Aylık arşivler: Haziran 2018

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 3. Gün

27 Nisan 2016 Çarşamba

Beydağ – Kiraz – Çatak Vadisi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır.)

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, sul taraf kayalı, sağ taraf yeşil bitki örtüsü ile kaplı. Yukarıdan şelaleden sular döküldükten sonra, dört kademe basamaktan çağlaya çağlaya çay akıyor.

Çadırımın kapısını her zaman doğuya doğru, Güneşin doğduğu tarafa kurarım. Sabah ilk gün ışıkları ve Güneş çadırımın içine girmesini isterim. Ve bu sabah Güneş ilk ışıklarını çadırımın içini dolduruveriyor ilk ışıklarıyla. Öyle bahtiyarım ki zamanın tadını çıkarıyorum. Hiç acele etmeden. Bazen zamanı durdurmak gerektiğinde zamanı durduruyorum. Zaman durunca çadırımın için bir Dünya Güneş ışığın içeriye dolmasını sessizce izliyorum sadece. İçim de ışıkla doluyor, kalbim berraklaşıp yeni güne başlamak için enerji ile doluyor. Zaman durunca tembellik hakkımı da kullanmış oluyorum.

Çadırımın fermuarı açık içeriye Güneşin parlak ışıkları doluyor. Tam karşımda çınar ağacının kalın gövdesi ve bisikletim KUZ sadece ön tekerleği ile görünmekte. Gidonda sarı kaskım asılı durumda.

Tuvaletlerin olduğu binaya geldim. Elimi yüzümü yıkayıp güne güzel bir sabah ile başlıyorum. Çadırı kurduğum yer küçük bir tepede. Fıstık çam ağaçları dikilmiş sıralı olarak. İstinat duvarı taş ile örülüp beyaz kireç ile badana yapılmış. Yukarıya doğru merdiven de taşlardan yapılıp beyaza boyanmış.  Uzaktan bakınca temiz ve bakımlı bir park görünümünde.

Sabahları her zaman yaptığım kahve pişirme olayına zaman geçirmeden başladım. Kahve takımlarını çıkarıp kahve cezvesini ocağa sürüyorum. Çınarın gövdesi köklerde daha da genişliyor saçak biçiminde. Urim Baba’nın Kahvesi tabelamı da gövdeye iliştirdim. Bağdaş kurup kahvenin pişmesini bekliyorum sabırla.

Kahve tiryakisi olan Sadun abi de bankta oturup kahvenin pişmesini sabırsızlıkla bekliyor. Resmimizi çeken Ferdimen de sırada, o da sabırsızlıkla bekliyor kahve pişmesini.

Kahve faslından sonra eşyalarımı ve çadırı toplayıp kıytırığın çantasına yerleştiriyorum çarçabuk. Ardından kahvaltılık malzemelerini alıp az aşağıda çay bahçesinde masalara yerleşiyoruz. Masaları tek sıra birleştirip sıraladık manzaraya karşı. Aşağımızda Beydağ baraj göleti görünmekte. Ondan öte Bozdağların sonları ve Suyun Kaynağına gideceğimiz Çatak vadisini görüyoruz. Masanın üzerinde duble bir çay bardağı içi çay dolu ve kavanozda bal.

Hepimiz önümüz açık şekilde oturup kahvaltıyı eşsiz bir manzarada keyfimizce yapıyoruz. Hani Şair demiş ya Kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı işte o anları yaşıyoruz mutlulukla.

Şafak ve ben yan yana kahvaltı yaparken arkamızdan Gürel Beydağ baraj göleti ile birlikte resmimizi çekiyor.

Kahvaltıyı afiyetle yaptıktan sonra az yukarıda şelalelerin olduğu yere doğru yürümeye başladık. Etraf yeşillikler içinde, dere de şarıl şarıl akıyor otların arasından. Arkadaşlar da ileride yürüyüş kolunda ilerliyor.

Eski taş köy evleri, duvarlar düz olarak örülmüş. Evlerin üstü kiremit ile kaplı.

Evlerin kimisi iki katlı, kocaman bacası ve dağılmak üzere olan eğri büğrü çatısı. Ha yıkıldı, ha yıkılacak gibi.

Dere yatağında yukarıya doğru çıkıyoruz. Dere küçük ama şarıl şurul küçük çağlayan olarak akıyor kayaların arasından.

Az yukarıda dere yatağında taş duvar örülmüş, Dere duvarın tepesinden aşağıya dökülürken Figen Gülgör ayaklarını ve kollarını iki yana açarak altından akan dere ile poz veriyor. Duvarın kenarında saksılar dizelenmiş. Sağda bir masa duruyor.

Duvarın olduğu yere geldim, su dökülürken güneşi de parlak ışıklarıyla kareye alıyorum bir poz.

Dere kademeli olarak akıyor. Üç kademe ve gerisinde daha yüksekten dökülen dere. Şimdiye kadar çektiğim en güzel resimlerden birisi. Suyun kademelerden akışı, ışığın akan su yüzeyinde yansıması görülmeye değer. Su ile beraber sağ taraftaki yeşil bitkiler resmi tamamlıyor. Yeşil bitki örtüsü derinlemesine gidiyor. Sol tarafı ise yosun tutmuş kayalar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Su bereket getirmiş, yükseklerden dökünen az miktarda su etrafı yeşile boğmuş. Ayrıca kayalar da yosun tutmuş. Kökler aşağıya su ile birlikte süzülmüş.

Burada her taraftan ayrı ayrı küçük çağlayanlar olarak dökülüyor kayaların arasından kayaların üstüne. Suyun döküldüğü yer epey yüksek.

Bazı yerlerde ise düşük kademelerden sakince akıp gidiyor minik dere. Ağaç gövdeleri bile yosun tutmaya başlamış.

Gidebildiğimiz yere kadar gidip resimler çekildikten sonra geriye dönüyoruz. Yoğun bitki örtüsü altında arkadaşlar aşağıda dönüş yolunda aşağıya doğru dere ile birlikte gidiyor.

Buradan manzara ağaçların bana gösterebildiği kadar çok güzel. Bir süre bakmak bile bana yetiyor. Yeşillikler arasından Küçük Menderes havzasının başlangıcı.

Bahar ayında olduğumuzun gerçeği karşımda duruyor. Anne koyun bir yün yumağı halinde yakın zamanda doğmuş kuzusunu emzirirken. Kuzu da annesinin memelerine adeta saldırıya geçmiş. Anlaşılan karnı çok aç kuzunun.

Yılların arkadaşı Hüseyin Dölçek Çay bahçesinde diğer arkadaşların hazırlanmasını beklerken beraber poz veriyoruz. Hüseyin ile yıllarca bir çok turu beraber yaptık, Bazen acele eder, bir an önce yola çıkmak ister ama bazen yanlış yere de gittiği olur. Bazen de o kadar acele eder ki geç kalır, ulaşamazsın ama eninde sonunda gelir. Buna rağmen sağlam bisikletçidir.

Köyün muhtarı geliyor yanımıza, kendisine teşekkür ediyoruz bizi köyde ağırladıkları için. Herkes hazır olunca dün tırmandığımız yokuşu çarçabuk indik. Beydağ da konaklamamızı sağlayan arkadaşa teşekkür etmek için şöyle bir uğrayıp teşekkür ettik ama ne kadar yardımcı oldu bilemiyorum. Belki de hiç yardımcı olmadı. Zaten pek ulaşamamıştım kendisine telefonla ama arkamızdan söz ettirmektense bir görünüp öyle yola çıkalım dedim. Kısa görüşmemizden sonra yola çıkıyoruz. Kasaba çıkışından hemen sonra baraj göletinin olduğu yere doğru tırmanıp  göletin gökyüzünün rengini aldığı masmavi suların kenarında durduk toplanmak için. Ferdimen de bizi gölün masmavi suyu ile birlikte resmimizi çekiyor.

Kıytırık arkasında bayrakları ve KUZ ile gölün kıyısında bir poz çekiyorum.

Göl nehir boyunca kıvrılıp gidiyor. Baraj gölü tamamen dolu, bu yıl iyi yağış yağdı ve dereler, nehirler dağlardan şarıl şarıl akıyor. Tarlalar da gölün bittiği yere kadar gelmiş.

Çaylı köyünde çay molası veriyoruz. Masanın etrafında toplandık köylülerle beraber.

Kahvede oturan Ahmet Sezer ısrarla bize çay ısmarladı, kendisine teşekkür ederim. Daha önceki tecrübelere dayanak olan uydurma efeler gibi değil. Sözünde durdu ve çayları ısmarladı hepimize. Nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz klasik mabetten sonra at muhabbetine geliyor. Adam atlara hasta, atları ballandıra ballandıra anlatıyor heyecanla. Elinde sigarasını yakmaya bile fırsat bulamadı. “Süleyman’ım vuruldu yarım saate Ödemiş’e duyuldu. Yarım saatte atla ödemişe gidip haber vermişler, bu hikaye gerçek” diye anlatıyor. Aşağıda anlattığı türkünün sözleri;

Süleyman Bacanak Türküsü

Kaymakçı kıraathanesinde masa kuruldu

Masanın başında Süleyman vuruldu

Saat beşe varmadan Ödemiş’e duyuldu

Kıyma bana bacanak Abdullah merdenesiyim

Anamın babamın bir denesiyim

Kaymakçı kıraathanesinde halı döşeli

Doktorlar geliyor eli şişeli

Süleyman üç gün oldu şehit düşeli

Kıyma bana appak Abdullah menrdenesiyim

Anamın babamın bir denesiyim

 

Ahmet Sezer heyecanla türküyü anlatırken.

Masada duran dergide atları ve rahvan at yarışlarını bize heyecanla gösteriyor.

Dut ağacının gölgesinde Ahmet Sezer demli çayları yudumlarken türkülerin ve efelerin hikayesini anlatıyor.

Çay molasının ardından Ahmet Sezer’e teşekkür edip yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Her ne kadar leylek yuvasında dursa da daha önce havada uçarken görmüştük. O yüzden bu yıl bol bol gezeceğiz. Zaten gezmelerdeyiz ve yola çıkmaya hazırız.

Yakın çekimde leylek yuvasında gagası ile tüylerini temizlerken.

Hazır olunca leyleğin gözetiminde yola çıkıyoruz. Elektrik direği tepesine ilave demir konularak leyleğin yuvasını yapması sağlanmış. Elektrik tellerine zarar verilmemiş oluyor. Yola çıkmış bisikletliler tek sıra halinde giderken Gürel arkadan resmi çekiyor Leylek yuvası altından

Göl seviyesinde yemyeşil tarlalar ve otlayan inekler yayılmış otluyorlar. Baraj gölü ve ardında dağlar yükselmekte.

Baraj gölünün ardı ova, geniş bir alan oluşturmuş ta Bozdağlara kadar. Dağın dibinde de İzmir’in Kiraz ilçesi var. Oraya doğru gideceğiz.

Yoğun papatya çiçekleri arasında çakır dikeni tek başına açmış, uzun boyu ile ve mor çiçeğin altında dikenli taç yaprakları.

Yol düz ve iyi gidiyoruz. Yolumuz öyle uzun değil. Yol kıyısında bir kahvede mola veriyoruz yine, çay soda içmek gerek.

Kısa sürede Kiraz’a vardık, öğle yemeği için serbest zaman verdik. Şafak ta bizi kendisinin olmayan lokantasına götürdü. Şafak Lokantasının önünde Şafak olarak poz veriyor.

Nefis kuru fasulye, bulgur pilavı, kuru soğan ve acı turşu biberi ile karnımızı doyurduk.

Masa donatılmış durumda, Sevil, Figen, Şafak ve ben kendimize ziyafet çekiyoruz.

Serbest zaman bitiminde herkes alışverişini yapmış ve karnını doyurmuş olarak toplanıp Çatak vadisine doğru yola çıktık. Çatak vadisinin gürül gürül akan Keleş çayının dibinden gidiyoruz yukarıya doğru. Çay yatağına bentler yapılmış taşkın ve sel olmasın diye.

Henüz sert rampa yok önümüzde. Çok hafif bir eğim var sadece. Tek sıra katar misali gidiyoruz.

Yoldaki güzellikleri görmeden geçmiyorum. Bunlardan birisi de tarla kıyısında kırmızı açmış gelincikler. Yeşil otların arasından bir canlılık vermiş doğaya.

Başka bir güzellikte içi dolu su akan kanallar. Suyun akışı insanı cezbediyor.

Küçük bir tepe, tepede kale duvarları yıkık dökük görünüyor. Sol tarafta cami minaresi göründüğüne göre oralarda bir köy olmalı. Ağaçlardan görünmüyor.

Ferdimen de bisikletin gidonuna ABAK ta kullandığımız yeşil renkli kurdeleyi bağlamış aheste aheste bisiklet sürüyor.

Kavaklar ve bahçeye dönüşmüş dere kenarı, bahçede nar ağaçları dikilmiş. Henüz çiçek açma zamanı değil, Mayıs ayında açıyor nar çiçekleri. Çay yatağındaki su dengeli aksın diye sık sık bentler örülmüş ki çay yatağını bozmasın taşkın olmasın diye.

Az bir eğimle düz çay yatağı düzenlenmiş olarak sakince akmakta.

Bisikletim KUZ ve kıytırık bendin üstünden dökülen çay ile beraber resmini çekiyorum.

Daha çok çınar ağaçları olan çay yatağında kimi yerlere ceviz ağaçları da dikilmiş. Çay tertemiz olarak kayalardan çağlayıp akıyor. Arada durup çayın akışını izliyorum. Hem biraz da dinlenmiş oluyorum böylece. Tırmanış artmaya başladı, eğim sertleşiyor git gide.

En arkada yavaş yavaş çıkıyorum kendi tempomla. Önümde Kaya Palancılar ve Cem Koç var sadece. Eğimin fazla olduğu yerde bir dönemeç var önümde. Dönemece gelmeden bir hışırtı duyuyorum. Herhalde traktör ile dereye toprak döküyorlar az ileride. Ben öyle sandım o hışırtı sesini. Dönemeci dönünce Kaya Palancılar telaş içinde derenin kenarında aşağıya bakarken ne göreyim bizim Cem Koç bisikleti ile 4 metre aşağıda dikenli böğürtlen çalısının içinde bisikletin üzerinde yan yatmış olarak öylece duruyor. Hemen bisikletimden inip Cem’in durumunu sordum her hangi bir kırık çıkık var mı diye. O da sakince şimdilik iyiyim deyince az rahatladım. Çalılara aldırmadan çok dik olan yerden dikkatlice Cem’in yanına indim. İlk önce dikenli çalıları üzerinden ayıklayıp bisikletten inmesini sağladım. Bisiklet ile beraber takla atıp hiç inmeden selesinin üzerinde öylece dik olarak yamaçta duruyordu. Bisikletten inince sağını solunu kontrol etti. Herhangi bir şeyi yok. Sadece dikenler batıp bir kaç yerini çizmiş. Batan dikenleri üzerinden temizledim. Yukarıya bisikleti iterek çıkarmanın olanağı yok. Kaya Palancılar araçlardan yardım istemiş, kamyonetin birinden bir ip bulup aşağı attılar. İlk önce bisikleti bağlayıp çıkartmalarını sağladık. Sonra ipe tutunan Cem’i çıkardık. Son olarak ben çıktım yukarıya. Üstümüzü başımızı temizledik, toz toprak içindeydik. Cem’in çiziklerine baktım, az biraz çizikten dolayı kanama var ama o kadar önemli değil. sonra bisikletini kontrol ettim o da sağlam. Cem’in kafası da sağlam çünkü kaskı takılı değildi. Neyse ki kafası taşa çarpmamış. Ucuz atlattık sayılır. Cem’e “Nasıl olduğunu sordum?” O da ” Tam dönemeçte bir arabaya yol vereyim diye durayım dedim. Sağ ayağımı yere koyunca birden boşlukta hissedip bisikletle bir takla atarak aşağı düştüm. Meğer ayağımı koyacağım yer çalılık ve üzeri çınar yapraklarla kapanmış, altı boşluk olunca ayağım boşluğa geldi.” Diye anlattı. Anlatınca da kendi haline gülmeye başladı. Beraber güldük halimize. Neşemiz yerine geldi sayılır. Telefon ve telsiz ile yukarıya çıkmış olan arkadaşlara haber veremedik. Neyse az bir yolumuz kaldı sayılır. Gidince durumu anlatırız, yapacak bir şey yok. Cem tekrar kendini kontrol etti, bisiklete binebilecek durumda.

Kaya Palancılar da bizim aşağıdaki halimizi çekmiş. Cem ve ben bisikleti ip ile bağlayıp yukarıya çektirirken.

Kısa sürede arkadaşların yanına vardık. Durumu anlattım kısaca, önemli bir şeyin de olmadığını belirttim. Şafak Omaç ta bizimle iletişime geçemediğinden meraklanmış gecikmemizden dolayı. Programımızda çayın yukarılarına kadar yürüyüş yapacaktık ama biz gecikince grubu bekletmiş bizden haber alasıya kadar. Bu arada aramızdaki en yaşlımız Sadi abi biraz panik yapmış, o yüzden yaşın getirdiği telaş ile biraz konuşmuş ileri geri. Kemal Lale de söylenmeye başlayınca Şafak dayanamayıp patlamış Kemal Lale’ye. Şafak kimseye çadır da kurdurmamış bizi beklemişler. Artık durum sakinleşince Şafak ile yukarıya gitmeye gerek yok, biraz yıprandık ve akşam olmak üzere deyip arkadaşlara çadırları kurup dinlenmeye çekilebilirsiniz dedik.

Kayaların ve bentlerin üzerinden akan gürül gürül bir ortamdayız.

Çay coşkunca aşağıya doğru akıyor. Çayın iki yanında ağaçlara bağlanmış bir hamak su üzerinde gergin duruyor.

Cem’in atlattığı küçük kaza ve onun getirdiği stresi almak için hemen çadırımı kurup su donumu giyerek bendin yüksekten akan çayın serin sularına bıraktım kendimi. 2 Gündür de duş almıyordum. Bu soğuk duş biraz olsun üzerimdeki yükü aldı götürdü. Güzel bir duş terapisi gibisi yok. Soğuk suyun kılcal damarlarımı harekete geçirip kan dolaşımını hızlandırarak yeniden doğmuş gibi hissetmemi sağladı. Benden başka da suya giren olmadı.

Bendin tepesinden beyaz köpüklerle akan çayın sularında yıkanırken.

Zamanla olgunlaşan düşüncelerimiz bizi çevreye daha duyarlı olmamızı sağlıyor. Hele bisiklete binmek ve doğanın içinde turlar yapmak iyice olgunlaşmamızı sağladı. Ve çevreyi düşünmeye başladık. Çevre olarak doğada gördüğümüz olumsuzluklar, kirlilikler, pislikler gözümüze batmaya başladı. Zaten doğada aykırı olan kendini belli ediyor. Bu düşüncelerimizden birisini de şimdi gerçekleştiriyoruz “Suyun Kaynağına Yolculuk” İnsanın doğaya yaptığı zararları azaltıp yok etmek için bir şeyler yapmalı diyerek Küçük Menderes Nehrinin denize döküldüğü yerden aldığımız sembolik toprağı kendi gücümüz ile bisikletlerimizle suyun kaynağına getirdik. Buralarda tertemiz, insan elinin kirletmediği sulara kirli toprakları döküyoruz ellerimizle. Toprağın su ile yolculuğunda denize ulaşıncaya kadar temiz akmasını diledik. Geleceğimize, yarınlara, çocuklarımıza tertemiz bir dünya bırakabilme umudu hala içimizde var. Bu anlamlı yolculuğumuzu 3 günde tamamladık. Bizim gibi düşünen arkadaşlarımız da bizim gibi düşündüklerinden destek olup bu yolculuğa çıktı. Hepimiz iyi bir şey yaptığımıza inanarak mutluyuz.

Ben ve Ferdimen ellerimiz ile çayın sularına toprağı dökerken arkadaşlar da bizi izliyor.

Duşumu almış tertemiz olarak giyinip bir yorgunluk kahvesini hak ettik sanırım. Kahve takımlarımı çıkarıp uygun bir yere oturuyorum. Arkamda çağlayanın aktığı görüntü ve Urim Baba’nın Kahvesi tabelamı Ferdimen’in tripoduna asıyorum.

Kaza zade ve kurtarıcı olarak yan yana oturup kahve pişiriyorum Cem de yanımda. Cem haliyle boş durmuyor, herkese yetecek kadar hazırda kahve olmayınca kahve değirmenini verdim. O da yanımda kahve öğütmeye başladı.

Keyfimin kahyası yerine geldi kahveyi yudumlarken. Böyle güzel bir yerde kahve içilmez mi?

İşletmenin küçük kızı bizlere pastel boya ile resim yapıyor. Burada ailesi alabalık yetiştirip pişiriyor gelen müşterilere. Okul dışı zamanlarda ailesinin yanında durduğundan çevrede olanları kağıda çizmiş renkli boyalarla. Bir ağaç ve ağacın bir dalı var. O dala da minik bir kuş konmuş, Ağacın yaprakları sarı, çimenler de sarı renkte. Bir de dereyi yukarıdan aşağıya çizmiş. Çocuk bilinci doğada gördüğünü çiziyor temiz, saf ve duru düşünceleri ile. Belki bizleri gördükten sonra doğayı daha çok sevecek ve doğayı korumak için çaba harcayacak.

Akşam olmak üzere, kendimize ödül vermek gerek, hem işletmeciye de destek olmalı. O yüzden herkes yiyeceği balığı ısmarladı. Balık ta toprak tabak içinde tereyağlı, sebzeli, patatesli, peynirli olarak odun yanan fırına sürüyor. Şimdiden pişmiş balık kokuları burnumuza gelerek acıktığımızı hissettiriyor.

Yarım yuvarlak fırın ağzından içerisi odun alevi ile aydınlatılmış. İçeride toprak tabaklarda pişen balıklar. Dışarısında ise pişmiş olanlar biraz soğumasını bekliyor.

Yemeğin üstüne de demli duble çay içimizi ısıttı fırından gelen sıcaklık ile.

Çay bardağı fırının ağzına yakın bir yerde. Fırın içinde de köz olmuş odunlar ve bir tane toprak tabak içeride pişiyor.

Alabalıklar havuzda yetiştiriliyor. Borulardan sürekli olarak su akmakta havuzun içine.

Havuzun içinde siyak derili alabalık sırtları görünüyor yüzerken.

Havuza yukarıdan da sular dökülerek daha çok suyun soğumasını sağlıyor. Üç kademe havuz içleri balık dolu.

Nefis pişen balıklarımızı yiyip karnımızı doyurduk. Sonrasında çayın kıyısına kamp ateşimizi yakıp etrafında toplaşarak sohbete başladık.

Sevil ateşin yanında kayaya oturup poz vermiş. Gecenin karanlığında şelaleden dökülen suların beyaz köpükleri görünüyor.

Kamp ateşinde yanan odunlar ve ateş suyu içimizi ısıttı.

Ateşin başında epey oturduk, günün değerlendirilmesi, yaptığımız turu, yarın ki dönüş yolunu konuştuk aramızda. Fazla geç olmadan çadırlarımıza çekilip yattık. Ben çadırımı dere kıyısına kurdum. akan suyun gürültüsü çok yakın ama bana ninni gibi geldi. Kısa sürede derin bir uykuya daldım.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 36 Kilometre kadar.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası.

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 2. Gün

 

26 Nisan 2016 Salı

Tire – Beydağ

(Görme Engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır.)

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, 1 Metrelik setten dökülen Küçük menderes nehri. Kıyılarını ot bürümüş, solda sıra halinde zeytin ağaçları.

Güzel bir günün sabahında uyanıyorum, çadırda uyumanın alışkanlığı kapalı yerde uyumaya benzemiyor. Etrafta rüzgar sesi, dal çıtırtısı, kuş sesi olmadan daha derin uykuya dalmanın keyfiyle kalkıyorum. Diğer arkadaşlar da yavaş yavaş kalkıp uyanmaya başladı. Yerde yatan arkadaşlar.

Yeni bir güne başlamanın heyecanı ile hemen eşyalarımı toparlayıp kıytırığa yüklemeye başladım. Arkadaşların hepsi uyandı ve onlar da eşyalarını toparlayıp bisikletlere yüklemeye başladı. Çadır kurmayınca öyle pek dağılmadık. O yüzden daha çabuk toparlanıp hazır hale geldik. Sabah kahvaltısını yine ev sahibi olarak Birol Önal getirecek. Böyle ev sahibine can kurban. Erkenden kalkıp kahvaltılık malzemelerini getirdikten sonra spor salonunun mutfak bölümünde çayı demledik. Hep birlikte neşe içinde kahvaltımızı yaparak bir güzel karnımızı doyurduk. Sevgili arkadaşımız Birol Önal’a tekrar çok teşekkürler. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı.

Artık hazır sayılırız, bizleri ağırlayan Tire belediyesinin spor müdürünü beklemeye başladık. Beklerken de salonun güvenlik görevlisi ile dışarıdaki masada oturup çay içtik.

Muşamba kaplı masa yanında iki sandalyeye oturmuş olarak güvenlik görevlisi ile poz veriyorum. Resmin üst kısmında sarı çerçeveli 4 pencerenin altı görünüyor. Sabahın serinliğinden üzerimde deri ceket var.

Aysel aramızdan ayrılacağı için vedalaşıyoruz. Üç kadın, Sevil, Aysel ve Figen resim çekiliyorlar.

Salon dışında bisikletleri yola çıkarmaya hazırlıyoruz.

Sevgili bisikletçi arkadaşımız Tireli Birol Önal. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı. Kendisine tekrar teşekkür ederek beraber resim çekiliyoruz yan yana. Birol’un üzerinde mavi bir yelek, koyu vişne tişort giymiş. Boynunda yakın gözlüklerini asmış durumda. Bıyıklı, saçlarını arkaya taramış. Benim üzerimde vişne rengi özel baskılı Az Bilinen Antik Kentler Turu yazılı tişortum. Başımda yeşil renkli buf. Arkamızda yol, park ve ağaçlar. Daha arkada beşer katlı apartmanlar.

Şimdi de yanıma sevgili Huysuz ihtiyarı alıyorum. Şerif Kılavuz ile tanışmamız çok uzun olmasa da çok iyi dostluğum var. Geçen yıl kalbine pil takıldı ama bu turu yapacak gücü olmadığından aramızdan ayrılacak. Aslında bu tura katılmak için çok hevesliydi, Suyun kaynağına yolculuk turu fikri oluştuktan sonra hazırlık yapmıştı aylar boyunca. Ama kalbi bizimle olmasına rağmen pil de olsa dayanacak gücü yok. Ne kadar üzülsem de Huysuz ihtiyarın sağlığı daha önemli benim için. Başka Şerif Kılavuz yok. Bisikletini Birol arabası ile ileride İzmir’e getirecek. Kendisi bu gün dolmuşa binip evine gidecek.

Beraber resim çekiliyoruz, Huysuz ihtiyar şapkasını takmış başına. Üzerinde güneş gözlüğü siperliğin. Üzerine polar siyah bir ceket. Ceketin sol üst köşesinde Ay Yıldız bayrağı kondurulmuş. Saçları ve sakalı uzamış durumda. Gülerek poz veriyoruz kameraya.

Aramızdan ayrılması gereken biri daha var Aysel Ataş. Az Bilinen Antik Kentler Turunda beraberdik. Suyun kaynağına yolculuk turuna da bizlerle devam edecekti ama acilen gitmesi gerektiğinden İzmir’e dönecek. Kendisini yıllarca tanırım, bisiklet konusunda elinden geleni yapmakta. CAT yani Cuma Akşamı Bisikletçileri derneğinin yönetiminde aktif olarak yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye bisiklet federasyonunda tek bayan olarak yönetim kurulunda bizleri temsil ediyor. Aramızda olduğu için teşekkür ediyorum kendisine.

Başında siperli şapkası, üzerinde CAT İzmir pedallarımın altında forması ile beraber resim çekiliyoruz.

Tire belediyesinin spor müdürü ve spor hocaları gelince tanışıp sohbet ediyoruz. Turumuzun amacını kısaca anlatıp bizleri misafir ettikleri için teşekkürlerimizi bildiriyoruz. Sonrasında binanın giriş merdivenlerinde kimisi ayakta kimisi merdiven basamağına oturup poz veriyorlar bana. Ben de resimlerini çekiyorum. Toplam 21 kişi kadraja sığdırdım kıytırığın çubuklarındaki Türk bayrağımla beraber.

Spor salonundan ayrılıp Birol Önal’ın güvenli bir deposuna bisikletleri bırakıp kilitledik. Bu gün günlerden Salı ve Tire’nin pazarı bu gün kuruluyor. Daha önce pazarın kurulduğu güne denk gelmemiştim. Şansımıza turumuzun 2. gününe pazar denk geldi. Tire’nin Salı pazarını gezeceğiz. Tam pazara geldik Tire belediyesinin her sokak başında bulunan hoparlörlerden Ahilik nasihati okunmaya başladı.

Ahilik Nasihatı

“Harama bakma,

haram yeme, haram içme.

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol.

Yalan Söyleme.

Büyüklerden önce söze başlama.

Kimseyi kandırma.

Kanaatkar ol,

dünya malına tamah etme,

yanlış ölçme , eksik tartma.

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini ,

hiddetli iken yumuşak davranmasını bil.

Kendin muhtaç iken bile

başkalarına verecek kadar

cömert ol.”

İzmir esnaf ve sanatkarları odalar birliği armalı Ahilik Nasihati çerçeve yapılıp duvara asılmış.

Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi Evran’dır. Ahi Evran’ın Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğduğunu asıl adı Nasirud-din Ebül-hakayık Mahmut El Hoy dur. Eğitimini tamamlayıp 1205 yılında Kayseri’ye gelerek deri dükkanı açmış. Aldığı iyi ahlaklı eğitimini zanaatı ile birleştirerek kendisi gibi esnafları örgütleyerek sivil topluk kuruluşu olarak Ahi’lik teşkilatını kurmuştur. Ahilik geleneği günümüzde de devam etmektedir. Bunun örneklerinden birisi olan eski mesleklerden Keçeci dükkanına giriyoruz hep birlikte.

Dörder kanatlı kapılı, iki bölüm olarak yapılmış ahşap kapı. Üst tarafı sabit çerçeveli buzlu camlı bölme. Alt taraftaki kapılar düz camlı. Askılara asılmış renkli örnekleri ile keçeler.

Keçe yapım ustası yerde dizleri üzerinde önündeki keçeye renkli desenler vermeye çalışıyor. Çalışırken de bizlere keçe hakkında bilgi de veriyor bu arada. Bizler de etrafında oturmuş onu dinliyoruz. Dükkanın içinde mafsallı makine, kenarlarda raflar. Raflarda renk renk boyalı keçe demetleri. Makinenin önünde rulo yapılmış keçe halı. Desenleme işi bitmiş, işi bitmiş makine de dövülmeyi bekliyor.

Keçe Yapımı

Hayvansal liflerden, genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur. Türk el sanatlarının en eski tekniklerden biri olan tepme keçecilik Orta Asya’dan 11. yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından diğer sanatlarla birlikte Anadolu’ya gelerek, günümüze kadar ulaşmıştır.

Türkçe’de, keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin, geçme-geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir.

Tepme keçe veya fabrikasyon olarak üretimi yapılan keçe yapımında, koyun yünü dışında tavşan yünü, deve yünü, tiftik ve keçi kılı kullanılmaktadır.

Yünün elle veya makinelerle atılarak, genellikle doğal yün renginin (beyaz, siyah, kahverengi) zeminde kullanıldığı, desenlerin ise sentetik boyalarla renklendirilen keçeler ile oluşturulduğu görülmektedir. Desenlerde çoğunlukla geometrik bezemelerle birlikte figürlü, doğadan stilize motifler de kullanılmaktadır.

Anadolu’da ki atölyelerde yörelere özgü desen, renk, motiflerle bezenen desenli veya desensiz olarak üretilen bu ürünlerin geçmişte kullanım yerleri ise benzer üretimlerle; yaygı, yolluk, seccade, yastık, eğer örtüleri, çadır, ev eşyası yapıldığı gibi kepenek, yelek, çizme, çorap, patik vb. giyim eşyası da yapılmaktadır.

Keçe yapımında, hammaddenin yeterli olmasına rağmen yoğun emek ve zaman harcayarak ürünler yapılmaktadır. Geçmiş dönemlere göre, keçenin kullanıldığı alanların sınırlı olması sebebiyle, Anadolu’da ki üretim atölyelerinin azaldığı bilinmektedir. Keçe Yapım atölyeleri, Afyon, Şanlıurfa, Konya, Balıkesir, İzmir, Kars, Erzurum’da daha yoğun olmak üzere birkaç ilde az da olsa hala devam etmektedir.

Günümüzde, modern evlerimizin süsü olarak da kullanılan keçe yapımında; yün önce temizlenir, rengine göre toplanır, ditme işleminden sonra hallaç tarafından tel tel ayrılır. Gerekli renk ve motifler hazırlandıktan sonra kalıplama verilen keçede kökboyası kullanılır. Kalıba dökülen keçe düzgünce dürülür, bir uçtan bir uca keçelere sarılır ve 3-4 kişi tarafından 30-40 dakika tepilerek dövülür. “Ten ile yoğrulmuş yün hamuru” denilen keçe, sabahtan akşama kadar tamamlanmazsa kalitesi düşer.

Keçe; yünden imal edilen bir çeşit yaygıdır. Bu yaygıyı (Keçeyi) üreten ve işleyene de “Keçeci” denir. Yüzyıllardan bu yana devam etmekte olan keçe kültürü bir tür el sanatıdır.

Her ne kadar teknolojik gelişmeler sonucu daha hızlı ve pratik fabrikasyon keçe üretimi mevcut olsa da, değerli olan el yapımı keçelerdir. Keçeler, ülkemizde hala el emeği olarak işlenmekte ve sunulmaktadır.

Türk Kültürüne Hizmet Vakfında gerçekleştirdiğimiz eğitimlerde ise, doğal yün ve işlenmiş yün bir arada kullanılarak tasarımlar yapılmaktadır.

Şal, fular, şapka, çanta, pano, ev ayakkabısı, dekoratif çiçek, yelek vb. modellerde, özellikle geleneksel motifli örnekler ağırlıklı tercih edilmekte olup, ilerleyen derslerde ise serbest tasarımlı çalışmalar yapılmaktadır. Keçe yapımı; atölye ve ev ortamında yün, zeytinyağlı sabun gibi doğal malzemelerle rahat çalışılabilen bir teknik olduğundan, öğrenciler özgün tasarımlarını, edindikleri bilgi ve beceriyle, ipek, şifon, triko vb. malzemeleri de kullanarak yapabilmektedir.

http://tkhv.org.tr/sanat-atolyeleri/kece-yapimi/

Keçe halı yapımında yere ilk önce naylon bir hasır halı seriliyor. Onun üzerine keçe olacak yünler serilip hangi desen verilecekse ilave başka renkte yünler konuyor. İşlem bittikçe başka bir naylon hasır üzerine konup rulo halinde sıkıştırılarak toplanıyor.

Resimde bir tarafta turuncu renkli yün serilmiş. Üzerine sarmaşık desenli kıvrılan yapraklı siyah renkli desen yapılmış. Desenlerin yanına da pembe renkli gül desenleri tek tek yapılıp kondurulmuş. Yanında da yeşil renkli yünler, aynı desen ve pembe güller, ama gül dallarının rengi mavi. Altta naylon hasır, yanda ise rulo olarak sarılmış duruyor. Burası da bitti mi rulo dövülmeye hazır hale gelecek.

Keçe döğme makinesi. Yanları demir iki ayak üzerinde iki mafsallı dövücü uzun ve kalın dikdörtgen demir. Mafsalların alt kısmında yay, demirde ise ayarlama için kollar konuşmuş. Keçe rulosuna baskıyı ayarlayabiliyor usta. Sağ tarafta elektrik motoru, kayışlarla başka bir kasnağı, oradan da kayışlarla mafsal milinde ki kasnağa bağlı. Mafsal mili iki tane U biçiminde mafsal yapılmış. Mafsal mili dönme hareketini aşağı – yukarı hareketine çeviriyor. Ayakların altında ise yan yana iki yuvarlak destek odunu. Rulo haline gelmiş keçe uzunlamasına buraya konuluyor. Yukarıdan inen dövme demiri vurduktan sonra yukarı kalkarken keçe rulosunu da bir taraftan çeviriyor. Çevirme işini de yukarıdaki mafsal milinin diğer tarafındaki kasnakta bakla zincir ile aşağıya kadar giderek destek silindirlerini çeviriyor.

Keçeci keçe işini anlatırken ben atölyenin diğer bölümlerine gidip inceleme yapıyorum. İçeride aletler, makineler var. Bunları incelerken bir makinenin üzerine konulmuş bir kepenek duruyor.

Keçe dövücü makinenin ayarlı yaylı mafsal kolu yakından çekişmiş resmi.

Yeşil renkli yünler düzgün biçimde naylon hasır halıya yerleştiriliyor. Dikdörtgen biçiminde kalın şerit halinde. Araları başka renk yün konulacak.

Kepenek giymiş birinin arkadan görünümü. Kim olduğu belli değil. Başlığını da kafasına geçirmiş, sanki beyaz bir hayalet gibi.

Yüzünü dönünce kepeneğin içinde beni görüyorsunuz. Kepeneği giyince olduğundan büyük görünüyorum. Başımın alından aşağısı, yüzüm ve yanda uzun saçlarım beyaz keçe üzerine dökülmüş durumda. Sadece tişörtümün az kısmı ve ayaklarım görünüyor. Ön kısımda sekizer yapraklı baklava desenli çiçek yapılmış her iki tarafa da. Dördü yeşil, dördü pembe renkte. Yanlar ve üst kısımda kenarları boydan boya kısa çubuk desenle süslenmiş. Kepenek gerçekten çok sıcak tutuyor, içinde iyice ısındım. Çobanlar boşuna giymiyor kepenek demek ki. Kepenek kolsuz, dikişsiz tüm vücudu saran kalın bir giysi.

Yünleri birbirine ilk etapta kaynaşmasını sağlayan beş çubuklu vuraç. Elle yün desenleri koyduktan sonra hafifçe vurarak dağılmadan birbirine yapışması sağlanıyor.

Rulo haline gelmiş naylon hasır halı, üzerinde beş çubuklu vuraç. Solda ise bitmek üzere olan desenli yün serilmiş.

Bundan bir yıl önce Ferdimen ile Denizli – Salda – Antalya -Mersin turuna başladım. Ben yolda gördüğüm paraları hiç bir zaman durup ta almam. Daha önceki deneyimlerimden yerde bulup aldığım paradan daha fazlasını kaybediyordum her zaman. Ferdimen ile bisiklet sürerken yolda para gördük ikimiz. Ferdimen durup parayı alarak yanında taşıdığı kesenin içine koydu. Bana da yolda bulursan al bana ver, kesenin içe koyup biriktiriyorum. Bu biriken paralarla da köylerden geçerken çocukları sevindirmek için, şekerleme, çikolata, dondurma yada gazoz alıyorum. O zaman ben de yerde gördüğüm parayı alıp cebime koymadan Ferdimen’e veriyordum. Aklıma bir yıl önceki olan bu olay gelince keçecide gördüğüm keçeden yapılma küçük ve tam aradığım para çantasını görünce satın aldım. Ferdimen bana kazandırdığı güzel alışkanlığın karşılığı için ona da bir kese alıp hediye olarak verdim. Artık bisikletle gezerken yolda gördüğüm paraları alıp bu kesede biriktireceğim. Zamanı gelince çocukları sevindirmek gerek.

Kesede sol üstte mavi renkli bir çiçek deseni ve kocaman yanakları iyice sarkmış siyah pörtlek gözlü baykuş.

Keçe dükkanının duvarında eski karo plakalarından yapılmış geometri desenli iki tablo duruyordu. Her karo değişik desenlerden oluşmuş. Karolar yan yana dört sıra halinde dizilerek güzel desenli bir çalışma ortaya çıkmış. Canım yer taşları her zaman ilgimi çekmiştir. Desenleri inanılmaz güzellikte. 19. Yüz yılda yapılmaya başlanan yer karoları avlular, balkonlar, ev içleri ve mutfaklarda bu yer taşları kullanılıyordu. Şimdi yerlerini seramik fayanslar aldı ama bu desenleri hiç veremiyor. Herhalde mat renkli oluşlarından olsa gerek bu kadar güzeller.

Yanında yine yer karo taşları var onun da resmini çekiyorum. Yer taş karolarının tarihini merak edenlere aşağıda linkini veriyorum.

http://www.karosiman.com/karosiman-karo-cini-tarihi-yer-karolari-istanbul-haber/devami/

Her ne kadar tarım makineleri modernleşip gelişse de Küçük Menderes havzası ve dağ köylerinde hala yük hayvanları kullanılıyor. Düz ovada motor kullanılıyor ama dağda ve yamaçlarda pek kullanışlı değil. O yüzden at ve eşek hem ulaşım aracı hem de yük aracı olarak kullanılmakta. Tire büyük kasaba olduğu için Salı günleri kurulan pazara gelen köylü yetiştirdiği ürünleri üçe beşe sattıktan sonra yük hayvanlarının ihtiyacı olan malzemeleri bu dükkandan alıyor. Burası semer, eyer, koşum takımları, boyunluk, ip, zincir satılan Semerci dükkanı.

Üzeri sarmaşık kaplı dükkan kapısından içerisindeki rengarenk koşum takımları, semerler, süs eşyaları görünmekte.

Tire Salı pazarında her şey görmek olası, evlerin arasında sokaklar pazar yerine dönmüş durumda. Herkesin yeri belli, kendine ayrılan yere tezgahını kurarak ürünlerini satıyor.

Sokakta pazar yeri, solda saksıda çiçek satan bir tezgah. Üzerine sokak eninde yarı geçirgen branda güneşlik olarak kapatılmış. Sağda ceviz, yeşillik satan tezgahlar. Sokağın ilerisinde pazar şemsiyeleri açık durumda. Pazar tezgahlarını dolaşan insanlar.

Yıllara meydan okuyan zanaatkarlardan yaşlı bir amca. Nalın yapıyor oturduğu tezgah başında. Tezgahı da kocaman bir ağaç kütüğü. Elinde nalıncı keseri durmadan kendine yontuyor. Hani bir deyim vardır halk arasında “Nalıncı keseri gibi kendine yontmak.” İşte o nalıncı ve keseri hala çalışmakta. Hani bazıları bir şey alırken, paylaşırken hep kendine daha çok pay eder ya arsızca. İşte durum bundan ibaret. Yok olmaya yüz tutmuş zanaatlardan birisi nalıncılık. Yanında çalışan çırak yada kalfa olmaması yaşlı ustayı derin düşüncelere salmış durumda. Belki de nalıncılığın buralardaki son temsilcisi. Usta öldükten sonra dükkanda nalın yapacak kimse kalmayınca yok olacak nalıncılık.

İki kepenkli, sadece üstte ağaç camekan var. Kapıları olmayan nalıncı dükkanı. Duvarlarda raf gibi çıtalar çakılarak ürettiği nalınları çıtalara asmış duvar boyunca. Nalınlar rengarenk boyalarla süslenmiş. İhtiyar nalıncı önünde kütük tezgahında çalışmakta. Oturduğu minderli alçak bir divan, önlüğü önünde nalınlara işlem yapıyor. Dükkanın önünde de yere tezgah açmış köylü kadını şişede zeytin yağı ve leğenlerde siyah ve yeşil zeytin satmakta. Kadın plastik meyve kasasına oturmuş, üzerinde mat ve soluk renkli elbise. Başlığı ile saçlarını örtmüş. Sanki kamuflaj elbisesi giymiş asker gibi. Baştan aşağı aynı desende soluk renkler. Arazide göremeyiz bu durumda giyinmiş kadını.

Tire kent müzesine giriyoruz hep birlikte. Müzeyi gezmeye başladık. Kare desenli tüylü halı örneği. Ortada ve kenarlarda taş baskı resimler basılmış hayvan figürleri.

Başka bir tezgahta eski çeyiz sandığına katlanıp konulmuş renkli baş örtüleri. Hepsi de işlemeli. Kapağı açık olan sandığın kapağının iç kısmına renkli pabuçlar dizilmiş 5 çift. Üst kısmına da baş örtüleri konulmuş. Sağda boncuk kolye tezgahında renkli boncuk kolyeler.

Başka bir çeyiz sandığının kapağı açılmış hali. Sandığın içinde bilezikler, renkli kolyeler, takılar. Kapakta beyaz kumaşa işlemeli baş örtüleri. Beyaz bez ayakkabılar. Kırmızı renkli iplikle dikilmiş. Ayakkabı bağcıkları da kırmızı renkte.

Biri beyaz bir kumaş üstüne sarı çiçekli, diğeri kırmızı kumaşa siyah çiçekli taş baskı örnekleri.

Zamanın ölçeklerinden bir örnek, eski dikiş makinesi ve yeni bilgisayarlı dikiş makinesi. Eski dikiş makinesinin kendi tezgahı var. Altta ayaklık ile ileri geri yaparak büyük bir kasnağı çevirerek kayış ile üst taraftaki makinenin başını kayışla döndürerek makinenin çalışmasını sağlanıyor. Yeni dikiş makinesi elektrik motoru ile çalıştığından tezgaha gerek yok. İstediğin yere koyup sadece motora hareket vereceğin pedal var o kadar.

Kibrit kutusu koleksiyonu Nuri Filiz adlı meraklı koleksiyoncu yıllarca kibrit kutularını biriktirip camekanın içine özenle yerleştirmiş. Sonra da müzeye armağan etmiş.

Camekan içinde hepsi birbirine benzemeyen rengarenk ve değişik ölçülerde kibrit kutuları.

Cam raflarda minik arabaların sergilendiği oyuncak arabalar, gıcır gıcır, rengarenk arabalar.

Başka bir kibrit koleksiyonu. Burada daha çok kibrit kutusu var ve sandık biçiminde kapaklı. Kapağın iç kısmına da kibrit kutuları konularak cam ile kapatılarak koruma altına alınmış.

Eski ağaç vestiyer, tam ortada orta boy bir ayna. Elbise asmak için üstte ve yanlarda askılıklar. Üstte süslü kadın başlıkları asılmış. Yanlara da kadın çantaları. Bir ceket yanda en alta asılmış duruyor. Orta kısımda yuvarlak bir oklava gibi askılık. Buraya da bir şemsiye ve baston asılı durumda. Yerde ön kısımda dama masası, üzerinde iki değişik transistörlü radyo. Önünde de renkli kutular. Sol tarafta arkalıksız oturak, sağ tarafta sandalye. İkisi de oturacak yerleri hasır dokunmuş.

Ahşap iki kanatlı bir kapı. Üstleri Arapça harflerine benzer desenler oyulmuş. Alt kısımlar ise bir yandan bir yana yana, aşağı oyulu paralel iki çizgi şeklinde.

Camekan içinde uzun namlulu av tüfekleri.

Eski bir tahta sandığın iç kısmı oturulacak şekilde sünger kaplanmış, arkalık ta sandığın kapağı içi süngerli döşeme kaplanarak oturulacak bir nesne yapmışlar. Rengi yeşil. Müze olunca gezenler yorulup oturmaya başlayınca uyarı yazısı döşemenin üzerine yazılmış oturulmasın diye. Yazı bir kaç dilde yazılmış.

Abdestlik yazan bakır bir imbik alt tabağı ile birlikte.

Yanlarda değişik boyutlarda üç körüğü olan, alt kısmı dar, üste doğru genişleyen boru. Her körük için çevirme kolu. Kolu çevirdikçe borudan tiz ses çıkmakta. Bu eskiden itfaiye de kullanılan siren.

Kocaman cam damacana. 50 Litrelik olan bu damacana iki sapı olan sepetin içine konulmuş. Hem dış darbelerden hem de kolayca taşınabilsin diye Bu damacana yağ saklama kabı olarak hala kullanılmakta.

Üç kişilik oturma yeri, ince işçilik ağaç işleri ile yapılı. Oturma yerleri ve arkalıkları ince çubuklarla yapılmış zarif bir sanat eseri. Oturulmasın diye uyarı yazısı buraya da konulmuş.

Ortada bakır bir mangal üstü kapaklı. Yanlarda da mavi renkli şişeli iki nargile.

Silindir uzun döküm ve tuğlalı yeşil emaye odun sobası. Sanki hiç kullanılmamış gibi parlak emaye göz kamaştırıyor. Ön kısmında sobayı yapan firmanın markası var. Perla markası ayrıca döküm yazı plakası olarak konulmuş. Alta odun konma yeri ve küllük olarak iki kapağı var. Parlatılmış nikelaj ile kaplanmış. Sobanın altında kenarları işlemeli metal altlık, maşayı koymak için kenarda destek askı ve bir maşa.

Kaziroğlu (Cazir) Cami Alemi. Minarelerin tepesine takılan Alem koruma amaçlı sökülerek bakımı yapıldıktan sonra müzede sergileniyor. Alem’in tepesinde damla içinde bir servi ağacı konulmuş. Aşağı doğru boru biçiminde sap kısmına üç tane küre dizili. Küreler aşağı indikçe büyütülmüş.

Yeşil boyalı raptiye başlı çivilerle desen yapılmış çeyiz sandığı. Sandığın kapağı kapalı. Sadece birkaç ipek ve peştemal dışarıya doğru sarkıtılmış. Sandığın yanında da küçük, ayaklı döküm odun sobası duruyor.

Döküm odun sobası derinlemesine dikdörtgen biçiminde. Üstte kapağı, boru çıkış deliği var. Altta ise ateş kapağının altında balkon  çıkıntısı yapılmış. Kül ve ateş yere düşmesin diye. Dört ayağı 25 cm yerden sobayı havaya kaldırmış.

Camlı bölmede Kuran-ı Kerim kitabı rahlede ortasından açılmış durumda. Kuran görünüşe göre çok eski, rahle de öyle.

Dolap ve çekmece tutacakları koleksiyonu cam bölme içinde sergilenmiş. Yuvarlak seramik, ortası delik renkli koleksiyon yılların birikimi olsa gerek.

Tezgahı ile birlikte dikiş makinesi. Makinenin koruyucu kapağı da yanında duruyor.

Başka bir yerde terzi dükkanında dikiş makinesi ve ütüler sergilenmiş. Ütülerin kimisi elektrikli kimisi de kömürlü. Hazır durumda bir takım elbise de elbise askısında asılmış durumda.

Dikiş makineleri, ütüler, makara kutularında renkli makara ipleri ve terzi için gerekli olan alet edevat topluca sergilenmiş.

Ö. Rasin Tekeli’ye ait terzi diploması. Diploma 1956 yılında alınmış. Yanında da terziler için fiyat tarifesi. erkek terzisine ait olan tarifede 1. Sınıf malzeme ve işçilik : 300.00 Lira, 2. Sınıf için 275.00 Lira, 3. Sınıf için 250 Lira diye ayım yapılmış. Aralarında 25 şer Lira Fark var. Yani durumuna göre malzeme ve para değişiyor.

Ayakkabıcı tamir dükkanı. Ayakkabı dikiş makinesi, örs, ayakkabı kalıpları, bir kaç ayakkabı ve aletler.

Üstü yarım yuvarlak ahşap eski bir radyo, yanında da pikap. Bir de masa vantilatörü.

Solda 48 tuşlu bir Türkçe daktilo. Q harfi ile başlayan tuşların dizilişi bazı yerlerde standartlara uymadan yerleri değiştirilmiş. Yanında ise dış kısmı döküm olan mekanik kollu hesap makinesi. Üst kısmında 10 haneli rakam yeri. Altında aşağıya doğru her rakamın altında yarıklar. Yanlarında da rakamlar yazılı. Altta sol tarafta 8 haneli rakam kısmı, solda ise 13 haneli rakam kısmı. En solda da çevirme kolu. Sağda biri eski çevirmeli telefon diğere daha da eski model çevirmeli ama mikrofon ve ahizesi ayrı olan telefon sergilenmiş.

Aynalı komodin tezgahı üzerinde gaz lambaları, eski telefonlar ve masa saatleri.

Bakır üflemeli çalgılardan iki örnek; Korno ve Kornet. Alta da küçük bir davul.

Bakır üflemeli çalgılardan Trombon, hücum borusu trompet, saksafon ve adını bilemediğim trompet türü.

Trompet, içi mavi renkli kutusu ile. Yanında kutusu içinde klarnet çok eski görünüyor. Küçük ve büyük davul.

Küçük ve büyük akordiyon kutusu içinde.

Tire hatıra resmi çekilmeden olmaz deyip siyah bez üzerine Ş – S -R harfleri ters yazılmış yeşil TİRE HATIRASI yazısı yazılmış. Yazı sarı renkli, etrafı da kırmızı boya ile daire içine alınmış Yüksek bir tabureye oturarak poz veriyor Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen. Ayağında spor ayakkabı, koyu renkli kısa pantolon. Üstünde kırmızı renkli uzun kollu tişört, başında yeşil renkli buff.

Sonra ben oturuyorum tabureye. Ayağımda mavi renkli spor ayakkabısı, açık renkli kısa pantolon. üzerimde vişne renkli ABAK tişörtü. Yeşil renkli buff boynumda, uzun saçlarım omuzlarıma sarkmış durumda.

Camekanlı, içi aynalı komodin. Üst kısmında içinde ve dışında kahve fincanları konulmuş Daha geniş alt camekanlı bölmede de geniş kahve fincanları tabakları ile beraber. Altta da ortada üç çekmece, yanlarda iki kapalı bölme.

Kocaman bir bavul, yanlamasına dik olarak kapağı açık biçimde dört ayak üzerine oturtulmuş. İçine de ikişer raf konularak değişik bir vitrin meydana gelmiş. Raflarda küçük çanaklar, yağ kandilleri, bir oyuncak araba ve oyuncak tren konulmuş. Ortada yerde ise uzun sapı olan eski kırıntıları halı üzerinde temizleyen gırgır. Elektriğin pek az kullanıldığı 70’li yıllarda her evde vardı bu gırgırlardan.

Dokumacı dükkanı ve dokumacı tezgahı, ziyaretçilerin görebilmesi için tezgahta kumaş dokunmakta. Tezgahın başında da görevli kumaş dokuyor ara sıra.

Eski model gıcır gıcır siyah renkli bir araba. Tire belediyesinin 1940 yılında kullandığı makam arabası.

Dokuma tezgahı, dokunan kumaş ve dokunup  tezgahın tahtalarına asılmış kumaşlar. Tezgahta hem yatay hem de dikine iplikler var.

Tezgahı başında incik, boncuk, anahtarlık ve süs eşyaları yapan usta ince işçilik yaparken.

Kunduracı dükkanı, tezgahta erkek bir mankeni otururken bırakılmış. Tezgahın üzerinde el aletleri, tahta ayakkabı kalıpları ve bitmiş körüklü bir çizme. Duvara da asılmış bir çift körüklü çizme sergilenmiş.

Ayakkabı dikiş makinesi ve eski tip radyo duvarda rafta duruyor. Dikiş makinesi ayakla çalışıyor. Makinenin üzerinde bir kaç tane ayakkabı konulmuş.

Semerci dükkanının vitrini. Semer ve heybeler sergilenmiş.

Saz dan üretilen pazar çantası. Bir kadın oturup bağdaş kurmuş, önünde uzun saz demeti. Elinle hasır dokuma biçiminde çanta örüyor. Ön kısmında saplı örülmüş çantalar.

Kadın keten ip örüyor elleri ile. Bir direğe ucunu bağlamış uzunca ipi bükerek urgan haline dönüştürüyor. Yerde urgan kangalları.

Pazar çantası, sepet, sandalye oturacağı sazdan yapılmış sergileniyor. İp ören kadın işçi omuzunda keten demetini asmış büke büke keteni ipe dönüştürmekte.

Semerci dükkanı, yere yakın tezgahı önünde yer minderine bağdaş kurarak oturmuş manken. Tezgahın üzerinde el aletleri. Sağ ön kısımda bitmiş semer.

su1-2-085

Bir bisikletçi olarak çocukluğumuzda küçükken bindiğimiz üç tekerlekli bisikleti görünce seviniyorum. Bir an çocukluğuma dönüyorum. O yıllarda para değerliydi ve bisiklet fiyatları el yakıyordu. Sadece bayramlarda bisikletçilerin kiraladığı bisikletlere para karşılığı binebiliyorduk. Bayram harçlıklarını biriktirip bisiklet kiralamaya giderdim. 25 Kuruş ile 500 metre mesafeyi üç tur atarak sürüyordum. Resimdeki biraz büyükçe üç tekerlekli bir bisiklet vardı kiralayıcı da. İlk bindiğim bisikletin aynısıydı. O zamanlarda ne kadar seviniyordum bisiklete binerken. Çocukken de şimdi de bisiklete binmek arasında hiç bir fark yok. Çocukluğunu kaybetmedikten sonra.

Yan yana biri küçük biri büyük iki bisiklet. Arkada ise bebek sepeti.

Semerci, önündeki alçak masada aletleriyle semer yapan erkek manken.

Ağaç torna atölyesi ve ağaç tornaları. Burada ağaçları yuvarlak küre biçiminde ya da oklava biçiminde yapılıyor. Tezgahın bir tarafına kocaman taneleri olan bir tespih asılmış durumda. Tezgahta ve raflarda aletler, rendeler serpiştirilmiş.

Sıra geldi berber dükkanına. Yaşlı berber beyaz önlüğünü giyip taburesine oturmuş müşteri bekliyor. İki berber koltuğu, duvarda kocaman bir ayna. Koltukta havlu konulmuş. Duvarda askıya üç havlu asılmış durumda. Raflarda berber malzemeleri, camekanlı vitrin. Üstünde üç tane kolonya damacanası. İsteğe göre damacananın üstünde ölçekli cam tüpte kolonya satıyor. Sağda dikine yazan berber tabelası.

Hazır berber bulmuşken koltuğa oturup tıraş olmaya başladım. Kafamda yeşil buff, berber ayakta nasıl keseceğini hesaplamaya çalışıyor sakallarımı. Göğsüme havlu kondurulmuş. İkimizin yansıması aynaya vurmuş durumda.

Tıraş fırçasını tıraş sabunu ile köpürterek sakallarımı köpürtmeye başladı berber. Biri büyük sabit diğeri küçük çerçevedeki aynada yansımalarımız görünüyor.

Eline usturasını alıp sakallarımı düzeltmeye başladı dikkatlice.

su1-2-095

Tıraş faslı bittikten sonra müzeyi gezmeye devam. Camekan içinde çeşitli kişilere ait mühürler, yazı için divit, hokka örnekleri sergileniyor.

Kadın mankene giydirilmiş çarşaf pelerin ve eteklik. Lacivert renkli kumaş üzerinde sarı işlemeler ile desenler yapılı.

Mor kumaş üzerine altın renginde ipliklerle işlenmiş kaftan. Kadın manken üzerinde sergileniyor.

Hamam örneği, kurnalar mermerden, pirinç çeşmeler. Hamam tasları, ibrikler, peştamallar konulup sergilenmiş.

Hamamda kullanılan peştemal, hamam tası, işlemeli nalınlar ve sabun.

Bakır kazancı dükkanı, erkek manken kömürle çalışan ocakta ayakta duruyor. Bakır kazanlar, tepsiler, bakraçlar. Dik duran bakıra şekil vermek için örs. Çekiç ile bakır levha düğülerek kazan haline geliyor çekiç darbeleri ile.

Bir evin mutfağı, sofra başında bağdaş kurmuş kadın manken. Sofranın üzerinde hamur açmak için oklava. Bakır tabak ve kapağı tabağın yanında. Başka bir sofrada 5 bakır sahan kapakları kapalı, ortada bakır tencere. Her tabağın yanında kaşıklar konulmuş. Bakır tepsiler duvara dayalı durumda. Kocaman cam damacana yağ şişesi sepetinin içinde yan yatık duruyor. Pirinç dibek, kahve değirmeni tel dolabın üzerine konulmuş. Telli dolapta tencereler. Duvara asılı raflı tabaklık, raflarda tabaklar.

Lütfi Filiz saat tamircisinin dükkanı. Karşıda camekanlı dolapta çeşitli çalar masa saatleri. Ön kısımda üzeri camekanlı vitrin. İçinde saatçilikte kullanılan, pense, kargaburnun, tornavida, eğeler çekiçler dizili. Başka camekan vitrininde ise kol saatleri. Sağdaki duvardaki vitrinde raflarda kitap dizili bir kaç tane, saatçi malzemeleri, çalar saat.

Eczane dükkanı, ilaçlar camekan vitrinde cam raflara konulmuş. Duvarlarda da raflarda ilaçlar. Camekanlı bir tezgah, içinde tıp aletleri ve bir mikroskop. Mekanik kantar insanların kilolarını ölçmek için.

Camekan içinde taşın üzerine oturmuş erkek heykeli. Heykel komple bronzdan yapılmış. Ayrıca çok eskilerde aydınlatma aracı olarak kullanılan pişmiş topraktan yapılmış çeşitli yağ kandilleri.

Mermerden antik buluntular sergilenmiş. Latince yazılı tablet, mezar taşları ve taştan sandık kapaklı.

Tarihi vazolar ve çanaklar.

Ortası delik yuvarlak taşlı ip geçirilmiş kolyeler tarihi değer taşıyor.

Tire kent müze gezimiz bitiyor ve dışarıya çıkıyoruz. Müzede gördüğüm dükkanlar, eski, yok olmaya tutmuş meslekler, el aletleri ve eskiden kullandığımız eşyaların şimdi kullanılmaması içimi burktu. Sanki geçmişe yolculuk yapmış gibiyim. Müzeden dışarıya çıkıp insan kalabalığı, araç trafiği ve koşuşturmaca gerçek dünyaya geldiğimi anlıyorum. Geçmişin izleri hala sıcak içimde. O günleri yaşadım ve biliyorum. Eskilerden vaz geçmek o kadar kolay değil. Tire Salı pazarının kalabalığı arasından geçip bisikletleri bıraktığımız yere geldik. Sevgili  Birol Önal’a teşekkürlerimizi bildirip vedalaşıyoruz. Aysel Ataş ve Şerif Kılavuz da bizden ayrılıyor. Onlarla da vedalaştık. Artık tura devam etmek gerek diyerek yola çıkıyoruz. İlk hedefimiz İzmir’in en büyük ilçesi Ödemiş, sonrası ise En küçük ilçelerinden Beydağ.

Tire den çıktıktan sonra ilk mola yerimiz Gökçen köyü. Gökçen köyü Kurtuluş Savaşının kahraman efelerinden biri olarak şehit edildiği yere adını vermiştir. Köyün eski ismi Fata. 1891 yılında Ödemiş’in Ayasurt köyünde doğan Hüseyin gözleri sarı – yeşil olması nedeniyle onu ” Gökçen ” diye çağırırlardı. Hiç bir suça karışmadan akrabası Çakırcalı Mehmet efenin yanına katılarak dağa çıkmıştır. Çakırcalının ölmesinden sonra bir süre daha dağlarda efelik yapan Gökçen efe af edilerek dağdan inip Fata köyüne yerleşmiştir. Dağa çıkmadan önce zaten evliydi. 1. Dünya savaşından sonra yunan işgali başladıktan sonra Kuvayı Milliye kuvvetlerine katılarak Yunan ilerlemesini azaltmıştır. 16 Kasım 1919 da yunan askeri tarafından süngülenip şehit edildi. Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık için ailesinin yaşadığı ve şehit edildiği köye adının verilmiştir. Gökçen Efe, Halide Edip Adıvar’ın “Efe’nin Yemini” adlı öyküsünün de kahramanıdır. Gökçen Efe adına Ödemiş yöresinde türkü yakılarak yaşatılması sağlanmıştır.

Gökçen Efem iner gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir döğüşten

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağı’ndan gelir onun gür sesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem inip gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir cümbüşten
Gökçen Efem efelerin efesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağ’dan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi 

Ödemiş yöresine ait olan bu türkünün kaynak kişisi Avni Güler. Derleyen ve notaya alan da Mustafa Sarısözen dir.

Aşağıda Gökçen Efe’nin bronz heykeli köyün meydanında. Efe kıyafetleri giymiş, sağ elinde tüfeği. Kolları aşağıya sarkmış durumda. Geniş bir kaidenin üzerinde duruyor heykel.

Köyün kahvesinde oturup çay içerek dinleniyoruz. Yüklü bisikletlerimiz yolun kıyısında park halinde duruyor. Bizler de kahvenin masalarına oturmuş çay kahve soda içerek enerji topluyoruz.

Yol kıyısında kara dut bulunca dalıyoruz. dutların çoğu olgunlaşmamış, hala kırmızı renkte.

Biraz dinlenmek iyi geliyor ve yola çıkıyoruz Ödemiş’e doğru. Yakınlarda olan Küçük Menderes nehrine geldik. Nehrin suyu az ve çok kirli. Ayrıca kokusu da etrafa yayılıyor. Nehir değil de lağım kanalı gibi.

Akıp giden nehir kirli olsa da etrafı yeşillik ile kaplı. Nehir yatağında küçük bitkiler, daha kıyıda tek tük söğüt ağaçları.

Küçük Menderes ovasını bir baştan değer başa doğru boydan boya geçmeye başladık tarlaların arasından. Önümüzde küçük bir tepe var. Ferdimen ve Gürel yolda giderken.

Buralarda nehir çok az akmakta. Suyun büyük bir bölümünü Beydağ barajı tutuyor. Tüm havzanın tarım sulamasını kanallar sayesinde sağlanıyor. Burada daha sık bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Kıyılarda sazlar, nehrin yatağının dışında ise meyve ağaçları.

Havada bulutlar belirmeye başladı ve hızlı üzerimizden geçip gidiyor. Kıytırığın arkasındaki bayraklar rüzgarın şiddeti ile sağa doğru dalgalanmakta. Önümde bir kaç bisikletçi bisikletini sürüyor. Ferdimen beni arkadan çekiyor.

Derken sürülmüş tarlalardan dönerek aldığı tozu toprağı üzerimizden geçmeye başlayan küçük bir hortumun içinde kalıverdik birden bire. Bisiklet sürmek iyice zorlaştı. Ferdimen de bizim hortumun içinde kalmış halimizi çekiyor. Gürel bisikletin üzerinde rüzgara karşı direnirken etrafı toz bulutu kaplamış durumda.

Gürelin arkasından benim resmimi çekiyor Ferdimen. Rüzgar tüm şiddeti ile sol yanımdan eserken bisikletin dengesini tutmak gerçekten zor. Bayraklar rüzgarda neredeyse yere yapışacak kadar çubukları eğiyor.

Fırtına, hortum, toz, toprak üzerimizden geçip gittikten sonra İlkkurşun köyüne geliyoruz. Önden giden arkadaşlar kahveye oturmuş çay soda içerken biz de çayları ısmarladık. İki masa birleştirilmiş şekilde hepimiz oturduk. Şafak Omaç rota hakkında kısa bilgileri veriyor masa etrafında oturan arkadaşlara.

Çay soda molasının ardında Ödemiş’e doğru yola çıkıyoruz. Ödemiş büyük bir ilçe ve haliyle araç trafiği artıyor. Araçlar bizi pek zorlamasa da gürültüleri yetiyor. Küçük Menderes nehrinin kuzey tarafı daha çok güneş ışığı aldığından burada çiçekçilik ve fidancılık gelişmiş durumda. Ovanın bereketli milli toprağı tohumların gübre katmadan yetişmesi sağlanıyor.

Bahçede çiçek fidanları yetiştiriliyor. Sarı çiçekler ve kırmızı renkte çiçekler beşer sıra halinde binlerce dikilmiş küçük naylon torbalarda.

Ödemiş ilçesine varıyoruz. Kasabanın merkezindeki meydanda Efeler diyarına geldiğimizi belirtir Efe heykeli var. Efe kıyafeti giymiş, bir elinde mavzeri öylece gelenleri karşılıyor. Heykelin etrafı sarı ve kırmızı renkli çiçeklerle çevrelenmiş. Heykelin arkasındaki Caddenin kıyısında ikişer katlı evler sıralanmış.

Şafak bizi kentin merkezindeki parka götürüyor. Parkta sergilenen küçük keşif uçağı bir kaidenin üzerine oturtulmuş.

Park içinde bisikletleri park edip hep beraber resim çekiliyoruz. Resimde 14 kişi varız.

Parkta dinlenirken yerel gazetecilerin dikkatini çekmiş olmalıyız ki gelip bizimle söyleşi yaptılar. Sadece Cephe gazetesinde haberimiz çıktı. Nedense gazete, basın, yayın yada kendilerine medya diyenler baldır bacak olmadıktan sonra pek ilgilerini çekmiyor anlaşılan. Bizde baldır bacak var ama işlediğimi konu çevre ve insanların meydana getirdiği kirliliğe dikkat çekmek için verdiğimiz uğraş. Neyse biz konumuza dönelim. Aşağıda Cephe gazetesinin haberi var.

Başta kırmızı renkte büyük harfle yazılmış CEPHE, solunda meydanda gördüğümüz Efe’nin elinde mavzerli küçük resmi. sağ tarafta 27 Nisan 2016 Çarşamba/Sayı 7214. Sol tarafta Basında 65. Yıl

Haberde ; 25 – 29 Nisan tarihleri arasında “Suyun Kaynağına Yolculuk” grubu tarafında düzenlenen etkinlikte gönüllü üyeler, bisikleleriyle Küçükmenderes havzasındaki insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için sembolik toprağı suyun kaynağına götürecekler. Bu sene kurulan “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grup üyelerinde 20 gönüllü kişi bisikletleriyle insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için Pamucak’tan aldıkları sembolik toprağı suyun kaynağına kadar götürebilmek için Küçük Menderes Havzası’nı turluyor. İnsan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek (başlığı atılmış) Etkinliğin 2. gününde Ödemiş’e gelerek grubu  kurmanın temel amacının insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek olduklarını belirten grup kurucularından Şafak Omaç ve Urim Babacan “Küçükmenderes havzasında bulunan Küçükmenderes nehri Pamucak’ta denize dökülürken çok kirli dökülüyor. Bizim bu sene kurduğumuz “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grubumuzun temel amacı insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekme. Kısa zamanda grup olarak büyük kitleye sahip olduk 300 üzerinde faaliyete katılan ve 200 üzerinde destek veren arkadaşlarımız var.  Kirliliğe dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla arkadaşlarımızla birlikte bisikletlerimizle yola çıktık. Küçük Menderes Nehri’nin Pamucak’ta denize döküldüğü yerden deltadan aldığımız sembolik toprağı suyun kaynağına kadar gezerek götüreceğiz. Rotamıza Pamucak’tan başladık Orada Belevi’ye Tire – Gökçen – Ödemiş – Beydağ – Kiraz’a giderek Çatak Vadisi’ne giriş yapacağız. Burada sembolik toprağımızı temiz sulara bırakacağız. Toprağımızı pis sulardan alıp temiz sulara bırakarak hem dikkat çekmek hem de farkındalık yaratmak istiyoruz. Herkesin kulağına kar suyu kaçmış olmasını istiyoruz. Bu sene etkinliğimizi Küçük Menderes’ten başlayarak önümüzdeki senelerde bu etkinliğimizi Ege Bölgesi’nde bulunan tüm nehirlerde uygulamayı hedefliyoruz. Doğal erozyonun toprağın yenilenmesine, bitki örtüsünün yenilenmesine faydası vardır. Ama insan eliyle yapılan tahribat ve erozyon doğal dengeyi alt üst etmektedir. Bu bağlamda, insan eliyle tahribat aşamasında yapılan erozyona dikkat çekmek için; erozyonla mücadele etmeli, toprak kaybına son vermeli, nehirler temiz akmalı, erozyona karşı ağaç dikmeliyiz. İnsan eliyle doğal olmayan yollardan yapılan erozyona dikkat çekmek ve sesimizi duyurmak için nehirlerin denize aktığı yolculuğu bisikletlerimiz ile yapacağız ama kaynağa ulaşmak bazen hiç de kolay olmuyor. Belki de son aşamaları yürüyerek aşacağız. Ama önemli olan erozyona dikkat çekebilmek” dedi. Özlem YAMANTÜRK

Haberin altında da topluca çekilmiş 14 kişinin olduğu resim.

Gazete röportajından sonra öğle yemeği için dağıldık. Belli bir saatte parkta buluşacağız. Ödemişin köftesi meşhurdur ama merkezde ünlü bir yerde yemeyin. Kazık yeme olasılığı yüksektir. Hem de lezzetli değildir. Kıyıda köşede bir köftecide karnımızı doyuruyoruz. Buluşma saatine zaman var o yüzden bol bol çay içip dinlendik.

Atatürk asker kıyafeti giymiş, pelerinli olarak atın üstünde heykeli yüksekçe bir kaidenin üzerinde. Kaidenin ön ve yanlarında kabartma figürler var. Yan tarafta tekerlekli bir top sergilenmekte.

Mola bitiminde toplanıp harekete geçtik. Yolumuz yine ovada, bu kez kuzeyden güney doğu tarafına geçiş yapacağız. Küçük Menderes nehri tekrar karşımıza çıktı. Köprünün başında durup resmini çekiyorum. Nehrin yatağı taş duvar örülmüş yüksekçe.

Nehir yatağı küçük bir kanal olarak az miktarda su akıyor.

Tam köprünün üstünden aşağıya doğru akan kanal olmuş nehir yatağının resmini çekiyorum. Nehrin yatağında hiç ağaç yok ve yanları taşlarla duvar olarak yapılmış. Duvar üstünden tarlalar başlıyor.

Şeftali bahçesi koruluk gibi. Tarla ise düzgün sürülüp ark üstünde fidanlar yeni dikilmiş. Havada parçalı bulutlar pamuk yığını gibi.

Beydağ’a doğru yol alıyoruz. Solumuzda akan Beydağ çay yatağı. Küçük bir bentten dökülen sular yeşil bitki örtüsü ile karşıdaki dağların etkisi ile güzel bir manzara oluşturmuş. Karşı tarafta iğde ağaçları yeni çiçek açmış ortalık iğde çiçeği kokmakta.

Beydağ’a geldik bile. düz ova bitiminde kasaba yamaçta kurulu olduğu için tırmanışa hafiften başladık bile. Kasaba yolları, kaldırımları temiz ve kilitli taş parke döşeli. Evler iki ve üç katlı caddenin iki yanında sıralı.

Daha önceden konuştuğum eski bir bisikletçi bizi karşılayacaktı ama kendisi ile bir türlü iletişime geçemediğimden aramaktan vaz geçtim. Akşam yemeği için alış veriş yapıyoruz bakkaldan. Hava kararmadan yola çıktık. 2 Kilometre kadar eğimi fazla olan Beyköy’e tırmanmaya başladık. Dağların bereketi çeşmeleriyle kendini gösteriyor. Biz de bu bereketten sularımızı dolduruyoruz şişelerimizi. İki tane ayrı çeşme var karşımda, ikisi de gürül gürül akıyor. Soldaki çeşme kocaman bir kayanın ortasından borudan akıyor. Kayada herhangi bir yazı yok. Sağdaki çeşme ise dekor taş ile sarı – kırmızı renkte örülmüş. Üstünde mermer bir kaide konulup KOCABAŞ ÇEŞMESİ yazılmış.

Kısa mesafede 200 metrenin üzerinde bir tırmanış yaptık ama değdi doğrusu. Havası ve manzarası harika bir yerdeyiz. Bir de bir kaç asırlık kocaman çınar ağacı altı yemyeşil çimenler bulunmaz bir cennet. Güneş batmadan çadırları kurup yerleşiyoruz. Güneş batıya iyice devrildi, henüz batmadı ama çınarın yanındaki boşluktan parlak ışıklarını saçmaya devam ediyor. Işık hüzmeleri etrafa yayılarak çoğu yeri gölgede bırakmış.

Koca çınarın dibinde çadırımı kuruyorum. Çınar ağacı o kadar büyük ki kadraja girmesi için uzaklardan çekmem gerek. Köyün meraklı çocukları bisikletleri ile gelip bizleri  izliyorlar bisikletinden inmeden. Çadırı kurduğum yerin altı ıslak. Buralardan yerden su kaynıyor. O yüzden çadırımın altına brandayı serdiğim iyi oldu. Yoksa alttan ıslanmamak elde değil.

Çınarın yere yakın olan ilk dalına çıkıp poz veriyorum Ferdimen de beni çekiyor alttan.

Köyün delikanlılarından birisi resim çekilmek isteyince yanıma çağırıp resim çekiliyoruz yan yana. Çınarı gövdesi o kadar kalın ki yanımıza üç kişi daha sığar.

Güneş batarken bahar ayında aşk şarkılarını mükemmel melodiler çıkarak kulaklarımın pasını silen karatavuk kuşu gelip çınar ağacına tam da üstüme kondu. Sesi o kadar tatlı ki her şeyi bırakıp onu dinliyorum sadece. Sesine hayranlık duymamak elde değil.

Her kes kendi yemeğini kendisi yapıyor, biz de erzağımıza göre bol acılı menemen pişirip acıkmış olarak iştahla yiyoruz. Köyün muhtarı da bize yakıp ısınalım diye odun parçaları yolluyor traktörle. Kendisine teşekkür ederim. Yemekten sonra tutan yemek sıtması ve 400 metrenin üzerinde bir yerlerde olmamızdan dolayı gecenin serinliği de başladı. Ateşi yakıp etrafında toplandık ısınmak için. Üzerimizde polar, ceket gibi kalın giysiler giymemize rağmen hava karardıktan sonra serinlik iyice arttı. Ateşin yalımı yüzlerimize vurdukça ateş suyunun da etkisi ile iyice ısındık.

Odun bol olunca ateşe sürekli odun atarak ateşin açlığını doyurduk. Günün yorgunluğu köz olmuş ateşin başında geçip gitti bile. Ateşin yalımları hayallere dalıp hayallerimizi gerçekleştirmenin anını yaşatıyor. Güzel düşüncelerden yola çıkarak başladığımız bu Suyun Kaynağına Yolculuk ikinci günü de deride kaldı. Hiç bir kimseden bir şey beklemeksizin gönüllü olarak gönlümüzce yapıyoruz. İnsanoğlunun yaptığı çevre kirliliğine karşı sesimizi duyurmaya çalışıyoruz elden geldiğince. Elbet bizleri görüyorlar, dinliyorlar ve biliyorlar ki geleceğimiz tehdit altında. Belki de farkında değiller yaptıkları ama biz onların akıllarını başlarına bir nebzede olsa getirip düşünmelerini sağladık. Umarım bu daha da çoğalıp geleceğe temiz bir dünya bırakmamıza neden olur. Biraz çabalamak gerek, göstermeli, görmeli ve düşünmelerini sağlamalıyız. Yarınlar umut dolu olsun dileklerimizi ateşin başında dile getirmiş oluyoruz.

Yanan odunlar, kimisi köz olmuş. Yalımlar alev alev çıkıyor etrafı aydınlatarak.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateşin başında oturduk uykumuz gelesiye kadar. Uyku kapı arkasına gelmedi çünkü kapımız yok. Ama ateşin başına gelince ateşi söndürüp yattık çadırlarımıza tatlı düşlere, umutlu yarınlara.

Bu gün yaptığımız yolun toplamı 65 kilometre civarı.

Altta yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 1. Gün

25 Nisan 2016 Pazartesi

1.Gün Pamucak – Tire

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır.)

 

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim….

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim…

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, 11 bisikletçi, yüklü bisikletleriyle yolda giderken çekilmiş resmi.

Sabah güneş doğmadan gözlerimi açıyorum yeni bir güne. İçimde ayrı bir heyecan var bu sabah. Yeni gün yeni bir turun başlangıcı. Az bilinen antik kentler turunu kazasız belasız sadece küçük bir düşme dışında önemli bir olay olmadan turu başarıyla tamamlamıştık. Az da olsa ufak bir kırgınlığın bir parçası duruyor yüreğimde sızı olarak. Artık Az bilinen antik turunda olmayacağıma karar vermiştim. Şimdi bunları düşünmeye gerek yok diyerek Suyun kaynağına yolculuk turuna odaklanmalıyım. Uyku tulumundan çıkmadan bir süre tembellik hakkımı kullanarak düşünceler kafamda dolanıp durdu. Artık kalkmalıyım diyerek doğruluyorum yattığım yerden. İlk olarak çadırın fermuarını açarak dışarının resmini içeriden çekiyorum. Okaliptüs ağaçlarında kuşlar çoktan uyanmış bir o yana bir buyana cıvıltılarla uçuşuyorlar. Bir süre dışarısını izliyorum.

Çadırın içinden dışarısı. Önümde iki çadır, biri yeşilimtırak mavi diğeri haki renginde. Bir bisiklet ve okaliptüs ağaçları manzaram.

Henüz uyanmayan var, uyananlar da sabah kahvaltısı için hazırlık yapmaktalar. İlk iş olarak gidip parkın lambalarını kapatmak oluyor, enerji boşa gitmesin. Sonrasında elimi yüzümü yıkayıp çadırımın yanına geliyorum.

Okaliptüs ağaçları altında çadırlar gelişi güzel kurulmuş durumda. Bazı yerlerde yeşil çimenler, kısım kısım çakıl taşları. Okaliptüs yaprakları da yerlerde. Solda bir iğde ağacı yan yatmış durumda.

Üçer beşer gruplar, kimisi kendi başına kahvaltısını hazırlıyor. Çaydanlığı olanlar çay demliyor. İzmir den arabası ile gelen İsmail piknik tüpü, su ve kocaman çaydanlık ile bizlere sınırsız çay ikramında bulunuyor. Gruplar arası ikramlar oluyor birbirlerine. Salatalık, domates, zeytin, çay, yumurta elden ele dolaşıyor. Neşe içinde kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltının ardından toparlanmaya başladık. Eşyalar ve çadırlar hızlıca toplanıp bisiklet bagajlarına yükleniyor. El birliği ile etrafta bize ait olan olmayan bütün çöpleri topluyoruz. Bulduğumuzdan daha temiz bıraktık park alanında çadır kurduğumuz yeri. Her kez hazır olunca bisikletimdeki tripoda cep telefonumu takıp 10 saniye zaman ayarı ile topluca bir anı resmi çekiyorum.

Toplam 29 kişi, 15 kişi ayakta, diğerleri yere çömelmiş durumda Ben ve Cem ayaklarımızı öne doğru uzatıp yere yatar durumdayız.

Herkes hazır durumda, son kontrolleri yapıyoruz. Bir ara Olcay ile konuşuyorum. Artık Az bilinen antik kentler turunda olmayacağımı söyledim. O da bir şey demedi, demek ki durumun farkında. Neyse son kalan kumanyaların bir kısmını ve artan sulardan Olcay bize veriyor. İki de telsiz veriyor turda kullanmamız için. Biri bende biri Şafak Omaç’ta.  Aramızda bölüşüyoruz kumanyaları. Suları da bir yerlere sıkıştırdık çantalara. Son kontroller yapıldıktan sonra hep birlikte harekete geçerek parktan çıkıyoruz. Çıkarken bekçiye anahtarları teslim edip yardımları için teşekkürlerimi sunuyorum.

Parkın içi, yol parke döşeli. Kıyıları kaldırım ile toprak zeminden ayrılmış durumda. Okaliptüs ağaçları gölge yapmış yere.  Tek sıra üç bisikletli bagajları yüklü.

Konvoy halinde asfalt yola çıktık ilerliyoruz. Ben öne geçerek grubun resmini çekiyorum.

Arkadan gelenleri bekleyip onların da resimlerini çekiyorum. Kavşağa yakınız, bu kavşakta iki gruba ayrılacağız.

Kavşakta hepimiz durup vedalaşıyoruz birbirimizle. İki grup ta birbirlerine iyi turlar diliyor. Olcay Az bilinen antik kentler turunun devamını yapacak. Yanında da ona katılacaklar var. Yıllarca bir türlü Torbalı yakınlarında, Sağlık mahallesinde bulunan Metropolis antik kentine gidilmemişti. Hep turu Selçuk ta bitirmek zorunda kalmıştık. Son gün Pazar olunca Pazartesi işe başlayacaklar mecburen dönmek durumundaydılar. Bu kez yine aynı durumda çoğu Pazar akşamı evine gitti. Sadece işi olmayan ya da izni devam edenler kaldı, o da 15 kişi. Metropolis antik kentine gidecekler Selçuk yönüne düz devam ettiler. Suyun kaynağına yolculuğa katılanlar da kavşaktan sola döndük. Bulunduğumuz yer Küçük Menderes nehrinin zamanla doğal erozyon sonucu oluşmuş bereketli ovası. Dün geldiğimiz yolun tersine doğru gidiyoruz. Biraz kalabalık gibiyiz gibi sanki. Bir süre gittikten sonra yanımızda Olcaylarla Metropolis antik kentine gideceklerin olduğunu fark ediyorum. Pan dağcılıktan tanıdığım arkadaşlarımdan Aytekin, Itır ve Hakan kavşakta bizim peşimize takılmışlar farkında olmadan. Durum anlaşılınca kahkahalarla gülüyoruz bu olaya. Olcay’ı telefonla arayıp yanlışlıkla bize katılanlar olduğunu, Selçuk ta beklemelerini söylüyorum. Yanlışlıkla gelenler geri dönerek yollarına devam ettiler.

Bir grup bisikletçi sıralı olarak yol kıyısında bisiklet sürüyor. Etraf yeşil sazlıklar ve otlarla kaplı. Hava parçalı bulutlu.

Bu yoldan defalarca geçtim yıllarca. Bir türlü karşıma bir ceylan çıkmadı, umutla bekliyorum çıkmasını. Elbet bir gün çıkacak bir ceylan. Şimdiye kadar ceylan çıkmadı ama öküz bolca çıkıyor karşıma. İşte onlardan birisini yaptığı öküzlük. Ceylan çıkabilir tabelasına arabası ile çarpıp yere yapıştırmış. Uyarı tabelası yol kıyısında otlara yatmış durumda. Direği de çarpmanın şiddeti ile yamulmuş.

Solda yol, kıyısında beyaz çizgi. otların arasında üçgen uyarı levhası yerde yatıyor. Üçgenin içinde ceylan resmi. Solda ise bataklık yerlerde yetişen ılgın (Tamarix) çalıları.

Geçtiğimiz yıl yani 2015 yılının Mayıs ayının bahar günlerinde bu topraklardan geçerken Küçük Menderes nehrinin bu bereketli ovasında bisiklet sürüyordum. Nehrin karşısına köprüden geçtiğimde nehrin suları simsiyah akıyordu. Böyle kirli akan nehir neden ve nasıl kirleniyordu. Köprünün altından akan kirli sulara bakarak düşüncelere daldım bir süre. Biliyordum ki Dünya’nın en bereketli ovasına sahip olan Küçük Menderes havzası tarih boyunca bir çok kültüre, medeniyetler kurmuş şehirlere, insanlara bereketini sunmuştur. Binlerce yılda doğal erozyon sonucu bereketli toprakları taşıyan nehir burada tarım yapan köylülerin geçim kaynağı olmuştur. Bu ovada yetişen ürünler pazar tezgahına gelip satın aldığımız meyve ve sebzeler ne kadar temiz ve sağlıklı? Yavaş yavaş zehirleniyor muşuz gibi hissediyorum.

Bunun için bir şeyler yapmalı, geleceğimizi zehirlemeli kirli akan nehrin suladığı ovaya. Nehrin kıyısından geçen yollarda bisiklet sürerken nehrin giderek daha temiz olduğunu görünce demek ki suyun kaynaklı kirli değil. Sanayi bölgelerinde ki fabrikalar kirli sularını arıtmadan kolayca nehre boşaltmaktalar. Madem suyun kaynağından çıkan sular temiz ve denize kadar kirleniyor bu durumu tersine çevirmek gerek diyerek aklıma bir fikir geldi. Deniz kıyısında kirlenmiş toprağı alıp suyun kaynağına taşıyarak farkındalık yaratmak gerek. Suyun kaynağında dökeceğimiz kirli toprak tekrar denize akarken bir daha kirlenmemesi için mücadele etmeli. İnsanlara ve nehri kirletenlere çocuklarımıza temiz ve sağlıklı bir gelecek bırakmamız gerektiğini kulaklarına fısıldamak gerek.

Bu düşüncelerin ışığında İzmir’e dönünce arkadaşım ve bir çok turda beraber bisiklet sürdüğüm Şafak Omaç ile konuştuğumda  o da aynı düşünceleri olduğunu ama tersini yapmayı  planlıyormuş. Benim fikrimin daha iyi olduğunu söyleyerek buna hemen başlayalım dedi. İlk önce facebook ta bir grup kurduk. Grubun adı Suyun Kaynağına Yolculuk” olarak belirledik.

https://www.facebook.com/groups/suyunkaynaginayolculuk/

Bisikletçi arkadaşları gruba ekledik. İlk yapacağımız nehir de ikimizin aklına Küçük Menderes nehri. Fikir bu nehirde oluşmuştu. Bir kaç keşif turunu araba ve bisikletle yaptıktan sonra rota ve kamp yerlerini belirledik. Sonrasında etkinliği açtık sosyal medyada. İlgilenen arkadaşlar ile iletişime geçip kesin gelecekleri kaydettik. Tur başlangıcı da Az bilinen antik kentler turunun devamında olacaktı. Tur da Küçük Menderes deltasında bittiğinden böylece bir taşla iki kuş vuracaktık. Kamp yerleri için Tire belediyesi, Bayındır spor müdürü Erdal İnce ve Beydağ da bisikletçi arkadaş ile görüşüp kamp yerlerini ayarladık.

Rotamız ise başlangıç yeri Pamucak ta Selçuk belediye tesisleri. Oradan nehrin deniz ile kavuştuğu yere gidip birer avuç toprak alıp heybeye koymak. Nehir kıyısındaki yollardan önce Zeytinköy, yakınlarındaki Gebekirse gölü ve Çatal gölü kıyısından geçip Tire – Beydağ. Oradan nehrin ana kollarından olan Kiraz kasabası tarafında Çatak vadisine gidip heybemizde taşıdığımız insanların kirlettiği toprağı suyun kaynağına bırakmak. Çatak vadisinde bir gece kalıp dönüş yoluna geçerek Bayındır da bir gece konakladıktan sonra Torbalı da metroya binip eve döneceğiz.

Bir süre asfalt yolda gidip köprüye ulaşınca yanından nehrin kıyısına indik. Artık toprak yoldayız ve bisikletlerimizin tekerlekleri iz bırakıyor.

Nehrin kıyısındaki toprak yolda gidiyoruz. Bu yol artık bahçelere dönüşmüş arazide herkes kendine parsellediği yere götürüyor. Bisikletlilerin arkasından tek sıra giderken Gürel çekiyor.

Buraları henüz bahçelik olmamış, etrafı ılgın ağaçları kaplamış durumda. Zemin de iyice milli toprak olmaya başladı. Tekerleklerimiz hafiften batmaya başladı ama zorlanmıyoruz giderken.

Şafak Omaç daha önce yaptığı bisikletli keşifte toprağı alacağımız alana geldik. En son ben giriyorum alana. Bisikletim KUZ ve arkasında römorkum kıytırık. Sağda yürüyen Şafak gülerek poz veriyor. Ferdimen beni çekiyor.

Alana gelince bisikletimi park ediyorum. Nehir kıyısına gelerek resim çekmeye başladım. Nehir gerçekten çok kirli, rengi bulanık ve kötü kokuyor. Bu kadar kirli olmasına rağmen sazlıklar ve ılgın ağaçları kıyılarda inadına yaşamakta.

Şimdi sizlere insan eliyle yapılan doğal felaketin insanları nasıl ilkel yaşama döndürdüğünü anlatacağım. Yazıyı Ferdi Kızıl’ın web sitesin GGYISS kaynak olarak aldım. http://www.ggyiss.com/

Paskalya Adası, dünyanın en ücra bölgelerinden birisidir. Sadece 390 km² bir alanı kaplayan bu Pasifik adası, Güney Amerika’nın batı sahiline 3700 km, en yakın yaşanabilir adaya 2300 km uzaklıktadır.

Hollandalılar, adayı 1722 yılında ilk batılılar olarak ziyaret ettiklerinde, kulübelerde ve mağaralarda yaşayan, sürekli savaş halinde olan ve Ada’daki besin kaynaklarının yetersizliği yüzünden umutsuzca yamyamlığa yönelen 3000 kişilik ilkel bir toplum buldular.

Avrupalı ziyaretçileri en fazla şaşırtan ve ilgilendiren olay ise, bütün bu sefalet ve barbarlığın arasında, bir dönemin gösterişli ve gelişmiş bir toplumuna ait, Ada’nın çeşitli yerlerinde yükseklikleri altı metreyi aşan 600’den fazla yekpare taş anıt olmasıydı. Toplumsal açıdan gelişmiş ve teknolojik açıdan karmaşık bir iş olan heykellerin yontulması, taş ocaklarından başka yerlere taşınması ve dikilmesinin bu ilkel toplum tarafından gerçekleştirilmiş olması olanaksız görünüyordu. Paskalya Adası’nın geçmişi, kayıp uygarlıklarla ya da gizemli bilgilerle dolu bir tarih değildir. Bu tarih insanın çevreye olan bağımlığını ve bu çevreyi düzeltilemeyecek biçimde bozmasının sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnektir.

MS 5. yy.’da adaya batıdan 20 – 30 Polinezyalı göçmen geldi. Adanın çok zengin olmayan bir bitki örtüsü vardı ve hiç memeli hayvan yoktu. Evcil hayvanları tavuk ve Polinezya faresinden ibaretti; temel ekinleri tatlı patatesti. Yeterli derecede besleyici olmasına karşın tekdüze seyreden bir beslenme biçiminin tek yararı, tatlı patates ekiminin zor olmaması nedeniyle başka etkinliklere ayıracak zamanlarının kalmasıydı. Temel toplumsal birimler geniş ailelerden oluşan, aralarında her konuda rekabet olan klanlardı ve her klanın kendine ait tören alanları vardı.

Buralarda ahu denilen dev heykellerin dikildiği atalara tapınma platformları vardı. Bu heykeller bir taş ocağında yapılıyordu ve daha sonra adanın değişik yerlerindeki tören alanlarına, yük hayvanları olmadığı için ağaç gövdeleri kızak olarak kullanılıp insan gücüyle götürülmek zorundaydı. 1550 yılında ada nüfusu 7000 kişiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Zamanla klan sayıları artmış yüzlerce ahu ve 600’den fazla dev taş heykel vardı. Sonra bu uygarlık birdenbire yıkıldı. Anıt heykellerin bir kısmı deniz kenarında, sahilde konuklara adeta “Hoş geldiniz” diyor… Taş ocağında yarım bırakılmış heykeller kaldı. Bu yıkımın nedeni, Paskalya Adası’ndaki “gizemi” çözmenin anahtarı, bütün adanın ormansızlaşmasının getirdiği çevresel bozulmaydı:

Göçmenler adaya ilk geldiğinde adada büyük ormanlar vardı. Nüfus arttıkça, tarım alanı açmak, ısınma ve yemek pişirme, ev aletleri, direkler ve sazdan ev yapımı için malzeme elde etmek ve balık avlayabilmek için tekne yapmak amacıyla ağaçlar kesilmeye başlandı: En çok da kızak yapımı için kesiliyordu. 1600 yılında ada tamamen çıplak kalmıştı. Heykel yapımı durdu. Ev yapılamadığı için mağaralarda yaşamaya başladılar. Artık tekne yapamadıkları için balık avlayamıyorlardı ve uzun yolculuklara çıkamıyorlardı. Erozyon topraklarını zayıflatıldığından yiyecek üretiminde ciddi sıkıntı yaşıyorlardı. 7000 kişiyi beslemek olanaksız hale geldi ve nüfus hızla azalmaya başladı. Dünyanın bu ücra köşesinde kapana kısılan ada halkı azalan kaynaklar üzerindeki tartışmalar sonucu neredeyse sürekli savaş halindeydi. Kölelik arttı ve alınabilecek protein miktarı düştükçe yamyamlık yaygınlaştı. Savaşların temel amacı rakip klanın ahularını yıkmaktı. 1830’larda neredeyse bu dev heykellerin tamamı yıkıldı. Adaya gelen ziyaretçiler bu heykellerin nasıl taşındığını sorduklarında adanın ilkel sakinleri, atalarının neler yaptığını artık hatırlamıyordu; yalnızca, bu dev figürlerin adanın öteki tarafından ‘yürüyerek’ geldiğini söyleyebildiler. Dünyanın öteki bölgelerinden neredeyse tamamen kopmuş olduklarını bilen Paskalya halkı, varlıklarının bu küçük adadaki sınırlı kaynaklara bağlı olduğunu anlamış olmalıydı. Taş ocağının yakınında tamamlanmamış birçok heykel bulunması, adada ne kadar ağaç kaldığının hiç düşünülmediğini, artan nüfusun ve ada halkının kültürel hırslarının, ellerindeki kaynaklardan çok güçlü olduğunu akla getirmektedir.

Kaynak: ClivePonting, Dünyanın Yeşil Tarihi – Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü,

Çeviren: Ayşe Başcı- Sander,Sabancı Üniversitesi Yayınevi,s.1-7, 2000.

Özgün Basım: A GreenHistory of The World – The Environment andTheCollapse of Great Civilizations,PenguinBooks, 1991.

Ilgın ağaçları arasından kirli akan Küçük Menderes nehri.

Suyun rengi o kadar bulanık ki sadece yüzeyi görebiliyoruz. Burada canlı yaşıyor mu acaba? Bunu bilemiyorum. Sudaki oksijen oranı canlı yaşaması için yeterli olmayabilir.

Nehrin kokusu rahatsız edici, bir an önce toprağı alıp buradan uzaklaşmak gerek. Hemen yerden bir avuç toprak alarak, naylon torbaya koyup ağzını sıkıca bağladım. Gürel beni toprak alırken resmimi çekiyor. Etrafımda arkadaşlar toplanmış bana bakıyorlar.

Toprak dolu torbayı heybemin içine yerleştirdikten sonra geriye doğru gitmeye başladık. Giderken de izimizi bırakıyoruz toprak yola.

Küçük Menderes Deltası

Alan Tanımı:

Kuşadası Körfezinde, Selçuk ilçesinin kuzeybatısında, Küçük Menderes Nehrinin denize döküldüğü yerde oluşmuş bir deltadır. Çoğunluğu tarım alanına dönüştürülmüş deltada, kumullar, sazlıklar, geniş bataklıklar (Elaman ve Akgöl bataklıkları), bir tatlı su gölü (Çakal Gölü) ve hafif tuzlu bir göl (Gebekirse Gölü) bulunur.

Küçük Menderes Nehri’nin oluşturduğu alüvyal ova zengin bir kıyı sulak alanıdır. Deltadaki Çakal Gölü, 0.74 km2 büyüklüğünde ve 4 m derinliğinde; Gebekirse Gölü, 0.75 kmbüyüklüğünde ve 5 m derinliğindedir. Deltadaki Elaman ve Akgöl bataklıkları dışında Cevaşir Bataklığı, sadece kış aylarında sular altında kalır. Göllerin kenarı sazlıklarla (Phragmites) kaplıdır. Bataklıkların büyük bölümünde ise ılgın (Tamarix) hakim türdür. Deniz suyu nehir boyunca 4 km içeri sokulur, ancak sadece Gebekirse Gölü’nü etkiler.
Alanın ortasından geniş bir karayolu geçer. Bölgedeki en önemli turistik merkezlerden biri olan Efes antik kentinin yakınında küçük bir havaalanı vardır.

Fauna:

Selçuk Kuş Cenneti olarak da bilinen alanda 38 familyaya ait 92 kuş türü tespit edilmiştir. Göç sırasında önemli sayılarda küçük karabatak bölgede konaklar. Nesli bölgesel düzeyde tehlikede olan mahmuzlu kızkuşu alanda üremekte; küresel ölçekte nesli tehlikede olan fare kuyruklu yediuyur burada yaşamaktadır. Benekli kaplumbağa, tosbağa ve ev yılanı özel doğa alanı kriterlerini sağlayan sürüngen türleridir. Alan, iç su balıkları açısından da oldukça önemlidir. Ülkemize endemik ‘büyük esmer’ alanda yaşayan koruma öncelikli kelebek türüdür.

Flora:

Deltada kumullar, geniş sazlıklara sahip bataklıklar, tatlı ve hafif tuzlu su gölleri ile tarım alanları ana habitatları oluşturur. Çevredeki yüksek araziler makilikler, tarlalar, söğüt ve zeytinliklerle kaplıdır. Ovada ise başlıca tarım ürünü pamuktur.

Küçük Menderes Deltası, uygun iklim şartları ve deltanın güneyinde yer alan Efes Antik Kenti ve Bülbül Dağındaki Meryem Ana Evi dolayısıyla turizm aktivitelerinin yoğun olduğu bir bölgedir.

Deltada ana geçim kaynağı tarımdır. Ovadaki başlıca tarım ürünü de pamuktur. İki gölde toplam on iki tür balık bulunur, ancak ticari balıkçılık sadece Gebekirse Gölünde yapılır. 1995’te 10 ton balık yakalanmıştır. Nehrin denize döküldüğü yerde yavru balık toplanır.

İZSU, Ege Bölgesinin yıllık su ihtiyacının bir kısmını Küçük Menderes Nehrinden sağlar. Sulama ihtiyaçları için nehre 4 adet baraj yapılması planlanmaktadır.

1984’te özel koruma alanı içinde 10 km2’lik bir alan Yaban Hayatı Koruma Sahası ilan edilmiş, 1991’de deltanın tümüne SİT Alanı statüsü verilmiştir.

Tarihin ilk çağlarından beri insanoğlunun dikkatini çekmiş olan 125 km uzunluğundaki Küçük Menderes Nehri ve vadisindeki verimli topraklar, 1930’lardan başlayarak yoğun olarak kullanılmıştır. Sıtmayla mücadele amacıyla başlatılan kampanyalar kapsamında büyük çaplı kurutma çalışmaları yürütülmüş, sonuçta tüm Küçük Menderes Havzasında 260 km2 geçici ya da sürekli sulak alan yok edilmiş, nehir ağzından yaklaşık 50 km içeriye kadar çok sayıda göl kurutulmuştur. (Cellat, Akarca ve Nohut gölleri gibi). Bunun yanı sıra nehir yatağı değiştirilmiş, suyun Selçuk ilçesinin kuzeyinden düz bir hat üzerinden denize ulaşması sağlanmıştır. Geriye, eskiden daha büyük bir alan kaplayan ve taşkın dönemlerindeki tek bir göl haline gelen iki göl kalmıştır.

Geriye kalan 15 km2 sulak alanın bugün güvencede olduğunu söylemek mümkün değildir. Devlet Su İşleri yukarı havzada on binlerce hektar alanı sulamak için, nehir ve kolları üzerinde dört adet baraj inşaatı öngörmektedir. Bu barajlar ve sulamalar nehir debisini büyük oranda düşürecek, Akgöl ve Elaman bataklıklarının kurumasına sebep olabilecektir.

Kıyı boyunca kuzeyden ve özellikle güneydeki Kuşadası’ndan bölgeye doğru gelişen otel ve yazlık inşaatları alanı tehdit etmektedir. Deltanın güneyindeki kıyı çayırları üzerine golf sahası yapılması planlanmaktadır. Bölgede kaçak avcılık yapılmaktadır.

Küçük Menderes Havzasında bulunan ilçe ve beldelerde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarının kimyasal atıkları ve bu yerlerdeki evsel atıklar hiçbir arıtma yapılmadan Küçük Menderes nehrine boşaltılmaktadır. Bu da nehir ve deltada aşırı kirlenmeye ve biyolojik çeşitliliğin zarar görmesine sebep olmaktadır.

Alanın bugün eski ornitolojik zenginliğinin çok uzağında olduğu açıktır. Geriye kalan sulak alanların kuşlar ile diğer canlılar göz önüne alınarak korunması gerekir. Hava alanı sık kullanılmamakla birlikte, alan üzerindeki etkileri araştırılmalıdır.

http://www.turkiyesulakalanlari.com/kucuk-menderes-deltasi-izmir/

Kısa sürede yola çıkıyoruz. Yol zeminden yüksekte, bir süre gittikten sonra Zeytinköy kavşağına geldik. Kavşak biraz daha yüksekte. Toprağı aldığımız alanın resmini çekiyorum. Nehir yatağı sazlık ve ılgın ağaçlarından görünmüyor. Sadece küçük bir su parçası görünür durumda. Bu alanda bazı yerler bahçeye dönüşmüş. Bahçelerde nar ağaçları dikilmiş durumda.

Küçük Menderes ovası, aşağıda yakın yerde nar bahçesi. Ağaçlar sıralı dikilmiş Solda küçük bir kayalık düz alandan fışkırmış gibi. Ovanın büyük bölümü ılgın ağaçları ile kaplı. Karşıda Dilek yarımadası, üzerinde beyaz bulutlar.

Ana yoldan Zeytinköy yoluna saptık. Selçuk tan bisikletçi arkadaşım Özer Çatori bizim buralarda olduğumuzu öğrenmiş. Hazır yolumuzun üstünde diyerek evine çay içmeye davet etti. Onu kırmadık ama evi vadinin diplerinde, yolumuzun ters tarafında. Bu kadar uzak olduğunu bilseydim çay molasını Zeytinköy de verirdik. Bu bize biraz zaman kaybettirdi ama geliyoruz diye bildirince sözümüzden dönemedik. Özer telefon ile oturduğu evi tarif etti. Evine vardık, ev vadinin bitiminde mandalina bahçesinin içinde güzel bir yerde. Bahçe girişinde üzüm çardağı ve ceviz ağacı gölgelik yapıyor.

Bahçe girişi, demir çardak maviye boyanmış. Üzüm asması ve ağaçlar baharın yeşilliği ile sarıp sarmalamış çardağı. Bisikletlerimizi duvar diplerinde park etmiş durumda.

Evin balkonuna oturup demli çayları içmeye başladık.

Haliyle balkonda hepimize oturacak yer yok. Bir kısmımız balkonda, diğerleri bahçede oturup çay içtik.  Bir sıra duvar dibinde 5 kişi, 2 kişi de balkon demiri tarafında.

Bahçede mandalina ağaçları yenilenmiş taze yaprakları ve çiçekleri ile bahar kokuları yayıyor etrafa.

Özer Çatori ve annesine çaylar için teşekkür edip tekrar yola çıktık. Zeytinköy’e geri gelip bir süre ana yoldan gittikten sonra Gebekirse göl yoluna girdik. Yolun bir kısmı toprak, bu yol kestirme bir yol. Tarlaların arasından gidiyor. Aramızda olan Şerif Kılavuz fazla zorlanmamasını söyleyerek düz gitmesini söyledik. Önümüzde tepeler var, çıkması biraz uzun sürecek. Düz gidip ileride bizi bekleyecek.

Gebekirse gölüne ulaşmak için alçak bir beli geçmek gerekli olunca çıkıyoruz haliyle. Etrafta çalılar, bodur ağaçlar arasında göl göründü.

Gölün kenarları geniş nar bahçeleri ile kaplı. Arazi düz. Az ileride göl görünüyor birazcık olsa da.

Gebekirse gölünün kıyısına geliyoruz, uygun bir alanda, göl kıyısında durduk. Burada kahve molası vereceğiz. Gölün tam kıyısında okaliptüs ağaçları dikilmiş. Bisikletleri ağaçların gölgesinde park ederek kahve takımlarımı çantalarımdan çıkarmaya başladım.

Kahve takımlarımı yere serip yanına bağdaş kurarak oturdum.  Hemen cezveye 4  kişilik kahve pişirmeye başladım. Gölün kıyısında sazlar henüz büyümeye başlamış. Kıytırığın arkasında bayrak çubuklarına iki tane Türk bayrağı rüzgardan hafif dalgalanıyor.

Kahve cezvede  pişerken sabırla bekliyorum taşmaması için. 4 Fincan kahvenin pişmesini bekliyor yan yana.

Ferdimen ve Gürel kahve pişerken etrafta resim çekiyor. Ferdimen’in göl kıyısında, suyun içinde bir kurbağayı kadrajında yakalamış. Kurbağa kendini fotoğraf makinesi ile resmini çeken uzun saçlı adamın niyetini anlamaya çalışıyor. Kurbağanın yüz ifadesi böyle.

Gölün kıyısında 3 güzel yan yana oturmuş ayaklarını suya sokarak zamanı değerlendiriyorlar. Oturduğu yerden başlarını resmi çeken Gürel’e döndürüp poz vermişler. Kurbağayı görmemiş olacaklar, yoksa prensine kavuşmak için öpmeye çalışabilirlerdi.

Bir posta pişirip 4 kişiye veriyorum. Zaman geçirmeden ikinci kez pişirmeye başladım. Kahveyi içenler de gölün suyunda fincanları yıkayıp yanıma bırakıyorlar. Kahve pişirirken bisikletin ön tekerleğinin arkasından resmimi çekiyor Gürel. Jant telleri, jant ve lastik güzel bir dekor oluşturmuş.

Üç kez kahve pişirerek herkesin içmesini sağlıyorum. Sonrasında kahve takımlarımı toparlayıp heybeme yerleştirdikten sonra yola çıktık. İki göl arasında tarlaların arasından geçerken arkadaşlar yerde kendi halinde yürüyen bukalemun görüyorlar. Aysel de bukalemunu eline alıp resim çektirmiş. Bukalemun bulunduğu ortama göre neyin üzerinde ise onun rengini alan bir hayvan. Şu an ki rengi yeşil, orijinal renginde. Ön ve arkada olmak üzere iki tırnaklı pençeleri ile parmakları kavramış, iki gözü de ayrı yönlere bakıp döndürebilen tek hayvan olarak etrafındaki insanları iki gözüyle ayrı ayrı inceliyor. Bu insanlardan birisi Şafak Omaç, arkada Figen Gülgör. Bukalemunu elinde tutan da Aysel Ataş.

Gebekirse gölü ile Çakal gölü arasındaki yol biraz yükseltili. Bunu aşmak bizim için kolay oluyor. Göl seviyesinde meyve bahçeleri düzlük alanda. Yamaçlar ise zeytin ağaçlarına ayrılmış. Yukarı, tepelere çıkan yol aşağıdan kıvrımlı görünüyor. Tırmanışa geçen bisikletliler arasında mesafe var. Herkes aynı performansı gösteremiyor.

Ben en arkada Ferdimen ve Gürel ile birlikte tırmanışa geçtik. Yol kıvrımlı, hafiften yukarıya doğru yükselmekte. Sol taraftaki yamaçta zeytin ağaçları. Önümüzde sadece Ferdimen var. Resmi Gürel çekiyor kamerası ile.

Tepeye varınca Çakal gölü manzarası eşliğinde bisikletim KUZ ve kıytırık ile bir poz hak ediyor. Göl zeytin ağaçları arasında yarım görüntüsü ve daha önce nehrin getirdiği toprak gölün yanında geniş bereketli ovaya dönüştürmüş.

Çakal gölünden ayrılıp ovaya iniyoruz. Artık Tireye kadar yolumuz düz. Küçük Menderes nehri kıyısındaki yolda ilerliyoruz.

Yol nehrin kıyısından giderken bazen karşı tarafa geçmek gerek. Köprüden geçerken arkadaşlara seslenip durmalarını söylüyorum. İlk önce dijital zom ile yakınlaştırılmış olarak çekiyorum ağaçların dalları arasından. Köprünün mavi boyalı demir korkulukları ardında bana el sallıyor arkadaşlar.

Bu da normal görüntü. Aramızda epey mesafe var. Solda bir zeytin ağacı ve şeftali bahçesi tamamen yaprak açarak meyvelerini olgunlaştırıyor.

Ben köprüye gelmeden önce Gürel kamerası ile elçek resim çekiyor. Arkadaşlar köprünün diğer tarafında toplaşmış. Kendisi diğer taraftan sadece portresi görünüyor. Köprü biraz yüksekte, meyve bahçeleri aşağıda kalmış. Köprünün ucunda dut ağacı top şeklinde. Köprünün korkuluk demirleri mavi boyalı. Sadece ortadaki uzun demir sarıya boyalı.

Araç trafiğinin olmadığı nehir kenarında sakince gidiyoruz sarı çiçek açmış otların arasından. Karşımızda kayalık dağlar yeşil otların arasından görünüyor. Demir örgülü elektrik direği de manzaraya girmiş. Ferdimen grup halinde giden bisikletçilerin arkasından resimlerini çekmiş.

Ben de arkalarından tek başıma doğada olmanın verdiği mutlulukla içime sindire sindire yol alıyorum. Yol kıyısında sarı çiçekler açmış otlar arasında insan boyundan büyük şerbetçi otları fışkırmış durumda.

Nehir yatağından akan su o kadar kirli ki hem görünümünden hem de kokusundan belli oluyor. Siyaha yakın yeşil rengi olmasına karşın söğüt ağaçları ve otlar kıyıları bürümüş. Nehirde sadece canlı olarak su kaplumbağalarını görüyorum. Onlar da kabukları siyaha yakın renge yani nehrin suları gibi olmuş. Bu kirli sularda nasıl yaşadıklarını anlamış değilim. Kaplumbağalar pek evrim geçirmeden milyonlarca yıl aynı kalmış bir canlı türü. Şekli değişmese de kirli sular pek etkilememiş görünüyor.

Nehirde su ilkbahar olmasına rağmen çok az akmakta. Köprünün üzerinden karşıya geçerken nehrin resmini çekiyorum. Su az da olsa akıyor simsiyah. Söğüt ağaçları kıyı boyunca sıralanmış. Sol tarafta bir tepe, ön tarafında kavak ağaçları grup olarak dikilmiş.

Kavak ağacı nedir bilir misiniz? Kavak ağacı evlilik ağacıdır. Çocuk doğduğu zaman babası bir grup kavak ağacı diker, fidan olarak sulak bir yerde. Kavak çocukla beraber büyür. 20 yıl sonra evlilik çağı gelince baba çocuğu için diktiği kavağı keserek satar ve elde ettiği para ile çocuğunun düğün masraflarını karşılar. Evini yuvasını kurarmış kavak ağacı ile. Kavak ağacı daha çok kibrit, ambalaj ve mobilya yapımında kullanılır. Gerçi şimdiki zamanda kibrit gazlı çakmaklara yenilmiş durumdadır.

Yeni sürülmüş tarlaların yanından topluca bisiklet sürüyoruz. Gürel de uzaktan optik zom yaparak harika bir resim çekiyor. Resimde 11 kişi bisiklet sürerken görünmekte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ben biraz gerilerden gelince tek başına beni ayrı çekiyor. Kıytırığın arkasında iki Türk bayrağı rüzgarın etkisi ile dalgalanıyor. Yolun iki tarafında tarla yeni sürülmüş.

Belevi’ye vardık bile, burada öğle yemeği yiyeceğiz. Daha önce işletmeci ile konuşmuştuk geleceğimizi. Bizler gelince köfte siparişlerini veriyoruz ve hemen mangalda köfteler pişmeye başladı. Köftelerin pişmesini beklerken bahçede elimizi yüzümüzü çeşmede yıkayıp paklanıyoruz. Yıkanırken kara dut ağacını görünce acıkan karnımızı biraz bastırmak için karadutları mideye indirmeden edemedik. Yeni kararmaya başlayan dutlar nefis. Dutların çoğu kırmızı olgunlaşmamış. Kimisi yarısı kırmızı yarısı kara. Biz de iyice olgunlaşmış olan kara dutları yiyoruz. Dutları dalında yaprakları ile beraber yakından bir resmini çekiyorum.

Belevi’nde aramıza 2 kişi daha katıldı, Sadun abi ve Hüseyin. Üç masayı birleştirip oturduk. Köftelerin pişmesini bekliyoruz sohbet ederek.

Bisikletler park edilmiş, bizler de masalara oturarak bekliyoruz. İşletmenin adı Belevi çöp şiş ayran. Mavi tabelasında yazıyor.

Sevil köfte ve şiş pişirirken ocak başında.

Sevil ocağın başında köfteleri pişirirken işletmeci de domatesleri söğüş dilimler halinde kesip tabaklara diziyor.

Pişen köfteleri bir çırpıda yiyip bitiriyoruz, çok acıkmışız. En son olarak Sevil kendine pişirip yiyor köftelerini. Biz de boş durmayıp yemeğin üstüne çayları yudumluyoruz. Masanın üstünde kocaman bir saksı, saksıda da beyaz üzeri mor çiçekler açmış. Binanın duvarında ay – yıldız yapıştırılmış. Türk bayrağı da  çatıya asılıp sarkıtılmış.

Yemeğin ardından tekrar yola çıkıyoruz. Yolumuz yine nehri takip eden yollarda. Tarlaların önünden geçiyoruz. Tarlayı otlar bürümüş. Herhalde nadasa bırakılmış.

Kimi tarla da sürülüp ekilmiş bile. Araları 1.5 metre genişliğinde düz bir çizgide fidanlar dikilmiş. Fidanların da yanında boylu boyunca damlama için hortum döşenmiş. Geniş tarlada yan yana fidanlar ekili. Her şey düzgün ve güzel görünüyor görünmesine de tarlada fazla olan bazı şeyler var. O da fidanlar üretim yerinde çimlendirilirken köpük fidelikler ile buraya geliyor. Fidanlar dikildikten sonra boşalan köpük kasalar toprağın üzerine öylece atılmış. Toplayıp geri dönüşüme yada çöpe atılmamış. Nehrin kirliliği buradan başlıyor. Petrol ürünü olan köpük fidelikler çevreyi hem görüntü olarak hem de kimyasal olarak kirletmekte.

Yolculuğumuz güzel yerlerden devam ediyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar arasından. Buralarda yollar da toprak. Arada geride kalanları beklerken bisikletten inip bekliyorum. Bisikletim park halinde, toprak yolda geriden gelenler ve yol kıyısında otlar ve sazlık.

Yolumuz nehrin kıyısında olunca bazen sol tarafında, bazen de sağ tarafında gidiyoruz. Karşı tarafa da köprüden geçiyoruz. Yine böyle bir köprüden geçerken Gürel tura katılan herkesi nehir ile beraber elçek yaparak resmimizi çekiyor.

Tura katılanların isimleri :  Ahmet Nail Yavuz, Aysel Ataş, Bahadır Özer, Cem Koç, Ferdi Kızıl, Figen Gülgör, Gökay Terzi, Gürel Gürselp, Hasan Ata, Hüseyin Dölçek, Kaya Palancılar,  Kemal Lale, Sadi Bilguvar, Salih Gülbahar, Sevil Gülgün, Şafak Omaç, Serif Kılavuz, Urim Babacan

Nehirde aşağıda gördüğümüz yerden daha fazla su akıyor ama hala kirlilik var. Burada nehir yatağı daha dar ve söğüt ağaçları neredeyse nehrin üzerini örtmüş durumda.

Bağ bahçe yolu böyle olur, toz toprak. Üstüne üstlük kum gibi milli bir toprak olursa bisikletteki yükle birlikte gitmek zorlaşıyor. Gerçi arkamızdan bıraktığımız izler derin ve anlamlı. Birincisi bisikletlerimiz yüklü ve ağır, daha belirgin iz bırakıyoruz. İkincisi ise anlamlı yük. Bu yük taşıdığımız eşyalarda daha çok ağır. İnsan eliyle yapılan erozyona ve kirliliğe dikkat çekmek için bisiklet sürüyoruz. Temiz bir çevre ve geleceğe, çocuklarımıza temiz bir gelecek bırakmak için yollardayız. Bunun ağırlığı ölçülemez. Üçüncüsü de nehrin deniz ile buluştuğu yerden aldığımız toprak. İnsan eliyle kirletilen nehirde taşınan toprak ağır metaller içeriyor. Kirli topraklarda yapılan tarım bizleri zehirlediği gibi çocuklarımızı da tehdit ediyor. Suyun kaynağına bırakacağımız kirli toprak nehirlerin temiz akması umudunu taşıyoruz. Bu hepsinden ağır ve izler daha da derinleşiyor. Hem sonra arkamızda iz bırakmamız gerek. Öyle gösteriş için, lay lay lom turu değil. Yarış ta yapmıyoruz. Hem spor yapıyoruz hem de doğayı ve çevreyi bir nebze olsun koruma amacı güdüyoruz.

Yol kumlu toprak, toprakta bisikletlerimizin tekerlek izleri. Sol tarafta nehir yatağı, sağda ise tarlalar.. Yolun her iki yakasında da otlar ve sazlar toza bulanmış durumda.

Topraklı tarla yolları bitti, asfalt yola çıkıyoruz. Yol kıyısında sadece  Hamidiye camisinin minaresini görüyoruz. İzmir ili, Tire ilçesi, Tire-İzmir yolu üzerinde bulunan Hamidiye Camii, daha çok Rahmanlar Camii adıyla bilinmektedir. Hamidiye Camii, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1894 tarihinde yaptırılmış olan külliyeye aittir.
Külliye içinde yer alan okul, çeşme ve havuz, İzmir, Tire yol çalışmaları sırasında yıkılmış, külliyeden günümüze sadece minaresi ulaşabilmiştir.

Yolda beni bisikletimle beraber minareyi de çeken Gürel. Minarenin yanında beton elektrik direği. Yol hafif sırt yapmış, inişe geçmiş olan Ferdimen’in yarısı görünüyor.

Bereketli topraklarda yaz için sürülüp ekilmiş tarlalar uçsuz bucaksız ta Bozdağlara kadar gidiyor.

su1-1-044

Ovada sadece tarla, bahçe yok. Milli zengin toprakta fidan yetiştiriciliği ve çim yetiştiriciliği de yapılıyor. Belki de 10 futbol sahasını kaplayacak kadar yere çim ekilmiş bir alanı görüyorum.  Boylu boyunca plastik borular ellişer metre aralıkla döşeli. Bu borular çimleri sulamak için. Doğal gübreli toprakta çabuk yetişiyor çimler.

Bülbüldere ve Göllüce köylerini geçerek Yeniçiftlik köyünde mola veriyoruz. Çay, soda ve atıştırmalıkları sundurmanın altında masalarda yiyerek biraz dinlenip güç topluyoruz.

Sundurmanın altında masalar, köylüler oturmuş çay içiyorlar. Bahadır bisikletine binmiş, kafasını arkadaki kameraya çevirmiş durumda.  Gökhan daha ilerde bisikletine bir şeyler yapıyor. Kıytırığın bir kısmı bayraklarla beraber sol tarafta görünüyor.

Moladan sonra yola çıktık, en arkada ben gidiyorum. Yanımda da bizim huysuz ihtiyar Şerif Kılavuz var. Arkadaşlar basıp gitti Tire’ye doğru. Huysuz ihtiyar geçen yıl kalbine pil takılmıştı. Pek bisiklette zorlanamıyor. Tura gelmeye de çok hevesliydi ve aramıza katıldı. Huysuz ihtiyarı kırmak olmaz, gönlü ne istiyorsa yapmak gerek. Artık iyice yavaşladı ve sık sık mola vermeye başladık. Bana sen git ben arkandan gelirim dese de pek aldırış etmedim. Geçen yıl yalnız bırakmıştık bilmeden kalp krizi geçirirken. Bir daha asla yalnız bırakmam diyerek sabırla bekliyorum. Bir yudum su içip biraz nefeslendikten sonra yola devam ediyoruz. Gittikçe molalar sıklaştıkça Şafak’ı cep telefonumla arayıp durumu bildirdim. Yolun karşısına geçip otobüse bindirmeye çalıştımsa da otobüsler bisikleti almadı. Gerçi Midibüs ve bisikleti koyacak bagajı bile yok. Nasıl alsın ki. Tire de evi olan arkadaşımız Birol Önal’a gelip Şerif’i almasını söyledim Şafak’a. Arkadaşlar Tire’ye varmıştı ve bizim daha 10 Km yolumuz daha var. Şerif’e oturup Birol’u beklemesini söyleyip pedala bastım. Birol arabası ile Şerif ve bisikletini alarak Tire’ye getirdi. Beni Tire girişinde benzinlikte Ferdimen bekliyordu. Ben de gelince birlikte Tire belediyesinin bizi konaklayacağı spor salonuna sora sora geldik.

Birol Önal’ın arabasının arkasında bisiklet taşıyıcısı var. Birol ve Şerif bisikleti arabadan indirirken.

Kapalı olan spor salonunun içine bisikletlerimiz ile girerek yerleşiyoruz. Sıcak duşumuzu da alarak, aklanıp paklanıyoruz bir güzel. Terli formaları yıkayıp yerine temiz eşyaları giyiyoruz.

Spor salonunun girişi geniş bir salon. Salon yüksek tavanlı, kıyılarda balkon var. Üst bölümde odalar var ve yukarı çıkan merdiven görünüyor. Aşağıda bisikletler, arkadaşlar toplaşmış kendi aralarında konuşuyor. Sağ alt tarafta pinpon masası var.

Akşam yemeğini Birol Önal yaptırmış bile. Pide ayran ile karnımızı doyurduk. Kendisine ayrıca teşekkür ederim bize ev sahipliği için ve misafirperverliği için. Akşam bastırdı, duşumuzu aldık, karnımız doydu. Bunun üstüne kahve gider diyerek kahve takımlarımı çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Akşam serinliğinde kahvelerimizi afiyetle içerek günün değerlendirmesini yaptık.

Gaz ocağım yanar durumda, cezvede taşan köpükleri fincanlara dökerken. Resim biraz bulanık çıkmış Ferdimen çekerken kahvenin kokusundan heyecanlanıp eli titremiş olmalı deklanşöre basarken.

Bir süre sohbet ettikten sonra günün yorgunluğu üzerimize uyku olarak çökmeye başladı. Her kes kendine yatacak yeri belirlemişti çoktan. Ben de koridorun birine matımı serip hazırlamıştım. Yarın Salı günü, Tire’nin pazarı kuruluyor. Hem de büyük bir pazar. İlk önce pazarı gezeceğiz. Yarın güzel bir gün bizi bekliyor ve uyku tulumuna mutlu girerek derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 76 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc