Kategori arşivi: Bisiklet ve Donanımları

Bay-Kuş

Bay-Kuş

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Annem çocukluğumda masal anlatırdı, güzel masallar. Anlamlı, ders verici öğütler barındıran masallar. Anlatırken sanki o masalın içinde yaşıyormuşuz gibi olur, dikkatlice dinlerdik.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde

Develer tellal iken

Pireler berber iken

Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken

Az gittim uz gittim.

Dere tepe düz gittim.

Çayır çimen geçerek,

 Lâle sümbül biçerek;

soğuk sular içerek,

ayla ayla bir güz gittim.

Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim?

Gide-gide bir arpa boyu gitmemiş miyim?

Anonim

 

Masalları ve masal anlatmasını babasından öğrenmişti Annem. Dedem Sıtkı bizlere karlı, soğuk kış gecelerinde uzun masallar anlatırdı. Masal dinlerken uyuyup kalırdık yatağımızda. İşte Annemin anlattığı masallardan birisi de BayKuş masalı;

Az ötede, buz ötede, bir arpa boyu yol ötede engin yeşillikleri olan orman varmış. Bu ormanda bir çok ağaç, bir çok hayvan yaşarmış. Ormanın içinden çay akar. Bu çaydan akan sular temiz, berrak bir o kadar soğuk olur. Çay ormana hayat verip ulaşırmış denize doğru. Ağaçların köklerine su sağlar durur, orman sürekli yeşil deniz gibi görünürmüş. Hayvanlar da su içerken yüzlerinin yansımasını görürlermiş. Ormanda yaşam olduğu gibi çayın suyunda da ayrı bir yaşam varmış. Balıklar, böcekler ve su bitkileri çayın bereketinden nasibini alırlarmış.

İşte bu ormanda bir Baykuş yaşarmış. Bu baykuş sürekli ormanı dolaşır yiyecek arar dururmuş. Sadece kendisi için değil, diğer hayvanlar içinde yiyecek bir şeyler arayıp dururmuş. Ormanda gördüğü her yiyeceği torbasına kor, akşama kadar biriktirir sonra da hayvanların yavrularına dağıtırmış yiyecekleri. Kendi yavrularınla beraber hepsinin karnını doyururmuş. Torbası da küçük görünse de o kadar çok yiyecek alırmış ki görenler şaşırırmış bu kadar yiyecek nasıl sığar bu torbaya. Torba bu ne yapsın ki? İçine bir şeyler kondukça sanki konmamış gibi dururmuş. Torbayı her gün taşımak zor gelirmiş ama yavrular yiyecek bekler. Akşam yuvasına gelince tüm yavrular hep bir ağızdan “Karnım aç, karnım aç” diye avazı çıktığı kadar bağırır durularmış. BayKuş’un yüreği buna dayanmaz Böylece hayvanların yavruları aç kalmazmış ormanda.

Günlerden bir gün ormana bir haber gelir. Tüm kuşlar padişah Süleyman’ın sarayında toplanacak. Neymiş padişah Süleyman kuşların kemiğinden karısı Belkıs için saray yaptıracak. Emir büyük yerden, ne de olsa kuşların padişahı. Astığı astık, kestiği kestik. Ormandaki kuşlar emre uyarak saraya gitmişler. Bir tek BayKuş gitmemiş. Nasıl gitsin ki! yavruları kim doyuracak, o padişah mı? “Yok canım yavrular her gün aç, yiyecek bekler” diyerek gitmemiş. Padişah Süleyman bir defa daha çağırtmış Baykuş’u. Baykuş bakmış ki koca padişah çağırıyor, yoksa kelle gidecek. Mecburen yanına varmış.

Padişah; “Neden emrime uymazsın” demiş.

BayKuş ; “Yavrularım var, hem diğer hayvanların yavrularını kim doyuracak? Sen doyurabilir misin ki?”

Padişah bakmış BayKuş haklı ve çok akıllı. İçinden  “Kurnazlık yapayım, bir şekilde onu alt edeyim” diye düşünmüş.

Padişah BayKuş’a sormuş; “Söyle bakalım dünyada kadın mı çok, erkek mi çok? Bilemezsen kellen gider, kemiklerini de sarayda kullanırım.”

Baykuş cevap vermiş; “Kadın çoktur.”

“Neden kadın çoktur?” diye sormuş Padişah

“Senin gibi kadın sözüne gidenler de kadından sayıldığından kadınlar çoktur. Neden kuşların kemiklerinden saray yaptırıyorsun? Yazık değil mi bunca kuşun canına. Sen hiç Allahtan korkmaz mısın? Bütün kuşları bir kadın için telef edeceksin. Alacaksan bir canım var, alabilirsin ama unutma aç kalan yavruların günahı boynuna” diye cevap vermiş ve boynunu uzatmış.

Birden padişahın içine Allah korkusu girmiş. Aklına aç kalacak yavrular gelmiş. Utancından günlerce ağlamış, ağlamış. Göz yaşları yere düşünce yerde çimenler fışkırmış. O günden sonra Dünyayı yeşil çimenler kaplamış. Padişah Süleyman Baykuş’a teşekkür edip büyük bir hatayı düzelttiği için.

Tüm kuşlara “Evinize dönebilirsiniz diyerek” göndermiş. Sonra da Baykuş’a demiş ki; “Koca Kafa sana günde üç serçe pay veriyorum. Bu her gün senin ayağına gelecek. Böylece yavruların aç kalmasın” O günden bu güne her gün BayKuş’a kısmet olarak üç serçe gelir, o birini yer, diğer ikisini yavrularınla beraber diğer çocuklara pay ederek dağıtırmış. Böylece her gün yiyecek peşinden koşup yorulmasına gerek kalmamış.

Ah rahmetli anam nur içinde yat.

2010 Yılından beri tur yaparım yollarda. Bir çok yere bisikletimle, kendi gücümü kullanarak belirlediğim hedefe ulaştım. Yoruldum, terledim yokuşları çıkarken. Zirveye çıkınınca tüm yorgunluğum bir yudum su ile bitiyor. Zirveden manzarayı izleyince mutlu oluyorum. Yüzüme vuran rüzgar beni daha çok motive ediyor hayallerime ulaşmak için. Bazen en güzel yerde, en güzel manzarayı izleyerek geniş ufukları yaşıyorum bir kahve eşliğinde. Türkiye’nin bir çok yerine gittim bisikletimle. Bir çok yer gördüm. Giderken yolda yiyecek peşinde olan karıncayı bile görüyorum. Karıncayı ezmemek için gidonu çevirip yanından geçiyorum. Ne de olsa o da bir can.

Karıncayı görüyorum ya yolda giderken haliyle paralar da gözüme ilişiyor. Parayı alıp cebime koymuyorum. Neden derseniz parayı alıp cebime koyunca daha çok para kaybediyorum. O yüzden almadan geçiyorum paranın yanından. Geçmiş yıllarda Ferdimen ile tura çıktık, bayağı uzun bir tur. Mersin’e kadar yolumuz var. Turun daha ilk günlerinde yolda bir Lira görüyorum, arkadaşım Ferdi Kızıl, kahramanımız nam-ı diğer Ferdimen durup parayı alıyor yerden. Bana; “Niye almıyorsun?” diye soruyor. Ben de gereken cevabı veriyorum. Ferdimen parayı çantasından çıkardığı para kesesine koydu. Sonra dönüp bana dedi ki;

“Urimbaba yolda bulduğun parayı al, böyle bir keseye koy. Böylece paralar birikir. Köyün birinden geçerken mola verince başına meraklı çocuklar toplanır. İlk defa bisikletiyle tur yapan birini görmüşlerdir. Sana sorular sorarlar. Sen onlara usulca doğru cevaplar ver, merakta bırakma çocukları. Sonra çocukları bakkala götür. Ne isterlerse alabilirsiniz de çocuklara. Birer dondurma, gazoz, bisküvi, top. Ne kadar tutacak ki? Çocuklar istediklerini alıp çekilince keseyi çıkarıp yolda bulduğun paraları rahatça bakkal amcaya ver, hesabı öde. Hem sen vicdanen mutlu olursun hem de çocuklar mutlu olur. Ben böyle yapıyorum.”

Düşündüm, iyi bir fikir, ben de bir kese alıp yolda bulduğum paraları alıp kesede biriktirebilirim. Sonra da çocuklara bir şeyler ısmarlarım. Çocukları sevindirmek güzel bir şey.

Suyun Kaynağına Yolculuk turu yapıyoruz, İlk turumuz bu konuda. Küçük Menderes nehri temiz aksın etkinliği. İlk gün akşamında Tire de konakladık. Ertesi gün meşhur Tire Salı pazarı kuruluyor. Pazarda dolaşırken keçe yapan bir dükkana girdik. Burada keçe yapımı yapılıyor hala. Dükkanda keçeden yapılmış keseyi görünce hemen alıyorum iki tane. Birini bana bu fikri aşılayan Ferdimen’e vereceğim. Kendime seçtiğim kesede BayKuş işlenmiş. Rafta BayKuş desenli olan keseyi görünce anamın anlattığı BayKuş masalı geldi aklıma. Büyük bir isabet oldu, tam aradığım bir şey. Artık yolda bulduğum paraları koyacak bir keseye sahibim.

Para kesesi, keçeden yapılmış. Ana renk mavi, BayKuş’un tüyleri yeşil. Kocaman gözleri mavi, beyaz üzerine geniş, yuvarlak göz bebekleri. İki yana sarkmış lacivert yanakları. BayKuş mavi çiçekli bir dala konmuş durumda.

IMG_20200628_113302

Babam uzun yıllar çalıştı, geç yaşta emekli olduktan sonra 5 vakit namaza başladı. Emekli olmadan önce namaz kıldığını, camiye gittiğini görmemiştim. Vakit namazlarını kaçırmazdı. Cami ile evimizin arası 300 metre kadar ya var ya yok. Sokağımız hafif eğimli, dik olmayan bir yokuşu var. Hani arabayı birinci vitese alır ağır ağır çıkarsın ya. Bu biraz daha hafifi. Yaz, kış, soğuk sıcak demeden her gün camiye gider gelirdi. Babam yaşamı boyunca çok çile çekti. Bunu bize hissettirmeden çalıştı, çabaladı durdu.

Yugoslavya zamanında, iyi bir işe, iyi bir gelire sahip olmasına rağmen haksızlığa uğradığı bir olay yüzünden Türkiye’ye göç etme kararı aldı. 7 kişilik tüm aileyi ve annemin baktığı 100 yaşını geçmiş annemin anneannesi ile birlikte 8 kişi eşyalarla birlikte göç ettik. 69 yılı Yugoslavya’nın Tito zamanındaki altın çağını yaşıyordu.

Sosyalist Yugoslavya da herkesin bir işi, evi ve ailesi vardı. Ekonomi olarak iyi durumdaydı. Televizyondan buzdolabına kadar her şey vardı evimizde. Babamın işi hastanede sağlık memuru olarak görevini yapıyordu. Türkiye’ye göç ettikten sonra bir şekilde diploması kayboldu ve hademe olarak düşük maaşla çalıştı. Daha ilk sene içinde evimizi yaptı. 1 Yıl boyunca kira ödemedik ama bir televizyona mal olmuştu. Borç, harç içinde emekli olasıya kadar çalıştı durdu. 65 yaşını geçtiği halde bir arkadaşı emekli olabileceğini söyleyince emekli oldu. Zaten borçlarını da bitirmişti ve aldığı az da olsa emekli ikramiyesi onu rahatlatılmıştı.

Camiye gidip gelirken bakkalın başında eksik olmayan çocukları sever, eli ile çocuğun kolunu havaya kaldırıp “Şampiyon şampiyon” diyerek cebinden çıkardığı şekeri ona verir mutlu ederdi. Bu zamanla tüm çocukların babamı camiden dönmesini bekleme oyununa dönmüştü. Ne de olsa ucunda şeker yada çikolata vardı. Emekli maaşını aldı mı çikolata ile ödüllendirirdi çocukları. Diğer günlerde şeker, sakız ile idare ederdi.

Babam çocukları severdi ve mutlu etmesini bilirdi. O yüzden cebinde mutlaka şeker yada sakız taşırdı. Nedense ben hiç hatırlamam beni kucağına alıp sevdiğini yada öptüğünü. Sevgisini belli etmezdi hiç bir zaman. Ben artık büyüdüm ve çoluk çocuğa karıştım. Benim sevilip öpülme çağım çoktan geçmişti. Bu sevgiyi oğluma yapmıştı. Dede – torun iyi anlaşırdı ve biz sakıncalı bulduğumuz şeylerden alır, Kemal Sunal filmleri izlerlerdi birlikte.

Emekli olduktan sonra rahata ulaştı babam ile annem ama annem fazla rahatlık görmeden bu dünyadan göçüp gitti. Babam ise 5 yıl aynı evde yalnız olarak birlikte yaşadık. O da eşine kavuşup huzura erdi. Mekanları cennet olsun. Babamdan bana kalan miras ise çocuklar. Çocukları sevmek ve onları mutlu etmek. Ve çocukluğumu kaybetmemek. Ben de babamdan kalan bu mirası en iyi şekilde değerlendiriyorum. Elimden geldiği kadar onları sevindirmeye çalışıyorum.

Babam “Çocuklar geleceğimizdir, onları sevgiyle ve mutlu ederek hayata başlatmalıyız. Mutsuz bir çocuk kavgacı olur, Dünyaya faydalı olamaz” derdi.

Büyük şair Nazım Hikmet ressam Abidin Dino’ya sorardı şiirinde;

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye.

Koskoca ressam Abidin Dino “Mutluluğun Resmini” yamamadığına göre elbette ben de yapamazdım. Sadece “Mutluluğu Yaşayan” birisi olabilirdim bir resmin içinde, çocuklarla beraber.

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay bisiklet turundan sonra Bursa’ya giderken bir köyde mola vermiştik. Meraklı çocuklar bisikletle tur yapan bizleri görünce etrafımıza toplanmışlardı. Ben de hazır bu kadar çocuk toplandı BayKuş kesemden çocuklara yaz sıcağında birer dondurma ısmarlayayım dedim. Kesede para çok, toplam 14 çocuğa çikolatalı dondurma aldım. Hem de en pahalısından. Ne yapayım Tanrı yolda önüme para çıkarıyor. Ben de onları alıp keseme koyuyorum. Böylece çocukları sevindirmiş oldum. Ne yapayım, babamdan bana kalan miras.

Aşağıdaki resimde 14 çocuk ve aralarında ben. Çocukların elinde çikolatalı dondurma, bir duvarın üstünde poz vermişiz çok mu?

20170507_170911_HDR

Yine bir Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunda bir köyde mola verdik. Etrafımıza meraklı çocuklar toplanınca hemen bakkala birlikte gidiyoruz. Çocuklara;

“Ne istiyorsanız, canınız ne çekiyorsa alın” dedim.

Çocuklar da istedikleri şeyleri aldılar. BayKuş kesemden hesabı ödedim. Çocuklarla birlikte ben de mutlu oluyorum. Hani çok bilmiş büyükler çocuklara sorarlar ya;

“Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye.

Çocukların hemen hemen hepsi doktor, mühendis, mimar gibi cevaplar verirler her zaman. Hiçbirisi ben çöpçü, işçi, amele, garson, muhasebeci olacağım demez. Aslında cevaplarının;

“Mutlu olmak istiyorum” olmasını dilerdim ama çok bilmiş büyükler hep çocuklarına

“Sen büyüyünce doktor, mühendis olacaksın” telkinleri ile şartlandırıyorlar. Hayatları boyunca Mutlu olamamış kişiler çocuklarının doktor yada mühendis olup mutlu olacağını sanıyorlar. Aslında Mutlu olunca her şeye sahip olacağını bilmeden yaşayıp gidiyorlar bu Dünyadan.

Aşağıda 5 çocuk ve üç bisikletçi resim çekiliyoruz. Resim çeken ise kahramanımız Ferdimen.

20180426_154033_HDR

Böylece BayKuş kesemde epey bir para birikti. Yolda gördüğüm tüm paraları alıp keseme koyuyorum. 1 kuruş dahi olsa üşenmeden durup yerden alıyorum. Antalya’da denizin içinde 1 Euro metal para bile buldum. Henüz bozdurmadım, paranın değeri hiç düşmüyor. Gerektiğinde kullanırım. Belli mi olur, yurt dışında bir çocuğu sevindirebilirim. Neden olmasın ki? Yolda sadece demir para bulmadım, kağıt para da buldum. Ayrıca yanımda olan birisi parayı bulunca BayKuş kesemi ve çocukları sevindirdiğimi anlatınca hemen veriyorlar ve kesede yerini alıyor. Bir gün biri 50 Lira buldu yerde, durumu anlatınca çekinmeden bana verdi ve birlikte BayKuş keseye koyduk.

Artık turlarda mutlaka önüme bir köy ve çocuklar çıkıyor. Çocukları sevindirecek kadar zenginim artık. 100 Çocuktan fazla dondurma para birikti kesede.

Aşağıda BaykKuş kese ve bir kısmı metal para, bir kısmı kağıt para. Tedavülde olan tüm metal paralar var. 1 kuruş, 5 kuruş, 10 kuruş, 25 kuruş, 50 kuruş 1 Lira. Kağıt paralardan ise 5 Lira, 10 Lira ve 20 Liralık var sadece. Tedavülden kalkmış 50.000 Liralık bir metal para var. Bir de 1 Euro.

IMG_20200628_113524

Memleketim olan Kosova da henüz Türkiye’ye göç etmeden önce çocuklarla birlikte oynadığımız bir oyun vardı. Çocuklar el ele tutuşur, bir daire olurduk. Avazımız çıktığı kadar bağırırdık;

“Yarın öbürgün

Biz çiçeğe giderdik

Haydi be Urim

Bizimle beraber”

Çocuk olmak güzeldi, hala öyle. İş çocuk kalmakta

Bisiklet Römorku KIYTIRIK

 Kıytırık

)Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bisiklet ve donanımları hakkında merak edilen ve sıkça karşılaştığım sorulardan birisini yazmaya çalışacağım. Edindiğim tecrübelere dayanarak deneyimlerin sonucu bisiklet römorku hakkında bilgiler vereceğim. Yararlı olacağını düşünüyorum;

Römorkum kıytırık.

İnsanın kısmeti ayağına gelirmiş.

İzmir de az biraz ılıman ve kısa soğuk günlerinde, Ocak ayında, öğleden sonra bisikletimle Bornova yönünden eve dönüş yapıyordum. Araç trafiğinden kurtulmuş, Alsancak’ta bisiklet yoluna atmıştım kendimi. Bisiklet yoluna çıkınca aheste aheste kürek çeker gibi pedala basıyordum. Böyle giderken arkamdan gelen bir bisikletli yanıma gelerek; “Merhaba Urim Baba” diye selam verdi. Ben de karşılık olarak; “Merhaba” dedim. İşin gerçeği bana ismimle selam veren kişiyi tanımıyorum. Bu isimleri aklımda tutamama hastalığım yine bana yapacağını yaptı. İsmi bir türlü aklıma gelmediği gibi nerden tanıdığımı da hatırlamıyorum. Neyse sohbet ederek yan yana bisiklet sürüyoruz. O da gideceğim yöne doğru gidiyor. Nasılsın, ne yapıyorsun gibi sözcüklerle başlayan muhabbet birden turlar hakkında konuşmaya geldi. Sonradan öğrendiğim adının Burak olduğunu, kendisinin gemilerde kaptanlık yaptığını anlatıp yaptığı bisiklet turundan bahsetti. Balkanlarda tur yaparak üç, dört gün önce geldiğinden bahsedince ilgimi çekti birden bire. Ne de olsa Balkanlıyız değil mi? Burak ta Balkanlı, Sırbistan’ın Yenipazar bölgesinden. Kosova’ya yakın sayılır. Burak balkanları römorkla dolaşmış. “Zor olmadı mı?” diye sordum. O da “İlk bir kaç gün römork biraz çekiyor kendisine, biraz zorladı ama sonradan bacakların alışıyor ve normal yoluma devam ettim tur boyunca” dedi. İlginçti anlattıkları. Sonra bana “Römorku satıyorum” deyince kısmet ayağıma geldi diyerek ” Ne kadara satıyorsun?”  2015 Yılına göre;  “400 liraya satıyorum” deyince hiç düşünmeden “Ben alırım, yarın getir bir göreyim” dedim. Tam da aradığım bir şey römork, gereksinimim vardı düşündüğüm bir proje için. Ama o proje hayata geçmedi.

Ertesi gün sözleştiğimiz gibi Üçkuyular da buluştuk. Bizim çay ocağında çayları içerken römorku inceledim. Römork tek tekerlekli, bisikletin arka teker miline kendi özel aparatına kolayca takılıyor. Çantası da kocaman ve fermuarlı. Topeak markası yazıyor çantanın üzerinde. Çaylar içildikten sonra pazarlık yapmadan 400 Lirayı verip römorku alıp eve götürdüm. Burak aparatlarını, yedek lastiğini ve kendi yaptığı mil demirlerini vermişti. İçim rahat olarak aldığım römorku tavan arasına kaldırdım hemen. Çünkü memlekete gidiyordum bir kaç gün sonra. Memleketim Kosova, Prizren şehrinde yaklaşık 2 ay gibi kaldıktan sonra eve geldim. Gelir gelmez de iki gün sonra kendi yaptığımız Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu’nun keşfine gidecektik iki günlük. Römorku tavan arasından indirip bisikletin arka tekerine aparatı bağladım ilk önce. Sonra römorku da taktım ama o da ne bağlantı maşası tekerlek lastiğine değiyordu. Yola da çıkmam gerekti. Bağlantı maşasını yatırıp çekiçle biraz takoz altında yanaştırıp lastikten az uzaklaştırdım. Fazla zaman geçirmeden yola çıktım. Hedef şimdilik Alsancak izban istasyonu. İzbana binip Aliağa’ya trenle gideceğiz. Arkadaşlarla Aliağa’da buluşacağız.

Alsancak iskele önündeki belediyenin koyduğu İzmir yazan yazı önündeyim. Arkada yürüyüş yolu ve çimler. Bir tane ağaç, henüz kış olduğundan yapraklar çıkmamış. İzmir yazısının önünde bisikletim KUZ ve takılı römork.

140320158828

Römork ile yapacağım ilk tur olacaktı. İki gün olarak planladığımız turda daha ilk gün Aliağa’dan Çandarlı’ya kadar sorunsuz geldim. Çandarlı’dan sonra deniz kıyısında yokuşlar başladı. Yokuşta biraz zorlanınca sağ dizime bir ağrı girdi ve artarak devam etti yol boyunca. Benim sol ayağım sağ ayağıma göre daha kuvvetli. Yani top oynarken sol ayağımla vururum her zaman. Kısaca solağım ayakta. Sağ ayağım daha zayıf olunca zorlanmada sağ dizim ağrımaya başladı. Ertesi gün de ağrı devam etti ve eve döndüm. Sağ dizime sıcak su ile masaj yaptım bir süre. Ertesi gün dinlendim. Sonraki gün Çanakkale’ye doğru pedallayacağım. İlk önce kararsızdım, römorkla mı yoksa römorku takmadan mı gideyim diye. Dizimin ağrısı da devam ediyordu. Sonunda kararımı verdim ve römorku takıp yola devam ettim. Ya gideceğim yada ağrı çok kötü duruma gelirse otobüse atlar geri dönerim. İki gün sorna ağrı geçmeye başladı bisiklet sürerken. Üçüncü gün ağrı tamamen bitmek üzere olduğundan dizimde sorun olmadan Çanakkale, Gelibolu’ya vardım. Sağ ayağımdaki diz bağları tamamen güçlenip sol ayağımla eşitlenmişti. Buna sevindim. Elbette ilk günlerde zorluk çektim ama sonra insan alışıyor ve normal olarak yola devam ettim.

Çanakkale yolunda Asoss civarı küçük bir gölet. İki kişi oturmuş gölet kıyısına, bisikletim KUZ ve kıytırık sağda.

20150318_122242

Artık römorkuma alışmıştım ve hayallerimden biri olan Akdeniz  turuna çıkmaya karar verdim. Bu turda iki festival ve Antalya – Mersin olarak planlamıştım. Bu turda bana eşlik eden Ferdimen ile yola çıktığım ilk gün Konak Saat kulesinin önünde bisikletim ve römorkum sığacak şekilde resim çekiyorum anı olarak. Bakalım bu uzun turda römork bana nasıl davranacak.

20150519_091757

Römork tüm eşyamı alıyor, çadır, uyku tulumu, mat, branda, takım taklavat, yedek malzeme, tencere, tava, ocak, yiyecek, içecek ne varsa hepsi sığıyor. Bana fazlasıyla yer kalıyor. Çanta 100 Litrelik bir hacmi var. Her olasılığa karşı bagaj çantalarını da takıyorum ne olur ne olmaz diye. Yedek malzemeler, takımlar bir çantaya. Diğer çantaya kahve takımları ve ocak. Ayrıca yolda pratik olarak kullanacağım eşyalar da çantalara yerleştiriyorum. Böylece kamp kurarken ve toplarken daha kısa zamanda toparlanıp römorka yerleştirerek zamandan kazanıyorum. Uzun tur yaptığım için bir sürü eşya var yanımda. Konserve ve makarna da dahil. Bir de en önemli eşyalardan birisi güneş paneli. Günlerin çoğu açık ve güneşli. Güneş olunca da telefonu, bataryayı gün boyu yolda giderken şarj ediyorum pratik olarak. Gece de telefonu bataryadan şarj ediyorum ve şarj sorunu ortadan kalkmış oldu. Ayrıca ön tekerleğimde dinamo var. Gerektiğinde ya da güneşin olmadığı bulutlu havalarda ve gece dinamodan şarj olayını halledebilirim. Güneş panelim küçük boyutta; 5 Watt gücünde. Bana yetiyor şarj için. Güneş panelini römorkun üzerine lastikli kancalarla sabitledikten sonra güneş sürekli paneli görüyor. Römorkun arkasında araçların kolayca beni farketmeleri için iki yanda bayrak direği var. Soldakinde sarı, sağdakinde turuncu renkte üçgen bayrak takılı.

20150520_094907

Yolda bir at ile karşılaşıyorum, rengi siyaha yakın. At arabası olur ya benim atımın da arabası var. Bisikletimle çekiyorum at arabası gibi.

20150521_105038

Yolumuz sürekli çıkış ve inişlerle dolu. Akdeniz’e paralel uzanan Toros dağlarını üç kez aşmak zorunda kaldım. Bu bel ilk kez aşılan yer. Rakımı da 1560 metre yazıyor tabelasında. Adı ise; Ali Beli. Daha önce bu kadar yüksekliğe çıkmamıştım. Şimdi römorkumla çıktım. Demek ki dağlar römorkla da aşılırmış. Bunu deneyimledim bu turda.

20150601_125000

Ermenek girişinde bir benzin istasyonunda mola verdik. Elbette kendi kas gücümle gittiğimden yakıt almadım. Yakıtımız su ve yiyecek olunca petrol ürünlerine gerek yok. Ayrıca doğaya da zararlı egzoz gazı da salmıyoruz. Saldığımız doğal gaz, o da kendi üretimim. Buraya kadar da römoküm bana eşlik etti ve sorunsuz yola devam ediyorum.

IMG_0054

Bazı yerler çok dik ve toprak olunca fazla zorlamamak için bisikletten inip yürüyerek ittiriyorum. Böyle yerlerde bacaklar çekmiyor.

IMG_0438

Toros dağlarını ikinci kez aşmaya çalışırken uzun tırmanış daha bitmeden, akşam üzeri artık pilim bitiyor ve kendimi asfalta uzanmış olarak sere serpe yatıyorum. Römorkum ve bisikletim masum, sakin beni bekliyor. Ama tükenmişliği yaşadım. Bunun nedeni aynakoldaki dişli ve arka tekerlekteki en büyük dişli satısı. Aynakolda 24 diş, arka kasette 14 dişli, demek ki böyle uzun yokuşlarda yetmiyor ve aşırı zorluyor. Bunu İzmir’e dönünce değerlendirip dişli oranlarını değiştirmem gerek. Açıkçası römork epey zorladı bu dişli oranlarında.

Bu tur yaklaşık olarak 1750 Kilometre tuttu. Bir çok dağ, tepe, çıkış iniş karşıma çıktı. Bazen ittire kaktıra gittim ama hedefime vardım. Römork için edindiğim tecrübelerden birisi de tek tekerlekle çok dengeli yol almam. Savrulma gibi durum yok ve komple ağırlığım artınca Toroslardan Karaman tarafına inerken uzun inişte Kilometre sayacında 71.5 Km/h okudum. Bu benim yaptığım hız rekoru ve ip gibi indim bu hızda. Ama tavsiye etmem, küçük bir hata kötü sonuçlar doğurabilir. İnişte önüm açık, düz ve ilerisini görebiliyordum. Araçlar da yoktu, yoksa bu kadar hızlı gitmenin anlamı yok.

Yol yukarıya doğru eğimli devam ediyor, ben sereserpe kollarımı iki yana açmış duruda yatıyorum. Arkamda kıytırık, sarı, turuncu bayrakları ile. Etrafta çam ağaçları ile kaplı orman.

20150609_193030

Römorkuma bir isim gerekti, hangi adla anacaktım diye ararken sosyal medyada, facebook ta kendiliğinden ortaya çıktı. İlk başlarda arkadaşlarımdan birisi kendi yaptığı römorka isim arıyordu. Ben de yorum olarak “kıytırık” diye yazdım. Bana göre güzel bir isimdi. Neyse isim arayan kişi bana ters olarak bir ifade kullandığı için pek yapmadığım bir şeyi yaptım; arkadaşlıktan sildim. İsmi nedir diye de çoktan unuttum gitti. Sonrasında ben kendi römorkuma neden bu ismi kullanmayayım dedim. Böylece römorkumun ismi “kıytırık” oldu. Kıytırık ismi bence römork tırtıla benziyor. Tırtılın daha değişiği ve görünümü kırık, dökük gibi görünmesi kıytırık ismi çok yakıştı.

Bu arada son turumda Toros dağlarında römorkum kıytırıkla zorlanmıştım. Bunu dişli oranlarını ayarlamakla halletmeye çalıştım. Ön aynakol dişli sayısını düşürdüm; 22 dişli aynakol ile yeniledim. Arka tekerlekteki kaset dişli sayısını 9 olarak değiştirdim. En büyük dişli de 36 dişli. Toplam 4 diş kazanmış oldum. Böylece komponetleri komple değiştirdim. Bu değişiklikleri test etmek için Büyük Taarruz bisiklet turuna çıktım. Evden çıkarken bir poz çekiliyorum, bisikletim KUZ ve kıytırık ile. Arkamda kemerli taş örülü bahçe kapısı, üzerinde kanatlarını açmış kartal heykeli ve iki katlı evimiz. Bahçemde limon ağacı. Kıytırıktaki iki bayrağa ilave olarak başka bir fiber çubuk bağladım. Bu çubuk daha uzun, ucunda Türk bayrağı takılı.

20150905_073535

Böylece yenilenmiş komponetli dişlilerle Bornova çıkışındaki Belkahve yokuşuna sardım. Büyük Taarruz zamanında Yunan ordusunu İzmir’e kadar kovalayan Türk ordusunun başkomutanı Mustafa Kemal 8 Eylül de Belkahvede Mola verip kahvesini içmiştir. 9 Eylül İzmir’in kurtuluş gününde ordusu ile İzmir’i düşman işgalinde kurtararak Türkiye topraklarını kurtarmıştır. Büyük Taarruz zamanında yapılan yolu takip eden güzergahta arkadaşlarım tur yapıyor. Bu tura son 4 gününe katılacağım. Yurt dışında olduğumdan 26 Ağustosta başlayan tura yetişemedim. Yokuşu çıkarken hiç zorlanmadım desem yeridir. Römork ile rahatça Belkahve’ye kadar çıktım. Bisikletim KUZ, kıytırık ve arkada park haline gelmiş büyük Atatürk heykeli Bizi bekliyor. 8 Eylülde buraya geleceğim ve kahvemi içeceğim o günleri yad ederken.

20150905_100932

Artık yeni komponetlerin yardımıyla bisiklet turlarına kıytırık ta yanımda. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu, ardından kendi yaptığımız Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes Nehri Temiz Aksın turunda da kıytırık yanımda. Suyun kaynağına yolculuk başlangıcında Küçük Menderes nehrinin deltasında sembolik olarak bir avuç toprak alırken römorkum kıytırık bu değerli yükü taşımaya hazır.

su1-1-f-004

Römorkla bisiklet hiç sürmemiş olan arkadaşım Gürel de bisikletimi ve kıytırığı sürdü ve hoşuna gitti. Uzun araç sürmenin zevkini yaşadı.

20160428_151712_HDR

Bazen ovanın ortasında çok sert rüzgarlar esiyor ilkbahar da. Ne kadar sert eserse essin yine de yol almakta güçlük çekmiyorum. Bayraklarım sanki kıytırıktan uçacakmış gibi. Fiber çubukları yatırsa da bisiklet sürmeye devam.

su1-2-f-009

Uzun turlar olsa da kıytırıkla seyahat etmek zevkli bir o kadar da pratik benim için. Tur dönüşü kendi kahvemi kendim pişirip beleşe içmek gibisi yok. Bisikletim KUZ, kıytırık ve ben mutluyuz çimenlerin üzerinde Alsancak ta.

su1-5-f-006

Başka bir proje için aldığım kıytırık daha çok Urim Baba’nın kahvesinde işe yaradı. Kahve içmeyi sevdiğimden turlarda çantamda taşıdığım kahve takımlarını canımın istediği yerde, en güzel manzarada, bisiklet festivallerinde sürekli kahve pişirmek bana zevk verdi. Hayallerimden birisi olarak arkadaşlarım bir kahve aç önerilerine karşılık olarak Urim Baba’nın kahvesini açtım. Kahvem için uygun yer arayıp İzmir’in en güzel yerinde buldum İnciraltı Kent ormanı, Çakalburnu  mevkinde kocaman olmuş bir ılgın ağacının altında kahve yapmaya başladım. Kahvenin çatısı yok, duvarları da yok. Yani açık alanda kahve yapıyorum. Bisikletçi dostlarım sayesinde her hafta Cumartesi günleri öğleden sonra kahvemi açıyorum.

Bahçemde kullanmak için kendi yaptığım çivisiz tabure ve sehpamı kıytırığa yüklüyorum. Dört tabure ve bir sehpa kıytırığa rahatlıkla sığıyor. Cumartesi günleri bisikletim ve yüklü taburelerimle kıytırıkla beraber İnciraltı kent ormanına giderken.

13606875_1028912963895824_9112198734016286725_n

Urim Baba’nın kahvesini yaptığım yere gelince kıytırıktaki tabureleri ve sehpayı çıkarıp tezgahımı kuruyorum. Kahve fincanlarım, cezvelerim ve ocağım. Çekirdek kahve dolu kavanoz, su şişem, ocağın rüzgarlık koruyucusu hepsi yerini alıyor. Denizin kıyısında maviliği, iyot kokusu, çoğunlukla esen rüzgarı ile açık havada, duvarı ve çatısı olmayan bir mekanda kahveler beleş. Maksat muhabbet olsun diye zevkle pişiriyorum. Kıytırık tüm malzemelerimi taşıyor.

DSCN6744

İlk yaptığım kahve etkinliği yağmurlu bir günde şemsiyenin altında gerçekleşti. Beş kişinin katıldığı bu ilk Urim Baba’nın kahvesine kıytırık iş görmüştü. Biraz ıslansak ta sorun yoktu ve güzel bir etkilnikle kahve olayına başladım. 6 kişi taburelere oturmuş, sehpa önümde. Yağmur yağıyor ve şemsiyeler açılmış durumda.

82

Bazen rüzgar diniyor ve flütümü çıkarıp üflemeye çalışıyorum. KUZ ve kıytırık ses etmeden beni dinliyor pek çalamasam da.

20180113_124643_HDR

Deniz kıyısı bazen sert rüzgarların esmesine neden oluyor. Böyle durumlarda yanıma getirdiğim büyük şemsiyeyi rüzgar koruyucusu olarak ta kullanıyorum.

20160206_121655_HDR

Taburelerim ve sehpa kıytırığa yükleyince biraz havaleli oluyor. Yani boyutu yüksek. Yeni tasarladığım katlanır tabureleri yaptım. Tam da dokuz tane tabure kıytırığa rahatça sığıyor. Önde dokuz tabure, sehpa, üzerinde kahve takımları, KUZ ve kıytırık. Arkada denizin mavisi ve ılgın ağacı. Urim Baba’nın Kahvesi böyle bir yer.

DSCN7916

Kıytırık ve ben Türk bayrakları rüzgarda dalgalanırken Urim Baba’nın kahvesinde akşam olmak üzere. Güneş ufka bir yumruk kadar yaklaşınca takımları, tabure ve sehpayı kıytırığa sırasıyla yerleştiriyorum.

IMG-20180819-WA0004

Artık katlanın taburelerim ve sehpam kıytırığın çantasına rahatça sığdığından fazla yükseklik olmuyor. Ormanın içinde, ağaçların arasında KUZ ve kıytırık ile eve dönerken çekilen bir poz.

67792334_10220464657387859_2983969584488382464_o

Gelelim kıytırık parçalarına; Ana gövde ve bağlantı maşası alüminyumdan yapılmış. Gövde çantasız olarak çok hafif. Çantanın oturduğu taban sert plastik levha ile kaplı. Altta şase, üstte arka tekerlekten öne doğru boydan boya çevrelenmiş üst kısım. Alt ve üst ikişer destek kaynatılmış. Önde mafsallı maşa bisikletin arkasına bağlantı elemanı. Arkada iki bayrak çubuğu takılı.

IMG_20200509_151021

Ön mafsallı maşa yakından çekilmiş resmi. Arka tekerlekte bulunan makaralara kolayca takılabilen kilitli, yaylı aparat iki yanda sarı renkte. Sarı renkli plastik boruları geriye çekilince altta boruda oyuk var. Bu oyuk bisikletin arka tekerlek milinde duran makaralı parçaya oturtup yaylı plastik boruyu bırakınca oyuğu tamamen kapatarak kilitlemiş oluyor.

IMG_20200509_151034

Tekerlek ise 16 inçlik janttan oluşmuş, göbek mili mandallı. Üstünde çamurluk var. Çamurluğun üstünde kırmızı renkli ışığı olan aydınlatma kondurulmuş.

IMG_20200509_151106

Römorkun çantasının içi çok geniş, bir el arabasından fazlaca yeri var. Sanırım 120 Litre civarında hacmi var.

IMG_20200510_135810

Fermuarı kapatıp kıvırdıktan sonra ön ve arkada kilitli plastik mandallarına takıldıktan sonra su alma olanağı yok gibi. Yağmurlu havalarda eşyalar ıslanmıyor.

IMG_20200510_135918

Bisikletin arka tekerlek miline takılan taşıma ve bağlantı aparatı yakından çekimi. Parmaklarımın ucunda olan parça orijinali. Benim sonradan kendi yaptığım parça biraz daha uzun. 28 inçlik tekerlekte bağlantı maşası tekerleğe sürtmesi engellenmiş oluyor.

IMG_20200510_135357

Bağlantı maşasının ucunda taylı kilitleme mekanizması sarı renkte. Yaylı olan mekanizmayı geri çekince borudaki oyuk meydana çıkıyor. Tekerlekteki mile bağlı olan aparatın ucundaki plastik makaraya oturtuluyor.

IMG_20200510_135617

Sonra sarı mekanizmayı bırakınca alttan borudaki yarığı kapatıp kilitliyor. Çıkması olanaksız ve güvenle römork bisikleti takip ediyor.

IMG_20200510_135635

Böylece hayatıma giren kıytırık bir römork değil. O bisikletim KUZ’un yoldaşı, benim de yardımcım. Akşam güneşinin ufka yaklaştığı anda duvara yansıyan gölgesini ölümsüzleştirmek gerek diye düşünüyorum. Bisikletim KUZ, arkasından kıytırık takip ediyor. KUZ’un  üstünde de ben. Üçümüzün de taş örülü duvara yansıyan gölgemiz.

20150319_173541

Şimdi gelelim römorkun tek tekerlek mi? yoksa çift tekerlek mi? sorusuna. Bence deneyimlerde, turlarda gördüğüm kadarı ile tek tekerlek daha uygun. Çift tekerlekli römork takılı olarak sürdün mü? deseniz henüz  sürmedim. Sürsem de fark etmez. Neden diye sorarsanız çift tekerlekli bisiklet yere daha çok basıyor ve sürtünme tek tekere göre iki kat fazla. Ağırlık ta o kadar artıyor. Sonra bir yerden bir yere aktarırken daha fazla sorun olacağı kanaatindeyim. Tek tekerlekli römorkta kaldırıma çıkarken pek rahat çıkabiliyorum. Ayrıca otobüs bagajına daha rahat sığıyor. Ben sürerken ilk başlarda zorlanmama rağmen bir kaç günde alışıp normal olarak yola devam ettim. Hızlı giderken de dengeli gittiğini test ettim sayılır. Sonra kamp kurarken, toplarken daha pratik oluyor. bazen çadırı öylesine katlayıp çantasına koyuyorum, nasıl olsa yerim çok.

Bir de yolda tanıştığım, dost olduğum, hikayelerini dinlediğim, gezip gördüğüm yerleri hazine torbama atıyorum. Hazine torbam çok geniş, sizlere yeri ve zamanı gelince anlatıyorum hazine torbamdaki hikayeleri. Römorkum kıytırığın çantası büyük dolmak bilmiyor

Bisikletin Öyküsü

15 Ocak 2018 Pazartesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Evvel zaman içinde

Kalbur saman içinde

200 Yılıldır icat edildikten beri

Pedal çevirip

Tekerini döndürürken

Horozlar

Henüz yatmadan

Sevgili Muhlis Dilmaç ile

Çene çalar iken

Bisikletten in de gel

Bizim fabrikayı gez dolaş bi

Bak bakalım nasıl üretiliyor

Bi gör, gör bi,

Gör

 

Öne çıkan görsel, Accel fabrikasının ana binası. Öndeki yuvarlak meydanda altı kişilik tandem bisiklet duruyor. Meydan yeşil çimenlerle kaplı.

Dedikten sonra henüz soğumamış kış günlerinin Ocak ayının bir Pazartesi sabahın körü olmayan bir saatte, 8 civarı. Ortalık karanlık ama inler ve cinler top oynamayı bırakmış herkes Pazartesi sendromunu yaşamaya başlamış bile çoktan. Öğrenciler okula, işçiler işine, memurlar bürolara akın akın, otobüs, metro yada kendi arabası ile çoktan yollarda. Ben de yılların emektarı ECE adlı bisikletime atladım.

ECE’yi yeni boyatıp toplamıştım, o yüzden henüz ışıkları yok. Sokak lambalarının ışıkları yetiyor, hem kıyıdan, kaldırımlardan geldim Muhlis Dilmaç’ın evinin olduğu yere. ECE yeni boyandı dedim ya bu gün gideceğim Accel bisiklet fabrikasında yeniden boyandı ECE. Yani aynı fabrikada 2. kez boyanan ilk bisiklet olarak tarihe yazıldı. Kadro demirine de oğlumun ismi yazıldı BARIŞ BABACAN diye. 1995 Yılında oğlum için aldığım bu bisikletin markası Bianchi. Manisa da üretilmiş ve biz almıştık. Yıllar geçti emekli olduktan sonra bisiklet dünyasına girince ilk yıllarımda günlük turları ECE ile yapıyordum. Sonrasında tur için KUZ’u alınca ECE ev işlerinde, çarşı alış verişlerinde kullanmaya başlamıştım. ECE demirden yapılmış sağlam bir bisiklet, 26 inç tekerleklere sahip. Fabrikada boyandıktan sonra komponetleri ve jantları yenileyip daha aktif kullanmaya hazırladım.

Apartmanların arasında sadece yayaların geçtiği dar bir sokakta evlerin bahçelerinde yetişen sarmaşıklar yeşil ve doğal bir duvar şeklini almış. Sokak lambasının aydınlığında bisikletim ECE tek ayağına dayalı durumda. Muhlis Dilmaç’ın horozu henüz uyanmadığı için ötmeye başlamamış.

Bisikleti bahçeye bırakıp araba ile İzmir’in korkunç olmaya başlayan sabah trafiğinde boğuşarak uzun bir zaman sonra fabrikaya gelebildik. Pazartesi, sendromu yaşamadık ama araçların gürültüsü, yoğun trafik yetmişti. Şehirden çıkınca rahatlamış olarak yol alıp güzel bir pazartesi sabahında arabadan inerek fabrikanın girişinde resmimi Muhlis usta çekiyor.

Fabrikaya ait aracın yanında duruyorum. Aracın yan tarafında çizgi olarak bisiklete binen bir yarışçı ve ardında Carraro yazısı. Arkamda fabrikanın idari binası. Bina 2 katlı, ön cephesi kare biçiminde, yanlarda V biçiminde iki bina birleştirilmiş. Önde firmanın ismi Accel mavi renkli, soldaki binanın duvarında Carraro kırmızı, altında Bianchi yeşil. Soldaki binada ise Ghost kırmızı, altında Lapierre, onun altında da XLC  siyah renkte markaları yazılmış. binanın yanında ve önündeki meydanda yeşil çimen ve çit çalılarından ekilmiş.

Türkiye’nin en modern ve entegre bisiklet üretim tesislerinden birine sahip olan Accell Bisiklet, 18.743 metrekaresi kapalı alan olmak üzere, toplam 37.196 metrekare alan üzerindeki tesislerde, farklı kullanımlar için nitelikli bisikletler üretmeye devam eder. Yönetim birimi, montaj/boya ve kadro/maşa üretim işletmeleriyle merkezi Manisa’da bulunan Accell Bisiklet’in, İzmir, İstanbul ve Ankara’da da satış bölge müdürlükleri vardır. Türkiye  genelinde, yaklaşık 750 yetkili bayisi ve 450’yi geçen yetkili servisleriyle hizmetlerine devam eder. Sadece ürettiği bisikletlerin nihai tüketiciye ulaşmasını temin etmekle kalmayıp, satış sonrası hizmet organizasyonuyla da son kullanıcıların bisiklete binmelerinden keyif almalarını sağlar. Yaygın servis ağı ve rutin servis hizmetleri dışında, Accell bisiklet kullanıcılarına ücretsiz ilk bakım/ayar hizmeti de verir. Accell Bisiklet, “Kalite Yönetimi’nin insana saygıyla, çalışanların yaratıcı potansiyelinin harekete geçirilmesi için gerekli motivasyonla gerçekleşeceğine inanır. Çalışanların, hem yöneticilerle hem de kendi aralarında sağlıklı iletişim kurabilmeleri ve kollektif düşüncenin sinerjisinden yararlanabilmeyi teşvik eder. Bugün, 27 saniyede 1 dağ bisikleti üretilirken, 45 saniyede 1 şehir bisikleti yapılabilir durumdadır. Üretilen tüm bisikletler, profesyonel veya amatör kullanıcılardan gelen veriler ile tekrar değerlendirilir. Hız, güç, emniyet, ağırlık, kullanım şartları ve diğer tüm kriterleri kapsayan çalışmalarla bisiklet tasarımları yeniden şekillendirilir. Tesislerde üretilen tüm bisiklet modelleri, değişik çap, şekil ve formlardaki özel metal borulardan ve kalitesi onaylanmış tedarikçilerden temin edilen parçalardan yaratılır. Bisikletlerimizin tasarım ve görünümleri, Accell bisikletin kişiliğini yansıtır. Kullanılan renk yelpazesi, global trendler takip edilerek ünlü boya fabrikalarından seçilir. Otomotiv sektöründe de kullanıldığı gibi, çağdaş teknolojide kullanılan iyonize boya tercih edilir. Çevre ve insan sağlığı hep ön planda tutulduğundan, su bazlı boya kullanılır ve bisiklet üzerindeki tüm etiketler, su bazlı boyalarla üretilir. Ayrıca tüm bisikletlerimizde ünlü otomobil markalarının kullandığı toz vernik uygulaması vardır. Accell Bisiklet, bisiklete binmenin alışkanlık haline getirilecek kadar hayati bir öneme sahip olduğuna inanır; bu nedenle de “kaliteli üretim” prensibini benimser. Uygulanacak her yeni fikrin üretim sürecinde, her kademeden personel, ürün kalitesini istenilen seviyede tutma ve geliştirme konusunda doğrudan görev alır. Başlangıç seviyesinden, profesyonel bisikletlere kadar üretilen her tür bisiklet, belirlenmiş gereksinimleri karşılamak ve maksimum performansı sağlamak zorunluluğu taşır. Tüm test ve muayeneler, uluslararası standartlar doğrultusunda gerçekleştirilir. Bisikletlerin dayanma güçleri özel test cihazlarında sürüş şartları simüle edilerek denenir. Üretilen bütün bisikletler, hassas ayarları yapıldıktan, kaynak düzgünlüğü, boya yüzey pürüzsüzlüğü ve tüm fonksiyonların doğru çalışması incelenip onaylandıktan sonra satışa sunulur. Barkod tabanlı izlenebilirlik sistemi, üretimin başlangıç aşamasından itibaren, tek tek her bisikletin tanımlanmasını ve istenilen her türlü bilgiye, her şekilde ulaşılmasını sağlar. Bianchi, Carraro, Ghost, Lapierre ve Whistle Accell Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin tescilli ticari markasıdır. Accell Bisiklet San ve Tic. A.Ş.

Accel bisiklet fabrıkasının idari binasının önü ve meydanı. Meydan yuvarlak bir alan, çim ekili. Çimlerin üstünde de 6 kişilik bir tandem bisiklet.  Her kişi tarafı değişik renkte boyanmış. Solda sürücü beyaza, sonrası kırmızı, yeşil, siyah, sarı, turuncu renkte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İdari binanın içine girerek Muhlıs Dilmaç’ın odasındayım. Kahve takımlarımı çıkarıp masanın bir köşesine tezgahı kuruyorum. Kahve kutusu boş o yüzden kahve değirmenini doldurup öğütmeye başladım.

Masanın üzerinde kahve takımlarım, sandalyede oturmuş değirmende kahve öğütüyorum.

Ben kahve öğütürken Muhlis Dilmaç cep telefonuyla elçek resmimizi çekiyor.

Kahve öğütüldükten sonra cezvede kahve pişti, fincanlara boşaltıldı bol köpüklü olarak. İçilmeye hazır, şanslı olan üç kişiyi bekliyor. Üç fincan yan odada fabrikanın genel müdürü Anıl Şakrak ve misafirine gitti, biri zaten benim.

Masanın üzerinde 4 fincan kahve dolu, cezve, kahve değirmeni, ocağım, şeker, kavanozda kahve çekirdekleri, metal kahve kutum, su dolu sürahi ve yarım dolu bir bardak. Masa takvimi üzerinde notlar tutturulmuş. Bir de masa telefonu.

İkinci parti kahve pişirmeye başladım, kahve pişince daha önceden tanıdığım isimler geliyor. Abidin Bali Uysallı ve Nazlı Ezgi Özkan. Nazlı ara sıra kahvemi içmeye gelmişti İnciraltı kent ormanına. Fabrikaya geldiğimi öğrenince koşarak geldiler. Elbette kahvenin de olacağını. Kahveleri sohbet ederek içiyoruz afiyetle. Nazlı elçek resmimizi çekiyor.

Urim Baba’nın kahvesini her yerde içebilirsiniz. Nerede olursanız olun, eğer şanslıysanız kahvenizi afiyetle içebilirsiniz. Bunun için para ödemenize gerek yoktur, sadece sohbet yeterli kahve içebilmek için. Bir tek fal bakılmaz çünkü fincanın tabağı yok. Sonra fincan içilince telvesi iz yapmaz.

Kahvesi içilmiş boş bir fincan parmakların ucunda. Yeni yaptırdığım Urim Baba’nın kahvesi logolu fincan. Logoda Bir bisiklet tekerleği, tekerleğin göbeğinde kuş tüyünün ucu, tüy dik olarak duruyor. Yanda kahve cezvesi, cezvenin sapı tekerleğin tam üstüne doğru duruyor. Cezve sapının başladığı yerde marka olan Urim Baba’nın markasını belirten yuvarlak daire içinde büyük R harfi. Altında da Urim Baba’nın Kahvesi yazısı.

Fabrikanın genel müdürü Anıl Şakrak’ın odasına giderek Urim Baba’nın Kahvesi işlemeli havlumdan bir tane hediye veriyorum. Havluyu verirken beraber poz veriyoruz kameraya.

Muhlis Dilmaç ile kahve içerken muhabbet sırasında bisiklet ile hikayeni anlatır mısın? diye sordum. O da kısaca bisikletle olan hikayesini anlatmaya başladı;

“Çocukluğumda bir çok bisikletim vardı, her gün onları silip pırıl pırıl yapıyordum. Ama hiç biri benim değildi bu bisikletlerin. Çünkü babamın bisiklet dükkanında babama boş günlerimde, yaz tatillerinde yardım ederek bisikletlerin temizliğini ve bakımını yaparak müşterilerin beğenmesine katkıda bulunuyordum. Hayalimdeki bisiklet kırmızı renkte olan bisikleti ayrı bir özenle saatlerce her tarafını en ince ayrıntısına kadar usulca silmekle geçiyordu zamanım.

Günlerden bir gün babam bana “Seç bir bisiklet bakalım” deyince havalara uçuverdim birden bire. Hayalimdeki bisiklete sonunda kavuşmuştum ve ilk sahip olduğum bisiklet kırmızı bisikletti. Özenle, her gün bakımını yapıp temizleyerek uzun yıllar kullandım kırmızı bisikletimi. Yıllar sonra kendi dükkanımı açıp bisiklet satmaya başladım.

O yıllarda bisiklet sadece bir karne hediyesi olarak görüldüğünden pek kazanç sağlamadığı için bisiklet fabrikasına girip çalışmaya başladım. Uzun yıllar yönetici olarak çalıştım ve işimi severek yaptım bıkmadan usanmadan.

Sadece bisiklet fabrikasında çalışmakla geçmedi yaşamım. Bisiklete binerek ve insanları bisiklete binmeye özendirerek bu günlere geldim. Bisiklete sadece gündüzleri değil gecenin serinliğinde binmek gerek diyerek gece turlarına başladım tek başıma. Sonra beni gören arkadaşlarımın katılımıyla çoğalmaya başlayınca “Perşembe Akşamı Bisikletçileri” grubunu kurdum. Amacım herkesin güvenle, keyif alacağı akşam turlarının yapılacağıydı. Akşam turlarında yediğimiz dondurmanın tadı bir başkaydı. Gel zaman git zaman o kadar çoğaldık ki Türkiye’nin bir çok yerinde, 40 tan fazla hatta Kosova’nın Prizren şehrinde bile her Perşembe aynı saatte bisiklete binilmeye başladı. Bu kadar çok bisikletçinin bir çok yerde bisiklete binmesi bana mutluluk veriyor.

Hala insanların bisiklete binmesine yardımcı oluyor, her türlü desteği vermeye çalışıyorum. Teknik konularda olsun, sürüş konusunda olsun hep desteğim sürece bundan sonra da. Artık aşırı yoğunlaşan trafik keşmekeşliğinden insanların kurtulması gerek. Çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakacaksak bu bisiklet sayesinde olacak. Bisikleti hayatımızda çok önemli bir araç olarak görüyorum.  Bisiklet kullanıldığında; ekonomiye katkısı olan, sağlık kazandıran, stressiz çok kolay ulaşımı sağlayan ve oldukça keyifli bir araçtır.   Bisiklet bir oyundur, kültürdür, çok iyi kullanılmalıdır diye düşünüyor ve bu yolda çalışmalar yapıyorum.”

Muhlis Dilmaç’ı daha ilk bisiklete binmeye başladığımdan beri tanırım. Ve onun sayesinde bisikletin ne olduğunu, nasıl bir araç olduğunu kısa sürede öğrendim. Bir çok arkadaşım, dostum bisiklet sayesinde oldu. Beni de tanıyan çok oldu. Onun açtığı yolda birlikte bir çok proje gerçekleştirdik ve bu yolda devam edeceğiz. Tabi seven de var sevmeyen de. Ama Muhlis Dilmaç’ın yaptığı o kadar çok şey var bisiklet dünyasında onu takdir ile karşılıyorum her zaman.

İyi ki seni tanımışım.

Çalıma masasında Muhlis Dilmaç sandalyesine oturmuş. Kollarını göğsünde kavuşturmuş durumda. Gözünde güneş gözlüğü. Saçları sıfır numara traşlı, sakalları uzamış. Siyah bir kazak var üzerinde. Masanın üstünde lap top bilgisayarı açık, önünde kocaman neskafe bardağı, kalemlik, renkli kalemler, not kağıtları

Fabrikayı gezmeye başlamadan önce Bisikletçi arkadaşımız müzisyen Murat Gülersoy dan “İşte Bisiklet” şarkısı sizlere gelsin. Yazıyı sıkılmadan okumanız için.

Kahve faslı bitiyor, fabrikanın idari bölümü günlük toplantısını yaptıktan sonra Muhlis Dilmaç beni alıyor fabrikanın içinde üretim aşamalarını gezdirmeye başlıyor. Bundan sonra bir bisiklet nasıl yapılır bunları göreceğiz aşama aşama, bölüm bölüm anlatacağım. İdari binadan fabrikanın bölümlerine geçiyoruz labirent gibi yerlerden. Bisiklet üretimin başladığı yerden ham maddelerin olduğu depodayız. Bisikletin ana parçası olan borular paket halinde. Borular bir arada paket olunca altıgen görünümünde altı köşeli ve yüzeyli. Boru paketleri raflarda çaplarına göre istiflenmiş. Bu borular kalınları kadro için, inceleri maşaları oluşturacak.

Boru deposu, borular raflarda istiflenmiş.

Depodan alınan borular kesilmeye başlıyor kadro boyuna göre. Uçları da kaynak yapılacak şekilde makinada ağızlı biçimde kesilmiş. Kesilen borular tekerlekli kasalara konularak istenilen yere kolayca götürülüyorlar.

Fabrikadaki üretim bazı yerlerde robotlar devreye girmiş. Bunlardan biriside kaynak robotu. Tamamen kapalı alanda kalıba yerleştirilen maşa ve kadro boruları iç kısımda robot kollar kaynak yapıyor. Kaynak gazları ve kuvvetli ışıkları dışarıya sızmadığı için zararları pek olmuyor. Çevre ve insanlara yararlı bir aygıt. Normalde kaynak yapan işçiler zehirli kaynak dumanları soluması kaçınılmaz olarak zamanla akciğer kanserini tetiklemesi olası. Aynı zamanda kaynak sırasında kuvvetli ışıklar da deride yanıklar ve cilt kanserine davetiye çıkarıyor. Çağımızın hastalığı olan kanser insanlığın sanayi endüstrisi gereği evrimleşmesini sonucu oluşmakta. Bu kaynak robotu biraz da olsa bunun önüne geçmekte. Kanser için harcanan paraları bir düşünün. Buna harcanacağına insanlara faydalı robotlar üretimine harcansa daha az maliyeti olur kanımca.

Robotlar olunca  insanların da işsiz kalmasına neden oluyor. Düşünün tüm işleri makinaların yaptığını. Sonuç insanların ne olacağı belli değil. Doktorlar, hemşireler mükemmel robotlar olmuş hastalık teşhisinde anında yaptıkları analizlerde tedavi yöntemlerini anında yapıyor. Öğretmenler robot, bilgi bankası tüm bilgileri hafızasında. Her şeyi görsel olarak anlatıyor sabırla. Mühendisler robot, işlerini kusursuz hesaplayıp yapıyor. Bankalar şimdiden otomatik bankamatiklerden para işlerini hallediyorlar. İş makinaları robot, operatöre, kullanıcıya gerek yok. Yolları köprüleri yapıyorlar. Fabrikalar üretim yapıyor robot işçilerle. İnsanlar işsiz, para kazanamıyor ve alım gücü yok. Patronlar ürettikleri ürünleri kime satacak? Robotlara, yada makinalara mı? Zannetmem, robotlar yemez, içmez, yorulmaz, uyumaz, hastalanmaz. Arızalanınca yenisini yaparlar. Senelik izinleri olmaz. Sigara, çay içerek kaytarmazlar. Sizin anlayacağınız paraya pula ihtiyaçları olmaz. Ücretsiz çalışırlar. İşe gidip gelirken bisiklete yada arabaya ihtiyaçları olmaz. Zaten evleri de olmaz robotların. Fabrikada çalıştığı yerde devamlı üretim yaparlar. Üretilen bisikletleri kim alacak, işsiz parasız insanlar mı? Ürettiği ürünleri satamayan patron gün gelecek fabrikasını kapatacak. Kendi de işsizler kervanına katılacak.

İşte kapitalizmin sonu böyle olacak. Ama benim aklıma bir düşünce geliyor. Şimdiden yapay zeka üzerinde epey yol kat edilmiş durumda. Yapay zekalı robotlar kendisi düşünüp fikirler üretecek ona göre işleri yapacak. Öyle Amerikan filmlerindeki  gibi korkunç makinelerin dünyayı ele geçirme olayı olmayacak. Bence akıllı yapay zekalı robotlar yaşamı, doğayı, insanları ve hayvanların yaşamlarını devam ettirmeleri için işleri yoluna koyacak. Yapay zeka mantıklı düşünecek. Cennet belki olmayacak ama ona yakın olacak. İnsanlar ve doğa hiç bir zaman zararlı olaylara karşı karşıya kalmayacak. Yapay zeka ilk başta kapitali yani parayı kaldıracak, patronlar olmayacak. Gerektiği kadar üretim yapılıp ona göre tüketim olacak. İnsanlar sağlıklı biçimde spor yaparak, kültür ve sanat işlerinle zaman geçirecekler. Kısacası kapitalizmin korkunç para kazanma hırsı olmadan yaşanılabilir bir dünya savaşsız sömürüsüz olacak.

Kapalı makinanın gözetleme penceresinden robot kolu kaynak yaparken. Kıvılcımlar ve gazların dumanı görünüyor. Gözetleme camının rengi şeffaf kırmızı renkte. Gözetleyen için kaynak ışığından zarar görmesin diye konulmuş.

Makinadan çıkan kaynaklı parçalar sıralı olarak tekerlekli aracın askı demirlerine diziliyorlar. Bu parçalar arka tekerleğin olduğu maşa kısmı.

İşçilerin kaynak yapması için kadro demirleri birbirine punta kaynağı ile tutturuluyor. Punta makinasında çalışan bir işçi parçaları düzgünce yerleştirmeye çalışırken.

Bir işçinin kaynak tezgahı, tezgahta demir kalıplar. Kalıplara kadro parçaları yerleştirilip kaynak yapılacak. Tezgahın üst kısımda kadro boruları rafta istiflenmiş. İçi boş yarım bir varili buraya da diğer kaynayacak parçalar konuluyor. Kaynak pensesi yerine asılmış. Solda kaynak makinası. Kaynak yaparken gazları çeken aspiratör boruları.

Kaynak yapılmış kadrolar askıda dizelenmiş.

Kadro borularını birbirine kaynatan işçi. Elde yapılan kaynak kuvvetli ışınları etrafa direk dağılıyor. Çıkan ışığa direk bakamıyorsun, gözlere zarar veriyor. Sürekli bakarsan kör edebilir insanı. Aynı zamanda kaynak yaparken gerekli olan duman da etrafa yayılıyor. Gerçi üstte aspiratör borusu gazları çekiyor ama ne kadarını belli değil. Kaynak yapan işçinin koruyucu olarak kaynak maskesi var. Maske hem ışınlardan hem de zararlı gazlardan bir miktar koruyor. Elinde deri eldivenler de derisini kaynak ışınlarından ve sıçrayan kıvılcımlardan koruyor.

Tezgahta oturarak kaynak yapan bir işçi, iş elbisesi ve koruyucu kaynak maskesi. Deri işçi eldiveni elinde. Kadroyu kaynak yapıyor. Kaynak sırasında kuvvetli ışıklar etrafa yayılıyor. Tezgahın önünde kaynak sarı tel demeti. Aspiratör borusu üstte. Sağda kaynak yapılan kadrolar üst üste istiflenmiş.

Kaynak yapılmış onlarca kadro tekerlekli sehpalarda diğer işlemlerin yapılması için beklemede.

Kadro gövdesine arka kısmı kaynatan işçi tezgahta kaynak yaparken. İşçinin koruyucu malzemeleri ve önünde aspiratör borusu.

Kadronun alt kısmında bulunan pedal göbek borusunu kaynatan başka bir işçi. Her tezgahta değişik parçalar kaynak yapılıyor. Her işçi tek bir parça kaynak yapıyor tezgahında.

Kaynak yapılmış ön tekerleğin maşaları askılara dizen bir işçi.

Kaynak yapılan kadrolar haliyle kaynak sırasında oluşan ısı ile gönyesinden kaçıyor. Son olarak ölçülü kalıba göre kadro kaçışlarını düzelten iki işçi tezgahta kaçıkları insan gücü ile düzeltiyor.

Kadro ayarları düzeltildikten sonra boyahaneye girmeden kaynak çapaklarını bir güzel temizleniyor. Kadro pürüzsüz bir hale geliyor.

Sıra geldi boyahaneye, boyalar temiz ve kapalı ayrı bir bölümde hazırlanıyor. Kullanılan boya iyonize su bazlı, insan sağlığına zarar veren boyalar değil. İstenilen renk karışımları laboratuvar ölçülerinde hazırlanıyor. İçeriye sadece çalışanlar girebiliyor. En ufak toz tanesi bile girmesine izin yok. Kapının camlı bölmesinden boya hazırlama yerini çekiyorum.

Boya laboratuvarında hazırlanan boyalar boyahanede hazır olan kadrolar boyanmayacak yerler izole edildikten sonra askıya asılıp boyanmaya gidiyor.

Bir kişi sandalyede oturmuş pedal göbeğini boyanmasın diye izole ediyor.

Kadrolar boyanıp fırında bir süre piştikten sonra çıkarılıyor. Günün rengi beyaz bisikletler.

Askıda olan kadrolar yavaşça hareketli telde diğer bölüme doğru gidiyor.

Aynı şekilde maşalar da hareketli askıda asılmış durumda. Maşalar siyah renge boyanmış. Bir işçi de boyanmış olan maşaları elle, göz ile kontrol ediyor.

Boyanmış kadrolar tek tek alınıp kadın işçiler tarafından marka etiketleri ve süsler kadroya özenle yapıştırılıyor.

Etiketleme işleminden sonra vernik toz boya ile kaplanıp tekrar fırınlanarak son işlemden geçtikten sonra iki katlı özel raflara diziliyorlar. Burada siyah, siyah – kırmızı ve turkuaz yeşil renkli kadrolar raflarda.

Beyaz ve siyah maşalar raflara dizilmiş hazır durumda. Siyah maşalarda yanlarda kırmızı şerit olarak etiketlenmiş.

Raflar siyah ve beyaz boyalı kadro ile sıralanmış dolu olarak. Montaj sırasını bekliyorlar.

Ayrı bir bölüm olan jant atölyesine geliyorum. Alüminyum alaşımlı özel yapılmış 6 metre uzunluğunda profiller tezgahta. Profil çift karlı olarak yapılmış, yanlarda iki delik. Üst kısmı bombeli, iç kısmı içeriye doğru girintili. Bu kısım lastik tarafı. Rafta paket halinde profil, yanında da paket açılmış sadece 4 tane profil kalmış. Karşıda profili çember yapan makina. Solda bir işçi çember olmuş olanları makinede kesiyor.

Jant profili makinede kalıpta çember haline geliyor. Bir profilden üç tane jant olarak sipral biçiminde makinenin üzerindeki kolda yapılmış durumda. Solda da çember olan jantlar kalıpta kesiliyor. Her makina ve her tezgahta olduğu gibi burada da uyarı sarı levha ve makinaları kullanabilecek işçilerin bilgileri çerçeve içinde asılmış.

Spiral hale gelmiş çember ölçülü kalıpta düzgün durumda sıkıştırıldıktan sonra yukarıdan aşağı doğru hareket eden daire testere ile kesiliyor. Bir profil çemberinden üç jant çıkıyor. Uçlarda 10 cm civarında fire kalıyor sadece.

Kesilen jant özel kalıpta iki tarafı çentikli kama ile sıkıştırılarak birleştiriliyor. Jant ek yeri düzgün bir biçimde pürüzsüz ve çıkmayacak şekilde perçinlenmiş oluyor.

Hazır olan jantlar ayarlı makinada jant teli delikleri deliniyor. Bir jant için normal standartlarda 36 delik deliniyor. Bazı jantlar daha az delikli olabiliyor.

Kırmızı renkte jantlar delikleri delinmiş olarak hazırlanıp uzun bir demir kola asılmış durumda. Birer düzine yani on ikişer tane üst üste konularak paket bandı ile bağlanıyor.

Şimdi ise montaj bölümüne geliyorum. Burada hazırlanan kadro ve jantlar diğer komponentlerle montajlanacak. Jantlar aşağı eğimli U boru içinde dik olarak yerleştirilip tel ve göbeğin takılmasını bekliyor. Jant alındıkça aşağı doğru kendiliğinden gidiyor.

Jant göbek deliklerine jant tellerini bir ters bir düz takılıyor el gücü ile. Bunu işçiler tek tek yapıp yanına istifleniyor.

Göbek ile jant çemberinin birleşme anı. Makinada ayarlanıp sabitlenen jant tel somun başlarını otomatik takıp belirli ölçüde sıkıyor.

Hazır olan jantlar özel kapalı bir makinaya giriyor sırayla. Makinanın ön kısmı mavi şeffaf bir koruyucu ile kaplanmış.

Makinanın içinde jant tellerinin tansiyon ayarları yapılıyor. Gerginlikleri ölçülerek ona göre ayar yapılıyor tellerde. Aynı zamanda jant yalpaları düzeltiliyor büyük bir titizlikle. Tekerlek döndürülerek balans ayarı da yapılıyor ayrıca. Kapalı camekanlı makina içinde jant ayarları yapılırken. Burada insan eli yok, makina otomatik çalışıyor.

Hazır olan jantlara iç ve dış lastikleri takılıp hava ile şişiriliyor belirli basınçta.

Boyanmış kadrolar raflara dizilmiş olarak montaj bölümüne getirilip bırakılmış yüzlerce. Kırmızı ve siyah renkte. Raflar tekerlekli, istenilen yere rahatlıkla götürülüyor. Boşalan raflar tekrar doldurulmak üzere boya bölümüne gidiyor.

Aynı şekilde tekerlekler de lastikleri takılıp tekerlekli raflarda sıralanmış montaj edilmelerini bekliyor.

Montaj edilecek beyaz boyalı çamurluklar hazır durumda.

Vites kolları, fren kolları, telleri, fren pabuçları, pedallar, ön ve arka aktarıcılar, zincir ve diğer aksesuarlar kutuların içinde montajı bekliyor. Fabrikada aksesuarlar ve komponentler üretilmiyor. Aksesuarlar ve komponent malzemelerin üretimi başka bir fabrika gerektirir. Zaten en büyük üretici Shimano kendi kalitesinde piyasayı kapmış durumda. Bu malzemeler ithal ediliyor yurt dışından.

Bazı parçalar örneğin ön çark göbeği tezgahlarda işçiler tarafından tek tek takılıp montajlanıyor. Bisiklet kadrosuna ilk montaj burada başlıyor.

İkinci montaj ise ön maşa kadroya bağlanmaya başlıyor.

Bundan sonra kadrolar montaj bandına konularak sırası ile diğer parçaları takıyorlar. Her işçi sadece bir parça takıp diğer parçayı takması için yana gönderiyor. Arkada kasaların içinde parçalar raflarda duruyor. Bir kişi sürekli olarak boşalan kasanın yerine dolusunu koyuyor.

Sıra geliyor tekerlekleri takmaya. İşçiler sürekli aynı parçaları takmaktan otomatikleşen elleri hızlıca kısa sürede monte ediyor.

Montaj bandında vites ön ve arka aktarıcılar, fren gövdeleri ve pabuçları, fren kolları, vites kolları takılıyor birer birer. Montajda çalışan işçilerden bazıları beni tanıyıp “Merhaba Urim Baba” diye selam veriyorlar. Ben de selamlarını alıp “kolay gelsin” diyerek karşılık veriyorum. Beni tanıyorlar ama ben onları pek tanıdığımı söyleyemem. Ama karşılaşınca seviniyorum tanıdıklarına. Montaj sürekli olduğundan işlerinin başından ayrılıp yanıma gelemiyorlar. Ben de üretim kısmına girmiyorum. Zaten yere sarı şeritler çekilerek uyarı verilmiş.

Yeni montaj yapılıp tamamlanmış bir bisiklet. Bu günkü üretim modeli ve rengi siyah ve pembe. Sadece sele ve pedalları takılmamış.

Montajı biten bisikletler son olarak garanti belgeleri, servis ve kullanım broşürleri konuluyor. Bandın sonunda bisikletler ters durumda sele borusu bir demire takılı durumda. Bisikletin selesi ve pedalları naylon poşette kadroya asılıyor. Bir de ön tekerlek takılı değil, bisikletin orta kısmında yanda tutturulmuş. Böylece ambalaj kutusunun boyutları biraz daha küçülmüş oluyor.

Bandın sonunda bir işçi garanti belgesi ve kullanım broşürlerini takarken. Son olarak ta bir işçi montajı ve evrakları tamamlanmış bisikleti banttan alarak diğer tarafta hareketli askıya takıp koli bölümüne gönderecek.

Sondaki işçi bisikleti omuzlamış hareketli askıya doğru asmaya götürüyor.

Askıya asılan bisiklet kolileme bölümüne geliyor. Buradaki işçiler askıdaki bisikleti alıp koliye özenle yerleştiriyor. Askıda iki bisiklet var. Bir işçi de almak üzere. Üst kısımda elektronik tabelada saati ve üretilen bisiklet sayısını gösteriyor. Saat 11:00 altta üretilen bisiklet sayısı 812 adet.

Koliye konulan bisiklet, koli kapakları kapatılıp zımbalanıyor.

Ambalajlanan bisiklet kolisi ambarda yan yana istifleniyor. Kutular dik olarak konulması gerek, hiç bir zaman yan yatırılmamalı. Ambar bisiklet kolileri ile dolu. Bisikletler gideceği saati bekliyor. Etiketlerine göre istiflenmiş koliler tırlara yüklenecek ve büyük bir çoğunluğu limana gidip gemilere yüklenip dışsatım yapılacak. Koliler tır kasası yanaşacak yükseklikte platformda duruyor.

Demir bir borudan aşama aşama işlenerek bisiklet haline geliyor, bunu sırası ile gezerek gördüm. Fabrikada temiz ve titiz bir şekilde üretim yapılmakta. İşçi sağlığı ve güvenliği üst sırada. Her işçi sadece bir parça montaj yaparak bant sisteminde hızlı bir biçimde yani 45 saniyede bir bisiklet hazır hale geliyor. Fabrikada sadece işçiler yok. Model çizen, tasarı yapan, test yapan, ürün geliştiren çalışanlar da var. Ayrıca yönetici kadro da işlerini ve fabrikanın üretimi için kafa patlatıyorlar. Bir bisiklet tek bir kişinin elinden değil kocaman bir ekip ile birlikte kullanıcıya ulaşıyor.

Çocukluğumda ki HAYALİMDEKİ BİSİKLET aklıma geliyor. O zamanlarda hayalimde olan bisikletlerin nasıl yapıldığını görünce bir çok kişinin emeğini gördüm. Şimdi ise hayallerim daha da büyüdü. Bisiklete binmeye başladığımdan beri Muhlis Dilmaç’ı tanıyorum. Onun sayesinde bisiklet ile ilgili çok şey öğrendim ve beraber bir çok festival, tur ve gezi yaptık. Bunları yaparken bisikletin görünür olması ve herkesin bisiklete güvenle binebilmesi için destek ve yardımcı olmaya çalıştık ve daha da çalışmaya devam ediyoruz. Bunu yaparken de hiç bir kimseden hiç bir şey beklemiyoruz. Gönülden yapılan şeyler değerlidir

Accel bisiklet fabrikasının yönetimine, çalışan işçilere, ve beni fabrikaya getirip gezdiren Muhlis Dilmaç’a teşekkür ederim.

Bisiklet Dinamosundan Şarj Yeni Proje

Bisiklet Dinamosundan Şarj

 

Sevgili dostlar Merhabalar. Daha önce paylaştığım Bisiklet Dinamosundan Şarj projesinden sonra sizlere daha basit, daha güvenli şarj devresinden yenilenmiş olarak bahsedeceğim. Şarj ünitesi verdiğim arkadaşlardan aldığım şikayetler üzerine araştırma ve geliştirme çabalarına giriştim.  Gelen şikayetler devrede bulunan U1 7805 entegresi ve kondansatörlerin yandığı yönünde. Bir iki devreyi parçaları değiştirip onardım ama bir çözüm bulmalıydım. Bisiklet 35 – 40 Km/h süratten sonra akım arttığından devreyi yaktığı anlaşıldı. Elektronikçi arkadaşım Metin Ercan ile yaptığım çalışmalarda elektronik devrede değişiklikler yaparak hem sadeleştirdik hem de her telefonu şarj edilebilecek dirençler ile USB 2 ve 3 nolu uçlara da düşük voltaj vererek şarj yapabileceğiz. USB de 2 ve 3 nolu uçlar Iphone gibi telefonların şarj olduğunu algılamak için. Ayrıca bisikletin hızı arttıkça artan  voltaj  sınırlamak için Shimano sm – dh 10 parça ile hız ne kadar olursa olsun voltaj belli bir yerden fazla yükselmiyor. Böylece akım da yükselmediğinden devre korunmuş oluyor. Entegre giriş ve çıkışına 100 nano farad kutupsuz kondansatör bağlayıp voltaj harmonilerini sabitleyip entegrenin düzgün çalışmasını ve ısınmamasını sağlayıp ömrünü uzattık.

Devre şemasını yeniden çizdik aşağıda resimde gördüğünüz gibi.

proje

Devreyi kendiniz yapabilirsiniz yada bir elektronikçiye yaptırabilirsiniz. Olmadı test edilmiş olarak kargo ücreti size ait olmak üzere size gönderirim. Tercih size ait.

Gelelim gerekli olan parçalara. Bunları elektronik parça satan dükkanlarda bulabilirsiniz.

Aşağıda resimde numarasına göre malzeme listesi ;

1 – Köprü Diod 1 Amper                                                                    1 adet

2 – Elektrolid Kondansatör 1000 mikro Farad 16 Volt                   1 Adet

3 – Kutupsuz Polyester Kondansatör 100 nano Farad 63 Volt     2 Adet

4 – LM 7805 Regüle Entegre                                                               1 Adet

5 – Elektrolid Kondansatör 4.7 mikro Farad 16 Volt                       1 Adet

6 – Direnç 1/4 Watt 100 Kilo Ohm                                                      2 Adet

7 – USB 90º Dişi Tip Yuva                                                                     1 Adet

8 – Delikli Bakır Plaket 6 X 3.5 cm                                                       1 Adet

9 – Bitişik Kablo 2 X 0.50 mm                                                               1 Adet

10 – Plastik Kutu 35 X 70 X 23 cm                                                      1 Adet

Bunları yapabilmek için Lehim Havyası ve Lehim gerekiyor. Gerisi becerinize kalmış. Bu devreyi yapabilmeniz için Elektronik bilginizin olması gerek çünkü ( + ) artı ve ( – ) eksi kutupları bilip ona göre lehim  yapmalısınız. Yanlış bağlantı parçaları yakmanıza neden olacaktır.

11

Voltaj sınırlayıcı sm – dh 10 parçasını internetten bulup sipariş verebilirsiniz.

Dinamodan giriş uçları yanlardan olacak. Şase olan yere dinamonun şase ucuna dikkat etmelisiniz. Siyah ve beyaz kablo çıkış uçlarıdır.

20161219_152907_HDR

Elektronik parçaları karta lehimledikten sonra hazır hale geliyor devremiz.

20161219_141203_hdr

Devremiz hazır olduktan sonra Voltaj sınırlayıcı giriş çıkışlar bağlanıp teste hazır duruma geldi. Teste başlayabiliriz artık.

20161219_153047_HDR

İlk önce dinamo çıkış Voltajını ölçtük bakalım Dinamomuz kaç Volt üretecek. Tekerleği elle çevirip 28 Km/hız’a kadar ulaşabildim.

20161229_161227_hdr

28 Km/ hız da Dinamo çıkış voltajımız 19.7 Volt. Halbuki Dinamomuz da 6 Volt yazıyor. Tekerlek hızlandıkça Voltaj yükseliyor.

Bu voltaj insanlar için tehlikeli voltaja girer. Türkiye de 63 Volttan yukarısı tehlike sınıfına giriyor. Avrupa da bu Dinamoların Voltajını sınırlamak için sh – dh 10 cihazı ile satma zorunluluğu var. Bizde maalesef bisiklet kullanımı az olduğundan Dinamolar neredeyse hiç dikkate alınmadıklarından kontrol eden yok

20161229_161239_HDR

Sınırlama olmayınca 80 – 100 Km/hızlarda 80 – 90 Volta kadar çıktığını internette bir test videosunda görmüştüm.

Voltaj sınırlayıcısını bağladıktan sonra yine tekerleği çevirerek 28 Km/hıza ulaştık.

20161229_161227_HDR (1)

Sınırlayıcıdan çıkan Voltaj hızımız ne kadar olursa olsun 9.5 Volttan yukarı çıkmıyor.

20161229_161018_HDR

Bataryayı da bağladıktan sonra USB çıkış voltajımız 4.98 Volt sabit olarak evrensel seri yolu voltajını yakalamış olduk.

20161229_163808_HDR

Bataryamız şarj olmaya başladı bile. Hız 5 Km/hızdan sonra normal şarj Voltajına erişiyor. Batarya şarj olurken 0.40 Amper akım sabit olarak çekmeye başladı.

20161229_163449_HDR

 

Test başarı ile sonuçlandı, istediğimiz sonuçlar elektronik devrenin hem ısınmaması hem de fazla akımdan dolayı yanmaması. Artık uzun bisiklet turlarında cep telefonu ve bataryamızı şarj edebiliriz. Cep telefonunu, bataryayı ve devremiz yanmadan güvenle kullanabiliriz.

Dediğim gibi Devreyi kendiniz yapabilirsiniz yada elektronikçiye yaptırabilirsiniz. Olmadı benimle irtibata geçip isteyebilirsiniz. https://www.facebook.com/urim.babacan

Şarj üniteleri hazır, test edilmiş durumda.

Yeni projelerde buluşma dileği ile hoşça kalın sevgili okuyucular. Sizlere yardımcı olduysam ne mutlu.

20170105_181711_HDR

 

KUZ’un Yeniden Doğuşu

KUZ’un Yeniden Doğuşu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

 Uzaklardan çağırıyorsa

Yolcu yolunda olmalı,

Götürmeli heybesindeki hazineyi

Dostlara.

Kahve de içilmeliydi, 40 yılın hatırına.

urimbaba’can

 

Öne çıkmış olan görsel, İ harfinin noktası nazar boncuklu, İzmir yazısı önünde KUZ park etmiş durumda.

20150723_164608

Bisiklet  yaşamıma girmeye başladığı yıllarda mavi renkli Bianchi 26 jant bisikletle hafta sonu günü birlik turlara gidiyordum. Bisikletim demirden, 21 vitesli, azıcık ağırca ama iyi de gidebilen bana göre iyi bir bisikletti. Bisiklete binmem iyice yaşamıma girdikçe tecrübelerim artarak devam ediyordu. Mahallemizde bisiklet tamircisi Mevlüt Ustanın dükkanında bir bisiklet gördüm. Bisikleti toplamışlar, bir de altın rengine alacalı boyayıp satılığa çıkarmışlardı. Bir tur atayım diye bisiklete binerek şöyle bir dolandım. Kadro 52 cm boyunda tam boyuma uygun, çelik kadro, gidişi rahat ve hızlı, 24 vitesli. Bisikletin kullanışı da rahat geldi bana. Mevlüt Ustanın yeğeni Hakan işletiyordu dükkanı. Bisikletin fiyatını sordum

” Hakan bisiklet kaç para” diye. Hakan da

“Sana 200 TL olur Urim baba” dedi.

Şöyle bir düşündüm 200 TL çok para diyerek almaktan vaz geçtim. Bir bisiklete o kadar para veremem.

Bisiklete binmem artıkça yeni arkadaşlarla tanışmaya başladım. Arkadaşlar bana şehirler arası uzun turlar yapanlar var deyince internetten aramalarımda uzun turcuları buldum. Serkan Taşdelen ve Feyyaz Alaçam. Serkan Taşdelen kendi web sitesinde yazılarını yazıyordu. www.pedalla.com

Serkan ile Feyyaz İzmir Çeşme ilçesinden başlayıp ta Van Kapıköy sınır kapısına kadar giden D 300 kara yolu turunu okumaya başladım. Yol 2000 km civarında. Yazıları okudukça uzun tur yapma isteğim başladı. Ardından Feyyaz’ın web sitesini www.feyyazalacam.com  keşfederek onun yazılarını da okuyunca tur bisikleti şart diyerek Mevlüt ustada gördüğüm bisiklet aklıma geldi. Feyyaz da tüm Türkiye kıyılarını 4.000 kilometre 17 yaşında tek başına dolaşmış.

Aradan aylar geçmişti, acaba bisiklet satıldı mı ? Heyecanla bisiklet dükkanına gidip sordum bisiklet duruyor mu diye. Mevlüt usta depoda duruyor, hakana gidip depodan getirmesini söyledi. Hakan da bisikleti getirdikten sonra yine;

” Kaç para?” dedim Hakan da “Aynı fiyatı değişmedi sana 200 TL” deyince pazarlığa başladım.

“Bende eski bir bisiklet var onu verirsem kaça olur”

“Eski bisiklete 25 TL sayarız üstüne de 175 TL verirsen bu iş olur” dedi.

Tamam anlaştık” diyerek evde duran eskimiş bisikleti getirip Hakan’a verdim. Bisikleti alarak hemen sahile giderek dolaşmaya başladım. Boyası hoşuma gitmemişti. İlk önce tüm ekipmanları Hakan ile söktüm. Tüm boyalarını tel fırçayı canavara takıp kadroyu tertemiz yaparak Karabağlar da fırın boya yapan atölyeye götürerek siyah renge boyattım. Parlak siyah renk pırıl pırıl görünmesine neden oldu. Ardından Hakan ile beraber bisikleti topladık. Artık bisikletim hazırdı. Sadece bir isim bulmam gerekti. Aklıma bisikletin siyah renginden dolayı Kuzgun, Kuzey, anlamı da gölgede kalan, siyah olan KUZ geldiğinden bisikletimin bundan sonra ismi KUZ olacak.

Türkiye’nin bir çok yerini KUZ sayesinde dolaştım. Dere, tepe, dağ, bayır. Taşlı yollar, kaymak gibi asfalt yollar. her yerde beni taşıdı. Kilometre saatim 37.000 kilometre gösteriyordu. Kuz ile epey yol yapmıştım. Ön ayna kol hariç  tüm ekipmanlar da değişmişti şimdiye kadar. Ayna kolda en küçük dişli 24 diş. Kaset dişlisi de 1. vites dişlisi 34 diş. Yılbaşından önce bir arkadaşımdan bisiklet römorku almıştım. Römorkun adını da KIYTIRIK olarak verdim. Onun hikayesi başka yazımda olacak. Son turlarımda Kıytırığı kullanmıştım. Her ne kadar bana rahatlık verse de yokuşlarda epey zorladı. Bisikletimin kadroda bazı yerlerde boyalar atmaya başlamıştı.

Artık KUZ şöyle iyi bir bakım gerekti. Son Mersin turundan geldikten sonra Ramazan ayında nasıl olsa bisiklete binmediğimden boya yapmaya karar verdim. Bisikletteki tüm ekipmanları söktüm. Ardından boyanması için Muhlis Dilmaç’a kadroyu verdim. Fabrikada boyanan ve isim yazdırılan kadro pırıl pırıl elimdeydi. Emektar mavi bisikletim ile kadroyu almaya gittim Muhlis abinin evine. Kadroyu dikkatlice havlu ile sararak bagaja sıkıca bağladım. Ardından eve getirip odaya şimdilik durması için bıraktım. Teşekkürler Muhlis Dilmaç…

Mavi bisikletin arka bagajında yeni boyalı kadroyu taşırken.

20150716_132827

Gördüğünüz gibi harika boyandı, KUZ da bunu hakketti doğrusu. Kadro maşa ile birlikte yandan çekilmiş hali. Kadro alt demirinde URİMBABA’CAN yazıyor.

20150716_134952

Kadroyu bir de önden çekiyorum Önde nedense iki tane KUZ yazılmış.

20150716_135021

Bayramdan sonra Selim usta ile konuşarak bisikleti toplamam için  ne zaman getireyim diye konuştuktan sonra Arkadaşım Can Küçükler’in arabası ile Selim ustanın dükkanına getirdik. Yeni boyanmış bisikletime hangi donanım takılacak, fiyatları neler diye daha önce konuşup anlaşmıştık. İşte Selim ustanın dükkanı. Bana biraz uzak, ben Balçova da oturuyorum. Selim ustanın dükkanı Bornova da. Uzak muzak fark etmez benim için. Hem arkadaşım hem de iyi bir usta olduğu için Selim ustayı her zaman tercih ederim. Selim ustanın dükkanının önü. Tabelasında Özge Bike Bisiklet servisi yazıyor.

20150723_095019

Kadroyu aparata taktık, toplanmaya hazır. Metrik 5 kılavuz ile tüm cıvata deliklerini açıyorum ilk önce. Sonra Hurçları takıyor Selim usta.

20150723_095059

Ardından maşa takılıyor bir güzel. Maşa biraz önden darbe aldığı için arkaya doğru yamuktu. Bunu fabrikada düzeltmişlerdi. Düzeltirken hafif ezilmeleri zımpara yaparak düzeltmek durumunda kaldık. Bu işler fazla sürmedi. Maşa yerine takıldı.

20150723_102043

Ayna kol Shimano 391 Atera 22 -42 dişli. Küçük dişli 22 olması benim için uygun. Önceki 24 dişli idi, şimdiden 2 diş kazandım yokuşlarda.

20150723_102058

Sıra geldi arka aktarıcıya ; Deore aktarıcı taktık. Arka aktarıcı en çok hareket eden parça olduğu için biraz kaliteli ve iyi olmalı.

20150723_102107

Ön aktarıcı da takılıyor.

20150723_102207

Arkada oturan bir çırak görüyorsunuz. Dükkanda ufak tefek işleri yapıyor Selim ustaya yardım ediyor. İşte bu çırak ne çay yapmasını biliyor, ne kahve yapmasını. Dükkana gelen müşterilere hiç bir ikramı yok. Kalkın kendiniz yapın diyerek başından savıyor. Dükkanda da çay yapmak için her şey var ama tembel çırak oralı bile değil bu konularda. Varsa yoksa yama, jant örme gibi işlere bakıyor. Yakında Selim ustanın işini elinden alacak gibi. Neyse madem çay yapmıyor biz de kendimiz demleriz, ne olacak.

Ön ve arka tekerlekler takılıyor, ön tekerlekte dinamo var göbekli. Arka tekerlekte de yeni değiştirmiştim göbeği. İşte turcuların kullandığı  kelebek gidon. Kelebek gidon da takılıyor. Altına beyaz boyun iyi renk uyumu oldu. Siyah – Beyazın uyumu.

20150723_115149

Tekerlekler takıldıktan sonra yer sehpasına alındı bisiklet. Selim usta fren pabuçlarını takıyor. V fren benim tercihim, hem kolay ayarlanıyor hem de arızasını daha çabuk halledebiliyorum. Sadece fren pabuçları iyi bir marka olsun yeter. Fren pabuçları takıldıktan sonra ayarlarını yaptı Selim usta. Vites kolları ve fren elcikleri Shimano Alivio takıldı. Fren ve vites tellerine beyaz renkli kablo takılarak renk uyumu sağlandı.

Arka kaset dişlisi de Shimano Alivio marka 12 – 36 dişli 9 vites takıldı.  Eski kasetim 8 vites 11 – 34 dişli idi. Arkada da 2 diş kazandım. Etti 4 diş, artık yokuşlar beni durduramaz.

Zincir de 9 vitese uygun Shimano Deore zincir takıldı.

Tüm parçalar takıldıktan sonra vites ayarları yapılıp işi bitirildi bisikletin.

20150723_125856

Sele, bagaj ve bagaj çantasını yerine takınca KUZ hazır hale geliyor. Kornayı da takıyorum. Kendimi araçlara ve insanlara en iyi duyurmanın yolu korna. Kornayı çalınca araçlar durup sesin nereden geldiğini anlayasıya kadar ben yanından geçiyorum. Yada beni kornanın sesinden görüp duruyor. İnsanlar da kimi dalgın yada cep telefonunla konuşurken korna sesi ile kendine geliyor. Korna mutlaka gerekli bisiklette.

Bisiklet donanımları kaliteli, iyi ve dayanıklı olmak zorunda. Uzun turlarda gerekli bu. Binlerce kilometre yol yapıyorsanız biraz masraf etmeli. Yada yeni bisiklet alıyorsanız donanımlara dikkat etmeli. Bir de kaliteli alacağım diye de dünyanın parasını da vermeye gerek yok. Daha uygun fiyata kaliteli donanım da alabilirsiniz. Bunu araştırıp sorarak bütçenize en uygun olanını seçmelisiniz. Bisikletim KUZ dükkanın önünde park etmiş durumda, yola çıkmaya hazır demir a gibi duruyor.

20150723_144022

İşimiz bittikten sonra cep telefonumu çırağa verip Selim usta ve Gürcan Yılmaz ile resim çekiliyoruz. Çırak resim çekmekten pek anlamıyor. Bir kaç kez resim çektiriyorum. Çektikleri arasında en iyi resim bu oldu. Gürcan Yılmaz da bisiklet turuna çıkacağı için bisikletine bakım yaptırmaya gelmiş. Tren ile Kars’a gidip oradan dolaşa dolaşa Gürcistan, İran turu yapacaklar. Şimdiden iyi turlar dilerim arkadaşım.

20150723_144141

Kuz’un yeniden doğuşu böyle oldu. Beni yıllarca taşıdı, yenilenmiş haliyle taşımaya devam edecek. KUZ İzmir’e yakıştı doğrusu, Allah nazardan saklasın. Kuz’un yeniden doğuşu böyle oldu. Beni yıllarca taşıdı, yenilenmiş haliyle taşımaya devam edecek. KUZ İzmir’e yakıştı doğrusu, Allah nazardan saklasın. İ harfinin noktası nazar boncuklu İzmir yazısı önünde KUZ park etmiş durumda.

20150723_164608

Artık yeni maceralara çıkmaya hazır. Yeni yerler, yeni turlar, yeni dostlar. Hikayeler oluşacak, hikayeleri hazine torbamda toplayacağım sizlere anlatmak için.