Etiket arşivi: tire

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 2. Gün

 

26 Nisan 2016 Salı

Tire – Beydağ

(Görme Engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır.)

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, 1 Metrelik setten dökülen Küçük menderes nehri. Kıyılarını ot bürümüş, solda sıra halinde zeytin ağaçları.

Güzel bir günün sabahında uyanıyorum, çadırda uyumanın alışkanlığı kapalı yerde uyumaya benzemiyor. Etrafta rüzgar sesi, dal çıtırtısı, kuş sesi olmadan daha derin uykuya dalmanın keyfiyle kalkıyorum. Diğer arkadaşlar da yavaş yavaş kalkıp uyanmaya başladı. Yerde yatan arkadaşlar.

Yeni bir güne başlamanın heyecanı ile hemen eşyalarımı toparlayıp kıytırığa yüklemeye başladım. Arkadaşların hepsi uyandı ve onlar da eşyalarını toparlayıp bisikletlere yüklemeye başladı. Çadır kurmayınca öyle pek dağılmadık. O yüzden daha çabuk toparlanıp hazır hale geldik. Sabah kahvaltısını yine ev sahibi olarak Birol Önal getirecek. Böyle ev sahibine can kurban. Erkenden kalkıp kahvaltılık malzemelerini getirdikten sonra spor salonunun mutfak bölümünde çayı demledik. Hep birlikte neşe içinde kahvaltımızı yaparak bir güzel karnımızı doyurduk. Sevgili arkadaşımız Birol Önal’a tekrar çok teşekkürler. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı.

Artık hazır sayılırız, bizleri ağırlayan Tire belediyesinin spor müdürünü beklemeye başladık. Beklerken de salonun güvenlik görevlisi ile dışarıdaki masada oturup çay içtik.

Muşamba kaplı masa yanında iki sandalyeye oturmuş olarak güvenlik görevlisi ile poz veriyorum. Resmin üst kısmında sarı çerçeveli 4 pencerenin altı görünüyor. Sabahın serinliğinden üzerimde deri ceket var.

Aysel aramızdan ayrılacağı için vedalaşıyoruz. Üç kadın, Sevil, Aysel ve Figen resim çekiliyorlar.

Salon dışında bisikletleri yola çıkarmaya hazırlıyoruz.

Sevgili bisikletçi arkadaşımız Tireli Birol Önal. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı. Kendisine tekrar teşekkür ederek beraber resim çekiliyoruz yan yana. Birol’un üzerinde mavi bir yelek, koyu vişne tişort giymiş. Boynunda yakın gözlüklerini asmış durumda. Bıyıklı, saçlarını arkaya taramış. Benim üzerimde vişne rengi özel baskılı Az Bilinen Antik Kentler Turu yazılı tişortum. Başımda yeşil renkli buf. Arkamızda yol, park ve ağaçlar. Daha arkada beşer katlı apartmanlar.

Şimdi de yanıma sevgili Huysuz ihtiyarı alıyorum. Şerif Kılavuz ile tanışmamız çok uzun olmasa da çok iyi dostluğum var. Geçen yıl kalbine pil takıldı ama bu turu yapacak gücü olmadığından aramızdan ayrılacak. Aslında bu tura katılmak için çok hevesliydi, Suyun kaynağına yolculuk turu fikri oluştuktan sonra hazırlık yapmıştı aylar boyunca. Ama kalbi bizimle olmasına rağmen pil de olsa dayanacak gücü yok. Ne kadar üzülsem de Huysuz ihtiyarın sağlığı daha önemli benim için. Başka Şerif Kılavuz yok. Bisikletini Birol arabası ile ileride İzmir’e getirecek. Kendisi bu gün dolmuşa binip evine gidecek.

Beraber resim çekiliyoruz, Huysuz ihtiyar şapkasını takmış başına. Üzerinde güneş gözlüğü siperliğin. Üzerine polar siyah bir ceket. Ceketin sol üst köşesinde Ay Yıldız bayrağı kondurulmuş. Saçları ve sakalı uzamış durumda. Gülerek poz veriyoruz kameraya.

Aramızdan ayrılması gereken biri daha var Aysel Ataş. Az Bilinen Antik Kentler Turunda beraberdik. Suyun kaynağına yolculuk turuna da bizlerle devam edecekti ama acilen gitmesi gerektiğinden İzmir’e dönecek. Kendisini yıllarca tanırım, bisiklet konusunda elinden geleni yapmakta. CAT yani Cuma Akşamı Bisikletçileri derneğinin yönetiminde aktif olarak yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye bisiklet federasyonunda tek bayan olarak yönetim kurulunda bizleri temsil ediyor. Aramızda olduğu için teşekkür ediyorum kendisine.

Başında siperli şapkası, üzerinde CAT İzmir pedallarımın altında forması ile beraber resim çekiliyoruz.

Tire belediyesinin spor müdürü ve spor hocaları gelince tanışıp sohbet ediyoruz. Turumuzun amacını kısaca anlatıp bizleri misafir ettikleri için teşekkürlerimizi bildiriyoruz. Sonrasında binanın giriş merdivenlerinde kimisi ayakta kimisi merdiven basamağına oturup poz veriyorlar bana. Ben de resimlerini çekiyorum. Toplam 21 kişi kadraja sığdırdım kıytırığın çubuklarındaki Türk bayrağımla beraber.

Spor salonundan ayrılıp Birol Önal’ın güvenli bir deposuna bisikletleri bırakıp kilitledik. Bu gün günlerden Salı ve Tire’nin pazarı bu gün kuruluyor. Daha önce pazarın kurulduğu güne denk gelmemiştim. Şansımıza turumuzun 2. gününe pazar denk geldi. Tire’nin Salı pazarını gezeceğiz. Tam pazara geldik Tire belediyesinin her sokak başında bulunan hoparlörlerden Ahilik nasihati okunmaya başladı.

Ahilik Nasihatı

“Harama bakma,

haram yeme, haram içme.

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol.

Yalan Söyleme.

Büyüklerden önce söze başlama.

Kimseyi kandırma.

Kanaatkar ol,

dünya malına tamah etme,

yanlış ölçme , eksik tartma.

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini ,

hiddetli iken yumuşak davranmasını bil.

Kendin muhtaç iken bile

başkalarına verecek kadar

cömert ol.”

İzmir esnaf ve sanatkarları odalar birliği armalı Ahilik Nasihati çerçeve yapılıp duvara asılmış.

Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi Evran’dır. Ahi Evran’ın Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğduğunu asıl adı Nasirud-din Ebül-hakayık Mahmut El Hoy dur. Eğitimini tamamlayıp 1205 yılında Kayseri’ye gelerek deri dükkanı açmış. Aldığı iyi ahlaklı eğitimini zanaatı ile birleştirerek kendisi gibi esnafları örgütleyerek sivil topluk kuruluşu olarak Ahi’lik teşkilatını kurmuştur. Ahilik geleneği günümüzde de devam etmektedir. Bunun örneklerinden birisi olan eski mesleklerden Keçeci dükkanına giriyoruz hep birlikte.

Dörder kanatlı kapılı, iki bölüm olarak yapılmış ahşap kapı. Üst tarafı sabit çerçeveli buzlu camlı bölme. Alt taraftaki kapılar düz camlı. Askılara asılmış renkli örnekleri ile keçeler.

Keçe yapım ustası yerde dizleri üzerinde önündeki keçeye renkli desenler vermeye çalışıyor. Çalışırken de bizlere keçe hakkında bilgi de veriyor bu arada. Bizler de etrafında oturmuş onu dinliyoruz. Dükkanın içinde mafsallı makine, kenarlarda raflar. Raflarda renk renk boyalı keçe demetleri. Makinenin önünde rulo yapılmış keçe halı. Desenleme işi bitmiş, işi bitmiş makine de dövülmeyi bekliyor.

Keçe Yapımı

Hayvansal liflerden, genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur. Türk el sanatlarının en eski tekniklerden biri olan tepme keçecilik Orta Asya’dan 11. yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından diğer sanatlarla birlikte Anadolu’ya gelerek, günümüze kadar ulaşmıştır.

Türkçe’de, keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin, geçme-geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir.

Tepme keçe veya fabrikasyon olarak üretimi yapılan keçe yapımında, koyun yünü dışında tavşan yünü, deve yünü, tiftik ve keçi kılı kullanılmaktadır.

Yünün elle veya makinelerle atılarak, genellikle doğal yün renginin (beyaz, siyah, kahverengi) zeminde kullanıldığı, desenlerin ise sentetik boyalarla renklendirilen keçeler ile oluşturulduğu görülmektedir. Desenlerde çoğunlukla geometrik bezemelerle birlikte figürlü, doğadan stilize motifler de kullanılmaktadır.

Anadolu’da ki atölyelerde yörelere özgü desen, renk, motiflerle bezenen desenli veya desensiz olarak üretilen bu ürünlerin geçmişte kullanım yerleri ise benzer üretimlerle; yaygı, yolluk, seccade, yastık, eğer örtüleri, çadır, ev eşyası yapıldığı gibi kepenek, yelek, çizme, çorap, patik vb. giyim eşyası da yapılmaktadır.

Keçe yapımında, hammaddenin yeterli olmasına rağmen yoğun emek ve zaman harcayarak ürünler yapılmaktadır. Geçmiş dönemlere göre, keçenin kullanıldığı alanların sınırlı olması sebebiyle, Anadolu’da ki üretim atölyelerinin azaldığı bilinmektedir. Keçe Yapım atölyeleri, Afyon, Şanlıurfa, Konya, Balıkesir, İzmir, Kars, Erzurum’da daha yoğun olmak üzere birkaç ilde az da olsa hala devam etmektedir.

Günümüzde, modern evlerimizin süsü olarak da kullanılan keçe yapımında; yün önce temizlenir, rengine göre toplanır, ditme işleminden sonra hallaç tarafından tel tel ayrılır. Gerekli renk ve motifler hazırlandıktan sonra kalıplama verilen keçede kökboyası kullanılır. Kalıba dökülen keçe düzgünce dürülür, bir uçtan bir uca keçelere sarılır ve 3-4 kişi tarafından 30-40 dakika tepilerek dövülür. “Ten ile yoğrulmuş yün hamuru” denilen keçe, sabahtan akşama kadar tamamlanmazsa kalitesi düşer.

Keçe; yünden imal edilen bir çeşit yaygıdır. Bu yaygıyı (Keçeyi) üreten ve işleyene de “Keçeci” denir. Yüzyıllardan bu yana devam etmekte olan keçe kültürü bir tür el sanatıdır.

Her ne kadar teknolojik gelişmeler sonucu daha hızlı ve pratik fabrikasyon keçe üretimi mevcut olsa da, değerli olan el yapımı keçelerdir. Keçeler, ülkemizde hala el emeği olarak işlenmekte ve sunulmaktadır.

Türk Kültürüne Hizmet Vakfında gerçekleştirdiğimiz eğitimlerde ise, doğal yün ve işlenmiş yün bir arada kullanılarak tasarımlar yapılmaktadır.

Şal, fular, şapka, çanta, pano, ev ayakkabısı, dekoratif çiçek, yelek vb. modellerde, özellikle geleneksel motifli örnekler ağırlıklı tercih edilmekte olup, ilerleyen derslerde ise serbest tasarımlı çalışmalar yapılmaktadır. Keçe yapımı; atölye ve ev ortamında yün, zeytinyağlı sabun gibi doğal malzemelerle rahat çalışılabilen bir teknik olduğundan, öğrenciler özgün tasarımlarını, edindikleri bilgi ve beceriyle, ipek, şifon, triko vb. malzemeleri de kullanarak yapabilmektedir.

http://tkhv.org.tr/sanat-atolyeleri/kece-yapimi/

Keçe halı yapımında yere ilk önce naylon bir hasır halı seriliyor. Onun üzerine keçe olacak yünler serilip hangi desen verilecekse ilave başka renkte yünler konuyor. İşlem bittikçe başka bir naylon hasır üzerine konup rulo halinde sıkıştırılarak toplanıyor.

Resimde bir tarafta turuncu renkli yün serilmiş. Üzerine sarmaşık desenli kıvrılan yapraklı siyah renkli desen yapılmış. Desenlerin yanına da pembe renkli gül desenleri tek tek yapılıp kondurulmuş. Yanında da yeşil renkli yünler, aynı desen ve pembe güller, ama gül dallarının rengi mavi. Altta naylon hasır, yanda ise rulo olarak sarılmış duruyor. Burası da bitti mi rulo dövülmeye hazır hale gelecek.

Keçe döğme makinesi. Yanları demir iki ayak üzerinde iki mafsallı dövücü uzun ve kalın dikdörtgen demir. Mafsalların alt kısmında yay, demirde ise ayarlama için kollar konuşmuş. Keçe rulosuna baskıyı ayarlayabiliyor usta. Sağ tarafta elektrik motoru, kayışlarla başka bir kasnağı, oradan da kayışlarla mafsal milinde ki kasnağa bağlı. Mafsal mili iki tane U biçiminde mafsal yapılmış. Mafsal mili dönme hareketini aşağı – yukarı hareketine çeviriyor. Ayakların altında ise yan yana iki yuvarlak destek odunu. Rulo haline gelmiş keçe uzunlamasına buraya konuluyor. Yukarıdan inen dövme demiri vurduktan sonra yukarı kalkarken keçe rulosunu da bir taraftan çeviriyor. Çevirme işini de yukarıdaki mafsal milinin diğer tarafındaki kasnakta bakla zincir ile aşağıya kadar giderek destek silindirlerini çeviriyor.

Keçeci keçe işini anlatırken ben atölyenin diğer bölümlerine gidip inceleme yapıyorum. İçeride aletler, makineler var. Bunları incelerken bir makinenin üzerine konulmuş bir kepenek duruyor.

Keçe dövücü makinenin ayarlı yaylı mafsal kolu yakından çekişmiş resmi.

Yeşil renkli yünler düzgün biçimde naylon hasır halıya yerleştiriliyor. Dikdörtgen biçiminde kalın şerit halinde. Araları başka renk yün konulacak.

Kepenek giymiş birinin arkadan görünümü. Kim olduğu belli değil. Başlığını da kafasına geçirmiş, sanki beyaz bir hayalet gibi.

Yüzünü dönünce kepeneğin içinde beni görüyorsunuz. Kepeneği giyince olduğundan büyük görünüyorum. Başımın alından aşağısı, yüzüm ve yanda uzun saçlarım beyaz keçe üzerine dökülmüş durumda. Sadece tişörtümün az kısmı ve ayaklarım görünüyor. Ön kısımda sekizer yapraklı baklava desenli çiçek yapılmış her iki tarafa da. Dördü yeşil, dördü pembe renkte. Yanlar ve üst kısımda kenarları boydan boya kısa çubuk desenle süslenmiş. Kepenek gerçekten çok sıcak tutuyor, içinde iyice ısındım. Çobanlar boşuna giymiyor kepenek demek ki. Kepenek kolsuz, dikişsiz tüm vücudu saran kalın bir giysi.

Yünleri birbirine ilk etapta kaynaşmasını sağlayan beş çubuklu vuraç. Elle yün desenleri koyduktan sonra hafifçe vurarak dağılmadan birbirine yapışması sağlanıyor.

Rulo haline gelmiş naylon hasır halı, üzerinde beş çubuklu vuraç. Solda ise bitmek üzere olan desenli yün serilmiş.

Bundan bir yıl önce Ferdimen ile Denizli – Salda – Antalya -Mersin turuna başladım. Ben yolda gördüğüm paraları hiç bir zaman durup ta almam. Daha önceki deneyimlerimden yerde bulup aldığım paradan daha fazlasını kaybediyordum her zaman. Ferdimen ile bisiklet sürerken yolda para gördük ikimiz. Ferdimen durup parayı alarak yanında taşıdığı kesenin içine koydu. Bana da yolda bulursan al bana ver, kesenin içe koyup biriktiriyorum. Bu biriken paralarla da köylerden geçerken çocukları sevindirmek için, şekerleme, çikolata, dondurma yada gazoz alıyorum. O zaman ben de yerde gördüğüm parayı alıp cebime koymadan Ferdimen’e veriyordum. Aklıma bir yıl önceki olan bu olay gelince keçecide gördüğüm keçeden yapılma küçük ve tam aradığım para çantasını görünce satın aldım. Ferdimen bana kazandırdığı güzel alışkanlığın karşılığı için ona da bir kese alıp hediye olarak verdim. Artık bisikletle gezerken yolda gördüğüm paraları alıp bu kesede biriktireceğim. Zamanı gelince çocukları sevindirmek gerek.

Kesede sol üstte mavi renkli bir çiçek deseni ve kocaman yanakları iyice sarkmış siyah pörtlek gözlü baykuş.

Keçe dükkanının duvarında eski karo plakalarından yapılmış geometri desenli iki tablo duruyordu. Her karo değişik desenlerden oluşmuş. Karolar yan yana dört sıra halinde dizilerek güzel desenli bir çalışma ortaya çıkmış. Canım yer taşları her zaman ilgimi çekmiştir. Desenleri inanılmaz güzellikte. 19. Yüz yılda yapılmaya başlanan yer karoları avlular, balkonlar, ev içleri ve mutfaklarda bu yer taşları kullanılıyordu. Şimdi yerlerini seramik fayanslar aldı ama bu desenleri hiç veremiyor. Herhalde mat renkli oluşlarından olsa gerek bu kadar güzeller.

Yanında yine yer karo taşları var onun da resmini çekiyorum. Yer taş karolarının tarihini merak edenlere aşağıda linkini veriyorum.

http://www.karosiman.com/karosiman-karo-cini-tarihi-yer-karolari-istanbul-haber/devami/

Her ne kadar tarım makineleri modernleşip gelişse de Küçük Menderes havzası ve dağ köylerinde hala yük hayvanları kullanılıyor. Düz ovada motor kullanılıyor ama dağda ve yamaçlarda pek kullanışlı değil. O yüzden at ve eşek hem ulaşım aracı hem de yük aracı olarak kullanılmakta. Tire büyük kasaba olduğu için Salı günleri kurulan pazara gelen köylü yetiştirdiği ürünleri üçe beşe sattıktan sonra yük hayvanlarının ihtiyacı olan malzemeleri bu dükkandan alıyor. Burası semer, eyer, koşum takımları, boyunluk, ip, zincir satılan Semerci dükkanı.

Üzeri sarmaşık kaplı dükkan kapısından içerisindeki rengarenk koşum takımları, semerler, süs eşyaları görünmekte.

Tire Salı pazarında her şey görmek olası, evlerin arasında sokaklar pazar yerine dönmüş durumda. Herkesin yeri belli, kendine ayrılan yere tezgahını kurarak ürünlerini satıyor.

Sokakta pazar yeri, solda saksıda çiçek satan bir tezgah. Üzerine sokak eninde yarı geçirgen branda güneşlik olarak kapatılmış. Sağda ceviz, yeşillik satan tezgahlar. Sokağın ilerisinde pazar şemsiyeleri açık durumda. Pazar tezgahlarını dolaşan insanlar.

Yıllara meydan okuyan zanaatkarlardan yaşlı bir amca. Nalın yapıyor oturduğu tezgah başında. Tezgahı da kocaman bir ağaç kütüğü. Elinde nalıncı keseri durmadan kendine yontuyor. Hani bir deyim vardır halk arasında “Nalıncı keseri gibi kendine yontmak.” İşte o nalıncı ve keseri hala çalışmakta. Hani bazıları bir şey alırken, paylaşırken hep kendine daha çok pay eder ya arsızca. İşte durum bundan ibaret. Yok olmaya yüz tutmuş zanaatlardan birisi nalıncılık. Yanında çalışan çırak yada kalfa olmaması yaşlı ustayı derin düşüncelere salmış durumda. Belki de nalıncılığın buralardaki son temsilcisi. Usta öldükten sonra dükkanda nalın yapacak kimse kalmayınca yok olacak nalıncılık.

İki kepenkli, sadece üstte ağaç camekan var. Kapıları olmayan nalıncı dükkanı. Duvarlarda raf gibi çıtalar çakılarak ürettiği nalınları çıtalara asmış duvar boyunca. Nalınlar rengarenk boyalarla süslenmiş. İhtiyar nalıncı önünde kütük tezgahında çalışmakta. Oturduğu minderli alçak bir divan, önlüğü önünde nalınlara işlem yapıyor. Dükkanın önünde de yere tezgah açmış köylü kadını şişede zeytin yağı ve leğenlerde siyah ve yeşil zeytin satmakta. Kadın plastik meyve kasasına oturmuş, üzerinde mat ve soluk renkli elbise. Başlığı ile saçlarını örtmüş. Sanki kamuflaj elbisesi giymiş asker gibi. Baştan aşağı aynı desende soluk renkler. Arazide göremeyiz bu durumda giyinmiş kadını.

Tire kent müzesine giriyoruz hep birlikte. Müzeyi gezmeye başladık. Kare desenli tüylü halı örneği. Ortada ve kenarlarda taş baskı resimler basılmış hayvan figürleri.

Başka bir tezgahta eski çeyiz sandığına katlanıp konulmuş renkli baş örtüleri. Hepsi de işlemeli. Kapağı açık olan sandığın kapağının iç kısmına renkli pabuçlar dizilmiş 5 çift. Üst kısmına da baş örtüleri konulmuş. Sağda boncuk kolye tezgahında renkli boncuk kolyeler.

Başka bir çeyiz sandığının kapağı açılmış hali. Sandığın içinde bilezikler, renkli kolyeler, takılar. Kapakta beyaz kumaşa işlemeli baş örtüleri. Beyaz bez ayakkabılar. Kırmızı renkli iplikle dikilmiş. Ayakkabı bağcıkları da kırmızı renkte.

Biri beyaz bir kumaş üstüne sarı çiçekli, diğeri kırmızı kumaşa siyah çiçekli taş baskı örnekleri.

Zamanın ölçeklerinden bir örnek, eski dikiş makinesi ve yeni bilgisayarlı dikiş makinesi. Eski dikiş makinesinin kendi tezgahı var. Altta ayaklık ile ileri geri yaparak büyük bir kasnağı çevirerek kayış ile üst taraftaki makinenin başını kayışla döndürerek makinenin çalışmasını sağlanıyor. Yeni dikiş makinesi elektrik motoru ile çalıştığından tezgaha gerek yok. İstediğin yere koyup sadece motora hareket vereceğin pedal var o kadar.

Kibrit kutusu koleksiyonu Nuri Filiz adlı meraklı koleksiyoncu yıllarca kibrit kutularını biriktirip camekanın içine özenle yerleştirmiş. Sonra da müzeye armağan etmiş.

Camekan içinde hepsi birbirine benzemeyen rengarenk ve değişik ölçülerde kibrit kutuları.

Cam raflarda minik arabaların sergilendiği oyuncak arabalar, gıcır gıcır, rengarenk arabalar.

Başka bir kibrit koleksiyonu. Burada daha çok kibrit kutusu var ve sandık biçiminde kapaklı. Kapağın iç kısmına da kibrit kutuları konularak cam ile kapatılarak koruma altına alınmış.

Eski ağaç vestiyer, tam ortada orta boy bir ayna. Elbise asmak için üstte ve yanlarda askılıklar. Üstte süslü kadın başlıkları asılmış. Yanlara da kadın çantaları. Bir ceket yanda en alta asılmış duruyor. Orta kısımda yuvarlak bir oklava gibi askılık. Buraya da bir şemsiye ve baston asılı durumda. Yerde ön kısımda dama masası, üzerinde iki değişik transistörlü radyo. Önünde de renkli kutular. Sol tarafta arkalıksız oturak, sağ tarafta sandalye. İkisi de oturacak yerleri hasır dokunmuş.

Ahşap iki kanatlı bir kapı. Üstleri Arapça harflerine benzer desenler oyulmuş. Alt kısımlar ise bir yandan bir yana yana, aşağı oyulu paralel iki çizgi şeklinde.

Camekan içinde uzun namlulu av tüfekleri.

Eski bir tahta sandığın iç kısmı oturulacak şekilde sünger kaplanmış, arkalık ta sandığın kapağı içi süngerli döşeme kaplanarak oturulacak bir nesne yapmışlar. Rengi yeşil. Müze olunca gezenler yorulup oturmaya başlayınca uyarı yazısı döşemenin üzerine yazılmış oturulmasın diye. Yazı bir kaç dilde yazılmış.

Abdestlik yazan bakır bir imbik alt tabağı ile birlikte.

Yanlarda değişik boyutlarda üç körüğü olan, alt kısmı dar, üste doğru genişleyen boru. Her körük için çevirme kolu. Kolu çevirdikçe borudan tiz ses çıkmakta. Bu eskiden itfaiye de kullanılan siren.

Kocaman cam damacana. 50 Litrelik olan bu damacana iki sapı olan sepetin içine konulmuş. Hem dış darbelerden hem de kolayca taşınabilsin diye Bu damacana yağ saklama kabı olarak hala kullanılmakta.

Üç kişilik oturma yeri, ince işçilik ağaç işleri ile yapılı. Oturma yerleri ve arkalıkları ince çubuklarla yapılmış zarif bir sanat eseri. Oturulmasın diye uyarı yazısı buraya da konulmuş.

Ortada bakır bir mangal üstü kapaklı. Yanlarda da mavi renkli şişeli iki nargile.

Silindir uzun döküm ve tuğlalı yeşil emaye odun sobası. Sanki hiç kullanılmamış gibi parlak emaye göz kamaştırıyor. Ön kısmında sobayı yapan firmanın markası var. Perla markası ayrıca döküm yazı plakası olarak konulmuş. Alta odun konma yeri ve küllük olarak iki kapağı var. Parlatılmış nikelaj ile kaplanmış. Sobanın altında kenarları işlemeli metal altlık, maşayı koymak için kenarda destek askı ve bir maşa.

Kaziroğlu (Cazir) Cami Alemi. Minarelerin tepesine takılan Alem koruma amaçlı sökülerek bakımı yapıldıktan sonra müzede sergileniyor. Alem’in tepesinde damla içinde bir servi ağacı konulmuş. Aşağı doğru boru biçiminde sap kısmına üç tane küre dizili. Küreler aşağı indikçe büyütülmüş.

Yeşil boyalı raptiye başlı çivilerle desen yapılmış çeyiz sandığı. Sandığın kapağı kapalı. Sadece birkaç ipek ve peştemal dışarıya doğru sarkıtılmış. Sandığın yanında da küçük, ayaklı döküm odun sobası duruyor.

Döküm odun sobası derinlemesine dikdörtgen biçiminde. Üstte kapağı, boru çıkış deliği var. Altta ise ateş kapağının altında balkon  çıkıntısı yapılmış. Kül ve ateş yere düşmesin diye. Dört ayağı 25 cm yerden sobayı havaya kaldırmış.

Camlı bölmede Kuran-ı Kerim kitabı rahlede ortasından açılmış durumda. Kuran görünüşe göre çok eski, rahle de öyle.

Dolap ve çekmece tutacakları koleksiyonu cam bölme içinde sergilenmiş. Yuvarlak seramik, ortası delik renkli koleksiyon yılların birikimi olsa gerek.

Tezgahı ile birlikte dikiş makinesi. Makinenin koruyucu kapağı da yanında duruyor.

Başka bir yerde terzi dükkanında dikiş makinesi ve ütüler sergilenmiş. Ütülerin kimisi elektrikli kimisi de kömürlü. Hazır durumda bir takım elbise de elbise askısında asılmış durumda.

Dikiş makineleri, ütüler, makara kutularında renkli makara ipleri ve terzi için gerekli olan alet edevat topluca sergilenmiş.

Ö. Rasin Tekeli’ye ait terzi diploması. Diploma 1956 yılında alınmış. Yanında da terziler için fiyat tarifesi. erkek terzisine ait olan tarifede 1. Sınıf malzeme ve işçilik : 300.00 Lira, 2. Sınıf için 275.00 Lira, 3. Sınıf için 250 Lira diye ayım yapılmış. Aralarında 25 şer Lira Fark var. Yani durumuna göre malzeme ve para değişiyor.

Ayakkabıcı tamir dükkanı. Ayakkabı dikiş makinesi, örs, ayakkabı kalıpları, bir kaç ayakkabı ve aletler.

Üstü yarım yuvarlak ahşap eski bir radyo, yanında da pikap. Bir de masa vantilatörü.

Solda 48 tuşlu bir Türkçe daktilo. Q harfi ile başlayan tuşların dizilişi bazı yerlerde standartlara uymadan yerleri değiştirilmiş. Yanında ise dış kısmı döküm olan mekanik kollu hesap makinesi. Üst kısmında 10 haneli rakam yeri. Altında aşağıya doğru her rakamın altında yarıklar. Yanlarında da rakamlar yazılı. Altta sol tarafta 8 haneli rakam kısmı, solda ise 13 haneli rakam kısmı. En solda da çevirme kolu. Sağda biri eski çevirmeli telefon diğere daha da eski model çevirmeli ama mikrofon ve ahizesi ayrı olan telefon sergilenmiş.

Aynalı komodin tezgahı üzerinde gaz lambaları, eski telefonlar ve masa saatleri.

Bakır üflemeli çalgılardan iki örnek; Korno ve Kornet. Alta da küçük bir davul.

Bakır üflemeli çalgılardan Trombon, hücum borusu trompet, saksafon ve adını bilemediğim trompet türü.

Trompet, içi mavi renkli kutusu ile. Yanında kutusu içinde klarnet çok eski görünüyor. Küçük ve büyük davul.

Küçük ve büyük akordiyon kutusu içinde.

Tire hatıra resmi çekilmeden olmaz deyip siyah bez üzerine Ş – S -R harfleri ters yazılmış yeşil TİRE HATIRASI yazısı yazılmış. Yazı sarı renkli, etrafı da kırmızı boya ile daire içine alınmış Yüksek bir tabureye oturarak poz veriyor Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen. Ayağında spor ayakkabı, koyu renkli kısa pantolon. Üstünde kırmızı renkli uzun kollu tişört, başında yeşil renkli buff.

Sonra ben oturuyorum tabureye. Ayağımda mavi renkli spor ayakkabısı, açık renkli kısa pantolon. üzerimde vişne renkli ABAK tişörtü. Yeşil renkli buff boynumda, uzun saçlarım omuzlarıma sarkmış durumda.

Camekanlı, içi aynalı komodin. Üst kısmında içinde ve dışında kahve fincanları konulmuş Daha geniş alt camekanlı bölmede de geniş kahve fincanları tabakları ile beraber. Altta da ortada üç çekmece, yanlarda iki kapalı bölme.

Kocaman bir bavul, yanlamasına dik olarak kapağı açık biçimde dört ayak üzerine oturtulmuş. İçine de ikişer raf konularak değişik bir vitrin meydana gelmiş. Raflarda küçük çanaklar, yağ kandilleri, bir oyuncak araba ve oyuncak tren konulmuş. Ortada yerde ise uzun sapı olan eski kırıntıları halı üzerinde temizleyen gırgır. Elektriğin pek az kullanıldığı 70’li yıllarda her evde vardı bu gırgırlardan.

Dokumacı dükkanı ve dokumacı tezgahı, ziyaretçilerin görebilmesi için tezgahta kumaş dokunmakta. Tezgahın başında da görevli kumaş dokuyor ara sıra.

Eski model gıcır gıcır siyah renkli bir araba. Tire belediyesinin 1940 yılında kullandığı makam arabası.

Dokuma tezgahı, dokunan kumaş ve dokunup  tezgahın tahtalarına asılmış kumaşlar. Tezgahta hem yatay hem de dikine iplikler var.

Tezgahı başında incik, boncuk, anahtarlık ve süs eşyaları yapan usta ince işçilik yaparken.

Kunduracı dükkanı, tezgahta erkek bir mankeni otururken bırakılmış. Tezgahın üzerinde el aletleri, tahta ayakkabı kalıpları ve bitmiş körüklü bir çizme. Duvara da asılmış bir çift körüklü çizme sergilenmiş.

Ayakkabı dikiş makinesi ve eski tip radyo duvarda rafta duruyor. Dikiş makinesi ayakla çalışıyor. Makinenin üzerinde bir kaç tane ayakkabı konulmuş.

Semerci dükkanının vitrini. Semer ve heybeler sergilenmiş.

Saz dan üretilen pazar çantası. Bir kadın oturup bağdaş kurmuş, önünde uzun saz demeti. Elinle hasır dokuma biçiminde çanta örüyor. Ön kısmında saplı örülmüş çantalar.

Kadın keten ip örüyor elleri ile. Bir direğe ucunu bağlamış uzunca ipi bükerek urgan haline dönüştürüyor. Yerde urgan kangalları.

Pazar çantası, sepet, sandalye oturacağı sazdan yapılmış sergileniyor. İp ören kadın işçi omuzunda keten demetini asmış büke büke keteni ipe dönüştürmekte.

Semerci dükkanı, yere yakın tezgahı önünde yer minderine bağdaş kurarak oturmuş manken. Tezgahın üzerinde el aletleri. Sağ ön kısımda bitmiş semer.

su1-2-085

Bir bisikletçi olarak çocukluğumuzda küçükken bindiğimiz üç tekerlekli bisikleti görünce seviniyorum. Bir an çocukluğuma dönüyorum. O yıllarda para değerliydi ve bisiklet fiyatları el yakıyordu. Sadece bayramlarda bisikletçilerin kiraladığı bisikletlere para karşılığı binebiliyorduk. Bayram harçlıklarını biriktirip bisiklet kiralamaya giderdim. 25 Kuruş ile 500 metre mesafeyi üç tur atarak sürüyordum. Resimdeki biraz büyükçe üç tekerlekli bir bisiklet vardı kiralayıcı da. İlk bindiğim bisikletin aynısıydı. O zamanlarda ne kadar seviniyordum bisiklete binerken. Çocukken de şimdi de bisiklete binmek arasında hiç bir fark yok. Çocukluğunu kaybetmedikten sonra.

Yan yana biri küçük biri büyük iki bisiklet. Arkada ise bebek sepeti.

Semerci, önündeki alçak masada aletleriyle semer yapan erkek manken.

Ağaç torna atölyesi ve ağaç tornaları. Burada ağaçları yuvarlak küre biçiminde ya da oklava biçiminde yapılıyor. Tezgahın bir tarafına kocaman taneleri olan bir tespih asılmış durumda. Tezgahta ve raflarda aletler, rendeler serpiştirilmiş.

Sıra geldi berber dükkanına. Yaşlı berber beyaz önlüğünü giyip taburesine oturmuş müşteri bekliyor. İki berber koltuğu, duvarda kocaman bir ayna. Koltukta havlu konulmuş. Duvarda askıya üç havlu asılmış durumda. Raflarda berber malzemeleri, camekanlı vitrin. Üstünde üç tane kolonya damacanası. İsteğe göre damacananın üstünde ölçekli cam tüpte kolonya satıyor. Sağda dikine yazan berber tabelası.

Hazır berber bulmuşken koltuğa oturup tıraş olmaya başladım. Kafamda yeşil buff, berber ayakta nasıl keseceğini hesaplamaya çalışıyor sakallarımı. Göğsüme havlu kondurulmuş. İkimizin yansıması aynaya vurmuş durumda.

Tıraş fırçasını tıraş sabunu ile köpürterek sakallarımı köpürtmeye başladı berber. Biri büyük sabit diğeri küçük çerçevedeki aynada yansımalarımız görünüyor.

Eline usturasını alıp sakallarımı düzeltmeye başladı dikkatlice.

su1-2-095

Tıraş faslı bittikten sonra müzeyi gezmeye devam. Camekan içinde çeşitli kişilere ait mühürler, yazı için divit, hokka örnekleri sergileniyor.

Kadın mankene giydirilmiş çarşaf pelerin ve eteklik. Lacivert renkli kumaş üzerinde sarı işlemeler ile desenler yapılı.

Mor kumaş üzerine altın renginde ipliklerle işlenmiş kaftan. Kadın manken üzerinde sergileniyor.

Hamam örneği, kurnalar mermerden, pirinç çeşmeler. Hamam tasları, ibrikler, peştamallar konulup sergilenmiş.

Hamamda kullanılan peştemal, hamam tası, işlemeli nalınlar ve sabun.

Bakır kazancı dükkanı, erkek manken kömürle çalışan ocakta ayakta duruyor. Bakır kazanlar, tepsiler, bakraçlar. Dik duran bakıra şekil vermek için örs. Çekiç ile bakır levha düğülerek kazan haline geliyor çekiç darbeleri ile.

Bir evin mutfağı, sofra başında bağdaş kurmuş kadın manken. Sofranın üzerinde hamur açmak için oklava. Bakır tabak ve kapağı tabağın yanında. Başka bir sofrada 5 bakır sahan kapakları kapalı, ortada bakır tencere. Her tabağın yanında kaşıklar konulmuş. Bakır tepsiler duvara dayalı durumda. Kocaman cam damacana yağ şişesi sepetinin içinde yan yatık duruyor. Pirinç dibek, kahve değirmeni tel dolabın üzerine konulmuş. Telli dolapta tencereler. Duvara asılı raflı tabaklık, raflarda tabaklar.

Lütfi Filiz saat tamircisinin dükkanı. Karşıda camekanlı dolapta çeşitli çalar masa saatleri. Ön kısımda üzeri camekanlı vitrin. İçinde saatçilikte kullanılan, pense, kargaburnun, tornavida, eğeler çekiçler dizili. Başka camekan vitrininde ise kol saatleri. Sağdaki duvardaki vitrinde raflarda kitap dizili bir kaç tane, saatçi malzemeleri, çalar saat.

Eczane dükkanı, ilaçlar camekan vitrinde cam raflara konulmuş. Duvarlarda da raflarda ilaçlar. Camekanlı bir tezgah, içinde tıp aletleri ve bir mikroskop. Mekanik kantar insanların kilolarını ölçmek için.

Camekan içinde taşın üzerine oturmuş erkek heykeli. Heykel komple bronzdan yapılmış. Ayrıca çok eskilerde aydınlatma aracı olarak kullanılan pişmiş topraktan yapılmış çeşitli yağ kandilleri.

Mermerden antik buluntular sergilenmiş. Latince yazılı tablet, mezar taşları ve taştan sandık kapaklı.

Tarihi vazolar ve çanaklar.

Ortası delik yuvarlak taşlı ip geçirilmiş kolyeler tarihi değer taşıyor.

Tire kent müze gezimiz bitiyor ve dışarıya çıkıyoruz. Müzede gördüğüm dükkanlar, eski, yok olmaya tutmuş meslekler, el aletleri ve eskiden kullandığımız eşyaların şimdi kullanılmaması içimi burktu. Sanki geçmişe yolculuk yapmış gibiyim. Müzeden dışarıya çıkıp insan kalabalığı, araç trafiği ve koşuşturmaca gerçek dünyaya geldiğimi anlıyorum. Geçmişin izleri hala sıcak içimde. O günleri yaşadım ve biliyorum. Eskilerden vaz geçmek o kadar kolay değil. Tire Salı pazarının kalabalığı arasından geçip bisikletleri bıraktığımız yere geldik. Sevgili  Birol Önal’a teşekkürlerimizi bildirip vedalaşıyoruz. Aysel Ataş ve Şerif Kılavuz da bizden ayrılıyor. Onlarla da vedalaştık. Artık tura devam etmek gerek diyerek yola çıkıyoruz. İlk hedefimiz İzmir’in en büyük ilçesi Ödemiş, sonrası ise En küçük ilçelerinden Beydağ.

Tire den çıktıktan sonra ilk mola yerimiz Gökçen köyü. Gökçen köyü Kurtuluş Savaşının kahraman efelerinden biri olarak şehit edildiği yere adını vermiştir. Köyün eski ismi Fata. 1891 yılında Ödemiş’in Ayasurt köyünde doğan Hüseyin gözleri sarı – yeşil olması nedeniyle onu ” Gökçen ” diye çağırırlardı. Hiç bir suça karışmadan akrabası Çakırcalı Mehmet efenin yanına katılarak dağa çıkmıştır. Çakırcalının ölmesinden sonra bir süre daha dağlarda efelik yapan Gökçen efe af edilerek dağdan inip Fata köyüne yerleşmiştir. Dağa çıkmadan önce zaten evliydi. 1. Dünya savaşından sonra yunan işgali başladıktan sonra Kuvayı Milliye kuvvetlerine katılarak Yunan ilerlemesini azaltmıştır. 16 Kasım 1919 da yunan askeri tarafından süngülenip şehit edildi. Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık için ailesinin yaşadığı ve şehit edildiği köye adının verilmiştir. Gökçen Efe, Halide Edip Adıvar’ın “Efe’nin Yemini” adlı öyküsünün de kahramanıdır. Gökçen Efe adına Ödemiş yöresinde türkü yakılarak yaşatılması sağlanmıştır.

Gökçen Efem iner gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir döğüşten

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağı’ndan gelir onun gür sesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem inip gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir cümbüşten
Gökçen Efem efelerin efesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağ’dan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi 

Ödemiş yöresine ait olan bu türkünün kaynak kişisi Avni Güler. Derleyen ve notaya alan da Mustafa Sarısözen dir.

Aşağıda Gökçen Efe’nin bronz heykeli köyün meydanında. Efe kıyafetleri giymiş, sağ elinde tüfeği. Kolları aşağıya sarkmış durumda. Geniş bir kaidenin üzerinde duruyor heykel.

Köyün kahvesinde oturup çay içerek dinleniyoruz. Yüklü bisikletlerimiz yolun kıyısında park halinde duruyor. Bizler de kahvenin masalarına oturmuş çay kahve soda içerek enerji topluyoruz.

Yol kıyısında kara dut bulunca dalıyoruz. dutların çoğu olgunlaşmamış, hala kırmızı renkte.

Biraz dinlenmek iyi geliyor ve yola çıkıyoruz Ödemiş’e doğru. Yakınlarda olan Küçük Menderes nehrine geldik. Nehrin suyu az ve çok kirli. Ayrıca kokusu da etrafa yayılıyor. Nehir değil de lağım kanalı gibi.

Akıp giden nehir kirli olsa da etrafı yeşillik ile kaplı. Nehir yatağında küçük bitkiler, daha kıyıda tek tük söğüt ağaçları.

Küçük Menderes ovasını bir baştan değer başa doğru boydan boya geçmeye başladık tarlaların arasından. Önümüzde küçük bir tepe var. Ferdimen ve Gürel yolda giderken.

Buralarda nehir çok az akmakta. Suyun büyük bir bölümünü Beydağ barajı tutuyor. Tüm havzanın tarım sulamasını kanallar sayesinde sağlanıyor. Burada daha sık bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Kıyılarda sazlar, nehrin yatağının dışında ise meyve ağaçları.

Havada bulutlar belirmeye başladı ve hızlı üzerimizden geçip gidiyor. Kıytırığın arkasındaki bayraklar rüzgarın şiddeti ile sağa doğru dalgalanmakta. Önümde bir kaç bisikletçi bisikletini sürüyor. Ferdimen beni arkadan çekiyor.

Derken sürülmüş tarlalardan dönerek aldığı tozu toprağı üzerimizden geçmeye başlayan küçük bir hortumun içinde kalıverdik birden bire. Bisiklet sürmek iyice zorlaştı. Ferdimen de bizim hortumun içinde kalmış halimizi çekiyor. Gürel bisikletin üzerinde rüzgara karşı direnirken etrafı toz bulutu kaplamış durumda.

Gürelin arkasından benim resmimi çekiyor Ferdimen. Rüzgar tüm şiddeti ile sol yanımdan eserken bisikletin dengesini tutmak gerçekten zor. Bayraklar rüzgarda neredeyse yere yapışacak kadar çubukları eğiyor.

Fırtına, hortum, toz, toprak üzerimizden geçip gittikten sonra İlkkurşun köyüne geliyoruz. Önden giden arkadaşlar kahveye oturmuş çay soda içerken biz de çayları ısmarladık. İki masa birleştirilmiş şekilde hepimiz oturduk. Şafak Omaç rota hakkında kısa bilgileri veriyor masa etrafında oturan arkadaşlara.

Çay soda molasının ardında Ödemiş’e doğru yola çıkıyoruz. Ödemiş büyük bir ilçe ve haliyle araç trafiği artıyor. Araçlar bizi pek zorlamasa da gürültüleri yetiyor. Küçük Menderes nehrinin kuzey tarafı daha çok güneş ışığı aldığından burada çiçekçilik ve fidancılık gelişmiş durumda. Ovanın bereketli milli toprağı tohumların gübre katmadan yetişmesi sağlanıyor.

Bahçede çiçek fidanları yetiştiriliyor. Sarı çiçekler ve kırmızı renkte çiçekler beşer sıra halinde binlerce dikilmiş küçük naylon torbalarda.

Ödemiş ilçesine varıyoruz. Kasabanın merkezindeki meydanda Efeler diyarına geldiğimizi belirtir Efe heykeli var. Efe kıyafeti giymiş, bir elinde mavzeri öylece gelenleri karşılıyor. Heykelin etrafı sarı ve kırmızı renkli çiçeklerle çevrelenmiş. Heykelin arkasındaki Caddenin kıyısında ikişer katlı evler sıralanmış.

Şafak bizi kentin merkezindeki parka götürüyor. Parkta sergilenen küçük keşif uçağı bir kaidenin üzerine oturtulmuş.

Park içinde bisikletleri park edip hep beraber resim çekiliyoruz. Resimde 14 kişi varız.

Parkta dinlenirken yerel gazetecilerin dikkatini çekmiş olmalıyız ki gelip bizimle söyleşi yaptılar. Sadece Cephe gazetesinde haberimiz çıktı. Nedense gazete, basın, yayın yada kendilerine medya diyenler baldır bacak olmadıktan sonra pek ilgilerini çekmiyor anlaşılan. Bizde baldır bacak var ama işlediğimi konu çevre ve insanların meydana getirdiği kirliliğe dikkat çekmek için verdiğimiz uğraş. Neyse biz konumuza dönelim. Aşağıda Cephe gazetesinin haberi var.

Başta kırmızı renkte büyük harfle yazılmış CEPHE, solunda meydanda gördüğümüz Efe’nin elinde mavzerli küçük resmi. sağ tarafta 27 Nisan 2016 Çarşamba/Sayı 7214. Sol tarafta Basında 65. Yıl

Haberde ; 25 – 29 Nisan tarihleri arasında “Suyun Kaynağına Yolculuk” grubu tarafında düzenlenen etkinlikte gönüllü üyeler, bisikleleriyle Küçükmenderes havzasındaki insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için sembolik toprağı suyun kaynağına götürecekler. Bu sene kurulan “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grup üyelerinde 20 gönüllü kişi bisikletleriyle insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için Pamucak’tan aldıkları sembolik toprağı suyun kaynağına kadar götürebilmek için Küçük Menderes Havzası’nı turluyor. İnsan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek (başlığı atılmış) Etkinliğin 2. gününde Ödemiş’e gelerek grubu  kurmanın temel amacının insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek olduklarını belirten grup kurucularından Şafak Omaç ve Urim Babacan “Küçükmenderes havzasında bulunan Küçükmenderes nehri Pamucak’ta denize dökülürken çok kirli dökülüyor. Bizim bu sene kurduğumuz “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grubumuzun temel amacı insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekme. Kısa zamanda grup olarak büyük kitleye sahip olduk 300 üzerinde faaliyete katılan ve 200 üzerinde destek veren arkadaşlarımız var.  Kirliliğe dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla arkadaşlarımızla birlikte bisikletlerimizle yola çıktık. Küçük Menderes Nehri’nin Pamucak’ta denize döküldüğü yerden deltadan aldığımız sembolik toprağı suyun kaynağına kadar gezerek götüreceğiz. Rotamıza Pamucak’tan başladık Orada Belevi’ye Tire – Gökçen – Ödemiş – Beydağ – Kiraz’a giderek Çatak Vadisi’ne giriş yapacağız. Burada sembolik toprağımızı temiz sulara bırakacağız. Toprağımızı pis sulardan alıp temiz sulara bırakarak hem dikkat çekmek hem de farkındalık yaratmak istiyoruz. Herkesin kulağına kar suyu kaçmış olmasını istiyoruz. Bu sene etkinliğimizi Küçük Menderes’ten başlayarak önümüzdeki senelerde bu etkinliğimizi Ege Bölgesi’nde bulunan tüm nehirlerde uygulamayı hedefliyoruz. Doğal erozyonun toprağın yenilenmesine, bitki örtüsünün yenilenmesine faydası vardır. Ama insan eliyle yapılan tahribat ve erozyon doğal dengeyi alt üst etmektedir. Bu bağlamda, insan eliyle tahribat aşamasında yapılan erozyona dikkat çekmek için; erozyonla mücadele etmeli, toprak kaybına son vermeli, nehirler temiz akmalı, erozyona karşı ağaç dikmeliyiz. İnsan eliyle doğal olmayan yollardan yapılan erozyona dikkat çekmek ve sesimizi duyurmak için nehirlerin denize aktığı yolculuğu bisikletlerimiz ile yapacağız ama kaynağa ulaşmak bazen hiç de kolay olmuyor. Belki de son aşamaları yürüyerek aşacağız. Ama önemli olan erozyona dikkat çekebilmek” dedi. Özlem YAMANTÜRK

Haberin altında da topluca çekilmiş 14 kişinin olduğu resim.

Gazete röportajından sonra öğle yemeği için dağıldık. Belli bir saatte parkta buluşacağız. Ödemişin köftesi meşhurdur ama merkezde ünlü bir yerde yemeyin. Kazık yeme olasılığı yüksektir. Hem de lezzetli değildir. Kıyıda köşede bir köftecide karnımızı doyuruyoruz. Buluşma saatine zaman var o yüzden bol bol çay içip dinlendik.

Atatürk asker kıyafeti giymiş, pelerinli olarak atın üstünde heykeli yüksekçe bir kaidenin üzerinde. Kaidenin ön ve yanlarında kabartma figürler var. Yan tarafta tekerlekli bir top sergilenmekte.

Mola bitiminde toplanıp harekete geçtik. Yolumuz yine ovada, bu kez kuzeyden güney doğu tarafına geçiş yapacağız. Küçük Menderes nehri tekrar karşımıza çıktı. Köprünün başında durup resmini çekiyorum. Nehrin yatağı taş duvar örülmüş yüksekçe.

Nehir yatağı küçük bir kanal olarak az miktarda su akıyor.

Tam köprünün üstünden aşağıya doğru akan kanal olmuş nehir yatağının resmini çekiyorum. Nehrin yatağında hiç ağaç yok ve yanları taşlarla duvar olarak yapılmış. Duvar üstünden tarlalar başlıyor.

Şeftali bahçesi koruluk gibi. Tarla ise düzgün sürülüp ark üstünde fidanlar yeni dikilmiş. Havada parçalı bulutlar pamuk yığını gibi.

Beydağ’a doğru yol alıyoruz. Solumuzda akan Beydağ çay yatağı. Küçük bir bentten dökülen sular yeşil bitki örtüsü ile karşıdaki dağların etkisi ile güzel bir manzara oluşturmuş. Karşı tarafta iğde ağaçları yeni çiçek açmış ortalık iğde çiçeği kokmakta.

Beydağ’a geldik bile. düz ova bitiminde kasaba yamaçta kurulu olduğu için tırmanışa hafiften başladık bile. Kasaba yolları, kaldırımları temiz ve kilitli taş parke döşeli. Evler iki ve üç katlı caddenin iki yanında sıralı.

Daha önceden konuştuğum eski bir bisikletçi bizi karşılayacaktı ama kendisi ile bir türlü iletişime geçemediğimden aramaktan vaz geçtim. Akşam yemeği için alış veriş yapıyoruz bakkaldan. Hava kararmadan yola çıktık. 2 Kilometre kadar eğimi fazla olan Beyköy’e tırmanmaya başladık. Dağların bereketi çeşmeleriyle kendini gösteriyor. Biz de bu bereketten sularımızı dolduruyoruz şişelerimizi. İki tane ayrı çeşme var karşımda, ikisi de gürül gürül akıyor. Soldaki çeşme kocaman bir kayanın ortasından borudan akıyor. Kayada herhangi bir yazı yok. Sağdaki çeşme ise dekor taş ile sarı – kırmızı renkte örülmüş. Üstünde mermer bir kaide konulup KOCABAŞ ÇEŞMESİ yazılmış.

Kısa mesafede 200 metrenin üzerinde bir tırmanış yaptık ama değdi doğrusu. Havası ve manzarası harika bir yerdeyiz. Bir de bir kaç asırlık kocaman çınar ağacı altı yemyeşil çimenler bulunmaz bir cennet. Güneş batmadan çadırları kurup yerleşiyoruz. Güneş batıya iyice devrildi, henüz batmadı ama çınarın yanındaki boşluktan parlak ışıklarını saçmaya devam ediyor. Işık hüzmeleri etrafa yayılarak çoğu yeri gölgede bırakmış.

Koca çınarın dibinde çadırımı kuruyorum. Çınar ağacı o kadar büyük ki kadraja girmesi için uzaklardan çekmem gerek. Köyün meraklı çocukları bisikletleri ile gelip bizleri  izliyorlar bisikletinden inmeden. Çadırı kurduğum yerin altı ıslak. Buralardan yerden su kaynıyor. O yüzden çadırımın altına brandayı serdiğim iyi oldu. Yoksa alttan ıslanmamak elde değil.

Çınarın yere yakın olan ilk dalına çıkıp poz veriyorum Ferdimen de beni çekiyor alttan.

Köyün delikanlılarından birisi resim çekilmek isteyince yanıma çağırıp resim çekiliyoruz yan yana. Çınarı gövdesi o kadar kalın ki yanımıza üç kişi daha sığar.

Güneş batarken bahar ayında aşk şarkılarını mükemmel melodiler çıkarak kulaklarımın pasını silen karatavuk kuşu gelip çınar ağacına tam da üstüme kondu. Sesi o kadar tatlı ki her şeyi bırakıp onu dinliyorum sadece. Sesine hayranlık duymamak elde değil.

Her kes kendi yemeğini kendisi yapıyor, biz de erzağımıza göre bol acılı menemen pişirip acıkmış olarak iştahla yiyoruz. Köyün muhtarı da bize yakıp ısınalım diye odun parçaları yolluyor traktörle. Kendisine teşekkür ederim. Yemekten sonra tutan yemek sıtması ve 400 metrenin üzerinde bir yerlerde olmamızdan dolayı gecenin serinliği de başladı. Ateşi yakıp etrafında toplandık ısınmak için. Üzerimizde polar, ceket gibi kalın giysiler giymemize rağmen hava karardıktan sonra serinlik iyice arttı. Ateşin yalımı yüzlerimize vurdukça ateş suyunun da etkisi ile iyice ısındık.

Odun bol olunca ateşe sürekli odun atarak ateşin açlığını doyurduk. Günün yorgunluğu köz olmuş ateşin başında geçip gitti bile. Ateşin yalımları hayallere dalıp hayallerimizi gerçekleştirmenin anını yaşatıyor. Güzel düşüncelerden yola çıkarak başladığımız bu Suyun Kaynağına Yolculuk ikinci günü de deride kaldı. Hiç bir kimseden bir şey beklemeksizin gönüllü olarak gönlümüzce yapıyoruz. İnsanoğlunun yaptığı çevre kirliliğine karşı sesimizi duyurmaya çalışıyoruz elden geldiğince. Elbet bizleri görüyorlar, dinliyorlar ve biliyorlar ki geleceğimiz tehdit altında. Belki de farkında değiller yaptıkları ama biz onların akıllarını başlarına bir nebzede olsa getirip düşünmelerini sağladık. Umarım bu daha da çoğalıp geleceğe temiz bir dünya bırakmamıza neden olur. Biraz çabalamak gerek, göstermeli, görmeli ve düşünmelerini sağlamalıyız. Yarınlar umut dolu olsun dileklerimizi ateşin başında dile getirmiş oluyoruz.

Yanan odunlar, kimisi köz olmuş. Yalımlar alev alev çıkıyor etrafı aydınlatarak.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateşin başında oturduk uykumuz gelesiye kadar. Uyku kapı arkasına gelmedi çünkü kapımız yok. Ama ateşin başına gelince ateşi söndürüp yattık çadırlarımıza tatlı düşlere, umutlu yarınlara.

Bu gün yaptığımız yolun toplamı 65 kilometre civarı.

Altta yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 1. Gün

25 Nisan 2016 Pazartesi

1.Gün Pamucak – Tire

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır.)

 

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim….

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim…

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, 11 bisikletçi, yüklü bisikletleriyle yolda giderken çekilmiş resmi.

Sabah güneş doğmadan gözlerimi açıyorum yeni bir güne. İçimde ayrı bir heyecan var bu sabah. Yeni gün yeni bir turun başlangıcı. Az bilinen antik kentler turunu kazasız belasız sadece küçük bir düşme dışında önemli bir olay olmadan turu başarıyla tamamlamıştık. Az da olsa ufak bir kırgınlığın bir parçası duruyor yüreğimde sızı olarak. Artık Az bilinen antik turunda olmayacağıma karar vermiştim. Şimdi bunları düşünmeye gerek yok diyerek Suyun kaynağına yolculuk turuna odaklanmalıyım. Uyku tulumundan çıkmadan bir süre tembellik hakkımı kullanarak düşünceler kafamda dolanıp durdu. Artık kalkmalıyım diyerek doğruluyorum yattığım yerden. İlk olarak çadırın fermuarını açarak dışarının resmini içeriden çekiyorum. Okaliptüs ağaçlarında kuşlar çoktan uyanmış bir o yana bir buyana cıvıltılarla uçuşuyorlar. Bir süre dışarısını izliyorum.

Çadırın içinden dışarısı. Önümde iki çadır, biri yeşilimtırak mavi diğeri haki renginde. Bir bisiklet ve okaliptüs ağaçları manzaram.

Henüz uyanmayan var, uyananlar da sabah kahvaltısı için hazırlık yapmaktalar. İlk iş olarak gidip parkın lambalarını kapatmak oluyor, enerji boşa gitmesin. Sonrasında elimi yüzümü yıkayıp çadırımın yanına geliyorum.

Okaliptüs ağaçları altında çadırlar gelişi güzel kurulmuş durumda. Bazı yerlerde yeşil çimenler, kısım kısım çakıl taşları. Okaliptüs yaprakları da yerlerde. Solda bir iğde ağacı yan yatmış durumda.

Üçer beşer gruplar, kimisi kendi başına kahvaltısını hazırlıyor. Çaydanlığı olanlar çay demliyor. İzmir den arabası ile gelen İsmail piknik tüpü, su ve kocaman çaydanlık ile bizlere sınırsız çay ikramında bulunuyor. Gruplar arası ikramlar oluyor birbirlerine. Salatalık, domates, zeytin, çay, yumurta elden ele dolaşıyor. Neşe içinde kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltının ardından toparlanmaya başladık. Eşyalar ve çadırlar hızlıca toplanıp bisiklet bagajlarına yükleniyor. El birliği ile etrafta bize ait olan olmayan bütün çöpleri topluyoruz. Bulduğumuzdan daha temiz bıraktık park alanında çadır kurduğumuz yeri. Her kez hazır olunca bisikletimdeki tripoda cep telefonumu takıp 10 saniye zaman ayarı ile topluca bir anı resmi çekiyorum.

Toplam 29 kişi, 15 kişi ayakta, diğerleri yere çömelmiş durumda Ben ve Cem ayaklarımızı öne doğru uzatıp yere yatar durumdayız.

Herkes hazır durumda, son kontrolleri yapıyoruz. Bir ara Olcay ile konuşuyorum. Artık Az bilinen antik kentler turunda olmayacağımı söyledim. O da bir şey demedi, demek ki durumun farkında. Neyse son kalan kumanyaların bir kısmını ve artan sulardan Olcay bize veriyor. İki de telsiz veriyor turda kullanmamız için. Biri bende biri Şafak Omaç’ta.  Aramızda bölüşüyoruz kumanyaları. Suları da bir yerlere sıkıştırdık çantalara. Son kontroller yapıldıktan sonra hep birlikte harekete geçerek parktan çıkıyoruz. Çıkarken bekçiye anahtarları teslim edip yardımları için teşekkürlerimi sunuyorum.

Parkın içi, yol parke döşeli. Kıyıları kaldırım ile toprak zeminden ayrılmış durumda. Okaliptüs ağaçları gölge yapmış yere.  Tek sıra üç bisikletli bagajları yüklü.

Konvoy halinde asfalt yola çıktık ilerliyoruz. Ben öne geçerek grubun resmini çekiyorum.

Arkadan gelenleri bekleyip onların da resimlerini çekiyorum. Kavşağa yakınız, bu kavşakta iki gruba ayrılacağız.

Kavşakta hepimiz durup vedalaşıyoruz birbirimizle. İki grup ta birbirlerine iyi turlar diliyor. Olcay Az bilinen antik kentler turunun devamını yapacak. Yanında da ona katılacaklar var. Yıllarca bir türlü Torbalı yakınlarında, Sağlık mahallesinde bulunan Metropolis antik kentine gidilmemişti. Hep turu Selçuk ta bitirmek zorunda kalmıştık. Son gün Pazar olunca Pazartesi işe başlayacaklar mecburen dönmek durumundaydılar. Bu kez yine aynı durumda çoğu Pazar akşamı evine gitti. Sadece işi olmayan ya da izni devam edenler kaldı, o da 15 kişi. Metropolis antik kentine gidecekler Selçuk yönüne düz devam ettiler. Suyun kaynağına yolculuğa katılanlar da kavşaktan sola döndük. Bulunduğumuz yer Küçük Menderes nehrinin zamanla doğal erozyon sonucu oluşmuş bereketli ovası. Dün geldiğimiz yolun tersine doğru gidiyoruz. Biraz kalabalık gibiyiz gibi sanki. Bir süre gittikten sonra yanımızda Olcaylarla Metropolis antik kentine gideceklerin olduğunu fark ediyorum. Pan dağcılıktan tanıdığım arkadaşlarımdan Aytekin, Itır ve Hakan kavşakta bizim peşimize takılmışlar farkında olmadan. Durum anlaşılınca kahkahalarla gülüyoruz bu olaya. Olcay’ı telefonla arayıp yanlışlıkla bize katılanlar olduğunu, Selçuk ta beklemelerini söylüyorum. Yanlışlıkla gelenler geri dönerek yollarına devam ettiler.

Bir grup bisikletçi sıralı olarak yol kıyısında bisiklet sürüyor. Etraf yeşil sazlıklar ve otlarla kaplı. Hava parçalı bulutlu.

Bu yoldan defalarca geçtim yıllarca. Bir türlü karşıma bir ceylan çıkmadı, umutla bekliyorum çıkmasını. Elbet bir gün çıkacak bir ceylan. Şimdiye kadar ceylan çıkmadı ama öküz bolca çıkıyor karşıma. İşte onlardan birisini yaptığı öküzlük. Ceylan çıkabilir tabelasına arabası ile çarpıp yere yapıştırmış. Uyarı tabelası yol kıyısında otlara yatmış durumda. Direği de çarpmanın şiddeti ile yamulmuş.

Solda yol, kıyısında beyaz çizgi. otların arasında üçgen uyarı levhası yerde yatıyor. Üçgenin içinde ceylan resmi. Solda ise bataklık yerlerde yetişen ılgın (Tamarix) çalıları.

Geçtiğimiz yıl yani 2015 yılının Mayıs ayının bahar günlerinde bu topraklardan geçerken Küçük Menderes nehrinin bu bereketli ovasında bisiklet sürüyordum. Nehrin karşısına köprüden geçtiğimde nehrin suları simsiyah akıyordu. Böyle kirli akan nehir neden ve nasıl kirleniyordu. Köprünün altından akan kirli sulara bakarak düşüncelere daldım bir süre. Biliyordum ki Dünya’nın en bereketli ovasına sahip olan Küçük Menderes havzası tarih boyunca bir çok kültüre, medeniyetler kurmuş şehirlere, insanlara bereketini sunmuştur. Binlerce yılda doğal erozyon sonucu bereketli toprakları taşıyan nehir burada tarım yapan köylülerin geçim kaynağı olmuştur. Bu ovada yetişen ürünler pazar tezgahına gelip satın aldığımız meyve ve sebzeler ne kadar temiz ve sağlıklı? Yavaş yavaş zehirleniyor muşuz gibi hissediyorum.

Bunun için bir şeyler yapmalı, geleceğimizi zehirlemeli kirli akan nehrin suladığı ovaya. Nehrin kıyısından geçen yollarda bisiklet sürerken nehrin giderek daha temiz olduğunu görünce demek ki suyun kaynaklı kirli değil. Sanayi bölgelerinde ki fabrikalar kirli sularını arıtmadan kolayca nehre boşaltmaktalar. Madem suyun kaynağından çıkan sular temiz ve denize kadar kirleniyor bu durumu tersine çevirmek gerek diyerek aklıma bir fikir geldi. Deniz kıyısında kirlenmiş toprağı alıp suyun kaynağına taşıyarak farkındalık yaratmak gerek. Suyun kaynağında dökeceğimiz kirli toprak tekrar denize akarken bir daha kirlenmemesi için mücadele etmeli. İnsanlara ve nehri kirletenlere çocuklarımıza temiz ve sağlıklı bir gelecek bırakmamız gerektiğini kulaklarına fısıldamak gerek.

Bu düşüncelerin ışığında İzmir’e dönünce arkadaşım ve bir çok turda beraber bisiklet sürdüğüm Şafak Omaç ile konuştuğumda  o da aynı düşünceleri olduğunu ama tersini yapmayı  planlıyormuş. Benim fikrimin daha iyi olduğunu söyleyerek buna hemen başlayalım dedi. İlk önce facebook ta bir grup kurduk. Grubun adı Suyun Kaynağına Yolculuk” olarak belirledik.

https://www.facebook.com/groups/suyunkaynaginayolculuk/

Bisikletçi arkadaşları gruba ekledik. İlk yapacağımız nehir de ikimizin aklına Küçük Menderes nehri. Fikir bu nehirde oluşmuştu. Bir kaç keşif turunu araba ve bisikletle yaptıktan sonra rota ve kamp yerlerini belirledik. Sonrasında etkinliği açtık sosyal medyada. İlgilenen arkadaşlar ile iletişime geçip kesin gelecekleri kaydettik. Tur başlangıcı da Az bilinen antik kentler turunun devamında olacaktı. Tur da Küçük Menderes deltasında bittiğinden böylece bir taşla iki kuş vuracaktık. Kamp yerleri için Tire belediyesi, Bayındır spor müdürü Erdal İnce ve Beydağ da bisikletçi arkadaş ile görüşüp kamp yerlerini ayarladık.

Rotamız ise başlangıç yeri Pamucak ta Selçuk belediye tesisleri. Oradan nehrin deniz ile kavuştuğu yere gidip birer avuç toprak alıp heybeye koymak. Nehir kıyısındaki yollardan önce Zeytinköy, yakınlarındaki Gebekirse gölü ve Çatal gölü kıyısından geçip Tire – Beydağ. Oradan nehrin ana kollarından olan Kiraz kasabası tarafında Çatak vadisine gidip heybemizde taşıdığımız insanların kirlettiği toprağı suyun kaynağına bırakmak. Çatak vadisinde bir gece kalıp dönüş yoluna geçerek Bayındır da bir gece konakladıktan sonra Torbalı da metroya binip eve döneceğiz.

Bir süre asfalt yolda gidip köprüye ulaşınca yanından nehrin kıyısına indik. Artık toprak yoldayız ve bisikletlerimizin tekerlekleri iz bırakıyor.

Nehrin kıyısındaki toprak yolda gidiyoruz. Bu yol artık bahçelere dönüşmüş arazide herkes kendine parsellediği yere götürüyor. Bisikletlilerin arkasından tek sıra giderken Gürel çekiyor.

Buraları henüz bahçelik olmamış, etrafı ılgın ağaçları kaplamış durumda. Zemin de iyice milli toprak olmaya başladı. Tekerleklerimiz hafiften batmaya başladı ama zorlanmıyoruz giderken.

Şafak Omaç daha önce yaptığı bisikletli keşifte toprağı alacağımız alana geldik. En son ben giriyorum alana. Bisikletim KUZ ve arkasında römorkum kıytırık. Sağda yürüyen Şafak gülerek poz veriyor. Ferdimen beni çekiyor.

Alana gelince bisikletimi park ediyorum. Nehir kıyısına gelerek resim çekmeye başladım. Nehir gerçekten çok kirli, rengi bulanık ve kötü kokuyor. Bu kadar kirli olmasına rağmen sazlıklar ve ılgın ağaçları kıyılarda inadına yaşamakta.

Şimdi sizlere insan eliyle yapılan doğal felaketin insanları nasıl ilkel yaşama döndürdüğünü anlatacağım. Yazıyı Ferdi Kızıl’ın web sitesin GGYISS kaynak olarak aldım. http://www.ggyiss.com/

Paskalya Adası, dünyanın en ücra bölgelerinden birisidir. Sadece 390 km² bir alanı kaplayan bu Pasifik adası, Güney Amerika’nın batı sahiline 3700 km, en yakın yaşanabilir adaya 2300 km uzaklıktadır.

Hollandalılar, adayı 1722 yılında ilk batılılar olarak ziyaret ettiklerinde, kulübelerde ve mağaralarda yaşayan, sürekli savaş halinde olan ve Ada’daki besin kaynaklarının yetersizliği yüzünden umutsuzca yamyamlığa yönelen 3000 kişilik ilkel bir toplum buldular.

Avrupalı ziyaretçileri en fazla şaşırtan ve ilgilendiren olay ise, bütün bu sefalet ve barbarlığın arasında, bir dönemin gösterişli ve gelişmiş bir toplumuna ait, Ada’nın çeşitli yerlerinde yükseklikleri altı metreyi aşan 600’den fazla yekpare taş anıt olmasıydı. Toplumsal açıdan gelişmiş ve teknolojik açıdan karmaşık bir iş olan heykellerin yontulması, taş ocaklarından başka yerlere taşınması ve dikilmesinin bu ilkel toplum tarafından gerçekleştirilmiş olması olanaksız görünüyordu. Paskalya Adası’nın geçmişi, kayıp uygarlıklarla ya da gizemli bilgilerle dolu bir tarih değildir. Bu tarih insanın çevreye olan bağımlığını ve bu çevreyi düzeltilemeyecek biçimde bozmasının sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnektir.

MS 5. yy.’da adaya batıdan 20 – 30 Polinezyalı göçmen geldi. Adanın çok zengin olmayan bir bitki örtüsü vardı ve hiç memeli hayvan yoktu. Evcil hayvanları tavuk ve Polinezya faresinden ibaretti; temel ekinleri tatlı patatesti. Yeterli derecede besleyici olmasına karşın tekdüze seyreden bir beslenme biçiminin tek yararı, tatlı patates ekiminin zor olmaması nedeniyle başka etkinliklere ayıracak zamanlarının kalmasıydı. Temel toplumsal birimler geniş ailelerden oluşan, aralarında her konuda rekabet olan klanlardı ve her klanın kendine ait tören alanları vardı.

Buralarda ahu denilen dev heykellerin dikildiği atalara tapınma platformları vardı. Bu heykeller bir taş ocağında yapılıyordu ve daha sonra adanın değişik yerlerindeki tören alanlarına, yük hayvanları olmadığı için ağaç gövdeleri kızak olarak kullanılıp insan gücüyle götürülmek zorundaydı. 1550 yılında ada nüfusu 7000 kişiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Zamanla klan sayıları artmış yüzlerce ahu ve 600’den fazla dev taş heykel vardı. Sonra bu uygarlık birdenbire yıkıldı. Anıt heykellerin bir kısmı deniz kenarında, sahilde konuklara adeta “Hoş geldiniz” diyor… Taş ocağında yarım bırakılmış heykeller kaldı. Bu yıkımın nedeni, Paskalya Adası’ndaki “gizemi” çözmenin anahtarı, bütün adanın ormansızlaşmasının getirdiği çevresel bozulmaydı:

Göçmenler adaya ilk geldiğinde adada büyük ormanlar vardı. Nüfus arttıkça, tarım alanı açmak, ısınma ve yemek pişirme, ev aletleri, direkler ve sazdan ev yapımı için malzeme elde etmek ve balık avlayabilmek için tekne yapmak amacıyla ağaçlar kesilmeye başlandı: En çok da kızak yapımı için kesiliyordu. 1600 yılında ada tamamen çıplak kalmıştı. Heykel yapımı durdu. Ev yapılamadığı için mağaralarda yaşamaya başladılar. Artık tekne yapamadıkları için balık avlayamıyorlardı ve uzun yolculuklara çıkamıyorlardı. Erozyon topraklarını zayıflatıldığından yiyecek üretiminde ciddi sıkıntı yaşıyorlardı. 7000 kişiyi beslemek olanaksız hale geldi ve nüfus hızla azalmaya başladı. Dünyanın bu ücra köşesinde kapana kısılan ada halkı azalan kaynaklar üzerindeki tartışmalar sonucu neredeyse sürekli savaş halindeydi. Kölelik arttı ve alınabilecek protein miktarı düştükçe yamyamlık yaygınlaştı. Savaşların temel amacı rakip klanın ahularını yıkmaktı. 1830’larda neredeyse bu dev heykellerin tamamı yıkıldı. Adaya gelen ziyaretçiler bu heykellerin nasıl taşındığını sorduklarında adanın ilkel sakinleri, atalarının neler yaptığını artık hatırlamıyordu; yalnızca, bu dev figürlerin adanın öteki tarafından ‘yürüyerek’ geldiğini söyleyebildiler. Dünyanın öteki bölgelerinden neredeyse tamamen kopmuş olduklarını bilen Paskalya halkı, varlıklarının bu küçük adadaki sınırlı kaynaklara bağlı olduğunu anlamış olmalıydı. Taş ocağının yakınında tamamlanmamış birçok heykel bulunması, adada ne kadar ağaç kaldığının hiç düşünülmediğini, artan nüfusun ve ada halkının kültürel hırslarının, ellerindeki kaynaklardan çok güçlü olduğunu akla getirmektedir.

Kaynak: ClivePonting, Dünyanın Yeşil Tarihi – Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü,

Çeviren: Ayşe Başcı- Sander,Sabancı Üniversitesi Yayınevi,s.1-7, 2000.

Özgün Basım: A GreenHistory of The World – The Environment andTheCollapse of Great Civilizations,PenguinBooks, 1991.

Ilgın ağaçları arasından kirli akan Küçük Menderes nehri.

Suyun rengi o kadar bulanık ki sadece yüzeyi görebiliyoruz. Burada canlı yaşıyor mu acaba? Bunu bilemiyorum. Sudaki oksijen oranı canlı yaşaması için yeterli olmayabilir.

Nehrin kokusu rahatsız edici, bir an önce toprağı alıp buradan uzaklaşmak gerek. Hemen yerden bir avuç toprak alarak, naylon torbaya koyup ağzını sıkıca bağladım. Gürel beni toprak alırken resmimi çekiyor. Etrafımda arkadaşlar toplanmış bana bakıyorlar.

Toprak dolu torbayı heybemin içine yerleştirdikten sonra geriye doğru gitmeye başladık. Giderken de izimizi bırakıyoruz toprak yola.

Küçük Menderes Deltası

Alan Tanımı:

Kuşadası Körfezinde, Selçuk ilçesinin kuzeybatısında, Küçük Menderes Nehrinin denize döküldüğü yerde oluşmuş bir deltadır. Çoğunluğu tarım alanına dönüştürülmüş deltada, kumullar, sazlıklar, geniş bataklıklar (Elaman ve Akgöl bataklıkları), bir tatlı su gölü (Çakal Gölü) ve hafif tuzlu bir göl (Gebekirse Gölü) bulunur.

Küçük Menderes Nehri’nin oluşturduğu alüvyal ova zengin bir kıyı sulak alanıdır. Deltadaki Çakal Gölü, 0.74 km2 büyüklüğünde ve 4 m derinliğinde; Gebekirse Gölü, 0.75 kmbüyüklüğünde ve 5 m derinliğindedir. Deltadaki Elaman ve Akgöl bataklıkları dışında Cevaşir Bataklığı, sadece kış aylarında sular altında kalır. Göllerin kenarı sazlıklarla (Phragmites) kaplıdır. Bataklıkların büyük bölümünde ise ılgın (Tamarix) hakim türdür. Deniz suyu nehir boyunca 4 km içeri sokulur, ancak sadece Gebekirse Gölü’nü etkiler.
Alanın ortasından geniş bir karayolu geçer. Bölgedeki en önemli turistik merkezlerden biri olan Efes antik kentinin yakınında küçük bir havaalanı vardır.

Fauna:

Selçuk Kuş Cenneti olarak da bilinen alanda 38 familyaya ait 92 kuş türü tespit edilmiştir. Göç sırasında önemli sayılarda küçük karabatak bölgede konaklar. Nesli bölgesel düzeyde tehlikede olan mahmuzlu kızkuşu alanda üremekte; küresel ölçekte nesli tehlikede olan fare kuyruklu yediuyur burada yaşamaktadır. Benekli kaplumbağa, tosbağa ve ev yılanı özel doğa alanı kriterlerini sağlayan sürüngen türleridir. Alan, iç su balıkları açısından da oldukça önemlidir. Ülkemize endemik ‘büyük esmer’ alanda yaşayan koruma öncelikli kelebek türüdür.

Flora:

Deltada kumullar, geniş sazlıklara sahip bataklıklar, tatlı ve hafif tuzlu su gölleri ile tarım alanları ana habitatları oluşturur. Çevredeki yüksek araziler makilikler, tarlalar, söğüt ve zeytinliklerle kaplıdır. Ovada ise başlıca tarım ürünü pamuktur.

Küçük Menderes Deltası, uygun iklim şartları ve deltanın güneyinde yer alan Efes Antik Kenti ve Bülbül Dağındaki Meryem Ana Evi dolayısıyla turizm aktivitelerinin yoğun olduğu bir bölgedir.

Deltada ana geçim kaynağı tarımdır. Ovadaki başlıca tarım ürünü de pamuktur. İki gölde toplam on iki tür balık bulunur, ancak ticari balıkçılık sadece Gebekirse Gölünde yapılır. 1995’te 10 ton balık yakalanmıştır. Nehrin denize döküldüğü yerde yavru balık toplanır.

İZSU, Ege Bölgesinin yıllık su ihtiyacının bir kısmını Küçük Menderes Nehrinden sağlar. Sulama ihtiyaçları için nehre 4 adet baraj yapılması planlanmaktadır.

1984’te özel koruma alanı içinde 10 km2’lik bir alan Yaban Hayatı Koruma Sahası ilan edilmiş, 1991’de deltanın tümüne SİT Alanı statüsü verilmiştir.

Tarihin ilk çağlarından beri insanoğlunun dikkatini çekmiş olan 125 km uzunluğundaki Küçük Menderes Nehri ve vadisindeki verimli topraklar, 1930’lardan başlayarak yoğun olarak kullanılmıştır. Sıtmayla mücadele amacıyla başlatılan kampanyalar kapsamında büyük çaplı kurutma çalışmaları yürütülmüş, sonuçta tüm Küçük Menderes Havzasında 260 km2 geçici ya da sürekli sulak alan yok edilmiş, nehir ağzından yaklaşık 50 km içeriye kadar çok sayıda göl kurutulmuştur. (Cellat, Akarca ve Nohut gölleri gibi). Bunun yanı sıra nehir yatağı değiştirilmiş, suyun Selçuk ilçesinin kuzeyinden düz bir hat üzerinden denize ulaşması sağlanmıştır. Geriye, eskiden daha büyük bir alan kaplayan ve taşkın dönemlerindeki tek bir göl haline gelen iki göl kalmıştır.

Geriye kalan 15 km2 sulak alanın bugün güvencede olduğunu söylemek mümkün değildir. Devlet Su İşleri yukarı havzada on binlerce hektar alanı sulamak için, nehir ve kolları üzerinde dört adet baraj inşaatı öngörmektedir. Bu barajlar ve sulamalar nehir debisini büyük oranda düşürecek, Akgöl ve Elaman bataklıklarının kurumasına sebep olabilecektir.

Kıyı boyunca kuzeyden ve özellikle güneydeki Kuşadası’ndan bölgeye doğru gelişen otel ve yazlık inşaatları alanı tehdit etmektedir. Deltanın güneyindeki kıyı çayırları üzerine golf sahası yapılması planlanmaktadır. Bölgede kaçak avcılık yapılmaktadır.

Küçük Menderes Havzasında bulunan ilçe ve beldelerde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarının kimyasal atıkları ve bu yerlerdeki evsel atıklar hiçbir arıtma yapılmadan Küçük Menderes nehrine boşaltılmaktadır. Bu da nehir ve deltada aşırı kirlenmeye ve biyolojik çeşitliliğin zarar görmesine sebep olmaktadır.

Alanın bugün eski ornitolojik zenginliğinin çok uzağında olduğu açıktır. Geriye kalan sulak alanların kuşlar ile diğer canlılar göz önüne alınarak korunması gerekir. Hava alanı sık kullanılmamakla birlikte, alan üzerindeki etkileri araştırılmalıdır.

http://www.turkiyesulakalanlari.com/kucuk-menderes-deltasi-izmir/

Kısa sürede yola çıkıyoruz. Yol zeminden yüksekte, bir süre gittikten sonra Zeytinköy kavşağına geldik. Kavşak biraz daha yüksekte. Toprağı aldığımız alanın resmini çekiyorum. Nehir yatağı sazlık ve ılgın ağaçlarından görünmüyor. Sadece küçük bir su parçası görünür durumda. Bu alanda bazı yerler bahçeye dönüşmüş. Bahçelerde nar ağaçları dikilmiş durumda.

Küçük Menderes ovası, aşağıda yakın yerde nar bahçesi. Ağaçlar sıralı dikilmiş Solda küçük bir kayalık düz alandan fışkırmış gibi. Ovanın büyük bölümü ılgın ağaçları ile kaplı. Karşıda Dilek yarımadası, üzerinde beyaz bulutlar.

Ana yoldan Zeytinköy yoluna saptık. Selçuk tan bisikletçi arkadaşım Özer Çatori bizim buralarda olduğumuzu öğrenmiş. Hazır yolumuzun üstünde diyerek evine çay içmeye davet etti. Onu kırmadık ama evi vadinin diplerinde, yolumuzun ters tarafında. Bu kadar uzak olduğunu bilseydim çay molasını Zeytinköy de verirdik. Bu bize biraz zaman kaybettirdi ama geliyoruz diye bildirince sözümüzden dönemedik. Özer telefon ile oturduğu evi tarif etti. Evine vardık, ev vadinin bitiminde mandalina bahçesinin içinde güzel bir yerde. Bahçe girişinde üzüm çardağı ve ceviz ağacı gölgelik yapıyor.

Bahçe girişi, demir çardak maviye boyanmış. Üzüm asması ve ağaçlar baharın yeşilliği ile sarıp sarmalamış çardağı. Bisikletlerimizi duvar diplerinde park etmiş durumda.

Evin balkonuna oturup demli çayları içmeye başladık.

Haliyle balkonda hepimize oturacak yer yok. Bir kısmımız balkonda, diğerleri bahçede oturup çay içtik.  Bir sıra duvar dibinde 5 kişi, 2 kişi de balkon demiri tarafında.

Bahçede mandalina ağaçları yenilenmiş taze yaprakları ve çiçekleri ile bahar kokuları yayıyor etrafa.

Özer Çatori ve annesine çaylar için teşekkür edip tekrar yola çıktık. Zeytinköy’e geri gelip bir süre ana yoldan gittikten sonra Gebekirse göl yoluna girdik. Yolun bir kısmı toprak, bu yol kestirme bir yol. Tarlaların arasından gidiyor. Aramızda olan Şerif Kılavuz fazla zorlanmamasını söyleyerek düz gitmesini söyledik. Önümüzde tepeler var, çıkması biraz uzun sürecek. Düz gidip ileride bizi bekleyecek.

Gebekirse gölüne ulaşmak için alçak bir beli geçmek gerekli olunca çıkıyoruz haliyle. Etrafta çalılar, bodur ağaçlar arasında göl göründü.

Gölün kenarları geniş nar bahçeleri ile kaplı. Arazi düz. Az ileride göl görünüyor birazcık olsa da.

Gebekirse gölünün kıyısına geliyoruz, uygun bir alanda, göl kıyısında durduk. Burada kahve molası vereceğiz. Gölün tam kıyısında okaliptüs ağaçları dikilmiş. Bisikletleri ağaçların gölgesinde park ederek kahve takımlarımı çantalarımdan çıkarmaya başladım.

Kahve takımlarımı yere serip yanına bağdaş kurarak oturdum.  Hemen cezveye 4  kişilik kahve pişirmeye başladım. Gölün kıyısında sazlar henüz büyümeye başlamış. Kıytırığın arkasında bayrak çubuklarına iki tane Türk bayrağı rüzgardan hafif dalgalanıyor.

Kahve cezvede  pişerken sabırla bekliyorum taşmaması için. 4 Fincan kahvenin pişmesini bekliyor yan yana.

Ferdimen ve Gürel kahve pişerken etrafta resim çekiyor. Ferdimen’in göl kıyısında, suyun içinde bir kurbağayı kadrajında yakalamış. Kurbağa kendini fotoğraf makinesi ile resmini çeken uzun saçlı adamın niyetini anlamaya çalışıyor. Kurbağanın yüz ifadesi böyle.

Gölün kıyısında 3 güzel yan yana oturmuş ayaklarını suya sokarak zamanı değerlendiriyorlar. Oturduğu yerden başlarını resmi çeken Gürel’e döndürüp poz vermişler. Kurbağayı görmemiş olacaklar, yoksa prensine kavuşmak için öpmeye çalışabilirlerdi.

Bir posta pişirip 4 kişiye veriyorum. Zaman geçirmeden ikinci kez pişirmeye başladım. Kahveyi içenler de gölün suyunda fincanları yıkayıp yanıma bırakıyorlar. Kahve pişirirken bisikletin ön tekerleğinin arkasından resmimi çekiyor Gürel. Jant telleri, jant ve lastik güzel bir dekor oluşturmuş.

Üç kez kahve pişirerek herkesin içmesini sağlıyorum. Sonrasında kahve takımlarımı toparlayıp heybeme yerleştirdikten sonra yola çıktık. İki göl arasında tarlaların arasından geçerken arkadaşlar yerde kendi halinde yürüyen bukalemun görüyorlar. Aysel de bukalemunu eline alıp resim çektirmiş. Bukalemun bulunduğu ortama göre neyin üzerinde ise onun rengini alan bir hayvan. Şu an ki rengi yeşil, orijinal renginde. Ön ve arkada olmak üzere iki tırnaklı pençeleri ile parmakları kavramış, iki gözü de ayrı yönlere bakıp döndürebilen tek hayvan olarak etrafındaki insanları iki gözüyle ayrı ayrı inceliyor. Bu insanlardan birisi Şafak Omaç, arkada Figen Gülgör. Bukalemunu elinde tutan da Aysel Ataş.

Gebekirse gölü ile Çakal gölü arasındaki yol biraz yükseltili. Bunu aşmak bizim için kolay oluyor. Göl seviyesinde meyve bahçeleri düzlük alanda. Yamaçlar ise zeytin ağaçlarına ayrılmış. Yukarı, tepelere çıkan yol aşağıdan kıvrımlı görünüyor. Tırmanışa geçen bisikletliler arasında mesafe var. Herkes aynı performansı gösteremiyor.

Ben en arkada Ferdimen ve Gürel ile birlikte tırmanışa geçtik. Yol kıvrımlı, hafiften yukarıya doğru yükselmekte. Sol taraftaki yamaçta zeytin ağaçları. Önümüzde sadece Ferdimen var. Resmi Gürel çekiyor kamerası ile.

Tepeye varınca Çakal gölü manzarası eşliğinde bisikletim KUZ ve kıytırık ile bir poz hak ediyor. Göl zeytin ağaçları arasında yarım görüntüsü ve daha önce nehrin getirdiği toprak gölün yanında geniş bereketli ovaya dönüştürmüş.

Çakal gölünden ayrılıp ovaya iniyoruz. Artık Tireye kadar yolumuz düz. Küçük Menderes nehri kıyısındaki yolda ilerliyoruz.

Yol nehrin kıyısından giderken bazen karşı tarafa geçmek gerek. Köprüden geçerken arkadaşlara seslenip durmalarını söylüyorum. İlk önce dijital zom ile yakınlaştırılmış olarak çekiyorum ağaçların dalları arasından. Köprünün mavi boyalı demir korkulukları ardında bana el sallıyor arkadaşlar.

Bu da normal görüntü. Aramızda epey mesafe var. Solda bir zeytin ağacı ve şeftali bahçesi tamamen yaprak açarak meyvelerini olgunlaştırıyor.

Ben köprüye gelmeden önce Gürel kamerası ile elçek resim çekiyor. Arkadaşlar köprünün diğer tarafında toplaşmış. Kendisi diğer taraftan sadece portresi görünüyor. Köprü biraz yüksekte, meyve bahçeleri aşağıda kalmış. Köprünün ucunda dut ağacı top şeklinde. Köprünün korkuluk demirleri mavi boyalı. Sadece ortadaki uzun demir sarıya boyalı.

Araç trafiğinin olmadığı nehir kenarında sakince gidiyoruz sarı çiçek açmış otların arasından. Karşımızda kayalık dağlar yeşil otların arasından görünüyor. Demir örgülü elektrik direği de manzaraya girmiş. Ferdimen grup halinde giden bisikletçilerin arkasından resimlerini çekmiş.

Ben de arkalarından tek başıma doğada olmanın verdiği mutlulukla içime sindire sindire yol alıyorum. Yol kıyısında sarı çiçekler açmış otlar arasında insan boyundan büyük şerbetçi otları fışkırmış durumda.

Nehir yatağından akan su o kadar kirli ki hem görünümünden hem de kokusundan belli oluyor. Siyaha yakın yeşil rengi olmasına karşın söğüt ağaçları ve otlar kıyıları bürümüş. Nehirde sadece canlı olarak su kaplumbağalarını görüyorum. Onlar da kabukları siyaha yakın renge yani nehrin suları gibi olmuş. Bu kirli sularda nasıl yaşadıklarını anlamış değilim. Kaplumbağalar pek evrim geçirmeden milyonlarca yıl aynı kalmış bir canlı türü. Şekli değişmese de kirli sular pek etkilememiş görünüyor.

Nehirde su ilkbahar olmasına rağmen çok az akmakta. Köprünün üzerinden karşıya geçerken nehrin resmini çekiyorum. Su az da olsa akıyor simsiyah. Söğüt ağaçları kıyı boyunca sıralanmış. Sol tarafta bir tepe, ön tarafında kavak ağaçları grup olarak dikilmiş.

Kavak ağacı nedir bilir misiniz? Kavak ağacı evlilik ağacıdır. Çocuk doğduğu zaman babası bir grup kavak ağacı diker, fidan olarak sulak bir yerde. Kavak çocukla beraber büyür. 20 yıl sonra evlilik çağı gelince baba çocuğu için diktiği kavağı keserek satar ve elde ettiği para ile çocuğunun düğün masraflarını karşılar. Evini yuvasını kurarmış kavak ağacı ile. Kavak ağacı daha çok kibrit, ambalaj ve mobilya yapımında kullanılır. Gerçi şimdiki zamanda kibrit gazlı çakmaklara yenilmiş durumdadır.

Yeni sürülmüş tarlaların yanından topluca bisiklet sürüyoruz. Gürel de uzaktan optik zom yaparak harika bir resim çekiyor. Resimde 11 kişi bisiklet sürerken görünmekte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ben biraz gerilerden gelince tek başına beni ayrı çekiyor. Kıytırığın arkasında iki Türk bayrağı rüzgarın etkisi ile dalgalanıyor. Yolun iki tarafında tarla yeni sürülmüş.

Belevi’ye vardık bile, burada öğle yemeği yiyeceğiz. Daha önce işletmeci ile konuşmuştuk geleceğimizi. Bizler gelince köfte siparişlerini veriyoruz ve hemen mangalda köfteler pişmeye başladı. Köftelerin pişmesini beklerken bahçede elimizi yüzümüzü çeşmede yıkayıp paklanıyoruz. Yıkanırken kara dut ağacını görünce acıkan karnımızı biraz bastırmak için karadutları mideye indirmeden edemedik. Yeni kararmaya başlayan dutlar nefis. Dutların çoğu kırmızı olgunlaşmamış. Kimisi yarısı kırmızı yarısı kara. Biz de iyice olgunlaşmış olan kara dutları yiyoruz. Dutları dalında yaprakları ile beraber yakından bir resmini çekiyorum.

Belevi’nde aramıza 2 kişi daha katıldı, Sadun abi ve Hüseyin. Üç masayı birleştirip oturduk. Köftelerin pişmesini bekliyoruz sohbet ederek.

Bisikletler park edilmiş, bizler de masalara oturarak bekliyoruz. İşletmenin adı Belevi çöp şiş ayran. Mavi tabelasında yazıyor.

Sevil köfte ve şiş pişirirken ocak başında.

Sevil ocağın başında köfteleri pişirirken işletmeci de domatesleri söğüş dilimler halinde kesip tabaklara diziyor.

Pişen köfteleri bir çırpıda yiyip bitiriyoruz, çok acıkmışız. En son olarak Sevil kendine pişirip yiyor köftelerini. Biz de boş durmayıp yemeğin üstüne çayları yudumluyoruz. Masanın üstünde kocaman bir saksı, saksıda da beyaz üzeri mor çiçekler açmış. Binanın duvarında ay – yıldız yapıştırılmış. Türk bayrağı da  çatıya asılıp sarkıtılmış.

Yemeğin ardından tekrar yola çıkıyoruz. Yolumuz yine nehri takip eden yollarda. Tarlaların önünden geçiyoruz. Tarlayı otlar bürümüş. Herhalde nadasa bırakılmış.

Kimi tarla da sürülüp ekilmiş bile. Araları 1.5 metre genişliğinde düz bir çizgide fidanlar dikilmiş. Fidanların da yanında boylu boyunca damlama için hortum döşenmiş. Geniş tarlada yan yana fidanlar ekili. Her şey düzgün ve güzel görünüyor görünmesine de tarlada fazla olan bazı şeyler var. O da fidanlar üretim yerinde çimlendirilirken köpük fidelikler ile buraya geliyor. Fidanlar dikildikten sonra boşalan köpük kasalar toprağın üzerine öylece atılmış. Toplayıp geri dönüşüme yada çöpe atılmamış. Nehrin kirliliği buradan başlıyor. Petrol ürünü olan köpük fidelikler çevreyi hem görüntü olarak hem de kimyasal olarak kirletmekte.

Yolculuğumuz güzel yerlerden devam ediyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar arasından. Buralarda yollar da toprak. Arada geride kalanları beklerken bisikletten inip bekliyorum. Bisikletim park halinde, toprak yolda geriden gelenler ve yol kıyısında otlar ve sazlık.

Yolumuz nehrin kıyısında olunca bazen sol tarafında, bazen de sağ tarafında gidiyoruz. Karşı tarafa da köprüden geçiyoruz. Yine böyle bir köprüden geçerken Gürel tura katılan herkesi nehir ile beraber elçek yaparak resmimizi çekiyor.

Tura katılanların isimleri :  Ahmet Nail Yavuz, Aysel Ataş, Bahadır Özer, Cem Koç, Ferdi Kızıl, Figen Gülgör, Gökay Terzi, Gürel Gürselp, Hasan Ata, Hüseyin Dölçek, Kaya Palancılar,  Kemal Lale, Sadi Bilguvar, Salih Gülbahar, Sevil Gülgün, Şafak Omaç, Serif Kılavuz, Urim Babacan

Nehirde aşağıda gördüğümüz yerden daha fazla su akıyor ama hala kirlilik var. Burada nehir yatağı daha dar ve söğüt ağaçları neredeyse nehrin üzerini örtmüş durumda.

Bağ bahçe yolu böyle olur, toz toprak. Üstüne üstlük kum gibi milli bir toprak olursa bisikletteki yükle birlikte gitmek zorlaşıyor. Gerçi arkamızdan bıraktığımız izler derin ve anlamlı. Birincisi bisikletlerimiz yüklü ve ağır, daha belirgin iz bırakıyoruz. İkincisi ise anlamlı yük. Bu yük taşıdığımız eşyalarda daha çok ağır. İnsan eliyle yapılan erozyona ve kirliliğe dikkat çekmek için bisiklet sürüyoruz. Temiz bir çevre ve geleceğe, çocuklarımıza temiz bir gelecek bırakmak için yollardayız. Bunun ağırlığı ölçülemez. Üçüncüsü de nehrin deniz ile buluştuğu yerden aldığımız toprak. İnsan eliyle kirletilen nehirde taşınan toprak ağır metaller içeriyor. Kirli topraklarda yapılan tarım bizleri zehirlediği gibi çocuklarımızı da tehdit ediyor. Suyun kaynağına bırakacağımız kirli toprak nehirlerin temiz akması umudunu taşıyoruz. Bu hepsinden ağır ve izler daha da derinleşiyor. Hem sonra arkamızda iz bırakmamız gerek. Öyle gösteriş için, lay lay lom turu değil. Yarış ta yapmıyoruz. Hem spor yapıyoruz hem de doğayı ve çevreyi bir nebze olsun koruma amacı güdüyoruz.

Yol kumlu toprak, toprakta bisikletlerimizin tekerlek izleri. Sol tarafta nehir yatağı, sağda ise tarlalar.. Yolun her iki yakasında da otlar ve sazlar toza bulanmış durumda.

Topraklı tarla yolları bitti, asfalt yola çıkıyoruz. Yol kıyısında sadece  Hamidiye camisinin minaresini görüyoruz. İzmir ili, Tire ilçesi, Tire-İzmir yolu üzerinde bulunan Hamidiye Camii, daha çok Rahmanlar Camii adıyla bilinmektedir. Hamidiye Camii, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1894 tarihinde yaptırılmış olan külliyeye aittir.
Külliye içinde yer alan okul, çeşme ve havuz, İzmir, Tire yol çalışmaları sırasında yıkılmış, külliyeden günümüze sadece minaresi ulaşabilmiştir.

Yolda beni bisikletimle beraber minareyi de çeken Gürel. Minarenin yanında beton elektrik direği. Yol hafif sırt yapmış, inişe geçmiş olan Ferdimen’in yarısı görünüyor.

Bereketli topraklarda yaz için sürülüp ekilmiş tarlalar uçsuz bucaksız ta Bozdağlara kadar gidiyor.

su1-1-044

Ovada sadece tarla, bahçe yok. Milli zengin toprakta fidan yetiştiriciliği ve çim yetiştiriciliği de yapılıyor. Belki de 10 futbol sahasını kaplayacak kadar yere çim ekilmiş bir alanı görüyorum.  Boylu boyunca plastik borular ellişer metre aralıkla döşeli. Bu borular çimleri sulamak için. Doğal gübreli toprakta çabuk yetişiyor çimler.

Bülbüldere ve Göllüce köylerini geçerek Yeniçiftlik köyünde mola veriyoruz. Çay, soda ve atıştırmalıkları sundurmanın altında masalarda yiyerek biraz dinlenip güç topluyoruz.

Sundurmanın altında masalar, köylüler oturmuş çay içiyorlar. Bahadır bisikletine binmiş, kafasını arkadaki kameraya çevirmiş durumda.  Gökhan daha ilerde bisikletine bir şeyler yapıyor. Kıytırığın bir kısmı bayraklarla beraber sol tarafta görünüyor.

Moladan sonra yola çıktık, en arkada ben gidiyorum. Yanımda da bizim huysuz ihtiyar Şerif Kılavuz var. Arkadaşlar basıp gitti Tire’ye doğru. Huysuz ihtiyar geçen yıl kalbine pil takılmıştı. Pek bisiklette zorlanamıyor. Tura gelmeye de çok hevesliydi ve aramıza katıldı. Huysuz ihtiyarı kırmak olmaz, gönlü ne istiyorsa yapmak gerek. Artık iyice yavaşladı ve sık sık mola vermeye başladık. Bana sen git ben arkandan gelirim dese de pek aldırış etmedim. Geçen yıl yalnız bırakmıştık bilmeden kalp krizi geçirirken. Bir daha asla yalnız bırakmam diyerek sabırla bekliyorum. Bir yudum su içip biraz nefeslendikten sonra yola devam ediyoruz. Gittikçe molalar sıklaştıkça Şafak’ı cep telefonumla arayıp durumu bildirdim. Yolun karşısına geçip otobüse bindirmeye çalıştımsa da otobüsler bisikleti almadı. Gerçi Midibüs ve bisikleti koyacak bagajı bile yok. Nasıl alsın ki. Tire de evi olan arkadaşımız Birol Önal’a gelip Şerif’i almasını söyledim Şafak’a. Arkadaşlar Tire’ye varmıştı ve bizim daha 10 Km yolumuz daha var. Şerif’e oturup Birol’u beklemesini söyleyip pedala bastım. Birol arabası ile Şerif ve bisikletini alarak Tire’ye getirdi. Beni Tire girişinde benzinlikte Ferdimen bekliyordu. Ben de gelince birlikte Tire belediyesinin bizi konaklayacağı spor salonuna sora sora geldik.

Birol Önal’ın arabasının arkasında bisiklet taşıyıcısı var. Birol ve Şerif bisikleti arabadan indirirken.

Kapalı olan spor salonunun içine bisikletlerimiz ile girerek yerleşiyoruz. Sıcak duşumuzu da alarak, aklanıp paklanıyoruz bir güzel. Terli formaları yıkayıp yerine temiz eşyaları giyiyoruz.

Spor salonunun girişi geniş bir salon. Salon yüksek tavanlı, kıyılarda balkon var. Üst bölümde odalar var ve yukarı çıkan merdiven görünüyor. Aşağıda bisikletler, arkadaşlar toplaşmış kendi aralarında konuşuyor. Sağ alt tarafta pinpon masası var.

Akşam yemeğini Birol Önal yaptırmış bile. Pide ayran ile karnımızı doyurduk. Kendisine ayrıca teşekkür ederim bize ev sahipliği için ve misafirperverliği için. Akşam bastırdı, duşumuzu aldık, karnımız doydu. Bunun üstüne kahve gider diyerek kahve takımlarımı çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Akşam serinliğinde kahvelerimizi afiyetle içerek günün değerlendirmesini yaptık.

Gaz ocağım yanar durumda, cezvede taşan köpükleri fincanlara dökerken. Resim biraz bulanık çıkmış Ferdimen çekerken kahvenin kokusundan heyecanlanıp eli titremiş olmalı deklanşöre basarken.

Bir süre sohbet ettikten sonra günün yorgunluğu üzerimize uyku olarak çökmeye başladı. Her kes kendine yatacak yeri belirlemişti çoktan. Ben de koridorun birine matımı serip hazırlamıştım. Yarın Salı günü, Tire’nin pazarı kuruluyor. Hem de büyük bir pazar. İlk önce pazarı gezeceğiz. Yarın güzel bir gün bizi bekliyor ve uyku tulumuna mutlu girerek derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 76 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 1. Gün

19 Mayıs 2015 Salı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi’ye aittir)

1. Gün

İzmir – Tire

 

Nerde beklenirse ordaydılar

bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Neydi onları ordan oraya

savurup duran şey

Onları daima yalnız kılan

neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların

ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Ahmet Telli

 

Öne çıkmış olan görsel, bisiklet yolunda gidiyorum, etraf çimen kaplı. Gökyüzü masmavi.

IMG_0327

Uzun zamandır düşlediğim yerleri görmek ve dostlarla sıcak sohbet etmek için fırsatlar üst üste bindi. Serin geçen kış günlerinde bu yıl yapacağım turlardan Denizli Bisiklet Festivali, Burdur – Salda festivali artarda gelmesi benim için daha da ileriye gitme fırsatı doğurdu. Amacım hazır Salda gölüne kadar gitmişken iyice yakınlaşan Antalya’ya şöyle bir dostları ziyaret etmek. Eeee madem Antalya’ya kadar gelmişim Feyyaz dostumu da görmeden olmaz diyerek Mersin’e kadar gidebilirdim.

Dubakalımneolcek!

Denizli ve Burdur – Salda bisiklet festivaline kaydımı yaptırdım. Tura tek başıma gitmeyi düşünüyordum. Gelibolu da Ferdi ile yapacağım turlarımı paylaşmıştım.  Ferdi beni telefon ile arayıp beraber tura gidebilir miyiz deyince elbette, yola çıkacağım tarihte İzmir de olursan gideriz dedim. Ferdi Çorludan 4 gün önce yola çıkıp 18 Mayıs akşamı İzmir’e gelerek bir gece misafirim oldu. Ferdi zaten hazırdı, ben de gerekli eşyaları hazırlayıp kıytırığa yükledim. Ferdi’ye kaba taslak gideceğimiz yol hakkında bilgi verdim. Güzel insan anlayışlı olur, hiç itiraz etmeden benim programıma uyacağını belirtti. Sohbetin sonunda “Kervan yolda düzülür” deyip yattık.

Apartman koridorunda Ferdi’nin ve benim bisikletler akşamdan hazır halde bekliyorlar.

IMG_0324

Sabah erkenden kalktık, balkonda nefis bir kahvaltı bizi beklemiyordu. Hepsini kendi ellerimle hazırladım. Bu sabah beni bekleyen Güvercinlere buğdayı Ferdi verdi. Uzun saçlarından dolayı kuşlar fark etmedi bile yemlerin kimin verdiğini. Balkondaki masada kahvaltılıklar ve Ferdi kuşlara yem atıyor balkonun ucundan.

IMG_0321-1

Güzel bir kahvaltı kahve ile sonlandı. Son eşyaları da bisikletlere yükledikten sonra yola çıktık. Metro izbana 09:30 da aldıklarından acelemiz yoktu. Göztepe iskelesindeki asma köprü üst geçidinde turun başlangıç resmini Ferdi’nin tripodunda çekiliyoruz. Bu gün 19 Mayıs gençlik ve spor bayramı. Göztepe iskelesi bayraklarla donatılmış. İkimiz bisikletlerimizle sarı – kırmızı kuşaklı Göztepe asma köprüsünde poz veriyoruz.

IMG_0325

Kısa sürede Konak saat kulesinin önüne geldik. Yoldaşım KUZ ve kıytırık saat kulesinin zamanı gösterdiği 09:17,59 de masmavi gök yüzünün altında bana poz veriyorlar.

20150519_091757

Sonrasında cep telefonumu birine verip resmimizi çekmesini istedim. Çeken arkadaş pek resimden anlamıyor olsa gerek bizleri kare içinde almış ama saat kulesi tam kadraja girememiş. Olsun buna da şükür. Herkes sanatçı değil ki! fotoğrafçı olacak ta değil ya!

20150519_091851

Resim çekiminden sonra Konak saat kulesinden ayrılıp Alsancak metro istasyonuna doğru yola çıktık. Benim resmimi çeken Ferdi  her zaman olduğu gibi.

IMG_0326

Bisiklet yolundan gidiyoruz. Bisiklet yolunun kıyılarında mavi şerit ve yeşil çimenler.

IMG_0327

Alsancak metro istasyonunda saatinde ikişer bilet basarak içeri girdik. Artık kötü bir trafik ortamından kurtulmuş olarak vagondaki yerimizi aldık.

20150519_094139

Sarnıç istasyonunda inerek çıkışa doğru gitmeye başladık. Merdivenleri kullanmayacağız, yandan engelli ve acil çıkış kapısı var düz ayak çıkışı yapacağız.

IMG_0330

İzmir den çıktık, Aydın yolundayız. Tempo gayet iyi, kıytırık pek zorlamıyor, usulca KUZ‘un ardından geliyor. Böyle usulca yoldan giderken arkamdan bir bisikletçinin geldiğini görüyorum. Yanıma gelince Emre Tavkaya olduğu görüp sevindim.  Sevgili dostum Selahattin Tavkaya Usta’nın oğlu. Geçen ay Az bilinen antik kentler turunda beraberdik.  Kamp ateşini yakmak için yakacak olarak palmiye dalını koparırken dikeni bacağına batarak yaralanmasına neden olmuştu. Acil hastaneye gidip tedavi olduktan sonra turu bırakarak evine dönmüşlerdi baba oğul. Hepimiz üzülmüştük. Şimdi durumu iyi, İzmir den Kuşadası’na gidiyor. Antrenman olsun diye uzun yol olan Selçuk tan gidiyor. Ferdi ikimizi arkadan çekiyor yolda giderken.

IMG_0332

Yol kenarında dut ağacı olan bir kahvede çay molası vererek hem dinlendik hem de sohbet ettik Emre ile. Üçümüz yeni yaprak açmış dut ağacının altında masada oturmuş halde çay içerken.

IMG_0333

Bu sayede Selahattin ustayı arayarak bu sürpriz buluşmayı konuştuk. Emre ile yan yana.

20150519_120758_HDR

Emre ile bir süre yol aldıktan sonra vedalaşıp o Belevi yönüne, biz Bayındır yönüne saptık. Hava baharın son ayında iyice ısındı. Köy kahvesinde pistonları soğutma ve çay iyi geliyor. Sarmaşık çardak altındayız, dut ağacının yaprakları yeni çıkmış, taze.

IMG_0337

Fazla eğimi olmayan Bayındır yolunda normal tempoda  yol alıyoruz. Bayındır’a geldik bile. Yolun orta bölümünde sarı çiçekler insanın içini açıyor. Zaten çiçekçiliğin merkezine gelmiş bulunmaktayız. Bayındır bahçe çiçeği yetiştirmede uzmanlaşıp epey ilerlemiş durumda. Her yıl Mayıs ayının ilk haftasında burada çiçek festivali düzenleniyor. İyi ki 2 hafta önce olmuş festival yoksa çok kalabalık oluyor. Arabalardan bisikletle bile geçemezdik bu yoldan. Yolun orta refüjünde, çiçeklerle birlikte poz veriyorum, yanımda bisikletim.

IMG_0341

Bayındıra hoş geldiniz yazısı bizi karşıladı. Biz de hoş bulduk deyip giriş yapıyoruz. Bayındırda bir kahvede çay molası vereceğiz.

IMG_0343

Yoldan yukarı, şehir merkezine hafif rampa çıkarak bir kahve ararken birden bire adamın biri önümüze atlayarak heyecanlı olarak

“Where are you from?”

diye İngilizce sordu. Ben İngilizce bilmediğimden

“Merhaba ne oldu, ne istiyorsun?”

diye cevap verdim. Adam;

“Aaa siz Türk müsünüz?”

diyerek kahkaha ile tanıştık. Bu durum epeyce gülmemize neden oldu. Bayındır gençlik ve spor müdürü Erdal İnce olarak tanıttı kendisini. Aynı zamanda Kendisi Öğretmen olarak okulda eğitim veriyor. Biz de kendimizi tanıttık. İkimizin de saçı uzun, keçi sakallı, bir de bisikletli ve römorklu olduğumuzu görünce yabancı turist sanmış Erdal İnce. Bizi müdürlüğe çay içmeye davet etti. Zaten müdürlüğün önündeydik. Eh biz de çay içmek için yer arıyorduk hali hazırda. Çay davetini kabul ederek müdürlüğün bahçesine bisikletleri park edip içeriye girdik. Binanın önündeki kaldırımda bisikletlerimiz park etmiş. Kaldırımda yeşil mini golf sahası var çocuklar için. Daha ileride satranç taşları dizilmiş damalı yere.

IMG_0344

Müdürlüğün arka bahçesi geniş ve yeşil, tam dinlenmek için uygun bir yer. Eskiden askeriyenin yeri imiş. Spor bakanlığına devredilerek gençlerin spor yapmaları için ayrılmış. Erdal İnce öğretmen, ek olarak sporla ilgilendiğinden geçici olarak spor müdürlüğü yapıyor. Bahçeye oturup sıcak çaylar içiliyor. Bizleri ağırlamaktan içleri kıpır kıpır, heyecanlılar. Biz de bu karşılamadan dolayı mutluyuz. Böyle bir çay molası bizim için iyi oldu, parasından değil bahçede hoş sohbet ve dostlukla içilen çayı kahve sandalyesinde içemezdik. Üçümüz masada çay içerken.

20150519_163225

Çaylar içildikten sonra binanın ön tarafına, bisikletlerin yanına geldik. Spor müdürlüğü önünde beyin sporu olan satranç taşları  ve tahtası kaldırıma konulmuş. Gençlerin ilgisini çekmek için güzel bir yöntem. Çocukların dev satranç taşları ile oyun oynama isteği satranç öğrenmeye kadar gideceğine eminim. Ben bile ilk bakışta oyun oynama isteği duydum. Kareler ve satranç taşları siyah – beyaz renkte.

20150519_165859

Artık yola çıkma zamanı diyerek Erdal İnce ile son bir resim çekilerek vedalaşıyoruz. Öncesinden telefonlarımızı birbirimize verdik. İrtibatı koparmamak gerek.. Kervan yolda düzülmeye başladı yavaş yavaş. Hazineme biri daha girdi. Yol kıyısında, gençlik merkezi binasının önünde bisikletlerimiz ve Erdal İnce ile poz veriyoruz.

20150519_170124

Tekrar yola çıktık, hava iyice ısınmaya başladı. Ama öyle bunaltıcı bir sıcaklık yok, gayet rahat gidiyoruz. Yol kıyısında fıstık çam ağaçları.

IMG_0346

Bir süre ovada gittikten sonra yol çatağına geldik. Karşı ki İzmir yolundan da gelebilirdik ama Bayındır yolu bana göre daha sevimli geldi. Sola Tire yönüne sapacağız.

IMG_0353

Çocukluğumda mahallemize develer gelirdi bir şeyler satmak için. Çoktandır uğramaz oldular, deve görmeyeli hayli zaman oldu. Şimdi ki zamanda deve daha çok güreş için besleniyor. Bu da insanoğlunun başka bir vahşeti, hayvanlara eziyetten başka bir şey değil. Deveyi görünce aklıma saz ustası Ruhi SU’nun söylediği bir türkü geldi. Sözleri ilginç !

Bir oba kalkıp ta yola koyuldu mu

Hayvanların çanları başlarmış konuşmaya.

Önden giden devenin çanı “Benim ağam zengin dir, benim ağam zengin dir” diye ötermiş.

Ortada giden devenin çanı “Neden, neden, neden, neden” diye ötermiş.

Arkadan gelen devenin ise “Ondan bundan, ondan bundan, ondan bundan, ondan bundan” diye ötermiş.

20150519_172920

Yol alabildiğine geniş, ovanın bir başından bir başına gidiyor. Gençler motorlarla gezinti yapıyor, arada kapışmadan da edemiyorlar.

20150519_173825

Küçük menderes nehrinden karşı tarafa geçtik köprüden.

20150519_181816

Güneş batmadan Tire’ye vardık bile. Tabelada Tire, Nüfus: 80400 olarak yazılmış.

20150519_184033

Akşam çadır kurulacak yer için daha önce kaldığımız bahçeye doğru tırmanmaya başladık. Yol hafif rampa, bu kez ben Ferdi’yi çekiyorum.

20150519_191802

Geçen ay kalmıştık bahçede ama aradan geçen bir ay günlerin uzamasına, havanın ısınmasına bağlı olarak buraya piknik yapmaya gelenlerin artmasına neden olmuş. Aynı zamanda 19 Mayıs olması nedeniyle resmi tatil. Bahçenin sahibi ile merhabalaşıp kalabilir miyiz diye sorunca elbette kalabilirsiniz ama gece saat birlere kadar piknik yapıyorlar o yüzden rahat edemezsiniz deyince burada kalmaktan vaz geçtik. Zaten ortam mangalda pişen et kokusundan durulmayacak kadar kötü durumda. Pek rahat edeceğimiz bir yer olmaktan çıkmış. Bahçe sahibine ilgisinden dolayı teşekkür edip tekrar aşağıya doğru inmeye başladık. Bahçe sahibi bize Fatih Sultan Mehmet parkında kamp atabilirsiniz diye yer de göstermişti. Bahçede bisikletlerimiz park halinde, etraf kalabalık, insan dolu çoluk çocuk pikniğe gelmişler.

IMG_0356

Daha önce yanından geçtiğimiz parka gelerek kendimize en uygun yeri beğenip bisikletleri park ettik. Çadırları kurmada acele etmiyoruz, hava biraz kararsın.

20150519_195308

Matımı yere sererek şöyle bir iki seksen uzanıp havanın kararmasını dinlenerek geçirmek iyi olacak. Ferdi de yere oturmuş, otomatik çekiyor ikimizi.

IMG_0358

Uzandığım yerden gök yüzünü kaplamış olan çam ağaçlarını bir süre seyrettim. Parka dikilen çam ağaçları epey uzun, belli ki yarım asırdan fazla olmuş dikileli.

20150519_195940_HDR

Hava karardıktan sonra çadırları kurup eşyaları yerleştirip yemeği yapmaya başladık. Karnımız doydu ve üstüne birer kahve iyi gitti doğrusu. Tire güzel bir kasaba. Parkta oturan gençlerle bir süre sohbet ederek zaman geçirdik. Yakınımızda tuvalet var. Tuvalete bakan yaşlı amcaya burada kalacağız haberin olsun dedik. Tam yatmaya hazırlanırken sivil polisler gelerek bizleri kontrol etti. Yaşlı amca haber vermiş kontrol etmeleri  için. Bizim çekincemiz olmadığı için rahatız. Kimlikleri vererek gbt kontrolü yapıldıktan sonra polisler iyi geceler deyip çekip gittiler. Ardından çadırlara girip yattık. Bisikletleri birbirine kilitlemiştik daha önce. Gecenin bir vaktinde parkın sulamasını açan görevli çadırlara hafif su gelmesine neden oldu. Ferdi’nin çadırına fazla su geldiğinden çadırı az yana almak zorunda kaldı. Sonrasında yorgunluktan ağır basan uykunun etkisine girdim.

Şaka maka toplam 90 kilometre civarında yol yapmışız.

Yaptığımız yolun haritaları aşağıda

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Kendi Kendine Oluşan Festival 6.Gün

16 Nisan 2015 Perşembe

6. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bekliyorum bir kapının önünde,

Cebimde yazılmamış bir mektupla.

Bana karşı ben vardım

Çaldığım kapıların ardında,

Ben açtım, ben girdim

Selamlaştık ilk defa.

Metin Altıok

 

Öne çıkan görsel, ekin tarlaları arasında düz yolda üç bisikletçi, Güneş parlak ışıklar saçarken batıyor.

20150416_191218_HDR

Çeşmeye gelen araçların gürültüsü biraz rahatsız etse de iyi bir uykunun ardından sabahın erken saatinde kalktık. Bahçede hazır haldeki hamakta da sabah keyfimi yapıyorum birazcık. Güneş doğmuş ağaç yaprakları arasından sızabildiği kadar üzerime ışıldıyor. Tembellik güzel bir şey, hele bahar ayında sabahın seherinde gerinip uzanmak. Sanki hayat durmuş gibi, bundan sonra hiç bir şey olmayacakmış gibi düşünmek. Ne geçmişi ne da yarını. Dünyadan habersiz, dünyanın içinde yaşamak. Sadece bu an var, an bitmesin. Durdu zaman, durdu dünya. Sadece nefes alışımı hissediyorum hiç bir şey düşünmeden. Sonsuzluğu yakalamış gibiyim. Hamakta uzanmış yatıyorum, arkada iki çadır.

20150416_081839

Bahçe sahibi geliyor, sabah kahvaltısı hazırlıyor bize. Bahar kokuları içinde kızarmış ekmeklerle nefis bir kahvaltı. Bol çay ile birlikte. Kahvaltının ardından eşyaları toparlayıp bisikletlere yükledik. Yola çıkmaya hazırız artık, akşama evdeyiz. Bahçe kapısı demirden, önde motor park etmiş.

20150416_103819

Bahçenin sahibine teşekkür edip yola çıkıyoruz hep birlikte. Kahvaltıyı dengesiz İrfan ödüyor, kendisine teşekkür ediyoruz. Biraz yüksekte olmamızdan dolayı Tire içine kadar çabuk indik. Yolumuz araçların gittiği ana yol değil. Köy yollarından Belevi’ye kadar gideceğiz.

20150416_104755

Yol kıyısında arabanın çarpıp öldürdüğü bir tilkiye rastlıyorum. Karşıdan karşıya geçmeye çalışan tilki arabanın hızına yetişememiş anlaşılan. Doğal olmayan bir ölüm karşısında üzülmemek elde değil.

20150416_113520

Yol hafif iniş ve çıkışlı, neredeyse düz sayılır. 20 kilometre yol aldıktan sonra çay bahçesinde mola verdik. Can ağacın dibine bisikletini park etmiş durumda poz veriyor.

20150416_120030

Bahçede yayılıyoruz bisikletleri park ettikten sonra.

20150416_120051

Çay bahçesinde rengarenk çiçeklerle bezenmiş. Çiçeklerin arasında koca bir küp, küpün üstünde de ters duran bir su testisi dikkatimi çekiyor. Aklıma bazı yerlerde adet olan evin damına konulan testi geliyor. Evde evlenme çağında genç kız varsa dama bir testi konuyor. Kızı almak isteyen delikanlı testiyi kırıp kıza talip oluyor. O yüzden testiyi ellemeden öyle uzaktan inceleyip resmini çekiyorum. Bir de kaza ile testiyi kırarsam kim bilir başıma neler gelir. Film sahnesinde değiliz.

20150416_120136

Duble çay ile pistonları soğutmaya çalışıyorum. Düz yol olmasına rağmen iki sıradağ silsilesini aştık ta geldik. Pistonlar biraz yorgun sayılır.

20150416_120309

Dengesiz İrfan da yanıma gelerek pistonlarını soğutmaya çalışıyor.

20150416_120328

Bu kış iyi yağış vardı ve bunun sonucunda Küçük Menderes nehri taşmış durumda. Bazı nehir kıyısındaki tarlalar su altında kalmış. Göründüğü kadarı ile geniş bir alan su altında.

20150416_124507

Daha önce Köyceğiz gölü etrafında gördüğüm Sığla ağacı burada da gözüme çarpıyor.

20150416_130203

Bereketli Küçük Menderes ovasında geniş şeftali bahçeleri alabildiğine çok. Henüz çiçek açmamış ama çiçeklerin tomurcukları hazır, neredeyse açmak üzere pembe şeftali çiçekleri.

20150416_131242

Belevi kavşağına geldik, artık Selçuk yolundayız ve yol İzmir -Aydın karayolu. Araç trafiği fazla, motor gürültüleri rahatsız etmeye başladı. Yol duble yol, emniyet şeridinde ilerliyoruz.

20150416_131248

Mandalina bahçeleri sarı çiçeklere bürünmüş olsa da taşmış nehrin suları yolun kıyısına kadar gelmiş durumda.

20150416_132524

Baharın beyaz gelinliği her tarafı sarmış durumda. Uçsuz bucaksız, çiçekler kaplamış tarlaları.

20150416_133406

Selçuk’a az kaldı, neredeyse varmak üzereyiz ama Selçuk’a uğramadan nehir kıyısından gideceğiz.

20150416_134113

Papatya gibisin beyaz ve ince,
Eziliyor ruhum seni görünce,
İsmin dudaklarımı yakıyor neden,
Nedir bu çektiğim senin elinden,
Yalvarırım sana gel üzme beni,
İnan bana çok seviyorum seni,
Gel kollarıma artık bekliyorum,
Papatyam seni özlüyorum,
Neden sanki öyle dudak büküyorsun,
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun,
Sana soruyum neden susuyorsun,
Bana bu sevgiyi çok mu görüyorsun,
Bilsem söyler miydim gizli hislerimi,
Keşke görmeseydim gülen gözlerini,
Biliyorum fakat sende seviyorsun,
Anladım çapkınca naz ediyorsun,
Neden sanki öyle dudak büküyorsun,
Yoksa açık söyle hiç mi sevmiyorsun,
Sana soruyorum neden susuyorsun,
Bana bu sevgiyi çok mu görüyorsun,
Bilsem söyler miydim gizli hislerimi,
Keşke görmeseydim gülen gözlerini,
Biliyorum fakat sende seviyorsun,
Anladım çapkınca naz ediyorsun..

Necdet KOYUTÜRK

Papatya tarlasını çekiyorum.

20150416_135937

Ana yoldan nehir kıyısında ki yola girerek köprüden nehrin karşı yakasına geçtik.

20150416_140732

Küçük Menderes nehri maalesef çok kirli akmakta. Buna neden olanlar yaptıklarının farkında değiller ve farkında olmak istemiyorlar bir türlü.

20150416_140735

Henüz göremediğim ceylan tabelası yine karşımda. Bakalım ne zaman göreceğim ceylanları. Öyle çıkıverecek karşıma, bana şöyle bir bakıp hızla çalıların ardında kaybolacak. Kısmet….

20150416_140921

Nehir kıyısı asfalt yol ve araç yok, sadece tarlalarda çalışan traktörler bazen geçiyor. Biz de aheste bisiklet sürüyoruz, Can bunun bir örneği.

20150416_142405

İrfan ve Tamam da yolun sakinliğine bırakmış kendilerini. Usulca bana poz veriyorlar.

20150416_142439

Ayva ağaçları çiçek açmış, demek ki yaz gelecek. Şarkı sözlerindeki gibi ;

“Ayva çiçek açtı yaz mı gelecek

Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek”

20150416_142838

Hazır üçünü de yakalamışken bir resim çekiyorum ardı sıra.

20150416_143609

Yeni sürülmüş tarla ve tarladaki solucanları yemek için üşüşen martılar.

20150416_143718

Zeytin köye yaklaştık, cami bize geldiğimizi bildiriyor. Nehir kıyısı araç bakımından sakindi ve rahatça geldik buraya kadar. Artık Küçük Menderes nehrinden ayrılma vakti geldi.

20150416_144139

Bereketli ova olunca leylekler de bu bereketten faydalanıyor her yıl. Ta uzaklardan gelmiş, her zamanki yuvasına gelip yerleşmiş bile. Henüz yumurtlamış nöbetleşe kuluçkaya yatıyor leylekler. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra besleyip büyütüp yaz sonunda yetişkin hale gelen yavrular kendilerine eş seçip yeni bir yerde yuvalarını yapacaklar. Havalar serinlemeye başlayınca sonbahar aylarında Afrika’nın sıcak bölgelerine göç edecekler.

20150416_144556

Zeytin köyün yamaç evleri, işte köyler verimli topraklara tarla yaparak tarım arazilerini korumuş oluyorlar yamaca ev yaparak.

20150416_144658

Zeytin köyde mola verdik, karnımız da acıktı. Daha önce pide yediğimiz fırına doğru gidiyoruz.

20150416_145519

Köyün tek pide fırınında birer pide söyleyerek pişmesini beklemeye başladık. Buranın pidesi meşhur olmasa da nefis pişiriyorlar. Zeytinköy sapa yerde kalmasına karşı nüfusu kalabalık bir köy.

20150416_145530

Karnımız doyduktan sonra daha önce gitmediğimiz değişik bir yoldan gitmeye karar verdik. Hem bu yolun rampası daha az olduğunu söyledi köylüler. Bakalım göreceğiz nasıl bir yolmuş. Köyden ayrıldıktan sonra su kümbeti karşımıza çıkıyor. Yağmur suları burada birikip içme suyu olarak kullanılıyor. Demek ki buralarda çeşme yok.

20150416_163146

Hafif rampalardan yukarılara doğru çıkıyoruz.

20150416_163148

Ardından kısa ama biraz dik bir rampa çıkıyor karşımıza. Hem de dönemeçli. Birden bire yükseklik kazandık.

20150416_163902

Gerçekten de bu yol diğer yollara göre daha iyi, kısa sert bir rampa dışında hafif çıkışlarla en yüksekte olan Gölova köyüne geldik. Köyde yorgunluk çayı iyi gidiyor doğrusu.

20150416_171557

Yorgunluk çay molasının ardında yola tekrar düzülüyoruz. Artık bir süre inişe geçtik. Tarlaların orta yerinde devasa bir çukur açılmış. Anlaşılan o ki buradan epey toprak alınmışa benziyor. Ne için, neden alındığı belli değil. Ama çukur öylece kalmış.

20150416_181133

Karakuyu köyünde mola veriyoruz, pistonlar iyice ısındı. Soğutmak gerek pistonları. Artık eve yaklaşmanın psikolojisiyle yorgunluk belirtileri göstermeye başladı. Her pedal daha ağır gelmeye başlıyor. Durup dinlenmeli.

20150416_182225

Artık Cumaovası’nda düzlükte pedal çevirmeye başladık. Öncümüz İrfan her zamanki gibi önde bize rehberlik ediyor.

20150416_183516

Katılımcılardan biri olan Tamam ise sessizce Öncüyü takip ediyor. Yorgunluk belirtilerinden olsa gerek hiç konuşmadan yol alıyor.

20150416_183528

Diğer katılımcılardan Can da iyice yoruldu. Ön çantaları ile birlikte yükü bizlerden fazla ve o da yorulmuşa benziyor.

20150416_183532

Böylece birbirimizin ardı sıra tıngır mıngır gidiyoruz.

20150416_183534

Çileme köyünde durmadan geçiyoruz, akşam güneşi ufukta alçalmaya başladı. Batmadan önce son ışıklarını ovaya, bizlerin üzerine saçıyor. Böylece Kendi Kendine Oluşan Bisiklet Festivalinin daha sonlarına gelmiş bulunmaktayız. Katılımcıların az olması benim işime yaradı. Cezvem dört kişilik, fincanlar da dört tane olunca her kahve molasında bir seferde kahvemizi içmiş olduk. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150416_191218_HDR

Tarlaların arasında yeni yapılmış olan yol dümdüz, sıcak asfalt ile yapılmış kaymak gibi. Güneşin son ışıkları altında aheste pedala basıyoruz.

20150416_191450

Tekeli, Develi köylerini bir çırpıda geçsek te su molası vermek durumunda kaldık. Acelemiz yok zaten. Cumaovası metro istasyonu kapalı olduğu için Sarnıç istasyonuna kadar gitmemiz gerek.

20150416_193756_HDR

Sarnıç metro istasyonunda trene bindik, Dengesiz İrfan’ın şekeri düştü herhalde istasyonun öbür ucuna gitti. O yüzden vedalaşamadık bile. Can ile birlikte trenin en ön vagonuna binerek Alsancak istasyonuna vardıktan sonra sahilden eve doğru tatlı bir yorgunlukla ama turun verdiği mutluluk ve sevinçle eve vardım. Yine bir turun sonuna geldik, turun katılım ücreti yok, zaten olamazdı. Çünkü kendi kendine oluşmuştu.

Bir daha ki turda görüşme dileği ile sağlıcakla, herkese bol turlar. Bisikletin gidebildiği yere kadar. Yeter ki yola çıkın, yolda olun. Yol nasıl olsa sizi iyi yerlere götürür hiç merak etmeyin.

Bu gün yaptığım yol 111 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Kendi Kendine Oluşan Festival 5.Gün

15 Nisan 2015 Çarşamba

5. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran?

Acının bu solgun haritasında,

Kendime yeni duraklar bulduğum.

Ulaştığım ıssız dağ doruklarında

Yüzün müdür hep sorular sorduğum,

Bakışının titrek aydınlığında?

Metin Altıok

 

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ, arkada gölet manzarası ve dağlar.

20150415_101203

Kapalı, sıcak bir odada uyumanın keyfini yaşadık. Erken uyumanın verdiği uzun zaman erken kalkmamıza neden oluyor. Eşyaları toparladık kısa sürede. Bisikletler yanımızda, odada güvendeydi. Toparlanma sırasında Can Küçükler çamurlanan bisikletini koridorda su ile yıkayınca küçük bir göl oluştu. Koridorda oluşan gölü gören İrfan bisiklette teknik konulardan pek anlamadığından yağ zannetmiş. Can Küçüklerden aldığı zincir yağ spreyini zinciri öyle bir yağlamış ki koridorda ayrı bir gölet oluşturmuş. Neredeyse yağ tüpünü bitirmiş. Bunu görünce kahkahayı bastık koridorda. Nasıl kahkaha atmayalım  ki? Arap sabunu görmüş gibi her tarafına sürmüş misali. Fazla yağları sildiriyoruz İrfan dengesizine. Yoksa kendini yağa bulayacak. Bisikletleri aşağı indirip otel ücretlerini ödedik.

Bu arada örümcek gece boş durmamış kendine sinekleri yakalamak için ağını örüp beklemeye başlamış bisikletin üzerinde. Örümcek ağını korna ve bağlı ip arasına örmüş. Sulukta 1.5 Litrelik su şişesi.

20150415_074709

Sabahın erken saatinde kahvaltı için gevrek ve peynir alarak kasabadan az ilerdeki Dereağzı köyündeki kahveye kadar gidip demli çay ile kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltının ardından köyü geride bırakıp ova bitiminde tırmanmaya başladık Aydın dağlarını. Kısa sürede yükseğe çıkıp İncirliova’nın bir resmini çekiyorum.

20150415_094411

Bu yol yeni yapılmış gibi, bazı yerde toprak kayması olmuş. Yolun bir şeridi toprak ile kaplanmış ve tehlikeli bir yerde. Tam da dönemeçte, karşıdan gelen araç görünmüyor bile. Aniden karşımıza çıkabilir, o yüzden bisiklet ile olmamıza rağmen yavaş ve dikkatli geçiyoruz. Gece araçlar için daha tehlikeli.

20150415_094923

Yol kıvrıla kıvrıla dağa doğru çıkmakta. Eğim bazı yerde sert ama kısa sürünce pek zorlanmadan çıkıyoruz. Şimdilik üç kademe çıkmışız bile.

20150415_095649_Pano

Kahvaltı yaptığımız Dereağzı köyü, ovanın ortasında da İncirliova kasabası. Bence kasaba yanlış yerde kurulmuş. Verimli ovanın ortasında geniş bir arazi tarım dışı kalarak üretime balta vurmuş durumda. Kasaba dağın kıyısında kurulmalıydı, tarım yapılmayan yamaçlarda. Yol kıyısında kolay yerleşim yeri kuranlar kendilerine ihanet ediyorlar aslında.

20150415_095705

Kocaman bir kaya kütlesi sanki ortadan üçe ayrılmış gibi. İlginç bir yapısı var ve dikkatimi çekiyor yarılmış kaya. Kim bilir nasıl yarılmış, belki kuvvetli paşalardan biri kılıcını taşa vurup peynir gibi kesmiştir!

20150415_095841

Yol açılınca yamaç tarafında ilginç beyaz kireç taşı kayaçları görmek olası.

20150415_100711

Tepelerin doruğundayız, az aşağımızda İkizdere baraj göleti karşımızda güzel bir manzara oluşturmuş. Seyrine doyum olmaz.

20150415_100850

Seyirlik olunca hele bir nefes alalım bakalım. Sabah kahvesini henüz içmedik daha. Bisikletim KUZ park halinde, arkada baraj göleti ve dağlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150415_101203

Düz olan bir yere hemen tezgahı kuruyorum. Ocak, cezve, ve fincanlar çıkıyor heybemden. Sürüyorum ocağa cezveyi. Yeni sopamla el çek yapıyorum kendimizi Kahve pişerken. Dört dengesiz yerde oturmuş halde.

20150415_102517_HDR

Dengesiz de beni kahve pişirirken çekiyor bir kaç resim. Bu keyif her yerde bulunmaz. Manzara güzel olunca keyfini çıkarmak gerek değil mi?

20150415_102917

Kahve keyfinden sonra yola çıktık. Baraj göletinin sonuna geldik ama bizim yolumuz devam ediyor.

20150415_105400

Baraj olunca yol su altında kalmış. Yeni yol da aceleye gelmiş anlaşılan. Yol zemini iyice oturmadığından göçük meydana gelmiş, yolun bir şeridi kapanmış yine. Gece araçlar için büyük bir tehlike eğer fark etmezlerse. Demir bariyerler de yolla birlikte çökmüş.

20150415_110608

Nihayet benim dağıma “Kahve Dağı” olan yere geldik. Gerçi biz az aşağıda kahvelerimizi içtik güzel manzarada. Kahve dağı yazan tabelayı çekiyorum.

20150415_111636

Yolun yamacında yağmurdan ilginç görünümlü küçük peri bacaları oluşmuş katlı olarak.

20150415_112623

Aydın dağlarının ilk tepelerinde ufak iniş ve çıkışlarla yol alıyoruz.

20150415_112816

Küçük yamaçlarda jeolojik katmanlar kendini gösteriyor. Sağda kırmızı yapıda toprak ve kayalar. Karşıda ise beyaz  bir renkte gözümüze çarpıyor.

20150415_113107

Burada küçük bir mola veriyoruz. Karşı yamaç toprak kayması ile oluşmuş. Toprak kayması sürekli devam ettiğinden herhangi bir bitki, ağaç yetişmemiş.

20150415_113253

Mola verdiğimiz yerde yaşlı bir amca bahçesinde eşeği ile bize hoş geldin diyerek bahçeye davet etti. Bahçede henüz meyve yetişmemiş. Sürekli yoluş çıktığımızdan biraz dinlenmek iyi gelecek. Amcam centilmenlik olarak ilk önce Tamam’ı eşeğe bindirip gezdirmeye başladı. Bahçe büyük olsa gerek gözden kayboldular. Bir süre görünmeyince içimize kurt düştü! Amca Tamam’ı kaçırmasın dağlara, belli mi olur. Hemen gittiği yöne giderek onları görünce içimiz rahatladı. Amca eşeğin ipini tutup tüm bahçeyi dolaştırdı Tamam’ı. Tamam da hayatından memnun, prensesler gibi kurulmuş eşeğin semerine.

20150415_113338

Tamam eşekle gezerken gelincikler gözüme ilişiyor. Arı gelip gelincik çiçeğine konmuş nektarını toplamakla meşgul. Bahar ayındayız.

20150415_113850

En son gençliğimde binmiştim eşeğe, hazır fırsat bulmuşken şöyle bir bineyim bakalım. Fazla üzerinde durmadan hemen iniyorum. İhtiyar amca da beni dolaştırmaya niyeti yoktu zaten.

20150415_114257

Barajın göleti hala görünmekte, bayağı büyük bir gölet anlaşılan.

20150415_115049

Aydın ilinden İzmir il sınırları içine giriş yapıyoruz.

20150415_120407

Barajı besleyen derelerden biri üzerinde eski bir taş köprü görünce durup resim çekiyorum.

20150415_120601

Madem taş köprü var üzerinden geçmek gerek diyerek köprü üzerinden geçiyorum. Köprü trafiğe kapalı durumda, yeni köprü devrede olunca eski taş köprü dinlenmeye çekilmiş.

20150415_120707

Beni bisikletle taş köprüden geçerken çeken Can da bana poz veriyor.

20150415_120841

KUZ köprünün üzerinde tek başına.

20150415_120916

Tamam ve İrfan da köprü üzerinde durarak bir resmini çekiyorum.

20150415_120957

Taş köprünün olduğu dere en aşağıda. Buradan sonra epey zorlu bir tırmanış bizi bekliyor.

20150415_122031

Tırmanış henüz başlamışken festivalin katılımcılarını çekmeden olmaz deyip resimlerini çekiyorum.

20150415_122205_HDR

Yeşil tepelere doğru yavaş yavaş çıkmaya başladık.

20150415_124513_HDR

Yine dik yamaçları dönemeçli yollardan çıkıyoruz.

20150415_124726

Arada bir nefes almak için duruyorum. Durduğum  yer de yeni çiçek açmış, hem de pembiş çiçekler baharı karşılamakta. Bulutlar bir ara iyice çoğaldı. Başladı yağmur atıştırmaya. Hemen çöp torbaları ile eşyaların üzerini örterek yağmur geçişini bekliyorum. Bahar yağmuru kısa sürünce yola devam ediyorum.

20150415_125609

Yukarılardaki yoldan bana sesleniyorlar. Sanki yokuş bitmiş gibi, ama durum hiç te öyle biteceğe benzemiyor.

20150415_125858

Çeşme bulunca su takviyesi yapmadan olmaz deyip şişeleri tazeliyorum. Bu arada dinlenmiş oldum. Yokuş bitmiyor, zorlamaya gerek yok. Dinlene dinlene çıkacağız bu yokuşları.

20150415_130346

Baraj göleti buradan bile görünüyor, uzak olmasına rağmen.

20150415_133804

Aydın dağları silsilesi uzayıp gidiyor dalga dalga, göz alabildiğince. Yamaçlar incir bahçeleri ile dolu.

20150415_140227

Yükseklerdeyiz ve Aşağılar dik yamaçlardan oluşmuş derin vadiler.

20150415_141238

Yukarıdan biri bizi gözetliyor. Kafamı çevirince yukarıya doğru beyaz bir at olduğunu gördüm. Meraklı gözlerle bana bakıyor. Ömründe bisikletli bir insan görmemiş anlaşılan. Belki de bisikletin üzerinde beni bir şeye benzetemedi. Buradaki atlar ile incir ağaçlarının diplerini saban ile sürüyorlar. Dik yamaçlarda traktör gibi araçların çalışma olanağı yok. En iyi araç kara saban. Ata koşuluyor tek pullu kara saban. Dik yamaçlarda enlemesine bir ileri, bir geri sürüp incir ağaç diplerini havalandırıyorlar.

20150415_141931_HDR

Dağların yamaçları alabildiğine incir ağaçları ile kaplanmış. Yamaçlarda tarım yapmak zor ve çetin bir uğraş gerektiriyor. İnmesi kolay da çıkması biraz zor. Yolun düz olanı uzun, dikine çıkmak neredeyse imkansız gibi. İş görmek gerçekten zor buralarda.20150415_145307

Fiyatları hiç düşmeyen ceviz bu kadar üretildiğine göre iyi para getiriyor olmalı. Kaliteli ceviz de yamaçlarda, dağların güney tarafında bol güneş ve hava alan yerde yetişiyor. Türkiye de ceviz üretiminin büyük bölümü Büyük Menderes havzasında Aydın dağlarındadır.

20150415_145436

Dağların sırtında sanki trans yapıyormuşçasına hiç aşağılara inmeden gidiyoruz. Yolun iki tarafı da dik yamaçlardan oluşmuş derin vadiler.

20150415_160906

Dağın sırtında olduğumuza göre köylerin hepsi aşağılarda vadinin tabanında kurulmuş. Haliyle köyün kahvesinde oturup bir yorgunluk çayı içemiyoruz.

20150415_161233

Baharın güzel çiçekleri ağaçta olacak değil ya yol kıyısında, yamaçta mor çiçekler açmış otlar.

20150415_162427

Erik ağaçları da baharı müjdeliyor beyaz gelinliği ile.

20150415_163547

Çınar ağaçları gövdesi yamaçta sanki topraklar kayıp düşmesin diye kökleri ile beraber sarıp sarmalamış. Üstlere yağan yağmur suları topraktan sızıp çınar ağaçlarının köklerini besliyor. Doğal bir duvar örülmüş gibi.

20150415_164622

Tepeler bitmiyor, çıktıkça çıkıyoruz yükseklere. Artık dayanacak gücüm kalmadı, doğru dürüst mola vermedik. Sürekli çıkmaktan şekerim iyice düştü. Beni bekleyen arkadaşlara ulaşınca oturup karnımı doyuracağım deyip çörekleniyorum hemen. İrfan su akan bir çeşme bulma ümidiyle mola vermeye niyeti yok gibi. Dağın sırtında da pek çeşmeye rastlayacağımız da yok. Yanımda 1.5 Litrelik pet şişede su var, çaydanlığa su doldurup kaynatmaya başladım ocakta. Bir bardak hazır çorba, makarneks ve ton balığı takviyesi ile düşen şeker oranını yükseltiyorum böylece. Arkadaşlara kaynamış su hazır kullanabilirsiniz diyorum ama yemek yemeye niyetleri yok kimsenin. Yok ne yapayım, bana enerji gerek ve pistonlar benzinle çalışmıyor ki. Yemek gerek enerji için. Etrafta tepeler var.

20150415_171453

Karnımı iyice doyurduktan sonra yola çıkıyorum. Sanki tırmanış bitmiş gibi, iniş gösteriyor yol. Hadi bakalım dönemeç ne gösterecek?

20150415_171619

Artık zirvedeyiz gibi, önümüzde bulunduğumuz yerden yüksek bir tepe de görünmüyor. Rüzgar türbini de bunun kanıtı.

20150415_171844

Bir süre sonra en yüksek nokta olan yeri belli eden Kömürcüoğlu geçidi yazan tabelanın önünde durduk. Rakım da 1307 metre. Bizi biraz zorlasa da zirveye ulaşmanın mutluluğunu yakaladık. İniş için hazırlıklara başladık. Bu kadar yüksekten Küçük Menderes ovasına, neredeyse deniz seviyesine kadar ineceğiz. KUZ da zirveye ulaşmanın keyfini yaşıyor.

20150415_172702

Nihayet Tire ve tireyi gösteren tabela karşımda. Tabeladan küçük görünse de aradaki mesafe 15 Kilometre civarı. İniş zevkli olacağa benziyor. Bisikletin en güzel tarafını yaşayacağım, uzun ve zorlu bir tırmanıştan sonra neredeyse hiç pedal çevirmeden 1307 metreden 120 metreye kadar ödülüm olacak.

20150415_172924

İniş başladı ve bitki örtüsü değişti birden bire. Dağın diğer tarafında ceviz ve  incir ağaçları çoğunluktaydı. Dağın kuzey tarafı tamamen kestane ağaçları ile kaplı. Kestane ağaçları da kocaman gövdeleriyle asırları devirmiş, kadraja sığmıyor. Henüz elbisesini giymemiş kalın dallarıyla hayalet gibi. Görüntüsü korkutucu ama bir ay sonra ortam tamamen değişecek. Burada Türkiye’nin kestane üretiminde büyük bir yer kaplıyor. Yüksek dağ ve az güneş görmesi nedeniyle kaliteli kestane üretimi yapılıyor.

20150415_174151

Çıktığımız yerde hiç çeşme yoktu ve olmaması normal. Dağın sırtında su ne arar akacak. Burada çeşme bol ve sular şarıl şarıl akmakta. Boşalan su şişelerini dolduruyorum çeşmede. Elimi yüzümü de yıkıyorum bu arada buz gibi akan çeşmede.

20150415_174347

Yol eski bir yol, Tire – Aydın yolu ve çeşme 1927 yılında İzmir valisi Kazım Paşa tarafından yaptırılmış. Gerçi biz çıkarken normal Tire – Aydın yolundan gelmedik. Trafiği az ve zorlu olan sırtlardan zirveye kadar çıktık. Zirvede Tire – Aydın yolu birleşiyor.

20150415_174616_HDR

İniş sürekli olunca pek durmadım, sadece bir süre yağmur yağdı. Yağmurluğu giydim sadece. Kısa sürede Tire’ye indim. Tire’ye girmeden arkadaşları beklemeye başladım. Kendimi kapıp koyuvermişim, o yüzden aramız epey açılmış olmalı ki bayağı bekledim gelmelerini. Tabelada Tire – Nüfus: 80400 yazıyor.

20150415_180302

İniş hep böyle dönemeçli U dönüşü yapıyorum. Tire’ye gelmeden son dönemeçteyim.

20150415_180834

Tire hala aşağıda, büyük ve eski bir kasaba. İşin ilginç tarafı Tire’ye hiç gelmedim ve geldiğim yol da normal bir yol değil. Dağlardan ve bisikletle, kendi gücümle geldim.

20150415_181308

İlk gelen İrfan oluyor, resmini çekiyorum hemen.

20150415_181431

İkinci gelen Tamam ve ardında üçüncü de Can. Tamam inişte sert dönemeçte karşısına araba çıkınca dengesini kaybedip düşmüş. Önemli bir şeyi yok, buna şükür.

20150415_182137

Buluştuktan sonra hep beraber Tire’ye iniyoruz. Tire içinde akşam yemeği için çarşıda mola verdik. Tire de ne yenir? Elbette Tire köftesi yenmeli. Biz de onu yapıyoruz. Yemekten sonra İrfan’ın peşine takıldık. Kamp yapacağımız bildiği bir yere götürüyor bizi. Bir süre kasabanın içinde düz gittikten sonra tekrar dağa doğru Kaplan köyüne çıkmaya başladık. Neyse fazla çıkmadan mangal yapılan bir çay bahçesinde durduk. İrfan dağcılarla daha önce bu bahçede kalmış. Havalar hala serin olduğundan pek kimse de yok piknik yapan. Bahçe içinde çimenlerin üzerine çadırları kurup yerleşiyoruz. Karnımız tok, sadece semaver söyleyip çay içiyoruz bir güzel. Bahçe sahibi bir süre sonra bahçeyi bize emanet ederek evine gitti. Sadece yol kıyısında çeşmeye su doldurmaya gelen arabaların gürültüsü kaldı. Neyse ki bahçe çit telle kapalı ve kapı sürgülü olduğu için bizi pek rahatsız eden olmadı.

Bu gün zorlu yollardan geldik. 57 Kilometre civarında yol gelmişiz.

Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc