Etiket arşivi: urim baba

Kano Maceraları 1

8 Ekim 2022 Cumartesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Tüm resimleri Mehmet Emiral çekmiştir)

 

Gemisini Yürüten Kaptan

Rüzgarın esintisi vurur yüzüme,

Saçlarım dalgalanır denizde çırpınan kano misali

Böyledir benim dünyam

Özgürlüğe giden yolda

Yürütüyorum gemimi

Tıpkı bir kaptan gibi, enginlere

Yelken açacağım

Korkusuzca

urimbaba’CAN 2022 Ekim

 

Öne çıkmış olan görsel, kanonun arka koltuğuna oturmuş denizde kürek çekiyorum.

MEL_8979

Uzun araştırmalar, projeler ve bir kaç kez prototipini yaptığım kanoyu yaklaşık beş ayda tamamladım. Daha önceki yazımda yapım aşamasını tek tek resimlerle anlattım. İlk defa kano yapmama rağmen, bir kaç hata dışında istediğim biçimde oldu. Yaparken öğrendim ve bir daha yaparsam edindiğim tecrübe ile daha iyisini ve kısa sürede yapabileceğimi biliyorum. Kano ile ilgili tüm hazırlıklarımı bitirip denize kavuşma gününü 8 Ekim Cumartesi olarak kararlaştırdım. Cumartesi günleri normalde kahve etkinliği oluyor. Bu Cumartesi kahve etkinliği yerine kanoyu denize indirme günü ilan ettim. Öncesinden bir şişe şampanya aldım. Denize indirirken gelenekleri yerine getirmemiz gerek.

Sonunda 8 Ekim günü gelip çattı. Komşum olan Erkan Kökten ile daha öncesinden sözleşmiştik. Bana götürmek için yardım edecek. Öğlen olmadan marangoz atölyesinin arka bahçesinde duran kanonun yanına geldik. Tekerlekli taşıyıcı üzerine koyduktan sonra kayışlarla bağladım bir güzel. Kürekleri, yelken direğini ve diğer malzemeleri kanonun içine yükledim. Bahçeden sokağa çıktık ve ilk resmimi Erkan çekiyor. Kanoyu tek elimle tutuyorum. Tekerlekler üzerinde gayet iyi duruyor. Arkada dut ağaçları henüz yapraklarını dökmemiş, hala yeşil.

WhatsApp Image 2022-10-08 at 10.28.17 (1)

Ara sokaklardan ana caddeleri geçip kent ormanına geldik. Mehmet Emiral fotoğraflarımızı çekecek. Kent ormanı içinde yürürken uzaktan çekiliyoruz, yanımda Erkan var.

MEL_8670

İyice yaklaşınca bir daha çekiyor, ben de el sallıyorum geliyoruz diye. Erkan yanımda yürüyor.

MEL_8677

Kanoyu tam ortadan bağlayınca tek elle rahatça dengede tutup yürütebiliyorum. Adı üstünde; “Gemisini Yürüten Kaptan” Üstümde enine mavi – beyaz çizgili tişört var. Arkadaşım Bahar Amerika’dan özel olarak benim için getirdi sağ olsun. Başımda gri renkli siperli şapka var.

MEL_8681

Kahve yaptığım yerde kıyıdaki kumsala geliyoruz. Denize buradan gireceğim. Dolan suları boşaltmak için tasları iple bağlıyorum. Bağlamamın nedeni tası kaybetmeyelim denizde.

MEL_8688

Jale denize kavuşmayı bekliyor. Bu gün hava biraz rüzgarlı o yüzden kızın saçları dalgalanmış rüzgarda. (Daha önce rüzgarda saçları dalgalanan kızın resmini yakmıştım bordaya)

MEL_8690

Kürekleri de bağlıyorum kanonun halkalarına. Küreğin arkasında “kaptan urimbaba’CAN” yazıyor.

MEL_8691

Ön yüzeyinde ise; Jale ve sancak yazılı. Bu sağ tarafı temsil ediyor.

MEL_8692

Koltukların arkasında da; “Gemisini yürüten kaptan urimbaba’CAN, altta tüylü, cezveli ve çarklı logom kaptan Urim Baba yazılı. Solda kanonun ismi Jale yazıyor yan olarak.

MEL_8693

Bu da küreğin sol tarafı, yani İskele tarafı yazılı.

MEL_8694

Bacanağım Selahattin Kelmen da beni yalnız bırakmıyor bu gün. Elimde kürekle poz veriyorum bacanağım ile. Arkada huysuz ihtiyar Şerif Kılavuz da kadraja girmiş. Kano hala tekerlekli taşıyıcı üzerinde.

MEL_8695

Arkeoloji öğrencisi Ersan da kendi olanakları ile kano yapmış, sosyal medyadan benim kano yaptığımı görünce yanıma geldi, tanıştık. O da kendi kanosunu getirip deneyecek. Kanoyu basit biçimde yapmış. İskelet olarak kontrplaktan kesip birleştirmiş. Üzerine kot pantolon kumaşı ile kaplayıp epoksi sürüp beyaz boya ile boyamış. Kanonun ön alt kısmı sivri ve çıkıntılı yapmış ileri doğru. Pazar arabası ile kent ormanına getirmiş kanoyu. Kanosu çok hafif ve bir kişilik. 2.5 metre uzunluğunda. Şerif Kılavuz yakından inceliyor kanoyu, kafasına yatmış olmalı ki kendisine benzeri bir şey yapmayı düşünmeye başladı bile.

MEL_8698

Yelken direğinin tepesine Türk bayrağını takarken.

MEL_8700

Üzerime balık adam elbisemi giyiyorum, kısa kollu ve kısa bacaklı. Elbisenin yanları sarı, önü siyah renkte. Kanonun yanında poz veriyorum.

MEL_8706

Bu gün aramıza katılanlar resim çekiliyoruz. Katılanlar; Bahar Sungu, Selahattin Kelmen, Hakan Urkun, ben, Ersan Bekin, Şerif Kılavuz, Serhat Özuyguntaş, Erkan Kökten ve resimleri çeken Mehmet Emiral. Toplam 9 kişiyiz.

MEL_8713

Üzerime can yeleğini giyiyorum. tekerlekli taşıyıcıyı kenara götürüyorum elimle kaldırıp, ayak altında dolaşmasın.

MEL_8718

Yelken direğini kontrol ediyorum, bu rüzgarda denemek riskli olabilir. Henüz kanonun denizde nasıl duracağını bilemiyorum. O yüzden yelken direğini takmayacağım.

MEL_8721

Ersan da kendi kanosunu hazırlıyor. Kanonun iki tarafına yan destek kayıkları yapmış. Profil ile gövdeye bağlıyor.

MEL_8723

Hazırlıklar tamamlandı, sıra geldi denizci geleneğine, şampanya patlatmak. Şampanya şişesini çantadan çıkarıp elime aldım. Telle bağlı tapasını açmadan önce çalkalıyorum şişeyi. Arkadaşlar yanıma toplandı.

MEL_8730

Şampanyayı patlatırken Erkan Kökten tarafından çekilen video aşağıda. İyi seyirler.

Tam şarap patlarken çıkan köpükleri Mehmet Emiral çekiyor. Köpüklü şarap kadehlere doluyor. Bahar kadehi köpüklerle dolduruyor.

MEL_8736

Dolan kadehler kanoyu denize kavuşturmak için kaldırıldı.

MEL_8741

Birer yudum da olsa şampanyaları içiyoruz sağlığımıza.

MEL_8748

Şampanya töreni bitti ve geldi kanoyu deniz ile buluşturmaya. Ersan ve Erkan bana yardım ediyor. Ben dümen tarafından tutmuş halde denizdeyim.

MEL_8749

Erkan ıslanmamak için kanoyu Ersan’a bırakıyor. Kano denize kavuştu sonunda.

MEL_8756

İlk önce kanoyu elle kontrol edip denizde nasıl durduğuna bakıyorum. Deniz çalkantılı olsa da duruşu mükemmel, tam istediğim gibi.

MEL_8759

Kanoda ağırlık olmadığı için su yüzeyinde en üst seviyede duruyor.

MEL_8772

Dalga hafif te olsa kanoyu çevirmek zor oluyor. Ersan da bana yardım ediyor.

MEL_8775

Böyle dalgalı havada kanoya binmekten vaz geçiyorum, karaya çıkmaya karar verdim.

MEL_8778

Kanoyu lagün içinde deneyeceğiz. Taşıma arabasına bağlıyorum kayışlarla. Ersan da kendi kanosunu orada deneyecek.

MEL_8788

Erkan önde, ben arkada kanoyu yürütmeye başladık orman içinde.

MEL_8797

Yola çıkınca tek başıma, tek elle kanoyu yürütüyorum. Bisikletiyle Serhat yanımda geliyor.

MEL_8806

Barış Manço köprüsünün kıyısında, lagün içine geldik. Bacanağım yelken direğini eline almış. Ben de hazırlık yapıyorum. Kano araba üstünde duruyor.

MEL_8809

Erkan Ersan ile birlikte kendi kanosunu pazar arabası ile taşıyorlar.

MEL_8813

Kanoyu arabadan çözüp denize indiriyoruz. Arkada iki kişi, önde ben kanoyu denize indirirken.

MEL_8817

Lagün içinde dalga olmadığı için su yüzeyi durgun. Ama rüzgar az da olsa esiyor. Düz denizde de kano gayet iyi duruyor. Ben deniz içindeyim. Lagün içi derin değil, diz boyu.

MEL_8822

Kimse kanoya binmeye cesaret edemediği için ben tek başına biniyorum. Arka koltukta oturdum, üzerimde can yeleği var. İlk binişim, ilk heyecanım. Bakalım nasıl gidecek diye iskele tarafındaki (sol) küreği çekiyorum. Ardından tam sancak (sağ) taraftaki küreği denize daldırırken.

MEL_8824

Denge kayboluyor ve sancak tarafına doğru yatmaya başlıyor kano. Küpeşte su yüzeyinde, neredeyse içeriye su dolacak.

MEL_8957

Ve toparlayamadan cup denize düşüyorum bir anda. Ne olduğunu anlayamadan denizdeyim. Kano su aldığı için yan duruyor denizde.

MEL_8825

Neyse ki karaya yakınım, hemen içi su dolmuş kanoyu kıyıya yaklaştırdım. Arkadaşlar da bana bakıyor.

MEL_8843

Flamingo kuşları da bana bakıyor. Bir tanesi de kanatlarını açmış uçuyor. O muhteşem renkleri ortaya çıkıyor böylece. Siyah – turuncu renginin uyumu. Uçan flamingo kuşu beni havadan izliyor.

MEL_8854

Ersan da kanosunu denize indirmiş deniyor. Denge tanklarını takmış, küçük yelkenini de açmış. Yelken beyaz- mavi şeritli. Ersan kürek elinde poz veriyor. Kano küçük ve dengeli görünüyor.

MEL_8913

Kanonun içindeki suyu boşaltıp bir kez daha kanoya biniyorum, bu kez dikkatliyim. Kürek çekerken bir taraftan da gövdem ve ayaklarımla ters hamleler yapıp dengede kalmaya çalışıyorum. Bu biraz zorluyor beni ama denize düşmeden kürek çekebiliyorum. Ben biraz ilerideyim, Ersan da kanosuyla daha önde.

MEL_8898

Mehmet Emiral yakınlaştırıp beni kürek çekerken resmediyor. Dümen kalkık durumda. Salma ise deniz dibine değdiğinden yukarıda. Salma hafifliğinden dolayı su kaldırıyor yukarı doğru. Sancak tarafındaki kürek deniz içinde. İskele tarafındaki kürek ise havada.

MEL_8970

Kanonun altı dar ve hafif yuvarlak olduğu için çabuk dönüyor. Epoksinin kayganlığı da hareketi hızlandırıyor. Kürek çeke çeke bir süre sonra alışıyorum dengede durmaya.  Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

MEL_8979

Ersan kanosu ile ilk denemesinden memnun, yüzünde mutlu bir gülümseme var. Karaya doğru kürek çekerken.

MEL_9077

Ersan kanosunu karaya çekmiş. Ben de peşinden karaya yanaşıyorum. Ersan burundan tutuyor kanoyu. Ben ise kanoyu dengede tutmaya çalışıyorum kürek darbeleri ile.

MEL_8981

Kano kıyıda iken iniyorum. İki kanocu karşılıklı konuşuyoruz. İkimiz de ilk defa kanomuzu deniyoruz. İlk tecrübelerimizi yaşadık ve birbirimizle paylaşıyoruz. Denizde ilk kürek çekmemle devrilince bir daha devrilmeden lagün içinde dolaştım. Sadece yönünü kürekle çevrilmesinin zor olduğunu öğrendim.

MEL_8988

Kano karaya çekili durumda. Arkadaşlarla bir poz çekiliyoruz. Ben çok mutluyum.

MEL_8992

Ersan’ın kanosunu alıp deniyorum. Kanonun yan tankları işe yaramış Kano gayet iyi bir dengede duruyor. Kürek çekmesi biraz zor, nedeni ise kano yanları yüksek biraz. Ama istediğim biçimde kürek çekip dönebiliyorum.

MEL_9019

Arkadaşlar da kıyıda, kumsalda oturmuş beni izliyorlar. Perihan Acun ve oğlu Ömer Kemal de aramıza katılıyor.

MEL_9023

Kanoyu kıyıya yanaştırıp küçük Ömer Kemal’i Ersan’ın kanosuna bindiriyorum. Ömer Kemal’e can yeleğini giydiriyorum ne olur ne olmaz.

MEL_9030

Ömer Kemal arkada, ben önde lagün içinde dolaşıyoruz.

MEL_9031

Gayet güvenli biçimde dolaşıp karaya yaklaştık. Ömer Kemal bu gezintiden memnun.

MEL_9046

Ersan öne, ben arkaya biniyoruz benim kanoya. Birlikte kürek çekiyoruz.

MEL_9088

İki kişi olunca ağırlıktan kano biraz daha denize daldı ve denge daha iyi oldu. Hafif te olsa dengeyi rahatlıkla kontrol edebiliyorum. Ersan önde, ben arkada, kürekleri çapraz tutmuş halde poz veriyoruz kameraya.

MEL_9098

İkimiz de senkronu tutturup kürek çekiyoruz. Kanoyu kullanmanın zevki içimize işliyor.

MEL_9100

Artık bu kadar deneme yeter diyerek karaya çıkmak için karaya yaklaştık.

MEL_9102

Kano karaya değince, mutlu bir şekilde kanodan iniyoruz.

MEL_9110

Kanoyu denemenin mutluluğu içinde eve yürüyerek varıyorum. İlk tecrübelerimi yaşadım. Bir kaç gün sonra kendi başıma kanoyu denemeye karar verdim. Bakalım tek başıma denize götürüp kanoyu kullanabilecek miyim. Tek başıma kanoyu arabaya yükleyip bağladım. Denge güzel olunca kanoyu yürüyerek deniz kıyısına doğru götürmeye başladım. Su altı kameramı çalıştırıp kendimi çekiyorum videoya. Gayet iyi götürebiliyorum. Videosu aşağıda, iyi seyirler.

Kanoyu lagün dibine kadar tek başıma götürdüm. Bu kez yelken direğini almadım, sadece bir kürek yeterliydi. Kanoyu arabasından indirip denize kavuşturdu. Su altı kameram ile Jaleyi yakından çekiyorum saçları dalgalanan kız ile birlikte. Kano denizde, küpeşte altındaki hortum dalga için, ayrıca hava tankı.

NOVATEK CAMERA

Kanonun kıç tarafında dümen ve barışın simgesi olan logoyu yakından çekiyorum deniz seviyesinden.

NOVATEK CAMERA

Kanoyu tek başıma lagün içinde kullanıyorum. Daha önceki tecrübelerimden edindiğim kadarı ile kanoyu devirmeden, dengeli biçimde kullandım. Kano kabuğu kaygan olduğu için, ayrıca altı düz olmadığı için çabuk dönüyor ve kürek çekmede zorlanıyorum. Kafamda yeni proceler, yeni çözümler geçmeye başlıyor. Kanoyu bir süre kullanıp geleceğe dönük yeni çözümler ürettikten sonra karaya çıkıp kanoyu arabaya yükleyip bağlıyorum. Yürüyerek marangoz atölyesine vardım. Tezgahtaki yerine marangoz arkadaşım Özcan ile birlikte koyuyoruz.

Kanonun yeni maceralarında görüşmek dileği ile şimdilik hoşça kalın.

Bahar Turu Diğer Günler

29 – 30 – 31 Mart – 1 Nisan 2022

Köyceğiz – Göcek – Fethiye

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Erik rakısını kim daha çok içecek diye

Kadehleri ardı ardına içerek

Arnavut kaldırımında naralar atıp yalpalayacaktık

Ardından boza iyi gider diyerek bozacıda soluğu alacaktık.

Çarşıda kafede oturup kahve içecektik sevdiğimle

Yüzüne doyasıya bakarak

Uzun, çok uzun yıllar

Neredeyse yarım asır…

Urim Baba’CAN Ağustos 2015

 

Öne çıkmış olan görsel, sığla ormanı içinde devrilmiş sığla ağacı. Kökü toprakla dolu.

DSCN4066

Gün erken başlıyor, kaçırmamak gerek diye henüz Güneş doğmadan kalktım. Güzel bir güne başlamak için iyi uyumak gerek. Artık iyice alıştım her yerde uyumaya, ister çadırda, ormanın içinde. İster yumuşak bir yatakta uyuyayım, fark etmez, her zaman rahat uyur ve dinç kalkarım. Sabahları serin oluyor, üzerime kalın deri ceketimi giyip balkona yerleştim. Sabah kahvesini Güneş doğarken içmek gerek. Köyceğiz’in suları güzeldir, her yerden fışkırır. Şişedeki suyu tazeliyorum çeşmeden. Kahvemi Köyceğiz suyu ile pişiriyorum. Evdekiler henüz uyanmadı daha, o yüzden kahveyi tek başıma içiyorum.

Cam saksı üzeri cam piramit içinde çiçekler masanın üzerinde kahve fincanı ile birlikte. Arkada sığla ormanı.

IMG_20220329_080056

Ev halkı uyanıyor sonunda, ev halkı dediğim Tuğba ve Cüneyt. Evin mutfağında ne nerede, çayı nerede demlediklerini bilmediğimden hiç karıştırmadım. Cüneyt kalkınca çayı demliyor, birlikte kahvaltıyı yapıyoruz. Cüneyt küçük tostlardan ikişer tane yapıyor kahvaltı için. Benim hazır kaynamış yumurtaları da tüketiyoruz bu arada. Kahvaltıdan sonra, işe başlamadan önce kirli çamaşırları yıkamam gerek diyerek bahçede poşet çamaşır makinesinde terli olan çamaşırları yıkayacağım. Siyah poşetin içine çamaşırları atıyorum. Biraz da deterjan, bahçe hortumu ile yeteri kadar su dolduruyorum. Yerde bahçe hortumu ve içi çamaşır dolu siyah poşet.

IMG_20220329_104251

Çamaşırlar  ve su hazır olunca çamaşır makinesini kaldırıp çalkalamaya başlıyorum. Böyle 5 dakika kadar çalkaladım. Benim çamaşır makinem kısa süreli programda çalışıyor. Hem pratik hem çabuk yıkıyor. Cüneyt beni poşet çamaşır makinesini çalkalarken çekiyor.

IMG_20220329_104324

Deterjanlı yıkama bitince  iki kez daha su ile durulayıp çamaşırları çıkararak suyunu sıkıyorum. Kuruması için de çamaşırları çamaşırlığa asıp kurumaya bıraktım. Tuğba’nı öğrencileri var. Öğrencilere dans kursu veriyor, o yüzden erkenden gitti. Zalım ev sahibi de beni boş oturtmuyor. Bahçe bellenecek, illa ki çalışacaksın deyip bel küreğini elime veriyor. Boğaz tokluğuna çalıştırıyor. Neyse iki kişi kısa sürede son kalan yeri belliyoruz. Yıllarca bakılmadığı için toprak sertleşip ayrık otları sarmış. Biraz zorlasa da bitiriyoruz bel işini. Cüneyt beni bel küreği ile bahçeyi bellerken çekiyor. Elimde sarı iş eldiveni var.

IMG_20220329_112258

Bel işi biraz yordu, bir süre dinleniyoruz. Bu günü Cüneyt ile birlikte zaman geçireceğim. Ne yapalım diye karar vermeye çalışırken fazla uzak olmayan bir yerden tavus kuşunun sesini duyuyorum. Cüneyt’e soruyorum nerede bu tavus kuşu diye. Cüneyt te bana ormanın içinde her halde diye cevap veriyor. Ben de buralarda serbest yaşayamaz tavus kuşları diye cevap veriyorum. O zaman hadi ormanı biraz gezip tavus kuşlarını bulalım teklifinde bulundum.

Yanıma fotoğraf makinemi alıp ormanın içine dalıyoruz. Sığla ormanında sadece sığla ağaçları ve ağaçlara tutunup büyüyen sarmaşık bitkileri var. Diğer bitki çeşitleri barınamıyor ormanın içinde. Sığla ağaçlarının gövdeleri ve gövdelere tutunan sarmaşıklar.

DSCN4053

Tavus sesi kuvvetli ve uzaklardan bile duyulabiliyor. Sık sık sesi gelince nerede olduklarını bulduk. Ormanın dibindeki bir evin arka bahçesinde kümesin içindeki tavus kuşlarını bulduk sonunda. Yakınlaştırıp tavus kuşunu kümesin içinde çekiyorum.

DSCN4055

Sığla ormanı tam bir bataklık örneği. Gerçi batma tehlikesi yok ama her tarafta küçük su akıntıları görmek olası. Sular, az eğimli yerde küçük dereler halinde sakince akıyor Köyceğiz gölüne doğru.

DSCN4056

Su akıntısını yerden çekiyorum. Akıntı belli belirsiz.

DSCN4057

Ormanda büyüyen sığla ağaçları belli bir kalınlığa gelince güçlü fırtınalara dayanamayıp ya devriliyor, ya da gövdesinin ortasından kırılıyor. Tıpkı yarım gövdesi kalmış bu sığla ağacı gibi.

DSCN4058

Sığla ormanı içinde bir tek yaşayan bitki sarmaşık. Hani tarzan ormanda sarmaşıklara tutunup atlıyor ya aynısı burada da var. Sarmaşık ağacın en yüksek yerine kadar tırmanmış. Ben de tarzan gibi sarmaşık demetine tutunup sallanayım dedim. Ağırlığımı taşımayıp yukarılardan koptu. Sarmaşık kurumuş, neyse ki kopan sarmaşık hala yukarılarda bağlı ki kafamıza düşmedi. Cüneyt beni sarmaşıkla beraber çekiyor.

DSCN4061

İşte sarmaşıklar, gövdeleri 10 – 12 santim kadar kalınlıkta. Yerden çıkıp yana doğru gittikten sonra tutunacak bir ağaç bulunca yukarıya doğru kendini çekerek yükselmiş.

DSCN4062

Sığla ağaçları sık ve kimi yerde ince gövdeli. Güneşe ulaşmak için boylarını çok uzatması gerek. Tahminime göre 15 metreden fazla var. Sarmaşıklar da öyle. İşin ilginç yanı sarmaşığın birisi yaklaşık 8 metre ötedeki ağaca nasıl atlayıp tutunmuş. İki ağaç arasında ve yüksekte köprü olup birleştirmiş. Sığla ağaçları daha yeni yaprak açmaya başlamış.

DSCN4063

Sular her yerde akıp duruyor. Ayaklarımız çamura, suya batırmadan yürümek güç.

DSCN4064

Uzun yıllar önce devrilmiş bir sığla ağacından geriye kalan kalın kütük.

DSCN4065

Bir hafta önceki fırtınada devrilen sığla ağacı yere yatmış durumda. Daha kökündeki topraklar duruyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN4066

Sığla ağaçlarının gövdesinde kabuklar belli bir yere kadar sıyrılmış. Bu sıyrık yerden akan sıvıları topluyorlar.

DSCN4067

Orman içindeki su birikintilerinde, akan küçük derelerde canlılar var. Onlardan biri su kaplumbağası. Bizi görünce durup bakmaya başladı. Biz de durduk ve resmini çekiyorum.

DSCN4069

Su kaplumbağasını ürkütmeden optik zoom ile yakınlaştırıp su üstündeki kafasını çekiyorum bir poz.

DSCN4070

Sığla ormanı içinden sulara, çamurlara batmadan çıkıp eve geldik. Cüneyt komşudan el arabasını almıştı bahçeden çıkan otları ormanın içine dökmek için. Ama el arabasının tekerleği dağınık. Mil yatağındaki ince sac yırtılmış. Cüneyt’e hadi tekerleği yapalım çarşıdaki demircide deyince o da yapalım dedi. Tekerleği söktük. Benim bisikletimin bagajına sıkıca bağlayıp yola çıktık. Köyceğiz içindeki dondurmacıya gittik ama sezon açılmadığı için dondurmacı kapalıydı. Cüneyt’e burayı iyice belle. Köyceğiz’de yiyebileceğin en güzel dondurma burada bulabilirsin. Sonda Hakan Sevin’in evine gittik. Hakan İstanbul’da şu an. Evde kimse yok, içeri girmedik zaten. Yakında olan çarşıdaki sıcak demirci dükkanına gittik. Burada tekerleği kaynak yapıp yürür hale getirecektik. Demirci ustasına tekerleği gösterip neler yapabiliriz deyince usta tekerleği alıp inceledi. Bize; “Bu tekerlek adam olmaz, sacı çok ince ve kaynak tutmaz. Siz en iyisi sanayiye gidin, orada hurdacıda çıkma tekerlek bulabilirsiniz” diye söyledi. Tamam deyip sanayiye doğru gitmeye başladık. Köyceğiz çayı üstünden geçerken köprüden çay yatağını çekiyorum. Çay hızlı akmasın diye bentler yapılmış bir çok. Çay yatağı da çok geniş. Akan çay bentlerden aşağı dökülüyor.

DSCN4072

Sanayideki hurdacıyı bulduk. Bize gerekli olan el arabası tekerleğini sorduk var mı diye. Adan ayağını kırmış kenarda bir yerde sandalyede oturuyor. Geçmiş olsun dileklerimizi söylüyoruz. Hurdacı bize yerini gösterip oralara bakmamızı söyleyince dediği yere bakmaya başladık. Ama gözüme istediğimiz bir tekerlek ilişmedi. Hurdacının yanına gelip; ” Bulamadık” deyince hurdacının elemanı; “Sizin aradığınız burada var” deyip elinde bir tekerlekle çıka geldi. Tam aradığımız tekerlekti. Hurdacıya” Bu tekerlek ne kadar?” deyince pazarlık başladı.

“100 Lira”

“50 Lira verelim” deyince ilk önce olmaz dese de

“Eskisini de size bırakacağız, 50 Liraya anlaşalım. Zaten yenisi 120 Lira” deyince Hurdacı olumlu cevap verdi. Hemen 50 Lirayı verip tekerleği alıp eve geldik. El arabasına taktım, Şimdi el arabası yalpa yapmadan düzgünce gidiyor.

Akşam yemeğimizi yerken yanımda taşıdığım şarap şişesini çıkardım. Birer bardak içiyoruz şaraptan. Gerçekten şarabın tadı nefis ve içimi de güzel. Tadı damağımızda kaldı ama elimizde olan bu kadar. Bununla yetinip tadı damağımızda kalsın deyip kadehleri tokuşturduk.

Dalamanda oturan Zehra ve Tarkan çifti benim geldiğimi duyunca oturmaya geldiler. İlk önce kahve yapıyorum, birlikte muhabbet ederek içtik, ardından çay demledik. Muhabbet geceye kadar sürdü. Cüneyt uzun boylu olunca beşimizi birden uzun kolu ile elçek resim çekiyor. Tarkan, Tuğba, Zehra ve ben kanepede oturmuş durumda. Cüneyt kendinle birlikte çekiyor.

WhatsApp Image 2022-03-31 at 20.02.59

Ertesi sabah yine erkenden uyandım ve balkonda yerimi aldım sabahın seherinde. Güneş doğarken kahvem hazır. Masada kahve fincanı, içi köpüklü kahve dolu. Masada logolu rüzgarlık ve cam kavanoz duruyor. Güneş sığla ağaçları arasından doğmuş, ışıklarını saçıyor.

DSCN4074

Kahvemi içerken en korkak kuşlardan olan alakarga ormanın kıyısında bir direğe konmuş halde görünce içeriden fotoğraf makinesini alıp gelesiye kadar hayvan beni beklemeden uçup gitti. Ben de konduğu direği yakınlaştırıp boş olarak çekiyorum. Sığla ağacının kalın gövdesi yeşil yosunlarla kaplı. Bu yosunlar kuzey yönünde.

DSCN4073

Hazır fotoğraf makinasını elime almışken ormanın derinliklerini çekeyim deyip optik zoom ile daldım ormanın içine. Güneş ışıkları az miktarda ormanın içine girse de derinliklerdeki yaprakları yeni açmaya başlamış sığla dallarını çekiyorum. Sığla ağaçlarının kalın gövdeleri, gövdeye tutunan sarmaşıklar ve Güneş vurmuş dallar.

DSCN4075

Balkonda otururken ürkek ve korkak alakarganın bir o yana, bir bu yana uçtuğunu görünce takip etmeye başladım. En sonunda bana poz vermeye karar vermiş olmalı ki henüz tomurcuk halinde olan bir ağaca kondu ve pozunu verdi. Ben de iyice yakınlaştırıp çekiyorum. Alakarga kuşların en ürkeği, nedeni ise diğer akrabası olan kuzgun ve kargalara benzemiyor olması. Ayrıca tüylerinin rengi bambaşka. Başının tepesinde ve gözlerinin altındaki yanak kısmı siyah, gövdesi gri. Esas bu kuşu güzelleştiren kanatlarındaki mavilik. Kanadının dış kısmında, küçük bir alan masmavi bir renk. Bu renk o kadar güzel dokunmuş az beyaz renkle ki görmeye doyamazsın. Bana özel poz veren alakargaya teşekkür ederim kendini gösterdiği için. Şanslıyım demek ki. Yoksa her zaman böyle resmini çekmek neredeyse olanaksız. Alakarganın kanatlarının diğer yanı ve kuyruğu siyah. Normal kargalarla bir tek bu siyah yerler benziyor. O da az miktardan

DSCN4077

Bu gün mahalle çocuğu, arkadaşım Mehmet Ertekin’e ziyarete gideceğim. Cüneyt’in soyadı da Ertekin. Bir Ertekin’den diğer Ertekin’e gideceğim. İkisi de akraba değil, sadece soyadı aynı. Bu tura çıkmamın esas amacı Mehmet’e gelmek. Çünkü yapacağım kano hakkında bazı fikir alış – verişinde bulunmam gerek. Mehmet’in Göcek marinada ve Dalaman’da tekne ve yat yapım atölyesi var. Kano yapımında kullanacağım malzemelerin bir kısmını da o verecek. Hem tekne yapımında uzman olur kendisi.

Telefon ile Mehmet’i arıyorum sana nasıl gelebilirim diye. Mehmet te bana; “Neredesin, olduğun yerde baba konum at gelip seni alayım” dedi. Ben de; “Gelmene gerek yok, minibüs ile gelirim” desem de ısrar edip beni Köyceğiz’e kadar gelip aldı arabası ile. İlk önce Göcek’teki atölyesine gittik. Marina içindeki yazıhanesine uğradık. Orada sekreteri ile bazı işlerini hallettikten sonra koca bir yata götürdü. Üzeri tamamen örtülü koca yat içine girdik. Yat süper lüks bir yat olacağı bir çok yatak odası ve geniş bir salonunun olmasından belli. Marina içinde bir yere oturup kazandibi yiyelim dedik ama kazandibi kalmamış. Onun yerine muhallebi yemeğe karar verdik. Masadaki menüde fiyatlara bakınca bir fincan kahvenin 28 Lira olduğunu görünce şaşırmadım. Böyle lüks yatların olduğu marinada kahveyi benim gibi beleş veremezsin.

Yatın içini şöyle bir gezdik, çalışan işçilere bir kaç yerin nasıl yapılacağını tarif ettikten sonra kendi teknesine gittik. Tekne marinada kıyıya bağlı. İçine girip oturduk. Teknede her şey var. Bu tekneyi satıp kendisine daha büyük bir teknenin geleceğini söyledi. Göcek’ten geri dönüp Dalaman’daki atölyesine geldik. Burada da büyük yat kalıpları ve yaptığı tekneler var. Elemanları çalışıyor vızır vızır. Akşam olmadan Mehmet’in eşi Şirin’i kursa gittiği yerden alıp eve geldik. Şirin halı dokuma kursuna gidiyor hobi olarak. Kendisi de kilim dokumuş, koridora sermiş bile.

Mehmet Ortaca da oturuyor. Çatı katında dubleks bir dairesi var. Şirin bize fırında kefal pişirdi. Kefal da iri bir balık. Balkonda yemeğimizi yiyoruz. Ardından kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişirdim. Mehmet’in Sabri isminde bir oğlu var. Ortaokul son sınıfta, seneye liseye gidecek. Mehmet Sabri’yi denizcilik lisesine gönderecek. Sabri babası ile İzmir’e geldiği bir zaman bahçemde kahve pişirip içirmiştim. Bu Sabri’nin hayatında içtiği ilk Türk kahvesi. Hala unutamamış ve o günden sonra içtiği ikinci kahve olduğunu söylüyor. Şirin iki mahalle çocuğu ile birlikte balkonda oturmuş, ben kahve pişirirken çekiyor.

WhatsApp Image 2022-03-30 at 19.21.05

Ertesi gün Mehmet beni Göcek girişinde arabası ile bırakıyor. Amacım Fethiye’ye gitmek. Bu gün arkadaşım Filize gideceğim. Minibüs erken kalkmış olmalı ki yaklaşık 45 dakika bekledim gelmesini. Başka minibüsler buradan yolcu almıyorlar. Minibüs beklediğim benzin istasyonundan kalktı sonunda. İlk olarak Köyceğiz tarafına doğru gitti, Tünellerden geri dönüp kalktığımız yere gelip şehir içine girerek yolcuları topladı. Böylece bir süre sonra Fethiye içine geldik. Filiz bana nerede ineceğimi söylemişti. Minibüs sürücüsü beni söylediğim yerde indirdi. Filiz’in attığı konuma göre biraz yürüdüm ve evini buldum navigasyon haritası ile. Eve gelmeden önce Filiz’e hediyelik bir eşya alıyorum. İlk defa evine gideceğim.

Filiz ile epeydir görüşmemiştim, kendisi resim Öğretmeni. Emekli olunca Fethiye’ye yerleşti, Tuğba ve Cüneyt ile birlikte. Tuğba Fethiye’den sıkılmış, o yüzden Köyceğiz’e taşınmaya karar vermiş. Filiz bahçeli bir evin zemin katında, küçük bir dairede oturuyor. Buralarda balık ucuz ve bol olmalı ki Filiz de fırında balık pişirmiş. Balık ta nefis olmuş. Birlikte muhabbet ederek yiyoruz öğle yemeğini. Yemekten sonra ne gider, tabi ki kahve. Hemen sırt çantasında taşıdığım kahve takımlarını çıkarıp sehpa üzerinde kahve pişiriyorum. Filiz beni kahve pişirirken çekiyor salonun ortasında.

WhatsApp Image 2022-03-31 at 18.32.24

Filiz ile bir süre zaman geçirdikten sonra vedalaşıyorum. Geldiğim yoldan yürüyerek durağa gelince minibüsün geldiğini gördüm. Bir süre koşup minibüs gelmeden durağa gelip bindim. Bu kez hiç beklemedim. Köyceğiz girişinde iniyorum. Yürüyerek Tuğba’nın evine doğru giderken evin birinde babası ile oturan küçük bir çocuk el sallayıp “Dede, dede” diye seslendi. Ben de ona el sallıyorum. Ne güzel bir çocuk hiç tanımadığı birisine, bana “Dede” diye el sallaması. Çok hoşuma gitti. Umarım torunlarım olur ve bana dede diye seslenirler. Umutla bekliyorum.

Tam eve yaklaşmıştım ki Tuğba ve Cüneyt balkonda oturduklarını gördüm. Yanlarında birisi vardı; kel kafalı. Hemen tanıdım, bizim Gürel gelmiş, balkonda oturuyorlar. Çaktırmadan Gürel’i tam telefonla arayacaktım ki gürel beni görünce el sallayarak “Urim Baba” diye seslendi. Gürel ile daha önceden konuşurken bu yörede bisikletle geçeceğini söylemişti. Ben unutmuşum. Gürel’i görünce aklıma geldi. Birlikte tur yapacağı arkadaşlarla buluşacak burada.

Yemekten önce aperatif olarak şarap içiyoruz kadehleri kaldırarak balkonda. Tuğba bizi elçek ile çekiyor.

WhatsApp Image 2022-03-31 at 18.04.11

Akşam Hakan Sevin beni aradı, Köyceğiz’e geldiğini bildirince sabah kahvaltıyı birlikte yapalım diye söyledim. Sabah erkenden kalkıp ilk önce kahvemi içiyorum. Ardından eşyaları toplayıp çantalara yerleştirip bisiklete yükledim. Gürel de kalkıyor, o da hazırlığını yapıp yola çıkmaya hazır. Ev sahipleri olan Tuğba ile Cüneyt’i uyandırıp vedalaşıyoruz. Beni evlerinde misafir ettikleri için çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız. Gürel ile birlikte evden ayrılıp merkeze geldik. Bakkaldan yumurta, fırından da taze ekmek alıp Hakan’ın evine geldik. Hakan da çayı çoktan demlemişti bile. Balkonda nefis bir kahvaltı yapıyoruz. Tam kahvaltıyı bitirdik ki Gürel’i arkadaşları arkadaşları arıyor telefonla. Gürel hemen bisikletine binip gitti. Ona iyi turlar diledim giderken.

Hakan ilginç bir adam. Nereden bulduysa sığla ağacının kütüğünü, getirip balkona bırakmış. Hakan da bir süredir evinde yoktu. Haliyle kütük bile Hakan’ı beklemekten ağaç olacak neredeyse. Kütük her ne kadar kesilip buraya geldiyse de bahar ayında yaprak açan sığla ağaçları gibi filiz verip yaprak açmaya başlamış. Kütük 35 santim boyunda, 30 santim kalınlıkta ve hala yaşadığını, yaşamaya tutunduğunun canlı kanıtı.

Yeşermiş kütüğü yakından çekiyorum.

IMG_20220401_082830

İzmir’e dönüş için biletimi almıştım dünden. Hakan ile vedalaşıp otogara geldim. otobüsün gelmesine daha var. Otobüsü beklerken serçelerin cıvıldaşarak uçup kırlangıçların yuvasına girdiklerini görünce fotoğraf makinesini çıkarıp kırlangıç yuvasını işgal eden serçeleri yakından çektim.

DSCN4080

Kırlangıçlar yuvayı terk etmiş, ya da bir şekilde dönmemiş olacak ki boş kalan yuvalara serçeler sahiplenmiş. Diğer yuvadaki serçeyi de çekiyorum.

DSCN4081

Daha önceden çantaları bisikletten indirmiştim. Ön tekerleği de söküp hazır halde beklerken otobüs yanaştı. Otobüsün muavini bana bisikleti bagaja yatır deyince yatırıyorum. Şöfer de bunu görünce benden bagaj ve bisiklet için bilet almamı söyledi. Neden diye sorunca eşyaların çok, böyle alamam deyince yeni bir bilet aldım. Yazıhanedeki kıza bisiklet diye söylesem de bagaj bileti ve 6 numaralı koltuk bileti kesti. Otobüsün bagajında bisikletim KUZ ve çantaları çekiyorum. Şimdiye kadar hep kamil koç firması ile seyahat ettim ve hiç sorun çıkmadan bisikletimden para almadılar. Bu ilk defa başıma geldi. (Eve dönünce firmaya şikayet ettim ama fazladan ödediğim ücreti geri vermediler. Bir daha asla bisiklet düşmanı kamil koç ile seyahat etmeyeceğim, bu böyle biline)

IMG_20220401_105911

Yolda muavin ikramlarda bulundu ama hiç bir şey kabul etmedim. Neme lazım, verdikleri sudan bile para isteyebilirler, kamil koç firmasını yabancı bir şirket satın almış. O yüzden bu firmayı asla kullanmayacağım. Bisikletçi arkadaşlarıma da binmemeleri konusunda uyaracağım. İzmir’e varınca hemen bisikletleri ve çantaları indirdim. Ön tekerleği yerine takıp çantaları yükledikten sonra bir süre araçların arasından dikkatlice giderek Alsancak’taki bisiklet yoluna vardım. Bisiklet yoluna çıkınca rahatladım ve ağır ağır pedala basarak İzmir’de olmanın, denizin keyfini çıkarıyorum yol boyunca. Göztepe iskelesine yaklaşınca bisikletim KUZ ve Göztepe iskeleti ile birlikte asma köprüyü çekiyorum. İskelede bir vapur bekliyor. Bisikletimin yanında hurma ağacının kalın gövdesi görünüyor.

DSCN4084

Sonunda evime kavuştum, insanın evi gibisi yok. Uzun süredir bisikletle bu kadar yol almamıştım. Biraz denge problemi olsa da dikkatli olarak bisikleti sürdüm. Her ne kadar planladığım gibi olmasa da esas amacımı gerçekleştirdim. Bu turda en çok ta tek başıma, yalnız olarak gerçekleştirmek oldu. İnsan bazen yalnız kalmalı, kendi halinde, kendini dinleyerek. Bu turda da ilham perileri beni yalnız bırakmadı. Kulağıma fısıldadıkları şiirleri, hikayeleri yazdım. Hala da yazıyorum kulağıma fısıldadıkça. Hayallerim olduğu sürece yeni yerler keşfedeceğim, büyümeden, çocukça.

Yeni yerler gördüm, dostlarımla zaman geçirdim, güzel muhabbetlerimiz oldu. Çocukluk arkadaşım Mehmet’ten kano yapımı için gerekli bilgiyi ve desteği aldım. Artık denizlere yelken açmanın zamanı geldi. Kısa sürede kanoyu yapmaya başlayacağım. Kanoyu da yaparken yapım aşamasını not edip ilerde sizlerle paylaşacağım. Bununla da bitmeyecek; Denizdeki maceraları ve denizi anlatacağım sizlere. Denizin maviliklerini. Bunlar hep hayallerim. “Hayal kurmayan büyür, hayal kuran hep çocuk kalır ve hayatın tadına çocuklar varır”

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 17 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Bahar Turu 6. Gün

28 Mart 2022 Pazartesi

Akyaka – Kızılyaka – Köyceğiz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bir şarkı mırıldanarak

Ak derenin buz gibi akan sularını seyredecektim

Şadırvan da su içecektim devamlı akan çeşmesinden

Korzo da her akşam gezinip

Yeni bir tiyatro oyununu konuşacaktık arkadaşlarla

Urim Baba’CAN 18 Ağustos 1015

 

Öne çıkmış olan görsel, iki yanda okaliptus ağaçları, yolun ortasında turuncu çantalar yüklü KUZ park etmiş.

DSCN4047

Akyaka’nın dingin sabahı insanı erkenden uyandırıyor. Bu biraz da dün akşam çok erken yatmam nedeni ile de olabilir. Ama Akyaka sakin ve sessiz bir yer. Sakar geçidinin olduğu dağdaki çam ağaçları ta deniz dibine kadar iniyor. Akyaka da çamların içinde. Haliyle gece sabaha döndüğünde bol oksijen ağır ağır deniz seviyesine doğru inerken beni oksijen tedavisi yapıyor. Oksijen tedavisi sayesinde hücrelerim yenilenmiş olarak beni uyandırıyor. Otelin üst katında mutfak var. Burada otelde kalanlar yemeğini yapıyor, masada da yemeğini yiyorlar. Yatağımdan kalkar kalkmaz eşyaları toplayıp çatı katına çıkıyorum. Henüz kimseler yok ortalıkta, sessiz. Kahvemi yapıp içiyorum.

Kahvaltı yapmak için yumurta ve ekmek almaya iniyorum sahile doğru. Açık olan bir bakkaldan 6 yumurta ve 1 ekmek aldım. Otele geri dönüp çatı katına çıktım. çıkarken de kahvaltılık malzemeleri ve çaydanlığı da yanıma aldım. İlk önce çayı demledim. Çaydanlığı ocaktan alıp demlenmesi için kenara bıraktım. 6 yumurtayı haşlıyorum büyükçe bir kabın içinde. 11 dakikada yumurtalar haşlandı. Bu da çayın demlenmesi demek. Kahvaltı soframı kurup bir güzel yaptım afiyetle. Dediğim gibi kahvaltıyı her zaman kuvvetli yapacaksın.

Apart otelin bahçesini çekiyorum, burada 3 tane çam ağacı vardı. Geçen hafta meydana gelen fırtına 3 ağacı da devirmiş. Bir tanesi de sol tarafa, diğer evlerin bahçesine düşerek ne varsa yere yapıştırmış. Şimdi ise onarım çalışmaları sürüyor. Apart otelin girişini çekiyorum. Bahçe demir parmaklıkla çevrelenmiş. Bahçede piknik masası duruyor. Bir tane de çanak anten var.

IMG_20220328_085404

Kahvaltıyı yaptıktan sonra Esma aradı uyanık mısın, kahve içmeye geleceğim diye. Ben de gel kahve içelim deyince hemen yanıma geldi. İki kişilik kahve cezvesini ocağa sürüyorum. Kahve pişince de fincanlara dolduruyorum köpüklü olarak. Esma beni ocağın üstünde cezve, iki fincan içi kahve dolu ve beni çekiyor olduğu gibi.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 11.46.55 (1)

Esma ile muhabbet ederek sabah kahvelerini içtikten sonra kahve takımlarını toplayıp çantalarıma tam koymuştum ki Fırat telefon ile aradı. Bana “Kahve hakkımız duruyor mu Urim Baba?” Ben de ona “Her zaman, sana kahve içirmeden yola çıkar mıyım Fırat çığım” “O zaman hemen geliyorum” diyerek 5  dakika sonra otele geldi yanında arkadaşı ile birlikte. Aynı Esma’ya yaptığım gibi onlara da iki kahve pişirdim. Köpüklü kahveler fincanda, ocağın üstünde cezve. Bu kez Fırat yanımda çekiyorlar bizi.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 11.46.55

Onlar kahvelerini içerken muhabbet ediyoruz sağdan soldan, salgın nedeni ile 2 yıldır yapamadığımız Az bilinen antik kentler turundan. Yani ABAK turundan. Bir ara konu İzmir’deki vapurlarda bisikletçilerden alınan ücrete geldi. Vapurlara bisikletle binenlerden 5 kuruş ücret alıyorlar deyince Fırat ta bana “Oda ücreti de bu otelde 5 kuruş” deyince hemen cebimdeki 5 kuruşu Fırat’a uzattım; “Al bakalım otel ücreti olan 5 kuruşu” deyince kahkahalar koptu birden bire. Ne güzel böyle arkadaşlarımın olması. Sizleri seviyorum.

3 ABAK’lı olarak divanda oturup resim çekiliyoruz anı olsun diye. Esma, Ben ve Fırat yan yana. Kollarımı iki arkadaşımın omuzlarına atıyorum.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 12.10.08

Kahveler içildiğine göre artık yola çıkma zamanı deyip kahve takımlarını çantaya yerleştirip bisiklete yükledim. Esma ve Fırat ile vedalaşıyorum. Sevgili Fırat beni misafir ettiğin için çok teşekkürler. Fırat bana yola çıkmadan önce “Gökova köyünden devam et, daha az yokuş çıkarsın köy yolundan” diye rotayı çizdi. Ben de “Biliyorum o rotayı, daha önce bisikletle gelmiştim buralara” diye cevap verdim. Apart otelden yola çıktığımda saat 12’yi geçmişti.

Bu gün gideceğim yol 35 kilometre civarı, o yüzden acelem yok. Amacım fotoğraf makinem ile Kadın azmağından bir kaç resim çekmek. Otelden doğruca aşağıya, kadın azmağı kıyısına vardım. Kadın azmağının deniz ile birleştiği yeri çekiyorum. Sağda bağlı kayıklar, ileride azmağın önüne set  gibi girinti yapmışlar. Buraya da kayıklar bağlanmış. Çayın sol tarafı denize burun olarak uzamış kumsal var. Akan çayın üzeri çarşaf gibi görünse de yüksek bir debi ile akıyor. Çay burada genişlediği için yayılmış, sanki akmıyor görüntüsünde.

DSCN4019

Çayın karşı tarafı kumsal, bir tane iskele yapılmış tahtadan. İskelenin yanında da yuvarlak odunlar çakılmış kumsala. Burada başlayan sahil karşıdaki Datça yarımadasını oluşturan dağların dibine kadar gidiyor. Sahil Gökova körfezinin dibi ve yaklaşık 5 Kilometre kadar. Deniz de çarşaf gibi düz, sakin görünüyor.

DSCN4020

Su berrak, dibi görünüyor, sakin görünse de akıntı fazla ve buz gibi.

DSCN4021

Çayın iki yakasında da gezinti tekneleri bağlı. Bu gezinti tekneleri ile çayın diplerine doğru insanları ücret karşılığında gezdiriyorlar.

DSCN4022

Karşı tarafa geçmek için köprü yapılmış tahta ve demir ile. Bisikletim KUZ tahta köprünün başında çekiyorum. Daha önceleri buraya geldiğimde köprünün kenarlarında tel örgü yoktu. İnsanlar köprüden buz gibi çaya atlıyorlardı. Ben de atlamıştım bir kere. Herhalde boğulanlar oldu ki korkuluklara ilave tel çit çekilerek insanların atlaması için önlem alınmış. Köprüde merdiven ve rampa yapılmış.

DSCN4023

Köprünün üzerinden çayın denize döküldüğü tarafı çekiyorum, İki kıyıda da kayıklar bağlı.

DSCN4024

Çayda iki tane yeşil başlı dövel ördek yüzüyor .

DSCN4025

Beyaz kaz da dibi yeşil yosun tutmuş çayda geziniyor.

DSCN4026

Çayın sol tarafında kayıklar bağlı, sağ taraf ise sazlıklarla kaplı, bakir ve bir çok su kuşunun barınak yeri.

DSCN4027

Sakar geçidinin olduğu kayalık dağı çekiyorum. Denizden yüksekliği 700 metre olan bu dağ azametli görüntüsü ile Akyaka’ya muhteşem bir çay sunuyor. Hem de sodalı çay.

DSCN4028

Çayda yüzen beyaz renkli kazı yakınlaştırıp çekiyorum. Akıntı kuvvetli olmasına karşı iyi bir yüzücü.

DSCN4032

Çay pırıl pırıl, berrak olarak akıyor. İçinde yeşilin tonlarını barındıran yosunlar, akıntıyla beraber dans ediyor adeta. Akan çayın içindekileri görmek için iyice gözlerimi açarak gayet net olarak görüyorum. Böyle akan sudaki görüntü sanki gözlerimi tedavi ediyormuş gibi geliyor bana. Gözlerim dinleniyor.

DSCN4033

Çayın yukarılarında restoran yapılmış çayın dibinde. İki tane taş kemer altından sular akıyor. Aynı zamanda buradan da sular yer altından fışkırıp çayı oluşturmaya başlamış. Çay buralarda başlıyor oluşmaya. Daha ötesi az miktarda akan bir dere. Bu dere ta Ula’dan geliyor. İsmi de Çay deresi.

DSCN4034

İşte yeşilin tonlarına sahip yosunlar çayın dibinde. Suyun akıntısına göre oluşan yüzey kıvrımları ışık oyunları getiriyor yeşil yeşil. Sanki gözleri tedavi eden terapi gibi. Bakmaya doyamıyor insan Baktıkça gözlerimin daha da açıldığını hissediyorum. Ve daha net görmeye başlıyorum.

DSCN4035

Buralarda çıkan kaynaklardan çay meydana geliyor. Akıntı az ve derin değil. Yosunlar güneşe yakın olunca çoğalmış ve çayın dibini kaplamış neredeyse. Çay buradan başlayan kaynaklar ve denize yaklaştıkça görünmeyen diğer kaynaklarla çoğala çoğala nehir gibi denize akmakta.

DSCN4036

Buralarda bir antik kent olduğunu bilmiyordum. Sadece kaya mezarlarını görmüştüm daha önce. Şimdilerde ise yeni kazılmaya başlanmış ve kalıntılar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamış bile. Buranın adı bulunan yazıta göre İdyma antik kenti olduğu anlaşılmıştır. Buradaki kazı çalışmaları yaklaşık 10 ay önce başladığını öğreniyorum. Tel çit çekilerek kazı alanı korumaya alınmış.

DSCN4038

Yeni kazı çalışmalarının yapıldığı yeri geçtikten sonra daha önceleri de gördüğüm kaya mezarları yanında duruyorum. Düz duvar gibi kaya kare gibi oyulup mezar yapılmış. Giriş yeri zemin ile düz, içerisi karanlık.

DSCN4039

Bu daha geniş ama derin olmayan mezar. Üstteki alın çatısı belli belirsiz görülüyor. Mezar sahibi erken ölmüş olmalı ki kaya mezarı yarım kalmış sanki. Ya da parası bitmiş olabilir. Usta bedava çalışmaz.

DSCN4040

Yanında da girişi küçük mezar odası var.

DSCN4042

Bu mezar ise zengin birine yada ünlü komutana ait olmalı. Kayalar yanlar ve çatısı tamamen oyulup, girişinde sütun ve çatı alınlık olarak yapılmış. Yanlardaki boşluktan bir insan geçecek kadar. Daha önce çepeçevre geçmiştim. Kapısı küçük olsa da içerisi oda kadar geniş. mezarın içi tamamen boş.

DSCN4043

Yoluma devam edip Gökova köyüne geldim. Meşhur eski Marmaris yolu, şimdiki adıyla aşıklar yolunun başladığı yerdeyim. Buradaki yol beton kilitli taş ile kaplanmış. Yolun iki yanındaki okaliptus ağaçları acayip biçimde budanmış. Neredeyse dal yok.

DSCN4044

Köyün içinde kalan yolun pek önemi yok. asıl olan yer ise Marmaris – Fethiye kavşağından sonra başlayan yol. Aşıklar yolu olmasının nedeni okaliptus ağaçlarının budanmamış olması ve araç trafiğine kapalı olması. Yol kullanılmadığı için asfalt bozulmaya başlamış. Bisikletim KUZ’u yolun ortasına park edip uzaktan çekiyorum iki yandaki kalın gövdeli okaliptus ağaçları arasında. Yol düz olarak uzayıp gidiyor.

DSCN4046

Optik zoom ile bisikletimi yakınlaştırıp okaliptus ağaçlarının muhteşem güzel sarkan dalları ile yeşillikler içinde çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN4047

Optik zoomu daha da yakınlaştırıp yolu kimse olmadan çekiyorum. Öyle bir görüntüsü var ki sanki orman içinden geçen bir yol gibi. Ağaçların boyu çok yüksek ve gökyüzünü tamamen kapatmış durumda. Yeşil bir tünel görünümünde.

DSCN4049

Buraya aşıklar yolu denmesinin nedeni ise yanımdan geçen sevgililer yürüyüşe çıkmış. Yanımdan geçip gittikten sonra KUZ ile birlikte ileride yürürken çekiyorum.

IMG_20220328_130740

Aşıklar arkası dönük yürürken daha da yakınlaştırıp çekiyorum aşıklar yolunda.

DSCN4051

Aşıklar yolundan geri dönüp Gökova köyünde ilerlemeye başladım. Amacım Fırat’ın dediği yoldan gitmek. Köyün içinden geçerken Toros dağları beyaza bürünmüş halde görünce çekiyorum. Daha yeni bahar aylarına girmemize karşın yüksek Toros dağları kar örtüsü altında.

DSCN4052

Ovada da beyaza bürünmüş bahar çiçekleri ile. Erik ağacının dalları tamamen beyaz çiçeklerle kaplı.

IMG_20220328_143632

Gökova köyü içindeki yolu takip ederken bir de baktım ki ana yola çıkmışım! Hayret köy içinden giderek diğer köylerden geçecektim. Köy sokaklarında da herhangi bir yol sapağı da görmediğimden ana yola çıkmış oldum. Artık geri dönmenin anlamı yok deyip ana yola çıkıp gitmeye başladım. Henüz ovadayım, yol kıyısındaki emniyet şeridinden giderken az ileride birinin bana el salladığını gördüm. Yanlarına gelince bir de baktım ki bizim Fırat. Bana; “Hayırdır çok geç kalmışsın” deyince ben de ona bisikletimdeki küçük kaplumbağayı gösteriyorum. “Benim acelem yok, kaplumbağa gibi hareket ediyorum.” Fırat mermerciye gelmiş ama mermerci ortalarda yok. Fırat ile tekrar vedalaşıp yoluma devam ettim. Önümde uzun bir yokuş var. Bir kısmını yürüyerek çıktım, sonrası küçük inişler, çıkışlarla devam ediyorum. Bir ara sıkışınca bir yerde durup orman içine girdim. İşimi hallettikten sonra orman içinde bizim buralarda “Sarmaşık” ya da halk dilinde “Teldirgen” dediğimiz yenen bir bitki görüyorum. Bu bitki normalde ince dikenli bir bitki. Bahar aylarında yerden yeni filiz verir. Bir adı da “Filiz” olarak ta anılır. Bu filizleri çiğ olarak yiyebilirsiniz. Bu filizleri toplayıp satan da var, salata olarak yapıp yiyen de var. Ben de bu filizleri görünce çevredeki toplayıp yiyorum taze taze. Bu filizler büyüyüp dikenli bir bitkiye dönüşecek. Teldirgen filizini yakından çekiyorum kurumuş çam yaprakları arasında.

IMG_20220328_160906

Yola devam ediyorum, yol düz değiş, iniş çıkış var ama sert değil. Daha önce bu yoldan bir kaç kez geçmiştim, çam ağaçlarından başka görülecek bir şey olmadığından Köyceğiz’e karar resim çekmedim. Yolda Tuğba beni telefon ile arıyor “Neredesin, geç kaldın” diye. Ona “Saat 5 gibi gelirim, yanına gelince anlatırım” diye cevap veriyorum. Tuğba bana daha önce konum atmıştı. Bir de Köyceğiz’e girmeden düz devam edip son çıkıştan içeri girmemi söylemişti. Köyceğiz’e bir kaç kez geldiğimden evinin yerini tahmin edebiliyorum.

Yolda en güzel şey nedir biliyor musunuz? Bir ses duymak derim. Çok uzaklardan bir dostun sesi. Uzun süredir görmediğin, duymadığın sesi birden çalan telefondan duymak. Yol kısa olsa da yorgunluk baş gösterirken bana güç veren ses.

“Bir ses gelir ya uzaktan,

Sanki yakınınımdaymış gibi

Hani duymayı özlediğin ses

Bir türkü çığırır gibi

Tatlı, huzur dolu

İçim huzurla dolar

Duyduğum ses ile

Oturup dinlersin

Dünya yok olur

Bir martının ayaklarında

Masmavi deniz, bir kayık yelkenini açmış

Bir anda kavuşursun

El salladığına

Urim Baba’CAN Haziran 2022

Telefon çalınca yol kıyısında durup açıyorum. Sevgili arkadaşım Devrim’in telefonda sesini duyunca birden içime bir huzur geldi. Tüm yorgunluğum bir anda kayboldu. Ne kadar özlemişim, sesini duymayalı epey olmuştu. Haliyle ilk önce şaşırdım niye arıyor diye. Hem de yolda giderken. Beni Fırat’ın paylaştığı resimde görmüş sosyal medyada. Nerede olduğumu da öğrenince yolcuya moral vermek için telefonla arayayım demiş. Ne de güzel oldu araması. Bir süre muhabbet ediyoruz, ordan burdan, hal hatır. İnsanın sevdikleri olmalı, uzak ta olsa hal hatır soracak. Devrim’e teşekkür ediyorum aradığı için. Yolcunun başına gelebilecek en güzel şey bu olmalı. Ben de şanslı olmalıyım ki böyle şeylerle karşılaşıp anılıyorum. Moralim çok yüksek.

Hedefime çok yaklaşmışken birden enerjim yükseliyor ve kısa sürede başka bir dostların evine varıyorum. Tuğba ve Cüneyt beni bahçelerinden karşılıyorlar. Hasretle kucaklaşıyoruz. Bisikleti bahçeye alıyorum. Tuğba’ya neden geç kaldığımı bisikletimdeki kaplumbağayı gösteriyorum. “Kaplumbağa gibi yavaş hareket ediyorum, o yüzden geç kaldım ama varacağım yere de varmış oluyorum” diye açıklamada bulunuyorum. Bahçede yatar bez koltuklarda oturup bir süre dinlendim. Tuğba da hemen bir yorgunluk kahvesi yapıyor. Kahveyi içerken Tuğba bizi çekiyor Cüneyt ile. Ev sığla ormanının dibinde.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 17.44.31

Gelmemi dört gözle bekleyen ev sahipleri hazırlıklarını yapmış. Ben duşa girerken Cüneyt balıkları pişiriyor. Üzerime temiz elbiseleri giydikten sonra mutfaktaki küçük masaya oturduk. Balıklar pişmiş, mideye indirmeden önce ön hazırlık yapıyoruz. Kadehler kaldırılıp tokuşturuluyor kavuşmamıza. Zaten balıklar boş midede ne yapsınlar ki! illaki rakı denizinde yüzmek isterler. Ondan sonra ne yersen ye. Cüneyt elçek resim çekiyor üçümüzün kadeh tokuşturmasını.

WhatsApp Image 2022-03-30 at 10.15.49

Yemek faslı muhabbetle uzun sürdü. Ne çok konumuz varmış konuşmak için. Mutfaktaki küçük masadan kalkmadan saatlerce muhabbet ediyoruz. Ne güzel dostlarım varmış, iyi ki varlar. Ben onlara yoldaki maceralarımı anlatıyorum. Onlar da dinliyorlar can kulağı ile. Gecenin geç vakitlerine kadar muhabbet devam ediyor. Mart ayının son günleri olmasına rağmen havalar henüz ısınmadı. Kapı, pencereyi kapattık, klimayı da çalıştırıyor Cüneyt. İnsan bir yere kadar dayanıyor, sonunda uyku kapı ardına geldi. Kaçırmadan yatmalı değil mi. Ben de kaçırmadan hazırlanmış yatağıma girip yatıyorum tatlı düşlerle.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 42 Kilometre civarı

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Bahar Turu 2. Gün

24 Mart 2022 Perşembe

Gökçealan köyü – Kuşadası – Söke – Didim – Akbük

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

İçimde bir sevinç var, anlatılmaz

Doğduğum, yaşadığım, çocukluğumda yaşayamadığım şehir

Yarım kalmış

Yıllar geçmiş,

Uzun yıllar,

Yaşamadığım yıllar

Urim Baba’CAN Ağustos 2015

 

Öne çıkan görsel, tek katlı evin duvarına üç kadın resmedilmiş. Kenarlarda asma dalları ve ortadaki kadın üzüm salkımlarını topluyor. Diğer iki kadın leğende ayakları ile üzümleri ezip suyunu sıkıyorlar.

IMG_20220324_101008

İyi bir uyku uyumanın verdiği dinginlikle erkenden uyanıyorum. Yattığım yeri toplayıp oturulacak hale getirdim. Bir süre sonra Burcu da uyandı. Birlikte bir güzel kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra bakkaldan şarapları almak için köyün sokaklarında giderken evlerin duvarlarındaki resimler ilgimi çekti. Dün akşam önünde traktör olan evi bir daha çekiyorum. Asma dalı üstte, kız çocuğu üzüm topluyor. Bir pencere yapılmış, pencerenin önünde iki mavi saksı. Saksıda çiçekler ve en altta kırmızı, beyaz çiçekler resmedilmiş. Kapının sağıda ise denizde bir kayık, yanında da palmiye ağacı.

IMG_20220324_100812

Başka bir duvarda asmayı ağaç gibi kalın ve uzun gövdeli yapılmış Dallarında siyah üzümler var. İleride üzüm bağı, siyah salkımları kendini gösteriyor. Daha ötede bir tepede ev kondurulmuş. Arkada sıra dağlar.

IMG_20220324_101114

Bakkaldan emanet bırakılan şarap şişelerini aldık. Bir tane de ekmek alıyorum. Yürüyerek eve dönüp eşyalarımı bisikletim KUZ’a yükledim. Bir şarap şişesini çantama koydum, diğer şişeyi de Burcu’ya bıraktım içmesi için. Artık yola çıkma zamanı geldi çattı. Burcu ile vedalaşıyorum ilk önce, ardından elçek resim çekiyorum ikimizi. Burcu’nun başında hediye ettiğim buffu takmış, gözünde siyah çerçeveli yuvarlak gözlükler. Benim başımda sarı renkli kask var. Arkada KUZ park etmiş evin önünde.

IMG_20220324_103809

Evden ayrılıp yola çıktım, artık özgürlüğümü yaşamaya başladım. Yol hafif inişli, çıkışlı. Fazla zorlanmıyorum giderken. Gidona telefon tutma aparatını daha önceden takmıştım. Yol haritasını açıp konumumu görüyorum. Henüz döneceğim kavşağa daha çok var. Telefonun pili bitmesin diye kapatıyorum harita uygulamasını. Karşımda kayalıklı tepe var.

IMG_20220324_110353

Başında bir ağaç olan çeşme görünce durup dinleneyim dedim. Hem su içmem gerek. Çeşme aynası yüksek duvar olarak yapılıp beyaza boyanmış. Sağda dikine yalağı var. Çeşmeye yakından bakınca suyun akmadığını gördüm. Bir damla bile su yok ve kupkuru bir çeşme ile karşı karşıyayım. Bisikletim KUZ ile çeşmeyi çekiyorum.

IMG_20220324_110514

Çeşme aynasının arkasına dolanıp bakınca çeşmeye gelen su borusu dirsekle aşağı alınıp yan tarafa giden boruya bağlanmış. Birisi suyu çeşmeden çalmış sanki. Boru etrafında sular var ama çeşme ile bağlantısı kesilince su içemiyorum. Bu durumu yakından çekiyorum.

IMG_20220324_110634

Neyse yapacak bir şey yok, zaten terleyip su kaybetmedim henüz. Yanımdaki su idare eder deyip yola devam ediyorum. Yol düz gidiyor, solda kayalık tepe var.

IMG_20220324_110811

Neyse bir çeşme daha önüme çıkıyor. Buradaki borudan su şarıl şarıl aktığını görünce içime bir ferahlık geldi. Yolcu için su hayattır. Yamaçta duvar örülüp ortasına bir boru yerleştirilmiş. Borudan uzun bir yalağa su devamlı akıyor. Suyun aktığı yerlerde yosun tutmuş. Yalağın dibinde kalın gövdeli çınar ağacı var. Bisikletim KUZ ile çeşmeyi çekiyorum.

IMG_20220324_111132

Çeşmeden sularımı tazeleyip elimi yüzümü yıkadım. Fazla oyalanmadan yola devam ediyorum. Taş duvar üzerine tel çit yapılmış bir tesisin bahçesinde değirmen taşları görüyorum. Çeşitli boyda değirmen taşları düzgün yontulmuş. Bahçe büyük ve onlarca değirmen taşı dizelenmiş.

IMG_20220324_111600

Eskiden tarlalar, bağlar, bahçeler görürdüm. Şimdilerde görüntü değişti. Tarla yine tarla ama Güneş tarlasına dönüşmüş durumda. Güneş panelleri direk üzerine Güneşe bakacak şekilde yatırılmış sırayla. Buradan elde edilen elektrik enerjisi elektrik sistemine bağlanıp besleniyor. Buradan gelir elde ediliyor.

IMG_20220324_114332

Fabrikanın önünden geçerken köpekler beni karşıladı. Başladılar seramoniye. Ben de bisikletten inip yürümeye başladım köpeklere aldırmadan. Fabrikanın bekçisi dışarıya çıkıp köpekleri susturmaya çalıştı. Ben de yürümeye devam ettim bir süre daha. Köpeklerin bana bir zararının olmayacağını biliyorum. Bunlardan daha tehlikeli ve daha büyük köpeklerle karşılaştım önceki turlarımda. Hepsini de defetmiştim. Fabrika binası önünde bana havlayan iki köpek.

IMG_20220324_114340

Köpeklerin bölgesinden geçtikten sonra bisikletime binip yola devam ettim. Yine Güneş tarlaları çıktı karşıma. Onların da resmini çekiyorum. İki Güneş tarlası art arda.

IMG_20220324_114613

Hamlığım üzerimden henüz gitmedi. O yüzden durup elma çıkarıyorum çantamdan. Elma da sulu ve sert, bana enerji veriyor. Hem biraz dinleniyorum elmayı yerken. Elimde ısırılmış elma ve KUZ karşımda. Bu arada cep telefonumda haritayı açtım. Haritada konumum bir türlü ortaya çıkmadı. Epey bekledim, nerede olduğumu göremedim. Bir yerden sola sapmam gerek ama konumum olmayınca nereden döneceğimi bilemedim.

IMG_20220324_134710

Dönüşü göremeyince düz olarak yola devam ettim. Sonunda yükseklerden denizi görüyorum. Uçsuz, bucaksız engin denizi. Rengini gök yüzünden alıp biraz daha koyulaştırıp laciverte yakınlaştırmış.

IMG_20220324_140445

Düz olarak aşağı inince Kuşadası yoluna indim. Rotayı kaybedince yolu biraz uzatmış olacağım. Kuşadası’ndan Söke yoluna saptım. Burada aşmam gereken bir yokuş var. Yokuşu yavaş yavaş çıkmaya başladım. Bazı yerde bisikletten inip yürüdüm. Neyse yokuş bitti ve aşağıya doğru kendimi fazla kaptırmadan ve pedal çevirmeden inmeye başladım. Kafamdaki sallantı nedeni ile 56 Kilometreden fazla sürat yapmadan Söke’ye indim. Söke içinden giderken rotasını çizdiğim yoldan değil de ana yoldan gitmeye karar verdim. Nedeni ise akşam Akbük civarlarında kamp atmam gerek. Yolu bulamayınca Kuşadası’na inip tekrar yokuşu çıkmak bana epey zaman kaybettirdi. Bu zamanı karşılamak için kestirmeden gitmem gerek. Söke ovası düz olunca yolu düz yapmışlar. Aynı zamanda emniyet şeridi geniş, asfalt ta kaymak gibi olunca hızım 20 Kilometre üstünde. Öğle zamanı geçti, saat dörde yaklaşıyor. Artık acıkmaya başladım. Uzun süredir bisiklete binmedim, biraz kilo aldım. Boyuma göre bir kaç kilo fazlam var, göbek te kendini gösteriyor yakından bakınca. Kahvaltıyı iyi yapınca pek acıkmadım. Hem göbekteki yağlardan da biraz idare etmem gerek. Artık iyice acıkınca sağa sapan yola girip uygun bir yerde yemeğimi yedim. Yemek te pratik, konserve barbunya ve et kavurma. Bir miktar et kavurmayı konserveye katıyorum. Yarım ekmekle birlikte yedikten sonra karnım doydu. Yemekten sonra kahve iyi gider diyerek kahve pişirdim kendime. Kahvemi afiyetle içerken logolu fincanımı elimde tutarken çekiyorum yakından.

IMG_20220324_163845

Yemek molası iyi geldi, hem karnım doydu, hem enerjim doldu, yani şarj oldum ve pillerim doldu. Yola devam ediyorum, kısa sürede Akyeniköy kavşağına geldim. Burada çay içebileceğim kahve var. Aynı zamanda bakkal ve yemek yiyebileceğiniz lokanta da var. Kamyoncular burada mola veriyor, hareketli bir yer. Ben de kendime şöyle duble bir çay ısmarlıyorum. Çay da insana başka bir enerji veriyor. Hem dinlendiriyor hem de rahatlık veriyor çay. Çayı içerken motorcu birisi yanıma gelip selam veriyor. Başlıyoruz muhabbete. Nerden nereye gidiyorsun ana konu. Sonrasında yalnız nasıl gezebiliyorsun? Gece tek başına korkmuyor musun? Başına bir şey gelirse ne yaparsın? gibi sorular sormaya başladı. Bir de Urfa dolaylarında iki motorcuyu katledip soyduğunu anlattı. Bu olaydan haberim vardı. Ona Tanrıdan başka kimseden korkmadığımı, yalnızken daha rahat hissettiğimi, başıma gelebilecek en kötü şet de bir canım var alabilecekleri, onu da alabilirlerse alabileceklerini anlattım. Yıllardır yolda başıma hiç bir kötü olay da gelmedi şimdiye kadar. Şimdiden sonra da gelmeyeceğini biliyorum. Motorcu arkadaş bana iyi turlar diledi, ben de ona iyi turlar diledikten sonra yoluna devam etti. Ben çayımı içip parasını ödemeye kalkınca kahveci çay paramı ödediklerini bildirince giden motorcu arkadaşa teşekkür edemedim diye düşündüm. Yola çıkmadan önce bakkaldan iki şişe su ve ekmek alıyorum. Çantama yerleştirdikten sonra yola çıktım. Önümde bir yokuş var, tam çıkarken beton bir duvardaki yazının resmini çekiyorum. Bu yazıyı 2013 yılında Gökova bisiklet turuna giderken görmüştüm. Yazı 9 yıldır hala duruyor. Duvarda; “Attığın şişeden dolayı 10 km yürüdüm” yazıyor.

IMG_20220324_181750

Ağır ağır çıkıyorum, bazen de yürüdüm ama sonunda bayırı çıkıyorum. Güneş iyice alçalmaya başladı, çayırda otlamak için başlanan kahverengi bir at beni geçerken baktığını görüyorum.

IMG_20220324_185102

Yokuş bitince mecburi olarak iniş başlıyor. Didim tarafına gidiyorum ama soldaki bir yola sapmam gerek. Daha kestirme olan yol Akbük’e doğru gidiyor. Akbük dolaylarında kamp atacağım. Cep telefonumdan haritayı açıp döneceğim yolu kaçırmadan buldum. İniş kısa sürdü ve deniz kıyısına vardım. Akbük köyüne gelmeden Güneş ufukta iyice alçaldı, neredeyse batacak. Hava kararmadan kamp yapacak bir yer aramaya başladı gözlerim. Deniz kıyısında küçük bir yarımada gözüme ilişti ilk önce. Ama deniz kıyısı açık alan ve rutubet dolayısı ile fazla soğuk olur diye düşününce orayı gözümden çıkardım. Bir süre daha gidince yolun sol tarafında delice zeytinlerin olduğu, taşlı, çimenli bir alanı görünce burada kamp kurabilirim diye daldım. Taşların arasından içerilere girip yoldan görünmeyecek bir alanda durdum. Tam kamp yapılacak yer, etraftan da gözden de ırak, ıssız, sakin bir yer. Delice zeytin ve çalılıklar duvar gibi. Çadır kurabileceğim bir alandaki taşları temizleyip çadırımı kurdum. Eşyalarımı ve çantaları yanıma aldım. Karanlıkta çadırımı ve bisikletimi çekiyorum.

IMG_20220324_195033

Hava kısa sürede karardı. Akşam üzeri saat 4 te yemek yediğim içim karnım aç değil. O yüzden yemek yemeyeceğim. İlk önce kahve pişiriyorum kendime. Cezve ocağın üstünde, içinde köpürmeye başlayan kahve var. Ocağın etrafı rüzgarlık ile çevrili.

IMG_20220324_201437

Kahveyi afiyetle içiyorum. Arkasından çay demledim kendime yetecek kadar. Hava karardıktan sonra iyice serinlemeye başladı. Polarımı, deri ceketimi giyiyorum. Havanın serinliğinden olsa gerek burnum sürekli akmaya başladı. Sık sık peçete ile silsem de akıntı bitmiyor. Sıcak çay içerek burnumu rahatlattım bir süre. Özlemişim çadırda kamp yapmayı. En son geçtiğimiz yıl Ağustos ayının sonlarında Simav’da çadırda kalmıştım. Neredeyse 7 ay olmuş çadır kurmayalı. Artık çadırda kalmanın, yalnız ve tek başıma kalmanın huzurunu yaşıyorum. Yanımda konuşabileceğim kimse olmayınca sessizliğin tadına varıyorum.

“Sessizliğin sesi”

Nedense!

“Kalabalıktaki yalnızlıktan kurtulup yalnızlıktaki kalabalık” duygusu içindeyim.

Sıcak çayımı içtikten sonra matı yere serip uzanıyorum sırt üstü, gökyüzüne bakıyorum. Ne kadar çok yıldız var. Türkülerdeki gibi;

“Gökteki yıldızları sayalım elli elli” diye saysam bile sayılacak gibi değil. Yıldızlara bakarak sonsuz uzayda dolaşıyorum bir süre. Dünyada bisikletle, kendi gücümle denizler hariç karada her yere gidebilirim bisikletimle. Ama uzayı, yıldızlar arası mesafeyi düşününce bisiklet ile nasıl, ne kadar zamanda gidebilirim ki? Hem ömrüm yeter mi pedal çevirmeye? Uzay gemisi ile yıldızlar arası gezinmek bile olanaksız şimdiki zamanda. İnsan ömrü ne kadar? 70 yıl, bilemedin 90 yıl, o da ne kadar sağlıklı olacaksın. Ama hayal kurmak bedava ve yaşamanın sınırı yok. Sonsuz zaman var.

Hayal kuruyorum;

Bisikletim ile pedal çevirip yıldızları dolaşmaya başladım. Hem de ışık hızından daha hızlı. İnsan düşündü mü hızı çok oluyor. Evrende en hızlı şey düşüncedir. Pedala bir kere bastım mı diğer yıldıza ulaşıyorum. Geceleyin gök yüzünde göze çarpan takım yıldızı Büyük Ayı takım yıldızı. Bunu kolayca buldum. Kepçenin dış yanındaki iki yıldız ölçüsünde beş birim düz gidince Kutup yıldızı olan Polaris yıldızını buluyorum. İlk pedalı Polaris yıldızına bastım. Gökyüzündeki tüm yıldızlar bu yıldızın etrafında dolaşıyor. Halk arasında bu yıldıza “Demirkazık” yıldızı da dendiğini biliyorum. Amacım Polaris yıldızından evrene şöyle bir bakıp diğer takım yıldızlarını gözlemleyip ardından dolaşmak. İlk önce küçük ayı takım yıldızını dolaşmaya başladım.  Topu topu 7 pedalda. Zaten gök yüzünde en küçük takım yıldızı olarak görünüyor. Polaris yıldızından üç birim yukarı gidince Kral takım yıldızına çabucak ulaştım. Burası yakın, Kralın yanı Kraliçeye yakışır. Kraliçe takım yıldızı iki tane V yan yana gelmiş W olmuş. (Her ne kadar gökyüzünde  W olarak bir düzlemde görsek te aslında beş tane yıldız gerçekte birbirinden uzakta ve kimi önde, kimi epey arkalarda. Yani aynı düzlemde değiller. Biz aynı düzlemdeymiş gibi görüyoruz.) Kral takım yıldızındaki en parlak yıldızda kralın sarayı var. Kral benim bisikletle geldiğimi görünce şaşırdı. Şaşkınlığı gidince bana;

“Hoş geldin Urim Baba” diye karşıladı. Beni nerden tanıyor? İsmimi nerden biliyor anlamış değilim. Bozuntuya vermeden;

“Hoş bulduk Kralım, şöyle bir hayal dünyasında bisikletle dolaşmaya çıktım. Sizi tanıdığıma sevindim.”

Biraz sert ve otoriter görünüşüne karşı beni iyi karşıladı.

“Ben Ertuç Kral. Sen bizi tanımazsın ama biz seni tanıyoruz. Hayallerini takip ediyoruz buradan. Herkesin hayallerini görürüz, hayal kurmayanlar zaten buraya gelmeye cesaret edemezler. Yola çıkmaktan korkarlar. Seni bu evrende tanımayan yok ki Urim Baba!”

Ben hayretler içinde Ertunç Kralı dinliyorum. Beni saraya davet etti, ikramlarda bulundu ama hiç te aç değilim, o yüzen hiç bir şey yemedim, içmedim. İnsan hayalinde gezerken acıkmaz ki! Ertunç Kral ile geniş ve yüksek salonda muhabbet ediyoruz. Nedense gözüme öyle şatafatlı, altın kaplamalı, zenginliği gösteren hiç bir eşya yok. Bir tek Ertunç Kralın tacı altından. Ertunç Kral bana dönerek;

“Urim Baba senden bir ricam var. Şu benim haylaz oğlum Küçük prens Poyrazali hiç büyümek istemiyor, hep çocuk kalmak istiyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Hani diyorum ki Küçük prens Poyrazali’yi yanına alsan da biraz dolaştırsan yıldızları, biraz yer görsün, gezegenleri tanısın. Hem tecrübesi artar hem de belki büyür. Ne dersin? Benden sonra tacı oğluma bırakmak istiyorum. Bir çocuğa bırakamam ya koskoca Krallığı?”

“Ne diyeyim Ertunç Kralım, bisikletimde yerim var, yalnız dolaşmaktan kurtulurum. Poyrazali benden iyi bilir yıldızları, beni de gezdirmiş olur. Belki de ondan bir şeyler öğrenebilirim.”

“Bir çocuktan ne öğrenebilirsin ki?”

“Ne mi öğrenebilirim? Her şeyi. Ben yolda şunu öğrendim; Ne biliyorsam bir şey bilmediğimi öğrendim. Hem Öğrenmenin yaşı yoktur, Öğretmenin de. Yol bana sürekli yeni şeyler öğretiyor. Poyrazali benden küçük olsa da bana pekala bir şeyler öğreteceğine eminim.”

“Tamam o zaman anlaştık, Poyrazali şu anda annesinin yanında. Bana komşu olan Kraliçe takım yıldızında. Oraya uğrarsan sevinirim. Poyrazali’yi al ve yıldızları gezdir bakalım!” diye sözünü tamamladı.

Ertunç Kraldan izin isteyip oradan ayrıldım bir pedalla. Kraliçe takım yıldızına çabuk vardım. Yani bir anda. Kraliçenin sarayı uzaktan tüm ihtişamı ile göründü. Sarayın kapısında bisikletimden inip park ediyorum. Kapıdaki iki dev nöbetçi karşılıyor ilk önce. Kalın ve tok iki ses;

“Hoş geldin Urim Baba” diye gürlediler.

“Hoş bulduk gençler” diye karşılık veriyorum. Beni burada da tanıdıklarına şaşırdım! Demek beni her yerde tanıyorlar, Hayret!

“Poyrazali’yi görmeye geldim, kendisi nerede acaba?” diye sorunca;

“İçeride, yola çıkmak için hazırlanmakta. Senin gelmeni dört gözle bekliyor.” Birden kapıda kraliçe belirdi. Uzun boyu, gülümsemesi eksik olmayan güzelliği ile;

“Hoş geldin Urim Baba, ben Kraliçe Ece. Biz de seni bekliyorduk. Küçük prensim Poyrazali yola çıkmak için hazırlığını bitirmek üzere.” Diyerek elini uzatınca Kraliçenin elini öpüp;

“Hoş bulduk Ece Kraliçem, çok güzelsiniz ve Ertunç Krala yakışıyorsunuz.” diye karşılık verdim. Bir anda Poyrazali kapıda belirdi. Beni görünce koşarak üzerime atlayıp sarıldı.

“Hoş geldin Urim Baba, ben de seni bekliyordum uzun zamandır. Hep seni hayal ediyordum, buraya ne zaman geleceksin diye. Sonunda geldin öyle sevinçliyim ki! anlatamam. Yola çıkmaya hazırım, hemen çıkabiliriz. Görmem gereken yerler var. Halledeceğim sorunlar beni bekliyor.” Biryandan konuşuyor, bir yandan da sıkıca sarılıp yanaklarımdan öpüyor.

“O zaman eşyalarını çantaya koyup yola çıkalım” Poyrazali yanına bir değnek ve ucuna takılı küçük bir çıkın var sadece.

“Poyrazali bu sana yetecek mi?” diye sordum

“Yeter de artar Urim Baba, hem kervan yolda düzülür. Gideceğimiz yerlerde her şey var, ihtiyaçlarımızı oralardan karşılarız. Senin yanında da öyle ahım şahım bir şey yok. Sadece kahve takımın ve cezven var.”

“Öyle deme, kahve içmeyi sevdiğimden yanımda sürekli taşıyorum. Sonra yanımda hazine torbam var, neye ihtiyacım olursa hop çıkarıyorum torbamdan.”

“Ece Kraliçem madem Poyrazali yola çıkmaya hazır bize izin verir misiniz? Bir an önce yola çıkalım, gezeceğimiz çok yıldız takımı var” diyerek Poyrazali’yi kucağımdan indiriyorum. Poyrazali yola çıkacağı için sabırsız olarak yerinde duramıyor. Kraliçe Ece;

“Yolunuz açık olsun, güle güle gidin, güle güle gelin. Yeni yerler görün, yeni insanlarla tanışın. Yalnız Avcı takım yıldızından geçerken köpeklere dikkat edin” diye tembih etti.

“Merak etme köpekleri, bir şekilde kendimizi koruruz” diyerek bisikletimi aldım. Artık yola çıkmaya hazırız. Bisikletime biniyorum ilk önce, Poyrazali’ye “Hadi bin bakalım” deyince Poyrazali bir sıçrayışta bisikletin bagajına atladı.

“Hazır mısın Poyrazali?”

“Hazırım Urim Baba”

“Sıkı tutun!” diye seslenip pedala bastım.

“Poyrazali nereye gidelim? “ diye sordum.

“Polaris yıldızına gidelim, Demir amcam oranın kralı. Hem onu görürüm hem de tüm yıldızları oradan rahatça gözlemlerim.”

Pedala kuvvetlice basıp bir anda daha önce gittiğim Küçük ayı takım yıldızındaki Polaris yıldızına vardık. Daha önce geldiğimde bir şey görememiştim ama şimdi görkemli bir saray görüyorum. Sarayın dışında kocaman bir çark var. Başında da devasa bir adam, çarkı elleri iye sürekli çeviriyor ama öyle hızlı değil. Çok yavaşça çeviriyor. Bisiklet durunca Poyrazali yere atlayıp saraya doğru koşuyor. Çarkı çeviren adama sesleniyor;

“Kolay gelsin adamım Aykun, nasıl gidiyor? Birazdan yanına geleceğim.”

“Sağ olasın Poyrazali, idare ediyorum. Tüm yıldızları dengede döndürmek zor olsa da çarkı çevirmek hoşuma gidiyor. Her gün sürekli yeni yıldızları gözlemliyorum.”

Poyrazali koşarak saraya girdi. Kapıda nöbetçi yok. Ben de çarkı çeviren Aykun’un yanına vardım. Selam verince Aykun geldiğimin farkına vardı.

“Hoş geldin Urim Baba, nasılsın? Pedalın çarkları nasıl dönüyor? Farkında mısın ben de senin gibi çark döndürüyorum. Bütün takım yıldızları ve diğer yıldızlar sayemde etrafımızda dönüyor. Eğer çarkı döndürmezsem tüm yıldızlar birbirine girer. Ortalık karışır. Çark döndükçe evren dengede dönüyor etrafımızda. Sen de bisiklette pedal çevirmezsen üstünde duramazsın, dengeni kaybeder düşersin değil mi?”

“Haklısın Aykun, bisiklet sürmek denge işidir. Pedal çevirdikçe dengeni sağlarsın. Durunca ayağını yere basmazsan düşersin.”

Poyrazali amcası Demir’in omuzuna oturmuş halde kapıdan çıktılar. Amca Demir Kral;

“Hoş geldin Urim Baba”

“Hoş bulduk Demir Kralım”

Kral Poyrazali’yi omuzundan indirerek çarkı çeviren Aykun’nun yanına gittik. Buradan bütün takım yıldızları rahatça görünüyor. Demir Kral;

“Bak görüyor musun Poyrazali, Büyük ayı takım yıldızındaki Megez yıldızda ışık yok, parlamıyor. Bir sorun var her halde. Dubhe yıldızındaki yedi ayının Kralı olan Güray’ın yanına gidin, o size yardımcı olur”

“Tamam Demir amca, Urim Baba beni anında oraya götürür.”

Demir Kraldan izin isteyip yola çıktık. Dubhe yıldızına varmamız an meselesi. Zaten vardık bile bir anda. Büyük bir mağaranın kapısında aslında ayı olan ama ayıya benzeyen Güray Kral bizi sarayı olan mağaranın kapısında karşıladı. Kral iri bir ayıya benziyordu. Aslında ayıydı. İhtişamlı ve büyük mağara sarayı olmalı diye düşündüm. Kral telaşlı bir biçimde bizi karşıladı.

“Hoş geldin Poyrazali, hoş geldin Urim Baba, ben de sizi bekliyordum. Sorma başıma gelenleri, 7 tane olan yıldızdan Mergez yıldızı görünmüyor. Bir yıldız olmazsa Dünyadan bizi göremiyorlar. O yüzden diğer takım yıldızlarını bulmakta güçlük çekiyorlar. Ortanca oğlum Boyga uyumuş olmalı. Baksana Hiç ışık yok, ne olur gidip bakın benim yaramaz, başına buyruk Boyga ne hallerde.”

Poyrazali şöyle bir diğer yıldızlara baktı.

“Biz Dubhe deyiz, Merak görünüyor, Phecda da öyle. Mergez yıldızındaki Boyga sanki yerinde yok gibi. Çift yıldız Alioth ve Mizar yerinde. Alcor ve Alkait te yerli yerinde. Hmmm demek ki Boyga ortalıktan kaybolmuş. Tamam Kralım sen merak etme gidip buluruz Boyga’yı. Zaten en yaramazları da Boyga. Urim Baba hemen gidelim Mergez yıldızına, bakalım neler olmuş, Boyga nerelere gitmiş.”

Küçük prens bisikletetin arkasına atladı. Güray Kral ayı pençesine benzeyen elini kaldırıp bize;

“Güle güle gidin, aman Boyga’yı bulun gözünüzü seveyim” diye uğurladı.

Hemencecik Mergez yıldızına vardık. Ortalık zifiri karanlık. Hiç bir yer görünmüyor. Bisikletimin lambasını yakınca ortalığı görmeye başladık. Boyga’ın mağarasını aramaya başladık. Poyrazali birden bire;

“Urim Baba dur biraz, horultu sesleri duyuyorum, şu tarafa gidelim, kulağıma horultu gibi sesler geliyor.” Diye beni yönlendiriyor. Halbuki ben hiç ses duymuyorum. Poyrazali’nin kulakları benden daha iyi duyuyor. Gerçi şu aralar kulaklarım daha az duymaya başladı. Dünyaya dönünce kulaklarımı yıkatmalıyım. Poyrazali’nin işaret ettiği yere doğru pedal çevirmeye başladım. Nedense garibime gitti. Uzayda çok hızlı hareket etmeme rağmen yerde daha yavaş gittiğime şaşıyorum. Kısa sürede küçük bir mağaranın önüne vardık. Bisikletin feneri olmasa mağarayı göremezdik bile. Mağaranın önüne gelince içeriden horlama sesini duymaya başladım.

Bisikletten indik. Ben feneri alıyorum bisikletin üzerinden. Fenerin ışığı yardımı ile sesin geldiği mağarayı bulduk. Mağaranın içinde horul horul uyuyan Boyga’yı gördük. Poyraz ali kahkaha ile gülmeye başladı. Bana dönerek;

“Urim Baba Boyga’nın suratı çok komik baksana, beni güldürüyor bu surat.” Poyrazali uyuyan Boyga’yı uyandırdı. Uyanan Boyga ilk önce kollarını yana açıp iyice gerindi.

“Amma uyumuşum ha. Eyvah eyvah siz beni uyandırdığınıza göre ateş sönmüş olmalı.” diyerek  yerinden fırladı. Doğruca odunluğa giderek bir kucak dolusu odun alıp ocağa gitti. Odunları ocağa bir güzel dizdikten sonra üzerini aramaya başladı. Telaşla;

“Kibritiniz var mı, benimkini bulamıyorum?”

Ben hemen kibritimi Boyga’ya uzatıyorum.

“Al bakalım kibriti.”

“Sağ ol Urim Baba.” diyerek kibriti aldı. (Artık beni tanımalarına şaşırmıyorum) Kibrit kutusunu açtı, içinden bir kibrit çöpü çıkarıp yaktı. Yanan kibrit çöpünü odunların içine koyup çırayı tutuşturdu. Odunlar yanmaya başladı ve ortalık aydınlandı birden bire. Odunlar iyice tutuşunca birkaç odun daha ateşe attı. Alevler büyüdükçe büyüdü. Boyga sürekli odun atarak ateşi iyice büyütünce yıldız parlamaya başladı sonunda.

“Dün akşam masalcı Esmavi buradaydı. Bana masal anlatmaya başladı, sesi o kadar tatlıydı. Bir de çok güzel masal anlatıyordu ki gözlerim kapanıp uykuya dalmışım. Anlattığı masal benim derin uyumama neden olmuş. O yüzden odunlar bitince ateş sönmüş. Babam Güral Kralım kızmıştır herhalde.”

“Hayır, kızgın değildi ama endişeliydi. Neyse bir daha uyuma da gök yüzü karışmasın.” dedi Poyrazali.

Poyrazali;

“Hadi gidelim Urim Baba, biraz salıncakta sallanalım. Büyük ayı takım yıldızının sap kısmındaki iki yıldız yan yana duruyor. Alioth ve Mizar, burada lunapark kuruluyor her bahar ayı başlangıcında. Gidip biraz sallanalım. Hoşuna gidecek.”

Poyrazali bisiklete binince bir pedal boyu uzaklıktaki Alioth ve Mizar çift yıldızına vardık. Mizar yıldızınca büyük bir lunapark kurulmuş. Ortalık rengarenk lambaların ışıkları ile parıldıyor panayır alanı gibi. Bisikleti bir kenara park ediyorum. Doğru salıncaklara, birine Poyrazali, diğerine ben biniyorum. Başlıyoruz sallanmaya, salıncağın ipi o kadar uzun ki sallandıkça diğer yıldız olan Alioth yıldızına kadar ulaşıyoruz. Alioth yıldızında da lunapark kurulmuş buradaki gibi. Ortalık renkli ışıklarla parıldıyor. Burada da salıncaklarda sallananlar Mizar yıldızına kadar ulaşıyor. İki taraftan da sallanalar birbirine çarpmadan gidip geliyorlar. Sallandıkça çığlıklar atılıyor. Biz de çığlıklar atarak sallanıyoruz çocuklar gibi. Hiç büyümeyen Poyrazali zaten çocuk. Ben de ona ayak uydurup çocuklar gibi eğleniyorum. Salıncaktan inip kaydıraklara gittik. Kaydırakların ucu bucağı görünmüyor. Kaydırağın en tepesine çıkıp kendimizi bırakıyoruz çığlık çığlığa. Sanki kayan yıldızlara benziyoruz. Kayarken arkamızdan beyaz bir ışık çıkıyor. Herhalde Dünyadakiler bizi kayan yıldız olarak görüyorlardır.

“Şimdi de dans edelim Urim Baba” diyen Poyrazali beni elimden tutup dans salonuna götürdü. Dans salonunda çocuklar çılgınca dans ediyorlardı müziğin ritmine göre. Poyrazali müziğin ritmine bıraktı dans ederek. Müzikte öyle bir ritim vardı ki insanı büyülüyor adeta. Ben de ritme ayak uydurup dans etmeye başladım. Herkes çocuk olunca aralarında en uzun boylusu benim. Böyle olunca çocuklar etrafımı sarıp birlikte dans ediyoruz. İçimizdeki bütün kurtları döktük dans ederek. Diğer yıldızlardakiler bizim dansımızı izliyorlar. İnsan arada sırada, hatta sık sık dans etmeli. Etmeli ki hem hareket oluyor tüm vücutta hem de biriken kurtlar dökülüyor.

“Dans etmesini bilmeyenler yaşamı anlayamamışlardır”

Alioth ve Mizar çift yıldızının Kraliçesi Alkım yanımıza gelerek;

“İyi eğleniyor musunuz Poyrazali? Senin de eğlendiğini fark ediyorum Urim Baba. Masalcı Esmavi’yi aradığınızı duydum. O şu anda Çoban takım yıldızında ki Arcturus yıldızında. Orada çoban Dumrul var. Onlara selamımı iletirsiniz.”

“Masalcı Esmavi oradan ayrılmadan gidelim Urim Baba” diyerek bisiklete atladı Poyrazali. Pedala bastım, hemen solumuzda fazla uzak olmayan Çoban takım yıldızına vardık. Uzak olsa da fark etmez, aynı zamanda varmamız olası. Dumrul koyunlarını otlatıyordu çayırda. Yanına vardık. Dumrul;

“Hoş geldin Poyrazali, hoş geldin Urim Baba. Masalcı Esmavi içerde süt kaynatıyor. Hadi gidin biraz süt için. İçeri girdik, Masalcı Esmavi süt dolu kazanı büyük tahta kaşıkla sürekli karıştırıyordu dibi tutup taşmasın diye. Bir yandan da türkü mırıldanıyordu.

“Manastırın ortasında

Var bir çeşme,

Aman çeşme

Canım çeşme

Dimetoka kızları

Hepsi de seçme

Biz çalar oynarız”

Sesi de süt gibi tatlıydı. İçeriye girdiğimizi fark eden Masalcı Esmavi Poyrazali ve beni görünce tencereyi karıştırdığı tahta kaşığı bıraktı. Yanımıza gelerek ilk önce Poyrazali’yi kucağına alıp yanaklarından öptü. Sonra bana sarılarak;

“Hoş geldiniz, Urim Baba sen de hoş geldin, seni hangi rüzgar buralara attı?”

“Hoş bulduk Esmavi, rüzgar değil de hayal ediyorum sadece. Senin de buralarda olduğunu öğrenince yanına gelelim dedik. Hem seni de arıyordu Poyrazali.”

“Ne oldu? Poyrazali beni neden arasın ki?” Poyrazali cevap verdi;

“Mergez yıldızındaki Boyga uyuyup kalmış ve ocak sönmüş. Ocak sönünce yıldızın ışığı kaybolmuş. Böyle olunca insanlar Dünyada yönünü bulamaz olmuşlar. Senin Boyga’ya masal anlattığını söyledi. Masal sonunda uyuyup kalmış. Bu yüzden ocak sönmüş. Seni uyarmaya geldik. Bir daha masalı anlattıktan sonra bir süre orda kal ki masalı anlattığın kişi uyuyup kalmasın.”

“Öyle mi!, üzüldüm buna. Söz bir daha olmaz, masalı anlattıktan sonra kalırım bir süre daha. merak etmeyin. Bu gece Dumrul’a da masal anlatacağım. Kalın bu gece, masalı da dinlersiniz.” Poyrazali;

“Olur kalalım Urim Baba, masal dinleyelim bu akşam. Zamanın var mı?”

“Hayal ettiğinde zamanın önemi kalmaz. Bende zaman çok. Hem Masalcı Esmavi’yi de dinlemeyeli epey olmuş. Yıllar önce kahve yaptığım yer olan İnciraltı kent ormanında, Çakalburnunda bize masal anlatmıştı. Anlattığı masal da benim için yazdığı Kahve Tanrıçası Elena masalıydı.”

Biz Masalcı Esmavi ile konuşurken Dumrul elinde bir tabak dolusu üzüm ile girdi. üzümlerin üzerindeki su damlaları hala duruyordu. Tabağı masanın üzerine bırakıp;

“Hadi gelin taze üzümleri yiyelim.” diye davet etti. Hep birlikte masadaki taburelere oturduk. Kütür kütür olan üzümleri tane tane yemeye başladık. Bir tabak üzüm bir çırpıda bitti. Tadı o kadar lezzetliydi ki!

Akşam olunca Dumrul yedi kucak dolusu odunu getirip ocağın başına istifledi.

“Bu bize sabaha kadar yeter.”

Ben yerdeki mindere oturdum, Poyrazali yanıma uzanıp başını dizime koydu. Dumrul taburesini alıp duvar dibinde oturdu. Masalcı Esmavi masal örtüsünü yere serip üstüne de çeşitli eşyaları yerleştirip baş ucuna bağdaş kurup oturdu.

Başladı masal anlatmaya, sesi o kadar tatlıydı ki anlatırken masalın içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum. Masalın sonlarına doğru dizimdeki sarı saçlı Poyrazali’nin başını okşarken uyuyup kaldığını gördüm. Kucaklayıp hemen yanıma yatırdım. Üzerine de çarşaf ile örtünce masal da bitti. Yediğimiz üzümlerin etkisi olacak hiç uykumuz yok. Zaten hayalde uyumak diye bir şey olmadığını biliyorum. Sabaha kadar sohbet ettik. Poyrazali henüz çocuk ve büyümeye hiç niyeti yok. Onun uyumaya ihtiyacı var.

Sabah olunca uykusunu alan Poyrazali uyandı.

“Günaydın Urim Baba, günaydın Masalcı Esmavi, günaydın Dumrul” Biz de hep birlikte;

“Günaydın Poyrazali, kendin uyandığın için uykunu almış olmalısın!”

“Evet Urim Baba, bu gece de büyümedim, ne güzel. Büyümek te istemiyorum, büyürsem hayallerimi yitiririm. Bak sen büyüdüğün halde hayal görüyorsun. Demek ki hala çocuksun benim gibi. Çocuk olmazsan hayallerinin peşine gitmeye cesaret edemezsin. Bu gün seni gezdireyim. Pegasus’a binip tüm takım yıldızlarını gezelim olur mu?”

Neden olmasın ki! hayalimde Pegasus kanatlı ata binmek vardı. Sayende onu da gerçekleştireceğim için sevinçliyim. Hadi Dumrul ile vedalaşıp yola çıkalım. Sen bana yolu gösterirsin.”

Tam Dumrul ile vedalaşacakken Dumrul elinde iki bardak dolusu sütü uzatıp;

“İlk önce şu bardakları bitirin bakalım. Ondan sonra yola çıkabilirsiniz.” Bize uzatılan bu ikramı geri çevirmek olmazdı. Bardakları alıp içiyoruz. Tadı nefis, ayrıca biraz soğuktu. Zaten sütü soğuk içmek daha faydalı bence. Sütü içip bitirdikten sonra Poyrazali’nin dudaklarında süt izi kaldığını görünce;

“Haahhha haa Poyrazali beyaz bıyıkların olmuş” diyerek güldüm.

“Sanki sende beyaz bıyık olmamış gibi ne gülüyorsun ki, aynaya baksana.” diye cevap verince bisikletimdeki aynaya bakıyorum, benim de sütten beyaz bıyıklarım olduğunu gördüm. Süt bıyıklarımızı silmiyoruz, öyle kalsın deyip Dumrul ve Masalcı Esmavi ile vedalaşıyoruz;

“Hoşça kal Dumrul, süt için teşekkürler, hoşça kal Masalcı Esmavi, anlattığın masal için teşekkürler” diyerek el salladık. Bisiklete binince onlar da;

“Güle güle, yolunuz ve hayalleriniz açık olsun” diye uğurladılar. Böylece yola çıktık. Poyrazali bana yolu gösterdi, Pegasus takım yıldızına bir anda ulaştık. Bisikleti kenara park edip Pegasus’a bindik. Poyrazali Pegasus’a;

“Hadi bizi gezdir bakalım. Bütün takım yıldızları görmek istiyoruz”

Pegasus hiç bir şey demeden dev gibi kanatlarını açıp uçmaya başladı. Hemen yakın olan Balık burcu olan Pisces takım yıldızına vardık.

“Urim Baba bak Pisces takım yıldızı”

“Hadi ya ben de Balık burcunda doğmuşum. İlk olarak Balık burcunu görmem şansıma” diye cevap verdim. Sonra gelen burçları tek tek önünden geçiyoruz. Balık burcun olan Pisces’ten sonra Kova burcu; Aquarius, ardından Oğlak; Capricorn, Yay; Sagittarius, Akrep; Scorpio, Terazi; Libra, Başak; Virgo, Aslan; Leo, Yengeç; Cancer, İkizler; Gemin, Boğa; Taurus, Ve son burç Koç; Aries. Hepsi de birbirinden güzel, tam 12 tane Burcu bir çırpıda dolaştık.

Burçlar sınıfına girmeyen diğer takım yıldızların yanından da geçiyoruz. Kahraman takım yıldızı; Perseus, Herakles, Çalgı, Kartal takım yıldızlarını yanından geçerken izledik.

“Urim Baba bak yanımızda Kuğu takım yıldızı; Cygnus geçiyor kanatlarını açmış. Önünde de Kartal takım yıldızı; Aquila avını arıyor. Şu köpeklere baksana koşuyorlar ama bir türlü avını yakalamıyorlar nedense. Olduğu yerde sayıyorlar. Bu köpeklerin sahibi Avcı takım yıldızını görüyor musun Hani belinde yıldızlardan oluşmuş kemeri olan”

“Evet görüyorum” diye cevap verdim.

“İşte bu avcı ve iki köpeği bir türlü av yakalayamıyorlar. Baksana önlerinde tavşan korkmadan gezebiliyor. Tanrılar bu avcıya böyle bir ceza vermişler. Hiç bir av vurup yakalamasın diye”

Bu arada Samanyolunu da gördük. Sanki birisi elinde süpürge Samanyolunu süpürüyor sanki. Poyrazali’ye;

“Poyrazali sanki birisi süpürgesi ile samanyolunu süpürüyor.”

“Ha o mu, o her gece, sabaha kadar Samanyolunu süpüren Seren. Sabah olunca da kulübesine çekilir. Gündüz yine ortalık samanla dolar ve geceleri Seren eline süpürgeyi alır başlar süpürmeye. Çok temiz ve titiz bir adamdır. Ortalığı dağınık ve pis olarak görmek istemez.”

Tüm takım yıldızlarını gezdikten sonra Pegasus bisikletin olduğu yere geldi. Poyrazali ve ben inip teşekkür ediyoruz Pegasus’a bizi gezdirdiği için. Bisiklete binip doğru Kral takım yıldızına vardık. Demir Kral bizi karşıladı;

“Hoş geldiniz Urim Baba, sorunları hallettiğiniz için teşekkür ederim. Hoş geldin oğlum” diyerek Poyrazali’yi kucağına alıp öptü yanaklarından. Baba, oğul kucaklaşmasını izliyorum. Demir Kral;

“Nasıl Poyrazali büyümeye karar verdi mi?” diye sorunca, ben cevap veriyorum Demir Krala.

“Hayır, bence büyümesin Poyrazali. Eğer büyürse hayalleri gerçekleşemez. Bırak hayallerinde çocuk olarak kalsın. Baksana ben bile hayallerim sayesinde buralara kadar gelip dolaştım. Demek ki ben de hala bir çocuğum. Eğer çocuk olmasaydım cesaret edip yola çıkamazdım. Hem Poyrazali bana bütün Takım yıldızları öğretti, bana rehberlik etti. Ne tesadüftür ki Masalcı Esmavi ile karşılaştık. Bize güzel bir masal da anlattı.”

Dedikten sonra sanki hava soğudu gibi, beyaz kar taneleri yağmaya başladı. Kral takım yıldızı biraz kuzeyde kalıyor. Bahar ayında olsak ta henüz kış etkisini gösteriyor kuzey bölgelerde. Birden bire üşümeye başladım. Hava ne kadar da soğudu. Kar yağışı iyice arttı ve lapa lapa yağmaya başladı. Ne kadar soğuk bir yıldızmış burası diye düşünüyorum.

Birden uyanıyorum, üzerimi örtmeden öylece yıldızlara bakarken uyuya kalmışım. Gecenin serinliği iyice artınca üşümüşüm, böylece gördüğüm güzel düşten uyanmış oldum. Soğuktan kaskatı olmuş olan vücudumu kımıldatamıyorum bile. Uyanınca kan akışı damarlarımda hızlanmaya başladı. İlk önce ellerimle vücudumun her yerini iyice ovalayıp biraz ısınınca yavaşça doğruldum yattığım yerden. Hava karanlık olmasına rağmen etrafımı görebiliyorum. Tüm gök yüzü yıldızlarla kaplıydı. Gözlerim karanlığa iyice alıştı. Az ileri giderek ufak su döktüm. Çadırıma gelip yere serdiğim matı alıp çadırın içine seriyorum. Uyku tulumunu da açıp içine girerek uyumaya başladım tatlı düşlere ve gördüğüm rüyayı düşünerek.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 75 Kilometre civarı

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Kano Yapımı 2

Kano nasıl yapılır?

2. Proje

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Merhaba dedim denize

Uçsuz, bucaksız

Sonunda

Sonunda kavuşuyorum

Sana

Aşuk’un Maşuk’a kavuştuğu gibi

Az kaldı, bitecek hasretlik

Az kaldı

Merhaba dedim

Denize

Merhaba

Urim Baba’CAN Temmuz 2022

 

Öne çıkmış olan görsel, Gemi dümeni, ortasında gemi çapası. Dümenin üstünde kuş tüyü, altı siyah, üstü beyaz. İki çentikli. Sağda kahve cezvesi. Altında Kaptan Urim Baba yazıyor

WhatsApp Image 2021-06-26 at 13.14.39

Kano yapım aşamaları biraz geç oluyor. Nedeni ise biraz ekonomik, biraz da zaman. Zaman demişken aklıma denizcilerin bir sözü gelir;

“Denizin şakası yoktur”

O yüzden acelem yok. Deniz şakaya gelmediği için iyi düşünüp, kano yapımı için gerekli olan bilgileri, malzemeleri, yapım teknikleri ne varsa toplamaya devam ediyorum. Daha önceki yazıp yayınladığım Kano yapımı 1 projesini beğenmeyip yelken dünyasından Bahadır Eği tarafından paylaşılan bir videoda gördüklerim beni yeni bir proje yapmaya sürükledi. Her ne kadar videoda kano yapımı için gerekli bilgiler paylaşılmasa da hızlandırılmış yapım aşaması kafama yatmıştı. Video linkini aşağıda paylaşıyorum. Belki de siz de yapabilirsiniz.

https://youtu.be/VCkARrO_iEc

İlk yaptığım projedeki mukavvaları kesip parçalıyorum dilim dilim. Tezgah temizleniyor ve yapım aşamasına hazır. İlk projeden kalan 6 tane kartonu kullanacağım. Tezgah boş halde uzunlamasına 5 metre kadar çatı altında.

IMG_20210321_155443

Mukavvaları yan yana diziyorum. Mukavva ölçüleri 50 X 100 santim boyutlarında. 50 santimlik enleri yan yana koyunca 100 X 300 santimlik bir plaka elde etmiş oluyorum. Normalde kanoyu yapacağım konrtaplak ölçüleri 122 X 250 santim, 2 plakayı yan yana koyunca 122 X 500 santimlik ölçülerde olacak. Kano yapımını görebilmek için bana şimdilik 100 X 300 santimlik ölçü yeter. Haliyle yapacağım kano mukavvadan, denizde yüzer ama ıslanınca batar. Hem sonra çatıdan nasıl çıkaracağım değil mi? Bazı kişiler merak edip sormuştu yapım aşamasında; “Kanoyu bu çatıdan nasıl çıkaracaksın?” diye. Ben de onlara şu cevabı veriyorum; “Meslek sırrı”

IMG_20210321_160144

Mukavvaları enine 15 santimlik mukavva ile yapıştırıyorum tutkal ile. Matbaacı arkadaşım Baattin Şimşek bana en iyi yapıştırma tutkal ile olduğunu söylemişti. Ne de olsa mesleği icabı biliyor. Kano kabuğunu oluşturmak için gerekli olan kayış ve tutucu mandalları aldım. Kayış 50 metrelik top halinde. Kayışları 3 Metre, 14 adet kesiyorum. Bunları kayış tutucu mandallara diktiriyorum bir ayakkabıcıda. Tezgahın üstünde 14 tane gergi kayışı.

IMG_20210331_160007

Hazır olan 100 X 300 santimlik mukavva tezgahta. İlk önce kabuk haline dönüşmesi için yanlardan yarıklar açıyorum 30 santimlik. Gövdenin her iki yanında açılan yarıklar görülüyor. Bu yarıkları birleştirmek için baş ve kıç tarafına yüksek destek koyunca birleştirilmesi kolaylaşıyor.

IMG_20220118_121048

Kıç kısmında alttan destek tahtası görünüyor.

IMG_20220118_121101

Ve sonunda işkence başlıyor. Aralıklarla gergi kayışlarını sıralayıp ilk gergileri oluşturunca kabuk oluşmaya başlıyor.

IMG_20220118_124608

Kayışları azar azar, tek tek geriyorum sırayla. Birini biraz gerince yanındaki bollaşıyor. Bollaşanı gerince yandaki bollaşıyor. Böylece sırayla gere gere kanonun yanları dikleşiyor ve kabuk meydana çıkmış oluyor.

IMG_20220118_125437

Küpeşte için çıtalar kesip hazırlıyorum 3 metre kadar. Gövdenin yanlarına, içten ve dıştan çıtaları çakıyorum çivi tabancası ile. Orta kısımlarda kayışlar hala gergin.

IMG_20220119_132144

İki yana da küpeşte çıtalarını çakınca kano gövdesi şekle giriyor. Aralıklarla üç tane gergi tahtası çakıp gövde yanlarının açılmasını önlemiş oldum. Kıç tarafına da altı 10 santim, üstü 22 santim ayna tahtasını sabitliyorum. Buraya dümen palasını koyacağım.

IMG_20220119_143242

Ön kısmını da birleştirip kağıt bant ile yapıştırıp sabitliyorum.

IMG_20220119_143318

Yelken direği için çatıya göre boyunu ayarlayıp sabitliyorum kanonun içine.

IMG_20220119_154024

Yelken bezini de kağıttan yapacağım. Arkadaşım Erkan Kökten grafik olarak yaptığı logoyu el yordamı ile yelkene kurşun kalem ile çiziyorum.

IMG_20220121_201107

Yelken hazır, üçken biçiminde olan yelkene basacağım logo şöyle. Gemi çarkı, üstünde siyah tüy, ucu beyaz, çark ile tüyün birleştiği yerde sapı olan kahve cezvesi. Altında da Kaptan Urim Baba yazılı. Direk tarafına gelecek olan yere yanlamasına, üstte J – 1973 yazılı.

IMG_20220121_222200

Yelkeni direğe sabitliyorum zımba ile. Aynı logoyu A4 kağıda basılı halde gövdenin önüne yapıştırdım.

IMG_20220122_114435

Kano gövdesi hazır, sıra geldi dümeni yapmaya. Bodrumdaki atölyemde Dümen için hazırladığım 2 santim aralıklı yarık ve demir menteşeler. Dümen palasını da suntadan kesiyorum.

IMG_20220122_123942

Ayna tahtasına erkek menteşeyi sabitledim, dümen palasının içine girdiği 2 santimlik gövdeye de menteşenin dişi kısmını taktım. Dümen hazır durumda mengeneye bağlı. Gövdenin belli yerine civata takıyorum pala ile birlikte. Pala buradan aşağı – yukarı hareket edecek. Palanın üst kısmına da yekeyi en uca bir civata takıyorum. Pala da buradaki civata ile yukarı – aşağı hareket edecek yeke ile. Dümen palası, gövdesi ile sağa – sola, pala da yukarı – aşağı hareket edecek şekilde hazır.

IMG_20220124_125051

Hazırladığım dümen sistemini getirip kanonun kıç kısmındaki aynaya sabitledim. Dümen yekesi yukarıda. Pala kanonun gövdesinin altına doğru yarım metre kadar sarkmış durumda. Yeke yetişebileceğim yere kadar uzun.

IMG_20220124_131546

Dümen mekanizması tam istediğim gibi oldu. Yelkeni açtığımda palayı aşağı indirip yeke yardımı ile sudaki pala kanoyu yönlendirecek. Rüzgar kesilip yelkeni toplayınca dümen palasını yukarı kaldırıp sudan kurtarıyorum. Böylece kürek çekmeye başlayabilirim. Pala yukarıda olduğu halde çekiyorum resmini.

IMG_20220124_131718

Kano gövdesi dar ve uzun olacağı için ayağa kalkıp hareket etme olasılığı neredeyse yok gibi. Onun için denizde seyir halindeyken hareketler kısıtlı olacağı için yelkeni toplayıp açmak için bir çare düşünmek gerek. Yaptığım araştırmalar ve düşünüp taşındıktan sonra aklıma bir fikir geldi. İpli ve makaralı sistem. Yelken direğini döndürecek proje. Bunu uygulamak için ilk öce suntalardan bir gövde yapıyorum. 5 Tarafı kapalı bir sandık yaptım. Bu kano gövdesi olacak. Sadece yan kısmı açık durumda. Hazırladığım sandık tezgah üstünde.

IMG_20220315_130903

Bodrumdaki atölyede makaraları hazırlayacağım. İlk önce tahtadan yapayım dedim ama tahtanın kırılma olasılığı var. Daha önce tekerlek yapmıştım tahtadan ve kırılmıştı. Bunun için en uygunu konrtaplak. Marangozların büyük delik delmek için kullandığı punç testere ile yuvarlak kesiyorum kontraplaktan. Kontraplak 6 milim, 3 tane yuvarlak kontraplak tekerleği yapıştırdım. Ortası delik olan yere civata takıp matkap ucuna sıkıyorum. Mengeneye küçük, 6 milim kalınlığında yuvarlak eğeyi sıkıştırdım. Eğe sabit, matkap ucunda dönen tekerlek eğeye sürterek yarık meydana getiriyorum. Matkabın dönüş yönü sağa olunca mandren açıyor. O yüzden sola dönüş yönüne çevirince rahatça işi hallediyorum.

IMG_20220316_113923

Makaralar hazır, orta deliğine iç çapı 6 milim boru çakıyorum. Makaranın yarıkları ip kalınlığında. İki makara yan yana sandık içinde.

IMG_20220316_121132

Hazırladığım sandık içinde, tabana yelken direğinin yuvasını delip hazırladım. Yelken direğinin alt kısmı yuva içinde dönecek.

IMG_20220316_121220

Sandığın üst kısmına da direk genişliğinde delik deliyorum. Yelken direğini delikten geçirip alttaki yuvaya yerleştirdim. İki makara da yanda duruyor.

IMG_20220316_121238

Sandığın iç kısmında direk takılı durumda dik olarak duruyor. Tabandaki yuvada ucu olan direk rahatça dönecek durumda. Üst tabla kenarlarına makaraları civata ile sabitledim.

Uzun bir ipi sağdaki makaradan geçirip yelken direğine bir tur doladım. Devamında soldaki makaradan geçiriyorum. İpin iki ucu elimde, sağdaki ipi çekince direğe dolanık olan ip direği döndürüyor. Tersine çekince de diğer yöne dönüyor. İstediğim şekilde basit mekanizma gayet iyi çalışıyor. Böylece kanoda yerimden kalkmadan yelkeni açıp kapatabilirim.

IMG_20220316_140105

Sonunda projem bitti, yelkenli kano yapımı istediğim gibi oldu ve gerekli yapım ölçülerini not alıp hafızama iyice yerleştirdim. Yelkenli kanoya ne gerek? Elbette Rüzgar, Rüzgar olmadan kano nasıl gidecek değil mi? Okulların ara tatilinde karnesini alıp babasının yanına gelen Rüzgar kanoyu merak etmiş. Rüzgar  babası ile geldi ve kanonun içine bindiriyoruz. Rüzgar önde, yelkene gerekli olan rüzgarı sağlayacak. Ben de arkada, ayaktayım. Arkadaşım Erkan, yani Rüzgar’ın babası bizi elimizde kürekler, yelkeni açmış halde çekiyor. Yelkeni açmış, elimizde kürekler hayallerde denizde gidiyoruz. Rüzgarın sesi kulaklarımıza geliyor, köpüklü dalgaları yara yara ilerliyoruz denizde. Sonunda hayallerimize kavuştuk, yaşasın. Elimizdeki küreklerin sapı lacivert, palası sarı renkte.

WhatsApp Image 2022-01-24 at 17.06.32

RÜZGAR

Penceremin perdesini
Havalandıran rüzgar
Denizleri köpük köpük
Dalgalandıran rüzgar
Gir içeri usul usul
Beni bu dertten kurtar
Yabancısın buralara
Nerelerden geliyorsun
Otur dinlen başucuma
Belli ki çok yorulmuşsun
Bana esmeyi anlat
Bana sevmeyi anlat
Bana esmeyi anlat
Esip geçmeyi anlat
Anlat ki çözülsün dilim
Ben rüzgarım demeliyim
Rüzgarlığı anlat bana
Senin gibi esmeliyim

Söz-Müzik: İlhan Şeşen

Rüzgar ile denizde dolanıyoruz dört bucağı, korsanlardan Rüzgarın gücü ile kaçıyoruz. Rüzgar olmasa korsanlara yakalanacaktık. Artık geri dönme zamanı geldi. Rüzgar’ın babası merak etmesin diye tekrar yola çıktığımız çatının altına gelip yanaşıyoruz. Rüzgar da zafer işaretini veriyor resim çekilirken. Hani merak edenler oluyor ya? Kanoyu çatının içinden nasıl çıkaracaksın diye. İşte böyle! Hayallerimizde çatıdan çıkıp dolaşıyoruz engin denizlere yelken açarak.

WhatsApp Image 2022-01-24 at 17.06.33

Böylece kanoyu istediğim ve gördüğüm biçimde basit ve kolay biçimde yaptım. Proje kafama yattı. Artık projeyi hayata geçirmenin zamanı geldi. Yelkenli kano yapımı için gerekli malzemeleri almaya başlamalıyım. Esas olan kanoyu yapacak yeri ayarlamam. Komşunun çatısı üstü kapalı. Kanoyu orda yapmaya karar verdim. Kano projesi bittikten sonra çıtaları söküp mukavvaları da parça parça kesiyorum. Artık işe yaramazlar, çünkü yıprandı mukavvalar. Hazırladığım tezgahı da söküyorum. Artık kanoyu yapacağım yerde tekrar kurarım.

Böylece yelkenli kano yapım projesini sizlere elimden geldiği kadar anlattım. Gerçek kanoyu yaptıktan sonra yapım aşamalarını, deneyimlerimi sizlerle paylaşacağım. Herkes hayallerini gerçekleştirmeli. Benim hayalim de gerçekleşmek üzere! 1 adım kaldı şunun şurasında. Herkes kano yapabilir, yeter ki isteyin.

“Pruvanız Neta, rüzgarınız kolayına olsun”