Aylık arşivler: Nisan 2014

Keşan Trakya Bisiklet Turu 11. Gün

12 Eylül 2013 Perşembe

Kofçaz – Kula – Sarpdere

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Bir kırlangıç

bir su birikintisi

bir parça gök. “

 

Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.

Böyle diyordu yoldan geçen biri.

İlhan Berk

 

Öne çıkmış olan görsel, İki borudan kare olan yalağın içe sular akıyor. Bir metre duvar ve yanları yosun tutmuş. Üzeri düz arazi, çeşme çukurda.

11-27

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyorum, güneş pırıl pırıl çadırların üzerine vurmaya başladı. Çadırdan çıkıp güne merhaba diyerek Güneşe, ağaçlara ve dallarında güzel melodiler çıkararak öten kuşlara merhaba.. Dağlara taşlara, canlara… Güne ş tepenin üzerinde doğmuş, ışıklarını saçıyor üzerimize.

11-1

Güneşin doğuşunu seyrettikten sonra çadırı toplamaya başlıyorum.  Resimde gördüğünüz gibi bir baraka, henüz yapım aşamasında. Bitince çok güzel olacağına eminim. Fevzi Ali’nin anlattığına göre şimdilik yatacak yer olarak yapmış. Burası mutfak, bölümler çoğalıp ev halini alacak. Salon, yatak odası, misafir odası. 3 oda bir salon yapılacak. Merdiven eve dayalı, pikap Anadol kenarda park edilmiş. Bisikletim KUZ, Can ve Fevzi Ali Konuşuyorlar. Benim çadır yerde, Can henüz toplamamış.

11-2

Hep birlikte çayı demleyip bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Fevzi Ali ile bir anı resmi çekilerek vedalaşıyorum. Teklifsiz bizi bahçesinde çadır kurdurduğun için teşekkürler Fevzi Ali.

11-3

Yolcu yolunda diyerek Fevzi Ali ile vedalaşarak yola çıkıyoruz Can ile birlikte. Yolda olmak güzel, bilinmeyen diyarlara doğru, yeni yerler görmek yeni insanlarla tanışmak. Harika bir geziye devam ediyorum.

Rakım yavaş yavaş yükseliyor, kuzeye Kara denize yaklaştıkça sert balkan ikliminin tabelaları da karşıma çıkıyor. Henüz Eylül ayında olmamızdan dolayı tabeladaki gibi kar yağışı yok. Kış aylarında buralarda olmak vardı, ne kar yağardı.

11-4

Yükseldikçe yükseldik, bir de baktık ki zirveye yakın yere ulaşmışız. Dağın tepesinde radar etrafı dinliyor ve izliyor. Acaba bizi de izliyorlar mı merak ettim doğrusu. Burada yol ikiye ayrılıyor, hiç bir işaret , tabela da yok. Durup nereye gideceğimizi şaşırınca yoldan geçen tırlardan birini zar zor durdurarak Kula köy yolu ne tarafta öğreniyoruz. Tır yüklü olduğu için durması zor oldu.  Bizim de yapacak bir şeyimiz yok çünkü kamyonlardan başka bir araç ta geçmiyor ki. Elçek ile tepedeki anten ile resim çekiyorum.

11-6

Kula köyüne az kaldı, ondan önce Kocayazı köyü var. Köy yolları bisiklet sürmek için harika. Araç çok az geçiyor, bu da bizi gayet memnun ediyor. Kocayazı 2, Kula 14 Kilometre kaldığını yazıyor tabelada.

11-8

Kocayazı köyüne varıyoruz, köy sakin. Köylüler kendi işlerine bakıyorlar çünkü çalışmak zorundalar. Eğer çalışıp üretim yapmazlarsa geçim çok zor olur, insanlar aç kalırdı. Köy meydanında bir araba park etmiş, ortalık sessiz. İlkokul binası tek katlı.

11-9

Köyde ilgimizi çeken herhangi bir şeyle karşılaşmadığımızdan köyü geçip geride bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Yola yeni mıcır dökülmüş, tekerlekler kayıp duruyor. Araç geçmediğinden mıcır ezilip ziftle karışmıyor. Buralarda yavaş ve dikkatli gidiyoruz.

11-10

Artık Istranca ormanlarına girmiş bulunmaktayız. Meşe ağaçlarının boyları uzadı, 10 metreyi geçiyor. Sert kış şartlarına dayanıklı meşeler. Yağış bol olunca ağaçların boyları da uzuyor. Etrafta değişik kuş sesleri dinledikçe bisiklet sürmek te o kadar keyifli oluyor. Parkuru çok iyi seçmişiz. Yolun toprak olması da ayrı bir zevk katıyor. Hiç olmazsa toprakla temasımız oluyor. Meşe ağaçlarının uzun ve sık gövdelerini çekiyorum.

11-11

Meşe ormanı içinde giden yolu çekiyorum.

11-12

Bazı yerle çam ormanına dönüşüyor. Çamlar kalem gibi düz gövdeleri var.

11-14

Can kendi temposunda orman içinde önümde gidiyor.

11-16

Bazen ben onu geçiyorum. Sıcaktan terlemiş olduğundan ağaçların gölgesinde serinlemeye çalışıyor.

11-15

Vadini içinde küçük bir çay eşliğinde hafif inişteyiz. Çay da kendi halinde şırıl şırıl akıyor. Hani hava da sıcak, bunaldım. Şöyle bir serinlesem diye düşüyorum.

11-17

Toz toprak ve sıcaktan bunalmışken önümde giden Can birden duruyor, yanına varınca yolun sol tarafında piknik alanını bana göstererek burada biraz mola verelim deyince hemen çayın kenarına giriyoruz.

11-18

İyi ki de girmişiz, harika bir yermiş. Yoldan pek görünmüyor güzelliği. Burayı bilenler girip burada piknik ve benzeri şeyler yapıyorlar. Bir de su bedava diye arabasını yıkayan bir köylü de burada arabasını yıkıyordu resmen. 2 tane borudan buz gibi su akıyor. Çeşme yoldan bir metre aşağıda, duvar içinde iki borudan akan sular nedeni ile duvarı yosun tutmuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

11-27

Çay küçük olması beni ilgilendirmiyor, yeter ki aksın. Hemen şortlarımı ve terliklerimi giyip çayın içinde bir karışlık bir derinlik arıyorum.

11-19

Öyle bir karışlık derinlik bulunca hemen kendimi serin sulara bırakarak duşumu alıyorum. Yolda başka türlü duş almak imkansız. Duş ve serinleme ısınmış olan pistonlara iyi geliyor. Ara sıra pistonları soğutmak gerek. Can beni sırt üstü yatmış durumda çekiyor. Yüzdüğümü hissetmek için suda ellerimi çırpmaya başladım.

11-21

Duşumu çayın serin sularında aldıktan sonra çaydan çıkıyorum. Çayda çıra oynayacak halim yok doğrusu. Zaten bir karış su var.

11-23

Ardından toza bulaşmış eşyalarımı yıkayıp paklıyorum. Bu mola çok iyi oldu, hem serinledim hem çamaşırları yıkadım hem de dinlendim biraz. Buraya Ayva ağzı piknik alanı diye yazmışlar, güze bir isim.

11-26

Ayva ağzı dinlenme yerinde iyice dinlendikten sonra yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Burada biraz fazla zaman geçirdik, yolda olmak gerek. Yolun kıyısında devasa bir meşe ağacı görerek resmini çekmek istedim. Ağaç o kadar kocaman ki kadraja sığmadığından biraz geri gelerek Muazzam meşe ağacını komple çekiyorum. Resim de bile kesmeye kıyamam. Can meşe ağacının gölgesinde beni bekliyor.

11-29

Yolun kıyısında çeşmeler eksik olmuyor. Her çeşmede sularımı tazeliyorum, her ne kadar suyumun tamamı bitmese de her çeşmede suyumu tazeleyerek devamlı taze suyla dolaşıyorum.

11-31

Yol o kadar güzelliklerle dolu ki bunu bisikletim KUZ ile resimde görünmesini istiyorum. Onun da hakkı var değil mi. Beni Trakya’nın Istranca dağlarına kadar taşıdı, sesini soluğunu çıkarmadan. Bisikletim KUZ, toprak yol ve orman.

11-32

Orman görülmeye değecek kadar muhteşem, ağaç çeşidi çok. Çam, gürgen, palamut, kestane, kayın, meşe. Zengin bir ormanla kaplı Istranca dağları. Resim çekmeye çalışıyorum ama yetersiz kalıyor makine. Resimleri 5 Mp cep telefonumla anca bu kadar görüntü alabiliyorum. En iyisi kendi gözlerimizle görmek bu güzelliği. Manzara sürekli değişiyor ve orman beni büyülüyor adeta.

11-33

Minareyle birlikte bir köy görüyorum. Bu köy Kula köyü, Manisa da Kula ilçesi var ama aynı isimle köy olduğunu buraya gelince öğreniyorum. Arabayla, otobüsle bir çok kez Kula kasabasından geçtim ama durup şöyle bir gezmedim. Bakalım benzer isimdeki Kula köyü nasıl? Köyün birkaç evi ve caminin minaresi görülüyor.

11-34

Kula köyüne giriyoruz, tabelada öyle yazıyor.

11-35

Köyün sokaklarında ilerlerken 75 – 80 yaşlarında bir köylü el arabasıyla yürüyerek karşıdan geliyordu. El arabasının içinde arı petekleri, balın sarı rengi güneş ışıklarıyla daha da ışıltılı hale gelmiş, bileğinden sarkan körük ve körükten hafif dumanlar çıkarak sallanıyordu. Besbelli ki yaşlı köylü kovanları sağıp gelmiş. Selam verip selam alıyoruz. Yaşlı köylüden mümkünse bir parça bal alabilir miyiz diye sorunca köylü beni takip edin diyerek peşi sıra köyün kooperatif binasına geliyoruz. Adam binanın kapısını açarak bal peteklerini içeriye taşıyor. Bu arada bal kabımı adama veriyorum. Binanın dışında tahta masada oturup adamı beklemeye başlıyoruz Can ile birlikte. Yaşlı adam kabımı doldurup masanın üzerine bırakarak yanımıza oturuyor. Muhabbet ederken başka bir köylü de yanımıza gelerek muhabbete katılıyor. Nereden geldiniz, nereye gidiyorsunuz gibi klasik soru cevaptan sonra birer gazoz ısmarlıyor köylüler. Soğuk gazoz iyi gidiyor doğrusu. Gazozu  içerken bal kabımdan taşıp masanın üzerinde birkaç damla bal damladı. Nerden gördüler anlamadım sarı arılardan bir kaç tanesi gelip dökülmüş olan bala hücum ediyorlar. Sarı arılar bizi rahatsız etmeden sohbet esnasında masayı tertemiz, bir parça bal bırakmadan bitiriyorlar. Ben hem sohbet ediyorum hem de sarı arıların hareketlerini takip ediyorum. Çok ilginç bir olaydı benim için. Yaşlı köylünün anlattığına göre balın fiyatı 70 ila 80 lira arasında satılıyormuş. Yani pahalı bir bal olduğunu söylüyor bize. Gazozları içtikten sonra bal kabımı naylon poşetle sarıp çantama koyuyorum. Artık kahvaltıda bal yemeye devam edeceğiz. Balımız bir gün önce bitmişti. Yaşlı köylüye balın borcunu sorunca bu da yolcu hakkı diyerek para almıyor. Kula köyü muhtarlık binasını çekiyorum, yan tarafı kahve. Dışarıda masa ve sandalyeler konulmuş.

11-37

Teşekkürler ederek köyden ayrılıp yola devam ediyoruz. Yol tabelaları bize nerede olduğumuzu üç aşağı beş yukarı bildiriyor. Hedefimiz Dereköy, 14 km kalmış şunun şurasında. Geçitağzı 9, Dereköy 14 Kilometre olduğunu belirtiyor tabelada.

11-36

Kula köyünden ayrıldıktan sonra yol bize yine güzelliklerini gözümüze seriyor. Yeşil ve mavinin kucaklaşmasını izleyip, aralara serpiştirilmiş pamuk yığınlarının beyazlığı yeşil denizin maviliğinde derinliğinde kaybolmayı önlüyor adeta…

11-38

Yeşil denizin üzerindeki yol sağa doğru kıvrılıyor. Yol bilinmeze doğru gidiyor. Bakalım nereye çıkacak ama dönemeçten sonrasını göremiyorum henüz.

11-39

Buranın böğürtlenleri iri ve çok lezzetli. Durup durup yiyoruz afiyetle, hep ayılar yiyecek değil ya. Ama birileri topluyor galiba böğürtlenleri, olmuşlar pek az. Bunlar yol kenarında gördüklerimiz, yoksa ormanın iç kısımlarında bolca bulabilirdik. Yalnız ormanın içinde ayılarla karşılaşma olasılığımız artabilir. Ayılar nasıl yolumuzun üzerine çıkıp bizleri rahatsız etmiyorsa, biz de onların yaşadığı alanlara girip rahatsız etmemeliyiz. Sırf ayıları değil ormanın içinde yaşayan diğer canlıları da yaşadıkları yerlerde rahatsız edip yaşam alanlarını bozmamalıyız. Benim kendi düşüncem, biz de canlıyız, yaşama hakkına sahibiz. Ormanın içinde belirli yerlerde patika, orman yolunda elbette doğayı kucaklamalıyız fakat patikadan ormanın içine kesinlikle girmemeliyiz.

11-40

Uzun devasa ağaçlar ne güzel görünüyor. İnsan seyretmeye doyamıyor ama fazla içine girmeden. Bunlar kayın ağacı.

11-41

Artık Istranca ormanlarının muhteşem bitki çeşitliliğiyle etrafı seyrede seyrede her anında ciğerlerime tertemiz ve saf oksijeni çekerek 30 kusur yıldır içtiğim sigaraların dumanını temizlemeye çalışıyorum. Böyle ormanda daha ne yapılabilir ki? Bisikletim KUZ toprak yolda, ormanın içinde dinleniyor.

11-42

Şimdi böyle bir ormanda gidiyorsunuz ve yolun kıyısında muhtemelen arabadan biri suyunu içtikten sonra camdan dışarıya resimde gördüğünüz plastik şişeyi atarsa ne yapardınız!? Ben dayanamıyorum ve ormanı çirkinleştiren plastik şişeyi alarak hazine çantalarıma topluyorum. Bu benim hızımı kesse de üzgünüm. Nasıl olsa varacağım yere varıyorum. Böyle şeyler benim hızımı kesmez. Ön çantamda pet şişe ve gidona takılı beyaz hindi tüyü.

11-43

Can’a cep telefonumu verip beni çekmesini söylüyorum, o da KUZ ile beni çekiyor bisiklet sürerken ormanın içinde.

11-44

Derken Geçitağzı köyüne varıyoruz. Hava sıcak, köyden durmadan geçeriz diye düşünüyorum. Aslında buranın eski adı Burgazcık imiş, sonradan köyün ismini saçma sapan bir şekilde değiştirmişler masa başından. Ben öyle tahmin ediyorum ve bazı köy isim değişikliklerinin nasıl yapıldığını biliyorum. Köyün tabelası hedef tahtasına dönmüş. Kurşun izleri görülüyor tabelada.

11-45

Köyün içinden bir ses duyuyorum Doooooooooooonnnduuuuummaaaaaamm Kaaaayyyymmaakk.

Bu sesi 1970 ‘ li yıllarda duyardım. Dondurmacı o zamanlarda 3 tekerlekli arabasında pikap ile dondurma satardı. Plaktan ” Analar kuzusu Reyhan Reyhan ” türküsünü duyunca geldiğini anlayıp babamdan 25 kuruş para isterdim. Henüz Yugoslavya dan yeni göç etmişiz. Durumlar elverişsiz, bazen babam 25 kuruş bile verecek durumda değildi. Ben de üzülürdüm bazen dondurma yiyemedim diye. Ama çocuktuk ve dünyayı tanımıyordum. Geçim derdi yoktu çocuklar için ve benim için…

Dondurmacı Hakan’dan birer külah dondurma alıyoruz Can ile birlikte. Sıcakta da iyi gidiyor buz gibi dondurma. Istranca dağlarında dondurma bulmuşuz hem de dondurma kaymak. Daha ne olsun. Dondurmaları yerken Hakan ile sohbet ediyorum, arabasıyla köy köy gezerek dondurma satıp para kazanıyor. Geçimi bu ve babadan oğula geçmiş bu meslek. Köylerde pastane olmadığından köylülerin yaz sıcağında serinleme ve tat alma isteklerini karşılıyor böylece. Dondurmacı arabanın bagajına koyduğu dondurma kovasından kaşık ile külaha dondurma koyarken resmini çekiyorum. Kare çizgili gömlek, Güneşten yanmış teni ve gözlükleri ile poz veriyor dondurmacı Hakan.

11-46

Geldiğimiz yolu gösterir tabelada; Geçitağzı 5, Kula 15 kilometre geçtiğimizi belirtiyor.

11-48

Gideceğimiz yolun üzerinde ki köyleri ve kaç km mesafe olduğunu gösteren tabelalar var. Bakalım Can ile nereye kadar gideceğiz, nerede konaklayacağız hiç bir fikrimiz yok. Nerde akşam orda sabah, artık hangi köye denk gelirsek. Benim için sorun değil kalma konusu, sadece bir çeşme yada temiz su akan dere kenarı yeter bana. Köyün içinde gideceğimiz yönde bir çok köy olduğunu gösteren tabelalar alt alta sıralanmış. Hani derler ya 9 köy işte bahsedilen o 9 köyü göreceğiz. Umarım 9 köyden kovmazlar. Kovacaklarını da zannetmiyorum çünkü yalan söyleme huyum yok. Durum neyse ağzımdan çıkan odur. Tabelalarda yazıldığına göre en yakın köy ve en uzak yere kadar sırayla yazılmış; Karadere 9, Şükrüpaşa 19, Armutveren 22, Karanlık 25, İncesırt 27, Sarpdere 29, Gökyaka 30, Balaban 43, Demirköy 52 Kilometre mesafe olduğunu belirtmiş.

11-49

Ormanlar, ormanlar, ormanlar uzayıp giden yeşil bir okyanus. Engin ve dingin, bir o kadar da huzurlu.

11-47

Yol kıyısında kocaman bir meşe görerek resmini çekiyorum KUZ ile. Ağaç bayağı büyük ve tarihi. Tabelasından anlıyorum. Ağaç büyük olunca haliyle kadraja sığdırmam gerek. Yoksa resimde kesmeye bile kıyamam.

11-51

Can’ı ağacın dibinde çekiyorum.

11-50

Can da beni çekiyor ağaç ile, ağaç o kadar yaşlı ki gövdem yanında küçük kalıyor. Gövdemin üç katı kalınlıkta.

11-52

Tabelalarda gördüğümüz köyleri birer birer görerek geçiyoruz. Burada bir şey dikkatimi çekti, hep köylerin ismi dere ile bitiyor nedense. Bir tane dere akıyor ve dere hangi köyden geçerse önüne kara, kuru, sarp, dereköy gibi isimlerle birleştirip tabelaya giriyor. Bu bence edebiyatımızın ilerlememiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Şöyle özgün güzel bir isim takamamışız güzel köylerimize.

11-53

Evin sahibi kapısının dışına hayır için çeşme yaptırmış. Tanrı razı olsun, ilginç olan suyun ibrikten akması. Burada hem suyumuzu tazeliyorum hem de ibrikten akan buz gibi sudan içerek duamızı ediyoruz. Yaptıran ince düşünceli olsa gerek. İnsanın ilgisini de çekmeyi başarmış. Ben su içerken Can çekiyor.

11-54

Can su içerken, bu kez ben onu çekiyorum.

11-55

Şükrüpaşa köyüne ne kaldı ki, şunun şurasında 9 km. Köylerin arasında mesafeler kısa. Bir köyden diğerine çabuk varıyorsun.

11-56

Yol arkadaşım Can Küçükler ile gölgelerimiz önde biz arkasında yol alıyoruz. Gölgeler de uzamaya başladı. Demek ki akşama az kaldı. Can seninle yolda olmak güzel be kardeşim, harika bir insansın, kocaman yürekli.

11-57

Vadilerin derinliklerinde güneş batmış ama hava aydınlık. Akşam olmak üzere, yolumuza keçi sürüsü denk gelince kenara çekilip geçmelerini bekliyoruz. Sürü bayağı büyük. Sürünün önünde ilk önce atı görüyorum, ardından keçi sürüsü geliyor. Çoban omuzunda av tüfeği ile keçileri otlatarak kah yürüyor kah atına binerek dinleniyor. Bu kadar büyük sürü ile baş etmek anca böyle at ile başarabilir insan. Atın terkisinde çoban azığı, her şeyi var.

11-58

Arada bir kaç keçide çan var, çan sesi hiç durmadan kulağıma geliyor. Keçiler daha çok beyaz renkte, siyah kimisi. Arada tek tük kahverengi renginde olanlar da var.

11-59

Hepsinde yok ama bazı keçilerin boynunda çanlar asılı. Kimi küçük kimi büyük, onun için sürüden değişik tonlarda çan sesini dinlemek mümkün.  Her birinin ritmi ayrı. Sürü sanki senfoni orkestrası ve ormanda konser veriyor. Ben de bu konserin bir kısmını dinliyorum gözlerim kapalı. Harika bir an, kendimi düşüncelere bırakıyorum.

Çocukluğumda Kosova da babamın köyüne yaz tatillerinde geçti. Köyde her evin kendi sürüleri var. Kiminde kara sığır vardı. Her sabah sığırlar kendileri bahçe kapısından çıkarak sığır çobanını takip ederdi. Ben sığırların peşine takılmazdım çünkü köyün bir sığır çobanı vardı ve onu tanımıyordum. Akrabalarımın koyun sürüsü ile birlikte koyunları otlatırdık dere tepe çayır çimen geze geze. Sürüyü istediğim gibi sürmeye çalışırdım fakat sürünü koçu karşıma dikilir bana engel olurdu. Ben de ondan kaçardım köşe bucak. Koç sürüsüne liderlik ederken otun nerede olduğunu bildiğinden sürüyü kendisi otlatırdı. Çobana gerek yoktu sanki. Ben de çocukça oyun peşinde olduğumdan koyunların koşturarak gitmesi için kovalardım. Koç ta bana gıcık olunca yıldızımız barışmadı bir türlü. Koç bayağı iri, damızlık bir koçtu. Boynuzları 3 kıvrımdı, zaten en çok boynuzları beni  ürkütürdü. Keçiler yanlarımızdan geçerken ilk defa bisikletli görmüş olarak çekinerek geçiyorlar hızlı adımlarla. Yol kıyısında kesilmiş ağaç tomrukları istiflenmiş.

11-60

Hava birden kararıyor, bir süre karanlıkta ilerliyoruz. Kavşaklarda yol tabelalarını takip ederek en yakın köyde konaklamak gerek. Tabelada; Sarpdere 6, İncesırt 7, Balaban 19, Demirköy 28 olduğunu belirtmiş. En yakın olan Sarpdere köyüne varmamız gerek gecenin karanlığında.

11-63

Aydınlatmaları yakıp zifiri karanlıkta gidiyoruz. Bir kavşağa geldik. Burada İncesırt köyüne, sola gidileceğini işaretlenmiş. Buraya kadar 3 Kilometre gelmişiz. Sarpdere’ye daha 4 Kilometre gideceğiz. Neyse az kaldı.

11-64

Gecenin karanlığında Sarpdere köyüne vardık, bu gece burada kalacağız. Saat 08:30 oldu bile. Köyün kahvesine girerek odun ateşinde pişen çaylardan afiyetle içerek bir süre dinleniyoruz. Ocakta çay dolduran kahveciyi ve çay ocağını çekiyorum. İki taş üzerinde su konulan yedeklik, üzerinde biri küçük, biri büyük demlik var. Altta odunlar suyu ısıtıyor. Sağda bardakları yıkamak için lavabo var.

11-62

Köyde iki tane kahve var, biraz büyükçe bir köy herhalde. Karanlıkta geldik köyü tam göremiyorum. Diğer kahveye geçip akşam yemeği hazırlıklarına başlıyoruz Can ile beraber. İyice acıktık, hani derler ya kurt gibi aynen öyle. Kahvelerde lpg tüp kullanmıyorlar, ormandan bolca odun olunca odun ateşinde çay demleniyor.

Bu sefer Can kendi ocağını çıkarıyor, henüz ispirto ocağını kullanmadık Can’ın, denemek lazım.  Makarnayı benim tenceremde pişirip içine de ton balığını katınca deme lezzetine. İspirto ocağının gaz kısmının çeperi dar olduğundan çıkan alevler bir çoğalıyor bir azalıyor. Bana pek kullanışlı gelmedi doğrusu. Benim kendi yaptığım ocağın gaz çeperi daha geniş. Bundan dolayı sabit bir şekilde alev çıkıyor. Yemeğimizi yedikten sonra bulaşıkları yıkayıp kap kacağı çantama yerleştirerek yemek sonrası birer kahve pişiriyorum. Kahve de bir başka oluyor canım. Kahvede zaten kahve yoktu o yüzden kendi kahvemi kendim pişirdim. Sadece çaylar içildi kahveden. Tencere ispirto ocağında, ispirto ocağının alevleri mavi renkte. İspirto ocağı kalın bir kütük üzerine koyduk.

11-67

Köylülerle sohbet ederek vakit geçiriyoruz bir süre. Nereye çadır kurabiliriz deyince köyün camisinin avlusunda kurabilirsiniz diyorlar. Köylüleri kıracak değiliz ya çadırları caminin avlusuna kurarak yatmaya hazırlanıyoruz. Tuvalet ve su da var daha ne olsun. Can dereye girip duşunu almadığından tuvalette çeşmenin hortumuyla duşunu alıyor. Ardından çadıra girip derin bir uykuya dinlenmiş bir şekilde dalıyorum.

Her gün değişik yerler görüp harika manzaralar ve ormanın içi beni hiç mi hiç yormadı. Aksine daha çok dinleniyorum sanki. Hayat bu, her anını doyasıya yaşıyorum. Yaşamalı da insan. Yarının daha iyi olacağına inanıyorum, güzellikler bitmiyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 71 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 10. Gün

11 Eylül 2013 Çarşamba

Edirne – Lalapaşa – Kofçaz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Sana.

sıkı

sıkı

sarıldıktan

sonra

 İlk öpücükle yitirdi

 aklım

 düşüncesini …

 her yerin dudak…

2010 – Feyyaz Alaçam

 

Öne çıkmış olan görsel, Önde iki kaya üzerine konulmuş düz kaya sundurmayı oluşturuyor. Arkada mezar odası.
10-22
Sabah 07:00 de uyanıyorum 08:00 de Can küçüklerin kaldığı tesislerde buluşacağım. Edirne’de  okuyan öğrenci arkadaşlarım Emre Ata ve Selim Karagözler beni çok güzel ağırladılar. Kendilerine yüksek teşekkürler. Kısa süren birlikteliğimiz ömür boyu unutulmayacak, iyi ki tanıştım. Onlar da erkenden uyanıyorlar. Kahvaltı yapmadan hazırlanıyorum. 2 gün yol arkadaşım Orhan Şentürk seninle çok güzel yolculuk ettim. Uyumlu, sakin, her zaman beraber yol yapabileceğim bir insanla tanıştım.
Emre Ata da bana bir tane suluk hediye etti. Bisiklet dostluğu başka bir şey canım. Artık bir de suluğum oldu. Teşekkürler Emre Ata, yolda her su içişimde seni anacağım. Bisiklet suluğu çantamın üzerinde, rengi sarı.
200320145287
Sevgili Selim Karagözler, bizim Edirne de kalacağımızı öğrendikten sonra İstanbul’a gitmekten vaz geçip aramıza katıldı, çok güzel bir akşamın ardından evinde misafir etti. Böyle duygularla arkadaşlarımla vedalaşıyorum. İyi ki sizleri tanıdım. Apartmanın dışına el birliği ile bisikletimi çıkarıyoruz. Bana İl Gençlik spor misafirhanesini tarif ediyorlar. Misafirhane kolay yerde ana cadde üzerinde ve yakın. Yol kıyısında dört kare sütunlu, üzerinde kubbesi olan mezar boş arsada öylece duruyor. Arkasında büyük bir otel var.
10-1
Kısa sürede misafirhaneye varıyorum. Ardından Can’ı telefonla arayıp aşağı inmesini söyleyerek beklemeye koyuldum. Can biraz yavaş hazırlandığından azıcık bekliyorum. Aşağı inince ana yola çıkıp Selimiye camisini bulunduğu yere varıyoruz. Uzaktan Selimiye camisinin resmini çekiyorum. Dört minaresi ile muhteşem yapı.
10-2
Mimar Sinan’ın heykeli Selimiye camisinin  kuzey doğusunda, sabah güneşi arkadan geldiği için resim biraz gölgeli çıkmış. Heykel geniş bir kaidenin üzerinde.
10-3
Caminin bir çok kapısı var, biz bahçenin sol yanındaki kapıdan giriş yapıyoruz. Kapı da kapı hani, devasa boyutu var. Bekçi kulübesi de kapının ardında bisikletler emin ellere bırakıyoruz.
10-4
Caminin içine girip muhteşem yapıyı incelemeye koyuluyorum ve bir kaç resim çekmek gerek. Camiler içinde gördüğüm en devasa cami. Mimar Sinan’ın ustalık eseri, burada oturup saatlerce etrafı seyredebilirim. Ama yolumuz uzun. Tam ortada tavandan sarkan geniş avizede yüzlerce ampul yanıyor.
10-5
Kubbenin iç kısmını alttan çekiyorum. Kubbeye Arapça yazılar yazılmış daireler içine. Sekiz daire kenarlarda, ortada mavi çinili hat yazısı yazılmış. Kubbenin çapı 31.25 metredir. Kubbenin altında çepeçevre pencereler içeriyi aydınlatıyor.
10-6
Kısaca etrafı dolaştıktan sonra Ters Laleyi aramaya koyuluyoruz. Can bildiğinden hemen bularak hikayesini de Ters Lalenin olduğu yerde anlatıyor. Mimar Sinan camiyi yaparken ihtiyar birisi evini vermemiş. Vermeyince de cami inşaatı biraz beklemiş. İhtiyar öldükten sonra cami bitirilip ihtiyarın arsası üzerinde müezzinlerin oturduğu bölümün sütunların birine ihtiyarın tersliğinin işareti olarak Ters lale figürü yapmış. Mermer sütunda kabartma ters lale silik olarak görülüyor.
10-7
Caminin diğer taraflarını sessizce dolaşıyoruz, namaz kılanlar var.
10-9
Caninin minberi süslü korkuluklarla merdiven yukarı çıkıyor. İmam hutbeyi burada veriyor Cuma günleri. Merdiven başında kapı, kapı yeşil perde ile kapatılmış.
10-10
Geniş kubbeyi ayakta tutan dört tane devasa sütun var. Sütunlardan birinin resmini çekiyorum Her tarafta aydınlatma lambaları sarkıtılmış. Lambalardan kimisi yanıyor.
10-11
İçeride resim çekme işi bittiğinden dışarı çıkıyoruz. Devasa caminin devasa uzunluktaki minareyi alttan çekiyorum. Minarede üç tane şerefe yapılmış.
10-12
Caminin içine girilen ana kapısı üç kemerli, iki sütunlu yapılmış. Kemerdeki taşlar kırmızı beyaz. Giriş altı basamak ile çıkılıyor.
10-13
Cami avlusunda bazı yerler onarım çalışmaları yapılıyor.
10-14
Caminin avlusunda yerde kestaneleri görünce toplamaya başlıyorum. Can bana kestaneleri yiyemezsin diyor. Çünkü bunlar at kestanesi imiş ve tadı da acı mı acı. Topladığım kestaneleri usulca yere bırakıyorum. Nerden bilebilirdim ki? Zaten normal yenilen kestanedeki gibi ince dikenleri yok. Kaba dikenli ve ele batmıyor.
10-15
Bu da ağacı, bayağı büyük.
10-16
İpsala da gecelediğimiz petrol istasyonunun sahibi Güray İşbaşaran’ın selamını iletmek için caminin imamını bekçiye soruyorum. İmam camide değilmiş, imamı göremeyince bir kağıda not yazarak selamı imama iletip görevimi tamamlıyorum. Bekçi de notu imama vereceğini söyleyince bisikletlerimizi alarak yolumuza koyuluyoruz Can ile birlikte.
Caminin çevresinde hotelleri taştan yaparak güzel mimari örnekler yapmışlar. Taş odada kalmak güzel olurdu da herhalde tuzludur diye düşünmeden kendimi  alamıyorum.
10-17
Bakkalın birinden kahvaltı için ekmek ve biraz kahvaltılık bir şeyler alıp kahvenin birine oturup güzelce kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra İğneada’ya doğru yola çıkıyoruz. İlk kasaba Lalapaşa, Edirne’ye yakın. Bulgaristan sınırına yakın yol yapıyoruz. Tabelada; Lalapaşa 21, Süloğlu 29, Hamzabeyli (Bulgaristan) 39 Kilometre kaldığını söylüyor.
10-18
Lalapaşa’ya kısa sürede vararak ilk molamızı burada veriyoruz. Kasabanın nüfusu tabelada 1.900 olarak yazılmış, bana bayağı az geliyor 1.900 rakamı.
10-19
Lalapaşa da çay molasından sonra yolumuza devam ederek Dolmen ( taş mezar anıtı ) görerek duruyoruz. Trakya’nın bu bölgesinde geniş bir alanda bir çok Dolmen görmek mümkün. Açıklama tabelasını çekiyorum yakından. Tabelada yazanlar;
Dolmen
Dolmen kelimesi Keltçe olup “Tolmen” anlamına gelmektedir. Genel düşünce, Trakya dolmenlerinin son tunç çağı bitimiyle ilk demir çağı başlarına tarihlendiği, ancak bunlardan bazılarının kullanımının M. Ö. 8 – 7 y.y’a kadar sürdüğü şeklindedir.
Yörede “Kapalıkaya” olarak tanınan dolmenler, anıtsal mezar yapılarıdır. Mezar üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey – Güney yönünde, en arkada hücre şeklinde ana oda, bundan biraz daha küçük bir ön oda ile geçit yada giriş kısmı bulunur. Her üç bölüm yapı olarak birbirine benzer. Boyutları 2 – 3 m. kadar olan tonlarca ağırlıktaki iri taş blokların, bağlayıcı harç kullanılmadan üst üste bindirilmesiyle yapılmıştır. Bunlar odanın dört yanına dik olarak yerleştirildikten sonra üzerlerine yine iri taş bir blokun kapak gibi oturtulmasıyla yapılmış hücre şeklinde odalardan oluşmuştur. Plan özellikleri bakımından Trakya dolmenleri tek odalı ve iki odalı olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Her iki grubun da önünde dromos şeklinde bir giriş bölümü bulunmaktadır.
Dolmenler yöresel taşlarda yapılmış olup, üzerleri çoğunlukla bir tümülüsle örtülmektedir. Dolmenleri örten tümülüsler zamanımıza dek kendilerini koruyamamıştır. Dolmenlerin daha büyük boyutta olanları ve iki odalı kompleks şeklinde inşa edilenleri, mezar sahibinin sosyal konumu yansıtmaktadır.
10-20
İlk defa bu tür kaya mezarı görüyorum. Bana ilginç geliyor. İnsanlar gömülmek için çeşit çeşit mezarlar yapmışlar. Böyle büyük taşları getirip mezar yaptırmak herkesin harcı olmasa gerek. Biraz zenginlerin yada ünlü komutan askerler yaptırabilir ancak. İki dolmen yan yana, üzeri kaya ile kapatılmış.
10-21
Büyük taşlardan yapılsa da mezarların ta o zamanda ölülerle gömülen hazinelerin çalındığını biliyorum. Şimdiki mezar soyguncularına pek bir şey bırakmamışlar anlaşılan. İki yanda, üzeri kaya ile örtülmüş giriş bölümü, Arka odaya geçiş kaya ile kapatılmış, içeriye girmek için delik olarak kaya oyulmuş kapı. Arkası yine taş kayalarla yapılmış mezar kısmı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
10-22
Resimleri benim cep telefonumdan çektiğimiz için Can ile teker teker resim çekiyoruz mecburen. Aslında bisikletin gidonuna özel bir aparat yapmak lazımmış cep telefonu için. Pozu ayarlayıp 10 saniyede kendi kendimizi çekebilirdik. Dolmen önünde Can beni çekiyor.
10-24
 Bu kez Ben Can’ı çekiyorum. Can kayanın dibine çömelmiş durumda.
10-25
Yol kenarında Dolmen taşlarını, mezar taşlarını görmeye devam ederek ilerliyoruz.
10-27
Ufukta bir Dolmen görüyorum, uzak olduğu için ve yol olmadığından uzaktan sadece resmini çekmekle yetiniyorum. Bir tanesini yol kenarında zaten yakından incelediğimden diğerlerini ziyaret etmenin anlamı yok.
10-28
Yolda ilerlerken nedense Edirne’den sonra asfaltın kıyısında çekirgelerin sıçradığını görüyorum. Çevrede daha çok buğday tarlaları mevcut. Öyle bir iki tane değil bisikletimin önünden onlarcası birden zıplayıp duruyorlar. Bisikletle gezerken yolun kıyısında değişik yeni şeyler görüyorum. Bisikletle gezmenin nimetlerinden bolca faydalanıyorum ben de. Önüme kayaya oyulmuş mezarlar çıkıyor.
10-23
Bazen etrafta ilginç mezar taşları çıkıyor. Resimdeki sanki dikili taş gibi, gibisi fazla gerçek dikili taş. Dolmenler bitti şimdi Dikilitaş bölgesine girmiş oluyoruz böylece.

Menhirler (Dikili Taş)Megalit (büyük taş), dikili anıtsal mezar taşlarıdır. Kırklareli ve yakın çevresinde çok sayıda görülmektedir. Çoğunlukla yakın dönem mezarlık alanlarında da benzer dikili mezar taşları görülmekte ise de esas kullanım süreci Erken Demir Çağı’dır. Yükseklikleri ortalama 3 m’ye varan dikit örnekleri Kırklareli merkez ilçe, Erikler, Değirmencik, Ahmetçe köyleri ile Lüleburgaz ilçesinde görülmektedir. Ancak, Kırklareli merkezi de dahil olmak üzere, çoğu ilçe ve köylerdeki Müslüman mezarlarında bulunan dikili taşların bir bölümünün orijinal yerlerinden sökülerek getirilen menhirler olduğu düşünülmektedir.

10-29
Hacıdanışment köyüne geldik. Köyden biraz büyükçe. Biraz acıktık, burada mola verip karnımızı doyurmalıyız. Ve öyle de yapıyoruz Can ile birlikte. Can önümde, köye girerken.
10-30
Büyük taşı oyup kuyunun ağzına yerleştirmişler. Kuyu var ama kovası yok, yanımızda da kovayı taşıyacak halimiz yok.
10-31
Yolumuz üzerinde köylere denk geliyoruz, kimisi yoldan biraz içeride. Zamanım biraz olsaydı bütün köylere uğramak, orada biraz zaman geçirmek isterdim. Kahvesinde bir çay, çay içerken köylülerle sohbet etmek daha anlamlı olurdu. Her köyde yaşam var, her birinde ayrı ayrı insanlar. Keşan bisiklet festivali bittikten sonra İzmir’e doğru dönüş yolundayım. Gerçi İzmir ters yönde ama şöyle bir İğneada’yı görüp İzmir’e gideceğiz. Evdekilere dönüş yolundayım diyorum ama biraz uzun olacağını da söylemeyi ihmal etmiyorum.
10-32
Trakya’nın güney tarafı daha çok düz bir arazi olarak hafif eğimli halde. Neredeyse hiç ormanlık arazi göremedik. Ağaçlar daha çok köy ve kasabalarda görülüyor. Nehir kenarları ise sulu olduğundan zaten mevcut. Arazinin düz olması tarım için elverişli hale getiriyor ve işlenmemiş boş alan bulmak neredeyse imkansız. Karadeniz’e yaklaştıkça arazi yapısı değişmeye başlıyor. Meşe ağaçları yavaş yavaş belirmeye başladı. Düz tarım arazileri azalıyor. Yokuşlar beliriyor yolumuzda.
10-33
Havada şahinleri görüyorum. durup resmini çekesiye kadar biraz uzaklaşıyorlar. Ancak bu kadarını yakalayabiliyorum. Seyretmesi bile çok hoş. Güçlü kanatlarını açıp esen yele karşı süzülmeleri insana yetiyor. Bu arada bulutlar artmaya devam ediyor. Umarım yağmura denk gelmeyiz. Yol boyunca dünyadan ilişkimi kopardım sayılır. Ne bir televizyon nede internet. Dünyadan bir haberiz yani. Hava durumunu da bilemiyorum.
10-34
Bulutların altında süzülen şahin.
10-35
Hala taş mezarları görmeye devam ediyorum, tabi ki yol kıyısında denk geldiklerimize. Maalesef kayanın üzerinde boş bira şişeleri vardı, başkaları kırmasın diye alıp kenara bıraktım. Resim çekerken iyi bir görüntü olsun diye etrafı temizliyorum elimden geldiği kadar.
10-36
Önümüze bir gölet çıkıyor. Can aşağıdaki gölete bakıyor.
10-37
Göletin kıyısında piknik alanı yapmışlar. Fakat ortalıkta kimseler görünmüyor. Hafta için olması nedeniyle olabilir. Yalnız harika bir yer, çevre tertemiz, ağaçların gövdeleri kireç sürülmüş. Masalar ağaçların altında. Burada bir süre hem dinleniyoruz, hem de etrafı kolaçan ederek ne var diye merak ediyoruz.
10-38
Piknik alanına meşe ağaçları dikilmiş. Burada kamp yapılabilir, Can etrafı dolaşırken çekiyorum.
10-39
Yol genelde sakin, inişler çıkışlarla yolculuğumuz devam ediyor. Hava sakin, yol sakin daha ne olsun. Bulutlar gökyüzünden eksik olmuyor. Yağmur yağma ihtimali az.
10-40
Yollar genellikle asfalt stabilize, normal sayılır. Bazı yerde bir köyden diğerine yol toprak. Sanki orman yoluna girmişsin gibi. Resimde görüldüğü gibi. Gerçi köyler arası fazla mesafe yok, en fazla 12 km sonra başka bir köye varıyoruz.
10-41
Yol kıyıları ağaçlık, Can toprak olan yolda gidiyor.
10-42
Arada kendimi çekiyorum ormanın içinde elçek yaparak.
10-43
Çam ormanları yol kıyısı boyunca bizi bırakmıyor.
10-44
Kavşakta yol tabelaları bize yönümüzü gösteriyor. Vaysal köyünü 9 km geçmişiz Devletliağaç köyüne 3 km yolumuz kalmış. Köyde çay molası vermek gerek diyerek basıyoruz pedallara.
10-45
Bulutlar yavaş yavaş toplanıyor ama yağacak gibi değil hava. Trakya’nın bozkırlarında pedallarımız dönmeye devam ediyor, keyfimiz yerinde.
10-46
Yol toprak olmasına rağmen sorunsuz ilerliyoruz.
10-47
Devletliağaç köyünde kısa bir mola veriyoruz. Bir zamanlar köyde benzin istasyonu varmış. Pompası hala duruyor. Neyse ki benzinle gitmiyor bisikletlerimiz, yoksa yolda kalmıştık resmen. Bisikletim KUZ eski, dağınık ve içi görünen benzin pompasının yanında duruyor.
10-48
Köyde kel Fatma’yı görüyorum. Kabaramazsın kel Fatma demeden kendisi kabarmış olarak bizi karşılıyor. Tamamen kabarmış, beyaz renkli hindi çimenlerin üstünde bana hava atıyor.
10-49
Harbiden baba hindi yani, sahibinin anlattığına göre hayvanın ağırlığından dişi hindiler telef oluyormuş. Bir de tam göğsünde siyah bir sakalı var ki baba hindi olduğunu kanıtlıyor. Sahibinde bir tane tüyünü istiyorum, o da verince tüyü bisikletimin fenerine takıp gidonuma ayrı bir güzellik katıyorum. Hindiyi önden çekiyorum. Kırmızı ibiği şişmiş kabarmaktan. Kuyruk tüyleri kocaman yelpaze gibi açılmış. Göğsündeki tüyler öne doğru kabararak şişmiş.
10-50
Köyün çıkışında bir eşek görünce bisikletimde olan eşek nalı ile bir poz çekiyorum. Bu eşek nalını İzmir de en yüksek dağı olan Nif dağının zirvesine yakın yerde bulup bisikletime takmıştım. Ön tekerlek ile aşağı inen kadro demiri arasından eşek nalı arasından otlayan eşeği çekiyorum.
10-51
Yoldan geçerken bazı köyleri görüyorum. Sadece resmini çekmekle yetiniyorum, köye girip çıkmak zamanımızı alacağından uzaktan seyredip yolumuza devam ediyorum. Arazı ağaçsız çıplak, sadece köy evlerinde ağaçlar görünüyor.
10-53
Başka bir köy daha da kıraç ve çıplak.
10-54
Giderek yükseldiğimizi hissediyorum. Yol kenarlarındaki kar çubukları burada çok miktarda kar yağışı olduğunu belirtiyor.
10-55
Gök yüzü bulutlu, fakat ufuk çizgisi açık görünüyor. Güneş batmak üzere, ben de güneşin batışını seyretmek üzere bisikleti park ederek Güneşin batışını seyre dalıyorum. Bu günü de yaşamanın keyfini epey yüksek bir noktadan günbatımını seyrederek zamanı değerlendiriyorum. KUZ ve Güneş…
10-56
Gerçekten görülmesi mükemmel bir gün batımını izliyorum. Sadece ufukta bulut yok. Güneşin son ışıkları ışıl ışıl yüreğimi aydınlatarak batıyor.
10-57 (1)
Az ötede, üzerimize yağmasa da yağmur damlaları gökkuşağını bize sunuyor yedi rengi ile. Güneş bize her türlü güzelliğini değişik yerlerde bize sunmaya devam ediyor. Trakya’nın bu güzel yerinde mükemmel anları yaşıyoruz ve mutluluğum kat be kat artıyor. Gökkuşağı sağ tarafta yere doğru daha belirgin.
10-58
Sol taraf ta aynı, yere yakın yeri daha belirgin renkte. Önümde sararmış tarla.
10-59
Güneş ufukta dağların ardına girmeye başladı.
10-60
Ve ufukta kayboluyor ama alttan bulutlara hala ışıltılarını vermeye devam ediyor.
10-61
Ortalık kararmaya başladı ama güneş ışımaya devam ederek gücünü bize hissettiriyor. Ufukta bulutlar alaca karanlıkta siyaha yakın kurşuni renginde.
10-62
Güneşin batışını seyrederken hava karardı. Işıklarımızı yakarak Kofçaz’a doğru karanlıkta ilerliyoruz Can ile. Bir süre karanlıkta ilerleyip Kofçaz kasabasına giriş yaparak karnımızı doyurmak ve çadır kuracak yer bulmak gerek. Kasabanın girişinde kaymakamlık binasını görünce içeri girerek nöbetçi polislerden yardım istiyoruz. Fakat polisler bize yardım edecek kadar bilgili ve yetkili değiller. Elimiz boş olarak çıkarken Can kaymakamlık kapısında sivil bir polis ile sohbet ediyordu. Nerden gelip nereye gidiyorsunuz gibi basit sorulardan sonra yolda kendimizi korumak için neler yaptığımızı soruyor. Biz de yolda ne olabilir ki diyerek cevap veriyoruz. Silah gibi şeylerle kendimizi korumamızı söylüyor. Adam silahsız kendini çıplak olarak hissediyor anlaşılan. Silahsız bir hiç olduğunu anlıyorum polisin. Polis sadece kasabada yemek yiyecek bir yeri tarif ederek bize yardımcı oluyor. Misafir pervmezimişler. Akşam saatleri ilerlediğinden ilk önce karnımızı doyurmak üzere kasabanın merkezine gelerek tek yiyecek yeri olan bir birahaneye kapağı atıyoruz.
Birahane de öyle bildiğimiz birahanelerden değil. İçeride  bildiğimiz lokanta masaları, profil sandalyeler. İçeride iki ayrı masada iki müşteri biralarını yudumluyor. Sadece köfte var ve hemen ısmarlayıp pişesiye kadar birer bira söylüyoruz. Mekan sahibi iki tane bira şişesini masamıza getirip kapaklarını açarak bırakıyor. Bardak yok, birayı şişeden içiyoruz. Köfteleri yerken diğer müşterilerle sohbet ediyoruz. Sohbet biraz diğer iki müşterinin birbirleri ile azıcık tartışmalı bir şekilde ilerledi. İkinci adam birinciye biraz sataşarak saldırıya geçiyor ama birinci adam her ne kadar bira içmişse de daha sakin ve kendini savunarak geçiştirmeye çalışıyor. Kasabada eski arkadaşlar anlaşılan, tartışmayı fazla uzatmadan ikinci adam birasını bitirerek birahaneden çıkarak evine gidiyor.
Köftelerin sonuna doğru yağları donmaya başlıyor. Donuk yağlı yiyoruz artık, ısıtmaya gerek kalmadan. Birinci adam ile sohbete devam ediyoruz. Adam bizimle konuşuyor ama gözleri sonuna kadar açık ve sabit bir noktaya bakarak konuşuyor. Sanki Levent Kırca ile konuşuyorum. Aynı Levent Kırca’nın sarhoş taklidi yaparken yüzüne verdiği şekilde adamın yüzü aynı şekil. Adamın İsmi Fevzi Ali, emekli öğretmen. Aydın birisi, konuşması gayet düzgün ve sohbeti gayet iyi. Biraz alkolle başı dertte o kadar. Kalacak yerimiz olmadığını öğrenince teklifsiz bizi kendi arsasına davet ederek oraya doğru gidiyoruz hep birlikte. Arsa 500 metre ileride ve bayağı dik bir yokuştan bisikletleri iterek varıyoruz. Fevzi Ali arsasına profil ve kontraplak’tan kendine bir baraka yapıyor. Yarısı bitmiş vaziyette malzemeler dağınık, öylece bitmeyi bekler halde. Düzgün bir yere çadırlarımızı kurup hazırlığımızı tamamlayıp Fevzi Ali ile sohbete devam ediyoruz. İstanbul da oturuyor, Kofçaz doğduğu ve öğretmenlik yaptığı yer. 12 Eylül den önce siyasetten başı dertten kurtulmadığı gibi 12 Eylülde bayağı çekmiş. Yarın da 12 Eylül darbesinin yıl dönümü. Biz de 12 Eylül darbesinin getirdiği yıkımı konuşuyoruz. Ama yılmadan eğitime katkısını sürdürmüş ve bir çok öğrenci yetiştirmiş. Emekli olduktan sonra Kofçaz da bir arsa alarak kendine prefabrik bir ev yapmaya başlamış. Şimdilik kendine yatacak kadar yarı kapalı bir yer yapmış bile. Hiç acelesi yok, aynı benim gibi. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince kendisinden izin isteyerek çadırlarımıza girip güzel bir günün ardından yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 82 Kilometre civarı.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc