ışınları ile aydınlık içinde.

Hava sıcak olunca gölgede dinlenmeler başlıyor. Yamacın gölgesi altında bisikletçiler durmuş, dinleniyorlar.

Baraj göletinin kıyısında inişli çıkışlı çam ormanı içinde yol almaktayız.

Baraj göletini besleyen çaylardan biri, gerçi çay akmıyor ama yağmur yağdığı zaman bolca aktığı belli yatağından. 50 metre ötesi gölet suyunun başladığı yer.

Yemek zamanı yaklaşıyor, bir de işaretini de görünce iyice acıktığımı hissediyorum. Asfaltın üzerine beyaz sprey boya ile iki gözü ve ağzı olan yuvarlak yüz. Altında yemek yazısı.

Yemek yenecek yer yolun aşağısında. İnerken ilginç bir incir ağacı dikkatimi çekti. Ağaçta incir var ama hiç yaprağı yok. Buna bir anlam veremedim doğrusu. Diğer incir ağaçlarında yaprak var normal olarak. Bu ağaç kelaynak gibi kalmış.

Grubun sonlarında olduğum için geç gelince yemeğin sonlarına yetişebildim. Öyle olduğu halde kalabalık olunca hala kuyruk vardı ve bir süre kuyrukta beklemem gerekti. Çoğunluğu yemeğini yemiş, bitirmiş sohbet ediyordu.

Gölet manzarasında yemeğimi yiyorum, ağaç gölgeleri altında.

Masalcımız Esmavi ile yemek sonrası sohbetimiz iyi oluyor. Antalya dan Devrim’i çağırmaya karar verdik. Gerçi sonradan katılımcı kabul etmiyorlar ama katılması için Esma komiteyi ikna edecek.

Yemek arasından sonra tekrar yola çıkıyoruz, bir tarafımız gölet.

Diğer tarafımız ise yalçın kayalıklarla kaplı dağlar.

Yolumuzun üstünde küçük yerleşim birimleri, bağ bahçe evleri var. Köy olacak kadar toplu değiller. Elektrik direkleri evlere enerji getirmiş.

Gölet bitti, Manavgat çayı buralardaki eğimden dolayı akıntısı kuvvetli.

Akıntı kuvvetli olduğu iyice belli buradan. Rengi de yeşilimtırak, maviye kaçar bir tonda.

Mola yerindeyiz, burada su ve meyve takviyesi alıyoruz. Asfalta mola yazısı beyaz, kıyıları ince kırmızı renkte. O harfi de beyaz, sadece alt kısmı kırmızı yarım olarak boyanmış tıpkı sakal gibi. İçinde de güleç iki göz ve ağız. Altta ise bisiklet çizilmiş. Beyaz tekerlekli kırmızı gövdeli bisiklet. Gidon, sele ve pedal sarı renkte.

Oymapınar barajının gövdesinin olduğu yerdeyiz. Yol oraya doğru gidiyor.

Çay gürül gürül akıyor yeşilimtırak, buz gibi.

Vadi burada daralıyor ve baraj gövdesi en dar yerde yapılmış. Doğal kayalıklar set halinde. Yer seçimi güzel yapılmış. Bendin sağında su seviyesinde bir tünel ağzı kayalıklara oyulmuş durumda. Sol tarafta ise eğer su seviyesi bendi aşarsa boşa aksın diye betondan dikine iki kanal yapılmış. Yol yukarı doğru sağdan gidiyor.

İşte böyle sular beni cezbediyor, kendine çekiyor adeta. Ama zamanımız yok girip yıkanmaya. Gövdenin yukarısına çıkmam gerek buraya kadar gelmişken.

Gövdenin yukarısına çıkmak biraz sert olmuş ama yılmak yok. Çıktıkça güzellikler artmaya başlıyor. Manzara muhteşem.

Yukarı azimle çıkan bir bisikletçinin resmini çekiyorum.

Yol virajlı, tatlı bir eğim olmasa da arada sert çıkışlar var. Dönüşler U şeklinde.

Yamaçlar öylesine dik ki yol gölgede kalmış. Devamında yamaç güneş ile aydınlık yeşil çam ağaçları tepeye kadar.

Yavaş pedallarla çıkıyoruz yukarıya doğru.

Ve yukarıdayım sonunda, yaşasın düzlüğe geldim.

Eh pistonlar ısındı, yatak sarmadan soğutma çalışmaları başladı. Soğuk su kaslarıma iyi geliyor, sanki masaj yapmışlar gibi. Kırmızı tuğla ile yapılmış borudan devamlı akan bir çeşme. Önünde 40 cm küçük bir havuz. Dizlerime kadar su içindeyim. Üzerimde elbise yok sadece şortum var. Öylece poz verdim kamera karşısında.

Buraya bir tünel yapmışlar, gölet tarafına gidiyor. Tünelin önünde Bisikletim KUZ, güneş tünelin ağzını aydınlatmış. İçerisi karanlık ve tünelin ağzı masmavi göletin suyu aydınlık içinde.

Baraj gövdesinin en yukarısına çıkıyorum, burada pek tahmin edemediğim hayvanları görüyorum birden bire. Develer! buraya nasıl çıkarmışlar zavallı hayvanları. Para kazanmak için açgözlü insanların yapamayacağı şey yoktur. Bu kadarı da olmaz dedirttiler bana. Deve sakin bekliyor müşterilerini hiç bir şeyin farkında olmadan.

Baraj göleti buradan harika görünüyor. Derin ve geniş bir havzası var. Karşıda daha yüksek dağlar görünüyor.

Yalçın tepeler daha da yüksekte.

Baraj gövdesi büyük su kütlesini tutacak şekilde içe doğru kavisli  beton duvar ile yapılmış. Karşıda elektrik santralına su alınan bölüm yer alıyor. Elektrik santralinin kurulu gücü : 540 MWe, yılda yaklaşık olarak 1207 GWh elektrik üretmekte.

Sivri yükselen yalçın kayalıklar, kayalarda çam ağaçları tek tük, baraj gövdesinin içe dönük beton bloğu muazzam. Gövdenin yanında yukarıdan aşağı taşkın kanalı yapılmış.

Aşağısı geldiğimiz yer 25 metre denizden yüksekliği. Bulunduğum yer ise 190 metre. Azıcık kuş bakışı ile Manavgat çayının aktığı vadiyi izliyorum.

Benim gibi resim çekmek için çıkanlar habire resim çekmekten kendini alamıyorlar. Eee manzara güzel olunca çekmeye doyamıyor insan.

Baraj bendinin diğer tarafı da kayalık tepeye doğru gidiyor. Burası çıktığım yer. Develer sakince oturmuş geviş getiriyorlar.

Beni de çekenler oluyor. Arkamda baraj göleti ve dağlar.

Gölet manzarası her yerden değişik olunca bana da resmetmek düşüyor. Burası tünelin diğer yanı, yol buradan devam ediyor.

Tünelin ucunda ışık göründü, ışığa doğru gitmeli. Tünelin içi karalık yine, sol tarafta kayalara birisi kırmızı sprey boya ile UNUTAM diye yazmış. Yazıyı yazarken ya boyası bitmiş yada görevliler tarafından yakalanmış yazıyı tamamlayamadan. Yazıyı yazan sevdiğine UNUTAMAM SENİ diye belirtmek istemiş herhalde.

Tünelin ortasında karanlık içindeyim ama tünelin ucu aydınlık.

Baraj gövdesinden aşağı iniyorum. Aynı yoldan dönmüyoruz, köprüden geçip diğer yoldan Manavgat’a ineceğiz.

İniş çabuk oluyor düzlüğe. Köyün birinde çay molası verdik. Üstü kapalı bir mekanda plastik masa sandalyelerde oturup çay, soda, ayran içerek dinleniyoruz.

Burada ayrıca köylüler bazlama da açıyor. Acıkanlar birer bazlama ısmarlayıp yiyor. İki kadın, önündeki kare sofrada oklava ile hamur açıyor. Kadınlardan birisi ocakta odun ateşinde sacı üzerinde bazlama pişiriyor.  Dördüncü kadın da servis ediyor pişen bazlamaları. Yörük köylü kadınları işletmeyi çekip çeviriyor bazlama pişirerek. Köylü kadıların üzerinde penye uzun kollu tişört, altlarında çiçekli donlar, başlarında da türban değil baş örtüsü.

Lybre yada Seleukeia Antik kente giden bir tabela görüyoruz ama yolumuzun ters yönünde olduğundan gitmeye niyetimiz yok.

Manavgat belediyesi henüz bisikletçilere alışkın olmadığı için mazgallar tehlike yaratıyor bizler için. Gerçi Türkiye genelinde mazgalların çoğu bunun gibi yada buna benzer şekilde. Yollar daha çok otomobiller için yapıldığından henüz bisikletçiler için yol ve mazgallar yapılmıyor. Daha çok anlatmamız gerek belediyeye bisikletlilerin de trafikte olduğunu. Mazgalda ön tekerlek girecek kadar aralık var.

Yolda güneş batmaya başladı, durup izliyorum batasıya kadar. Kamp alanına yaklaştık sayılır. Güneş ile sabah kahvesinde buluşacağım. Güneş tam ufuk çizgisinde değdiği anda resim çekiyorum.

Kısa sürede kamp alanına geliyorum. Sevimli işaretler kamp alanına gelişimizi daha neşeli yapıyor. Yuvarlak sevimli yüz işaretinde bu kez kulaklar ilave edilmiş.

Kamp alanına geliyoruz ve hemen çeşmedeki hortum ile duşumu alıyorum. Sıcak su var ama sıra beklemektense soğuk çeşme suyu daha iyi geliyor. Hem sıra beklemek te yok. Sonrasında terli olan çamaşırları durulayıp kuruması için asıyorum ipe. Yemekten sonra sahilde ateş yanıyor. Ateş severler ateşin başında toplaşıyoruz. Esma bu arada Devrim’in kamp alanına davet ettirmeye çalışıyor festival yönetimine. Bakalım yarın ne olacak. Kamp ateşi kızıl alevler yalım yalım ortalığı aydınlatıyor.

Neşeli şarkılar, oyunlar oynanıyor. Laz horonlarını Karadeniz den gelen arkadaşlar oynuyor. Ben sadece izlemekle yetiniyorum, izlerken de nasıl oynadıklarını bilahsa ayak hareketlerini öğrenmeye çalışıyorum. Elbet bir gün Karadeniz horonlarını öğrenip oynayacağım. Önde ateş alevli, içinde odunlar, ardında horon tepen Karadenizli gençler.

Halil şenel beni koltuğa oturtarak değişik bir oyun oynadılar. Halil ne yaparsa diğerleri aynısını yapıyorlar. Eh benim elimi de öptüler sırayla. Güzel bir oyun ve neşeli, güle oynaya oynandı. Ateşin başında olanlar eğlendi, çoğu kişi katılmadığından eğlenemedi. Ne yapalım eğlenmek istemeyenin kendi tercihi. Bence böyle festivallerde hep birlikte eğlenmeli. O ayrı, bunlar ayrı yerde gruplaşmaları insanların birbirini tanımama, birlikte zaman geçirmeme sonucu oluşan durum. Biraz da bencillik sonucu olsa gerek. Festivallerin bir amacı da insanların kaynaşması olmalı. Ateş son demlerinde yanarken birer ikişer sayımız azaldı. Fazla geç olmadan ben de gidip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol toplam 72 kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc