Aylık arşivler: Ocak 2016

Uluslararası Kosova Bisiklet Turu 1. Gün

Prizren Şehir Turu

16 Ağustos Pazar

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

GÜVERCİN KASAPLARI

Yel ulur kar toz durur bir kış

Yazı yabanda şu sıra içimiz.

Oysa sevmelerin ustasıyız biz

Bir de alçaklıklarla kavganın.

Alıcıkuş kesiliriz ve de ense kökünde

Göğsümüzdeki o sıcak güvercini

Kara dirgen elleriyle

Boğmaya kalkışanların

 

Neden güvercin kasapları, barışımıza kan bularsınız

Öyle kötüsünüz ki

İki gözden dört ölüm bakarsınız,

 

Tabanca gibidir tabanca

Sevgilenmemiz de vuruşmamız da

Ta yürek dalında patlar

Ya da bir alın çatında,

Ne ki çok kez dalaşmaktansa

Acıdan yükünü tam almış

Güçlü bir katır gibi

Vururuz yalnızlık yokuşumuza

 

Neden yolunuz bu denli ıramış güzellikten

Öyle bataklısınız ki

Bir çiçek düşü bile geçmemiş içinizden.

tahsin saraç

 

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ kale duvarının üstünde park etmiş. Aşağıda Prizren şehri.

20150816_103550

Sabaha kadar süren disko sesi, alkolün etkisi ile garip sesler çıkaran sarhoşlar. Yağmurun yağmasını istemediğimiz halde “Rain rain” diye bağıran biri. Yat zıbar, ne bağırıyorsun gecenin ortasında. Sen yağmur istiyorsun diye biz istemek zorunda değiliz. İngilizce yağmur diye bağırıyordu, Tanrı ne dediğini anlamadı herhalde. Kampta kalan insanların gürültüleri yarım yamalak bir uyku ile sabahı ettim. Henüz sabahın beş buçuğu, hava karanlık. İrfan uyanmış sesini duyuyorum. Bir süre sonra çadırıma gelerek “Dengesiz kalk sabah oldu” diye seslendi. Zaten uyumaya çalışıyordum, çadırdan çıkmadan ” Sorumsuz saatin kaç olduğunu biliyor musun? Sabahın beş buçuğu. Henüz hoca sabah ezanını okumadı bile.” dedim. İrfanın dengesi bozulmuş. Saatini geri almayı unutmuş altı buçuk zannediyor. Gün ağarıyor ve çadırın içinden dışarısını bir süre seyrediyorum. Sabah kahvaltısına amcaoğlu muharrem davet etti. Arabası ile bizi almaya geldi. Bisikletsiz olan Mehtap hanım sadece arabaya binecek. Biz bisikletlerle Muharremin evine giderek bahçesinde kahvaltıyı yapıyoruz hep birlikte. Bahçede uzunlamasına üç masa art arda, masaya 14 kişi oturmuş kahvaltı ederken. Kenarlarda bisikletler park etmiş.

11879169_10153602556836170_822276557645826161_o

Kahvaltıdan sonra kamp alanına gelerek hazırlanıyoruz tura. Uluslararası Kosova Bisiklet Turuna başlamış bulunuyoruz. Bisikletlerle birlikte yan yana sıralanmışız. Üzerimizde sarı renkli yelekler var.

20150816_093106

Uluslar arası Kosova Bisiklet Turunun 1. günü Prizren şehri Tarih ve Kültür turu olacak. İlk olarak şehrin az dışında tarihi kilise kalıntılarını göreceğiz. Öncümüz Yaşar Curci, ben en arkadan geliyorum. Dere boyu yukarı giderken arkalarından çekiyorum bir poz. Yolun sağı solu yamaç.

20150816_093839

Derenin kenarından yukarı doğru gidiyoruz bir süre. Önümde İrfan var.

20150816_094309

Dere içinde restoranlar ağaçların arasında gizlenmiş.

20150816_094356_HDR

Derin bir kanyonda gidiyoruz.

20150816_094513

İki dengesiz gülümseyerek etraftaki doğal güzellikleri ilk defa görmenin mutluluğunu yaşıyor. Tamam ve İrfan.

20150816_094515

Derenin aktığı geniş vadiye hakim kayalık tepeye Kız Kalesi yapılmış ama şimdi yıkıntı durumunda.

20150816_094529

Yol kıyısında bisikletliler durmuş beni bekliyorlardı.

20150816_094643

Sırp kralı Stefan Duşan tarafından XIV. yüzyılda yaptırılan bu kilisenin adı Aziz Arhancel Manastırı. Tamamen harabe olmuş bu manastır yeniden yapılmış. Ziyarete açık değil, sadece dışarıdan resim çekiyoruz. Derenin üzerine taş köprüden manastıra giriliyor. Kocaman, kemerli bir kapısı var.

20150816_094922

Manastırdan geri dönerek yürüyüş ve bisiklet yoluna girip Prizren Kalesine çıkacağız. Gruptan geri kalıp karşıdan geçmelerini bekliyorum. Resim ve video çekeceğim. Bisikletim KUZ park etmiş, karşı yamaçta bisiklet ve yürüyüş yolu var. Henüz bisikletliler gelmedi.

20150816_095352

Grup göründü, ilk önce resim çekiyorum, ardından video çekimini yapacağım. Videosu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

https://youtu.be/uG7MN3Ut1z8

20150816_095416

Kaleye çıkan Kara Potok yolu, (kara dere). Böyle denmesinin nedeni derenin bir yerinde toprağın kapkara olması. Bu topraktan evin duvarlarına vurulan kirece katıp duvarın alt kısmı 1 metre kadar siyah renge boyanıp üst tarafı beyaz kireçle boyanması ayrı bir görünüm kazandırıyor evin bahçe duvarlarına. Şimdi yapıyorlar mı bilmem ama çocukluğumda bahçe duvarları siyah beyaz boyanırdı. Yürüyüş için yapılan bu yol Prizren de yürüyüşçülerin artmasına neden olmuş. Kenarları beton kaldırım, içi de mıcır dökülerek yolun çamurdan arındırmışlar. Yürüyüş yolu ta kaleye kadar gidiyor, eğimi de fazla değil. Bisikletle rahatça çıkılabilir. Etraf ağaçlarla kaplı.

20150816_095909

Öncümüz Yaşar Curci, arkasında bisikletçi arkadaşlar onu takip ediyor. Kimi bisikletten inmiş yürüyor.

11951578_10153602541396170_598417745209748332_o

Tamam da kendini zorlamadan yürüyor sert olan yerleri.

20150816_100405

Dengesiz İrfan ise ağır ağır pedal çevirerek yukarı çıkıyor.

20150816_100408

Ben bu kısma kelebekler vadisi diyorum. Bu kısımda bazen binlerce kelebek görmemiz olası. Bir tanesini dikenli çiçeğin üzerinde resmini çektim.

20150816_100741

Yolun etrafı yemyeşil ağaçlarla kaplı, temiz oksijen her zaman bulunur bu yolda. Yürüyüş yapanlar hem spor yapıyor hem de temiz havada  vücutlarını tazeliyorlar. Bizde öyle, Eğimi daha az olan yerde Tamam bisikletine binmiş halde çekiyorum. Bisikletim KUZ, arkasında Tamam yukarı çıkarken.

20150816_101338

Bazı yerler tozlu toprak. Tekerlek izlerimiz buradan geçtiğimizin kanıtı.

20150816_101648

Eğim fazla olmasa da epey yükseğe çıkmışız. Kanyonun karlı yamacı, kayalık ve orman.

20150816_101653

Kale kaleye karşi

Kalenin dibi çarşi

Veli kardaşın kapsı  bre Safuşum

Kasaphaneye karşi Harmanlık doli saman

Aman efendim aman

Ellerimiz kınalı bre Safuşum Düğinimiz ne zaman

Uzun uzun hayatlar Oturmiş yorgan kaplar

Büyüği yorgan kaplar bre Safuşum

Küçüği canlar yakar

Video, Kale kaleye karşı, Safuşum, Raif Vırmica

https://youtu.be/SInB9XxvGTk

Sonunda kaleye vardık, arkadaşlar benden önce gelmiş Prizren’i seyre dalmışlar. Bisikletim KUZ, arkada altı kemerli kale duvarı, üstünde bisikletli arkadaşlar.

20150816_102423

Elçek ile şehrin manzarasında arkadaşları ve Ak dereyi çekiyorum bir poz.

20150816_102937_HDR

Bugünkü adıyla ilk kez Prizren’den XI. asrın başlangıcında söz edilmektedir. Bu ad Prizren’in önemli bir ekonomi ve kültür merkezi olduğu evrede, Bizans Çarı olan II. Vasilius’un 1019 tarihi beratında yer almaktadır. Bizans devrinde bu kentin yukarısında 3 Km uzaklığında Kız Kalesi (Vişegrad) ile Drvengrad – derebenciler kalesi (yol koruyucuları) gibi kaleler yapılmıştır.  Lakin bu dönemden önce Prizren adının çeşitli tarih dönemlerinde: Prizdriyan, Prizdriyana, Prizrendi, Porzerin, Perserin, Prizrin, Prezrin, Perserin vb. gibi geçtiği bilinmektedir . Osmanlı kaynaklarında da Prizren için değişik olarak birkaç adın geçtiğini beyan ederken, Örneğin: Pür-zeyn, Perzerrin, Pürzen, Pürzerin, Zerrin gibi bütün bu adların anlamında “Ziynet Dolu Şehir” anlamının çıktığını da vurgulamak gerekir.

Bazı araştırmacılar Prizren kökeninin daha eski olduğunu dile getirirken, birileri Theranda’yı bugünkü Suva Reka bölgesinde aramakla yetinirken, diğerleri Prizren’in bulunduğu yerde Eski Roma devrinde Roma istasyonlarından birinin yer aldığını bildirmektedirler. Bu ise Prizren ve yöresinde geçip yitmiş kültürlerin maddi kalıntıları pek eski zamanlarda bile, insanın ilk medeniyete attığı adımları evrede bu yörelerde yaşadığını kanıtlamaktadır. Çünkü bugüne kadar yapılan kazılarda, arkeoloji bölgeleri olarak tanımlanan Vlaşna köyü yakınlarında, Kale’de ve Suva Reka bölgelerinde, Milattan Önce III. yüzyıldan çeşitli eşyalar ve diğer kültür kalıntıları bulunmuştur.
Bu bölgede önceleri İlir boylarına mensup olan Dardanlar ve Keltlerin yaşadıklarına dair arkeoloji kazılardan belirlenmiştir. Aynıca Roma egemenliğinin maddi kalıntılarına da bugün bu yörenin, Şiroka, Naşets, Kruşa, Rahovça, Vlaşna, Reçane, Muşutişte ve Popovlan köylerinde rastlanmaktadır. Üçüncü yüzyılda bile Prizren’de emeği geçmiş ve tükenmiş savaşçıların geldiği, onlara buralarda hayvan, tohum ve toprak verildiği, onların hayatlarının son yıllarını buralarda geçirdikleri de bilinmektedir. Romalıların Kosova-Prizren yöresinde kendi yaşama yerlerini ne zaman yapmaya başladıkları bilinmemesine rağmen, bunu II. yüzyılın ortalarında gerçekleştirdikleri tahmin edilmektedir. Yani Roma döneminde burada ilk kent olarak Theranda’nın kurulduğuna inanılmaktadır.  VII. yüzyılın başlangıcında buralara Güney Slavlar iskân ederek buraları yurt edinmişlerdir. Daha geçlerde buralardan Hun, Avar, Kuman ve Peçenek Türklerinin de gelip geçtiği ve yerleştiği bilinmektedir  479 yılında Batı Roma İmparatorluğun düşmesiyle ve doğu Roma İmparatorluğunun (Bizans İmparatorluğunun) kurulmasıyla, Prizren yöresi Bizanslara düştü. Bu imparatorluk altında bazı kısa kesintileriyle XIII. yüzyıla dek kalmıştır.
Prizren kalesinin iç kısmında onarılan binalar.
20150816_103159_HDR

İlk defa gelen bisikletçiler büyük bir ilgiyle Prizren şehrini seyrediyor, resimler çekiyor. Ben de onları çekiyorum.

20150816_103207

Bisikletim KUZ sonunda Prizren kalesinde. Aşağıda şehri bölen Ak dere. Karşıda Pahstriku dağının azameti. Solda doğduğum Terzi Mahallesi. 3. sınıfa kadar okuduğum Mustafa Baki ilkokulu.  Bu defa bisikletimle gelip doğduğum şehri gururla seyrediyorum. İçimde bir sevinç var, anlatılmaz. Doğduğum, yaşadığım, çocukluğumda yaşayamadığım şehir. Yıllar geçmiş, uzun yıllar, yaşamadığım yıllar. Çocukluğumu yaşamaya devam etmeliyim. Kaldığı yerden, tanışamadığım arkadaşları, sokak aralarında oynayamadığım oyunları. Yaşanmamış çocukluk aşklarımı, kim bilir hangi kıza aşık olacaktım. Ağaçlarda kalp içine yazmadım henüz adını hala. Dolaşmadığım sokaklarda ayak izlerim olmamış, ayağımda nasır yapmamış bayramlık kunduralar. Mahalle maçı yapmamış, kunduraları parçalayıp annemden dayak yememiştim. Güzel Öğretmenim derslerini anlatamamıştı. Yarım kalmış okulumda diploma almamıştım mezuniyet törenlerinde. Kışın yağan karlarda kızakla kaymamıştım. Kardanadamın kömür gözlerini henüz yerleştirmedim. Takmadım havuç burnunu. Sobada pişen kestanelerin kokusunu içime çekmemiştim, elim yanmamıştı kestaneleri soyarken. Uzun kış gecelerinde bitmez masalları anlatan Dedemin masalları bitmemişti, daha çok anlatacak masalı vardı. Yılbaşında Noel baba oyuncaklarını verememişti kapımıza gelip. Belki de Şair olacaktım, kaleye çıkıp şiirlerimi fısıldayacaktım tüm Prizren’e. Kimseyi ayırt etmeden, eşit olarak. Zengin yada fakir. Şar dağlarında gezinecektim orman patikalarında. Bir şarkı mırıldanarak Ak derenin buz gibi akan sularını seyredecektim. Şadırvan da su içecektim devamlı akan çeşmesinden. Korzo da her akşam gezinip yeni bir tiyatro oyununu konuşacaktık arkadaşlarla. Erik rakısı kim daha çok içecek diye kadehleri ardı ardına içerek Arnavut kaldırımında naralar atarak yalpalayacaktık. Çarşıda kafede oturup kahve içecektik sevdiğimle. Ardından boza iyi gider diyerek bozacıda soluğu alacaktık. Uzun, çok uzun yıllar. Neredeyse yarım asır…

Bisikletim KUZ kale duvarının üstünde, aşağıda Prizren şehri. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150816_103550

Murat bana poz veriyor şehir manzarasında.

20150816_103602

Hep birlikte panoramik bir resim çekiliyoruz. Resimde 16 kişiyiz.

IMG-20150819-WA0031

Kaf Kaf Kaf

Sin Sin Sin

Kafsin Kafsin Kaf

Aramızda Karşıyakalılar var. Karşıyaka yazılı atkıyı elinde tutan Kemal Lale ve Şahin Güngör. İkisi de Karşıyakalı ve Karşıyaka spor takımını tutuyor. Denis, amca oğlu Muharrem ve Muhlis Dilmaç.

IMG-20150831-WA0061

Şahin Güngör ve Kemal Lale Karşıyaka yazılı atkıyı germişler. Üstte de küçük Türk bayrağını elleri ile tutuyorlar.

IMG-20150831-WA0060

Şahin Güngör ve Kemal Lale üstte, ben ve amca oğlum Muharrem poz veriyoruz kameraya. Arkada Prizren şehir manzarası.

IMG-20150831-WA0062

Eee kaleye çıkmışız, manzara güzel, hava uygun. Keyfimizin yerine gelmesi için kahve içilmez mi? İçilir, hem de hemen. Kahve takımını çıkarıp kahve yapmaya başladım bile. Keyfimizin kahyası oldu dört köşe. Urimbaba kahvesi herkese nasip olmaz, şanslı olan 3 kişi içebilir! 4 Fincan, ocak üstünde cezvede kahve pişerken.

11953419_10153602545901170_1378308642049604949_o

Muhlis Dilmaç’ın gözünden kahve ve Prizren. Sarı Güneş gözlüğünde yansıyan Prizren şehri ve kahve fincanını yakından çekiyorum.

20150816_105100

Mehtap Dilmaç’ın gözünden kahve ve Prizren.

20150816_105132

Muharrem Ramazan topu ile poz veriyor, sanki Ramazan topunu patlatacakmış gibi. Eğer ramazan topçusu olsaydı Muharrem saati gelmeden Ramazan topunu patlatır erkenden iftarı açtırırdı.

20150816_105835

Kale surların dibinde Dokufest kısa film festivalinde kullanılan salonlardan biri. Akşamları burada film gösterisi oluyor her gece. Tahtadan platform üzerinde sandalyeler sıralanmış, karşıda sinema perdesi. Solda kale duvarı, sağda, aşağıda evler.

20150816_110538

Goga – Cincar Klisesi. Yunan Ortadoks Kilisesi.

1370/1371 yıllarında inşa edildi ve kalenin altındaki anıtların orda bulunmaktadır. Kilisenin sekiz açılı kubbesi taş ve tuğla malzemelerinden oluşmaktadır.
11025953_913165898733570_5365753101998174288_n

Kalenin dik yokuşundan aşağı çarşıya iniyoruz. Çayhanede çayları içiyoruz bardak bardak. Çarşıda tek çayhane burası, adı Menta Çayhanesi. Türkler buluşmak için “Menta da buluşalım” dediklerinde burada buluşup çay içerler. Perşembe akşamı bisikletçilerinden Hayat Toçila ve kardeşi Ezra Toçila bize eşlik ediyorlar çay içerken. Kalabalık olduğu için bir kısmımız karşı kaldırımda oturduk.

20150816_112738

Değer arkadaşlar daha yukarıda.

20150816_112718

Kader mahkumları parmaklıkların ardında kalmış. Sinan Paşa camisinin avlusundaki abdest alma yeri. Duvarda kare demir parmaklıklar.

20150816_112846

Arkadaşımız Enis Tabak gazeteci, televizyoncu. DHA haber ajansında çalışıyor. Bizimle Kosova bisiklet turu için röportaj yaptı Sinan Paşa Cami avlusunda. http://www.haberler.com/izmir-den-gelen-persembe-aksami-bisikletcileri-ile-7607219-haberi/

https://www.haberler.com/guncel/izmir-den-gelen-persembe-aksami-bisikletcileri-ile-7607219-haberi/

Muhlis Dilmaç yandan elçek yapıyor ikimizi.

11894519_10153602547941170_7510230997744631956_o

Çay molasının ardından Prizren tarihi yerleri turumuz devam ediyor. Prizren de Arnavut birliği Osmanlılara karşı 3 Mart 1878 yılında toplantı taptıkları tarihi bina “Liga.” Burası ayrıca Etnografya müzesi ile birleştirilmiş. Daha çok Osmanlı Türk kültürünü yansıtıyor müzede sergilenen. Bina biraz yüksekçe, öne doğru cumba çıkıntılı yapılmış. Binanın köşeleri kahverengi boyalı tahta ve pencereleri de kahverengi boya ile boyanmış. Beyaz badanalı duvarlarda kendini gösteriyor. Binanın iki yanında, üzeri kiremit kaplı duvarlar.

20150816_121502_HDR

Binanın arka kısmından kale ile birlikte çekiyorum.

20150816_121911_HDR

Müzenin içine giriyoruz, rehber bizlere tarih konusunda bilgi vermeye başlıyor. Arkada portre resimler duvara asılmış. Bunlar o toplantıya katılan kişiler.

IMG-20150831-WA0016

Binanın içindeki dar merdivenler üs kata çıkmayı sağlıyor. Merdiven 5 basamaktan sonra sola dönülerek devam ediyor.  Merdivenin sağında bir masa, yanları perdeli ve tahta sandalye.

20150816_121935

Üst katta  duvarda büyük Arnavutluk haritası asılmış. 1877 – 1881 tarihleri yazılmış. Bitiş tarihi dikkat çekici; Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum tarihi olan 1881.

20150816_121949

Camekan içinde kılıçlar ve kamalar sergileniyor.

20150816_122110

Müzeden dışarı çıktık, karşısında Bayraklı camisi var. Tarihi ise şöyle;

Bayraklı Cami Gazi Mehmed Paşa (Bayraklı) camii, Prizren’de muhteşem Osmanlı eserlerinden biridir. 1573 yılında, zamanın Prizren valisi Rüstem Paşa, bütün camilerde beş vakit ezanın aynı anda okunması için, gündüzleri caminin âlemine bayrak çekilmesini geceleri ise fener yakılmasını emreder. Gündüz ezan vakitlerinde çekilen bayraktan dolayı adı Bayraklı Camii olarak anılır. Yapılışından bugüne kadar iftar vakitlerinde ilk kandiller bu camide yakıldığından Priznen halkı hala Bayraklı Camii’nin minaresinin kandillerine bakarak iftar etmektedirler. Bu Camiinin hoş bir yapılış hikâyesi vardır. Camiinin banisi Gazi Mehmed Paşa, helal parayla bir cami yaptırmayı arzu eder. Bu camiyi Prizren’de yapmaya karar verir. Cami inşaatında kullanacağı paraların helal olduğunu test etmek ister. Bir gün bütün altınlarını alıp Bistriça deresinin kenarına gelir ve altınların tamamını dereye ‘helal olanlar su dibinde kalsın, haram olanları su götürsün’ diyerek atar. Bir süre bekledikten sonra su dibinde kalan altın paraların helal olduğuna kanaat getiren paşa, dereden altınları toplar. Gönül rahatlığı içinde büyük bir şevkle caminin temelini atıp yapımına başlar. Cami inşaatında çok sayıda işçi istihdam eden Gazi Mehmed Paşa, bir an önce inşaatın bitmesini ve caminin ibadete açılmasını ister. Bu gaye ile her gün inşaata gelir ve çalışmaları takip eder. Bir gün, bir hadise üzerine, önce hamam yapılması icap ettiğini düşünen Gazi Mehmed Paşa, cami inşaatının durdurulmasını emreder. Böylelikle Prizren’de önce hamam, daha sonra cami inşa edilir. Hamamın inşaatından sonra, işçiler, planlanan süre içinde cami inşaatını da tamamlarlar. Cami 1573 – 74 yılları arasında yapılmıştır. Caminin açılış merasiminde Mehmed Paşa’nın emri üzerine, giriş kapısına büyük bir kilit takılır. Açılış gününde paşa, cemaatle birlikte kapıya yaklaşınca: ‘ey kilit bu cami helal parayla yapılmışsa kendiliğinden açıl, haram karışmışsa açılma’ der. Biraz sonra kilit kendiliğinden açılır. Böylece cami inşaatında haram para karışmadığı bir daha tespit edilir. Bu kilit hadisesi hamamın açılışında da aynen tekrarlanır.

Minarenin külahında saplı olan kılıç hakkında hiç bilgi yok. Benim çocukluğumda duyduğum kadarıyla Kılıç hikayesi şöyle;

Cami inşaatı bitip ibadete açılır. Ramazan ayı gelmiştir. Gazi Mehmed Paşa camiye bayrak asın diye emir verir. Yanındakiler de nereye asalım deyince Paşa öfkelenerek kılıcını çıkarıp minarenin tepesine fırlatır. Kılıç külaha saplanınca ” İşte buraya asın bayrağı” diyerek bu bayrak asma olayını başlatır. Her Ramazan ayında kılıca bayrak asılır.

Cami, kubbesi ve minarenin külahında saplı kılıç görülüyor.

20150816_122252

Caminin çevresindeki evler onarılıp beyaz badana ve kahverengi tahtalarla, kenarları ve pencereleri ile süslenmiş sokak. Sağdaki bina 2 katlı, soldaki bina 3 katlı.

20150816_122322_HDR

Pencereleri kahverengi boyalı, beyaz badanalı müzenin yandan çekilmiş resmi.

20150816_122336

Müze içine giriyoruz kırmızı örtülü kaide üstünde dört başlı bir büst konulmuş. Başlar ayrı ayrı, gövdeler bir. duvarda kalabalık insanları gösterir tablo, altında niş içinde insan başı heykeli.

20150816_122500

İlginç tipiyle, pala bıyıklı, başında fesi, kalın paltosu ile Arnavut kahramanı. Yanında da sakallı bir heykel.

20150816_122507

Çocuklar her yerde saf, tertemiz ve sevimliler. Yanımıza gelerek resim çektiriyorlar tek bayan bisikletçi Tamam ile. Taş kaide üstünde çekiyorum.

20150816_122708

Müzenin içinde bir mangal görüyorum. Bizde aynı mangal vardı, bakır mangal ve tahtası aynı model. Karlı soğuk kış günlerinde kuzineden közleri kürekle alıp mangala atardı Annem. Biz de mangalın başında oturup ısıtırdık kardan adam yaparken üşüyen ellerimizi. Hiç unutmam, henüz 3 yada 4 yaşlarında ilk sigara içme denemeleri. Yine bir kış günü, eve gelen misafirleri ağırlayan Annem mangalın başında oturup kahve ve sigara içerek sohbet etmişlerdi. Annem sigara pek içmezdi. Sadece öyle kahve ile bir tane tüttürürdü. Biten sigaraları küle batırıp söndürürlerdi. Misafirleri sokak kapısına kadar uğurlamak için dışarı çıktıklarında mangalın başında oturan ben ilk sigara izmaritini mangalda ki közde misafirler nasıl içiyorsa ben de öyle yaktım. Çocuk aklı işte… Misafirleri uğurladıktan sonra odaya giren Annem benim ağzımda sigara ile görünce yanıma gelerek “Öyle içilmez böyle içilir” diyerek sigaranın ateş olan tarafını ağzıma getirdi. Sigaranın ateşi hemen dudaklarımı yaktı. Bende feryat figan müthiş bir şekilde. Bağıra bağıra yana dudaklarımın acısıyla ağlıyordum. Ağlaya ağlaya evde bizimle beraber yaşayan Annemin Anneannesinin ardına sığındım. Evde tek kurtarıcım Cüzide Nane beni eteğine alarak annemin hiddetinden korudu. Anneme çıkışarak “Ne araysın küçük çocoktan, zaten yakmışın dudaklarıni. Hiç mi acımaysın evladıni” diye Annemi azarladı. Annem okuma yazma bilmezdi ama Türk gelenekleri ile yetişmiş, bir evde 8 kişiyi çekip çevirecek kadar bilgiliydi. Elbette sigaranın kötü olduğunu bildiğinden bana öyle davranmıştı. Her yaramazlık sonunda Annemin dayağından kurtulmak için Nanemin eteğine sığınırdım.  Bu olayı her zaman anarım mangalı görünce. Annemin bu davranışına rağmen yine de sigara içmeye devam ettim. Hem de çocukluğumdan itibaren. Keşke Annem olsaydı da tekrar dudaklarımı yakıp sigarayı bırakmama neden olsaydı….Ahhh Annem, canım Annem…..

Kırmızı halı üstünde tahtadan, şekilli kesilmiş sehpa ortasına bakır mangal. İki tarafında da mangalı kaldırmak işin tutacak. Tutacaklar pirinçten, mangal ve tutacaklar parlatılmayıp kararmış durumda.

20150816_123003

Babamın babası Dedemi hiç görememişim. Ben doğmadan ölmüş. Kendisi sert Arnavutlardan. Sertliğinden yanında öyle kimse rahat duramazmış. Yoksa gazabına uğramaktansa yerin dibine bat. Babaannem tatlı bir ihtiyar, Amcamlarda kalırdı. Ev zaten dedemin eviydi. Amcamlara kalmaya gittiğimizde evin en küçüğü olarak Babaannem beni kollardı. Onunla beraber yatardım soğuk kış gecelerinde. Babaannemin sıcaklığı yorganın altında da devam ederdi. Sanki fırın gibiydi. Soğuktan üşümüş halde yanına yatmaya girince beni sarar, hemen ısıtırdı kısa sürede. Babaannem Türkçe bilmezdi, Arnavutça konuşurdu. Nasıl anlaşırdık bilmem ama iyi anlaştığıma eminim. Gerçi o zamanlar Arnavutça konuşup anlayabiliyordum. Hala onun sıcaklığını özlüyorum. Tahtadan yapılmış halı dokuma tezgahı. İçi boş durumda.

20150816_123027

Evimizin büyük bir salonu vardı. Bu salonda; giriş tarafında köşede perdeli hamamcık. Kış günlerinde banyoyu burada yapardık. Kapının girişinde kuzine, sadece odun yanardı kuzinede. Tüm yemekler, fırınında Annemin yoğurduğu mis gibi ekmek pişerdi. Çaydanlık da devamlı olarak üstünde kaynayıp demlenirdi. Sütten kesildikten sonra tabakta çay poparası verirdi sabah kahvaltısında Annem. Annemin Anneannesi Cüzide Nane Annem yardımcı olurdu evde 100 yaşına merdiven dayamış haliyle. İki dünya savaşını yaşamış, çeşitli ulusların işgallerini görmüş ama toprağını terk etmemiş. Bu yaşına rağmen hala dinç ve evin tüm işini yapacak kadar hareketliydi. Tüm kış ailecek aynı odada yaşantımız sürerken bir kişi grip oldu mu herkes grip olup yatağa düşerdi. Hiç unutmam tüm aile grip olmuş yatak yorgan yatarken sadece Nane ayaktaydı. Yemekleri o yapar, bize yedirip bakardı. 5 kardeşin en küçüğü olarak fazla şımartılmışım. Eh biraz da yaramazlık yapardım, her yaramazlıktan sonra Annem  bana kızıp peşimden kovalamaya başladığında hemen Cüzide Nane’nin ardına saklanırdım. Cüzide Nane de beni Annemden korur, dayak yememi engellerdi.

Tamamen bakır işlenerek kadeh gibi yapılmış değişik bir mangal kırmızı halının üstünde.

20150816_123035

Kendi evi olmasına rağmen bize sık sık Annemin babası Sıtki Babo gelirdi kalmaya. Emekli maaşını aldı mı bizlere Topli adlı poğaça alırdı fırından. Bana da oyuncak almadan edemezdi. Her gelişinde eli boş olmazdı Sıtki Babomun. Sıtki Babo okumuş yazmış, kısaca mürekkep yalamış birisi. Osmanlıca okur yazardı. Bir de anımsadığım kadarı ile çokça masal bilirdi. Uzun kış gecelerinde bize kalmaya gelince 5 torununu etrafına toplar masal anlatmaya başlardı. Öyle masallar anlatırdı ki bir gecede bitecek masal değildi. Masal, uykumuz gelinceye kadar anlatırdı Sıtki Babo. Ertesi akşam yemekten sonra kaldığı yerden anlatmaya başlardı. Sıtki Babo yaşamışlığı, gün geçirmişliği bizler hayranlıkla onu dinlemeye doyamazdık. Evde ana dilimiz Türkçe idi. Cüzide Nane, Sıtki Babo ve 5 kardeş evde sürekli olarak Türkçe konuşurduk.

Başka bir yerde değişik mangal. Ayakları demirden ve üzerinde kapağı olan bir mangal.

20150816_123043

Arasta Camii Minaresi: Hemen karşıda, öyle tek başına kalakalmış bir minare var. Caminin kapalı bir çarşısı (yani arastası) varmış zamanında. Epey kocaman bir kompleks yani. 1960’larda komünist rejim buraya yeni bir bina yapmak isteyince camiyi yıkmış, minaresini bırakmış sadece. Karşıda Sinan Paşa camisi görünüyor. Burası şehrin merkezi ve ana caddesi. Sağda Teranda oteli.

10981441_913165968733563_7676878014311715603_n

Gazi Mehmet Paşa hamamı Cami yapılırken yapılıp hizmete sunulan kadın ve erkekler aynı anda kullanabildikleri çifte hamam sınıfına dahildir.  1573 yılında Gazi Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Hamam son yapılan restorasyon çalışmalarında taş yapısı berbat edilerek sıva ile çirkin bir yapıya dönüşmüş durumda. Bu restorasyonun berbat olması durdurulmuştur. Hamam aynı zamanda buluşma noktası olarak kullanılmakta. “Nerede buluşalım? Hamamda” diye. Ayrıca “Neredesin?” diye sorulunca “Hamamdayım” diye cevap verilirdi. Hamamın arkasında cami minaresi görünüyor.

11008410_913165985400228_6021629651400336984_n

Prizren şehri ana caddelerinde bisikletlerimizle yaptığımız tur devam ediyor. Halkın şaşkın bakışları arasında ilerliyoruz. Kimisi durup alkışlıyor bizleri. Pek sık rastlamadığımız açık camilerden birine geldik. Kırık cami dedikleri Namazgah 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından ordu sefere giderken Cuma namazı için yaptırmıştır. Yugoslavya döneminde yıkık ve harap olarak zor ayakta duran yapı Türkiye tarafından onarılarak özgün yapısına kavuşmuştur. Demir parmaklıklı duvar dibindeki tabelasını çekiyorum. Tabelada; Namazgah – 1455 yazılmış, altında Türkçe, Sırpça, Arnavutça ve İngilizce tarihi hakkında bilgiler yazılmış.

11988552_10207492697891077_8302888343138098653_n

Bisikletlerle namazgah içine giriyoruz. İçerisi çimen kaplı, avlu ise kayrak taşı döşeli.

20150816_124801

Namazgah etrafı ve üstü açık olan bir yer. Onarımda küçük bir alan 1 metre kadar yükseltilip namaz kılınan yeri olarak yapılmış. Avlu ile birlikte çekiyorum uzaktan.

20150816_124818

Kesme taş ile yapılmış namazgah üç basamakla çıkılıyor. Girişinde kemerli bir kapıdan giriliyor. Üst kısmı düz, duvarsız bir platform. Sağda cuma hutbesinin okunduğu mimbere merdivenlerle çıkılıyor, üstünde minare yapılmış Mimber merdivenlerin başlangıcında kemerli, sütunlu kapı var.

11013305_10207492697451066_5389654713190958693_n

Namazgahta Türk köyü olan Mamuşa’ya gidelim diye karar aldık. Bunu öğle yemeği için bize evinde Prizren’e ait olan Fulya hamur böreği yapan Halamın oğluna bildirdim. İlk önce tamam dedi, ardından kızgın biçimde telefonda yaptığım değişikliği onaylamadığını bildirince ne yapacağımı karar veremedim ilk önce. Halamın oğlu Cevat ta Şubat ayında bana söz vermişti Fulya yaparım diye. Şimdi iş sarpa sarmadan fikrimi değiştirerek Mamuşa’ya gitmeyip Öğlen yemeği için kamp alanına gideceğimizi bildirdim arkadaşlara. Halamın oğlunu telefonla defalarca aramama rağmen açmaması üzerine grubu tura devam etmesini söyleyerek ayrıldım. Grup programa göre devam edip kamp alanına gidecekti. Ben de bisiklete atlayıp Halamın oğlu Cevat’ın evine vardım. Bana epey kızgındı, zaten saatlerce ateşin başında epey kızgın durumda olan Cevat bana da kızınca kor haline gelmişti. Cevat’a sarılıp özür üstüne özür dileyerek ateşini söndürdüm.

Ama ocağın ateşini söndürmeden fulya yapımına devam etti sağ olsun. Davul biçimindeki ocakta tahta parçaları yanıyor. Soba borusu ile dumanlar bacaya gidiyor. Üzeri kül kaplı sac kızmış halde soldaki tepsinin üzerinde cıvık hamuru pişiriyor. Yedek saç ocağın yanında.

20150816_133447

Neyse beni sevdiğinden affederek yapmakta olduğu Fulya tepsisini bitirdiler. Cevat Eşi ile birlikte saatlerce süren bu pişirme olayını uyum içinde yapıyorlar. Tepside pişen fulyayı çekiyorum. Yanında cıvık hamur olan leğen var.

20150816_134400

Bu da kısa bir videosu Fulya yapımının. Youtube den izleyebilirsiniz.

Ben Fulyanın bitmesini beklerken grup şehri dolaşmaya devam ediyorlardı. Benden sonra ilk olarak Karabaş denilen eski Osmanlı mezarlığını ziyaret ediyorlar. Karabaş aynı zamanda 6 Mayıs Hıdırellez gününün piknik yapılan mesire yeri olarak kullanıldığı yer.  5 Mayıs akşamı ateş yakılıp Hızır ve İlyas hazretlerinin buluşmasını kutlar, ateşin üstünden atlayıp dileklerin gerçekleşmesini dilerlerdi. 6 Mayısta da yiyeceklerini alıp baharın yaza kavuşmasını, son kış yiyeceklerinin evde değil de açık havada hep birlikte yemek için kırlara çıkarlardı. O gün pamuk helva, kaynamış darı, şekerli elma, top haline getirilmiş şekerli pembe patlamış mısır satıcıları gelip tezgahlarda satarlardı. Ortalık bayram havasına dönerdi.

Arkadaşlar tabelayı çekmiş, Tabelada Türk bayrağı solda ve Osmanlı Mezarlığı (Karabaş) Osmanlı mezarlığı (Müslüman mezarlığı) XV. Yüzyılda yapılmış olup, mezarlığın içine ünlü Türk komutanı Horasanlı Karabaş Baba, Kemani Rabia hanım ve şeyh Hüseyin ile şeyh Abdülrahman’ın türbeleri bulunmaktadır. Osmanlı mezarlığı 2.9 hektarlık alana sahiptir. Prizren belediyesi kadastro kayıtlarında Türk mezarlığı olarak kaydı bulunmaktadır. Mezarlığın sahibi Prizren İslam birliği heyetidir.

Altında Arnavutça ve Sırpça devam yazılmış.

11988233_10207492699411115_4428044099238683638_n

Mezarlık üstte olduğundan merdivenlerle çıkılmaktadır. Mezarlığın etrafı taş duvar ve demir parmaklıkla çevrelenmiş. Bu işi yapan Tika da tabelasını kondurmuş kapının soluna.

11923216_10207492698811100_4618018654664387807_n

Mezarlık içinde mezar taşları isimsiz ve Türbe yapıları küçük ev gibi yapılmış.

11951430_10153602551181170_7688641896217458982_o

Osmanlı mezarlığından sonra yola devam edilmiş. Yolun devamında Terzi mahalle camisi önünden geçilmiş. Terzi Mahalle Camisi, bu mahalle aynı zamanda benim doğduğum mahalle. Evimiz  az yukarıda 2. sokakta. Cami de mahallemizin Camisi. Çocukluğumuzda Caminin ön tarafında asırlık ağaçlar bulunuyordu. Şimdi yerinde yeller esiyor. Caminin yanından yukarı doğru giden sokak Bülbül deresine gider. Bahar aylarında 21 Mart nevruz kutlamalarında baharın gelişini kutlardık. Bu kutlamada Ortodoksların adetleri de  karışmıştı. Kaynamış yumurtaları rengarenk boyayıp bayır aşağı yuvarlardık. Eğer yumurta kırılmazsa dileğin gerçek olurdu. Bu adet nasıl girmiş Nevruz kutlamalarına anlamış değilim. Bir de yukarı çıkan bu sokak Prizren de kızakla kayılacak en iyi bir eğime sahip. Kışın kar yağdığında tüm Prizren gençleri, çocukları kızaklarını alıp buraya kaymaya gelirlerdi. Kızaklar iki çeşitti, birisi büyük üç kişilikti. İkincisi tek kişilik 15 santim yüksekliğinde, tahtadan, kızak olan yere demir tutturularak kullanılan bir kızaktı. Kızakları elde sokağın en yukarısına çıkararak aşağı kaymaya başlarlardı. Tek kişilik kızakları olanlar tren katarı gibi olurdu. Kızaklara oturup ayaklarını öndeki kişinin önüne dolardı. Böylece sekiz on kişi ardı ardına birbirine bacakları dolanmış durumda tren katarı gibi ötekinin peşi sıra aşağıya kadar çılgınca inerlerdi. Kış günlerinde burada kızaklarla kaymak en büyük eğlencemizdi ve çocukluğumda mutluydum, hem de çok…

Cami iki katlı, tek minareli, avlusu tüksek duvarlı ve demir parmaklıklı. Sokaktaki ağaç direkte Telefon kabloları karman çorman.

010320158755

Mahallemizde bulunan İlk öğretim okulu. Mustafa Baki İlk okulu. Ben bu okulda 3. sınıfın ilk yarı dönemine kadar okudum. Okulda iki dilde öğretim yapılmaktaydı. Arnavutça ve Türkçe. Abim Arnavutça, en küçük ablam ve ben Türkçe öğrenim aldık. Diğer iki ablam başka bir okulda Sırpça okuyorlardı. Resimde gördüğünüz bina 2012 yılında arka kısmında yapılan inşaat kazısında toprağın kayması sonucu hasar oluştu. Neyse ki yaz tatili olması herhangi bir kötü durum yaratmadı. Şimdi okul yıkılıp yerine yenisi yapıldı. Ağaçların bir kısmını Abim dikmiştir.

295943_227236543993179_7448941_n

Henüz 2. sınıftayım. Öğretmenim ve sınıf arkadaşlarım ile okulun arka bahçesinde çekilmiş bir resim. O zaman yeni Öğretmen olmuş genç Öğretmenimiz Mürvet Karahoda bizi okuturdu. Geçtiğimiz yıl Öğretmenimi buldum. 70 yaşında olmasına rağmen ilk gördüğümde sanki hiç değişmemiş, genç haliyle karşımda buldum. Daha önce haber verdiğimiz için bende olan aynı resmi çıkarıp bana gösterdi. Ben Öğretmenim dışında sınıf arkadaşlarımın hiç birini hatırlamıyordum. İsimleri de yoktu kafamda. Sanki günlere ait her şey silinmişti. Öğretmenim ilk okula yeni başlamışım gibi elimde defter kalem ile sınıf arkadaşlarımın isimlerini resimde tek tek göstererek yazdırdı. Arkadaşlarımın kimisi yurt dışında çalışmaya gidip yerleşmiş, kimisi ölmüş. Kimisi de Prizren de. Görüştüklerinin yerlerini bana söyledi Öğretmenim. Facebook ta bir kaç arkadaşımı buldum. İstanbul da olan sıra arkadaşım ile yazışmaya başladım. Sınıfta sıralarda kız ve erkek yan yana olacak şekilde otururduk. Sıra arkadaşım haliyle kız ama ben hiç birini, yanımdakini bile hatırlamıyorum bile. Bu duruma çok sıkılıyordum. Neyse sıra arkadaşım bana tekrar sınıftaki arkadaşlarımı tek tek hatırlatmaya çalıştı. Sınıftaki son günü anlatınca şimdiki durumumu anladım. Türkiye’ye taşınırken sınıftaki son günümde Babam gelip sınıftan beni almış. Ben gitmek istemediğimden ağlaya ağlaya arkadaşlarımdan koparıp almış. İşte hatırlayamamın nedeni o gün yaşadığım travma. O andan önceki hafızamdan her şey silinmiş. Sınıf arkadaşlarımı ve Arnavutçayı tamamen unutmuşum. Şimdi resme bakıp o günleri hatırlamaya çalışıyorum. Hayatta olanları tek tek zamanla bulacağımı umuyorum. Bu resim 1969 yılının Nisan ayında 2. sınıfa gittiğim yıl çekilmiş. Okulumdan kalan tek hatıra….

O yıllarda söylediğimiz çocuk şarkısı;

Yarın öbür gün

Biz çiçeğe gideriz

Haydi be Şeriban

Bizimle beraber..

 

Yarın öbür gün

Biz çiçeğe gideriz

Haydi be Afrim

Bizimle beraber…

Aşağıda genç Mürvet Öğretmen ve sınıf arkadaşlarımla beraber okul merdivenlerinde çekildiğimiz resim siyah – beyaz. 10 Erkek Öğrenci, 13 Kız Öğrenci. Toplam 23 Öğrenci.

1014065_695397837177045_1138479313_n

Neyse biz şehir turuna devam edelim. Katolik Klisesi Kisha e Zonjës Ndihmëtare Yardımcı Bayan Konkatedrali 1870 yılında Argjipeshkvi Dario Buciarelli inşa ederken, daha geçlerde Toma Glasanoviq çan kulesini dikmiştir. Bina sözde treainate ve sözde sunak ark seklindedir.

010320158756

Şehrin en önemli yerinin başladığı yer. Arnavut kaldırımı döşeli olan sokak tüm Prizren’in buluştuğu bir sokak. Ne zaman başladığı belli olmayan bir yürüyüş yeri, adına Korzo dedikleri bu sokağın başlangıç yeri. Gündüzleri dükkanların açık olduğu çarşı akşamları başka bir görünüme dönüşüyor. İnsanlar gündüz işinde çalıştıktan sonra  akşam ailesi ile birlikte burada yürüyüş yaparlar. Daha çok etli yapılan Prizren yemekleri hazım için uygun yürüyüş yeri olan Korzo da gezinerek eritirlerdi. Yaklaşık 500 metre olan Korzo gezinti yeri her akşam insanların beraber buluşup yan yana sohbet ederek bir ileri bir geri gidip gelirler. Bu gezintide zamanla herkes kendi kafa dengi arkadaşını bulur sağlam arkadaşlıklar kurulurdu. Gençler birbirlerini süzer kendine eş seçerlerdi yürüyüşte. Tabi ki sonunda evlilikle biten bu gezintiler tüm kasaba halkı birbirileri ile tanışmış olurlardı. Babamın arkadaşlarının çocukları ile hala dostuz ve birbirimiz ile görüşürüz.

010320158758

Küçük bir şapel. Kisha e Shën Nikollës Qafa e pazarit Prizren’deki Aziz Nikola Kilisesi veya Tutiçin Kilisesi 1331/1332 yıllarında inşa edilmiştir. Kilise Aziz Corc ve Ranoviç Kilisesinin altında Prizren’in merkezinde bulunmaktadır.

010320158759

Ortadosk klisesi. Kisha e madhe e Shën Gjergjit Runoviç. Aziz Cerc Kilisesi- Prizren’in eski yeri olan Şadırvan Bölgesindedir. Bina XV yy ‘lın sonunda Runoviç kardeşler tarafından yapılmış ve Aziz Cerc’e verilmiştir.

010320158761

Sinan Paşa Cami, MS. 1615 (hicrî 1024) yılında Kosova’da bulunan Osmanlı-Türk eserleri içinde en ünlülerinden biridir. Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu kayıt, cami içinde de mevcuttur.

010320158763

Yeni mahallede bulunan Cuma camisi. Prizren de bir tek bir kilisenin camiye dönüştürülmesi olmuştur. Bogorodica Ljeevişka Katedrali olarak yapılan kilise Fatih Sultan Mehmet Prizren’i ele geçirdikten sonra bu kilisede Cuma namazını kılmış. Ardından kilise camiye dönüştürülüp adı Cuma Cami olmuştur. Osmanlı’nın elinden çıkan Prizren de bir süre cami olarak kullanıldıktan sonra tekrar kiliseye çevrilmiştir. MS. XIII. yüzyılda katedral olarak gelişen yapı hakkında yapılan incelemelerle ve elde edilen bazı buluntular bu mabedin kuruluşunu MS. X. yüzyıl olarak belirtmektedir. Kosova’nın Sırpların egemenliğinde olduğu devirde katedral olarak ismi Bogorodica Ljeviška’dır. 1306/7 yılında Kral Stefan Uroš II. Milutin tarafından restore edilmiştir. Bizans İmparatoru II. Basil tarafından Sırp Ortodoks Kilisesi’nin, 1018 yılında bu kilisede yerleştirildiği farz edilmektedir. Katedral olarak XIV. yüzyılda Stefan Uroš II. Milutin tarafından inşa edilmiştir. Çan kulesi üç katlı kare biçiminde yapılmış.

040320158766

Saat kule, kulenin etrafı evlerle öyle çevrilmiş ki bulmak imkansız. 17 Yüzyılda yapıldığı biliniyor. Yanında da Arkeoloji müzesi bulunmaktadır.

040320158767

Maraş semptinde Ak derenin kıyısında 400 yıllık çınar bulunmaktadır. Çınar anıt ağaç olarak koruma altına alınmıştır.

180120144850

Çınar deyince aklıma Babam geliyor. Babalar Çınar gibi yere ayaklarını sağlam basan kökleri toprağın derinliklerinde ki Suyu yaşam kaynağı olarak tüm gövdesine hayat verir. Ben çınarları İnsana benzetirim. Asırlarca yaşaması İnsanın köklerinin güçlü olması gibidir. Kocaman dalları ile çocuklarını kucaklayan kollara benzetirim Babam gibi. Hayatın zorluklarına karşı direnen, onları koruma altına alan, en sert kış günlerinde ısıtan, en sıcak yaz günlerinde gölge olan Babam. Asırlardır toprakta yatan Atalarından aldığı güçle çocuklarını kollayıp büyüten ve geleceğe hazırlayan Babam. Babam tek başına, 5 çocuk, Annem ve asırlık Nane ile 8 kişiye bakıyordu maaş ile. Hastanede sağlık memuru olarak ameliyathanede çalışıyordu. Sağlık memuru olarak çalıştığı için herkesin iğnesini yapar ve hiç bir zaman para almazdı. Sağlığın para ile alınmayacağına inanırdı. Babamın aldığı maaş iyi olmalı ki baktığı 8 nüfusa karşılık evimizde her şey boldu. Yugoslavya’nın Tito zamanında en iyi döneminde Hastaneye çalışacak biri için Türkiye’ye göç etme kararı almış. İşe Arnavut yerine Sırp alınınca ta o zamanda anlamış Yugoslavya’nın geleceğini. 1969 yılının Aralık ayında tüm işlemlerini tamamlayıp Türkiye’ye göç ettik. İzmir de bulunan akrabamızın yanında bir süre kaldıktan sonra kiralık olarak hemşerinin evinde 1 yıl kaldıktan sonra kendi evimizi yapıp yerleştik. Hemşerimiz de babamın elinden aldığı paraları geri verirken gıdım gıdım geri verdi. Ayrıca işe yerleştireceğim diye sağlık diplomasını da Ankara da kaybetti. Babam Sağlıkçı olarak değil de hademe olarak sağlık ocağında çalışıp emekli olabildi. Tüm bu zorlukları yeni bir ülkede 8 nüfus ile birlikte bizleri aç ve açıkta bırakmadan bu günlere getirdi. 5 çocuğunu da evlendirdi. Annem de her zaman ona destek oldu ve yalnız bırakmadı hayat yolunda. Annem ve Babam tüm bu zorluklarda neşe içindeki muhabbetleri, kavgasız gürültüsüz ömürlerinin sonuna kadar beraberdiler. Hiç kavga ettiklerini görmedim, birbirlerine kızdıklarında bir süre konuşmazlardı. Birbirlerine hakaret etmeden alttan alıp ortalığı sakinleştirirlerdi. Sonra barışır muhabbetlerine devam ederlerdi. Evde küfürlü konuşma hiç olmazdı ve hala olmaz. Annem ve Babam mükemmel insanlardı. Ben Babamın çınara benzediğini Babam öldükten sonra anladım. Babam olmayınca yaşamın yükü sanki benim omuzlarıma yüklendi. Şimdi ben de köklerimin toprakta olduğunu biliyorum ve oradan aldığım güçle çocuklarıma ve insanlara hayat vermeye çalışıyorum. Babam Çınar gibiydi…

180120144849

Prizren Tarih ve Kültür turumuz bittikten sonra kamp alanında toplandık. Halamın oğlunun pişirdiği Fulya tepsisini kamp alanında karpuz ve reçelle yedik. Fulyayı yerken bir yağmur indirdi ki kamp alanında bulunan güneş şemsiyesinin altında yemek zorunda kaldık. Gerçekten de nefis olmuştu Fulya. Ellerine sağlık halamın oğlu Cevat ve eşi Lume. Yemekten sonra serbest zaman olduğu için herkes kendi havasında takıldı. Akşam yemeğini de Şadırvan da iyi bir lokantada yedik, yemekler nefisti.

Bu akşam Dokufest kısa film festivalinin kapanış gecesi. Ödül töreni galaya davetliyiz. Bizi galaya Amcamın torunu Nezir festivalde çalıştığı için alacak. Kendisi başka sinema gösterim yerinde olduğu için galada yok. Kapıdaki görevli Nezir’le telefon görüşmesinin ardından içeriye alınıyoruz. Ödül töreni henüz başlamış. Festivale katılan yapımcılar, oyuncular tek tek çağırılarak ödüllerini veriyor festival komitesi.

20150816_204838_HDR

Ödül töreni bittikten sonra birinci gelen filmi gösteriyorlar yazlık sinema perdesinde.

20150816_204918

Film bittikten sonra seyirciler çıkış kapısına doğru hücum edince bir süre bekledik kapının boşalması için. Perdeye yansıyan kameramanın görüntüsü güzel bir kompozisyon oluşturuyor. Kameraman ve omuzunda kamerası.

20150816_205640

Sinemadan çıkıp kamp alanına giderek günün yorgunluğunu gidermek için çadırlara girip yatıyoruz. Yarın tur başlayacak, bakalım nasıl olacak Kosova turu. Bu düşüncelerle uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol 14 km civarı

Powered by Wikiloc

Uluslararası Kosova Bisiklet Turu, Hazırlık

Kosova Bisiklet Turuna Hazırlık

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

 YOL GÖRÜNDÜ

Gidiyorum dedim

 Zor olmayacak mı dedi

 Kolay var mı dedim

 Sen ki Gölü’nü beslemek için Taşı delip akıyorsun

 Haklısın dedi Zora alışıp yol ediyorum

 Yolu bulup akmak Lazım dedim

 Kendi yolunu açıp Akman Lazım dedi

 Yollara akmak lazım dedim

 Yolunda akasın, dedi

 Gözüme bir damla verdi akıttı

Al dedi yolluk olsun….

Esmaeseraçıkgöz

 

Öne çıkmış olan görsel, avucumda böğürtlen, bisikletim KUZ ile birlikte.

20150811_122347

Türkiye’nin bir çok yerinde bisiklet festivali düzenleniyor. Bisiklet festivalleri o kadar çoğaldı ki aynı tarihlerde 3 ayrı yerde görmek olası. Her yıl tekrarlanan bisiklet festivallerinin bazılarına gittim. Festivallere giderken araç kullanmayı sevmediğimden festivalin yapıldığı yere kadar bisikletimle gitmeyi tercih ettim.

Festivalde en önemli unsur ; yemek, çadır kurma yeri, duş ve tuvalet. Bu üçünü haletin mi gerisi kolay. Bunlar önemli festivalde. Diğer bir konu da turu götürecek ekibin iyi olması. Ekipteki arkadaşlar tur güzergahlarını iyi bilecek, olabilecek sorunların üstesinden anında başa çıkıp güvenli bir biçimde tura katılanları varacağımız noktaya götürmek. Turda bir öncü ve bir artçı olmalı ve turdakileri kimseyi yolda bırakmadan hep birlikte yol almalı. Lastik patlağı ya da herhangi bir arızada teknik konuları çözebilmeli. Diğer bir konu da mutlaka ufak tefek yaralanmalarda kullanılmak üzere sağlık çantası olmalı. Bunların dışında festival harcamaları için sponsor bulunursa katılımcılardan alınacak ücret düşer. Tabi ki sponsorun ne kadar katkı sağlayacağı önemli.

Ben Kosova Prizren doğumluyum, 9 yaşımda ailem ile birlikte Türkiye’ye göç ederek İzmir’e yerleşip evimizi yaptık. Diğer akrabalarım hala Kosova da yaşamakta ve sık sık Kosova’ya gidip geliyorum. Bisikletçi arkadaşlarım Kosova da bisiklet turu yapalım diye bana istekte bulunuyorlardı sık sık. Ben de ne zaman vizesiz gideriz o zaman Kosova da ve Balkanlar da bisiklet turu yaparız diyordum. Gerçekten de şu vize işlemleri, konsoloslukta bin bir çeşit eziyet. Yetmedi sınırda bekleme, gümrük memurunun insafına kalmışsın. Bunları hiç sevmiyorum ve daha çok gidip gelirken uçakla yolculuk yapıyorum. Kosova’ya gitmek için 3 sınırdan geçmek gerek. Her sınırda bir çıkış işlemi yaptırıyorsun bir de diğer ülkeye girerken giriş işlemi. Benim için büyük eziyet. Her gün gümrük memurlarının yüzlerce insanla uğraşmasının getirdiği psikolojik bozukluk ister istemez kapıdan geçen insanlara yansıtıyor.

Böyle gidip gelmelerde geçen yıl Prizren de Perşembe akşamı bisikletçileri grubu kurdum. Bisikletçi Yaşar Curci ile tanışıp birlikte her perşembe saat 20:00 de Prizren’in merkezinde Şadırvan çeşmesindeki meydanda buluşup şehir turu atmaya başladık. Bir kaç perşembe turundan sonra ben görevi Yaşar Curci’ye bırakarak Türkiye’ye döndüm. Yaşar elinden geldiği kadarı ile her perşembe turu yaptı. Bu yıl Kosova’ya gidince Perşembe akşamı bisikletçilerinin 1. yıl dönümü oldu. Yıl dönümü için güzel bir pasta yaptırdık hep birlikte.

220120158569

Kafamda olan Kosova bisiklet festivali için çalışmalara başladım. Kosova da yada başka bir yerde bisiklet festivali yapmak için kurumlar ve sponsorlar için resmi bir kimlik, yani dernek olmak gerek. Bunun için Prizren Bisikletçileri Derneği kurma çalışmalarına başladık. Dernek kurucuları oluşturup resmi makama başvuruyu yaptık. Haritadan tur rotasını planlayıp kamp yerlerini, mola yerlerini belirledik. Tur programını hazırlayıp nerede mola vereceğimiz, nerede kamp yapacağız, hangi yoldan gideceğiz, bunların hepsini tek tek belirledik. Festival tarihi Prizren de her yıl yapılan Dokufest kısa film festivalinin son gününde biz de orda olacak şekilde ayarladık. 16 Ağustos pazar günü film festivalinin son günü. Ertesi gün biz turumuza başlayacaktık. 5 gün boyunca Prizren’den başlayıp Gjakova – Peja – Mitrovica – Priştine – Ferizay – Prizren dolaşacaktık. En önemli sorun yemek işi oldu ama tanıdık birisini yemek işi için görüştüm. Yemek listesini vererek bana günlük fiyat çıkarmasını söyledim. Her gün sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği ve günde 2 kez çay. 5 gün boyunca bize bulunduğumuz yere getirerek yemekleri saatinde verecekti. Yemek listesine göre günlük kişi başı fiyatı bildirince anlaştık. Yemek işi hallolmuştu, benim için en büyük iş buydu tur için. Henüz dernek kurulmadığı için belediyelerle resmi görüşme yapamadık. Hava kış ve soğuk olduğundan tur keşfi de olmadı. Keşif işlerini bahar aylarına bıraktık. Dernek kurulduktan sonra da resmi başvuruları yaparsınız diyerek Yaşar Curci’ye görevi bırakıp Türkiye’ye döndüm.

Daha sonra hazırlıklara başladım. Tur için düşündüğüm katılımcı sayısı 30 kişi. Ne olacak? nasıl olacak? bilemediğimden daha kalabalık yapmak istemedim. Tur 16 Ağustos 2015 – 22 Ağustos 2015 tarihleri arasında yapılacağından son 1 ay kala duyurusunu facebook ta etkinlik açarak bildirdik. Muhlis Dilmaç ile birlikte tur programı, tur rotası ve gidiş dönüş otobüs işlerini ayarlayıp katılımcıları belirledik. Yemek işini yapacak tanıdık işten vaz geçince ne yaparız diye düşünürken zaten her yerde köfteci, lokanta var. Fiyatlar da ucuz diyerek bir şekilde hallederiz dedik. Benim Kosova pasaportum olduğundan Bulgaristan dan vize almam gerekti. Son bir hafta kala vize için firmalara gidince vizenin bir hafta süreceğini öğrendim. Vize yetişmediği için uçakla gitmeye karar verdim. Bu bana biraz tuzluya patladı ama turu ben düzenlediğim için gitmem gerekti. Katılımcıların çoğu yeşil pasaportlu idi. Sadece biri şengen vizesi aldı, o da bin bir güçlükle.

Nasıl olsa uçakla gideceğimden biraz erken gidip henüz belirlenmemiş kamp yerlerini ayarlamam gerekti. Bisikletim için bir kutu aldım bisikletçiden. Tekerleklerini söküp havalarını indirdim. Bisikleti ve bagaj çantamı kutunun içine yerleştirip kutunun kapağını güzelce bantlıyorum. Bisiklet kolisini tartı aletinde tartınca 32 kg geldiğini gördüm. Uçakta bagaj hakkı 20 kg, ne yapacağız, 15 kg fazla var. Yanıma da öyle fazla bir şey almadım. Neyse 20 kg ilave bagaj aldım. Gideceğim gün daha önce bisikleti ile uçağa binmiş arkadaşım Mehmet Değirmenci’yi aradım telefonla bisikleti nasıl verdin diye. O da ” Bileti chek-in yaptırırken bisiklet olduğunu bildiriyorsun. Bisiklet ücreti 80 TL ödeyip tartıya girmeden koliyi alıyorlar” dedi. Ee ben ilave bagaj ücreti ödedim. Dur bakalım ne olacak. Yeğenim Beni arabasıyla hava alanına bıraktı. Bagaj el arabasına koliyi koyarak içeri girdim. Şansıma girişteki kontrol yerlerini kaldırmışlar İzmir de. Biletlerin alındığı yere gelip bileti almak için kimliğimi verdim. Görevli kolide ne var diye sormadan bisikletim var deyince “git ücretini yatır” dedi. Ücretini yatırdım gişesinden, sonra gelip biletimi aldım. Bisiklet kolisini tartmadan alıp götürdü bir görevli. Koli İstanbul da almadan direk Priştine de alacağım artık.

Uçak biletini alırken sabah uçağı 06:20 de İzmir İstanbul bilet fiyatı Akşam 23:15 uçağından 100 TL fazla olduğu için akşam uçağına almıştım. Nedense uçaklar rötarlı olduğu için benim uçağım 00:15 te anca kalkabildi. Bence sakıncası yoktu, nasıl olsa İstanbul Sabiha Gökçen hava alanında sabaha kadar bekleyecektim Priştine uçağının kalkış saatini. İstanbul’a vardım, saat 02:00 oldu bile. Hemen iç hatlardan dış hatlara gelerek pasaport kontrolünden geçerek sakin, yatabileceğim bir yer arayıp buldum. Yanımda el bagajı olarak bagaj çantamın üst kısmı var. İçinde de çamaşırlarım, pantolon ve tişörtler var. Polar ceketi ve kot pantolonu giyerek oturma yerine uzandım. Yastık olarak el çantası işe yaradı. Sabaha kadar öylece fazla derin uykuya dalmadan uyudum. Sabah olunca kalkıp tuvalette elimi yüzümü yıkayıp yanımda olan bisküvi ile sabah kahvaltısı yaptım. Eskiden 100 ml den fazla sıvı alamazdın dışarıdan hava alanının içine. Şimdi 1 Litreye kadar alabiliyorsun. Hava alanında nedense dükkan kiraları aşırı pahalı olduğu için yarım litrelik bir şişe su 4 TL civarında. Yiyecekler de ona göre ateş pahası, sanki aylık gelirimiz 10.000 Euro anasını satayım da dükkan kirasını ödesin. Suyumu da İzmir de evde çeşmeden doldurmuştum. Tonu 4 TL, burada tonu 16.000 TL. Bileti akşamdan aldığımdan uçağın binileceği kapı sabah saatlerinde monitörden öğrenerek kapıya doğru giderek açılmasını beklemeye başladım. Uçaklarım biri iniyor biri kalkıyor. Hava yağışlı diyordu ama parçalı bulutlu görünüyor dışarısı.

20150811_075256

Fazla rötar yapmadan uçak havalandı. Telefonum uçak modunda sadece resim çekmek için açtım. İstanbul – Priştine uçuşu 1 saat 15 dakika sürdü. Tam kanat üstündeyim, hem de pencere kenarında. Uçağın kanadını çekiyorum.

20150811_100837

Priştine hava alanına indi uçağımız. Pasaport kontrolünden geçerek bisiklet kolisinin gelmesini bekledim bir süre. Bagaj alım yerinden kolinin gelmesini beklerken el arabası ile bisikletim gelmiş haberim yok. Akamı dönünce kolimi gördüm, el arabasına üstünde öylece ortada duruyordu. Kolimi alıp tam çıkacakken gümrük polisleri beni durdurarak kolinin içinde ne var diye sordu Arnavutça olarak. Bende bisiklet var dedim tarzanca. Gümrük memuru maket bıçağı getirerek koli banlı olan kapağı keserek açtı. İçine şöyle bir baktıktan sonra geçebilirsin dedi. Diğer memur elimde koli bandı getirerek kapağı tekrar bantlamak istedi. Ben de gerek yok diyerek bantlatmadım. Araba ile koliyi dışarı çıkardım. İlk defa hava alanında beni karşılamaya kimse gelmedi. Bisiklet ile geldiğimden Prizren’e kadar bisiklet sürecektim nasıl olsa. KUZ’u kolisinden dikkatlice çıkararak tekerlekleri taktım. Ardından inik olan lastikleri pompa ile şişirdim, yola çıkmaya hazırım artık. Ben bisikleti toplarken meraklılar etrafımda toplanmaya başladı. Herkes bir şey soruyor Arnavutça, ben de Tarzanca cevap veriyorum. Koli içinde bisikletim.

20150811_104142

KUZ yola çıkmaya hazırdı, ilk defa yurt dışında bilinmeyen yerlerde gidecekti. Koliyi taşımaya gerek olmadığından katlayıp duvar kenarına bıraktım. KUZ ters olarak yerde nalları dikmiş olarak duruyor. Arkasında karton koli.

20150811_104823

Priştine Adem Jashari Havaalanı, KUZ ile bir resmini çekiyorum.

20150811_111149

Bagajın arkasına sarı yeleği takıyorum ki arkadan gelen arabalar beni fark etsin diye.. Sarı yelekte fosforlu iki şerit var.

20150811_111207

Hazır olunca yola çıktım, daha önce gideceğim yolu Wikioc adlı harita programında çizip telefonuma yüklemiştim. Program tam çalışmayınca bu kez navigasyon programını açtım. Hava alanı içinden geçen bir yol var, gideceğim yere doğru diğer yolla birleşiyor. Yol çok sakin, bir süre sonra Nato’nun askeri kamyonları görünmeye başlayınca herhalde askeri bölgeye girdim ilerde geri döndürecekler endişesi ile geri dönerek arabaların gittiği yoldan gitmeye başladım. Havaalanından çıkan yolu görünce sadece beton bariyerle araç girmesin diye kapatıldığını görünce boşuna geri döndüğümü anladım. Artık yapacak bir şey yok diyerek yola devam ettim. Önüme küçük köyler çıkıyor ama hiç birinde durmadan geçiyorum. Zaten köylerde bir şey yok, herkes işinde gücünde.

20150811_121115

Dağın bu tarafı ağaçsız, çıplak tepeler görünümünde. Biraz yükseklerde solda ağaçlar görünüyor. Yanımda evde yaptırdığım börek ve limonata var. Henüz kahvaltı yapmadım. Etrafta gölgelik bir alan olmadığı için güneşin altında durulmaz deyip dağa doğru çıkmaya devam ediyorum.

20150811_121343

Yol kıyısında böğürtlenler olmuş, hem de bayağı iriler. Durup atıştırıyorum taze olgunlaşmış siyah böğürtlenleri. Tatları nefis, yemeğe doyamıyor insan. Böğürtlenleri dalında çekiyorum.

20150811_122205

gi

git dedin

giderim dedim

gitme dedin

gitmem dedim

artık sen bilirsin dedin

artık ben bilrim dedim

agim rıfat yeşeren

Avucumda böğürtlenler ve bisikletim KUZ. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150811_122347

Ağaçlık alana geldim ama öyle yol kenarında düzlük yer olmadığından  dağın tepesine çıkıp inişe geçtikten sonra şöyle oturup karnımı doyuracak gölgelik bir alan görünce hemen duruyorum. Böreğimi limonata ile afiyetle yiyerek karnımı bir güzel doyuruyorum. Bayağı acıkmışım.

20150811_124747

Yoldan geçen arabalar beni fark etmiyor. Sadece traktörle geçenler beni fark ederek meraklı gözlerle bakıyorlar. Karnım doydu, ee bunun üstüne bir kahve gitmez mi ? Kahve takımımı çıkarıp kendime şöyle güzel bir kahve pişiriyorum. Keyfimin kahyasına diyecek yok çünkü yerine geliyor keyfimin kahyası. Kahve pişmekte bir güzel. Kamp tüpü üzerinde içi kahve dolu cezve pişerken yanında fincan.

20150811_130107

hiç önem vermediğim

çok önemli bir şey var

nedir o

ah !  bir bilsem nedir o

agim rıfat yeşeren

20150811_125806

Daha önce haritada çizdiğim yolu göremediğimden artık sorarak gidiyorum Prizren’e doğru. Marketteki çocuğa Prizren’e hangi yoldan gideceğimi sorunca o da bana sağdaki yola gideceğimi gösterdi. Güneşe bakarak az çok ters tarafa gittiğimi anlayıp motorlu birine daha sordum. Motorlu gittiğim taraf otobana doğru gidiyor dedi. Diğer taraftan gitmemi söyledi. Otobana bisikletle girmek yasak olduğunu biliyorum. Motorcu da bunu bildiğinden bana doğru yolu göstermişti. Üzüm bağı ve dağlar.

20150811_132931

Daha sonra bir köyde yol ikiye ayrıldığını görünce duraksadım. Sağdan dağa doğru gitmem gerektiğini tahmin ediyordum ama emin olmak için arabalı birine soruyorum yolu. O da ileride giden otobüsü takip etmemi söyledi. Neyse adamın dediği yerden gitmeye başladım. Ama yolun biraz uzattığını fark ettim ana yola çıkınca. Nedense Türkiye de olduğu gibi burada da yolu tarif edemiyor insanlar. Kendi bildiği yolu gösteriyorlar. Kestirme yada alternatif yolları bilemiyorlar maalesef. Beni her zaman yanlış yola sokuyorlar. Şu navigasyonu artık öğrenmem şart.

20150811_145306

Ana yola çıkınca hafif rampada zorlanmadan bisiklet sürmeye başladım. Kosova da araçların nasıl hareket edeceğini bilmiyordum. Gittiğim bu yolda araç trafiği yoğun. Ama dikkatimi çeken bir şey oldu; araçlar beni sıkıştırmadan, karşı yönden gelen araba olmadığı zamanda geçtiklerini fark ettim. Bu iyi bir durumdu, demek rahat gidecektim. Dhula diye bir yere doğru çıkıyorum. Çıkışı fazla sert olmayan bir yol da ilerliyorum. Bu ikinci dağ tırmanışım olacak. Zirveden sonra sadece iniş olacak ta Prizren’e kadar. Yol kıyısında meyve satan bir seyyar satıcıdan muz, şeftali ve üzüm alarak biraz vitamin takviyesi yapıyorum. Fazla yorulmasam da biraz dinlenmek iyi geldi.

20150811_151849

Bizde olduğu gibi burada da yol kenarları pet şişelerle dolu. Arabasında suyunu içen camdan dışarı atıyorlar sorumsuzca.

20150811_162059

Nihayet dağın zirvesine vardım. Bundan sonra iniş, zirvede durup bir resim çekiyorum KUZ’u. Prizren karşıda görünen dağların dibinde. Daha önce arabayla bir çok kez yolda gidip gelmiştim. Bana bu yokuşlar sert görünmüştü. Oysa bisikletle fark etmedim bile. Tıngır mıngır rahatça çıktım zirveye kadar. KUZ kavşağın ortasında.

20150811_162115

Zirveden aşağı kendimi bırakıyorum. Hızım zaman zaman 60 km’yi geçiyor. Yokuşu çıkarken beni sollayan arabalar artık beni sollayamıyorlar. Arabalarla aynı hızda iniyorum düzlüğe kadar. İniş elbette hızlı olunca çabuk oluyor. Ama rüzgar etkilemesin diye yağmurluğumu giyiyorum inmeye başlamadan önce, terliyim çünkü.

20150811_164132

Yol kıyısında restorant’ın yanında  tahta fıçı görüyorum. Fıçı ilgimi çekiyor, hem kocaman hem de elips biçiminde. Daha önce gördüğüm tahta fıçıların hepsi yuvarlaktı. Tahtalar dik, enine dört tane demir çemberle fıçı sabitlenmiş.

20150811_165252

İniş bitince düzlükte bisiklet sürmeye başladım. Düzlük dedimse hafif bir inişle gidiyorum. Gördüğünüz gibi yol kıyısında emniyet şeridi yok ve düşük banket. Araçlar saygı gösteriyor bana. Trafikte beraber gidiyoruz sorunsuz.

20150811_170740

Yaşar Curci ve yeğenim Denis benim geleceğimi biliyorlardı. Sadece ikisine haber vermiştim geleceğimi. Beni yolda karşılayacaklardı. Yaşar’ın işi çıkmış gelemiyor, Denis geliyor karşılamaya. Prizren’e yakın bir yerlerde buluşuyoruz Denis ile. Beraber tek sıra gidiyoruz, yol dar, yan yana bisiklet sürmek imkansız. Prizren şehrine giriş tabelası önünde durup resim çekiliyorum. Tabelada dört dilde yazılmış, Arnavutça, Sırpça, Türkçe ve İngilizce. Arnavutça; mirë se vini. Sırpça; Dobro došli. Türkçe Hoşgeldiniz. İngilizce; Welcome. Altında Prizren ve hız sınırı uyarısı kırmızı daire içinde 40 Km hızla gidileceği belirtilmiş. Denis beni tabela önünde çekiyor.

20150811_175945

Prizren de bir çok akraba var, ilk defa bisikletle böyle giriş yapıyorum. Benim için alışılmadık bir olay. Garibime gidiyor, şu sınırlar, vize olayları olmasaydı İzmir’den gelmek isterdim buralara kadar. Bir çok akraba olunca Denis nereye gideceğimi soruyor. Ben de ilk önce Şadırvana gidelim, bir makiato içelim çeşmeye karşı. Akşam üzeri saat 19:00 civarı. Kimseyi görmeden Şadırvana gelerek bir resim çektiriyorum KUZ ile. Arkada Şadırvan çeşmesinde su içen insanlar. Yer Arnavut kaldırım taşı ile döşeli.

20150811_182543

Dokufest film festivali olduğu için Şadırvan meydanı kalabalık. Çeşmenin üstüne de bizim havaalanı işletmesi Tav şirketi maket uçaklarla kapatmış. Tekrar gelmek için ilk önce Şadırvan çeşmesinden su içtim. Su dağlardan geliyor, buz gibi soğuk, sürekli akıyor durmadan. Denis ile kafeye oturup makiatoları ısmarladık. Denis’e babasını telefonla aratıp “Türkiye den bir arkadaşın gelmiş, seninle buluşmak istiyor Şadırvanda” demesini söyledim. Amcaoğlu Muharrem bir süre sonra Şadırvana geldi, meraklı gözerle bizleri arıyor neredeyiz diye. Ben onu gördüm ama o beni fark etmedi ilk önce. Ayağa kalkıp kendimi gösterince çok şaşırdı, sevindi, ne yapacağını bilemedi. Hasretle kucaklaştık çarşının ortasında. Benim geleceğimi hiç beklemiyordu. Beraber oturup hal hatır sormaya başladık. Geleceğimi biliyordu ama erkenden gelmemi beklemiyordu doğrusu. Makiatoları içtikten sonra izin istedim. “Nereye gidiyorsun bize gel” ısrarlarına karşılık; “Halama gideceğim ilk önce onunla buluşayım” diyerek halama doğru yola çıktım. Ne de olsa Kosova da ailenin en büyüğü. Alttan uçaklarla çekiyor beni Denis.

20150811_182554

Halamların da geleceğimden haberi yoktu. Bahçe kapısına bisikletin ön tekeri ile vurarak açıp içeri girince halamın oğlu, yengem şaşırdılar ne oluyor diye. Beni görünce sevinçle karşıladılar, hasretle kucaklaştık. Halam içerideydi, içeri girip beni görünce o da şaşırdı, sevinçten başladı ağlamaya beni görünce. 88 yaşında Tonton bir ihtiyar halam var. Hal hatır sormalardan sonra halamın oğlu bahçede kendisinin yetiştirdiği patlıcanları ( domates ) övünerek gösterdi. Domates te neredeyse bir kilo gelecek, maşallah. Kızarmış bir domatesi kopararak akşam yemeği için mutfağa götürdü.

20150812_082439

Ertesi gün akrabaları dolaşarak buluştum. Kosova turu için hemen araştırmalara başladım. Amca oğlunun arabası ile tüm Kosova’yı dolaşıp kamp yerlerini, mola yerlerini belirlememiz gerek. Buradaki arkadaşlar hiç bir ön hazırlık yapmamışlar. Artık benim halletmem gerek. İlk önce Prizren de dere kenarındaki kamp yerine giderek işletmeye bakan görevli ile görüştüm. Yanımda Denis var, tercümanlık yapıyor. Ben çok az Arnavutça biliyorum, kimisi hiç Türkçe bilmiyor yada az biliyor benim gibi. Kamp görevlisi ile anlaşarak ilk sorunu hallettik böylece. Kampta Dokufest film festivaline gelen çadırcılar kalıyor. Bize de yer var kamp alanında.

20150812_163825

Kamp yerini hallettikten sonra ertesi gün araba ile Turda gideceğimiz yerleri dolaşmaya başladık Denis ile. İlk önce Kosovanın Drin nehrinin aktığı, Şivan köprüsüne geldik. Burada çay ve dinlenme molası vereceğiz. Burayı işleten elemanla görüşerek neler var, ne içebiliriz, ne yiyebiliriz diye oturup konuştuk. Öğle yemeği burada olacak, nehir balığı pişirebilirim deyince fiyatta da anlaştık. Restoranın bahçesi, üstü çardak, masalar altına konmuş. saksılarda bitkiler var. Denis’i çekiyorum bahçede.

20150813_092448

Şivan köprüsü, her yıl buradan nehre atayışlar düzenleniyor. Aslında burada kamp yapılabilir, yer uygun ama Prizren’e yakın bir yer. Köprü tek kemerli ve büyük

20150813_092504

Gideceğimiz yolda çeşmeler var, demek ki susuz kalmayacağız. Kalın gövdeli bir ağacın gövdesine çeşme yapılmış. Su içerken Denis beni çekiyor ağaç ve çeşme ile.

20150813_120450_HDR

Gjakova da kamp yeri için Spor müdürü ile görüşerek nerede kamp yapılır diye danışınca bize kamp için. Spor müdürlüğü bahçesinde yer gösterdi. Tuvaletler de var, bakımsız ama idare eder. İlk gün için kamp yeri ayarlandı. Kampı çimenlerin üzerine kuracağız. Çimenlerin üstünde şimdilik kargalar dolaşıyor.

20150817_173432

Gjakova kamp yeri ayarlandıktan sonra Peja’ya doğru gittik. Peja da Spor biriminden sonuç alamadık. Öğlen tatiline denk geldiğimiz için biz de öğlen yemeğini yedik bu arada. Turizm infarmasyon bürosunda ki görevliden nerede kamp yapabiliriz diye sorunca Peja dan 1.5 – 2 km uzakıkta, dağların arasında Rugova denilen yerde uygun kamp atabilirsiniz deyince hemen o yere gittik. Dağlardan gelen dere kenarında muhteşem bir yer keşfettik. Dere önüne set çekip yüzmek için havuz yapmışlar. Su soğuk çünkü devamlı akıyor dere. Yanımıza şortları almamıştık, yoksa şöyle bir serinlemek iyi olurdu. Dere üstüne bir de köprü yapmışlar, gençler köprü korkuluklarına binip havuza balıklama atlıyorlar. Cesaret işi, gençler bunu başarıyor daha küçük yaşlarda. Köprü üstünden havuzu ve yüzenleri çekiyorum.

20150813_142921

Derenin geldiği dağlar ve vadi.

20150813_143006

Restoran sahibi ile anlaşıyoruz akşam yemeği ve sabah kahvaltısı için. Düzlükte de kampı kurabileceğimizi söyleyince Peja kamp yeri de hallolmuş oldu.

20150813_143056

Peja dan sonra dağların kıyısında bulunan İstok adlı kasabada öğlen molası için durduk. Burası alabalık üretim yeri, büyük havuzlarda binlerce alabalık dağlardan gelen soğuk sularda yetişiyor. Ayrıca Trofta adlı restoranda alabalıkları çeşitli biçimde pişiriyorlar. Fiyatlar da uygun. Restoran sivri servilerin arasında kaybolmuş gibi.

20150819_120050_HDR

Daha sonra yolumuza devam ettik. İstok yolu dağların kıyısından gidiyor. Anayoldan bir süre uzaklaştık. Anayola çıktıktan sonra iniş ve çıkışlar başladı, ta Mitrovica’ya kadar. Ben de Denis de ilk defa geliyoruz Mitrovica’ya. Açıkçası biraz çekincelerim var, devamlı Sırplarla Arnavutlar arasında çatışmalar olduğunu televizyonlarda duydum. Bakalım ne olacak. İki şerefeli minareli cami. Adı İsa Beg camisi.

20150813_171800

İşte Mitroviça’nın ortasında akan nehir, adı İbre nehri. Şehri ikiye bölmüş. Hem öyle bir ikiye bölünmüş ki. Kuzeyde Sırplar oturuyor, güneyde ise Arnavutlar. Aralarındaki düşmanlığı dere biraz soğutmuş durumda. Pek diğer tarafa geçmiyorlar karşılıklı olarak. Geçerlerse kavgalar başlıyor. Mitroviça da sorunların başlıca kaynağı değerli altın madenlerinin burada Sırpların oturduğu bölgede olması. Altın madenini kaptırmak istemiyorlar Arnavutlara. Aslında eşit paylaşsalar hem Sırplar hem de Arnavutlar ihya olur. Gerçi bu durumda olmasının nedeni altın madenini işleten şirketler. Bu şirketler böyle anlaşmazlıkların ortasında istediği gibi altını çıkarıp halka zırnık koklatmadan kendilerine alıyorlar. Sırplar da madenler elimizde diye avuna dursun. Sırplar devamlı Arnavutlarla uğraşmaktan kendileri de fakir. Aşırı milliyetçiler sayesinde adil paylaşılmayan altın çatışmalara neden oluyor.

Dere kenarında nerede kamp kurabiliriz diye Denis ile araştırırken restorana girip birer makiato içtik. Denise restoranda çalışanlara sor bakalım nerede kamp kurabiliriz diye. Denis sorunca kasadaki arkadaş telefonla birini aradı. Saat 17:00’yi geçti bile. Arkadaş Mitrovica’nın Spor müdürü ile görüşmüş. Spor müdürü bir süre sonra geldi yanımıza. Ardian Kavaja, Mitroviça da Türkçe bilen çok, çat pat Spor müdürü ile anlaşıyoruz. Makiatoları içerken nerede kamp kurabiliriz deyince dere kenarı sakıncalı ve tehlikeli olduğunu söyledi. Spor müdürü Ardian bize hesabı ödetmedi, kendisine teşekkür ettik. Kamp yapacağımız yere yürüyerek gittik. Pazar yeri gibi, bir tarafında okul olan geniş bir yerde kamp yapabileceğimizi söyledi. Zemin beton, olsun önemli değil. Tuvalet yakında, çeşmede var, daha ne olsun diyerek anlaştık müdürle. Mitroviça da bayağı çay satan çayhaneler var. Burada çay için sorun yok, diğer yerlerde kafeler daha çoğunlukta. İbre nehir kenarı, yürüme yolu kademeli.

20150813_173021

İbre nehri üzerinde İbri köprüsü.

20150813_173034

Mitroviça kamp yerini ayarladıktan sonra Priştine’ye doğru yola çıktık. Bisikletle gideceğimiz yol Vıçıtırın’a kadar ara yol ve tenha. Akşam olmak üzere, gündüz gözüyle yetişebilirsek son kamp alanını da ayarlamamız gerek. Şimdiye kadar işlerimiz iyi gittik, kamp yerleri ayarlandı. Ferizaj nasıl bir yer, kamp için bir yer bulabilecek miyim, bunun endişesindeyim. Priştine de öğle yemeği yiyecektik ve şehri şöyle bir turlayacaktık. Denis Priştine de Üniversitede okuduğundan Priştine’yi avucunun içi gibi biliyor. Onun için şehre girip zaman kaybetmeden doğruca Ferizaj’a devam ettik. Priştine yakınlarında Kosova savaşında şehit düşen Sultan Murat’ın türbesi var. Ana yola çok yakın, tabelası da gösteriyor. Yol çok kalabalık, akşam saati. Başkent Priştine’de işi olan gelip işini hallettikten sonra geldiği yere doğru gidiyor. Ayrıca Makedonya’ya giden yol burası. Fazla derecede araç trafiği var. Bakalım bisikletlerle buradan nasıl geçeceğiz. Priştine – Üsküp otoban yol yapımına başlanmış, ne zaman biter bilinmez. Akşam hava kararmadan Ferizaj’a vardık. Araba içinden kiliseyi çekiyorum.

20150813_200614

Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra şehirde yayan olarak dolaşmaya başladık. Karnımız da acıktı, bir şeyler atıştırıyoruz. Karnımızı doyururken karşımızda bir berber dükkanı gördüm. Denis’e ” Sor bakalım çadır kurabileceğimiz bir kamp yeri var mı?” diye. Berberlerin kulağı delik olur. Denis te berbere sordu ama berberin kulağı delik değilmiş bunu öğrendik. Şehirde araç trafiğine kapatılmış yürüme yolunda şöyle bir turladıktan sonra hadi gidelim artık diyerek arabanın olduğu yere gitmeye başladık. Giderken cep telefon aksesuarları satan bir dükkanın önünde bir bisiklet var. Markalı ve kaliteli görünüyor. Denis’e sor bakalım bisikletin sahibi kim diye. Dükkana girip soruyor Denis. Bisikletin sahibi vücudunda dövmeleri olan kel kafalı biri. Bunu öğrendikten sonra “Biz de bisikletçiyiz, Kosova da bisiklet turu yapacağız, Ferizaj da çadır kurabileceğimiz bir yer var mı? ” diye muhabbete başladık. Muhabbete dükkan sahibi de karışınca bize piknik yapılan bir yerde kalabilirsiniz deyince tamam dedim kamp yeri bulduk. Denis kamp yerinin olduğu yerin tarifini aldıktan sonra kamp yerine doğru hareket ettik.

Şehrin merkezinde aynı alanda birbirine duvar komşusu Cami ve Kilise. Aralarında da saat kulesi. Hepsini bir yere yapmışlar. Kilise solda, dört kubbesi yüksek duvarların üstünde. Ortasında daha geniş bir kubbe ile çatısı örtülmüş. Saat kulesi kiliseden biraz küçük, altı katlı. Cami iki minareli ve geniş bir kubbesi var.

20150813_202011

Hava iyice karardı, etraf ışıkların gösterdiği kadarını görebiliyoruz. Sora sora kamp yapacağımız yerin giriş yolunu bulduk. Yol bayağı dik ve toprak. 500 Metre kadar çıktıktan sonra restoran çıkıyor karşımıza. Birer makiato içip kamp yerini soracağız. Restoranın sahibi ile muhabbete başladık. Tabi ki Denis Arnavutça konuşuyor, ben de anladığım kadarı ile çat pat bazı kelimelerle muhabbete karışıyorum. Biraz yukarıda ormanlık alanda kamp kurabiliriz. Yemek ve tuvalet restoranda olacak. Fiyatta da anlaştık. Artık gecenin bu saatinde göz gözü görmüyor başka neresini bulacağız.

Böylece son kamp yerini de ayarladıktan sonra derin bir nefes aldım. İçim birden ferahladı. Sanki büyük bir yük üzerimden kalktı, tüy gibi hafifledim. Gideceğimiz yol dağların zirvesinden Brezovica – Prevalac yolu. Artık o gün gideriz deyip ana yoldan Prizren’e  Saat 23:30 gibi geldik. O gece rahat, misler gibi bir uyku çektim.

Ertesi gün Matbaacı olan amcaoğlunun dükkanında tur programını hazırladık. Hareket saatleri, gideceğimiz yol, mola yerleri ve akşama varacağımız kamp yerlerini yazan broşürler hazırladık 20 tane. Otobüsle gelecekler 11 kişi. Yaşar, Denis ve ben 14 kişi olacağız toplam. Eşyalarımızı taşıyacak arabayı da Yaşar ile beraber ta Keşan’a kadar gelen Ergin verecekti. Arabası minibüs, tam bize uygun.  Gerçi yeğenimde opel binek araba var, alabilirsin demişti ama arabayı bulunca gerek yok dedim. Ergin son gün telefonla arayarak araba lazım deyip vermekten vaz geçti, ne yapalım sağlık olsun dedim. Yeğenime arabayı alıyorum dedim, ona göre hareket et boşta kalma. Araba işi böylece halloldu. Arabayı amcaoğlu Muharrem kullanacaktı. Şimdilik her şey yolunda, tura katılacakları beklemeye başladım. Gezi programı kağıda basılı durumda. Üç günlük program, Programda tahmini saatte neler yapılacağı yazılmış. Altta da benim, Yaşar Curci ve Denis’in Kosova telefon numaraları yazılı.

20150918_083148

Diğer sayfadaki üç günlük hareket programı.

20150918_083200

Gelecekler Cuma akşamı saat 17:00 de İstanbul dan otobüsle yola çıkacaklardı. İnternetten mesajla Saat 19:00 da ikinci bir otobüs ile yola çıkacaklarını bildirdi Muhlis Dilmaç. Gelirken obüste çekilen bir resim, otobüs sadece bisikletçilere çıkarılmış, Yunanistan üzerinden gelecekler.

IMG-20150831-WA0009

15 Ağustos Cumartesi öğlen vakitlerinde otobüs geldi. Garajda bisikletlerini ve yüklerini indirmiş bisikletlerin tekerleklerini takmaya çalışırken buldum. Hepsi ile buluşup kucaklaştım. Muharremin arabasına eşyaları doldurduk. Bisikletlere binip Kamp alanına gittik hep birlikte.

Bu tura katılanlar sırası ile;

1- Urim Babacan          Prizren – İzmir

2- İrfan Özden                  İzmir

3- Tamam Taşdemir        İzmir

4- Ahmet Kamil Selçuk   Antalya

5- Mehtap Dilmaç            İzmir

6- Muhlis Dilmaç              İzmir

7- Murat Yılmaz               Fethiye

8- İdris Bal                         İzmir

9- Uğur Tanılkan              Alanya

10- Şahin Güngör            İzmir

11- Zafer Tanılkan           Ankara

12- Kemal Lale                İzmir

13- Yaşar Curci               Prizren

14- Denis Gjafiqi            Prizren

Çadırları kurup eşyaları yerleştirdikten sonra şehir merkezi Şadırvana gelerek bir resim çekildik.

20150815_170413

Burada şehir merkezinde Şadırvanda bulunan gezinti yerine Korzo diyorlar. Ben bildim bileli her akşam insanlar akşam yemeğinden sonra Korzo da yürüyüş yapıyorlar. Büyüklerimiz “Yemekten sonra ya 40 adım at, ya da uzanıp yat” der. İnsanlar yürürken burada kimi muhabbetlerini yaparken kimi kendine bir kız arkadaşı bulup bir süre sonra evleniyor. Bütün kasaba her akşam Korzoda yürürken herkes birbirini artık iyice tanıyorlar. Çok güzel dostluklar ve arkadaşlıklar kuruluyor. Bu yürüyüşler sadece 1999 yılında savaş zamanında kesintiye uğradı. Biz de Korzo da yürümeye başladık birlikte. Korzoda gezinirken bir bisikletçi ile karşılaştık, bisikletin önü arkası doluydu. İrfan’ın İngilizcesi iyi, muhabbete başladık. Adı Alfonzo, İspanyol, Avrupa’yı bisikleti ile tavaf ediyor. Hıristiyan olduğu için Avrupa da belirli Kiliseleri dolaşarak elinde bulunan bir belgeye mühür bastırarak bin çeşit hacı oluyor kendi dinindeki inanışa göre. Listesindeki çoğu mühürlenmiş durumda, az bir yer kalmış gezmediği. Ona çadırını kamp alanına götürüp kurmasını söyledik. Bir iki gece kalacakmış, o da bizden olsun deyip Alfonzo’yu kamp yerine yolladık. Alfonzo ile birlikte resim çekiliyoruz.

20150815_172252

Bu akşam herkes serbest dedik, istedikleri yerde yemek yiyebilirler deyip serbest bıraktım. Çarşıda kafenin birinde oturup makiyato içerek bir süre dinlendik. Dokufest film festivali olduğu için çarşı kalabalık. Festivale dışarıdan gelenler çok, tüm oteller neredeyse dolu, yer bulmak zor. Korzoda sürekli insan kalabalığı var, bitmek bilmiyor. Kafelerin hepsi dolu, yer bulamıyorsun oturacak. Bazen birilerinin kalkmasını beklemek zorunda kalıyorlar. İrfan, Tamam, Muhlis’i elçek resim çekiyorum kendimle birlikte.

20150815_175916_HDR

Oturduğum yerden diğer masadaki arkadaşları çekiyorum. Arkada Sinan Paşa camisinin giriş kısmı görünüyor.

IMG-20150831-WA0007

Prizren den akşam manzaraları. Gece karanlığında lamba ışıkları altında Akdere ve taş köprü.

IMG-20150817-WA0002

Bu da Sinan Paşa camisi ve minaresi. Şerefesinde lambalar var.

IMG-20150817-WA0001

Akşam yemeği için Teyzemin Kızı Arife, Halamın torunu Lumri bize köfte aldılar. Mangalda köfteleri pişirerek hep beraber yedik. Diğer halamın oğlu Sedat ta sucuk aldı ama o kadar yedik ki sucukları pişiremedik bile. Yemeğimizi yer sofrasında yiyoruz.

IMG-20150818-WA0000

Akşam yemeğini yedikten sonra çadırlara girip dinlenmeye çekiliyoruz. İki gecedir uykusuzluk ve otobüs yolculuğu yormuş arkadaşları.

Priştine hava alanı – Prizren arası yaptığım yol aşağıda haritada. 74 km civarında.

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

UrimBaba’nın Kahvesi

      urimbaba’nın Kahvesi

Atalarımız ne demiş kahve konusunda? herkes bilir ki ;

      “Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır”

      ” Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül sohbet ister, kahve bahane. “

 

Göçmen olmak sonradan gelen bir şey değil. Göçmen olmak hücrene sinmiş bir şeydir. İnsanın içinde varsa gitmesine izin vermezsen ruhu firaridir. Kapar gözünü nerelere gider, kimse engel olamaz. Göz açıp kapayıncaya kadar dağın tepesine de çıkar, denizin dibine de iner.

Evet Keşan’da Şahit oldum Dağın tepesine de çıktı yangın kulesinde kahvesini yaptı paylaştı yoldaşlarıyla. Çekilişte dalış çıktı, denizin dibini gördü.

Urim baba senelerce fabrikada çalışmış ruhunu uçurmuş. Emekli olunca Kanatları Saçları vesaiti bisikleti olmuş.

Göçmen insan yolun halini bilir paylaşır.

Urim Baba paylaşır, kahvesini paylaşır, yazar tecrübesini paylaşır, anlatır bilgisini paylaşır. Etrafına toplananlarla dostluk paylaşır.

Şimdilerde Urim Baba’nın kahvesi diye bir Akım var. E Adam göçmen bi yere ait olamaz. Başka Kahvecilere de benzemez. Sabit bi yerde değil, göçücü bir kahve. İçtiğin kahvenin parasını da ödemek yasak. İnsanlar güzel muhabbetler etmeli, negatife, Agresife yer yok.

Urim Baba’nın gezgin kahvesi kaç kırk yıl hatırın var?-daha olacak?- Urim Baba’nın gezgin kahvesi kaç muhabbete tanışmaya dostluğa tanıklık ettin? -edeceksin?-

Urim babam kahve kokusu can kokusu, dost kokusu, muhabbet kokusu…

Urim Baba’nın dervişin çorbası gibi, etrafına topladığı dostlara elleriyle yaptığı sunduğu kahve hiç bitmesin…..

esmaeseraçıkgöz

 

Öne çıkmış olan görsel, teknede kahve ,çerken,. Elimde fincan, denize bakıyorum. Başımda mavi buff, masada kamp ocağım ve cezve duruyor.

59

Kahve köpüğü ilk yudumda ay – yıldız şekli olmuş. Tabakta ısırılmış çikolata parçası.

94

Kahve bulunduğundan beri insanlara en keyif veren içeceklerin başında gelir. Kahvenin aroması ve içerken ağızda bıraktığı tatlı bir tat insanların muhabbetine tatlı, yumuşak bir etki bırakıyor. Uyarıcı etkisi ile konuşurken kullanılan kelimeler beyin süzgecinden geçip te dilin ucuna gelince karşısındakini incitmeyecek biçimde çıkıyor. Duru sözlerle yapılan muhabbet daha verimli olunca öfke, sinir, kavga, kötü düşünce yerine hoşgörü, anlayış ve saygıya bırakıyor yerini.

Bisiklete binmeye başladıktan sonra çadırlı kamplarımda çay ve kahve içebilmek için yanımda çaydanlık, çay bardağı, cezve, fincan taşımaya başladım. Keyfim her yerde yanımda olmalıydı. Çay iyi güzel de demlenmesi ve cam bardakları kırmadan taşınması biraz sorun oluşturuyor. İlk zamanlarda  çay bardakları birer ikişer kırılmaya başlayınca kahve fincanlarına gün doğdu. Fincanlar darbelere daha dayanıklı ve daha küçük boyutta olduğu için saklama kabında kırılmadan çantamda daha uzun yol gidebiliyorlardı. Her turda yeni tecrübelerle sadece kahve takımını yanımda taşımaya başladım. Çay için cam bardak taşımaya gerek yoktu. Uzun turlarda yanıma çaydanlığı alıp çayımı demleyip su bardağımla çay içiyorum.

Artık her gün çantamda yeri var kahve takımının. Sadece kahve ve şeker bitiminde ilave yapıyorum. Bakır cezvem 4 fincanlık, onun için dört fincan var yanımda. Kahveyi yaparken yanımda şanslı olan üç kişi kahve içebilir. Gerçi dört kişiden fazla olunca tekrar kahve yapıyorum arkadaşlara. Onların da canı çeker değil mi?

Yıllar önce saz kursuna giderken Aşık Garip kitabını okumuştum. Sonu kavuşma ile biten halk destanı olarak bilinir. Aşık Garip Şah Seneme aşık olmuştur, babası yüklü miktarda başlık isteyince para kazanmak için gurbete gider. Aşıklık yapmaya çalışır fakat beceremez ilk başla. Tanrıya yakarışları sonucu bir gece rüyasında Hızır girerek Aşk şerbetini içirince yakarışları kabul olur. Başlar Aşıklık etmeye sazı ve sözü ile. Bunun için bir aşık kahvesi açar ve kahve satarak para kazanmaya başlar. Ünü giderek yayılır Aşık Garip’in, aşıklar gelip atışmaya başlar kahvede. Ama Aşık Garip hepsini susturur tatlı sözleri ve sazın tınısıyla. Bir gün bir haber gelir, Şah Senem başkasıyla evlenecek diye. Hızır yardımıyla düğünden 3 gün önce vararak Şah Senem’i alıp evlenir. Yaşanmış bu destandan Aşık Garip’in kahvesinden etkilenmiştim o zaman. Onun gibi bir kahve açma hayallerim başlamıştı.

İlk başta kahve pişirmek için ocak gerekli. İlk ocağım içinde LPG olan küçük, delinip bir defa kullanılan ocak almıştım. LPG tankları hem küçük hem de pahalıydı. Aynı zamanda tekrar dolduramıyordum. Bir süre o ocağı kullandım ama verimli olmadığı için başka arayışlardayım aynı zamanda. Zaten büyük boyutlu olduğu için bagaj çantamda epey yer kaplıyordu. Aşağıda kamp tüpü görünüyor.

2

Benim gibi kamp yapan bir arkadaşta ispirto ocağı görünce bu olabilir deyip ocağı incelemeye başladım. Yaklaşık olarak ölçülerini alarak benzerini yapabilirdim. Bacanağımın çalıştığı torna atölyesinde ölçüleri vererek iç içe geçen iki borudan bir tane ocak yaptık. Ocak bitince deliklerini 1 mm matkap ucu ile dikkatli bir biçimde deldim. 1 mm uç çok ince olunca hassas delmeli. Yoksa matkap ucunu kırabilirsin. Neyse ocak bitti ve ilk kahveyi pişirmeye başladım.

3

Mavi ispirto haznenin içine konulduktan sonra ispirtoyu çakmakla yakıyorum. İspirto yanarken ilk başla deliklerden alev çıkmaz. Demir  Demir haznenin ısınıp ispirtonun kaynaması gerek. Kaynama derecesi 78 OC . İspirto kaynayıp buharlaşmaya başladığında deliklerden çıkan buhar mavi bir renkte yanmaya başlar. Benim yaptırdığım ocağın alevi orijinal ispirto ocağından farkı iç haznesi biraz fazla olduğundan alev kararlı yanıyor. Orijinal ispirto ocağının iç çeperi dar olduğundan alev bir artıyor bir azalıyor, yani kararlı yanmıyor. Ocağın deliklerinden alev çıkmadan üzerine bir şey konmamalı yoksa ocak söner. Alevler deliklerden yanmaya başlayınca cezve ocağa sürülüp pişirilmeye başlanır. Cezve ocağın üstünde, dört tane boş fincan dizili masanın üstünde.

4

İspirtoyu ocağa koyup kahve pişesiye kadar geçen zamanı ölçtüm tam 7 dakikada kahve fincanlara doluyor. Benim için iyi bir zaman. İspirto ocağı iyi, verimli ama ispirto her yerde bulunmuyor ve İzmir dışında pahalı. Neredeyse 3 katı pahalı satılan ispirto da çantada şişede taşıması zor ve yer kaplıyor. Ayrıca ispirto dağlarda, yüksek rakımlarda pek verimli değil, kaynama noktasına uzun sürede ulaşıyor. Araştırmalarım devam ediyor ocak konusunda.

Aslında en güzeli odun közünde pişen kahve. Yapabilirseniz közde pişirmenin tadı hiç bir şekilde olmuyor. Bunun nedeni de odunun doğal olmasından kaynaklanıyor bence. Diğer ocak türlerinin yakıtları insan yapımı. İspirto, LPG gaz, benzin gibi yakıtlar kimyasal değişimlerle oluşmuş. Buradan elde edilen ısı odun közündeki gibi ısı değil. Bu fark pişen kahvenin tadına yansıyor. Yavaş pişen kahvenin tadına doyum olmaz.

5

Artık kahve takımı her turda yanımda, bagaj çantamın içinde taşımaya başladım. Kahveyi canımızın çektiği yerde, hemen bir bankın üzerinde kahve takımını çıkarıp pişiriyorum.

Henüz denizden çıkmışız. Bir kahve iyi gider diyerek Gökova bisiklet turu sonrasında kendi turumuzu yaparken içtiğimiz kahvelerden biri. Marmaris Orhaniye köy deniz kıyısında üç dengesiz ile. İrfan da LPG tüplü ocak olduğu için daha çabuk kahveyi pişirdim. Bir tane tüplü ocak edinmeliyim. Tüplü ocak daha pratik..

6

Bazen de Sığla ormanının içinde su kaynağının dibinde sıcaktan bunaldıktan sonra buz gibi suda serinlemek. Eh bunun üstüne de kahve iyi gider deyip hemen pişirip kahve keyfimizi de ihmal etmiyoruz. Köyceğiz sonrası Sığla ormanı, üstümüz çıplak, üç kişiyiz.

7

Bazen kahve içmek için fırsat kolluyorum. Arkadaşın lastiği patlayınca fırsatı değerlendiriyorum hemen. Çanakkale’ye giderken.

8

Bazen de herhangi bir parkın gölgelik bir yerinde.

9

Bazen de festivalin ortasında, ormanda henüz yolumuzu kaybetmeden oturup bir kahve içmeli insan. Ormanın sesini dinlemek gerek kahve tadında. 2. Keşan dağ bisiklet festivali.

10

Hele bir de festivalde Masalcı Teyze masal anlatmaya başlarsa ormanın kuytu bir köşesinde. Kahvenin verdiği tat ile masal daha da ahenkli oluyor. Zaten masalcı teyzenin sesi büyüleyici güzellikte. Masalcı Teyze başlıyor bize masal anlatmaya, biz de dinlemeye. Bizi alıp masalın içinde yaşatıyor sanki.

KAHVE TANRIÇASI ELENA

Kuzguncuk’un ilk ışıkların ile alelacele Koşar adımlarla çıktı sokağa, merdivenleri indi. Taksiye atladı terminale gitti.

Öğleye doğru İzmir’e geldi. Göztepe’de bisiklet kiraladı. Körfezin iyot kokusunu içine çekerken bu şehri ne kadar özlediğini hissetti. Gözlerini kapattığının farkına varmadı. Önce şiddetli bir ses duydu anında dirseğinde ve ayağındaki acıyı hissetti.

“İyi misiniz?” Sese doğru baktı.

Yerde biri daha.

“Neden gözlerinizi kapatarak bisiklete biniyorsunuz bu çok tehlikeli.”

Doğrulamaya çalıştı canı artarak yanıyordu.

“Peki, siz neden dikkat etmiyorsunuz?” ( Kendi sorusuna kendi de şaşırdı.)

Kalkmasına yardım eden kazazedesi;

” Dikkat ettiğim için düştük. Sizin gözünüzü kapatmanıza dikkat ettim.”

Kenara çöktü genç kadın, gülümsedi.

“Daha iyi misiniz?”

“Hala bisiklete binebilirim”

“İsterseniz benim gittiğim yere gelin orada pansuman ederiz yaralarımızı.”

“Nereye gideceğiz ?”

“Urim Baba’nın Kahvesine?”

Tuhaf geldi genç kadına anlamsızca baktı.

Fark eden adam,

“Gideceğimiz yer sıradan bir yer değil. Aslında sabit bir yer de değil. Urim Baba gezgin bir kahvecidir. Sohbeti, telve ile koyulaştırır. Bisikletinin heybesi, derviş Sofrası gibidir, faydalı olan her şeyi barındırır.”

***

Bir ağacın altında, hasır taburelere oturmuş etrafında insanların ortasında bir Adam, hem insanları dinleyip gülümsüyor hem de cezveyi karıştırıyordu.

Aksayarak gelenleri görünce ayaklandı insanlar. Oturttular yaralarını kontrol ettiler.

Genç kadın plansız kaçar adımla saatler önce çıktığı evinden bir anda başka bir kentte daha önce hiç görmediği insanların arasında kırk yıllık dost gibi muhabbete karışmış; yaralarını, acısını unutmuştu.

“Rüzgâr” diye geçirdi içinden. “Önce düşürse bile süprizleri getirebiliyor. Kapılmak lazım…”

İçilen kahveler, bisiklete ve dostluklara dair sohbetler, okunan şiirler, türküler… İnsanları inceliyordu bu kadar farklı insanların bir araya gelmesinde en büyük faktör neydi?

Kahve: her yerde her zaman içilir.

Muhabbet: çok farklı insanlar belki de ilk defa görüşen insanlar var.

Bisiklet: aslında olabilir, herkes bisikletle gelmiş ve muhabbet çoğu kez bisiklete dönüyor.

“Kim bu Urim baba?” diye düşündü sonra. Çok farklı bir Görüntüsü vardı; omuzlarına dökülen saçları, yüzündeki çizgiler, dilindeki aksanı, bir anda patlattığı kahkahası, türkülere şiirlere dalıp gitmesi ve sınırlı fincanla sıralı içirdiği hiç sönmeyen ocağı.

Neresiydi burası? Kimdi bu insanlar nasıl bu kadar çabuk kabullenmişlerdi yabancı bir kadını. Artık yaraları acımıyordu. Kiraladığı bisikletin düşmeyle ufak tefek sıkıntısı giderilmişti.

Şaşıyordu Elena, nefes alamadığı kentinde, neyi aradığını bilmeden kaçıp geldiği başka bir kente ne çekmişti? Bu kahvenin kokusu tadı insanların sıkıntılarını bu açık alanın kapısında bıraktıkları her şey ne güzeldi. Onu çeken bir gücün olduğuna inandı.

Bir anda geri dönmesi gerektiğini hatırladı. Tam vedalaşmak için ayağa kalktığında ayakkabısı çıktı. “Dikkat et Sindirella diye takıldılar daha 12’ye çok var.”

Gülümsedi. “ Sanırım Alis’im ve harikalar diyarındayım” dedi.

Bir anda yağmur sonrası yolunu kaybetmiş bir kurbağanın sesi geldi. Herkes gülmeye başladı “Öpecek misin? Şansını dene.”

“Masal. evet şu an masaldayım. Burası, sizler masalın ta kendisi.”

“Hadiiii dediler yedi cüceye bağlarız şimdi. Valla ben cadı kraliçe olmam.” dedi bir kadın kollarını kaldırarak.

“Elena masal kahramanı değil Tanrıça.” dedi Urim Baba.

“ Artık bir Tanrıçamız da oldu arkadaşlar, Urim Baba’nın Kahvesinde –KAHVE TANRIÇASI ELENA-“

Hep bir ağızdan

“SEN ÇOK YAŞA YÜCE KAHVE TANRIÇAMIZ ELENA!” diyerek mizansen bir seslenişle ilan edildi.

Elena masallara inanırdı. Masallar onu mutlu ederdi. Ama kendini, bir kahve erbabı ilginç bir adamın etrafına topladığı kahramanların olduğu bir masalın ortasında bulacağını tahmin etmemişti.

Aldığı nefesi içine doldurarak tekrar Kuzguncuk’un yolunu tuttu.

esmaeseraçıkgöz

Beş kişi oturmuş kahveyi içerken.

11

Bazen ovanın ortasında, bir ağacın gölgesinde. Kimseye aldırmadan, sohbetin tadı yerinde olur. İki kişi yere oturmuş muhabbet ederken.

12

Keşan’dan Edirne’ye giderken yol arkadaşımda gördüğüm ocağın kafası tam bana göre idi. Kafa var ama tüpü yoktu. Arkadaşa :

” Bu kaç para”

” 6 Dolar”

” Al sana 15 Lira”

” Olmaz UrimBaba hediyem olsun”

” Hediye kabul etmem, parası ile alırım. Çünkü böyle bir şeye ihtiyacım var ve ben istiyorum. Hediye vereceksen karşındaki istemeden, gönlünden ne geçerse vermelisin.” Diyerek ocağın kafasını aldım. İzmir’e gidince tüpünü de alarak tüplü ocak kullanmaya başladım.

20160105_093530_HDR

Bazen de yol arkadaşın ile bir zamanlar orduların üzerinden geçtiği Edirne deki Taş Köprü manzaran olur bir nehir kıyısında.

13

Bazen de İğneada da şiddetli bir lodos fırtınasında şimşeklerin aydınlığında tüm gece çadıra giren suyu boşatıp uykusuz, yorgun. Ertesi gün yorgunluk kahvesi ile bir günlük tatile başlamak. Güneşe merhaba diyerek.

17

POETİKA

Yalnızlığı sevmiyorum

Yalnız kim ola ki

Kendim…

Kendimin kendini sevmiyorum

Kediler hariç…

Kahve ocakçısı olacaktım ben

Tuttum kavlimi

Yazdıklarımsa hep nafile

Hep nişanlı angaje ısloganlı

Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına

Kallavi olsun!

Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip

Ve cezveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini

Taşırmadan pişiriyorum

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan

Ocağımızı bucağımızı

Isıtamayacağımı!

İşte onun içinde de içim titreyerek

Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can YÜCEL

 

İki haftalık turun son günü, telaşsız, yol arkadaşın gitmiş. Tek başına, yalnız kendinle sohbet ederek keyfini çıkarırsın kahvenin tadını. Neler gördüm, güzel dostlar edindim. Köyler, kasabalar, şehirler. Yollar; kimi asfalt, kimi toprak 1450 kilometreye sığdırmışsın yoldaki dostların sıcaklığını. İçin sevinçle dolar, heybemdeki hazine çoğalmıştır kat be kat. Yükün çoğalmıştır, dostların hafif gelir, ağırlık yapmaz hiç bir zaman. Anlatacak hikayeler birikmiştir.

14

Bazen de en güzel denize girip arınmışsındır Ege denizinin tuzlu suyu ile. Tuz kahveye tadını verir çakıl taşları üstünde.

15

Henüz kış gelmeden Güz meyvelerinin bol olduğu zamanda bağların kenarında, dağların henüz donmadığı yerde kahve ile ısıtırsın Sonbaharı.

16

Ormanda kaybolmadan, sert yokuşların zirvesinde pistonları soğuturken kahvenin keyfi çıkmaz mı?

18

Bazen de bacanaklar buluşur göletin kenarında. Kahvenin tadına doyum olmaz bir türlü. Sohbet uzayıp gider adam akıllı. Kış olsa da güneşin tadı çıkıyor.

19

2013’ün Nisan ayıydı galiba…

Kızıl Prens’in gelip yüreğime konduğu ve birlikte gideceğimiz ilk festival… “ANTİK KENTLER”! Heyecanımı ve ürkekliğimi yanıma alıp çıkmıştım yola…

Bana uğurlu geldiğini düşündüğüm, şeker mi şeker, sıcacık insanlar ile orada, Ege’nin en güzel şehirlerinden biri olan İzmir’de Cinatı’nda karşılaşmıştım ilk, gülünce kalbinden gülen, hiç tanımadığı halde orada varlığımı hissettiren iki teker sevdalılarıyla… Onlardı belki de beni iki tekere bu denli sevdalı yapan…

Kızıl Prens ilk kez sahneye çıkıyordu ve bir daha gönüllerden hiç inmeyeceğini bilemezdim o zamanlar, onlar benim gönlüme taht kurarken meğer ben de onların gönüllerinde küçücük de olsa bir Ayşegül bırakmıştım, bu köylü kızı Ayşe için çok değerli ve paha biçilemezdi! (Urim BabaCAN bana “Ayşe” der)

Ben bisikletimle dağ yollarında kendimi zor taşıyorken Urim BabaCAN toplamış pılını pırtını bisikletiyle dağlar aşıyordu, tank gibiydi, hiçbir engel ona dur diyemezdi, güçlüydü, heybetliydi, görünüşü kadar yüreği de öyleydi, ama bunu çok sonra anlayacaktım…

Tank dedik de bir farkı varmış bu tankın diğerlerinden barut kokmuyormuş, top tüfek yokmuş içinde, sıcacık, dumanı tüten, buram buram kokusuyla insanları kendine çeken üç fincanı, bir cezvesi ve kırk yıl hatırı sayılacak kahvesi varmış, aklımın ucundan bile geçmeyen şeyler geliyordu başıma, dağın başına kurulan bir Çilingir Sofrasında dumanı tüten, yürekleri sıcacık ettiği gibi, yüzlerde de tebessüme neden olan işte o UrimbabaCAN kahvesini ben ilk Nisan ayının yeşillere boyadığı bir dağın yamacında içmiştim…

Zaman su olup aktı, günler, aylar geçti ve ben UrimBABA’nın GülAyşe’si oldum! Sonra bir de Serhat Ferahi Değimli Abim ve Semra Ablam var, onların da Sarı civcivi, kimleri anlatsam bilmem ki… Bülent Abim ve Gönül Ablam, Neşeli mi Neşeli, capcanlı çift Emre ve Çisel , bu çılgın çiftin bir de tatlı babaları Selahattin Tavkaya, deli mi deli “Canavar” Canavar’ül Velosipet ve H. OLCAY ORMANKIRAN Abi, İzmir benim için ilkti ve sizler benim bu yolda en sevdiklerim oldunuz.

İzmir Kızıl Prens’in doğumuydu, UrimBabaCAN iyi ki varsın ve bir kahveyle bizleri hep bir arada tutuyorsun…! Hep var ol

Ayşegül GÖKALP

 

Dünyanın en büyük savaşlarının olduğu yerde. Yüzbinlerce insanın Şehit olduğu kanla sulanmış topraklarda Gülayşe’nin sıcak sohbeti ile yemek üstüne içilen kahvenin tadı hiç bir yerde yok.

20

Sabahın seherinde dostlarla içilen kahvenin henüz güneş ısıtmadan içimizi ısıtması.

23

Yüzlerce kilometre öteden gelen dostların ormanın içinde kahvenin tadına varırken henüz çamura saplanmadan önce. Resimde altı kişiyiz.

24

Bir DOÇEK festival zamanıydı, Korudağlarda; yıl 2014.

Ormanların, dere, tepelerin arasında.

Kararır gibi oldu hava. Yağmur geliyordu, gelsindi…

Islanacaktık; yolda kalabilirdik, kalacaktık, kaldık, çektik aldık.

Bir anda oldu hepsi ve olanlar hep köpüklü kahvenin hatırına.

40 yıl derler kahvenin hatırına, Urim Baba’nın kahvesi ise en az 80’den başlar ve ardı unutulmaz hiç bir zaman.

Kahve yapan ellerine ve elbet o kahveyi köpükleten yüreğine sağlık Urim Baba…

Hakan Eşme

 

Bazen dostlar çoğalır yağmur damlaları gelmeden. Hepsi de kahve kokusunu duymuş, sohbete katılmamak olmaz. Verdik coşkuyu…

10006938_10203439153714424_1516695482978409287_n

Kahve ocağa sürülmüş pişerken gözler ayrılmıyor, büyülenmiş gözler bakmakta. Çam kokusu kahve kokusu ile karışmış. Sadece pişmeyi bekliyor gönüller.

27

Bazen bir dostla karşılaşırsın sahil yolunda. Dur bir kahve içelim, söyleşelim çimenlerin üzerinde. Çimenler bir şey demez üzerine oturduk diye.

28

Belli değil sürprizler, birden bire ortaya çıkar karşına, şaşırırsın. Ne söyleyeceğini bilemezsin, öylece baka kalırsın. Sonra kahve tadını alınca kelimeler dökülür ardı sıra, Sohbet tatlılaşır, dostça kırk yılın hatırı başlar.

29

Kahvenin Tarihi

Kahve beynin aşırı uyarılması durumuna sebep olur. Bu durum kendini, dikkat çekici oranda çok konuşmakla gösterir ve bazen hızlı düşünce çağrışımlarıyla birleşir. Bu durum birbiri ardına kahve içen… ve bu aşırı kahve tüketimiyle tüm dünyevi vakalarda derin bir bilgelik sağlayan.

Muhtemelen, insanlığın beşiği olan ve günümüzde Etiyopya olarak adlandırılan antik Habeşistan toprakları kahvenin doğduğu yerdir. Afrika boynuzu olarak bilinen, Afrika ve Arap dünyalarının birleştiği yerde kurulan, depreme meyilli Büyük Rift Vadisi tarafından ortadan ikiye ayrılan dağlık ülke.

Kahvenin tam olarak ne zaman veya kim tarafından keşfedildiğini bilmiyoruz. Birçok Arap ve Etiyopya efsanesinden en ilginci dans eden keçileri anlatanıdır. Doğuştan şair, Kaldi adında bir keçi çobanı, keçilerinin dağların eteklerinde yiyecek ararken oluşturdukları patikaları takip etmeyi seviyordu. İşi ondan çok şey beklemiyordu. Dolayısıyla, şarkı yazmak ve kavalını çalmak için özgürdü. Akşamüstü, özel tiz notasını üflediğinde keçileri ormanda otlamayı bırakıp onu eve doğru takip etmek için çabucak gelirlerdi.

Ama bir öğleden sonra keçileri gelmedi. Kaldi kavalını şiddetle tekrar üfledi. Hala hiçbir keçi gelmemişti. Şaşkın çocuk onları dinlemek için daha yükseğe tırmandı. Sonunda uzaktan gelen melemeleri duydu. Dar bir yolun köşesinden koşarak geçen Kaldi, birden keçilerin bulunduğu yere vardı.

Güneşe parlak keleler oluşturacak şekilde sızmasına izin veren büyük yağmur ormanı kubbesi altında, keçiler koşuyorlar, birbirlerine boynuz atıyor, arka ayaklarının üzerinde dans ediyor ve heyecanla meliyorlardı. Çocuk, nefesini kesen merak içinde, onlara şaşkınlıkla bakakaldı. Büyülenmiş olmalılar diye düşündü. Başka ne olabilir ki?

Onları seyrettiğinde, keçiler birbirleri ardına daha önce hiç görmediği bir ağacın parlak yeşil yapraklarını ve kırmızı meyvelerini çiğnediler. Keçilerini çıldırtan bu ağaçlar olmalıydı.

Keçiler birkaç saatten önce onunla eve dönmeyi reddettiler ama ölmediler. Ertesi gün, keçiler doğruca aynı koruya gittiler ve aynı hareketleri tekrarladılar. Bu sefer, Kaldi onlara katılmanın güvenli olduğunu düşündü. İlk önce, birkaç yaprak çiğnedi. Tatları acıydı. Ama, onları çiğnediğinde dilinden boğazına inen ve tüm vücuduna yavaşça yayılan bir karıncalanma hissetti. Daha sonra meyveleri denedi. Meyve biraz tatlıydı ve dışarı çıkan tohumlar kalın lezzetli bir sıvıyla kaplanmıştı. Son olarak tohumları çiğnedi. Ve ağzına başka bir meyve attı.

Efsaneye göre, bundan sonra Kaldi keçileriyle birlikte mutlu bir şekilde oynamaya başladı. Ondan şiirler ve şarkılar saçıldı. Bir daha hiç yorgun ve sinirli olmayacakmış gibi hissetti. Kaldi babasına sihirli ağaçlardan bahsetti, dedikodu yayıldı ve sonunda kahve Etiyopya kültürünün bir parçası oldu. Arap hekim Rhazes 10. Yüzyılda kahveden yazılı olarak ilk bahsettiğinde kahve muhtemelen yüzlerce yıldır üretilmekteydi.

Efsanede olduğu gibi, muhtemelen, bunn taneleri (kahve bu şekilde adlandırılmaktaydı) ve yaprakları başlangıçta sadece çiğneniyordu ama yaratıcı Etiyopyalılar kısa sürede kafeinlerini alacakları daha tatmin edici yollara terfi ettiler. Yaprakları ve meyvelerini kaynar suyla hafif bir çay gibi demlediler. Hızlı bir enerji atıştırmalığı hazırlamak için dövdükleri kahve tanelerini hayvansal yağlarla karıştırdılar. Mayalanmış püresinden şarap yaptılar. Kahve meyvesinin hafifçe kavrulmuş kabuğundan bugün kisher olarak bilinen o zamanlar qishr olarak adlandırılan tatlı bir içecek yaptılar. En sonunda, muhtemelen 16. Yüzyılda, biri kahve çekirdeklerini kavurdu, dövdü ve kaynattı. Ah! Bildiğimiz şekliyle Kahve (veya çeşitleri) sonunda meydana geldi.

Etiyopyalılar kahveyi hala genellikle bir saat kadar süren özenli ritüellerle sunmaktadırlar. Mangal kömürleri özel bir toprak kabın içinde ısınır, misafirler üçayaklı taburelerde otururlar ve sohbet ederler. Konuklar konuşurken, evin hanımı kahve çekirdeklerini üzerlerindeki ağarmış kabuğu çıkarmak için dikkatlice yıkar. Komşuların ağaçlarından gelen çekirdekler güneşte kurutulmuştur ve kabukları elle çıkarılmıştır. Ev sahipleri kuvvetli bir koku yaratmak için kömürlere biraz tütsü atarlar. Sonra evin hanımı kömürlerin üzerine bir ayak çapından küçük düz demir bir tepsi koyar. Demir çengelli bir aletle çekirdekleri dikkatlice bu ızgaranın üzerinde karıştırır. Çekirdekler, birkaç dakika sonra tarçın rengine dönüşürler daha sonra, klasik kahve kavurmanın “ilk patlama” sıyla çıtırdarlar. Altuni kahverengiye dönüştüklerinde onları ocaktan alır ve küçük bir havana koyar. Havanda bir tokmakla iyice toz haline getirdiği kahveyi pişirmek için toprak bir kaba alır. Toz halindeki kahveye biraz zencefil ve tarçın da ekler.

 Koku şimdi egzotik ve karşı konulmazdır. İçeceğin ilk turunu, bir kaşık şekerle birlikte kulpsuz küçük fincanlara boşaltır. Herkes yudumlar, beğenilerini mırıldarlar. Kahve koyudur, dövülmüş kahvenin bir kısmı kaçınılmaz olarak içecekte kalmıştır. Ama kahve bittiğinde telvenin büyük kısmı fincanın dibinde kalır.

 İkinci bir kez daha, ev sahibi daha fazla kahve sunmak için, kahveye biraz daha su ekler ve kaynatır. Daha sonra konuklar ayrılırlar.

Kahve Arabistan’a Gider…

Kahve Arabistan’a  girdikten sonra üretimi iyice yayılır ve ticareti başlar kahvenin. Araplar kahveni uyanık tutması ve hoş tat vermesi dolayısı ile şarap anlamı olan Kahwa adını verir bu içeceğe. Mekke hükümdarı kahvelerde kendi hakkında yayılan hicivler çoğalınca şarap gibi kahvenin de haram olduğunu ilan ederek yasaklar. Mısır hükümdarı bu yasağa aldırmaz ve içmeye devam eder. Osmanlı ordusu buraları fethedince Türkler kendilerine göre kahveyi pişirerek Türk kahvesi adını alır. Türkler den Avrupa’ya yayılır kahve. Paris’te kafeler açılır, kahve sütle karıştırılarak değişik tatlar elde edilerek yaygınlaşır. İnsanlar kahve içerek uyanık ve zihni sürekli açık tutmasından dolayı sohbetler iyice koyulaşmaya başlar. İnsanlar kafelerde toplanarak Fransız devrimini başlatır bu sohbetlerinde. Bu arada şarap tüketimi azalmıştır. Fransız devrimi başarıyla sonuç vermiştir. Kahve İngiltere’ye ulaşır, kafeler açılır. Londra da insanlar sürekli kafeleri doldurmaya başlayınca Kral kafeleri kapatmaya karar verir. Halk kafelerin kapatılmasına karşı çıkmaya başlayınca kral papucun pahalı olduğunu görür ve kafeleri kapatmaktan vaz geçer. Fransa olanlar burada olmasın diye kafa patlatırlar lordlar kamarası. Kahve yerine çay içmeye yöneltirler halkı. 5 Çayı böylece başlar, çayın içine bir de sütü katarak kahvenin yerine başka bir içecek sunarlar halka. Çay kahve gibi insanları krala karşı isyan ettirmez ve İngiltere de devrim olmaz.

Kahvenin tarihini aşağıdaki linkte daha detaylı okuyabilirsiniz.
http://www.turkkahvesidernegi.org/tkkad/detay/TARIHCE/17/12/0

30

Baş Tanrı Zeus ile kardeşi deniz tanrısı Posedion neyi paylaşamamış belli değil. İki tanrının kavgası sırasında Dilek yarımadasını ortadan ikiye yarıp Samos adası ve derin kanyon oluşmuş durumda. Samson dağının zirvelerine yakın kahvemizi pişirerek Tanrıların meydana getirdiği güzellikleri seyre dalıyoruz dengesiz İrfan ile.

31

Kahve her yerde içilir ama burada içmenin ayrıcalığını yaşıyoruz üç dengesiz. Üç fincan kahve dolu, yan yana. Karsıda Samos adası.

32

Alışmışız zirvelere, zirvelerden zirve beğenirken Anadolu’nun zirvelerinden 2150 metre yüksekliğinde kahvenin tadı bir başka oldu. Kommagene kralı Antiokhos Nemrut dağının zirvesinde Doğu ve Batı tanrılarını birleştirmek için Devasa bir tapınak yaptırmıştır. Dev heykeller her sabah doğu terasında güneşin doğuşunu seyredip akşam da batı terasında güneşin batışını seyrederler. Kommagene kralları o zamanlarda kahveyi bilmediklerinden kahvenin keyfini yaşamamışlar gün doğumunda ve gün batımında. Ben onların yerine kahvenin keyfini yaşıyorum dünyada gün doğuşunu ve gün batışını seyredilecek en güzel terasta.

33

Zirveye, Nemrut dağına çıkmanın mutluluğunu yakaladıktan sonra dönüş yolunda Malatya’yı Kube dağından kahve ile keyiflendirmek gerek.

34

Bizim dengesiz her zaman güzel yerde kahve içmek ister. Ben de onu kırmam, isteğini hemen yerine getiririm. Zaten kahve başka nerede içilebilir ki?

35

Turlarda en güzel anlardan biri. Yerde yazılan; “Çaya gel, kahveye gel”

36

Kendi kendine oluşan festivaller her zaman dört kişi yapılmalı. Cezve dört kişilik olunca anca yetiyor katılımcılara. Zaten başta ben varım bu bir. İkincisi belli, dengesize ait, üç ile dördüncü fincan da katılımcılara ikramımdır.

37

O kadar uzun süredir bisiklet sürdük turlarda bir defa bile kahve içmemiş birine kahveyi İzmir’den uzaklarda dağın başında yapınca kahve kokusu yayılmadan içmeli diyerek hemen içiyoruz kaşla göz arasında.

38

Kahve tiryakisinden kaçamazsın bazen, içmek için yanında dört dolanır. Elbette o da urimbaba’nın kahvesini tadabilir. Piknik masasında üç kişi kahve içerken.

39

“Bir fincan kahvenin…” Diye başlayan folklorik hazinemizden kalıplaşmış cümlelerle başlayıp methiye düzmeyeceğim.

Lal taşı kıymetli taşlar arasında neyse, Urimbaba da insanlar arasında odur.

Çünkü Lal taşı kendi ışığını yayar. Hâlbuki gösterişli ve ışıltılı görünen diğer taşlar ancak aldıkları ışığı yansıtırlar.

Ocak başında toplandıkça salt neşenin verdiği, sarayların sağlayamayacağı mutluluğu bulursunuz. Bu sebepten Urimbaba her zaman küçük ocağın etrafında toplananlar tarafından yaltaklıkla kirletilmemiş bir saygı ve sevgi görür.

Urimbaba’nın sunduğu kahvesinin keyfini ancak üç şanslı kişiden biriyseniz sürebilirsiniz. İçinizi ısıtanın kahve olduğunu sanabilirsiniz, ama asıl sebebin Urimbaba’nın kendinden ışıltılı yüreğinin olduğunu bilmelisiniz.

Unutmadan Urimbaba ile uzun tura çıkılmaz. Neden mi?

O kadar İyi bir yol arkadaşıdır ki, yolu kısaltır.

“Ferdimen”

 

Uzun turların yorgunluğu ancak tatil yaparak çıkar. Yine de yolumuz uzun, yoldaşım uzun, saçlarımız da uzun. Daha ne olsun kahve bol köpüklü olsun göl kıyısında. Ferdimen ile masanın başında, gölgede kahve içerken.

20150528_105553

Dünyada başka eşi benzeri olmayan Salda gölünün kıyısında olmak, cezveyi ocağa sürüp soda tadında pişirmek. Turkuaz renginde.

40

Kırk Yılın daha bir yılı geçmiş aradan, daha otuzdokuz yıl var ama dostluğundan bir şey kaybetmemiş tatlı sohbet ile. Türkülerin güzelliği sesinde, hem de yalınayak.

41

Aradan geçen onca zamana rağmen dostlar buluşmuş yağmur yağmadan içilmeli kahve. Üç kişi kahve pişmesini beklerken çadırların arasında.

42

Hele bir de güzel sesiyle kahveci çırağının “kahveler geldi” deyişi yok mu. Devrim elinde askı, kahveleri getiriyor.

43

UZUN LAFIN KISASI

Urim babaaaaa, bisiklet camiasının en yüksek insanı (küçük İsmail’den) harika bir insansınız, cansınız.. dostluğunuz, yol arkadaşlığınız, babacanlığınız zaten sonsuzlukla tanımladığımız hatıra, dostlukla yudumladığımız, soluklandığımız, bir kırk yıl daha ekleyen nefis yol kahveniz ve herkese kendisini çok değerli ve mutlu hissettiren, basit yaşayıp, cömertçe seven yüreğiniz, varlığınız için sonsuz teşekkür, sevgi ve selamlar.

Bu kahveler de benden afiyet olsun, HOŞGELDİNİZ

Dev-Rim

Her zaman urimbaba’nın kahvesi içilmez ya, bazen de dostunuzu ziyaret ettiğinizde kendi elleriyle kahveyi pişirip sunabilir.

44

Yolun getirdiği bazı kuşlar seni ağaçların yetişmediği Toroslarda gezintiye götürür. Uzun zamandır görüşmemişsin ve hasretle kahve pişirilip sohbetin tadına doymadan bitirmiyoruz kahveleri.

45

Kahve uzaklardan gelir ya fincanlar durur mu? Gönlünden kopan, deseni kendine benzer fincanın. Rengi de rengine kahvenin. Ne de olsa kırk yılın hatırına alınmıştır kapalı çarşıdan. Uzaklardan gelmiştir uzaklara, uzak Diyarlardan bakır cezve, aynı kahvenin geldiği gibi. Böylece fincanların yolculuğu başlar heybenin içinde. Diyar diyar dolaşır dağları. Hiç te şikayet etmez, en güzel kahveyi sunmaya çalışır. Bir cezve, altı fincan.

111

24 Eylül 1945

En güzel deniz ;

                       henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk ;

                        henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz ;

                        henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz ;

                        henüz söylemediğim sözdür.

Nazım Hikmet    21 Şiirleri

Taş üstünde fincan, arkada Yoğurtçu kalesi.

20151223_152044_HDR

Bazen de doğduğun topraklara gidersin ya bisikletinle. Sıcak güneşin altında terlemişsindir yol boyu. Bir ağaç gölgesi yeter kahve pişirmeye. Tüm yorgunluğun gider bir anda. İçinde bir sevinç vardır, Memleket hasreti burnunda buram buram tüterken kahve kokusuyla karışır ormanın kıyısında. İçin içine sığmaz bir çocuk gibi. Belki de çocukluğuna yolculuk ediyorsundur!

46

Doğduğun şehri görürsün başkasının gözünde kahve fincanını yudumlarken.

49

Yağmur yağar yer yaş olur, bu arada yağmurun dinmesini beklerken oturup kahve yaparsın spor salonundaki parkelerin üstünde.

50

Kahvenin kokusunu almış avcılar, Kadınlar pek aldırış etmiyor gibi görünseler de yan gözle çaktırmadan kahvenin pişmesini kontrol ediyorlar. Erkek olanı ise cezveden bir an bile gözlerini ayırmadan öylece bakıyor. Yay gibi gerilmiş, cezveden fincanlara dökülmesini bekliyor. Ona hayır demek imkansız gibi.

51

Kahve pişerken Doktor resmimi çekmiş ben farkında olmadan. O ara tatlı sohbete dalmışım karşımdaki ile.

52

Eve kavuşmanın kahve keyfi balkonda çıkar. Üzerinden büyük bir yük kalkmıştır. Kosova Bisiklet Turu başarıyla geçmiş ama mutlusundur. Kahve bu mutluluğa renk katmıştır tatlı bir yorgunlukla.

54

Kahve bahane derler ya işte öyle oldu. Sevgili yazarımız ta İstanbullardan gelip Bir Tur Versene kitabını imzalatıyorum çaktırmadan. Ama Aydan Çelik durumu anlıyor ve alçakgönülükle kitabı imzalayıp bana sunuyor. Haliyle bu durumdan mutlu oluyorum.

55

En çok mutluluk duyduğum anlarda biri sabah güneş doğarken ki an. İlk ışıklarını kahve yudumlayarak izlemek bir başka oluyor.

57

Öğütülmeyi Bir Şartla Kabul Etmiş Kahvenin Mutlu Sonu

Kokusu

Bir dinginlik müzikali…

Rengi

Acı Toprak.

Yol Dostluğa değdi miydi,

Urim Baba pişirir onu

Çıplak

Balkan

Yüreğinde…

Ve

Sesi

Asfalt seslerine karışmış olmalı çoktan.

Feyyaz Alaçam / 2016

Feyyaz sandalyesine oturmuş, arkasında dağlar.

20151006_164111_HDR

Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır ya, acaba kendime hatırım ne kadar. Ben bunu şimdiye kadar düşünmemiştim. Teknenin kıçında Akdeniz de iyot kokusunu içine çekerek kahve içmek herhalde bu kırk yıl hatırına oluyordur. Elimdeki fincanı hediye eden fotoğrafı çekerse böyle çeker. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

59

İki kişi sabahın erken saatlerinde ne konuşur ? Kırk yıl hatır değil, sanki kırk yıldır dost gibi, kırk yıl kahve içmişiz gibi sohbet edilir. Konular derin gün yetmiyor sohbete, o derece kahve etkisini gösteriyor. Dünya Umur’umuzda mı sanki? elbette Umur’umuzda. Çevremiz hızla kirlenmekte.

Sohbet ederken kahve yeri açma konusuna gelince yeni fikirler ortaya çıktı. Ben kahve pişireceğim, kahveler bedava olacak, Doktor Umur Gürsoy da kitap satacak ama kitaplardan para almayacağız. Kahve içmeye gelen kitap okuyacak, beğenirse alıp gidecek. Güzel bir fikir, bunu yapmalı en kısa zamanda diyoruz.

60

Güneşin doğuşunu izleyemesem de ışınlarını hissederek kahve keyfi her ne kadar kalın bir kitap olsa da sakince okumak gerek. Kitaplar biter, yeni bir kitaba başlarsın. Kahve biter, yeniden pişer. Bu her sabah sürer gider.

61

Kahve içmenin keyfi giderek artıyor ve bunu diğer arkadaşlarla nasıl paylaşırım diye düşünmeye başladım. İlk önce ismini koymak gerek değil mi? İsim hazır zaten UrimBaba’nın kahvesi aklımda vardı.

62

Bir bakarsın Türkü dostu çıkagelmiş, kahve içilmez mi. İçilir elbet, türkü tadında.

63

Deniz kıyısında bir şehirde oturmak bir ayrıcalık olsa gerek. Emaneti almak için uğradığın dostunla kahve Manolya iskelede içilir. İyot kokusu Manolya ile karışmıştır kahvenin tadına.

64

Bazen yolda tanışırsın biriyle, oturup kahve içersin ve senin peşine takılır. Önde bisikletim KUZ, arkasında römorku, arkada bankta iki kişi oturmuş kahve içiyoruz.

66

Seni 50 kilometre öteye kadar götürüp yolculukta yalnız bırakmaz. Sadece bir defa daha kahve içmek için.

67

Uzun yoldan gelmişsin, Büyük taarruzdaki yorgun askerler gibi. Mustafa Kemal’in İzmir’i kurtarmadan önce Belkahve de kahve içtiği yerde sana ikram etmedikleri kahveyi kendi kahveni pişirmeye başlayınca hemen eline tutuştururlar fincanı utancından. Yorgun savaşçılar önemli değildir onlar için. Ama biz yine de kendi kahvemizi pişiririz utanmayanların gözü önünde.

68

Yeni dostluklar kurulmuştur Büyük Taarruz turunda ve düşmanı denize dökmeden önce Belkahve de kamp kurulup güç toplamaya çalışırken kahve bize enerji veriyor Atalarımıza verdiği gibi.

69

Güneşin ilk ışıklarında düşmanı denize dökmeye gitmeden önce kahve pişer ve İzmir de düşman denize dökülür.

70

Bu yılın bisiklet turlarını bitirdim. Mart ayından beri bir çok yere binlerce kilometre yol yaptım. Elbette yıllardır benimle birlikte çantamdan eksik etmediğim hazinem cezve ve fincanlar. Yollarda arkadaşlarımla, dostlarımla kahve içe içe oluşmaya başlayan ve son turumda iyice olgunlaşan düşüncelerimi hayata geçmesi artık kaçınılmaz olmuştu. Turlar bittiğine göre kahve yapabileceğim uygun bir yer aramaya başladım. Oturduğum yere fazla uzak olmayacak, yakınlarda çeşme olacak. En önemlisi ağaçların ve denizin olduğu bir yer olması önemliydi benim için. Bisikletimle sahil şeridini dolaşarak en uygun yeri belirlemek için dolaşmaya başladım. Bir kaç yer belirledikten sonra en uygun yeri buldum sonunda. Burası Çakalburnu. İnciraltı kent ormanının içinde tam burunun olduğu yerde iğde ağaçlarının arasında, belediyenin getirdiği bir kaç iri kaya ve mermer taşının olduğu yer tam aradığım yer. Hemen hemen herkesin gelebileceği Cumartesi günleri uygun olur düşüncesindeyim. Saat olarak öğleden sonra 13:00 olarak kararlaştırdım. Bitişi mi? Bitişi Güneş ufuktan bir yumruk yukarıda iken bitecek.

71

Uydu görüntüsünden Çakalburnu. Kahve yapacağım yer. Göztepe iskelesinden kahve yaptığım yere rota çizilmiş.urimbabaninkahvesi

Her zaman vapurların geçişini seyredebiliriz buradan.

72

Burayı keşfettikten sonra kendi ellerimle yaptığım tahta sehpa ve dört tabureyi Kıytırığın içinde getirerek UrimBaba’nın kahvesini canlandırmaya başladım.

73

Bir solda,

74

Bir ortada,

75

Bir sağda oturarak nasıl görüntü oluşturacağına bakmak gerek.

76

Yaşamaya Dair I

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet 1947

Deniz kıyısından nasıl görünecek acaba?

77

Taze kahve içmek için kahve değirmeni yanında bulunmalı. Kavrulmuş kahve çekirdeklerini içine koyduktan sonra fazla hızlı çevirmeden kahve çekirdeklerini öğütmeye başlarsın. Hızlı çevirirsen kahveyi yakarsın ve tadı bozulur. Çekirdekleri üzmeden aheste aheste öğütmelisin ki kahve pişerken aroması içinde kalsın.

11058236_775215729274148_7035587422919366740_n

Neyse yer ve konum ayarlandıktan sonra ilk kahvemi pişirmeye başladım. Belki de burada ilk defa kahve kokusu yayılıyor.

78

İlk kahve pişti, bakalım diğer şanslı üç kişi kimler olacak bakalım! Buradaki ilk kahvemi afiyetle içerek keyfini çıkardım. Bir fincan kahve dolu, diğer üç fincan boş.

79

Artık her şey hazırdı UrimBaba’nın kahvesi için. En son olarak facebook ta UrimBaba’nın kahvesi adlı grubu kurarak arkadaşlarımı gruba eklemeye başladım. Ardından ilk Cumartesi günü için UrimBaba’nın kahvesi için etkinlik açarak arkadaşlarımı davet ettim. 24.10.2015 Cumartesi sabahı öyle bir yağmur yağıyordu ki eyvah dedim kahve etkinliğini etkileyecek gibi. Artık dualarımı yağmur dinsin diye etmeye başladım. Dualarım kabul oldu ve yağmurun dinmesiyle birlikte sehpa ve tabureleri Kıytırığa yükleyip deniz şemsiyesini almak için arkadaşımın evine giderek aldım. Ardından saat 13:00 te Çakal burnuna gelerek sehpa ve taburelerimi hazırlayıp ilk gelecekleri beklemeye başladım. Yağmur yağabilir diye deniz şemsiyesini de açarak Rüzgardan uçmasın diye ağaca ve bisikletime bağlayarak sağlama aldım. Havanın ne olacağı belli değil. Rüzgar sürekli yön değiştiriyor. İşte ilk gelenler karşıma belirince resimlerini çekiyorum. İlk gelenler Gülhan Etiler ve Gürel Gürselp.

80

Heyecanla ilk gelenlere kahve pişirmeye başladım. Bakalım kimler gelecek bu ilk kahve etkinliğine. Hava biraz rüzgarlı, poyraz esmeye başladı. Henüz yağmur yok şimdilik. Üç kişi taburelerde oturmuş kahve içiyoruz.

81

Daha sonra üç kişi gelerek toplam altı kişi olduk. Nazlı  Bişirici, Cem Koç, Gürcan Yılmaz ile birlikte 6 kişi olduk Onlara da kahve yaparak tatlı sohbet etmeye başladık. Hava poyraz diyerek açmasını beklerken birden bire kapatarak rüzgarla beraber yağmur yağmaya başladı. Hepimiz şemsiyenin altında sığınarak kahveleri içtik. Yağmur uzun süre yağacak mı belli değil. Yağmur durmadı ve herkes dağıldıktan sonra bir süre daha bekledim yağan yağmurla birlikte. Rüzgar dindi ama yağmur tüm şiddeti ile yağmakta. Üzerimde kalın bir yağmurluk var. Sadece ayaklarım ıslanıyor. Yağmur ortalığı serinletmeye başlayınca ıslanan ayaklarım üşümeye başladı, sehpa ve tabureleri toplayıp yağan yağmurun altında eve gelerek hemen sıcak duşun altında ısınarak normale döndüm. İlk etkinlik biraz sönük kaldı, ne yapalım yağmurun azizliği. Ne de olsa rahmet yağıyor, bereketli olur umarım. Uzun zamandır yağmur pek yağmadı. Yağmur yağıyor, şemsiyenin altında oturuyoruz

82

Bazen iki dengesiz buluşuruz UrimBaba’nın kahvesinde. Konuşacaklarımız vardır turlar hakkında. Kahve içerek konuşuruz da konuşuruz.

83

Emekli olduktan sonra hemen hemen hiç kitap okumadım diyebilirim. Bu bende büyük bir boşluk oluşturdu. Artık zaman ayırmam gerekti kitap okumak için. UrimBaba’nın kahvesine erkenden gelip sessiz, sakin kitabıma dalarım bir ağaca yaslanarak. Daha okunacak kitap çok var.

84

Tatlı dili, güler yüzü bir de sazı ile türküler söylemek bir başka oluyor kahve tadında. Sazın teline vurdukça coşarak türkü ahengini buluyor ormanda, denizin üzerinde.

85

UrimBaba’nın kahvesi giderek çoğalmaya başlıyor. Kahvenin yarattığı sıcak sohbetler bitmek bilmiyor akşam karanlığına kadar.

86

Uzaklardan gelen dostlar misafirimiz oluyor yağmura rağmen.

87

Kahvesini içen gidiyor, yerine başkaları gelerek boş bırakmıyorlar sohbeti.

88

Kahve etkinliğinden arta kalan günlerde kahve keyfi devam etmekte. Yıllardır sanal ortamda birbirimizi tanımamıza rağmen henüz karşılaşmadığım dostumla bir gün yolumuz kesişti. Dostluğumuz sanki kırk yıl önce başlamıştı.

90

Bazen tarihi Roma hamamında yunduktan sonra arınarak sonbaharın zayıf güneş ışınlarında ısınmaya çalışırken kahve içerek ta içini ısıtırsın.

89

İzmir’e girmeden gecenin karanlığına henüz kavuşmuşuz. Uzun ve yorucu bir turun ardından yorgunluk kahvesini Belkahve de dostunla birlikte kahve içmek bir ayrıcalıktır.

91

Urim Babanın Kahvesi

Nasıl içersiniz diye sorarlar kahveyi,

Sade, orta ya da şekerli….

Herkesin damak tadı başka,

Ama burada bunlara gerek yok…

Cezve sürülürken ocağa, başlar sohbet,

Kahveler dökülürken fincana, koyulaşır sohbet,

Kahveler yudumlanırken, derinleşir muhabbet,

Bitmesin istenir fincandaki kahve……

Sade, orta ya da şekerli..

Fark etmedi bak…..

Kahvenin yanındaki sohbet,

Tam da kahve tadındaydı…….

Sohbet, dostluk, Babacan’lık var

Urim Baba’nın kahvesinde.

Şafak Omaç

Şafak Omaç yoğurtçu kalesinde, ateşin başında oturmuş.

20151223_151259_HDR

Kahve sabır ister, aceleye gelmez. Ağır ateşte usulca pişmeli, sohbeti de olmalı ki tadı yerine gelsin. Acele etmeden insanın gözüne hoş görünen , manzaralı bir yer buldu mu durup kahve yapmalı. Kahve takımını çıkarıp ilk önce ocağın kafasını tüpe takacaksın. Ardından fincanlar çıkarıp dizeceksin sırayla. Sonra cezveyi, şekeri, kahve kutusunu. Cezveye biraz şeker koymalı ki içerken sohbetin tadı kaçmasın, tatlı olsun. Sonra kahve Adam başı iki çay kaşığı. Tepeleme olacak, boşluk bırakmayacaksın ki cezvenin içinde sıkı olsun. Bu dostluğu sıkı yapar. Sonra suyunu yedireceksin karıştırarak şeker ve kahve ile. Ocağı yakıp cezveyi süreceksin ateşin üstüne. Ocak harlı yanmayacak ki kahve yavaş pişsin, köpüğü bol olsun. İki insanın yolda yavaşça ilerleyen dostluğu gibi. Sağlam temeller üzerine kurulmalı. Cezvede kahve kabarmaya başladı mı köpükleri elini titreterek eşit olarak fincanlara dağıtmalı. Elin titriyor diyecekler sana, aldırma onlar öyle sansınlar. Böylece dostlarınla paylaşırsın yolları, yaşamı. Bunu yaparken etrafındaki dostlarınla sohbet etmelisin ki kahve iyi pişsin. Tekrar cezveyi ateşe süreceksin, işte bu ikinci ateşe sürmede pişen kahve şekerle iyice karışınca, kaynamadan fincanlara dolduracaksın. Kahveye tadını bu verir. İnsanın dili tatlılaşır, güzel sözcükler çıkar ağzından. Damarlarına karışan kafein beynine gidince işte orada olan olur. Fikirlerin ufku açılır. Duru düşüncelerle tatlı kelimelerle konuşmaya başlarsın. İnsanlar sohbetin tatlı derler sana ama bilmezler ki kendileri de tatlı sohbet etmektedirler. Ağzından kötü söz, dilinden yalan çıkmaz. Özgürlüğü düşünürsün, barışı, kardeşliği. İnsanca yaşamayı düşünürsün. Bunları paylaşırsın insanlarla. Bir bakmışsın çevrende senin gibi düşünenler çoğalmıştır. Devrim gibi olur dünya, savaşsız, sömürüsüz, tüm insanlar eşit…

92

İşte UrimBaba’nın kahvesi böyle oluştu dostlar. Ta en başından dilimin döndüğü kadar kelimelere dökmeye çalıştım en ince ayrıntısına kadar. Kahvemi herkes içebilir, yeter ki isteyin. Nerede olursa olsun hiç üşenmeden yaparım kahveyi, beraber içeriz tatlı sohbet ederek.

93

Kahve Aşktır insanın aklını başından alır. Köpükte kalp şekli oluşmuş.

20151223_152015_HDR

UrimBaba’nın Kahvesi ücretsizdir

Ücret vermek isteyen kahve içemez !
Kahve falına bakmıyoruz,
Bakılmaması için fincan tabağı yok
Alkol getirmeyin, sadece kahve içeceğiz
Sohbet etmek isteyenler,
Anlatacak bir hikayesi olanlar,
Hikaye dinlemek isteyenler,
Şiir okumak isteyenler,
Roman okumak isteyenler
Susmak isteyenler
Konuşmak isteyenler
Hepsi Kahve tadında

1

Sevgili sinemacı arkadaşım Uğur Cuya benim haberim olmadan belgesel niteliğinde videomu çekmiş. Ellerine sağlık Uğur Cuya

UrimBaba’nın kahvesi Üçkuyular Kent Ormanı, Çakalburnunda yapılmaktadır. Gelmek isteyenler aşağıdaki rotayı takip edebilir. Deniz kıyısında beni görürsünüz zaten. Cumartesi günleri saat  14:00 te. İzmir de olduğum sürece kahve hep olacak. Beklerim…

Aşağıda Göztepe vapur iskelesinden Urim Baba’nın kahvesine giden yolun haritası