Etiket arşivi: keşan

İki Garip Bir Akdeniz 1. Gün

2 Eylül 2017 Perşembe

İzmir – Kemer – Tekirova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, altı kişi, bisikletlerimiz yüklü olarak poz vermişiz yan yana.

2017 Eylül ayında Keşan dağ bisiklet festivalinde kullanılan formanın tasarımı çok hoşuma gitmişti. O yüzden kendime ücretini ödeyip sevgili Hakan Eşme’den sipariş ettim. Formadaki tasarım evrende bulunan karadeliklerin bisikletçilere uyarlanmasını anlatıyor. Formanın ön yüzünde karadeliğin solucan denen giriş kısmı çizgilerle belirtilmiş. Bisiklet parçaları, bir kadın, bir erkek, aşkı temsil eden kalp, müzik notası çizilmiş. Boşlukta karadeliğin muhteşem çekim gücüne yakalanmış, dağınık olarak merkeze doğru çekiliyorlar. Üstte solda ismim Urim Baba’CAN olarak yazılı. İsmimin üstünde ise burcum olan Balık takımyıldızı konulmuş. İngilizce Piece yazılı. Karadeliğin dış kısmı siyaha yakın koyu renkler, iç tarafı mavi renkte. Formanın arkasında da karadeliğin çıkış kısmında tüm parçalar birleşip bisiklete binen kadın ve erkek var. Yani gelecekte olacak olayları şimdi yaşamasak ta tasarımı güzel olan formayı giyerek uzayda zaman yolculuğu yapacağım.

Antalya’daki bisikletçi dostlar yine beni festivale davet ettiler. Ben de onları kırmayıp davetlerini kabul ettim. Cem Tabanlı da festivale yazılmış. Cem ile kendimize bir program yaptık. Program üç aşağı beş yukarı şöyle; Antalya’ya bisikletlerimizle otobüs ile gidip dönüşte bisiklet süre süre gezerek İzmir’e dönmek. Bunu kararlaştırdıktan sonra biletleri alıp hazırlıkları yaptım. Yola çıkmadan önce tam zamanında Keşan’dan formam geldi.

Formamı giyerek bir poz çekiliyorum, arkamda yağlıboya resim asılı ve üstünde zamanı gösteren duvar saati. Saat 8:25 olarak resimde kalmış. 8:25 derken akşam saati. Biletler gece 12:00 de, Hazırlıklarımı tamamlayıp eşyalarımı ve tencere, tava ne varsa çantalara, yerlerine yerleştirdim.

Zaman yolculuğuna başlamadan önce karadelik zamanını kurmalıyım. Karadelik saati mekanik, el anahtarı ile kuruluyor. Mekanik saatin dişlileri kurulmuş zembereğinin yayı ile sarkacın her gidiş gelişi ile saniye saniye çalışıyor. Mekanik olarak kurulan zemberek yaklaşık 10 -12 gün idare ediyor. Bakalım bu turda zaman yetecek mi? Umarım karadeliğin solucanında seyahat ederken solucanın kıvrımlarına takılmam. Saatim akşam 8:32, sağdaki delik dişlilerin zemberek yayını kuruyor. Orası zaman ile ilgili bölüm. Soldaki delikte ise saat başı vuran gong zembereği. Her saat başı saatin olduğu kadar ve yarımlarda bir kez olmak üzere toplam 90 kez vuruyor bir turda. Şimdi zaman saatinin çalışmasını anlatayım; Dişliler uzay – zamanda yolculuk eden kişiyi karadelikte ışık hızında gitmesini sağlıyor. Yolculuk ederken zaman duruyor, gece dinlenirken zaman ilerlemeye başlıyor. Düşünün saniyede 300.000 kilometre hızla gidiyorsun uzay – zamanda. Karadeliğe girip solucanın içinde giderken sarkaç bir gidip gelmesi 1 saniye. Her tık sesi ışık hızında sürekli gitmeyi sağlıyor. Solucanın içinde giderken kıvrımlarına takılmamak için yarım saatte ve saat başında vuran gong sesi solucanın içinde titreşim yaparak takılan yerleri düzeltip rahat seyahat etmeyi sağlıyor. Gonk titreşimi çok önemli burada. Eğer saat durup gonk sesi evrendeki karadeliği titretmezse solucanın kıvrımlarında takılıp kalırsın.

Yani kısaca saat böyle çalışıyor, uzay -zamanda karadelikte yolculuk yapmak böyle bir şey. Fizik kuralları evrende buna göre işliyor.

Akşam saat ona doğru evden çıkıyorum. Üçkuyular’da Cem tabanlı ile buluşuyorum. Oradan geçen birisine bizi çekmesi için cep telefonumu verdim. O da bizi çekiyor sağ olsun. Resimde bisikletlerimiz ile birlikte uzay – zamanda yolculuğa çıkmadan önceki halimiz. Karadeliğe girmeye hazırız. Gecenin karanlığında ortalığı aydınlatan lambaların sarı ışıkları parktaki bitkileri aydınlatıyor. Sağda tahtadan bir koltuk duruyor.

Resim çekilme işi bittikten sonra bisikletlerimize binip karadeliğin içine giriyoruz. Ortalık karanlık, sokak lambalarının aydınlığında otobüs garajına geldik. Şimdiye kadar bisikletlilere sorun çıkarmayan Kamil Koç firmasının olduğu yerde bisikletlerin ön tekerleğini söküp çantaları da ayırıp bagaja yerleştirdik sorunsuzca. Hareket saati gelince koltuklarımıza yerleştik. Cem ile yan yana oturuyoruz orta sıralarda. Otobüs Aydın dan iki bisikletli daha aldı. Zaten otobüs boş, pek yolcu da yok. Dört kişi elçek ile koridorda kendimizi çekiyorum bir poz. Cem önde kafası kocaman, arkada ben kolumu uzatmış elçek olarak. Arkada Aydın’dan binen iki arkadaş.

Isparta’dan iki bisikletli daha otobüse bindi. Toplam bisikletçi 6 kişi olduk. Daha da yer var. Biletleri Kemer ilçesine kadar almıştık, sabaha karşı ortalık aydınlanınca Antalya garajına vardık. Kemer’e sadece bisikletliler kalınca muavin bizi indirdi otobüsten. Buraya kadar dedi, başka otobüs ile gideceksiniz deyince hemen firmayı arayıp bu nasıl oluyor, bizi niye indirdi şikayetlerimizi dinleyip tekrar aynı otobüse bisikletleri yükledik. Boşuna eziyet ve zaman kaybı. Gong sesi buralara kadar pek gelmedi anlaşılan. O yüzden solucanın kıvrımında bir süre kaldık. Herhalde buçukta çalan tek gonk olmalı. Arkada otobüsler, önde bisikletler yerde bekliyoruz sonuç ne olacak diye.

Neyse karadelik normal çalışmaya başlayınca yakında olan Kemer ilçesine geldik. Sezon bittiğinden ortalıklarda kimseler yok. Sadece bisikletliler var. Otogarda bisikletleri indirip ön tekerleği takıyoruz hepimiz. Çantaları da bagaja yükletip hazır duruma geldim. Diğer arkadaşların yüklenmesine yardım ediyoruz.

Herkes hazır olunca birlikte yola çıktık. Kamp alanı olan Tekirova’ya doğru gideceğiz. Yola çıkar çıkmaz ilk olarak benzin istasyonunda durup tuvalet ihtiyaçlarımızı giderdik. Benzincideki marketin önünde görevli arkadaşla bir resim çekiliyorum. Sol altta yuvarlak tabelada yazan yazı dikkatimi çekti. Tabelada; “Çanakkale Ruhu Burada” yazılmış. Market üzerine İngilizce “Shop” yazılı, turistlik yer olunca Türkçe “Bakkal” olarak yazacak değiller ya. Zaten her yerde mandacı zihniyetli yabancı isim yazma hayranlığı var yeterince.

Resim çekildiğim benzinciye bizi çekmesini söyledim. Otobüsle gelen 6 kişi resim çekiliyoruz bisikletlerimizle yan yana. Hepsi beni tanıyor ama ben pek tanımıyorum arkadaşları. En sağdaki arkadaş kadın, diğer 5 kişi erkek. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yola çıktık, yakında olan Tekirova’ya doğru gidiyoruz ana yolda. Yolun ilerisini gösteren tabelada; Kumluca, Finike, Muğla düz gidileceğini ok işareti ile belirtmiş. Sağa giden yol ise şehir merkezi ve sanayi sitesini belirtmiş. Yoldaki emniyet şeridi bisiklet için gayet geniş ve güvenli. Yol çizgileri ile belirgin halde görülüyor.

Ana yolda ilerliyoruz, sağ tarafımızda Beydağları ve Olimpos dağı.

Tekirova’ya gelmemiz fazla uzun sürmedi, oyalanmadan kamp alanın olduğu yere geldik. Sadece kısa sürede bu günlük yiyeceğimiz yiyecekleri alış -verişte hallettik. Tekirova çıkışında asfalta işaret konulmuş sola girin diye. Biz de giriyoruz, Cem önde ben arkada yol kıyısındaki okaliptüs ağaçları arasından çam koruluğuna doğru gidiyoruz. Geçtiğimiz yıl yine burası kamp alanı olarak kullanılmıştı. O yüzden yolu biliyorum. Cem buralara ilk defa geliyor. Girdiğimiz yerde kapalı otobüs durağı var. Yerde sola ok ve bisiklet resmi boyanmış beyaz renkte.

Yolun karşı şeridinde yine ok işareti ve Antbisfest amblemi yola boyanmış. Bisikletim KUZ yol kıyısında park etmiş durumda beni bekliyor sakince.

Çam ağaçlarının bolca olduğu bir yerde Yıldırım kamp alanına geldik. Girişte festivalin pankartı asılmış. Durup resmini çekiyorum. Pankartta yazanlar; VI. Uluslararası Antalya -Kemer Bisiklet Festivali. Altında festivalin amblemi. 28 Eylül – 01 Ekim2017 Alt kısım dalgalı deniz olarak çizilip maviye boyanmış. Solda koca bir ahtapotun denizden çıkmış iki kolu yukarı doğru. Sağda korsan gemisi kare yelkenlerini açmış. Yelken direğinin tepesinde korsanların bayrağı kurukafalı siyah bayrak dalgalanıyor. Pankartın en altında sponsor olan firmaların amblemleri.  Pankart iki çam ağacına iplerle bağlanıp gerilmiş. Kartal tüyüm de resme girmiş en altta.

Kamp alanında festivali düzenleyen arkadaşlar karşıladı bizi. Sevinçle kucaklaşıp hasret giderdik. Sonrası beğendiğimiz bir yerde çadırları kurup eşyaları içine yerleştirdik. Kamp yeri sabit olduğunda sadece bir çantayı bisikletimde bırakıyorum. O da kahve takımları ve alet çantam. Renkli çadırların arasında dolaşan Cem elleri ceplerinde. Bisikletler de park etmiş öylece bekliyorlar. Bu arada festival için kaydımızı yaptırıp çantalarımızı alıyoruz.

Akşama kadar denize girip duşumuzu aldıktan sonra  kendi yemeğimizi kendimiz pişirip yiyoruz. Sonrası biraz uyku derken akşam oluyor erken. Festival akşamdan başlıyor. Akşam yemeğini hep birlikte yiyoruz. Yemeği dağıtan firma bu kez iki yerden yemekleri dağıtıyor. Arkadaşlar iyi düşünmüşler. Katılımcılar çok olunca uzun kuyruklar ve beklemede geçen zaman çok oluyordu. Şimdi ise iki koldan çarçabuk yemekleri alıp yiyoruz. Festivali düzenleyen Antalyalı arkadaşlar Perşembe Akşamı Bisikletçileri. O yüzden  festival Perşembe akşamından başlıyor. Türkiye’nin bir çok yerinde düzenlenen Perşembe akşamı bisiklet turu saat 20:00 de belki de en kalabalık Perşembe akşamı bisiklet turu yapılmış oluyor. Hep birlikte ışıklarımızı açıp Tekirova içinde bisikletlerimizi sürüyoruz. Meydanda durup toplanıyoruz. Bisikletler park etmiş, ışıkları yanar durumda bekliyoruz.

Biraz geriden toplu olarak katılımcıları çekiyorum arkadan. Atatürk heykeli önünde bisikletiler meydandaki uzun direkteki aydınlatma lambasının güçlü ışığı altında.

Bisikletliler bisikletleri ile yan yana diziliyor toplu resim çekilmek için.

Resim çekildikten sonra kamp alanına doğru gidiyoruz. Festivalden festivale buluşup görüştüğüm arkadaşlarla görüşüp muhabbet ediyorum. Kimisini tanıyorum, kimisini de tanımıyorum. Ama onlar beni takip ettiklerinden tanıyorlar. Böyle duruma kimse alınmıyor, beni normaldir diye teselli ediyorlar. Tanıyayım tanımayayım muhabbet etmek güzel oluyor. Bisiklet üzerine, turlar, festivaller üzerine konuşuyoruz. Nasıl geldin, neyle gideceksiniz söylemleri karşısında bisikletle sahil boyu İzmir’e kadar gideceğiz karşılığını veriyorum. Sonbahar aylarına girmiş olsak ta Antalya bölgesinde en güzel aylardayız. Hani şarkılarda geçer ya “Akdeniz akşamları” diye. İşte öyle bir havası var kamp alanında. Şehir gürültüsünden uzak, çam ormanı içinde tertemiz havası, denizden gelen iyot kokusu ile akşamları daha da güzel kılıyor. Hava ne soğuk, ne sıcak. Yazlık kıyafetlerle duruyoruz rahat biçimde. Uyku zamanı geliyor ve çadıra girip yatıyorum.

Bu gün yaklaşık olarak toplam 38 Kilometre civarı bisiklet sürmüşüm.
Aşağıda Üçkuyular – garaj arası yol haritası Yaklaşık 16,56 Kilometre civarı

Powered by Wikiloc

Aşağıda Kemer – Tekirova yol haritası Yaklaşık 17,32 Kilometre civarı

Powered by Wikiloc

Aşağıda Tekirova tur haritası yaklaşık 4,21 Kilometre

Powered by Wikiloc

VI. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 4. Gün

25 Nisan 2017 Salı

Dikili – Çandarlı – Aliağa -Alsancak

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Gün biter gülüşün kalır bende 
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Çandarlı kale içindeki meydan. Yükseltide oturmuş bisikletçiler, rehberin anlattıklarını dinliyorlar. Etraf yüksek sur duvarları ile çevrelenmiş.

Güne aydınlık içinde uyanmak bir turcunun her zaman arzuladığı şeydir. Güneş bize dün batarken harika şeyler göstermişti. Sabah ta bizleri esirgemedi ışığını. Tüm parlaklığı ile yüzünü gösterdi bize. Güneş doğmadan önce uyandığımdan batarken izlediğim gibi doğarken de izliyorum. Sabahın serinliği güneşin ilk ışıkları ile gidiyor, yerine yaza merhaba diyen baharın sıcaklığı başlıyor. Güneşin doğuşunu üstte kalan yolun yanından, küçük bir tepe üzerinde palmiye ağacı silueti ile birlikte izliyorum.

Benimle birlikte herkes uyandı, çadırını, eşyalarını toplayıp bisikletin bagajlarına yükledi bile. Son hazırlıklar yapılırken Ferdimen beni diğer arkadaşlarla beraber çekiyor bir poz. Kahvaltı faslı çoktan bitti, yola çıkmaya hazırız. Bu gün son gün, dönüş yolundayız, hedefimiz Çandarlı, Aliağa, izban metro ile Alsancak ve ev.

Dikili – Çandarlı arasındaki yola ilk yokuşlarla başladık. İlk yokuş biraz sert olsa da sonrası pek hatırı sayılır değil. İlk yokuşla beraber ilk lastik patlağı oldu. Artçı olarak yanımda pedallayan Ferdimen’in arka lastiği patlıyor. Gerçi kendi lastiğini kendi tamir ediyor ama artçı grup olarak el birliği ile kısa sürede hallediyoruz. İki Cem, bir doktor, Ferdimen, bir kadın bisikletçi ve resmi çeken ben. Bagaj çantaları yerde, üzerinde patlak iç lastik. Doktor Mete bisikleti arkadan kaldırmış Ferdimen de lastiği yerine takıyor, diğerleri seyrediyor ne yapıyorlar diye.

Küçük yokuşları çıkıp iniyoruz, yolda fazla trafik yok. Tek tük arabalar gelip geçiyor ara sıra. Lastik patlağı yüzünden gruptan epey geri kaldık gruptan. İki tarafı yamaç olan küçük bir geçitten yolun ilerisinin düz olduğunu görebiliyorum.

İlk olarak pek bilinmeyen antik bir ter olan Deliktaş köyüne doğru saptık. Yaklaşık 3 Kilometre içeride olan Deliktaş köyü yakınındaki kayalarda tanrılara kurban olarak sunulan adakları burada kesiyorlar. Burayı ziyaret edeceğiz. Düz olan köy yolu, yolun yanında köyün elektrik gereksinimi için elektrik hattı var. Sağda gideceğimiz kayalıklar görünmekte.

Köyün kahvesine geldik. Bizden önce gelen grup öğlen kumanyalarını alıp yemiş çoktan. Ve Deliktaşın olduğu yere gitmişler. Son gelen bizler de kumanyaları alıp gölge bir yerde karnımızı doyurduk. Bisikletin bagaj çantaları ve üzerinde sarı yağmurluk takılmış. Bisiklet temalı Aydan Çelik tarafından yazılan bisiklet manifestosundan bir cümle “Bisiklet Devrimdir, Gerçekçi olur imkansızı ister.” Kare plastik küçük levhada basılı olan yazı bagaja iple bağlanmış. Kahvenin tahta sandalyelerinde oturan Gürel, Ferdimen ve İlknur bir şeyler atıştırıyor.

Kumanyaları yedikten sonra Deliktaşın olduğu kayalıkların dibine geldik. Deliktaş yukarıda olduğu için bisikletleri son düzlükte park ediyoruz.

Yukarıya doğru yürümeye başladık. Kayaların üzerinde bir grup insan oturmuş. Bir kişi bana yakın yerde ayakta duruyor. Öndeki kaya kütlesi altı oyulup yana doğru yatık durumda. Kayanın üstü düz olarak yontulmuş ve 1 x 1 metrelik kaya parçası da kütle ile bir yontularak olasılıkla kurban sunağı olarak yapılmış.

Deliktaşın olduğu yer biraz yüksekte, Köyün evleri dağınık, tek katlı ve kırmızı kiremitleri ile biraz ilerideki küçük göletle güzel bir manzara ortaya sermiş. İlerde üç tane küçük tepe var.

Deliktaş köy evleri ve diğer kayalık yer.

Taylan hoca elinde notları, Deliktaş kurban sunakları hakkında bilgiler veriyor dinleyicilerine. Anlattıklarını kendi blogspot yazılarından okuyabilirsiniz. http://arkeodenemeler.blogspot.com/2012/11/deliktas-kutsal-alanlar-i-izmir-aiolis.html Taylan hoca kayanın üstüne çıkmış, bir kişi karşısında oturmuş, bir kişi de arkada ayakta dinliyor. Çalılar kayalardan önce sağda ve solda, patika ortada.

Dinleyiciler pür dikkat Taylan hocayı kayaların üzerinde oturarak dinliyorlar. Kayaların bazı yerleri oyularak basamaklar yapılmış. Önde bir ağaç fidanı yeni yeşermiş.

Sunak tek parça kaya üzeri oyulup derinleştirilmiş. Dikdörtgen bir oda gibi. Tabanda da delik açılarak daha da derinlere inilmiş. Bu delikten içeri kurban etleri, parçaları atılıyormuş.

Kayalar oyulup düzgün yüzeyler meydana getirmişler.

Her tarafta başka şekilde oyulmuş kayalar.

Kaya kütlesi iki yandan düz bir duvar gibi yapılmış. Üstte ise merdiven basamakları şeklinde oyularak bir binanın çatı aynası yapılmış üç basamaklı olarak.

Üstte çıktığımızda çatı olan yer kayalık zemin oluşmuş.

Üst kısımda kanallar yapılmış. Belki de kapalı bir yerin duvar oyukları da olabilir. Buradan manzara güzel görünüyor. Bağlar, bahçeler ve Çandarlı körfezindeki denizin bir kısmı görünmekte.

Kare şeklinde kaya oyularak derinleştirilmiş. Deliğin içinden de küçük incir ağacı çıkmış.

Köyün yakınlarında ikinci kült yeri karşı tepelerin yamacında. Burası zindan adı ile anılıyor. Aynı şekilde doğal oyuklar ve yontulmuş sunaklar da var burada. Bize uzak olduğu için o tarafa gidemiyoruz.

Deliktaş ziyareti bitince hep birlikte yola çıkıyoruz Çandarlı’ya doğru. Cep telefonumun kamerasıyla dijital zom yaparak önümde tek sıra giden bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yolun sağında ilginç geometrik şekilde yapılmış iki yapı var Kırmızı renge boyalı yapılar tel çitlerle ayrılmış. Bahçede zeytin ağaçları ve telefon direkleri ve telefon hattı üzerinde.

Çandarlı’ya yakın yerde iki tane rüzgar türbini var. İkisini birlikte çekiyorum.

Buralarda zeytincilik yapıyor köylüler. Her tarafta zeytin ağaçları görmek olası.

Dikili belediyesi kültür evine geldik. İki katlı taş bina karşımda duruyor. Yan tarafı yeşil çimen kaplı park alanı. Yol kıyısında park etmiş bisikletler duruyor.

Taş bina güzelce yenilenip onarılmış Binanın köşesinden çektiğim resim duvardaki renkli taş bloklar irili ufaklı. Bir tabela da direğe asılmış. “Dikili belediyesi kültür evi” yazısı yazılmış tabelada. Duvar dibinde bisikletler ve giriş kapısında içeri giren insanlar.

Binanın içi pencerelerden gelen gün ışığı yetmediğinden lambalarla aydınlatmaya çalışılmış. İçeride masalarda oturanlar ikram edilen çayları içiyorlar loş ışık altında. Ben de ayakta Eskişehir den yan flütçü Burak Çardak ile sohbet ediyorum.  Konumuz yan flüt. Ben yanımda taşıdığım yan flütü getirip notalar hakkında bilgi alıyorum Burak’tan.

Çandarlı’nın kuzey tarafındaki sahil sakin görünümünde. Deniz masmavi turkuaz renginde. Bir kişi denize girmiş, biri de denize taş atarken poz vermiş resimde. Çandarlı yarımadasının bir özelliği rüzgar yönüne göre her zaman sakin denize girilebilir olması. Rüzgar kuzeyden eserse burası dalgalı olur. Güney tarafında sakin denize giriliyor. Rüzgar güneyden eserse burada dalgasız denize giriyor. Deniz, kumsal ve iyice çoğalmış yazlık evler görünmekte.

Havada süzülen bir martıyı çekiyorum masmavi gök yüzünde.

Çandarlı kalesi ve burçları.

Kültür evinden ayrılıp yürüyerek Çandarlı kalesine geldik. Kale bizler için kapılarını açıyorlar. Kalenin dıştan görünümü, dört tane burç kenarlarda, yüksek duvarlarla sağlam taş duvarla yapılmış. Duvarın üstünde Türk bayrağı dalgalanıyor. Önde dut ağaçları budanmış, yeni yaprak açmış ve bir çeşme görünüyor.

Taş bloklardan örülü çeşmenin üç tane yalağı kademe kademe yana doğru yapılmış. Her kademe olukla birbirine bağlı. Çeşme güzel görünse de maalesef su akmıyor. Zaten çeşme de sökülüp alınmış. Anlayacağınız kupkuru bir çeşme, işe yaramaz öylece duruyor. Bir tası bile yok su içmeye, su da yok.

Tek kanadı açılmış kocaman demir kapıdan içerisine gireceğiz. Dışarıdan resmini çekiyorum kapının. Kapının üzerinde taş kemer var.

Kapıdan avluya giriyorum, başka bir kapıdan iç avluya geçit var.

Dinleyiciler duvara oturmuş Taylan hocanın anlattıklarını dinliyorlar. Zemin tahta kaplı Taylan hoca ayakta anlatıyor.

Kalenin köşesindeki burç tarafına çıkan merdivenler 8 basamaktan sonra düzlük ve 15 basamakla yukarı çıkılıyor. Kıyılarda demir korkuluklar var. Korkuluklar siyah renge boyanmış. Kalenin burcu 8 köşeli ve burç içine girmek için kapı yapılmış.

Yandan Taylan hocayı ve duvara oturmuş dinleyicilerin resmini çekiyorum. Taylan hocanın eşi de ayakta video çekiyor kocasını. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Avlunun ortasında kocaman bir kuyu var, içi boş kuyunun. Kalenin içme su deposu olarak kullanılmış zamanında.

Ferdimen üşenmedi kalenin duvarlarının üzerine çıkıp avluyu ve üç burcu çekiyor.

Havada, masmavi gök yüzünde bizi izleyen martının da resmini çekiyor Ferdimen burçlarla beraber.

İki kişi duvarın üzerinde burçların yanında, 18 kişi de yan yana avluda dizelenip resim çekiliyoruz.

Kale ziyareti de bittikten sonra artık Aliağa’ya doğru yola çıktık. Herkesin hareket edip yola çıktığını gördükten sonra artçı grup ile biz de yola çıktık. Havada rüzgar yok o yüzden güney tarafındaki deniz de sakin görünüyor. Neredeyse çarşaf gibi deniz. Kıyıda küçük bir kayık bağlı duruyor.

Henüz hareket etmiştik ki 300 metre ya gittik ya gitmedik benim arka bagajım çantalarla birlikte arkaya doğru devrildi. Devrilir devrilmez hemen durdum düşmeden. Çantaları bagaj demirinden alıp yerinden çıkan bagaj borularını takmaya başladık. Arkada  4 kişiyiz, Gürel Gürselp, Cem Tabanlı ve ben. Resmimizi de Ferdimen çekiyor.

Boruları tutan cıvatalar gevşemiş, çantaların ağırlığına dayanamayıp yerinden çıkmış. Yerine yerleştirmek kolay olmuyor. Çantalarım yerde, üç kişi bagajı yerine takmaya çalışırken sokağın ortasında.

Olduğu gibi girmeyince sele borusunun altında bağlı olan yerden söküp takıyorum boruları. Sonra cıvataları iyice sıkıyorum. Daha önce on bagajım kırılıp tekerleğin üzerine düşmüştü. O durumdan fazla etkilenmeden atlatmıştım bisikletin üzerinden atlayıp. Bu kez yavaş giderken olunca fazla etkilenmedim. Aslında bisikletin her tarafını iyice kontrol etmek gerekiyor en ufak cıvatası dahil. Önemle bagaj demirleri iyice sağlamlaştırmak gerek.

Bagaj sorununu hallettikten sonra yola çıktık. Yolda tarlalarda açan sarı çiçekler yeşilliğe ayrı bir renk katmış.

Bizi merak eden öndeki grupta olan Olcay’a arızadan dolayı geç geleceğimizi bildiriyorum telefonla. Üçümüz de yol kıyısında durduk, sağda sarı çiçekli tarla ile birlikte Ferdimen bizi çekiyor.

Tarlasını yeni süren çiftçi traktörü ile toprağı iyice yumuşatıyor. Tarlayı sürerken de toz kaldırıyor arkasından.

Bakırçay üzerinden ikinci defa geçiyoruz. Köprü kenarında durup tabelası ile birlikte korkuluk demirini çekiyorum. Yaklaşık 1 hafta sonra tekrar buradan bisikletlerimizle geçeceğiz Suyun Kaynağına Yolculuk turunda. Tarlalarda yeşil otlar kendiliğinden çıkmış. Toprak henüz işlenmemiş.

Tam Çanakkale -İzmir yol çatağına geldik arka tekerleğimin lastiği patlıyor. Şansızlık yakamı bırakmıyor bu gün. Tekerleği söküp yedek lastik ile değiştiriyoruz Cem ile birlikte. Gürel eli belinde bize bakıyor. Her zaman olduğu gibi Ferdimen de bizim resmimizi çekmekle meşgul.

Lastiği şişirdikten sonra yerine takıyorum. İki kişi arka tarafı kaldırırken ben yerine takıyorum Cem de bizi izliyor. Lastiğimin patladığı yer de rüzgar türbinlerini gövde ve kanatlarının olduğu fabrika alanı. Arkada devasa borular yerde. Fabrikanın sınırlarını belirten tel çit.

Tekerleği yerleştirip mandalını sıkarken alttan Ferdimen resmimi çekiyor. Arka tekerlek, dişli, aktarıcı ve zincir. Yanlarda altı görünen turuncu renkli çantaları. Ben çömelmiş durumda mandalı sıkarken. Üzerimde kendi bastırdığım ABAK forması ve yeşil renkli buff boynumda. Çantadan dolayı yüzüm görünmüyor.

Kavşakta olduğumuzdan yön işareti yola yazılmış. Abak yazısında a ve b harfinin kenarı sarı boyalı, diğer harfler beyaz ve sola ok işareti beyaza boyalı.

Dönüşte resim çekmedim pek. Çaltıdere de mola vermiş olan gruba yetişiyoruz. Biz de biraz dinlenip bir şeyler içtikten sonra hep birlikte yola çıkıp Aliağa’ya ulaştık. Aliağa girişinde sağdaki bisiklet yoluna girerek balıkçı barınağının olduğu yerdeki çay bahçesine geldik. Bisikletçiler masalara oturmuş, üzerinde koca şemsiyeler gölgelik ediyor.

Arkası dönük oturan Keşan bisiklet grubu yazısı yazılmış sarı formaları ile Keşan tayfasının resmini çekiyor Ferdimen. Ne de olsa hemşeri sayılırlar Ferdimen’in.

Çay bahçesinde biraz dinlendikten sonra sahilden, bisiklet yolunu takip ederek Aliağa izban metro istasyonuna geldik. Binanın duvarında hem TCDD levhası hem de izban levhası var. Levhalarda Aliağa yazısı yazılmış.

Sayımız fazla olunca iki gruba ayrılarak vagonlara biniyoruz. Yaklaşık 1 saat 5 dakikada Alsancak istasyonuna vardık. İstasyonda indiğimiz zaman hava kararmıştı. Artçı grup olarak Gürel, İlknur, Cem Tabanlı, Cem Balkanlı, ben ve resmi çeken Ferdimen kaldık istasyonda. Gürel’in çantalarındaki fosforlar ışığı iyice parlatarak yansıtıyor gecenin karanlığında.

Akşam serinliğinde sahil yolundan eve doğru pedalladım. Böylece bir tur sonuna gelmiş oldum. Tur istediğimiz şekilde başarı ile stres yapmadan çok güzel yaptık. Yine hazine torbama yeni dostlar kattım. Akşamları bol kahve yaparak sohbet eşliğinde içtik.

Bir sonraki turda görüşme dileği ile sağlıcakla kalın.

Bu gün yaptığım yol toplam olarak yaklaşık 72 Kilometre civarı.

Aşağıda Dikili – Deliktaş – Çandarlı – Aliağa tur haritası

Powered by Wikiloc

Aşağıda Alsancak – Üçkuyular tur haritası

Powered by Wikiloc

VI. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 2. Gün

23 Nisan 2017 Pazar

Yuntdağı Köseler – İsmailler köyü – Bergama

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, On çocuk bisikletleriyle sıralanmış bahçede, sağda köy kadınları oturmuş izliyorlar. Arkada okul binası, bayrak direği ve cami minaresi.

Gece hava sıcaklığı sıfırın altına düşmese de yine de sıfıra yakın derecelerde olduğundan gece biraz üşüdük. Havanın soğuk olması beni pek etkilemedi. Güzel bir uykunun ardından henüz güneş doğmadan uyanıyorum. Çadırımın fermuarını açınca güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm ilk olarak. Çadırın kapısı her zaman güneşin doğacağı yere doğru kurmaya çalışırım. Önümde kazıevi binasının köşesi, okulun bahçe duvarı, daha ileride bir ağaç. Ağacın arkasında güneşin doğmadan önceki kızıllığı bulut parçasını ve ağacı kızıla boyamış. Bir kişide elinde telefona bakıp sosyal medyaya bakmaya çalışıyor balkonda. Buralarda telefonlar pek çekmiyor.

Herkes uyanıp hazırlandıktan sonra kahvaltı zamanı geldi çattı. Yine kazıevi’nin avlusunda görev dağılımı yaparak kahvaltı dağıtılıp yendi. Kahvaltı bitiminde masalar silindi, çöpler toplandı ve tertemiz olarak bırakıldı. Sundurmanın altında kahvaltı dağıtanlar ve kahvaltılık alanlar. Masalarda da kahvaltısını yiyenler görünüyor.

Bu gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. 23 Nisan Çocuk bayramını burada kutlayacağız her yıl olduğu gibi. Çadırlar toplandı, eşyalar bisikletlere yüklenerek etraf temizlendi. Elektrik kabloları, boya kutuları ne varsa ortalıktan kaldırılıp okul bahçesini tertemiz hale getirdi. Güneş iyice yükseldi ve hava ısındı. Mavi ve turuncu renge boyanmış ilkokul binası, ABAK katılımcıları ve köylüler yavaş yavaş okulun bahçesinde toplanmaya başladılar. Okulun bahçe duvarından, geniş bir alanı görecek şekilde çekiyorum.

Güneş ışıklarının vurduğu ABAK hatıra pankartı pırıl pırıl parlıyor. Etrafını da sarı, mavi, turuncu, kırmızı, yeşil renkli balonlarla süsledik.

Ve 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik bayram kutlamaları başladı. Okul öğretmeni ve çocuklar hazırladıkları programa göre çıkıp şiirler okuyarak bayramı havasına büründü ilkokul bahçesi.

Köylü kadınları bizler için ikramlar hazırlamışlar sağ olsun. Okul binasının önünde ikramlarını dağıtıyorlar. İzleyiciler için sandalyeler dizelenmiş. Kimileri sandalyede oturmuş. Bir kaç sandalye henüz boş.

Köyün ihtiyar delikanlıları da balkonda yerini almış sandalyede oturuyorlar. Önlerinde balkonun betonuna oturmuş olanlar var, kimisi ayakta. Başlarında takkesi olan ve birisi poşu bağlamış başına. Renkleri siyah beyaz desenli.

Biraz matematik yapalım; Yuntdağı Köseler köyü ilk okulunda okuyan 12 öğrenci var.  8 Kız Öğrenci, 4 Erkek Öğrenci. Bu yıl 4 öğrenci okulu bitirecek. Kaldı 8 öğrenci. Köydeki çocuklardan 1 kişi ilkokul 1. sınıfa başlayacak. Toplam 9 öğrenci olacak. 10 Öğrenci olmayınca milli eğitim okulu kapatıp öğrencileri başka okula taşımalı sisteme geçecekler. Yani işin özü bu yıl son defa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız bu köyde. Ama içimiz buruk bir şekilde. Köseler köy ilkokulu bizim okulumuz olmuştu adeta. Çocuklar bizi sevmişti, biz de çocukları. Köylüler de öyle. Okulun ihtiyaçları ve çocuklar için elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Çok üzücü bir durum.

Aslında başka bir üzücü durum daha var. O da henüz ilkokul çağında olan 6 öğrencinin hepsi de türbanlı olması. Öğretmen de her ne kadar kravat taksa da çocuklara dersten başka şeyleri de öğrettiği kesin. Duyumlarımız öyle. Aydın diye nitelendirdiğimiz Öğretmenler iyi maaş, büyükşehir, rahatlık, (sözde) huzur ortamda okulda görev almak istemesi öğretimin bu duruma gelmesine neden. 2012 Yılından beri her yıl gidip geldiğimiz bu okulda gözlemlediğim kadarıyla daha henüz okuma yazmayı sökememiş çocukları türbanla kapatıp erkek öğrencilerden ayırarak büyük bir felakete gideceğimiz kesin. Geleceğimiz tehlikede. Aydınlarımızın tembel tutumu, hiç çaba harcamaması sonucu köyler maalesef din tüccarlarının elinde kalmış. Aydınlar aydın olmayınca çağdaş eğitim nasıl olacak, geleceğimiz nasıl şekillenecek. Bilimden, teknolojiden uzak bir eğitim din yobazlarının elinde kendilerine kul olacak bir toplum yetiştiriyorlar. Cahil köylü de bilinçten yoksun olarak Tanrıdan sadece korkmayı öğrenmiş ve öğretilmiş. Din yobazları kendilerinden başkasını dinlememek için insanların yüreklerine sürekli korkuyu pompalamışlar. Aslında Tanrıdan korkmak yerine Tanrıyı sevmeyi deneseler din yobazları yok olup gider, geleceğimizi karartan bu insanlardan kurtulurduk. Sadece Tanrıyı sevmek yeter. Tanrıyı sevmek insanları sevmeyi gerektirir. Kavgalar, savaşlar biter, dostluk ve kardeşlik başlar. Kardeşini seven birisi niye kavga etsin ki? İnsanlar barış ve huzur içinde yaşayıp gider. İşte aydın olmayan Öğretmenlerimiz bunları anlatamıyorlar çocuklara, insanlara, geleceğe. Daha 2 yıl önceki Az bilinen Antik Kentler Turunda bizlere gösteri sunan kız öğrencilerin hepsi de başı açıktı. Güzel elbiseler ve renkli etekler giymişlerdi. Şimdi mat renkli uzun kollu elbise ve başlarında türban var.

(Aşağıdaki 23 Nisan kutlamaları, şiirler, deyişler, oyunlar tamamen okul Öğretmeninin hazırladığı basılı programa göre bire bir yazılmıştır)

Kız Öğrenciler şiir okumak için hazırlık yapıyorlar. Sunucu eline mikrofonu alıp ilk olarak İstiklal Marşını okuyup saygı duruşunu yaptırıyor.

Ardından;

“Dalgalan dalgalan şanlı bayrağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün

 Ufuklar gül açsın gülsün toprağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün”

Şiirinle başlayıp açılış konuşmasını yapıyor.

Sunucu;

“Çocukla! Bayram yapın, sevinin ve haykırın,

 Engel denen her şeyi gücünüzle kırın!

 Çocuklar bilin ki siz koca  bir cihansınız.

 Vatanın her yerinde fışkıran volkansınız.

_ “Şimdi Okulun 1/A sınıfı öğrencilerinden Saliha ALTANAY’ı “23 Nisan” adlı şiirini okuması için davet ediyorum.”

Minik kız öğrenci mikrofonu eline alarak heyecanla şiirini okuyor.

23 NİSAN

Ne mutlu bu gün,

Çünkü 23 Nisan.

Hiç bitmesin bu düğün

Çünkü 23 Nisan.

Her yerler süsleniyor,

Dünya hevesleniyor,

Çocuklar eğleniyor,

Çünkü 23 Nisan.

Ay yıldızlı bayrak elde,

Şarkı söylenir dilde,

Mutluluk var her ilde,

Çünkü 23 Nisan

Şair : İsmail Sağır

Şiiri okuyan öğrenci elinde mikrofonu tutuyor, üzerinde Türk bayrağı olan masanın ardında Öğretmen. Diğer çocuklar sağda sıralarını bekliyor.

Sunucu;

“Bu gün bir başka aydınlık yeryüzü,

 Bir başka ağaçların, evleri yüzü,

 Bu gün çocuklar güzel.

 Bu gün sokaklar güzel…”

_ “Şimdi okulumuzun 1/A sınıfı öğrencilerinden Betül ASLI’yı “ÇOCUKLAR” adlı şiiri okumak için sahneye davet ediyorum.”

ÇOCUKLAR

23 Nisan diye sevinir,

Oynar, koşar çocuklar.

Doyasıya eğlenir,

Zıplar, coşar çocuklar.

Bu gün size bayramdır,

Atamdan armağandır,

Eğlenecek zamandır,

Mutlu yaşar çocuklar.

Şair : İsmail Sağır

Şiirin sonunda minik öğrenciyi seyirciler coşkuyla alkışlıyor.

Sunucu;

“Bayrağın altında yürüyen yiğit

 Bastığın toprağı tanıyor musun?

 Altında yatıyor binlerce şehit

 Onların sesini duyuyormusun?”

Dedikten sonra

_ “Şimdi Öğrencilerden Canan OĞUZ ve Zeynep ALTANAY “Anne ve Kızı” adlı oyunu oynamak için sahneye davet ediyorum.”

Anne sandalyede oturuyor, kızı da ayakta oyunu oynuyorlar başarılı bir şekilde.

Sunucu;

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

 Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.

 Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

 Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.”

_ “Şimdi okulun 2/A sınıfı öğrencilerinden Betül ŞEN’i “HOŞ GELDİN 23 NİSAN” adlı şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

HOŞ GELDİN 23 NİSAN

Günlerdir yolunu bekledik durduk.

Sen geleceksin diye çiçek açtı.

Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü.

Toprak ısındı, uyandı karıncalar.

Çoluk çocuk yollara döküldü.

Bu gün sevinç içindeyiz hepimiz,

Bayraklarla süsleniyor balkonlar.

Caddelere taklar kuruluyor,

Bizim marşı çalıyor bandolar.

Nasıl sevinmeyelim geldiğine?

Okulda bayram, evde bayram, sokakta bayram…

Hoş geldin 23 Nisan!

Sana gözlerimizden sevinç,

Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari bitivermese bu yolculuk…

Seni kucaklamaya geliyor bu gün

Köyler, şehirler dolusu çocuk

Şükrü Enis Regü

Betül ŞEN başarıyla okuyor şiirini. Öğrenciler sırasını bekliyor, arkada okul binası, bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Seyirciler de şiiri dinliyorlar can kulağı ile.

Sunucu;

“Dalgalandığın yerden ne korku, ne keder!

 Gölgende bana da bana da yer ver.

 Sabah olmasın, güneş doğmasın ne çıkar?

 Yurda ay yıldızın ışığı yeter.”

Dedikten sonra

_ “Okulumuzun 2/A sınıf öğrencisi Barış ŞENOL’u “ÖZLÜ SÖZLER” söylemesi için sahneye davet ediyorum, buyurun dinleyin.”

* Milletin istikbali gelecek nesillere bağlıdır.

* Bu günün küçüğü yarının büyüğüdür.

* Evlatlarınızı kendi devriniz için değil, onların devirleri için yetiştiriniz.

* Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

* Her çocuk bir dünyadır.

* Çocuk demek yarın demektir.

* Çocuğunu iyi yetiştir, dünyanı güzelleştir.

Barış biraz heyecanlanıyor, ara sıra teklemesi hiç önemli değil. Ne de olsa büyükleri karşısında elinde mikrofonla konuşmak o kadar kolay değil.

Sunucu;

“Biz biliriz bizim işlerimizi

 İşimiz kimseden sorulmamıştır.

 Topla, tüfekle, mızrakla,

 Başımız bir kere eğilmemiştir.”

_ “Okulumuzun 4/A sınıf öğrencisi Erdem AKBAY’ı “MEMLEKET İSTERİM” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Şiiri okuyan Erdem büyük alkış alıyor dinleyicilerden. Sunucu, Öğretmen ve bekleyen öğrenciler.

Sunucu;

“Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,

 Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir,

 Yazımız var, pehlivanlar güreşir,

 Bu toprağa kimse girememiştir.”

_ “Şimde okulun 2/A sınıfı öğrencisi Fatma AKCAN’ı “ÇOCUKLAR KARDEŞ OLDU MU” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Çocuklar Kardeş Oldu mu

Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldu mu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldu mu.

Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Dah bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldu mu.
Kucaklaşır batıyla doğu,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Ne açlık kalır, ne korku,
Korudaki fidanlar gibi,
Sevip sevip birbirini
Çocuklar kardeş oldu mu.

Tahsin SARAÇ

Fatma güzel sesiyle şiirini okuyor.

Sunucu;

“O kadar dolu ki toprağın şanla,

 Bir değil, sanki bin vatan gibisin.

 Yüce dağlarına çöken dumanla

 Göklere yazılı destan gibisin.

Girişini yaptıktan sonra”

_ “Şimdi okulumuzun 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere bilmeceler soracak. Cevaplamaya hazır mıyız?”

BİLMECELER

Atatürk’ten armağan bize,

Coşku verdi gönlümüze.

Çocuk bayramı o gün,

Söyleyin bakalı hangi gün?

( Cevap ; 23 Nisan )

Çocuk bayramı olan Dünyanın tek ülkesi neresidir?

( Cevap ; Türkiye )

Her ülkeden çocuk gelmiş,

Evlere konuk edilmiş, 23,

Nisan’ı çocuklara kim armağan etmiş?

(Cevap ; Atatürk)

Sunucu;

“Arkadaşlar sevinelim,

 Hep gülelim eğlenelim,

 Sıkılmasın canımız,

 Çünkü bu gün bayramımız…”

_”Şimdi ise okulun 4/A sınıfı öğrencilerinden İlknur BAŞOL sizlere fıkra anlatacak. Hep birlikte dinliyoruz.”

FIKRA

23 Nisan’da ablasının eve misafir getirdiği siyah tenli yabancı çocuğu gören Zehra:

_ Anne, bu çocuk niçin kapkara? Diye sorar. Anne:

_ Çok çikolata yemiş kızım, der. Zehra :

_ Ama ben de çok çikolata yiyorum, kara olmuyorum. Anne durumu kurtarmak için:

_ Kızım, o çocuk kara inek sütünden yapılmış çikolatalardan yemiş, oysa bizim inekler sarıdır.

Kendisi de sarışın olan Zehra, şimdilik bu cevapla tatmin olmuş. Bakalım anlayınca ne olacak. İlknur elinde mikrofon fıkrayı anlatırken çocuklar ve dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar fıkrayı.

Sunucu;

“Korur Serhatları her Türk canıyla,

 Sulanmış bu toprak şehit kanıyla.

 Edirne’den Kars’a dört bir yanıyla,

 Anadolu, Türk’ün Vatanıdır hey!”

_ “Şimdi okulun 4/A sınıfı öğrencisi Erdem AKBAY ve 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere “ISPANAKLI YUMURTA” tarifi verecekler.”

İki öğrenci okul sırasının önüne geldiler. İkisinin başında beyaz aşçı şapkası takılı. Sıranın üzerinde bir piknik tüpü, bir tava, yumurta, kuru soğan ve bir demet ıspanak var. Komik bir şekilde aşçı ve yapacağı ıspanaklı yumurta tarifini görsel olarak anlatmaya başlıyorlar.

Aşçı yamağa şunu yap diyor, yamak tersini yaparak aşçıyı kızdırıyor. Sonrası da yamak önde kaçarken aşçı da ardından koşarak yakalamaya çalışıyor sıranın etrafında müzik eşliğinde. Bu komik duruma hepimiz neşe içinde gülüyoruz. Çocuklar çok iyi hazırlanmışlar ve saf, temiz duygularla bizlere bir şeyler sunmaya çalışmaları bizleri duygulandırıyor. Bu çocuklar harika.

Sıranın üzerinde piknik tüpü, tüpün üzerinde tava. İçinde kuru soğan, ıspanak ve sırada yumurtalar. Sıranın etrafında dönen aşçı ve yamağı. Uzun, boru şeklinde aşçı şapkaları kartondan yapılmış.

Sunucu;

_ “Sıra geldi yarışmalara. İlk olarak “BALON PATLATMA” yarışını izleyelim.”

Okulun öğrencileri alana çıkıyorlar. Her öğrencinin bir ayağında iple balon bağlanmış. Öğrenciler arkadaşlarının balonlarını ayakları ile basıp patlatmaya çalışıyor. Bu arada kendi balonunu da korumak zorunda.

En son bir kız ve bir erkek çocuk kalıyor, ikisi de zorlu rakip. Birbirlerinin balonunu patlatmak için çok çaba sarf ediyorlar.

Sonunda fırsatını bulan erkek öğrenci kız öğrencinin balonunu patlatıyor ve yarışmanın galibi belli oluyor. Alkışlarla yarışmanın galibini kutluyoruz.

Tura ailecek katılan Aykut Erken, eşi ve minik oğlu kucağında ile yarışmaları heyecanla izliyorlar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımız “YUMURTA TAŞIMA” yarışması yapacaklar. Hep birlikte izleyelim.”

Öğrenciler bu kez ağızlarına tahta kaşık sıkıştırarak üzerine konan yumurtaları taşımaya başladılar. Yumurtaları bitiş yerine kadar kim yere düşürmeden götürürse yarışmanın galibi olacak.

Çok eğlenceli ve komik bir yarışma. Yumurta çabuk kırılan bir yiyecek, bir de pişmemiş olması işi daha da zorlaştırıyor. Bir kız çocuğu yumurtasını kaşıktan düşürmüş, yumurta yere değmeden resim çekiyorum. Kız öğrenci de üzülerek yumurtaya bakıyor.

Yarışmayı iki kız öğrenci kazanıyor. Olcay ORMANKIRAN da öğrencilere ödül olarak madalya takıyor boyunlarına. Çocuklar buna çok sevindi, artık bir madalyaları oldu. belki de ilk defa madalya kazandılar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımızın “SANDALYE KAPMA” yarışmasını izleyelim.”

Yarışmaya katılan öğrenci sayısından bir eksik sandalye ortada duruyor. Çocuklar da müzik eşliğinde etrafında dönmeye başlıyorlar.

Balkon duvarında oturan çocuklar yarışmaları heyecanla izliyorlar. Geçmiş yıllarda kendileri bu okulda okurken böyle yarışmalara katılmışlardı. Şimdi ise geçmiş anılarınla beraber kendilerinden küçük çocukları izliyorlar. Artık abileri olarak ortaokulda okumanın keyfi de var.

Sandalye kapma yarışmasında müzik durunca herkes sandalyeye oturuyor. Oturamayan yarışma dışı kalıyor ve her seferinde bir sandalyede alınarak tekrar müzik eşliğinde sandalyelerin etrafında dönmeye başlıyorlar.

Bazen kendine yer bulamayan sandalyenin kıyısına oturmaya çalışsa da kaybettiğini kabul etmek zorunda. Sandalyede tam oturmuş erkek öğrenci, diğer öğrenci de sandalyenin kıyısında.

Elene elene iki kız öğrenci kalıyor, biri mavi türbanlı, diğeri yeşil türbanlı.

Balkondan seyreden mezun olmuş, ortaokula giden çocuklara Az bilinen Antik Kentler Turu pankartımızı tutmaları için ellerine veriyoruz. Pankartın iki tarafında solda erkek, sağda kadın, taş tekerlekli bisiklete binmiş, ortada sütunlu antik kent binası ve Az Bilinen Antik Kentler Turu yazısı. Yazı mavi zeminde yeşil renkte yazılmış.

Sandalye kapma yarışmasını yeşil türbanlı öğrenci kazanıyor

Araya bizim turda olmayan yürüyüşçülerden birisinin kızı “İSTİKLAL MARŞI” nın 10 kıtasını ezbere okuyor.

Sunucu;

_ “Geldik en son yarışmaya. Şimdi tüm arkadaşlarımızı bisikletleriyle “DÜŞMEDEN BİSİKLETE BİNME” yarışmasını için buraya davet ediyorum. İzliyoruz.”

Okulun tüm öğrencileri bisikletleri ile yan yana alanda diziliyorlar. Başla deyince bisikletleri ile düşmeden en yavaş sürecekler. Kim düşmeden en son olarak bitiş çizgisine varırsa yarışmayı o kazanacak. Köyün kadınları da sağ tarafta sandalyelere oturmuş çocuklarını izlemeye başladılar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Düşmeden en son olarak Erdem AKBAY kalıyor ve yarışmanın galibi Erdem.

Yarışmanın galibi olarak Erdal AKBAY’ya madalyasını Şeyma ORMANKIRAN takıyor.

Sunucu;

“Değerli misafirlerimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programımız burada sona ermiştir. Hepinize geldiğiniz için teşekkür ediyor bir kez daha iyi bayramlar diliyoruz. Daha nice güzel bayramlarda buluşmak ümidiyle;

Hoşçakalın…”

Diyerek bayram kutlamasını bitiriyor.

23 Nisan kutlamaları bitiminde köyün ilkokulunda okuyan çocuklara aldığımız hediyeleri bez çantalar içinde veriyoruz tek tek. Hediyeleri tura katılan kadınlar veriyor. Hediyesini alan erkek öğrenci torbayı omuzuna asıyor. Diğer öğrenciler de sırasını bekliyor hediyelerini almak için.

Doktorumuz Burcu da hediyesini verip kız öğrencinin yanaklarından öpüyor.

Kırmızı montunu giymiş, başında şapkası, elinde hediye torbasını havaya kaldırmış vereceği öğrenciyi bekliyor öylece. Arkasında da ABAK gönüllülerinden Zeynep Nuray Oymak elinde çanta sırasını bekliyor. Şeyma elinde mikrofon kız öğrencilere bakıp durur.

Zeynep Nuray Oymak ta hediyesini kız öğrenciye verip yanaklarından öpüyor.

Eskişehir den katılan Serpil Koç omuzlarından sarkmış kıvırcık saçları ile erkek öğrenciye hediyesini veriyor. Etrafındakiler de izleyerek alkış tutuyor.

Kadınlarımız tek tek vermeye devam ediyor hediye torbalarını.

Hediye verildikten sonra kız öğrenciyi öpenin yüzü görülmüyor.

ABAK gönüllüsü arkeolog öğrencisi Selen Kanat hediyesini veriyor kız  öğrenciye.

Abak katılımcısı hediyeyi erkek çocuğa verilirken.

Eskişehir’den Çiğdem Suzan hediyesini kız öğrenciye verirken.

Eskişehir den Emine de veriyor torbayı ve yanaklarından öpüyor kız öğrencinin.

Hediyeler verildikten sonra mikrofonu Olcay alıyor eline. Yuntdağı Köseler köyüne, köylülere bizleri ağırladıkları için, ilkokulun öğretmenine, kazı ekibine teşekkürlerini sunuyor.

Kazı ekibinin başkanı Doç. Dr. Yusuf Sezgin hocayı sahneye davet ederek ABAK buflarından birini hediye veriyor.

İlkokul öğretmenine de öğrencilerle beraber hazırladıkları tören için teşekkür edip bir tane buff hediye veriyor Olcay.

En son olarak ta köyün muhtarına sunuyor buflardan birini ve köylülere teşekkürlerini sunması için muhtara teşekkürlerini bildiriyor.

Köyün öğretmeni, Olcay Ormankıran, Doç. Dr. Yusuf Sezgin ve köy muhtarı birlikte resim çekiyorum son olarak.

2012 Yılında sevgili Gürkan Genç Dünya turuna başlarken beraber keşfettiğimiz Yuntdağı Köseler köyü, ilkokulu ve sevimli öğrencilerini çok sevmiştik. O zaman ilkokulda öğretmen yoktu ama biz köyden ayrıldıktan hemen sonra öğretmen atanarak öğrenciler öğretmenine kavuşmuştu. Keşif sonrası ABAK rotasını buraya çevirmiştik. 2013 yılında ikincisini gerçekleştirdiğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turu için 23 Nisan çocuk bayramını köyün öğrencilerinle beraber ilk defa kutlamıştık. Hatice Öğretmen göreve başladıktan sonra öğrenciler başörtüsü takmıyordu. Aslında takması da uygun değildi ilkokul öğrencileri için. Ama Hatice Öğretmen kolay yolu seçti, rahat şehir olanaklarına esir düşüp Manisa’da göreve başladı ve öğrenciler tarikatların, din yobazlarının elinde kötü bir eğitim, daha çok din hurafelerine inanarak büyüyorlar. Böyle yetişen kız çocukları türbanla kapalı olarak çocuk gelin bile oluyor sonunda. İşte en çok canımı sıkan da bu durum. Kız öğrencilerini okulda türbanlı olarak ilk gördüğümde şok olmuştum. Yazık, geleceğimiz aydınlanmıyor. O da kendini aydın sananların hiç bir şey yapmaması. Zaten okulda yeteri derecede öğrenci kalmadığından okul kapanacak, son defa köyde 23 Nisan’ı kutladık. Seneye öğrenciler taşımalı sistemle başka köydeki okula gidecekler. İçimde küçük bir umut kaldı. Belki de gidecekleri okulun öğretmeni idealist, çağdaş bir öğretmen çıkar da öğrenciler bir şeyler öğrenebilir. Küçük bir umut olsa da umudu yitirmemek gerek.

Bu duygularla köyden ayrılıyorum. Herkes çoktan hazırdı, o yüzden törenler biter bitmez hızlıca yola koyulduk. En arkada kalanları toparladıktan sonra ben de yola çıkıyorum. İlk olarak yokuş aşağıya iniyoruz dere yatağına kadar. Sonrası yine yokuşlar çıkacak önümüze.

Biraz yüksekteyim, yolun inişi aşağı doğru gidiyor. Aşağısı görünmüyor ama karşı yamaçta görünen yol ve yolda tırmanan bisikletler de görünüyor bulunduğum yerden. Önümde iki kişi var.

Kendimi yokuş aşağı salmadan dönüp arkada kalan Köseler köyünü son defa bakıp resmini çekiyorum. Ağaçların arasında tek tük köy evleri, cami ve gölet in bir kısmı görünüyor. Sağda daha ileride Aigai antik kentinin olduğu tepe tamamen görüntüde. Ortada solda bir tane ağaç telefon direği ve kalın telefon teli.

Dere yatağına inip köprüden geçtikten sonra biraz sert yokuş başladı. Gidonumda üç martı tüyü ve yokuş çıkan bisikletliler.

Manisa tarafına giden yol ve Bergama tarafına giden yol çatağına geldik. Yere beyaz sprey boya ile sola kıvrık ok işareti ve SOLA ABAK yazısı bizleri uyarıyor sola dönün diye.

Yolumuz üzerinde olan ilk köy Seklik köyü. Burada durmadan geçip gidiyoruz. Köyün eşeklerinden birisi sağda otlarken horoz da tavukların başında yemlendiriyor yerleri eşeleyerek. Resim çekmek için durunca horoz hemen dikleniyor bana bakarak. Tavuklara yaklaştırmayacak öyle anlaşılıyor. Zaten tavuklara kışt demeyeceğimden sadece tezek kokan köyün hayvanlarının resmini çekeceğim. Köyde olduğumuzu belirtmek için. Yol yukarı doğru gitmekte, bir kaç bisikleti yokuşta bisiklet sürüyor.

Yunt dağlarının sırt tarafına çok yakın olarak giden yoldayız. Tepeler sol tarafımızda biraz yukarılarda kalıyor. Tepelerde bir çok rüzgar değirmeni görünmekte. Rüzgarın esintisiyle durmadan dönen pervaneler sürekli olarak elektrik üretmekte. Rüzgarın kinetik enerjisi bedava olarak kullanılıyor. Sadece üretim maliyeti ile bir kaç yılda kendini amorti eder rüzgar türbinleri. Uzun zamandır teknolojiyi takip etmediğimden son okuduğum bilgiler ışığında rüzgar türbinlerinin kanatları 24 metre olarak biliyordum. Aradan geçen zamanda teknoloji durmamış gelişmiş olduğunu bu türbinlerde mühendislik yapan Cihat bana kanat boyunun sadece bir tanesinin 60 metre olduğunu söyleyince şaşırdım. Mühendis Cihat bisikletiyle turda beraber sürüyoruz. Elektrik jeneratörü de 650 KW olarak bildiğim bilgi 3.000 KW olarak elektrik üretiyor. İş daha da büyüyecek anlaşılan.

İsmailler köyü girişine vardık, arkada kalan yok. Bahçe duvarı taşları üst üste koyarak harç kullanmadan örülmüş. Bahçe duvarın üstünde kalmış. Duvar ile beraber düzgün dikdörtgen taş ile kocaman bir çeşme yapılmış. İki tane çeşme, bir tane de boru var ama çeşmelerin kafaları sökülüp alınmış ve bir damla bile su akmıyor. Bahçede ağaçlar var, zeminde yeşil çimenler. Duvar ve çeşme beyaz kireç badana ile boyanmış.

Köyün meydanında da büyük bir çeşme yapılmış düzgün taşlardan. Buradaki çeşme sağlam ve akıyor. Yer yer boyaları dökülmüş taş çeşme nedense beyaz kireç ile boyanmış. Taş bej renginde güzel görünüyor. Doğal rengini bozmuşlar çeşmenin. Çeşmenin ön tarafında da genç bir çınar ağacı var. Genç dediğime bakmayın , en az 100 yıllık var gövdesine bakarak. Çeşmenin önünde bisikletler park edilmiş, bir kişi çeşmenin duvarına yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturarak oturuyor, kim bilir neler hayal ediyordur?

Öğlen için kumanyaları burada, bize yemek sağlayan ketring Ayşe’nin kendi köyü İsmailler köyü olunca kumanyanın yanında bol ayran da dağıtıyorlar. Kahveden alınan bir masa ve tahta sandalyeler üzerinde kumanya kolisi, plastik kovalarda ayran ve kuyrukta bekleyen bisikletçiler.

İsmailler köyünde verilen kumanyalar ve ayran ile karnımızı doyurduk. Köyün kahvesinde çay, soda, kahve içerek biraz dinlendik. Belirli saatte yola çıkarak son kalan yokuşu çıkmaya başladık. İri gövdeyi çitlembik ağacının gölgesinden yolda gelen bisikletçileri Ferdimen çekiyor. Sağda kendi bisikleti de park etmiş olarak. Çitlembik ağacının yaprakları taze ve canlı görünüyor. Çünkü bahar ayındayız ve yapraklar yeni açıldı her baharda olduğu gibi.

Artık yokuş bitti, her zaman dediğimiz gibi son yokuştu  ve zirvedeyiz. Burada arazi kayalık, taşlık. Tarım yapılmaya uygun değil. Doğal olarak çıkmış çitlembik ağaçları gelişi güzel araziye yayılmış durumda. Denizden 488 metre yüksekteyiz rakım olarak.

Çukur bir yeri bir tarafını kapatarak minik bir gölete dönüştürmüşler. İlkbahar da yağan yağmurlar göleti ağzına kadar doldurmuş. Gölet bisikletim KUZ ile birlikte güzel bir manzara oluşturuyor. Arkada görünen Yunt dağları ve rüzgar türbinleri manzaranın fonunu oluşturmuş.

Ferdimenin çektiği başka bir resim daha. Yeşil çimenlerin ortasında minik, bir o kadar şirin bir gölet daha var. Arka tarafta henüz açmamış bir ağaç ve yeni yaprak açmış başka bir ağaç baharı müjdeliyor yeşil otlak ile.

Karşıma ilginç bir çam ağacı çıkıyor. Çam ağacı sanki büyümek istemeyen çocuklar gibi yaramazlık yaparak yukarı doğru büyümesi gerekirken yere paralel olarak büyümüş. Gövde 2 metre civarında sağa doğru 90 derecelik bir açıyla gövde öylece dönmüş. Hani derler ya “Ağaç yaşken eğilir” atasözü burada kendini göstermiş bize örnek olarak. Yaramaz ağaç yukarıya doğru değil de yana doğru büyümüş.

Biraz gittikten sonra karşıma genç çam ağaçlarının yaz ayında başına gelen felaketi görünce içim cızz etti. Ağaçların bir kısmı yanmış ve yangın sonunda ateş gören yerler kurumuş. Neyse ki az bir alan yangından etkilenmiş ve hemen söndürüldüğü anlaşılıyor fazla yayılmadan. Yanık izleri üzüyor beni. Yeşil olarak görmem gereken çam ağaçları, çalılar, makiler kahverengi ve siyah renklerin kasveti beynimdeki nöronları etkiliyor.

Henüz tepelerde bisiklet sürmekteyim, iniş başlamadı daha. Karşıma kocaman çitlembik ağacı çıktı. Yeni açmış taze yaprakların rengi beynimdeki nöronları sakinleştiriyor. Az önce gördüğüm yangın manzarasını siliyor bu görüntü. Yol hafif bir çıkışla tepeye kısa bir mesafe olduğunu gösteriyor. Sağdaki tabela sa sola dönemeç olduğunu işaret etmiş.

Tüm grup önümde, ben de arkalarından salıyorum kendimi yokuş aşağı. Sağda ağaçlar, solda da tek katlı, kiremitli bir ev.

Yıllardır yollarda giderken ara sıra karşıma çıkan “Ceylan çıkabilir” uyarı levhası yine karşıma çıktı. Bakalım ne zaman bir ceylan göreceğim, kısmet. Üçgen bir tabelada kırmızı şerit içinde ön ayakları kıvrık, yukarı doğru zıplayan siyah boyalı ceylan resmi beyaz zemin üzerine kondurulmuş.

Önümde güzel bir inişin olacağını yol gösteriyor. Etraf çalılar ve ağaçlarla kaplı yeşillikler içindeyim. İnişin başladığı yerden Bergama’nın bir kısmı ve Bakırçay havzası görünmekte.

Düzlüğe, Bakırçay havzasına, ovaya indik. Bakırçay nehrinin olduğu yerde, köprüye gelmeden aşağıya akan kısmın resmini çekiyorum. Bir hafta sonra Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunda Bakırçay nehrini işleyeceğiz. Durup şöyle akan nehre baktım, temiz akmadığı belli. Nehrin kıyılarında çalılar ve söğüt ağaçları var. Uzaklarda bir kaç kavak ağaçları göğe yükselmiş. Sağ alt köşede üç martı tüyünün uçları görünüyor.

Yolu uzatmadan, kestirme olan dar bir köprüden karşıya geçeceğiz. Köprüden arabalar geçemiyor. Önümde iki bisikletçi köprüden geçerken sadece bir bisikletçinin geçeceği kadar geniş olduğunu rahatça görebiliyorum. Köprünün korkulukları demirden yapılı. Bir araba nehir kıyısında durmuş, sahibi bedava nehir suyu ile arabasını yıkıyor. Nehrin karşı tarafına iki ayrı elektrik hattı direklerle geçiş yapılmış.

Köprüden karşıya geçip yola çıkınca yol kıyısındaki beton kaldırım bloklarda kırmızı sprey boya ile sola ok işareti ve ABAK yazısı bize gideceğimiz yönü gösteriyor. Kaldırım tarafına cılız görünümlü ağaçlar dikilmiş. Soldaki tepe Bergama antik kentinin olduğu yer olan Akropol olduğu gibi görünüyor.

Bergama kentinin kıyısından Akropol’un olduğu yere geldik. Teleferik ile yukarı çıkacağız. Ücretini herkes kendisi ödeyerek binecek. Her gondola 8 kişi binerek yukarıya doğru çıkmaya başladık. Benim olduğum gondolda karşımda, İlknur Sözündeduran, Ferdimen, Cem Balkanlı ve Gürel Gürselp var.

Bizim tarafta ise Cem Tabanlı, ben Doktorumuz Burcu Koçay ve Hüseyin Engindeniz var.

Akropol’un kuzey tarafında Kestel baraj göleti görünmekte.

Teleferik ile yukarı çıkınca Akropol’e giriş gişelerinde beklenmedik bir durumdan haberimiz oldu. Bizler Az Bilinen Antik Kentler Turu olarak Turizm bakanlığında ören ve müzelere giriş için gerekli izinleri almıştık resmi olarak. Girişte ücret ödemeden misafir kartı ile geçiş yapacağız. Ama görevliler bizden önce gelen bir bisikletçi grubunu bizim turdan olduğunu zannedip adımızı da kullanarak giriş yapmışlar. Görevlilere biz daha yeni geldik, bizden önce girenlerin turumuza dahil olmadığını belirttik. Sonra sayımız belli 120 Kişiyiz, izinleri de ona göre aldık. O grup ile alakamız yok diyerek içeri girdik. Daha sonra adımızı kullanarak içeri giren gruptakilerle yaptığımız görüşmelerde her ne kadar durumu inkar etseler de olan olmuş. Bisiklet adına üzücü bir durum.

Her neyse içeri girip hızlıca dolaşmaya başladım antik kenti, Yamaçta yıkıntı kalıntıları, taş bloklar yerlerde. Burası sarayların olduğu bölüm.

Akropol antik kentinin camekan içine yapılmış maket kentinin resmini çekiyorum. Kentin yapısına uygun olarak binaların yerlerinde teraslar ve tiyatro maket olarak yapılmış. Yapılmış yapılmasına ama kötü bir şekilde. Antik döneme ait hiç bir benzeme yok. Sanki Laz bir müteahhit betondan sütunlar üzerine kiremitten çatılar yaparak binaları gelişi güzel kondurmuş. Maketi yapan usta ve sanatçı olmayınca böyle çirkin bir kent ortaya çıkmış.

Kazı ekibinden birisi bizlere antik kent hakkında bilgiler anlatıyor. Her mekanda durup etrafında toplanarak pür dikkat dinliyoruz genç kocamızı. İnce sesi ile üzerimizden geçen bulutların altında daha önce yaşanmış olan kentin bilinmeyenlerini anlatıyor. Akada taş duvarlar, kimisi düzgün, kimisi de yığma taşlardan yapılmış.

Athena tapınağının olduğu teras geniş bir alanı kapsıyor. Taban düz taş plakalar döşeli, Kıyılarda sütun kalıntıları kalmış sadece.

Kestel barajının göletini arka taraftan görüntüledim. Tepeleri doruk kısımları yarımada ve ada olarak kalmış su yüzeyinde.

Genç hocanın etrafında dinleyiciler yüzünü dönmüş anlatılanları dinliyor. Ferdimen yere oturmuş fotoğraf makinesi ile resim çekmeye çalışırken Mert ise resim çekilen yöne doğru ayakta bakıyor.

Antik kenti dolaşmaya devam ediyoruz. Bir kısım sütunlar, üzerine kirişler konulmuş olarak ayakta duruyor. Böylece görsel olarak antik kentin bir kısmı ayakta kalarak daha güzel görülmesini sağlamış. Yapılar tam olarak restore edilip yapılsa açık havada böyle albenisi olmaz. Yürüme yollarında kalın kalaslar yere döşenmiş. Üzerinde insanlar yürüyüp bir yerden bir yere gidiyorlar.

Dört sütun üzerine L biçiminde kirişler konulmuş yapının köşesinin bir parçası ayakta. Kirişin üzerinde çatı aynasının başladığı yer var sadece. Arada bir sütun yok, devamında iki sütun var ama sütunların boyu biri kısa diğeri tam olarak duruyor. Üzerinde bir şey yok. Burası Trajanium tapınağı, Almanlar tapınaktaki değerli eserleri, heykelleri Almanya’ya kaçırarak Berlin Bergama müzesinde sergilemektedir.

Trajanium Tapınağının dış sütunlu duvarları ve avlu kısmı, Düz bir duvar üzerine sütunlar ve kirişlerin bir kısmı sütunların üzerinde. Solda tapınağın 4 sütunu.

Athena tapınağının alanında yürüyoruz. Burada kocaman bir çitlembik ağacı meydanı kaplamış durumda.

Tapınağın sütunlarını daha yakından çekiyorum.

Sütun başlıkları ince işçilik örnekleri ile bezenmiş. Büyük bir ustalık ve sabır işi ile muhteşem sütunlar. Yuvarlak taş bloklar beş parmak genişliğinde niş olarak oyulmuş yukarıdan aşağıya doğru bir kanal gibi. Sütunlar 1.5 metre taş bloklar üst üste konularak yapılmış. Sütun boyları 9.80 metre uzunluğunda. Alttaki kirişlerde ise yumurta biçiminde içe oyulmuş niş süslemeler ile bezenmiş. Harika bir işçilik. Resmi aşağıdan yukarı doğru sütun tamamen görülecek şekilde çektim.

Çatıya konulan köşe taşları süslemeleri ise bambaşka işçilik örneği. 5 Metrelik çatı aynasının köşe kısmı, girintili çıkıntılı ince işçilikle her taş blokta iki sütunlu küçük bir tapınak örneklemesi yapılmış.

Trajanium Tapınağını komple çekiyorum. Taş duvardaki süslemeli kiriş yıkıntılardan toplanıp bir araya getirilmiş. 4 Sütun üzerinde ki kiriş aynı orijinal biçimindeki gibi konularak antik kent görünümüne bürünmüş. Depremler sonucu tamamen yıkılıp yerde bulunan mermer blok parçalar birleştirilip sütunlar üzerine konulmuş arkeologlar tarafından. Tek yada bir kaç sütün kirişi ile beraber ayakta durması tekrar edecek bir depreme dayanıklı olarak yapılmış. Öyle kolay yıkılacak bir yapı değil.

Dünya’nın en dik tiyatrosu Bergama’da Akropol de bulunuyor. Tiyatronun tamamını yandan kareye sığdırıyorum. Tiyatronun ardındaki tepeden Bergama kasabasının evleri ve Bakırçay havzası görünmekte.

Yüksek bir tepenin üzerinde olmak manzaranın güzel olmasını kaçınılmaz kılıyor. Düzlükte kurulu olan Bergama’nın evleri, kenar mahallesi ve Kozak yaylasına çıkan yolun kıvrımları görünüyor. Bakırçay havzası Bergama tarafında geniş bir düzlük oluşturmuş. Denize doğru olan kısım küçük tepelerden iyice daralmış.

Trajanium Tapınağının alt kısmı 7 metrelik taş galerilerle teras kısmı genişletilip tapınağı sağlama almış. Galeriler kemer biçiminde yapılarak üstü kapatılıp korunaklı bir alan meydana getirilmiş. Duvarlar ve kemerler yüksek.

Aynı kemerli örtü iç kısma doğru yapılarak kocaman bir yer, yüksek tavanlı olarak yapılmış. En dipte bir kapı var. Kapıdan sonra devam ediyor ama nereye kadar belli değil. Hem odanın girişi hem de arkadaki kapının girişi demir parmaklıklarla kapatılmış girilmesin diye.

Galerinin sonunda bir geçit çıkıyor karşıma, merdivenlerden aşağıya gidiyor.

Geçidin içindeyim, sağa doğru çıkışı var, gün ışığı geliyor sağdan geçidin içine. Kimi yer kayalar oyularak, kimi yer de taş bloklarla örülmüş geçidin duvarları. Aynı zamanda merdiven basamakları da sağa aşağıya doğru eğimli iniş var.

Geçit tiyatroya doğru çıkıyor. İlk başta kapıda görünen epey aşağılarda Kozak yaylasına giden vadinin manzarası.

Tiyatronun üst kısmından sola doğru giderek Zeus sunağının olduğu yere gidiyorum. Daha önceden gidip görmediğim ve daha yakından bakmalıyım Zeus sunağının boş olan yeri. Tabelada yazılı olan Zeus sunağı yazısı ok ile gidilecek yeri gösteriyor.

Zeus sunağı sadece zeminde beş basamak olarak biraz yükselti olarak kalmış. Basamakların toplamı 20’dir. Sunağı olduğu gibi kaçıran Alman basamakları kaçırmaya gerek görmemiş. Hırsızların 150 yıl önce kaçırdığı Zeus sunağı II. Dünya savaşında Ruslar sunağı sökerek Rusya’ya taşımış. Savaştan sonra geri vermişler ama en değerli parçalar hala Rusya’da. Almanya hukuk davaları açmış kendine ait olmayan tarihi eserler için ama hırsız hırsızla baş edememiş. Sunağın olduğu yerde bir çitlembik, iki de çam fıstığı ağacı var. Ağaçlar da epey büyük. İnsanlar o yöne doğru gidiyor birer ikişer.

Hırsız mühendis karl human ölünce Zeus sunağının olduğu yere gömülmüş. Ruhuna dua yerine sömürgeci zihniyete sahip hırsız olan birine bedduadan başka ne okunabilir ki! Vatanını seven büyük şair Nazım Hikmet RAN kendi memleketinden uzakta vatan haini diye yatarken, soyguncu birisinin mezarı vatanımızda soyduğu yerde yatması ne garip bir durum. Özellikle mezarın olduğu yere gelip gerekli bedduayı evrene gönderdim. Nasıl olsa bir yerlerde olan ruhuna gitmiştir.

Mezar taş bir blok ve başında servi ağacı.

Akropol ziyaretimiz bitiyor ve teleferiğe binmeye başladık. Keşan grubu gondola binmiş, henüz kapısı otomatik kapanmadan resimlerini çekiyorum.

Aşağı indikten sonra bisikletlerle Kızılavlu (Bazilika) ören yerine geldik. Ayakta kalan devasa kalın duvarın 19 metrelik kısmının yandan çekilmiş resmi. Ağacın dalları görüntüyü biraz etkilese de duvarın kırmızı tuğlaları görünmekte. Ben daha önce gezdiğimden içeri girmeyip dinleniyorum bir köşede. Resimleri içeri girip çeken Ferdimene aittir.

Rehber hoca bazilika hakkında bilgi veriyor devasa duvarın dibinde. Etrafında dinleyiciler onu dinliyorlar.

Duvar o kadar yüksek ki yakından kareye almak olanaksız. Ancak bir kısmını çekebiliyor Ferdimen. Çünkü burada tapınılmış Mısır tanrılarından Serapis ve İsis heykelleri var. İlk önce sağdaki heykel.

Sonra diğer heykelin olduğu tarafı çekiyor Ferdimen. Heykeller yeni yapılmış mermerden.

Duvarın ön kısmında ayrı bir yapı daha var. O da duvarları yüksek bir bina.

Yüksek tavanlı binanın içine giriyorum. İç kısmında kemerli duvarlar o kadar yüksek ki kareye sığdırmak olanaksız. Kemerin altında ayakları tamamen kırılmış bir aslan heykeli konulmuş.

Geniş kubbesi de pişmiş tuğlalardan yuvarlak biçimde her sıra daralarak kubbe biçiminde örülerek en uçta sadece ışık alsın diye boşluk bırakılmış. Tepedeki boşluktan gün ışığı içerideki loş ortam dolayısıyla parlak görünüyor.

Tavandan gelen ışık içerisini insan gözünün görebileceği kadar içerisini aydınlatıyor. İçeride kalabalık bisikletçi grup rehber hocanın anlattıklarını dinliyor.

Tabanda ayrıca derin bir bodrum katı daha var. İçeriye konulan lambanın aydınlatması yeterli miktarda duvarların görünmesini sağlamış.

Kızıl avludan tepenin üzerinde bulunan Akropol antik kentinin görünümü. Eteklerde kale olarak kullanıldığında yapılan surlar da rahatlıkla görülüyor.

Kızılavlu (Bazilika) ziyaretimiz bitince hep birlikte şehrin içinden bisikletlerimizle geçerek şehir dışındaki belediyenin sosyal tesislerindeki Kleopatra güzellik ılıcalarının olduğu yere geldik. Zaman yetmediğinden Asklepieion antik sağlık merkezini gezemedik. Yeşil alanda çadırlar kurulmaya başlandı. Orta alan boş, kıyılarda çadırlar kurulu ve gezinen insanlar. Hava kararmaya başladığından sokak lambaları yanıp parlamaya başladı.

Akşam yemeği yendikten sonra sıcak sohbetler başladı serinleyen gecede. Sohbete kahve pişirerek katılıyorum. Pişirdikçe ikram ediyorum içenlere. İçilen kahvelerden boşalan fincanlar yıkanıp tekrar pişirerek ikram devam ediyor. Ta ki herkes içene kadar.

Masanın etrafında toplanmış insanlar sohbet ediyor. Ön masada siperliği olan ocağımın üstünde cezvede kahve pişiyor. Aydınlatma lambası solda parlak ışığı ile bizleri aydınlatıyor gecenin koyu karanlığında. Hava soğudu iyice, ateşi yakamadık yasak olduğu için. O yüzden herkes kalın bir şeyler giymiş üzerlerine.

Gecenin ilerleyen saatlerini beklemeden günün yorgunluğunu atmak için herkes çadırlarına çekilip yattı.

Daha detaylı yazı dizisi 2 yıl önce yazmıştım, ilgilenenler okuyabilir. http://www.urimbaba.net/?cat=520

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

100. Çanakkale Şehitlere Saygı Turu Gelibolu 1. Gün

17 Mart 2015 Salı

Üçkuyular – Alsancak – Aliağa – Akçay – Altınoluk

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

beni koyup koyup gitme

ne olursun

durduğun yerde dur

kendini martılarla bir tutma

senin kanatların yok

düşersin yorulursun

beni koyup koyup gitme

ne olursun

Atilla İlhan

 

Öne çıkmış olan görsel, Zeytin ağaçları arasında giden yolda iki bisikletçi.

20150317_152141

Keşan dağ bisiklet festivalinden sonra kış boyunca uzun bir tura çıkmadım. İzmir yakınlarına günü birlik turlar ve günlük kullandığım bisiklet sürüşü bana yetti. Geçtiğimiz yıl bir çok tur yaptım. 2015 yılı için kafamda oluşturduğum turları kış aylarında belirledim. İlk olarak Çanakkale şehitlere saygı turu var. Ardından kendimin de içinde olduğum Az bilinen antik kentler turu. Mayıs ayında ise Denizli bisiklet festivali, bir hafta sonra da Burdur Salda gölü festivali var. İkisini bir arada çıkarırım. Malatya dan sevgili dostum Mustafa da bu yıl düzenleyeceği Nemrut bisiklet turuna davet etti. Daveti de geri çeviremedim. Yaz ortasında kendimin düzenlemeyi düşündüğüm ve çalışmalarını yaptığım Uluslar arası Kosova bisiklet turu. Son olarak ta bir çok kez gitmeye hazırlanmama rağmen bir türlü gidemediğim Antalya bisiklet festivali. Zaten hep Antalya dan dostlar çağırmakta. Mutlaka bu yıl gidecektim. Mersin de Zerrin Aslantaş bu yıl yine festival yapacak ve Antalya festivalinden 1 hafta sonra yapmaya karar verince aşağı yukarı bu yıl ki turlarım belli oldu.

2015 Yıl içinde yapacağım turlar belli olunca evdekilere şu şu şu tarihlerde ben yokum haberiniz olsun diyerek iznimi aldım. Kosova da 1 yıl önce kurduğum Perşembe akşamı bisikletçileri yıl dönümü olması ve yeğenlerimin beni ziyaretine gelmesi nedeni ile Ocak ayında yeğenlerle birlikte Kosova’ya gittim. Hem PAB Prizren’de 1. yaşını kutladım hem de Kosova bisiklet tur programı yaptım 2 ay boyunca.

İzmir’e döner dönmez daha 3 gün oldu ki Az bilinen antik kentler turu için keşif yapılacaktı hafta sonu. Yıl sonundan önce aldığım Kıytırık ismini verdiğim römorku da test edecektim. Aldığımdan beri de kullanmadım Kıytırığı. Bakalım nasıl olacak deyip bisiklete takınca arka tekerlek römorkun çatalına değiyordu. Bacanağın çalıştığı atölyede değen yeri biraz ezdik. Tekerlek ile çatal arası çok az mesafe vardı. Şimdilik idare ederim diyerek 2 günlük keşif turuna çıktım. Kıytırıkta fazla eşya da yoktu, çadır, uyku tulumu ve mat. İlk başlarda iyi gidiyordu ve kullanışı rahattı römork ile birlikte. Benim sol ayağım sağ ayağımdan daha kuvvetlidir. Topa da daha çok sol ayakla vururum. Çandarlı dikili arası yokuşlar başlayınca sola göre daha zayıf olan sağ dizim ağırmaya başladı. Ertesi gün dizimde ağrı şiddetlendi. Eyvah bakalım ne olacak bu ağrının sonu.

Bu yıl Çanakkale şehitlere saygı turu biraz bisiklet camiasında tartışmalara neden oldu. Valilik bir şirkete vermiş organizasyonu. İşin içine şirket te girince bir gece çadır ve sabah kahvaltısı için 65 TL isteyince tartışmalar büyüdü. Bu tartışmalara girmedim ama Gelibolu dan Hüseyin Şahin ben turu yaparım hem de düşük bir maliyetle diyerek işe soyundu. Bizde tura yardım için görev alacaktık. Hüseyin Şahin ile birlikte Gelibolulu olan Şafak Omaç birlikte gidilecek yolları keşfetti. Bizler de Az bilinen antik kentler tur düzenleyicileri olarak grubu sağ salim şehitlikleri dolaştıracaktık.

Az bilinen antik kentler turu için yaptığımız keşiften dönerken yolda bizim Dengesiz İrfan ve Tamam ile karşılaştık. Onlar erkenden Çanakkale yolunu tutmuşlar. Eh yolcu ettik onları, Gelibolu da buluşuruz dedik. Eve döndük keşif turundan ama dizim ağrımaya devam ediyor. Ertesi gün de yarımada projesi olan Efes Mimas bisiklet yolu için keşif turu yapılacaktı. Dizimin ağrıması nedeniyle katılmaktan vaz geçtim. Salı günü yola çıkmam gerek Gelibolu’ya doğru. Bir gün dinlendim, sıcak su ile dizimi masaj yaptım gün boyu. Bu arada Gelibolu’ya nasıl gideceğim diye karar vermeye çalışıyorum. Bir taraftan da dizde ağrı var.

Akşamdan hazırlığımı yapıyorum, Kıytırığa ve bagaj çantalarıma eşyalarımı yerleştirdim. Kıytırık olunca yerim çok genişledi. Salı sabah yola çıktım, artık kervan yolda düzülür deyip. İlk önce Alsancak metro istasyonuna gideceğim.

İşte bisikletim KUZ ve Kıytırık. Güzel bir ikili oluşturdular. Arkası deniz, hava parçalı bulutlu.

20150317_092717

Metroya biniş saati olan 09:30 da istasyona girerek trenin gelmesini bekliyorum. Güvenlikçi arkadaş beni böyle görünce ilgisini çekti ve başladık muhabbet etmeyen. İlk önce nereden geliyorsun ile başlayan sohbet resim çekilmeye kadar gitti. Kıytırık pratik çıkarılıp takılıyor, tren gelmeden çıkarıyorum. Güvenlikçi beni, KUZ’u ve kıytırığı çekiyor istasyonda.

20150317_094849

Tren geldikten sonra kıytırık ve KUZ’u yerleştiriyorum ilk vagona. Aliağa’ya doğru gitmeye başladık. Giderken İrfan aradı telefonla. Hava çok rüzgarlı, tam da karşıdan esiyormuş. Ayvalık tan çıkmışlar yola yavaş ilerlediklerini söyledi İrfan. Bana otobüsle Akçaya gel orada buluşalım deyince aklıma yattı bu fikir. Hem diz ağrım biraz daha dinlenmiş olur hem de rüzgara karşı zorlanırdım açıkçası. Bu arada 2 gün kazanmış oluyorum. Aliağa da metrodan inip otobüslerin kalktığı durağa geldim. Gerçekten de İrfanın dediği gibi rüzgar şiddetli esmekte. İmkanı yok kıytırıkla gidemem. Otobüse kıytırıkla birlikte KUZ da yerini alıyor. İzmir Akçay otobüsü de boş, birkaç kişi var ve bagajlar bomboş. Otobüs boş olunca dolmuş gibi her elini kaldıranı alıyor. Yolda binenlerin çoğu Ayvalık ta iniyor, otobüs yine boş. Otobüsün boş koltuklarını çekiyorum.

20150317_125447

Otobüs Akçaya vardı bile, 3 saate yakın yolculuk sürdü. Kuz ve kıytırığı bagajdan indirip bisiklete taktıktan sonra İrfan ile buluşacağımız sahile doğru gittim. İrfan ve Tamam da bir tıra binerek Akçay’a doğru geldiklerini telefonla öğrendim. Kıytırık, KUZ ve deniz. Kıytırık’ın arkasında iki çubukta üçgen flama var, biri turuncu, diğeri sarı renkte.

20150317_134150

Beklediğim yerde lokanta var, öğle yemeğini yiyeceğiz İrfan ve Tamam gelince. Kuz park halinde.

20150317_134206

Beklemem uzun sürmedi, İrfan ve Tamam yanıma gelince birisine resmimizi çekmesini rica ediyoruz. O da çekiyor üç dengesizi birden bisikletlerimizle birlikte.

20150317_135754

Yemeği yedikten sonra yola çıkma zamanı deyip çıkıyoruz birlikte. Ana yolda bir süre gittikten sonra 1.5 Kilometre az yukarda olan Tahtakuşlar köyündeki müzeye gidelim diye karar verdik. Tahtakuşlar köyüne doğru tırmanmaya başladık. Tamam ile İrfan önde, zeytinlikler arasında gidiyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150317_152141

Tahtakuşlar köy girişinde bulunan müzeye yokuş ta olsa kısa bir sürede vardık. Tabelada; Tahtakuşlar köyüne hoşgeldiniz. Atatürkçü düşünce derneği, Güre şubesi yazılmış.

20150317_153003

Müzeye geldik ama müze kapalı, o yüzden gezemiyoruz. İrfan ve bisikletlerimiz müze önünde.

20150317_153207

Müzenin altında hediyelik eşya satan dükkanı geziyoruz. Madem geldik bir şeyler görmemiz gerek. Takılar, bileklikler, zincirler, incik boncuk dolu raflar. Benim pek merakım olmadığı için bir şey satın almıyorum. Sadece birer soda içmekle yetindik.

20150317_153325

Özel Alibey KUDAR Etnografya müzesini kuran ve işleten Alibey KUDAR emekli bir köy öğretmeni. Köy Enstitü mezunu olan Alibey emekli olduktan sonra ilk özel Etnografya müzesini kuran kişi. Bir çok tarih – kültür araştırmaları kitabı yayınlamış. Müzenin kültür araştırma dizi yayınlarından “Doğadan Seçme Bilgiler” kitabını imzalatıyorum.

20150317_153840

Tahtakuşlar köyünden iniş çıktığımızdan daha kısa bir sürede iniyoruz ana yola. Bir süre ana yolda ilerledikten sonra hava kararmadan kamp atalım diye karar verdik. Her zaman kaldığımız Altınoluk deniz kıyısında bulunan otelin yanındaki kumsala vardık. Zaman geçirmeden çadırları kurup eşyaları içine yerleştiriyoruz.

20150317_171721_HDR

Akşam yemeğini yapıp yedikten sonra mekanı işleten Hüseyin ve ailesi ile yanan kuzinenin başında oturup çayları içiyoruz bir güzel. Hüseyin ve eşi burada kalıyor sürekli olarak. Oğlu, gelini ve torunu akşam oturmaya gelmiş. Eh biz de onlarla birlikte çay, muhabbet iyi zaman geçirdik. Buralarda gece havalar daha soğuk İzmir’e göre. Kuzine de zeytin odunu yanıyor gürül gürül. Üstünde çaydanlık, çay demlenmiş, sıcak sohbet demli çay ile beraber içimiz ısınıyor.

20150317_192311_HDR

Fazla geç olmadan Hüseyin ve ailesine teşekkür edip çadırlara giriyoruz ama dışarısı epey soğuk. İrfan’ın çadırına girip bir süre sohbet ettik. Uzun süredir görüşmedik, birbirimize anlatacaklarımız çok. Hazır muhabbet koyulaşınca birer kahve içelim diyerek kahve pişirip muhabbete kattık. Çadırın içinde üç kişi elçek resim çekiyorum.

20150317_195347_HDR

Muhabbet bitmiyor, ben fazla yol yapmadım, o yüzden yorgun değilim. Sadece sağ dizimde ağrı devam ediyor. İrfan ve Tamam Ayvalık’tan çıktıklarından sonra rüzgar epey yormuş ikisini de. Uykumuz gelince kaçırmadan yatmalı diyerek yatıyoruz kendi çadırımızda.

Bu gün yaptığım yol toplam 34 kilometre civarında.

Yaptığım yolun haritaları aşağıda

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 9. Gün Dönüş

8 Eylül 2014 Pazartesi

Keşan – Bolayır – Gelibolu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Önce bir insan durur

sonra bir sokak

derken bir semt

ve bir şehir

bir bakmışsınız

paldır küldür yıkılır

bütün bulutlar”

(a.ilhan)

 

Öne çıkmış olan görsel, hava kararmaya yüz tutmuş, Marmara denizinin üstünde dolunay aydınlatıyor denizi. Bolayır sırtlarındayız.

 

Dün bisiklet ve çamur beni epey yormuştu. Güzel ve derin bir uyku uyudum sabaha kadar. Saatim sabah 07:00 de çalmasına rağmen biraz tembellik yapıyorum bu sabah. 8 de kalkıp çadırımdan dışarı çıkıyorum. Parkta ki kuşlar güzel bir günün habercisi olarak cıvıldaşıp duruyor. Bir süre kuşların cıvıltılarını dinliyorum. Festival bitmişti ve yeni bir macera başlayacaktı bu gün. Eve dönüş başlıyor ve nereden nasıl gidecektim belli değil. Artık “Kervan yolda düzülür” diyecektim. Yanımda Antalya dan gelen İlkay ve Kosova dan gelen Yaşar yol arkadaşlarım olacaktı. Belki Şafak ile Gelibolu da karşılaşıp beraber de gidebilirdik. Bakalım yol bize ne gösterecek.

GülAyşe fırından bir sürü gevrek, simit, poğaça ne varsa almış gelmiş. Toplam 5 kişiyiz, fırını komple getirmenin anlamı yok. Aç kalmayalım diye biraz abartmış gibi. Neyse kahvaltı masasını hazırlayıp aç kurtlar gibi çatal, kaşık elimizde bekliyoruz çayın demlenmesini Rahman Karataş ile. Benim elimde tahta kaşık ve çatal var. Rahman’ın elinde demir çatal – kaşık bir arada.

10444342_10152673757573559_4803321019224593815_n

Rahman’da bulunan benzin ocağını kullandık çayı demlerken. Benzin lpg ocağa göre daha çabuk kaynatıyor çay suyunu. Piknik masasında 5 kişiyiz, Rahman, ben, Yaşar, İlkay ve GülAyşe.

10641138_10152673757058559_4683509847050411965_n

Güzel bir havada, güzel bir ortamda, güzel insanlarla mutluluğu yakalıyoruz şairin dediği gibi. Acele etmeden, yavaşça, sohbet ederek, sindire sindire kahvaltıyı yaptık. Masada; ben, Yaşar, İlkay ve GülAyşe var.

080920148250

Elinde güzel makine olunca sanatçılık ortaya çıkıyor. İlginç, değişik, şimdiye kadar çekilmemiş, illa ben çekeceğim, anı çekmek için şekilden şekle giren Rahman. Bazen bankın üzerine çıkarak resimler çekmeye başladı. Gerçi çektiği resimleri henüz göremedim ama ne yapalım çeksin bakalım, Allah çektirmesin. Alttan Rahman’ı fotoğraf makinesi ile resim çekerken ben de onu çekiyorum.

080920148251

Muhteşem kahvaltının ardından toparlanmaya başladık, ipte kuruyan eşyaları çantalara katlanıp kondu. Ön arka çantalar yerine takıldı, içine diğer eşyalar konulduktan sonra mat dürüldü, uyku tulumu torbasına sığacak kadar küçültülüp sığdırıldı. Ardından çadır söküldükten sonra bir güzel katlanıp torbasına yerleştirildi. Uyku tulumu, mat ve çadır arka bagajın üstüne konulup kancalı lastik ile sıkıca bağlandıktan sonra yola çıkmaya hazırım. Diğer arkadaşlar da hazırlandıktan sonra parkın dışında muhteşem dörtlü pozu verdik GülAyşe’ye. Park önünde, ben, Rahman, Yaşar ve İlkay. Parkın kapısında Mehmet Gemici cennet parkı yazılmış

Yollar bizim… diyerek kollarımızı kaldırıyoruz.

1501396_805147452870923_1329128817325903180_o

GülAyşe rehberliğinde Hakan Eşme’nin iş yerine gelerek hem festivalin bitişini kutlamak için hem de vedalaşmak için uğradık. İşyeri daracık bir merdivenden yukarı çıkıp ofisine girdik. Elbette ziyaretlerin vazgeçilmezi misafirlere çay ikram edildi.

10672289_10152673758803559_4212442376738348405_n

Çaylar içildikten sonra hep beraber DOÇEK derneğinin lokaline geldik. Kirası ucuz olsun diye ara sokakta bir yerlerde tutulmuş. Hakan bize birer tişört hediye ediyor derneğin. Hep beraber coşkuyu vererek resim çekildik bir DOÇEK anısı olarak. Hakan, Yaşar, GülAyşe, Rahman, ben ve İlkay.

080920148254

Dün aldığım bez ayakkabının arka kısmı, dikiş yerinden sökülmeye başladı bile. Dernek lokaline gelirken gördüğüm ayakkabı tamircisine gelerek ayakkabımın sökülen yerini diktirerek rahatladım. Eee ucuz etin yahnisi yavan olur derler ya işte öyle. Bakalım eve kadar götürecek mi bez ayakkabılar. Ayakkabı tamircisini tezgahının başında ayakkabımı tamir ederken.

080920148252

Ayakkabı tamircisinden lokale geri döndüm. Arkadaşlar içeride beni bekliyorlardı. Bisikletim KUZ park halinde lokal önünde.

080920148253

Ben geldikten sonra yola çıkmağa hazırız deyip GülAyşe’ye bir poz daha veriyoruz birlikte. Rahman İstanbul’a gidecek. Yolumuz burada ayrılıyor. İlkay, Yaşar ve ben İzmir’e kadar beraber gideceğiz. Hakan, ben, İlkay ve Yaşar eller omuzda. Rahman eli ile zafer işareti yapmış.

10608247_805147522870916_3463891203384830683_o

Arkadaşlarla vedalaşma seremonisinin ardından üçümüz ara sokaklardan yola çıktık. İlk önce ana yola çıkmamız gerek. Arkamızdan GülAyşe bizi çekmiş giderken.

10580943_805147709537564_2568536192985181828_o

Ana yola kısa sürede çıkıp normal tempoda yeşil tarlaları seyrederek yolculuğumuz başladı.

080920148255

Neredeyse öğlen oldu Keşan dan ayrılmamız. Kaymak gibi asfaltta tempoyu biraz artırmak gerek deyip asılıyoruz pedallara. Elçek ile kendimi ve arkadaki Yaşar ve İlkay’ı çekiyorum.

080920148257

Festivalin şamatası, telaşı, yeni arkadaşları, eski dostları hepsi geride kaldı. Yolun, yolculuğun sessizliği başladı. Yolda olmak başka bir şey. Sanki yeni yaşama doğru gidiyorum. Önümde yol boş, araç yok.

080920148258

Güneş enerjisi ile dolan feneri lastiklerle direksiyona bağlayıp şarj olacak yolda giderken. Gece fener olarak kullanıyorum. Nasıl olsa güneş bedava. Haliyle şarj da bedava oluyor. Yanında da ön aydınlatma feneri takılı.

080920148259

Arada bir durup nefes almak gerek. Hazır durmuşken Yaşar’ın bir resmini çekeyim dedim, o da pozunu bisikleti ile verdi. Koru dağlarını tırmanmaya başladık. Bulutlar toplanmaya başladı, belki yolda yakalar belli mi olur.

080920148260

Koru dağı zirvesine çıktıktan sonra tam inişe geçerken hava değişti. Birden yağmur başladı, hemen çöp torbalarını ile çantalarımı koruma altına aldım. Yağmurluğu da üzerime giyip inişe devam ettik. Gerçi yağmur fazla sürmedi, öyle bir yağıp geçti üzerimizden. Çay içmek için dinlenme tesislerine karşıdan karşıya geçerken.

080920148261

Yokuş aşağı olunca iniş te çabuk oluyor Koru dağlarından. Gelibolu’ya az kaldı. Gelibolu da ki Selim ile telefonla görüşüyorum bu arada. Gelibolu’ya az kaldı dedim. Şafak ile de telefonlaşıyorum bu arada. O da bizi beklememiş yola çıkmış Gelibolu dan Bizden 50 Kilometre önde. Bana yarımadanın köylerini dolaşarak Eceabat tan Çanakkale’ye geçecek. Belki yakalarız seni dedim. Tabelada; Gelibolu 26, Eceabat 68, Çanakkale 78 Kilometre yazılmış.

080920148262

Bazı yerlerde yol yapım çalışmaları dolayısı ile trafiğe kapatılmış durumda. Duble yapılmış yolu son kat asfalt atılmış, yer çizgileri çizilmiş. Ufak tefek işleri henüz bitmediğinden trafiğe açılmamış yola geçerek bir süre böyle gidiyoruz istediğim şeritte. Bir daha zor gideriz sol şeritte bisikletle. Yaşar’ı çekiyorum bisikletin üzerinde, hem de sol şeritte.

080920148263

İlkay’ı da çekiyorum bisikletinin üzerinde.

080920148264

Yaşar İlkay ve beni çekiyor yan yana bisiklet sürerken.

080920148265

Bolayır’a vardık, karnımız da acıktı. Bolayır da 2 Kilometre kadar yukarıda. Mecbur çıkacağız yemek işi için. Hem Namık Kemal hem de Gazi Süleyman Paşa türbesini ziyaret ederiz. Gerçi ben daha önce ziyaret etmiştim. Yaşar daha önce hiç gelmemiş buralara. İlkay da ilk defa geliyor Bolayır tarafına. Onların görmesi gerek.

080920148267

İlk önce bir lokantada yemeği yiyoruz, ardından mezarların olduğu yere geliyoruz. Katran ağaçları parkı süslüyor yeşil olarak.

080920148268

İlk önce Gazi Süleyman Paşa türbesini ziyaret ediyoruz.

080920148269

Ardından Vatan Şairi Namık Kemal’in mezarını ziyaret ediyoruz.

080920148270

Bolayır yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş şirin, küçük bir kasaba. Etrafa hakim bir tepe olması dolayısı ile manzaranın seyrine doyum olmuyor. Bir süre de olsa Saroz körfezinin güzelliğini seyre daldık. Buralara da yağmur yağıp geçmiş, hava şu an açık.

080920148271

Buradan Çanakkale boğaz girişi görünüyor.

080920148272

Ziyareti bitirip yola çıkacağız, kahvede bizi gören biri bize bu yolu devam edin Gelibolu’ya çıkarsınız. Eski İstanbul yolu olduğunu, sadece yol biraz bakımsızlıktan bozuk olduğunu söylüyor. Hem araç ta geçmiyor bu yoldan. Biz de eski yoldan gitmeye karar vererek yola çıktık. Yol tam Gelibolu yarımadasının başladığı yer olan Bolayır dan itibaren sırt üzerinde gidiyor. İki yan da manzaralı ve bize göre tam istediğimiz bir yol.

080920148274

Trakya’nın en önemli ürünü Ay çiçeği, tarlada olgunlaşmış toplanmayı bekliyorlar. Başı öne eğik, öylece mahzun durumda.

080920148276

Bazı tarladaki ürünler toplanmış.

080920148277

Saroz körfezinin ucunda, Ege denizinde güneş batmak üzere. İşte burada öyle bir an yakaladık ki her zaman denk gelmez. Güneş batıda ufukta alçalmakta. Doğuda ise Ay yeni doğmuş. Güneş batarken çekiyorum sağ tarafımdan.

080920148278

Biz de Gelibolu yarım adasının sırtında her iki yönü de rahatça görüyoruz. Doğuda Marmara denizi üzerinde Ay yeni doğmuş, henüz yükselmekte. İşin ilginç yanı bu gün dolunay. Tepsi gibi büyük olan ay muhteşem görünüyor gümüş renkli ışıltılarıyla. Bu anı dakikalarca seyrediyorum  ve kendimi çok şanslı hissettim birden bire. Güneş batı ufkunda, Dolunay doğu ufkunda. Batıda Ege denizi, Doğuda Marmara denizi. İki ayrı deniz, iki ayrı gök cismi, biri bize hayat veren yıldız, birisi de o yıldızın gezegeninin uydusu. İkisi de 180 derecede bana göre ve ben de yüksek bir tepeden bu olaya şahit oluyorum. Acaba bu durum ne kadar zamanda bir oluyor? Gerçekten kendimi şanslı hissediyorum. Normal yoldan, ana yoldan gitseydim bu durumu yaşayamazdım. Tesadüfler beni doğada erişilmeyecek anlara şahit olmama neden oluyor.

080920148279

Bu anı dakikalarca seyredip durduk, güneş bir süre sonra battı. Gecenin kraliçesi Dolunayın ışıkları gün kararırken daha da artıyor. Dolunayın yükselişini seyrediyoruz bir süre daha. Bisikletler park halinde ayçiçeği tarlası yanında.

080920148280

Digital zoom ile yakınlaştırıyorum Ayı. Ay parlak ışıkları ve dolunay olması nedeni ile gökyüzü biraz mavi gözüküyor.

080920148283

Ay iyice yükseldi, hava da karardı. Marmara denizine vuran ayın şavkı gümüş – altın bir yansıması gözler önüne seriliyor. Ayın büyüleyici ışığı dünyayı kapladı. Hayali bir dünya çıkıyor ortaya, tüm çirkinliklerin üzeri örtülerek ay ışığının büyüsü ile her şey güzelleşiyor gözümüze.

080920148286

Artık inişe başladık, Tüm Gelibolu ve Çanakkale boğaz girişi için kurulmuş olan baz istasyonunun önünden geçerken ağaçlı yolun arasından ayın muhteşem görüntüsü karşıma çıkıyor birden bire. Ben de bu anı çekiyorum.

080920148288

İnişe başladıktan sonra ışıkları yakıyoruz bisiklet üzerindeki. Yol ayın ışığında gündüzmüş gibi görünüyor. Bir ara Yaşar geride kaldı ve durdu, ne oldu diyerek bekledik bir süre. Yanımıza gelince anladık ki tekerlekleri çamurla dolmuş. Gündüz yağan yağmur yerdeki toprakları yumuşatmış. Yaşar’ın lastikleri dağ lastiği olduğu için çamurları toplamaya başlamış yerden. Yoldaki asfaltın büyük bir bölümü yok olmuş. Toprak olan yerler daha çok. Biraz daha aşağıda sağımızda boru döşenmiş ve taze toprak ıslanıp yola yayılmış durumda. Bu kez bizi de çamur tutmaya başladı. Öyle bir hal aldı ki dünkü olayı tekrar yaşamaya başladık. Yeni yapılan toprak harfiyatının artıkları yağmurun etkisi ile sakız gibi olmuş. Yapışkan çamur bizi bırakmıyor yine. 10 Metre gidip çamurları temizlemekten yorulmaya başladık. Böyle çamurla mücadele ederken Selim beni arıyor telefonla. Neredesiniz diyor, ben de Bolayır’dan, eski İstanbul yolundan geldiğimizi, inişe geçtiğimiz sırada çamura battığımızı anlatıyorum. Hemen gelip bizi kurtarmasını söyledim. Selim de merek edip karşılamak için ta Bolayır’a kadar gelmiş, bizi bulamayınca Gelibolu’ya geri gelip telefonla aradı. Biz Selim gelesiye kadar çamurla mücadele ederek inmeye çalıştık. Asfalt yola 500 metre kala Selim arabası ile geldi. Bisikletteki tüm çantaları arabaya verdikten sonra Boş bisikletle çamurları yara yara çıkıp asfalta ulaştık.

Daha önce kaldığım yere giderek arabadan eşyaları alarak çadırları kurduk. Kafeteryada yarım ekmek kokoreç mideme nasıl indi anlamadım bir bira ile. İki gün çamurla uğraşmak yıpratmıştı, yolda böyle olur diyerek moralimizi bozmaya gerek yok. Selime teşekkür ettik bizi çamurdan kurtardığı için. Ayrıca yediğimizin hesabını da bize ödetmedi. Sağ ol var ol Selim, borcumuzu nasıl ödeyeceğim bilemiyorum. Saat 12’ye doğru Selim evine gitti. Ben de deniz şortumu giyerek şöyle bir deniz duşu alayım diyerek denize girip üzerimdeki teri attım. Bu duş iyi geldi doğrusu. Kurulanıp eşofmanlarımı giyerek çadıra güzel bir uyku çekmek için arkadaşlara iyi geceler dedim. Çadıra girip yatıyorum.

Bu gün yaklaşık olarak 70 Kilometre civarında yol yaptık.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc