Etiket arşivi: osmanlı

Afyon Frig Vadisi Bisiklet Turu 1. Gün

18 – 19 Haziran 2021 Cuma

Afyon – Gazlıgöl – İhsaniye – Döğer – Emre gölü

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Karahisar kalesi yıkılır gelir
Kakülü boynuna dökülür gelir

Yayladan gel allı gelin yayladan
Kesme ümidini kadir Mevla’dan
Ver elini karlı dağlar aşalım
Bayramlaşalım

Ben bir koyun olayım sen de bir kuzu
Meleye meleye getirem yazı

Yayladan gel allı gelin yayladan
Kesme ümidini kadir Mevla’dan
Ver elini karlı dağlar aşalım
Bayramlaşalım

Kapıma bağladım da kınalı koçu
Harmanı kaldırdım kız senin için

Yayladan gel allı gelin yayladan
Kesme ümidini kadir Mevla’dan
Ver elini karlı dağlar aşalım
Bayramlaşalım

Hidayet Çalbudak Afyon yöresi türküsü

 

Öne çıkmış olan görsel, İki direkte Türk bayrağı, ayakta ellerini pençe yapmış yerdeki düşmanı etkisiz hale getirmiş heykel. Arkada iki katlı bir ev. Afyon’un yüksek kaya kütlesi üzerinde Afyonkarahisar kalesi. Heykelin altında Atatürk kabartması.

DSCN2044

Günlerden bir gün arkadaşım İsmail Odabaşıoğlu telefon ile aradı. Zaten canı sıkılınca sürekli arayıp sohbet ediyoruz. Bana “Urim Baba Afyon Frig vadi bisiklet festivaline katılacak mısın?” diye sordu. Ben de “Pek niyetim yok ama düşünüyorum katılıp katılmamak için” Bu aralar hafta sonu salgın nedeni ile sokak kısıtlaması var. Gerçi festivalleri özlemedim değil, uzun süredir arkadaşlardan kimseyi göremedim. Özlem had safhada. Bir kaç gün sonra telefonum çaldı. Arayan yıllardır tanıdığım bisikletçi Birsen Esinti. Bana “Urim Baba Afyon Frig bisiklet festivaline bekliyorum” diye davet etti. Eh davet büyük yerden gelince “Tamam geleceğim” diye cevap verdim. Kayıt açılınca benim ve bacanağım Selahattin’in kaydını yaptırdım. Bacanak ile festivalden bir gün önce gündüz Afyon’a gidelim diye kararlaştırdık. Hazırlıklarımı yaptım, yanıma alacağım eşyaları, alet edevatları çantalara yükledim. 17 Haziran Perşembe sabahı bacanağım evime geldi. Kendisi bisikletini yüklemiş taşıyıcıya. Benim bisikleti de yükleyip güzelce bağladık. Çantaları da arka koltuğa yerleştirdim. Sadece ikimiz varız, arka koltuk boş. Birlikte sabah kahvaltısını yapıp yola çıktık araba ile.

Otobüs bilet fiyatları salgın nedeni ile pahalı. Sadece bir kişi 100 Lira. İki kişi gidiş dönüş 400 Lira tutuyor. Bu para ile arabanın yakıtını doldurup rahatça gidip gelebiliriz. Yol kıyısında meyve satan tezgahın birinden meyve aldık, yolda yiyerek gidiyoruz. Bacanağıma “Yolda hiç taş köprü gördün mü? diye sordum. O da “Ne taş köprüsü?” diye cevap verdi. Demek ki şimdiye kadar kimse taş köprüyü görmemişti. Araçla yol alınca kimse koskoca taş köprüyü görmemiş. İki yıl önce Suyun kaynağına yolculuk yaparken Gediz nehrini takip ediyordum. Gediz nehri Kula’dan sonra Ankara yolu ile birlikte olunca ana yoldan gittim bir süre. Bisikletle gidince yoldaki her şeyi gördüğümden karşımda tarihi bir taş köprüyü görmüştüm. Taş köprüde mola verip öğle yemeğimi ve kahvemi Gediz nehrinin kıyısında keyifle içmenin hazzını yaşadım.

Tarihi taş köprü uzaktan görünümü, altından Gediz nehri bulanık akıyor. Taş köprü yolun sağıda. Köprünün ismi Çataltepe taş köprüsü

DSCN7796

Taş köprüye gelince sağa yanaşıp arabayı park ettik bankette. Taş köprünün tam üstünde kahve takımlarını çıkarıp kahve pişirdim. Afiyetle içmeye başladık Bacanağım ile birlikte.

Elçek ile taş köprü üzerinde fincanlar elimizde bacanağım ile Gediz nehrini çektim. Benim başımda mavi buff, bacanağımda bej renkli şapka var.

IMG_20210617_123336

Taş köprüye kadar bacanağım arabayı sürdü. Taş köprüden sonra direksiyona ben geçtim. Fazla sürat yapmadan Afyon’a rahatça geldik. Kamp alanını navigasyon yardımı ile kolayca bulduk. Kamp alanı pek kalabalık değildi. Bizden önce bir kaç kişi gelip çadırını kurmuştu. İçlerinden beni tanıyan arkadaşlar var. Hoş geldiniz diye karşıladılar. Çadırları çardağın altına kurup yerleştik. Akşam yemeği için bisikletlerle Afyon merkeze pedalladık. Antalya’dan Ertan bizi Afyon’un meşhur tandır yapan yere götürdü. Bizimle beraber Özgün Tuykun ve arkadaşı da akşam yemeğine katılacak. Meşhur olunca ücreti de ona göre meşhur oluyor hani. Gerçi etler lezizdi, üstüne de afyon kaymaklı ekmek tatlısını yedik. Kızlarla resim çekiliyoruz masa başında. özgün Tuykun, arkadaşı ve ben sandalyede oturmuş durumda.  Arkada mutfak, camlı bölme ile ayrılmış. Köşede dört kuşak tandırcıların portre resimleri asılmış.

WhatsApp Image 2021-09-18 at 13.54.38

Sıra geldi ücret ödemeye. Yanımda da hiç para yok. Ne var ne yok eve bırakmıştım. Üstelik bacanağımdan da biraz takviye almıştım. Bankaya gidip para çekeyim dedim. Bana verdiği paranın hepsi on Liralık kağıt para. Paralar gıcır gıcır, henüz Güneş görmemiş, oksijenle temas etmemiş gibiydiler. Kırk tane kağıt para seri numaraları sıralı, darphaneden çıktığı gibi bankamatiğin kasasına, oradan da bana geldi. Ekonomimiz uçuyor resmen, hükümet para yetiştiremiyor. Sürekli para basıyor ama sonumuz hiç iyi değil. Basılan bu paraların acısı çıkacak bir gün. Bacanağa borcumu ödedim, azıcık meşhur hesabımı da ödedim. Zaten meşhur yerlerde pek yemek yemem, ya da bir şey almam. Çünkü her zaman meşhur diye kazık yemek zorunda kaldım şimdiye kadar. Yanımızdaki iki kadın biz ayrı dolaşacağız deyip yanımızdan ayrıldılar. Biz de kamp alanına döndük bisikletlerle.

Aşağıda sadece 7 tane on Liralık para, seri numaraları art arda. Son ilki rakamları 40 tan 46 ya kadar.

IMG_20210617_191432

Kampa döndüğümüzde Güneş batmak üzereydi. Fotoğraf makinemi alıp gölet kıyısına gelerek optik zoom ile Güneşi daha yakın hissederek batışını çektim çalıların arasından. Sarı renkli olan güneş tüm parlaklığı ile ışığını saçıyor. altta dikenli otlar, yanda ağacın dalları siulet olarak görünüyor.

DSCN2018

Akşam olunca katlanır sandalyelere oturup sohbet ediyoruz yatasıya kadar. Uzun süredir matın üzerinde, uyku tulumunda yatmamıştım. Afyon rakımı biraz yüksek olunca geceleri soğuk olur diyerek battaniye almıştık. Battaniye ve uyku tulumu ile üşümeden iyi bir uyku çektim. Yakındaki gölet buharlaştığı için nem oranı yüksek olunca ona göre de soğuk artıyor.

Sabah serinliğinde kalkıyorum, üzerimde polar var. Haziran ayı olsa da Afyon serin. Elimi yüzümü yıkamak için tuvaletten döndükten sonra dün akşam yemek yediğimiz kadınlardan biri olan Özgün Tuykun yanıma yanaştı. Hafif ağlamaklı bir sesle “Urim Baba dün akşam bir şey mi oldu aramızda, bana kızdın mı sizden ayrıldık diye? Sabah sana günaydın dedim ama bana baktığın halde yüzünü hemen çevirdin” dedi. Ben de düşünmeye başladım, sabah uyku sersemi olarak tuvaletler tarafına giderken ne yaşadım diye. Ama ne kadını gördüm ne de yüzünü hatırlıyorum. Kadının sesi titremeye başladı, nereyse ağlayacak. Bu durumda üzülmemesini, herhangi bir kızgınlık yada alınma olmadığını söyledim. Sonra niye kızayım ki? Aramızda kötü bir şey de olmadı. Uyku sersemi belki fark etmemişim olabileceğimi belirttim. Neyse kadının içi rahatladı biraz, sesi normale döndü. Ona her zaman yanıma gelip kahvemi içebileceğini söyledim. Ama yanıma gelmezsen içemeyeceğini söylemeyi de unutmadım. Çadırı, eşyaları toplayıp çantaya yerleştirdim. Sadece bisiklete taktığım çantaları bagaja yükledim. Uyku tulumu, çadır, mat gibi eşyaların olduğu sosis çantayı araca yükledim. Henüz erken ve kalabalık olmadan kahve pişirip içmeye başladık. Şanslı olanlar benimle birlikte kahve içti. Önümde katlanır masa, üzerinde kahve takımları, Bacanağım, ben Ertan, Rahmi Söyleyici ve bir arkadaş daha poz verip resim çekiliyoruz. Bisikletim KUZ arkada turuncu çantalarla duruyor.

IMG_20210618_073056

Yola çıkmaya hazırım. Bu arada festivali düzenleyen arkadaşlar da geldi. Kahvaltıyı hep birlikte yaptık. Kayıtlar başladı ve formalarımızı bez torba içinde aldık. Torbada ayrıca Afyon’a özel haşhaş ezmesi hediye olarak verildi. Kayıt işlemleri bitince topluca resim çekiliyoruz. 45 – 50 kişi kadar varız. Arkamızda salkım söğüt ağacı, dalları neredeyse başımıza değecek kadar sarkmış.

DSCN2019

Festivalin anası Birsen Esinti, kahvaltısını yaparken bana poz veriyor. Ortalık yeşil ağaçlar ormanda olduğumuzu hissettiriyor.

DSCN2020

Bacanağım ile birlikte çardağın altına kurmuştuk çadırımızı. Bisikletim KUZ çardağın yanında yola çıkmaya hazır. Etrafta bisikletini kontrol edenler var.

DSCN2021

Çardaklar küçük bir meydanda kurulmuş. Tam ortada fıstık çamı var, kıyısında oturma bankları konulmuş.

DSCN2022

Henüz harekete geçmeden parkın içinde bulunan göletin resmini çekiyorum. Su durgun olduğundan yeşile çalan rengine yansıyan ağaçlar tablo gibi. Su durgun olunca yaşamı sadece su yosunları oluşturuyor.

DSCN2023

Göletin ortasına köprü konularak karşıya kestirmeden ulaşım sağlamış. Yansımalar gölete vurmuş durumda

DSCN2024

Bacanağım karşımda hazır, tıpkı KUZ gibi.

DSCN2025

Arkadaşım İsmail Odabaşıoğlu sabaha karşı kamp alanına ulaştığından uyumadan beklemiş. Kendisi çok az gören kör. Türkiye’nin bütün illerini ve hemen hemen bütün ilçelerini görerek dolaşmış gezginlerden birisi. Sonradan geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı görme kaybını yaşadı. Ama “Yılmak yok, yola devam” diyenlerden birisi. Kaliteli katlanır tandem bisiklet alarak gezmediği, görmediği yerlere kendine pilot bularak fırsat buldukça dolaşıyor. İsmail’in pilotu Enes. İsmail kaldırıma oturmuş bakınırken resmini çekiyorum.

DSCN2026

Artık yola çıkmak için tüm bisikletçiler hazır duruma geçti. Son kalanları toplamaya çalışıyorlar.

DSCN2027

Bisikletim KUZ park halinde, gidon ve çantayı çekiyorum Çantanın önünde Suyun kaynağına yolculuk, Büyük Menderes nehri temiz aksın tabelası asılı. Logo da damla şeklinde ağaç ve damarları akan nehirler gibi, nehirler mavi, ağaç yeşil renkte. Gidona sarı renkli kaskım asılı.

DSCN2028

Baş tarafa geçerek video çekimine hazırlandım. Kamerayı hazır tutarak video çektim tüm katılımcıları. Videonun linki aşağıda.

https://youtu.be/EAd1mHPXT0I

Parkın içinden çıkarak Afyon yollarından güvenle geçiyoruz trafik polisleri sayesinde. Geçeceğimiz yollarda araçları durdurarak bizlere yol açtılar. Uzaktan Afyon’un ünlü Karahisar kalesini çekiyorum. Kale yalçın kayalıklardan oluşmuş devasa dağın tepesine yapılmış. Ön kısımda şehrin beton yığınları.

DSCN2031

Karahisar kalesi gibi başka kayalık tepeler de var etrafta. Tam demiryolu köprüsü üzerindeyim. Binalar uzakta ve tren yolu altımdan geçiyor.

DSCN2032

Afyon merkeze geldik. Burada protokol konuşma yapıp festivali başlatacaklar. Meydanda iyice yakınlaştığım Karahisar kalesini biraz daha yakınlaştırıp çekiyorum. Her ne kadar yalçın kayalık ve dik uçurumları olsa da yine de kale duvarları ile çevrelenmiş kale içi. Kale burçları net görünüyor. Kale içi de yalçın kayalıklar sivrilmiş, tam düz değil.

DSCN2034

Konuşmalar yapılıyor, protokol önde çekiyorum bir poz.

DSCN2036

Sevgili dostum İsmail ve pilotu Enes Çalışkan’ı tandem bisikleti ile çekiyorum. İkisinin üzerinde sarı yelekler var dikkat çekmek için.

DSCN2037

İzmir’den arkadaşlarım Figen ve Metin benim fotoğraf makinesi ile resim çektiğimi görünce kendilerini çekmemi söylediler. Ben de onları çekiyorum bir poz. Yanlarında bisikletleri var. Arkada ağaçlar ve Karahisar kalesi var.

DSCN2038

Meydanda toplanmış bisikletçiler güneş altında pişerken ben gölge bir yerde uzaktan onları çekiyorum.

DSCN2039

Bisikletçiler toplanmış, aceleleri varmış gibi harekete hazır durumda bekliyorlar. Ama harekete geçmeye daha çok var.

DSCN2041

Bulunduğumuz yerin hemen üstünde zafer anıtı ve top var. Top iki tekerlek üzerinde. Topu Karahisar kalesi ile çekiyorum.

DSCN2042

Zafer heykelini çekiyorum, bronzdan yapılmış heykeller; ayakta ellerini pençe olarak açmış Türk askeri ayakları dibinde yatan düşman askerini parçalayacakmış gibi duruyor. Heykeller tamamen çıplak. Yanlarda iki direkte Türk bayrakları göndere çekilmiş. Arkada kayalıklar üzerindeki Afyon Karahisar kalesi. Heykelin altında Atatürk kabartması yapılmış. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN2044

Heykellerin olduğu yer yoldan biraz yüksekte. Aşağıda toplanmış, bir an önce harekete geçmek için sabırsızlanan bisikletlileri çekiyorum. Sıcağın anlı kabağında bisikletleri ile pişiyorlar. Solda tarihi bir bina görünüyor, meydanda ağaçlar dikilmiş.

DSCN2046

Karşıdaki binayı iyice yakınlaştırınca burasının Zafer Müzesi yazısını görüyorum. Demek ki bir müze var, orayı görmeliyim. Müze iki katlı, orta bölümü giriş kapısı olduğu yerde kemerli pencere var. Pencere cam ile kaplı, iki kat boyunda. Kenarları taş bloklardan, gri renkte çatıya kadar duvar şeklinde örülmüş. Üst katta kemerli ikişer pencere, alt katta kare şeklinde pencereler var. Kapısı dikdörtgen ahşap, iki kanatlı.

DSCN2047

Müzeye gelip bir göreyim dedim. Kapısı kapalıydı, kapı tokmağını çalıp içeri girmek istedim ama içeriden ses gelmeyince müzenin kapalı olduğunu anlıyorum. Pencere camından içeriye bakınca içeride sıvaları kazınmış duvarları gördüm. Tuğlalar görülüyor, yerler sıva artıklarıyla dolu. Demek ki tadilatta müze. Hiç bir şey olmayınca Zafer Müzesini göremiyorum.

DSCN2048

Sonunda beklenen an geldi, bisiklet festivali başladı ve harekete geçtik. Afyon’un dar sokaklarında gidiyoruz. İki tarafı sokak olan bir cami gördüm. Kısa minaresi ve taş duvarlarına bakarsak tarihi bir cami olmalı. Bisikletliler caminin sağındaki yoldan gidiyorlar.

DSCN2049

Tarihi Ulu camiye geldik, mermer levhada yazılanlara göre 1273 yılında Selçuklu zamanında yapılmış. Giriş kapısı ahşap iki kanatlı. Bir kanadı açık, oradan içeriye gireceğiz. İçeri girenler ayakkabılarını dışarıda çıkarıyor.

DSCN2051

Minaresini dibinden yukarıya doğru çekiyorum. Blok taş ve tuğlalara bakılırsa minare yenilenmiş.

DSCN2053

Caminin içine giriyorum, tamamen ahşaptan yapılmış cami. Beşer metre aralıklarda kalın ahşap direkler çatıyı ayakta tutuyor. Kalın kalaslardan yapılmış kirişler soldan sağa doğru direklerin üstünde. Direk ile kirişin birleştiği yerler kabartma süslerle bezenmiş.

DSCN2054

Caminin kıble tarafında bulunan Mihrap, hoca burada cemaate namaz kıldırıyor. İçeriye doğru girintisi olan Mihrap, kenarları ve üstü Arapça yazılar yazılmış, yazılar altın yaldız renginde.

DSCN2056

Mihrabın solunda Mimber var. Burada hoca Cuma günleri cemaate hutbe okuyor. Mimber tamamen ahşaptan yapılmış ve çivi kullanılmamış. Mimberin solunda yerde uzun bir saat duruyor.

DSCN2057

Mimberin merdivenindeki korkuluklar yıldız şeklinde kalın çıtalar ile yapılmış. Yan bölmeler de çapraz tahtalardan kare desenli olarak süslenmiş. Duvar saati Mimberin yanında, uzun ve dar gövdesi, kadrana Osmanlı rakamlar yerleştirilmiş. Uzun sarkacı aşağıya kadar sarkıyor. Camlı bir kapağı var saatin. Saat 11’e 11 var olduğunu gösteriyor.

DSCN2058

Karahisar kalesinin arka kısmındayız şu an. Dikine yarık kaya kütlesi üzerinde kale duvarları ve burçlarını aşağıdan çekiyorum. Dik bir duvar gibi yalçın kayaları tırmanmak neredeyse olanaksız. Zapt edilmesi çok zor bir kale görünümünde. Kayaların bazı yerlerinde tek tük ağaçlar çıkmış.

DSCN2059

Dışarıdan Ulu caminin minaresini kadraja sığdırmak için uzaklaşarak çekiyorum. Geniş sokakta bekleşen bisikletçiler.

DSCN2062

Caminin karşısında kültür evi var, burayı ziyaret ediyoruz. İçerisi çok odalı bir ev, her oda entografya müzesi sanki. Yerel kullanılan eşyalar, kilimler, sofra, duvar halıları ile döşenmiş. Tavana kefeli terazi asılmış. Trabzana heybeler asılmış.

DSCN2063

Odanın ortasına sofra konulmuş, sofraya bir mavi desenli bir vazo, vazonun içine Afyon’un simgesi ve adını aldığı kurumuş haşhaş başları üç tane. Afyon haşhaştan uyuşturucu olarak üretiliyor. Yerde halı, kenarlarda işlemeli minderler, yastıklarla çevrelenmiş. Duvarda duvar halıları. Kırmızı renk ağırlıkta, desenler Türk motifi.

DSCN2064

Çoban mankeni, kıyafetleri yöreye uygun, uzun bir kaftanı, belinde kuşak ve elinde uzun bir sırık. Başı sarı poşu ile bağlı. Yanında saplı büyük bir sini duruyor çobanın. Çobanın sağında bir kukla bir çocuk duruyor. Kırmızı renkli şalvarı, renkli gömleği ile başı siyah bir tülbentle örtülmüş.

DSCN2065

Yörüklerin koyun yününü eğirmek için kullandığı kirman. Kirman; dört tahta artı biçiminde birleştirilmiş. Tam ortası delinerek uzun bir çubuk geçirilerek sabitlenmiş. Alt kısmı kısa, üst kısmı uzun kalacak şekilde. Alt kısma ağırlık konuşmuş. Koyun yünleri sol kolda toplanıyor. Elleri ile ilk önce ip şeklinde burarak artı olan tahtaya bağlanıyor. Ağırlık merkezi kısa tarafta olunca dönme hareketi yaptırıp döndürülerek yünler burulmaya başlıyor. Sürekli dönen ipe yünü besliyorlar. Böylece sağlam, burulmuş ip olarak artı olan tahtalara sarılıyor. Bu sürekli döndürme hareketi ip oldukça devam ediyor aynı yönde. Bu alet ilk çağlardan beri kullanılıyor. Yani ilk ip aleti, ilkel, basit ve kullanışlı.

DSCN2066

İzmir’den arkadaşım Aysel Ataş bana poz veriyor divanda oturmuş olarak. İki eli sağ dizinde birleştirip hafif yukarı kaldırmış sağ tarafına bakıyor. Üzerinde festivalin formasını giymiş, başında kırmızı buff var.

DSCN2067

Bizi çekecek kimse olmadığı için fotoğraf makinesini karşıdaki divana koyup 10 saniyelik zaman ayarlayarak birlikte çekiliyoruz. Duvarda boncuk örülerek yapılmış kalın bir kolye asılı.

DSCN2068

Bu kez ocağın önünde yere oturarak birlikte çekiliyoruz. Aysel’in yanında sürahi ve yüksek sehpa duruyor. Ocağın kenarları siyah ve kahverengi boya ile boyanarak süslenmiş şerit biçiminde. Duvarlar beyaz badanalı.

DSCN2069

Köşenin birinde az önce gördüğünüz kirmen, çubuklardan yapılmış minyatür kağnı arabası ve marangozların kullandığı rende.

DSCN2070

Avluda mekanizması demir, gövdesi tahtadan yapılmış kriko. Demir kolu çevrilerek ağırlık kaldırılıyor bu kriko ile. Duvarda yeşil renkli hortum asılmış.

DSCN2072

Yere yatırılmış ağaçtan araba tekerleği, üzerine de şekilli ağaç gövdesi konulmuş.

DSCN2073

Avluda ağaç direklerden yapılmış çardak köşeye yapılmış. Tahta oturma yerleri ve katlanır masa konulmuş. Çardak tahtalardan oluşmuş yüksekçe bir zemin. Buraya bağlama konulmuş. Aysel bağlamayı alıyor eline, ben de çekiyorum bir poz. Aysel solak olduğu için sapı sağ elinde.

DSCN2074

Bu kez ben sazı alıyorum elime, az çok saz çalmasını bilirim ama o kadar değil. Hem sazın da akordu yok. Sazın sapı sol elimde poz veriyorum. Beni Aysel çekiyor çardakta. Çatısı ağaçtan yapılmış, üzerinde kiremit var. Alına Türk bayrağı asılmış.

DSCN2075

Kültür evinden çıktık, ben önden gideceğimiz yönde harekete geçtim. Yanıma dolu gaz tüpünü almamışım, o yüzden çakmak gaz tüpü bulmam gerek. Ne olur ne olmaz, kahve yaparken gazsız kalmayayım. Bakkalın birine sordum çakmak gazı tüpü var mı diye. O da olduğunu söyleyince hemen bir tane alıp çantama yerleştirdim. Artık içim rahat. Ben gaz tüpünü alır almaz bisikletli grup geldi. Ben de aralarına katılarak yola koyuldum. Yolda biraz hızlı gidince pek resim çekecek ilginç ve tarihi bir yer olmayınca en önde bisiklet sürerek Gazlıgöl kasabasına vardık. Burada öğle yemeği yiyeceğiz. Yemek arabası da gelip tezgahı kurmuşlar. Yemek dağıtıcıları, önlerinde yemek tepsileri olduğu halde çekiyorum. Ayran paketleri üst üste konulmuş.

DSCN2079

Ben yerde oturup yemeğimi yerken bacanağım binanın iç balkon duvarına köpük tabağını koyup yemek yerken çekiyorum. Acıktığı için yemek yemekten beni görmüyor bile.

DSCN2080

Aynı balkonun devamında bir çok arkadaş yemeklerini yiyorlar.

DSCN2081

Yemekten sonra hamağımı kurup bir süre kestiriyorum. Oturduğum yerde öyle bir uyku bastı ki anlatamam. Çantamda her zaman hamak hazır durumda. Yemek zamanı epey olunca çay içelim dedik ama kafede çay anca bulabildik. Burada çay biraz pahalı. Gazlıgöl kasabasında termal su çıkıyor ve bir çok termal otel var. Hareket saati gelince hep birlikte harekete geçtik. Bu kez en önlerde gitmeyeceğim. En arkada sayılırım. Önümde giden bisikletçileri çekiyorum. Yüzlerce bisikletçi var.

DSCN2082

İhsaniye kasabasına geldik, burada çay molası vermişler. Kendime ilk önce bir gazoz alıyorum, soğuk gazoz iyi geliyor. Hem şekerimi de yükseltiyor. Çay bahçesi kıyısında park etmiş bisikletler. Bahçede ağaçlar var.

DSCN2083

Bacanağım ile duvar dibinde, Güneş altında resim çekiliyoruz. Bizi çeken de arkadaşım Mehmet Cıngıl. Bacanağım ile kollarımızı omuzlara atarak poz vermişiz kameraya.

DSCN2085

Mola bitimi yola çıktık, hafif yokuş olan bir yerde topluca giden bisikletçileri uzaktan yakınlaştırıp çekiyorum arkalarından. Ufukta kalın bulutlar belirdi.

DSCN2086

Sonunda Afyon’a adını veren afyon tarlası görüyorum. Tabi ki afyon denmiyor bitkilere haşhaş diyorlar. Tarlada şu an çiçek açmış olan haşhaş, olgunlaşıp baş büyüyünce çiziyorlar. Akan beyaz sıvı donunca kazınarak afyon elde ediliyor. Elbette herkes kafasına göre ekim yapmıyor. Belirli kota veriliyor gereksinime göre. Bunun dışında ekim yapılırsa cezalar büyük. Tarlada beyaz çiçek açmış haşhaşlar. Aralarda tohumlar karışmış olmalı ki mor çiçek açanlar da var.

DSCN2087

Sonunda Frig vadisine giriş yapıyoruz. İlk köy olan Üçlerkayası köyündeyiz ama köy epey içerilerde. Sadece tabelası yol kıyısına dikilmiş. Solda mağara deliği olan kaya parçası görülüyor. Bir kaç bisikletçi kavşakta durmuş. Biz köye girmeyip düz gideceğiz.

DSCN2088

Frig vadisine girdik dedim ya arazi yapısı da değişiyor. Toprak aynı toprak ama topraktan fışkıran kaya parçaları hafif engebeli araziye yayılmış durumda.

DSCN2090

Yerden fışkıran kayalara yaklaşmadan kamera ile yakınlaştırıyorum dibime kadar. Dört kaya parçası birbirine benzemez yapıda.

DSCN2091

Artık sınırları geçtik sayılır, kayaların şekli ilginç ve delikler oluşmuş doğal olarak. Sanki Kapadokyada peri bacalarına geldik, sadece tepelerinde kaya parçaları yok.

DSCN2092

Demin uzaktan gördüğüm kalın bulut parçası iyice yaklaştı. Bir kaç kilometre ötede yağmurun yağdığını görüyorum. Arazi kıraç, tek tük ağaçlar var. Yol kıyısında yonca tarlası yemyeşil.

DSCN2093

Yol kıyısında yerden fışkırmış kaya parçası ilginç oyuklar oluşarak yamuk yumuk hale gelmiş.

DSCN2094

Daha uzakta kaya silsilesi, kimi sivri külah gibi. Bir tanesinin üzerinde kaya parçası var peri bacası gibi. Havada bulutlar parçalı. Önümde buğday tarlası henüz sararmamış, yemyeşil.

DSCN2095

Peri bacası şeklinde olan kaya kütlesini yakınlaştırıyorum. Üzerindeki taş kaya kütlesi ile bir. Peri bacalarındaki gibi ayrı bir taş değil. Doğal oluşmuş.

DSCN2096

Yonca tarlasının sınırına taş duvar örülmüş bir metre yüksekliğinde. Dış tarafına da çeşme yapılmış, yalağı uzun. Demek ki burada hayvancılık yaygın. Uzun yalakta koyun, ya da inekler su içiyor.

DSCN2098

Demir bir borudan yalağın içine sürekli su akıyor. Yakından çekiyorum. Suyun döküldüğü yerde minik hava kabarcıkları oluşuyor devamlı su yüzeyinde.

DSCN2099

Suyun aktığı boru ve yalağı yandan çekiyorum. Yalak uzunlamasına üç bölümden oluşmuş. Çeşmeden sularımı tazeliyorum, biraz da su içiyorum kana kana.

DSCN2100

Yalağın içindeki su o kadar berrak ki bakmaya doyamıyorum. Su yüzeyinde ağaçların yansıması, dibindeki yosunlar gayet net görünüyor. Berrak suya bakarken sanki gözlerim tedavi oluyor, baktıkça daha da netleşiyor gördüklerim. Gözlerim iyice açılıyor sanki, öyle hissediyorum.

DSCN2101

Artık gruptan koptum sayılır. Önümde kimse kalmadı sayılır. Buraları ilk defa görmenin mutluluğunu ve anı yaşarken acele etmenin anlamı yok. Etrafımdaki güzellikleri seyrediyor, ayrıntıları fotoğraf makinem ile resimlerini çekerek kaydediyorum sürekli. İşte karşımda çeşme, mavi seramik döşeli çeşme yapısı, yanında uzun yalak. Arkada tren rayları ve ağaçlar. Görülmeye değer bir manzara var karşımda.

DSCN2102

Bazen uzakta, bazen yakında kaya kütleleri görüyorum. Yeşil çimenler yanında fışkırmış kayalar, şekilleri birbirine benzemez.

DSCN2104

Dediğim gibi uzayıp giden yolda kimseler yok. Tek başıma bisiklet sürüyorum. Bu güzellikleri çekmeden geçip gitmek doğaya aykırı olsa gerek. Ben öyle düşünüyorum.  Sürekli manzara değişiyor, kayalıklar şekilden şekle giriyor yol boyunca. Sağ tarafta kayalıklar, bulutlar üzerime üzerime doğru hızlıca gelmeye başladı. Belki yağmura yakalanabilirim, belli mi olur. Yaz sıcağında iyi olur ıslanmak.

DSCN2105

Kaya kütlesi yarılmış, sanki sığınılacak ev gibi oluşmuş. Üstü birleşik, altı geniş bir mağara. Önde de çeşme ve yalağı.

DSCN2106

Tren yolu bir yarığın içinden geçiyor, sağdan sola doğru dönen raylar nereye gidiyor belli değil. Meçhule giden tren rayları. Dönemecin sol tarafı görünmüyor.

DSCN2107

Kaya kütlesi karşımda, kaya yanları doğal olarak içinde barındırdığı mineraller eriyip oyuklar oluşmuş düzensiz şekilde.

DSCN2108

Derken üzerime gelen bulut yağmurunu boşaltmaya başladı. Hemen yağmurluğumu giydim. Karşımda duvar gibi kayalık var, yerden bir kütle fışkırmış arazide set oluşmuş. Üzerinde bir kaç katran ağacı görünüyor. Ön kısımda ekin tarlaları var. Resmi zar zor çekiyorum, yağmurdan fotoğraf makinesi ıslanmasın diye.

DSCN2109

Fotoğraf makinesinin üzerine eğilip bisikletim KUZ ve yolu çekiyorum. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor. Hemen fotoğraf makinesini bagaj çantasına koyuyorum ıslanmasın diye. Cüzdanı ve cep telefonumu da öndeki gidon çantama koyuyorum. Bisikletim KUZ, turuncu çantalar ve yol yağmurdan sırılsıklam. Islanacak eşyalarım güvende, bisiklete binerek yağmurda bisiklet sürmenin zevkini tadıyorum. Yağmurluğum altında kalan kısım hariç saçlarım, başım, etek altı ayaklarım tamamen yıkanıyor yağmur damlaları ile. Ayağımda sandalet var o yüzden ıslansa da olur. Birikmiş su birikintilerine aldırmadan içinden geçip gidiyorum suları yararak. Yağmur yağarken su birikintilerinde tamamen ıslanmak gibisi yok. Mükemmel bir an yaşıyorum.

DSCN2110

Döğer kasabasına geldim, burası Frig’yanın baş kenti, Kasabanın girişinde iki ceylan ve esinde testisinden su döken kadın heykeli konulmuş.

DSCN2111

Kasabada kaz sürüleri görmek olası. Karşıma küçük bir kaz sürüsü çıkıyor, kazlar benden uzaklaşmaya başlıyorlar.

DSCN2112

Geniş arazi ve otlak olunca koyunları otlatan çoban sürüsünü yayıyor yeni yağmur yağmış çimenlere. Böyle taze ot nerede bulunur bu yaz gününde. Çoban da ihtiyar bir kadın. Selam veriyorum uzaktan çoban kadına. O da selamıma karşılık veriyor elini sallayıp. İhtiyar kadın çobanlık yaptığına göre köyde pek genç insan yok. Öyleyse gelecekte koyunları otlatacak kimse kalmayacak bu gidişle.

DSCN2113

İlginç kaya kütlesi ve yükselen tepe.

DSCN2114

Kasabadan çıkmak üzereyim, tabelalar gideceğim yönü belirtiyorlar. Üstteki tabela mavi renkte, sola ok işareti ve Yunus Emre tekkesi yazılmış. Altında kahverengi boyalı tabelada sola ok işareti, Emre Gölü yazılmış. Altında kırmızı şeritle çerçevelenmiş üçgen tabelada inek resmi konulmuş dikkat çekmek için. Yani inek çıkabilir. Onun altında daha önce beyaz olan tabela üzerine kahverengi renkte yapıştırılmış Döğer Emre gölü tesisleri yazılmış. Kahverengi yapışan kısım bir tarafı kalkmış durumda. Tabelalar sola doğru yönü belirttiklerine göre yolum sol tarafa demek ki. Arkada yol ve az ileride ağaç kümesi var.

DSCN2115

Yaz yağmuru yağıp geçti ama asfaltta ıslaklığı duruyor. Benim üzerim çoktan kurudu bile. Karşımda düz kayalardan oluşmuş bir kütle var.

DSCN2116

Yeşil otlakta bir çukur görüyorum Çukur o kadar derin değil, geniş te değil ama çukur üstüne taş köprü yapılmış sanki yol varmış gibi. Köprü tek gözlü kemer biçimimde yapılmış. Demek ki eskiden yol oradan geçiyormuş. Küçük boyutta olsa da köprü köprüdür. Hem de taş gibi köprü.

DSCN2117

Kulaklarıma koşan bir atın çıkardığı nal sesleri geldi. Bir de baktım ki bir atlı dört nala otlakta koşturuyor. Bisikletlilerden daha hızlı koşuyor at. Sürücüsü de dörtnala giden atın üzerinde arada zıplıyor aheste aheste.

DSCN2119

Derken bir atlı daha dört nala geçiyor yanımdan. Onun da resmini çekiyorum. Yanımdan hızlıca çekip gitti.

DSCN2120

Fazla uzaklaşmadan atlıyı  arkasından yakınlaştırıp çekiyorum. Atın kuyruğu havada. Atlının sağ elinde kısa bir kamçı var sürekli vuruyor atın hızlı koşması için.

DSCN2122

Karşımda 20 metre boyunda, 200 metre genişliğinde kaya kütlesi var. Burada doğal oluşmuş oyuklar, mağaralar var. Sanki mağara şehri gibi. Cem Yılmaz AROG filminin çekimleri burada yapılmış.

DSCN2123

Uzakta olan tahta bir tabelaya da AROG Nüfus 100 yazılmış. Tabelayı optik zoom ile yakınlaştırıp çekiyorum.

DSCN2125

Kayalığın dibinde oda şeklinde geniş ağızlı mağaralar var. İyice yakınlaştırıp çekiyorum uzaktan.

DSCN2126

Kimi yer insan eliyle oyulmuş gibi. Oda gibi bir mağaranın üzerine kapı büyüklüğünde oyulmuş delik var. Üzerine de üç tane üçgen şekil oyulmuş. İnsan yapımı olduğu belli.

DSCN2127

Delik deşik kayalıkların diğer yanı.

DSCN2128

Bizimkileri görünce tabelanın yanında poz vermelerini istiyorum. Uzaktan optik zoom ile iyice yakınlaştırıp tabela ile çekiyorum. Solda kör olan İsmail Odabaşıoğlu, sağda Zerrin Aslantaş, tabelanın önünde yere oturmuş  Enes Çalışkan.

DSCN2129

Bisikletimin üzerindeki kamera tutucuya kamerayı bağladım. Otomatik zamanlayıcıyı 10 saniyeye ayarlayıp düğmeye bastım. Koşarak arkadaşların yanına geçerek pozumu verdim. Solda Enes, ben, Zerrin ve İsmail. Arka fonda AROG kayalıkları ve mağaralar.

DSCN2131

Tabelada yazdığına göre Döğer Emre gölü tesislerine gelmişim demek ki. Tabelanın resmini çekiyorum.

DSCN2132

Tesislere girmeden önce çevrede gördüğüm haşhaş tarlasını ve çeşmeyi çekiyorum. Çeşmede uzun bir yalak var.

DSCN2133

Çeşmenin aynasını iyice yakınlaştırınca çeşmede suyun akmadığını fark ediyorum. Çeşme borusu da yok. Çeşmenin aynası betondan bir duvar. İzlere bakılırsa bir zamanlar çeşmeden sular akıyormuş.

DSCN2134

Tesislerin sağ tarafında küçük bir tepe üzerinde kayalar abide gibi duruyor. Etraf çam ağaçları ile kaplı.

DSCN2135

Daha ileride yüksek kayalık kütle kendini gösteriyor. Çeşitli boyutta oyuklar oluşmuş kayalıkta.

DSCN2136

Tesislerin giriş kapısı, odunlardan yapılmış. İki yol var, üç örgülü direk, üzerinde örgülü kiriş. Örgüler yuvarlak ince odunlardan yapılmış. Kiriş üzerine de “Emre gölü Frig medeniyet bahçesi” yazılmış harflerle. Kamp alanı soldaki yolda.

DSCN2137

Ben en son geldim sayılır, herkes çadırını kurmuş yeşil alana. Bir bisiklet çimenlere serilmiş.

DSCN2138

Arabamız Afyon’da kaldı, arabaları almak için minibüs ile yaklaşık 60 Kilometre uzaklıkta. Bacanağım da önden geldiğinden minibüse binerek Afyon’a doğru gitmeye başlamış. Kamyondan sosis çantamı alarak tuvalete yakın yerde çadırımı kuruyorum. Yemek zamanı yemeğimi yiyip karnımı doyurdum. Gidenler için yemek ayrıldı. Yaklaşık 1.5 – 2 saat sonra arabalar geldi. Yanıma bacanağım da çadırını kuruyor. İçine eşyaları yerleştiriyorum gerekli olanları. Sonrasında getirdiğim portatif masada kahvemi pişiriyorum. Yanımda olan şanslı kişiler kahvelerini içiyorlar. Sohbet, muhabbet derken uyku gelip çatıyor gözlerime. Uykumu kaçırmadan çadırıma girip tatlı düşlere dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 59 Kilometre civarı.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Eşpedal EGE Turu 3. Gün

8 Ağustos 2017 Salı

Ayvalık – Küçükköy – Sarımsaklı – Ayvalık

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey.
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana.
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, Çam ağaçları arasında giden toprak yolda bisikletçi.

Artık yağmursuz yaz aylarında çadırda uyumanın anlamı kalmadı. Açık havada uyumanın verdiği rahatlıkla güzel bir uykunun ardından gün ağarınca uyanıyorum. Bisikletim KUZ ayak ucumdaki çam ağacına yaslanmış durumda. Mavi hamakta sadece ayaklarım görünüyor. Çam ağaçlarının yamuk yumuk dalları henüz maviye boyanmamış gök yüzünde beyaz bir örtüye nakış işlenmiş gibi.

Henüz kimse uyanmamış, sabah kahvesini pişirmek için tek kişilik küçük cezvemi ocağa sürüyorum her sabah olduğu gibi. Beton piknik masasında kahve takımları, çuvalın içinde su şişesi, cezve, kahve değirmeni yatık durumda, kahve kutum, bir tane fincan ve rüzgarlık yuvarlak levhanın kapattığı ocak. Üstünde küçük cezvede kahve pişiyor. Bir de fırsat bulursam okumak için yanımda taşıdığım kitabım. Daha aşağıda iki çadır ve ağaca dayalı bisiklet ve çam ağaçları. Denize yakın iki ağaç gövdesine bağlı bir hamak daha var.

Güneş doğup arkadaşlar uyanasıya kadar bir kaç sayfa okudum kitabımdan sessiz ortamda. Uyanan arkadaşlar yanıma gelince kitap okumanın anlamı kalmadığından kitabı kenara koyup kahve pişiriyorum. Elbette kahveyi öğütmek için değirmenin kolu dönmeye başladı. Beton piknik masasında 9 kişi oturmuşuz üstümüz çıplak olarak. Baytar Serkan Sezer de sabah kahvesini içmek için yanımıza geldi. Bir de akşam kendi başına tur yapan sevgili Esma’nın oğlu Mehmet dün gece yanımıza gelip çadır kurmuştu. Üzerimize yeni doğan güneşin ilk ışıkları vurmaya başladı.

Kahve faslından sonra kahvaltı malzemelerini Ayvalık belediyesi getirdi. El birliği ile kahvaltıyı hazırlıyoruz. Salatalıklar, domatesler doğrandı piknik masasının üzerinde. Bunları yapan Elif, Gündüz ve Atilla ayakta. Pınar oturmuş yanlarına. Su işinden sorumlu Hasan buz dolabına koyduğumuz 5 Litrelik şişeyi masaya koyarken kağıt bardakları elinde tutuyor.

Masa düzeni ve yerleştirmesi Cem ve Remila yapıyor. Elinde ekmek torbası, tek tek masalardaki tabakların yanına ekmek koyuyorlar.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptık, ortalığı toparladıktan sonra bisikletlerimize binip Sarımsaklı kumsalına doğru yola çıktık. İlk başlarda piknik alanında toprak yolda ormanın içinden gidiyoruz. Orman çam ağaçları ile kaplı. Bir bisikletli gidiyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Asfalt yola çıkınca yancıların yolu kesmesi ile güvenli çıkış yaparak tek sıra halinde ilerliyoruz. Bazı dangalak sürücüler bisikletlileri önemsemeyip tehlikeli durum yaratınca çatık kaşlı liderimiz olaya müdahale etti. Neredeyse adamı dövecekti. Zar zor sakinleştirip yolumuza devam ederek Balkanlardan göç edip buraya yerleşen Boşnakların köyü olan Küçükköy’e geldik. Şirin köyün dar sokaklarında ilerliyoruz. Sokaklar Arnavut kaldırımı taş döşeli, tek katlı evler köyün güzelliğini ortaya çıkarmış.

Küçükköy’ün tarihçesi;

Köyün, Küçükköy olmadan önceki ismi Yeniçahori’ymiş.

Fatih Sultan Mehmet Midilli’yi almaya karar verince 1462’de burada yeniçerilere oba kurdurtmuş. Adayı aldıktan sonra da isyanları bastırmak için bir müddet burada ikamet etmeye devam etmişler. Buranın bir yeniçeri yuvası olduğunu gören Rumlar da yerleşime “yeniçerilerin yeri” anlamına gelen Yeniçahori demiş.

Ayvalık’ın Osmanlı’dan özerklik alması ile hızla büyüyen bir Rum yerleşimi olan Ayvalık adalardan ve Yunanistan’dan göç almaya başlamış. Böylece 1800’lerde Rumlar Yeniçarohori’ye yerleşmişler. Köy eskiden bir Rum köyü olduğundan köydeki tüm evler tipik Rum mimarisi özelliklerini taşıyor.

Bugün ise Yeniçarohori bir Boşnak Köyü olarak biliniyor çünkü mübadele zamanı buradaki Rum nüfusu ayrılırken, Balkanların çeşitli yerlerinden, ama yoğunlukla Makedonya’dan gelen Boşnaklar buraya yerleştirilmiş. 1920’lerden 1980’lere kadar burada yaşayan Boşnaklar da daha sonra maddi sebeplerden ötürü evlerini terk edip, 1 kilometre uzaklıktaki sayfiye kasabası Sarımsaklı’ya taşınmaya başlamışlar. Köydeki evler terk edilmiş, tek tük yaşlılar kalmış. Geçim sıkıntısı güvenliğe uzanan sosyo-ekonomik sorunlar oluşturmuş. Köyünde dışarıdan gelenlerin başlattıkları değişim sayesinde bugün köylüler de köylerine geri gelmeye başlamışlar. Köye taze kan gelmiş.

https://www.bizevdeyokuz.com/kucukkoy-yenicarohori/

Eski kilisenin taş binalarından biri müze haline getirilmiş. Bina iki katlı, üst kata taş merdivenlerle çıkılıyor. Kenarında demir korkuluk var. Kapısında duvara sabitlenmiş demir bir boru 45 derecelik açı ile bayrak direği yapılmış. Direkte dalgalanan ay – yıldızlı Türk bayrağını görüp kapıdan geçmen gerek.

Merkez camisinin avlusuna girip bisikletlerimizi park ediyoruz. Caminin girişinde kemerli sütunlar, sütunların sonunda tahta bir merdivenle üst kata çıkılıyor. Avluda bekleyen arkadaşlar dolanıyor.

Merkez cami  Aya Athanasiu Kilisesi, mübadele öncesinden günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarmış tarihi yapılardan biri. 3 kilise ve 3 manastır olmak üzere toplam 6 bölümden meydana gelen Aya Athanasiu Kilisesi’nin, Sarımsaklı ve Ayvalık çevresinde yaşamış olan Rumlar tarafından Sarımsaklı’da inşa edildiği biliniyor.

Caminin giriş kısmı, sütunlu kemerler taş bloklardan düzgün yontularak ince işçilikle yapılmış. Taşlarda pürüz yok, köşe taşları, kemer taşları ve yuvarlak sütunlar. Üst kat kalın kalaslardan tavanı oluşturmuş, Tahta merdivenlerin alt kısmı tamamen görünüyor.

Hepimiz bir arada olmasak ta çoğunu çekiyorum bir poz cami avlusunda. Aramızda burada oturan görme engelli gazeteci Namık Tuncer bizleri ağırlıyor köyde. 16 kişi ayakta, 5 kişi çömelmiş durumda.

Müzeye giriyoruz, girişinde şeffaf mika levhaya siyah harflerle; “T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ayvalık belediyesi Küçükköy Kent Müzesi” yazılı levhayı çekiyorum bir poz. Burası ile kim ilgileniyor anlayamadım, bakanlık mı, belediye mi?

Müzenin girişinde yerdeki karo plakalar dikkat çekici desende. Gri çember içinde dört yanda çeyrek daire, ortada dört yapraklı çiçek kırmızı renkte. Karonun köşelerinde çiçeğin bir yaprağı konulmuş. Karolar yan yana dizilince çiçekler ve çeyrek daireler tamamlanmış duruma geliyor. Karolar yana 7 yukarı 3 olmak üzere 21 karodan oluşmuş. Bunları çerçeveleyen kırmızı çizgili karo ile tamamlanmış bir dikdörtgen meydana getirilmiş. Çerçevenin dışında yuvarlak içinde çeyrek dört daire desenlenmiş. Dış karoların üst ve altında kırmızı çizgiler ve dalgalı sarı desenler var.

Giriş kapısı iki kanatlı tahta bir kapı. Kapının yanlarını oluşturan taş blok kolon uzun iki taş ile yapılmış. Kapının üstünde cam çerçeve var. Kapı kanadının birisi açık.

Yan tarafındaki dört pencere de kapıdaki kolon gibi tek parça taştan yapılmış. Pencereler ahşap, bej rengine boyanmış. Yaz olması dolayısı ile üç pencere tamamen açık, içerisi görünüyor.

Müzenin içine girip sergilenen eşyalara bakıyorum. Dört tane desenli karo plaka eski bir binadan sökülüp burada sergileniyor. Elle döndürülen buğday öğütme taşları iki tane. Demir anahtar, içi altı köşe delik. Değirmenlerde kullanılan özel bir anahtara benziyor. Yanında da 1 kiloluk tahta saplı çekiç duruyor.

Camekan içinde bir kama ve iki tabanca sergilenmiş.

Eski bir duvar saati, kapağın kenarları oyma ahşap işçiliği ile süslenmiş. Saatte rakam yok, ilginç biçimde 7 – 11 ve 12 olan yerde iki ok içeriye dönük durumda. 8 Olan yerde iki ok içten dışarıya dönük. İlginç olan 5 olan yerde 0 rakamı kondurulmuş. Bunun bir anlamı olmalı. 3 ve 9 rakamlarının altında birer delik var, bunlardan soldaki delik saat başı vuran gong zembereğini kurma yeri. Sağdaki delik ise saati kurma zembereği. Biraz dikkatlice bakınca çizgilerin yanında Osmanlı rakamları olduğunu gördüm. 19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyıl başlarında duvar saatlerini yapan ustalar kadranı Osmanlıca rakamlara uygun olarak yapmışlar. Kimi evlerde hala var olan ve kimi müzelerde sergilenmekte buna benzer duvar saatleri.

Eski Osmanlı metal paraları, çeşitli boyutlarda. Onlarca bakır, gümüş paralar camekanın içinde sergilenmekte.

Para koleksiyoncuları tarafından biriktirilen Türkiye Cumhuriyeti merkez bankası baskılı kağıt ve demir paralar. Bir zamanların enflasyon canavarlarının yiyip bitirdiği paralar şu an tedavülden kalkmış, kullanılmamakta.

Mahalle Bekçilerden birisinin eşyaları müzede sergileniyor. Bekçi vazife defteri, yıldız rozeti, kapı anahtarlarından bir yığın anahtar. Vesikalık bekçi fotoğrafı. İki koçan bilet, bekçi şapkası ve büyük bir olasılıkla emekli olduktan sonra başına taktığı hacı takkesi. (Anlamadığım bekçi ile ne alakası var hacı takkesinin)

Tahta bir sandık kapağı açık, içi boş.

Pirinçten yapılmış kahve değirmeni. Değirmen kolu demirden yapılmış. Kolun ucundaki tutamak pirinçten. Birisi kolu kaybetmiş anlşaşılan sonradan demirciye yaptırılmış. Demir kol paslanmış durumda. Pirinç gövde bir kaç darbe almış, içine küçük girintiler var.

Başka bir kahve değirmeni daha sağlam ve kolu pirinçten olduğu görünüyor. Yanında da mutfakta kullanılan mutfak robotu. Kahve öğütmesi robottun haznesinde yapılıyor. Kahve öğütmenin eski ve yeni halini anlatmış.

Tek kişilik kahve takımı, bakır cezve, sapsız kahve fincanı. Fincanın dış kısmı bakır kaplı. Küçük bir kahve kabı yada şekerlik olabilir. Üçü de bakır bir yuvarlak, içi işlemeli tepsiye konulmuş.

Başka bir kahve takımı, pirinç yuvarlak bir tepside sergilenmiş. Tepsinin iki yanında kulpları var. İki mor fincan, dışında çiçek işlemeleri yapılmış. Biri şimdiki zamanda yapılmış bakır cezve, sapı pirinç. diğeri eski kahve cezvesi, dibi geniş ağzına doğru daralmakta. Sapı pirinç bir borudan yapılmış.

Pencerenin gözünde eski bir radyo, ses düğmesi yok. Kaybolmuş anlaşılan. Alttaki gözde ise iki radyo üst üste konulmuş.

Bakır kaplar, kalayları eski görünümünde. Üç kap birbirinden farklı yapıda.

Eski sinema filimi gösteren makaralı 8 mm makine.

Eski dikiş makinası koruma kapağı arkada. Makinanın işi bitince tozlanmasın diye kapağı ile örtülüyordu.

Nalbanttın kullandığı aletler. Atı tımar ederken kullanılan kaşağı, saplı çengel, bıçak, delik için bız ve iki tane nal.

Eskiden giyilen kumaş kadın elbiseleri mankenlere giydirilmiş. Mankenler başsız.

Müzedeki tüm sergilenen eski eşyaları gördükten sonra dışarı çıkıyorum. Caminin diğer yanını, üst kata çıkan merdivenlerin kapısının olduğu yerin resmini çekiyorum. Burada da sütunlar ve üzerlerinde kemerler var. Önde park etmiş tandem bisikletler duruyor.

Burası da caminin ön tarafının dıştan görünümü, sütun ve kemerler. Üst katın pencereleri demir parmaklıklı. Normalde camilerin minareleri eğer tek ise giriş bölümünün yani kuzeye bakan tarafın sağına yapılır. Ama daha önce Rum kilisesi olan yapı camiye dönüştürülünce minaresi sol tarafa yapılmış.

Caminin duvarında sergilenen çocukların yaptıkları kuru kalem boyalı resimleri yakından çekiyorum. Resimde; “Verme dünyaları alsanda bu cennet vatanı” yazısı kırmızı renkte yazılı. Alt kısımda da çiçekler ve yeşil yapraklarla süslenmiş.

Buradaki resimde enine ve boyuna çizgili renkli balıklar. Biri kocaman, önde, diğerleri daha küçük yüzerken resmedilmiş.

Bu resimde ise; “Korkma Sönmez bu Şafaklarda yüzen al sancak..” yazısı ve yapraklı renkli çiçekler.

Barışı simgeleyen barış güvercinleri. Biri kırmızı diğeri sarı renkli boyanmış. Sarı renkli güvercinin gagasında zeytin dalı, kral tacı takmış kanadı açık kırmızı güvercine verirken.

Bu köy Boşnak köyü olduğundan Boşnak böreği yapan işletmede börek yiyoruz tadımlık olarak. Börek tabağında börekler.

Börekçi dükkanını işleten kadın ve bizim grubu pankart ile birlikte resim çekiyorum. Pankartta yazan “LALA’nın börek evi”, kenarları güllerle süslenmiş. Kadının kucağında torunu ve Eşpedal grubu poz vermiş durumda.

Bizi misafir eden Namık Tuncer ve eşi ile vedalaşıp hazırlıkları yaptıktan sonra yola çıkıyoruz bayır aşağıya doğru. Etrafta kurumuş otlar ve sol tarafta belediyenin yaptırdığı kaldırımın kenarında dut ağaçları dikilmiş. Elektrik telleri yol boyunca gidiyor Sarımsaklı sahiline doğru.

Sarımsaklı sahiline gelip polis kamp yerine giriyoruz. Buradaki çardağın altına bir kaç masayı birleştirip yerleştik. Sonrasında deniz donumu giyerek doğruca sahile gelip hızlıca denize balıklama dalıyorum. Daha önceden Atilla Özakdağ’a beni denize dalarken çek diye tembihlemiştim. O da beni havada uçarken yakalıyor. Ayaklarım yerden kesilmiş, kollarım ileriye doğru uzatarak uçarken henüz denize değmeden havada duruyorum bir süre. Deniz mavi, hava mavi aynı renk tonunda. Ufuktaki çizgide deniz lacivert renginde olunca Gök ile deniz birbirinden ayırt ediliyor. Ufukta silik olarak görünen yer Midilli adası.

Neyse hep birlikte denize girip eğleniyoruz. Bu arada çatık kaşlı Hakan da denize girdi. Onu suda iyice yumuşattık, pelte gibi oldu pembiş pembiş. Adamın rengi açıldı resmen. Demek ki esmer görünümü kirden olabilir. Denizde yıkanınca kirler gitti gerçek yüzü ortaya çıktı. Kaşlar da birbirinde ayrılarak yüzü gülmeye başladı. Denizden çıkıp masaların olduğu yere, gölgeliğe geldik. Kurulandıktan sonra hadi tavla oynayalım dedik. Ben de “Üniversite tavlası oynayalım” dedim. “O nasıl ki ?” dediler. Ben de “Bir tavlada zar atılacak. Diğer tavladakiler atılan zar neyse kendi kafasına göre oynayacak pulları” dedim. İki tavla bulabildik, ikişer eşli oynamaya başladık. Ben Hakan ile, Baattin Atilla ile eş oldu. Tavlaya başlamadan önce kahve pişirdim kendimize dört tane. Kahveleri içerken oynamaya başladık. Denizde yıkanınca pelte gibi olan Hakan’ın yanında oturmaktan korkmuyorum artık. Hakan artık kaşları birbirinden ayrılmış, yüzü gülerek sevimli bir insana dönüşmüş durumda.

Dört kişi tavla oynarken kahveleri içiyoruz. Üzerimiz denizden çıktığımız gibi çıplak, altımızda sadece deniz donları var. Gerçi Baattin’in üzerinde o kadar çok kıl var ki üzerine tişört giymesine gerek yok. Kılları çıplaklığını göstermiyor. Gündüz ayakta bizi izliyor.

Artık iyice gevşeyen gergin kaslar yerini gülme kasları devreye giriyor. Gülerek oyunumuzu oynuyoruz. Ben elimde Atilla’nın pulunu kırmış ona doğru uzatırken Baattin ve Hakan gülerek poz vermiş.

İlk partiyi kazandık, ikinci partiye üçüncü tavla katıldı. Karşı rakipler; Atilla, Baattin, ve Deniz Kel.

Bizim grup ise; Ben, Hakan ve küçük Şevket. Karşılıklı pulları al gülüm ver gülüm oynuyoruz birbirimizi kırarak. Başkan Saldıray Altındağ ise cep telefonundan sosyal medyayı dinliyor kulağı ile. Cep telefonundaki bir uygulama körler için geliştirilmiş. Ekran ışığı tamamen kapatılıp sadece ses komutları ve sesleri dinleyerek telefonu kullanabiliyorlar. Daha önce duyup ta görmemiştim bu uygulamayı. Bir de duydukları ses o kadar kızlı konuşuyor ki anlamak mümkün değil. Hoparlörden car cur sesler geliyor. Bizler anlamasak ta kullanan gayet iyi anlayıp dinleyebiliyor. Hem de bizim görüp te duyduklarımızdan daha hızlı biçimde okuyabiliyorlar yazılanları. Yeni bir şey daha öğrendim, Öğrenmenin yaşı yoktur ya ben de öğreniyorum hayatı. Bunun sonu yok.

Dün akşam aramıza katılıp misafirimiz olan Mehmet yoluna devam edecek İzmir’e doğru. Mehmet sevgili masalcımız Esma Eser Açıkgöz, nam-ı diğer Esmavi nin oğlu. Tek başına Bursa’dan yola çıkmış İzmir’e kadar pedal çeviriyor. Yolu bizimle kesişti ve şimdi ayrılık zamanı. Beraber bir resim çekiliyorum Mehmet ile. Benim üzerimde Dünya kalp günü, Kalbin için pedalla yazılı tişört var. Mehmet te Yüzyıllık macera 2012 yazılı tişört var.

Mehmet ile boylarımız hemen hemen aynı, benden biraz uzun. Ortamıza Baattin’i aldık. Bizden bir baş boyu kısa olan Baattin ile üçümüz birlikte poz veriyoruz kameraya.

İyice yumuşayıp normal bir insana benzemeye başlayan Hakan çaktırmadan benim yandan yüzümü çekmiş uzaktan. Adamda sanatçı ruhu var ama haberim yok henüz. Bunu sonradan öğreniyorum. Biraz uzamış sakalım keçi sakalımla karışmış durumda. Uzun saçlarım iki yandan sarkıyor. Sağda kafasının bir kısmı arkadan görüntüye giren biri var ama kim olduğu belli değil. Yüzü ters tarafta. Solda tesisin demir parmaklıkları, yeşil çit ve arada uzamış zakkum ağacı. Benim yüzüme odaklandığından arka tarafta görünenler bulanık çıkmış.

Akşam üzeri toparlanıp kamp yerine sorunsuzca geldik. Akşam yemeğini hep birlikte yedikten sonra denizde geçirdiğimiz zaman bizi yormuş. O yüzden fazla geç olmadan hamağa girip yatıyorum. Bu gün harika bir gün geçirdik, yeni yerler gördüm, yeni insanlarla tanıştım ve en önemlisi beraber zaman geçirdiğim görme engelli arkadaşlardan yeni şeyler öğrendim. Ve iyice kaynaştık birbirimize.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 16 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 3. Gün

13 Kasım 2016 Pazar

Avrasya Maratonu – Anadolu – Avrupa

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, İstanbul boğaz köprüsünde kaşarken çekilmiş resmim. Üzerimde sarı tişört, altımda kısa pantolon, gri renkte. Göğsümde koşu numarası.

İstanbul’un havası bir garip, ne yapacağı ne olacağı belli değil. Sanırım Karadeniz’in hırçınlığına bağlı. Bir bakıyorsun yaz gibi, arkanı dönüyorsun kış gelmiş. Gece yarısı başlayan yağmur ve fırtına 12. katta daha şiddetli hissediyorsun. Ara sıra şiddetlenen rüzgar yağmur damlalarını kırbaç gibi camlara vuruyor. Rüzgar sesi, yağmurun camlara vurması beni uyandırıyor ve alarm çalasıya kadar bölük pörçük bir uykuya neden oldu. Alarm çalmadan uyanıyorum, hava fırtına ve yağmur olmasına karşı güne iyi başlama dilekleri ile pencereden dışarısını izledim bir süre. Rahman ve Başak ta uyanıyor. Kahvaltıyı hazırlıyoruz bana kadar. Her zamankinden az yiyorum sabahın köründe. Pek iştahım olmasa da.

Yanıma sadece kimliğimi, biraz para ve Rahman otobüse binmem için kartını veriyor. Üzerimde şort pantolon, maraton tişörtü ve yağmurluk var. Cep telefonum da yan cebimde. Böylece Rahman beni otobüs durağına kadar götürüyor. Yağmur yağıyor inceden, üzerimde yağmurluğu giymişim ıslatmıyor yağmur ama hava biraz serin. Otobüse ücretsiz bindim çünkü Avrasya maratonuna katılan sporculara belediye kıyak yapmış ücretsiz olarak. Rahman bana ineceğim durağı söylemişti. Başka bir otobüse daha binecektim. Dediği durakta indim. Merdivenlerden üst yola çıkıp durakta otobüs beklemeye başladım. Yağmur durdu ve bulutlar üzerimden geçmeye başladı. Şöyle bulutlara çepeçevre kuvvetlice üfledim bir kaç kez. Belki bulutlar dağılır diye. Ben beklerken birkaç sporcu yürüyerek gidiyorlardı. Uzun beklememe rağmen otobüsün geldiği yok ve gelmeyecek anlaşılan. Cep telefonumdan konum ve haritayı açarak ne kadar uzakta olduğumu görünce yürümeye karar verdim. Boğaz köprüsü fazla uzak değil, hızlı bir yürüyüşle yetişebilirim start yerine. Bir taraftan da navigasyona bakıp yürüyorum. Sonunda köprü yoluna geldim ve Avrasya maratonuna katılacak sporcuları görünce içim rahatladı. Yol trafiğe kapatılmıştı, sadece yaya olarak yürüyenler var. Ben de aralarına katılıp ıslak  yolda yürümeye başladım.

Yolda ilerledikçe kalabalık artmaya başladı, yol kıyısında seyyar tuvaletler sıralanmış. Boğazın mavi denizi bir parça görünüyor. Havaya üflemem işe yaradı, bulutlar dağılmaya başlamış. Avrupa tarafı tamamen açılmış durumda.

Start yerine vardım, insan kalabalığı iyice arttı. Neredeyse iğne atsan yere düşmeyecek. Kıyılara beyaz uçan balonlar ip ile bağlanmış bir kaç tane.

Benim koşacağım çeyrek maraton 10 Km start yerine geldim. Start verilmesine daha zaman var. 10 Km starttaki hava ile şişirilen büyük boru balon. Başlama yeri yolun sağında demir parmaklıklı bariyerle ayrılmış.

Start yerinde insanlar toplanmış start verilmesini bekliyorlar. Bir kişinin elinde Türk bayrağı var. Üç tane sarı uçan balon iple bağlanmış kıyıda. Balonlar kocaman.

Avrasya maraton koşusu 4 kategoride yapılacak. En önde 42 Km tam maratoncular var. Arkasında 15 Km koşucuları. En sonda 10 Km koşucuları. Start verildikten sonra belirli aralıklarla koşular başlayacak. Koşucu sporcular koşusu başladıktan sonra halk koşusu başlayacak. En başa 42 Km maratonculara kadar geldikten sonra geriye dönüp benim koşacağım 10 Km start yerine doğru yürümeye başladım. Star zamanı da yaklaşmakta. Bu arada Trabzonlu arkadaşım Orhan Şentürk aradı neredesin diye. Yerimi belirtmeme rağmen buluşamadık bir türlü. Orhan halk koşusuna katılacağından daha gerilerde. Ortalık ana baba günü, insan kaynıyor. Buluşmamız pek kolay olmayacak gibi.

Koşacağım start kapısına gelerek yerimi aldım. Önümde kalabalık sporcu grubu var.

İlk önce 42 Km tam maratoncular start aldı. Sonra 15 Km koşucular, normalde saat 10:00 da 10 Km koşucuları başlayacaktı ama on binlerce sporcuyu koşuya başlatmak pek kolay olmadığından zamanı biraz geçirdik. Neyse biraz gecikmeli de olsa start verildi. Start kapısından geçerken çipleri okuyan cihazdan da geçmiş olduk. Geçiş anında yüksek frekansta bir vızıltı sesi duydum. Start verildi verilmesine ama koşuya henüz başlayamadık. O karar çok insan var ki koşmanın olanağı yok. O yüzden bir süreliğine yürüdük.

Önümde insan kalabalığı, köprü geçiş gişeleri ve köprünün Asya kıtasında ki ayağı görünüyor. Kırmızı renkli uçan balonlar ip ile bağlanmış.

Asya kıtasının sonundayım, durup bir resim çekiyorum Marmara denizi tarafını. İki yakayı da görüyorum. Avrupa yakasında bazı çirkin dev binalar İstanbul’un siluetini bozmuş.

Köprü tamamen bize ait. Anca köprü ayaklarına gelesiye kadar yürüdüm. İnsan kalabalığı azalınca koşuya başlıyorum. Bu biraz  iyi oldu, koşuya başlamadan hafif tempolu yürüyüş iyi oldu. Köprünün Asya kıt’asındaki ayağı iki tane. İki tane taşıyıcı kalın halat ayakların üzerinde karşıdaki ayaklara doğru gidiyor. Aralıklı halatlar yukarıdan aşağıya düz inerek köprüyü taşıyor. Durup resim çekenler de var.

Resim çekenlere cep telefonumu vererek beni koşarken çekmelerini rica ettim. Böylece köprü üzerinde koşarken çekilmiş bir resmim oldu. Uzun saçlarım rüzgarda dalgalanmış olarak savruluyor. Üzerimde sarı koşu forması. Kısa pantolonum, spor ayakkabım, sol ayakkabımın bağcığında koşu çipi bağlı. 22743 yeşil renkli göğüs numaram da formamın önünde. Köprü kıyıları demir parmaklıklı bariyerle tamamen kapatılmış. Bariyerlerin ardında polisler nöbet tutuyor insanlar geçip aşağıya atlamasın diye. Avrupa dan Asya’ya doğru giden bulutlar ve iki kalın taşıyıcı halat tam üzerimde. Asya kıtası tarafı parçalı bulutlu. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Tam köprünün ortasına gelince durup Karadeniz tarafını çekiyorum İstanbul boğazını. Uzakta 2. köprünün ayakları da görünüyor. Boğazdan geçen gemiler, Asya ve Avrupa kıyıları, binalar ve havada bulutların geçişini izliyorum. Durup hareketsiz kalınca köprünün sallandığını hissediyorum. Onbinlerce ayak koşarken yere vurunca enerji birikimi koca köprüyü titretip sallayabiliyor. Bunu geçtiğimiz yüz yılda Çin lideri Mao Zedong fark ederek Amerikayı deprem felaketiyle yıkmayı planlıyordu. Plan kısaca şöyle;

Atlayan Ejderha Planı

CIA bu kez fena uçtu. Amerikan istihbaratına göre Mao, 1 milyar Çinli’yi zıplattırarak California’da bir deprem yaratmayı planlamış.

1976 yılında ölen Çin Lideri Mao ZeDong’un, bir milyar kişiyi zıplatarak ABD’nin California Eyaleti’nde deprem felaketine yol açmayı planladığı ileri sürüldü.

CIA kaynaklarına dayanılarak verilen bir haberde, ABD’den nefret eden Pekin’deki yöneticilerin bu inanılmaz sabotaj planlarını hala rafa kaldırmadıkları belirtildi.

ZIPLAMA DERSLERİ

Kod adı ‘Atlayan Ejderha’ olan inanılması güç ama korkunç plana göre, 12 Ekim 1976 günü yerel Pekin saatiyle 11.15’te bir milyar Çinli mümkün olduğu kadar yükseğe zıplayacaktı. MaoKızıl Ordu’dan köy köy dolaşarak herkese en yükseğe nasıl zıplanacağını eski Çin sporlarından örneklerle öğretmelerini de planlamıştı.

Buna göre, bir milyar Çinli’nin havaya zıplaması sonucu, yer altında şok dalgaları meydana gelecek ve bu da zincirleme sismik reaksiyonlara neden olacaktı. CIA’nın korkunç planı öğrenmesinden sonra, Washington’da yapılan ve bilgisayar modelleriyle gerçekleştirilen simulasyonlarda, Mao’nun planının ‘büyük olasılıkla işleyeceği’ sonucuna varıldı.

İSYAN BEKLİYORLARDI

Mao ZeDong, Kuzey Anadolu fay hattı ile ‘en çok benzeştiği’ ifade edilen California’daki San Andreas fay hattının kırılması sonucu, Los Angeles ve San Francisco’nun belli bölümlerinin Pasifik Okyanusu’na gömüleceğini de düşünmüştü. Depremin, birkaç milyon Amerikalının ölümüne yol açması ve ABD’de bir halk isyanının başlaması da umut ediliyordu.

Bir milyar kişinin zıplaması sonucu, Çin’de de sarsıntıların olacağı, ancak Mao’nun beş on bin kişinin ölümüne çok fazla önem vermediği de ileri sürüldü.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/mao-1-milyar-cinli-yi-ziplatarak-abdde-deprem-planlamis-39141469

Şu anda  Asya – Avrupa kıt’alarının birleştiği yerdeyim. Tam da Avrasya dedikleri yerde. Ben de Asya dan Avrupa’ya koşuyorum.  Hayallerimin peşinden koşuyorum anlayacağınız. Hayallerimin peşinden koşarken aynı zamanda hayallerimi de gerçekleştiriyorum bir yandan.

Köprünün ortası, kenar korkuluklar, İstanbul boğazı, geçen gemiler. İki yaka da görünüyor, binalar ve boğazın ilerisinde 2. boğaz köprüsü. Avrupa dan Asya’ya geçen bulutlar.

Tekrar koşuya başladım, köprüyü geçip Avrupa’ya ayak basıyorum. Sağa dönen yoldan köprünün altına yokuş aşağı inip deniz seviyesine geldim. Burada su istasyonu kurulmuş. Koşuyu rahat yapıyorum, henüz terlemedim bile. Sadece bir şişe su alıp bir yudum su içtim. Su biraz rahatsız edince gerisini içmedim. Aynı yerde serinlemek için su içinde tutulan süngerlerden de veriyorlardı. Terini silip serinlemek için. Ben de bir sünger alıp suyunu iyice sıkarak yanıma aldım hatıra olsun diye. Su şişesi elimde koşmaya başladım tekrar. Az ilerde yol kıyısında ve yolda yüzlerce, belki de binlerce içilen su şişeleri yol boyunca atılmış. Sporcu ahlakı gelişmemiş kimisinde, çevreyi kirletmenin gereği yok. Kötü bir alışkanlık elindekini yere atmak. Nasıl olsa temizleyen, toplayan var diyerek utanmadan çevreyi kirletiyor insanlar. Şimdiki nesle bir şey anlatmaya, öğretmeye gerek yok. Alışkanlıkları kırmak, değiştirmek çok zordur. Bu kabuk o kadar sert ki matkapla delemezsin. Yapılacak tek şey çocuklar bu kötü alışkanlıklara başlamadan çevre bilinci ve elindeki her şeyi çevreye atmadan çöp tenekesine atma alışkanlığını öğretmek. Anca gelecek kuşaklar bunu yapabilir.

Yol kıyısında koşanlar, kaldırım kenarında pet su şişeler, Kaldırımda çınar ağaçlarının gövdeleri, çimenler pet şişelerinde nasibini almış.

Geçtiğimiz yer kıyıda ki çınar ağaçlarının gölgesi. Koşan insanlar, ağaç gövdelerine bağlanmış İstanbul büyükşehir belediyesinin bayrakları. Flamalar ve Türk bayrakları ipe asılmış. Geçtiğimiz günlerde anılan 10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıl dönümü pankartı.

Ve Siyah Beyaz renkleri, Kara Kartal simgesi olan sevdiğim ve tuttuğum takım olan Beşiktaş futbol stadına geldik. Belki bir daha fırsat olmaz diyerek durup stadın resmini çekiyorum. Beşiktaş yazısı, bir kısmını çalı kapatmış. Stadın kenar kolonlarının tuttuğu seyirci oturma yerlerinin arka kısmı görünüyor.

Artık Haliç’e yaklaşıyorum, birazdan bitiş yerine varacağım. O yüzden tempoyu artırdım biraz. Durup resim çektiğim ve başlangıçta koşamadığım zamanı kazanmalıyım. Tam tempoyu artırdım ki yanımda koşan birisi “Urim Baba kahve var mı?” diyerek sorunca vay be burada da beni tanıyan çıktı, hem de koşuda kahve isteyerek. Gerçi koşan arkadaş öylesine espri yaptığını biliyorum. Bitişe doğru koşmaya başladık tanımadığım kahve dostu ile.

Yolda koşanlar, dört katlı taş bir bina, karşıda İstanbul yarımadası, camiler görünüyor.

Fotoğrafçı Barış Gider tam Galata köprüsünün üzerinde beni ve kahve var mı diye soran arkadaşı koşarken resmediyor. Arkamızda güzel görünümüyle Galata kulesi. Resim gerçekten harika, profesyonelce çekilmiş. Usta fotoğrafçı olduğu çekeceği yeri bilmesinden belli. Sağ elimde su şişesi, sol elimde sünger var.

Haliç’i Galata köprüsünden geçip Eminönü’ne geldik. Yol sağa döndükten sonra finiş kapısı göründü. Cep telefonumu çıkarıp bir resim çekiyorum. Önümde koşanlar ve ilerde finiş kapısı.

Finiş kapısını geçerken sanki dev bir eşek arısı yuvasından geçiyormuş hissine kapıldım. Yüksek perdede vızıltı sesi kulakları rahatsız ediyor. Bu vızıltı koşucuların çiplerini okuyup zamanı kaydediyor.

Tam geçerken kendimi ve geçiş zamanını gösteren tabelayı çektim. Geçiş zamanım 1:09:18 olarak yarışı tamamlamış oldum. Saniyeleri yazmaya gerek yok. 1 saat 9 dakika gibi bir zaman bana yeter de artar bile. Koşarken durum resim çektiğim zamanı düşersem 1 saatin altında bir zaman koşmuşum demektir. Her ne kadar sondan birinci olup Dünya rekoru kırmasam da bir hayalimi gerçekleştirmeni gururu bana yeter. Yarışı hiç zorlanmadan bitirdim, nefesim yerinde, ağrım sızım yok. 10 Km koşsam da henüz terlemedim bile. 15 Km hatta tam maraton olan 42 Km bile koşabileceğimi hissediyorum. Ama 10 Km bana yeter, fazlasına gerek yok. Zorlamanın anlamı da yok bence. Her şey kararında olmalı.

Elçek yaparak çektiğim resimde Finiş yazısı, altında 10 Km olarak belirtilmiş. 38. İstanbul maratonu sağında yazıyor. Elektronik tabelada çip okuyucusunun yakaladığı zamanı gösteriyor. Yeşil renkli zaman  göstergesi 1:09:18 olarak yazıyor. Sağda da sponsor isimleri logolarıyla beraber yazılmış kolona.

Koşu bitiminde sporculara dağıtılan torbalardan birini alıyorum. İçinde kaybettiğimiz enerjiyi tekrar yerine koymak için meyve suyu, çikolatalı gofret, yarım litre su, bir adet muz ve terli tişörtü değiştirmek için başka bir tişört. Ben henüz terlemediğim için üzerimi değiştirmedim. Kendime yiyecekleri yemek için bir yer ararken Ozan Yılmaz ile karşılaşıyorum. Daha önceden katılacağını bildiğim için karşılaşmamız iyi oldu. Ozan 15 Km koştu bu gün. Aldığımız yiyecekleri bir kenarda afiyetle yedik.

Beraber elçek resim çekildik Ozan ile. Ozan’ın üzerinde naylon yağmurluk var, bende ise sarı forma. Arkamızda İstanbul’un evleri.

Arkamızda göremediğiniz Karaköy ve tepesindeki Galata kulesi.

İstanbul da cami çok, onlardan birisi ve güneşin parlak ışıkları arkadan vurmuş.

Ozan Beşiktaş ta kalıyor, ben de Beşiktaş stadına kadar yürüyelim, oradan vapura biner Kadıköy’e giderim teklifini kabul edince henüz trafiğe açılmamış yolda yürümeye başladık.

Sonunda Beşiktaş stadının olduğu yere geldik. Gönlümün takımı olan Beşiktaş Jimnastik Kulübü yeni haliyle görmek güzel. Türkiye’nin ilk futbol kulübü olan Beşiktaş’ın kuruluşu kısaca şöyle;

1902 sonbaharında Beşiktaş Serencebey Mahallesi’nde, o zamanın Medine Muhafızı olan Osman Paşa’nın konağının bahçesinde, 22 kişilik genç grup, haftanın bazı günlerinde toplanıp jimnastik hareketleri yapmaktaydı. Başta Osman Paşa’nın oğulları Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket ile mahellenin gençlerinden Ahmet Fetgeri, Mehmet Ali Fetgeri, Nazımnazif, Cemil Feti ve Şevket Beyler’in aralarında bulunduğu gençlerin ilk ilgilendikleri spor branşları, özellikle barfiks, paralel, güreş, halter, aletli ve aletsiz jimnastikti. O sıralarda siyasi hareketler dolayısıyla her türlü toplanmadan ürkerek hafiyeler dolaştıran 2. Abdülhamit’in adamları Serencebey’deki bu toplanmaları haber alınca, spor yapan gençler bir baskınla karakola götürüldü. Bu sporcu gençlerin bir kısmının saray erkanına yakın olması, ayrıca o dönemlerde kötü gözle bakılan futbol oynamadıkları ve sadece beden hareketleri yaptıklarını belirtmeleriyle gergin durum yumuşadı. Hatta saray çevresinden Şeyhzade Abdülhalim bu sporcuları destekledi ve sık sık antrenmanları seyretmeye başladı. Ünlü boksör ve güreşçi Kenan Bey de antrenmanlara gelerek güreş ve boks hareketleri göstermeye başladı.

1903 Mart’ında ise özel bir izinle Bereket Jimnastik Kulübü kuruldu. 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla sportif hareketler biraz daha serbestlik kazandı. 31 Mart 1909’daki siyasi olaylardan sonra Edirne’de bulunan Fuat Balkan ve Mazhar Kazancı, Hareket Ordusu ile İstanbul’a geldi. Siyasi olaylar yatıştıktan sonra iyi bir eskrim hocası olan Fuat Balkan ile başta güreş ve halter sporlarını yapan Mazhar Kazancı, Serencebey’de jimnastik yapan gençleri bularak birlikte spor yapma fikrini kabul ettirdi. Fuat Balkan, Ihlamur’daki evinin altındaki yeri, kulüp merkezi yaptı ve Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi. Böylece jimnastik, güreş, boks, eskrim ve atletizmin ön planda tutulduğu güçlü bir spor kulübü meydana geldi. Fuat Bey’in arkadaşları Refik ve Şerafettin Beyler de iyi birer eskrimciydi.

Bu arada Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey’in teşvikiyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü, 26 Ocak 1911 tarihinde tescil edilen ilk Türk spor kulübü oldu. Semtin gençlerinin bu spor kulübüne ilgisi büyüdü ve spor yapan üyelerin sayısı bir anda 150’ye yükseldi. Kulübün merkezi de Ihlamur’dan Akaretler’de 49 numaralı binaya taşındı. Bir süre sonra bu bina da küçük gelince, yine Akaretler’de 84 numaralı binaya geçildi. Bu binanın arkasındaki bahçe de bir spor sahası haline getirildi.

http://bjk.com.tr/tr/cms/tarihce/2/73

Büyük harflerden yapılmış Beşiktaş JK yazısı önünde kartal pençesi pozu ile resim çekiliyorum. Kollarımı iki yana açıp ellerim pençe gibi.

Cep telefonunu birisine verip Ozan ile birlikte çekiliyoruz. İkimiz de birer elimizi pençe olarak yaptık. (Kimse duymasın Ozan Fenerbahçeli, hatırım için beş dakikalığına Beşiktaşlı oldu. Yani Beş dakikada Beşiktaş)

Beşiktaş stadının türbinleri ve dev sütun da Beşiktaş arması ile resim çekildim.

Resim çekim işi bitince yürümeye başladık. İstanbul eskiden İstanbul idi. Herkesin İstanbul’a gelmesi ve her şeyin bir arada bulunması İstanbul’un güzelliklerini bir bir yok etmiş ve giderek yok etmekte. Mega köye milyonlarca insanın sıkış tepiş dolmasına bir de kapitalizmin el atması ile yaşanılmaz bir kente dönüştürmüş. İşte buna bir örnek; İstanbul’un çeşmeleri. Bir zamanlar yürüyen insanların başında bir nefes alıp su içtikleri çeşmeler akmaz olmuş. Mega köyün güzel kızları çeşme başına gelip testilerini doldurmuyorlar. Kızların gülüşmeleri yok çeşme başında. Damacana su güzelim süslü İstanbul çeşmelerin suyunu kökünden kesmiş. Bedava su yok, parayla alacaksın. Paran yoksa susuz kal.

Çeşmenin mermer taşları üstü ayrı işlemeli, iki yanı sütunlu. Çeşme aynasında kenarları işli süsler ince işçiliği gösteriyor. Çeşmenin olması gereken yer, gözü çıkarılmış bir canlının karanlık deliği gibi kalmış. En altta da mermer yalağı.

Dolmabahçe saat kulesinin olduğu meydana geldik. II. Abdülhamit tarafından 1890 – 1894 yılları arasında Nikoğos Balyan ve kardeşi Sarkis Amira Balyan’ın  usta işçilikleri sayesinde muhteşem bir eser ortaya çıkmış. 12 X 12 metrelik bir alan üzerine konuldu. Yükseldikçe daralan bir şekilde düzenlendi. Barok ve Ampir üsluplar kullanıldı. 4 katlı yapıldı. Deniz ve kara tarafındaki ikinci kat alınlıkların ortasına, 1882 yılında II. Abdülhamit tarafından terazi ve silah eklenerek tamamlanmış birer Osmanlı Arması mermere oyularak yerleştirildi. Kapı üstü hizasında, dört tarafına dört ayrı barometre konuldu. Barometrelerde, hava durumları aynen şöyle yazılmıştı, hala öyle devam ediyor; Fırtına – Rüzgar – Yağmur – Mütehavvil (değişken, kararsız anlamında) – Eyi Hava – Sabit Hava. Kuledeki saatler Fransa’dan getirtildiler. Saatçibaşı John Meyer, Paul Garnier markalı saatleri dördüncü kat alınlıklarına, makineleri da üçüncü kata yerleştirdi. Deniz tarafındaki saat ayrı, diğer üç taraftaki saatler aynı anda kuruluyorlardı. 1979 Yılında, saatler kısmen elektronik sisteme çevrildiler.

https://www.istanbul.net.tr/istanbul-rehberi/tarihi-eserler/dolmabahce-saat-kulesi/139/6

Saat kulesini uzaktan çekiyorum, saat 12:30 olarak zamanı gösteriyor. Kırmızı büyük uçan balonlar burada da var. Saat kulesinin dibinde insan kalabalığı.

Ozan ile birlikte bir şeyler atıştırmak için bir yere oturduk. Sonrasında ayrılıyoruz birbirimizden İzmir de görüşmek üzere. Beşiktaş vapur iskelesinden Kadıköy iskelesine direk vapur olmadığını öğrenince gerisin geri Eminönü’ne doğru yürümeye başladım. Yürürken de yol kıyısındaki akmayan çeşmeler dikkatimi çekiyor. Çeşmenin olduğu yer uzun bir kapı gibi niş olarak yapılmış, kenarları süslemeli mermer işçiliği görülüyor. Çeşmenin olduğu yer kara bir göz olarak görünmekte.

Başka bir çeşme daha karşıma çıkıyor. Bu biraz büyük bir yapıda üç tane çeşmesi olan gösterişli olarak yapılmış. Kenarları sütunlu, tacı süslü, tekne gibi yalağı ile çeşme kısmı nişli. Çeşme yok, su da yok. Bu ortadaki çeşme.

Daha uzaktan çeşmenin görünümü. Yanlarda birer çeşme de var. Tamamen beyaz mermerden yapılmış bir ev gibi duruyor. Çeşmeler haliyle körelmiş, akan bir su damlası dahi yok.

Yanlardaki çeşmenin nişleri daha dar. Burada bir çeşme görünüyor ama açma – kapama kafası yok, uçmuş gitmiş.

Yürüye yürüye Haliç’e geldim. Galata köprüsünden geçmeden önce yandan, korkulukların az dışından kamışlı oltaları ile balık tutan balıkçıların resmini çekiyorum. Karşıda Eminönü, Mısır çarşısı ve camiler, Haliç denizi görünmekte.

Salkım salkım tan yelleri estiğinde 
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle 
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul 
Binbir direkli Halicinde akşam 
Adalarında bahar 
Süleymaniyende güneş 
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde 
Bakışlarımda akşam karanlığın 
Kulaklarımda sesin İstanbul

Vedat Türkali

Eminönü’nden vapura binip Kadıköy’e doğru yol alıyoruz. Küçük, büyük yolcu vapurları boğazın mavi sularında bir o yana bir bu yana yolcu taşıyorlar.

Vapurun ayrıldığı Avrupa kıtasında olan Galata kulesi ve çevresini genel görünümü ile çekiyorum bir kare.

Tam boğazın ortasında boğaz köprüsünü iki ayağı ile birlikte çekiyorum. Bir kaç saat önce köprüde koşarken şimdi geçtiğim yerleri çekiyorum.

Optik olmadığı için dijital zom ile yakınlaştırarak boğaz köprüsünü daha görünür biçimde çekiyorum. Vapur ile beraber bir Avrupa’ya, bir Asya’ya bir kaç lokma yiyecek için uçan martılardan birisi de tam köprünün altında kanatlarını açmış olarak süzülürken kareye girmiş.

Asya kıtasına yakın olan kız kulesi görüntüye girince resmini çekiyorum. Martılar bizi takip ediyor bu arada. Yolcu vapuru da boğazın yukarılarına doğru gitmekte.

Kadıköy’e az kaldı, Selimiye kışlası devasa mimari yapısı ile karşıma belirdi. Kıyıda yük doldurup boşaltma limanı. İskelede vinçler, kıyıya yanaşmış gemilerden yük boşaltıyorlar. Kıyıda bağlı uzun sarı bir gemi duruyor.

Kıyıya yakın olarak geçiyor vapur. Kıyıdaki iskelelerde depolar var, önünde ise açık alanda binlerce martı konmuş. Beton zemin martıların beyaz rengine bürünmüş.

En sevdiğim vapurlardan olan eski yapım, kenarlarında, üstte arkada ve önde açık alanlarda oturma yerleri olan bir vapur geçerken resmini çekiyorum. Bindiğim vapur da aynısı. Açık yerde oturup denizi seyrederken çay içmek zevkini yaşadım. Yeni vapurlarda dışarısı diye bir yer yok. Tamamen kapalı ortamda, denizi görmeden, iyot kokusunu içine çekmeden yük eşyası gibi yolculuk yapılıyor. Yeni vapurları hiç sevemedim nedense.

Kadıköy’e iyice yaklaştık ve karşımda muhteşem yapısı ile Haydar Paşa garı göründü. İki yanında dev kuleleri, tam ortada büyük saatini hayranlıkla izliyorum.

1906 yılında yapımına başlanıp 2 yılda tamamlanmış binayı iki Alman mimar ve İtalyan taş işçilerinin çalışması sonucu yapılmış. 1917 de İngiliz casusun sabotajı ile büyük hasar meydana gelmiş, 1979 Yılında yakıt tankerinin patlaması ile dış cephesi hasar görmüş ve en son 2010 yılında dikkatsiz bir işçinin sorumsuzca çalışması sonucu çatısı yanarak çökmüş. Restorasyon çalışmasına hala devam ediyor.

Kadıköy iskelesinde inip metroya binerek Başak ve Rahman’ın önceden belirttiği durakta inerek eve geldim. Sıcak bir duşun ardından salonda kurulu hamağa uzanarak şekerleme yaptım yeterince. Sabahın köründen beri ayaktayım. 10 Km koştum ve bir o kadar da yürüdüm. Dile kolay iki kıta arası koşmak ve yürümek beni yordu biraz. Şekerleme beni kendime getirdi, tembel tembel uyumak gibisi yok. Ben uyurken Başak ve Rahman dışarı çıktılar. Onlar gelmeden uyanıyorum. Akşam olduğunda yemeği yapıp yiyoruz birlikte. Kahve içerken masanın üzerinden Rahman benim resmimi çekiyor çaktırmadan. Kahve fincanı önde, ardında ben cep telefonu kulağımda birisi ile konuşuyorum. Konuştuğum kişi de bizim Gözde Emine. O da 15 Km Avrasya maratonunda koştu. Yanımıza gelip sohbete katılmasını istiyorum ama arkadaşlarının sohbetini kabul etmeyip soğuk bir ortamda yemek yemeği tercih ediyor. Kendi bileceği iş deyip sohbetimize devam ediyoruz zamanı durdurarak.

Sohbetimize anlam katmak için yer minderlerine oturduk. Işıkları kapatıp mumları yakarak her zaman yakalanmayan ortamı yaşamaya başladık. Zaman nasıl olsa durdurduk mumların ışığı içinde. Minderin üstünde bağdaş kurup oturarak önümdeki ocağıma cezveyi sürüyorum. Fincanları yana dizdim, kahve pişince içine köpükleri ile dolduracağım. Uzun saçlarımı omuzlardan salmışım. Rahman’ın kemençe çalışını izliyorum. Başak ta bu arada kahve değirmeninde kahve öğütüyor kolu çevirerek. Rahman resim üzerinde fotoşop ile siyah beyaz olarak yapmış, Sadece cezvemin bakır rengi ve kırmızı ile sarı büyük mumların rengi orijinal. Rahman’ın elinde kemençe, uzun sakalı ile yay kemençenin gergin tellerinde gidip geliyor nağmeler arasında.

Gecenin derinliklerine kemençenin sesi ile türküler söyleyerek daldık. Zaman durmuştu ve ne zaman başlayacak bilmiyoruz. Sohbetin, türkülerin coştuğu, hayallerin gerçekleşmesini umarak yaşadık anları. O anlar ki geçmek bilmiyor. Zaten zaman durmuş anı yaşıyoruz. Hiç bitmesini isteyerek. Kemençenin sesi hayalleri körüklüyor habire tatlı düşlerin içinde kayboluyoruz. Muhteşem bir gece yaşadık. Bir daha ne zaman buluşacağımızı bilmeden. Ne zaman yattık bilmiyorum.

Bu gün koştuğum Avrasya maratonunun 10 Kilometrelik haritası. Bir o kadar da yürüdüm ama haritada belirtmedim.

Powered by Wikiloc

Simav Eynal Bisiklet Festivali 2. Gün

3 Eylül 2016 Cumartesi

Simav – Eynal – Efir – Eynal

( Kör arkadaşlar için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Ne zaman eğilip baksam yüreğime 
Eski aşklarımın kırıntıları
Parlayıp söner
Ve bir yaz gecesi karanlığında gözlerim
İKİ GÖLGE SEÇER
İstasyon Binası Ağaçlar ve Merdivenler
Rumca söylenen bir ezgiyi dinlerken
DALAR gider 
Ve bir tren gelip geçer aniden 
NE ZAMAN EĞİLİP BAKSAM YÜREĞİME

 

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, yerden fışkıran sıcak su buharı, bisikletçiler sağ ellerini kaldırmış. Herkesin yüzü buhara dönük.

Tatlı düşlerden erkenden uyanıyorum. Erkenden uyanmak en güzel şey. Güzel olan şeyi de yapmak gerek.  İnsan güzel şeyi yapmalı ki güne renk katmalı, güneşle beraber doğmalı Dünya’ya. Erkenden kalkmışken kahve içilmeden olmaz. Etrafımda benimle beraber erken uyananlara kahve yapıyorum bir pişirimlik. Kahveyi de değirmende taze çekiyoruz. Değirmende kahveyi çekenlerden birisi de Antalya dan Gülin Sevi Genç. İlk başta tanımamıştım, kendini tanıtınca kim olduğunu anımsadım ve yanımda oturup hem değirmende kahve öğüterek hem de sohbet ederek kahvemizi pişirip içtik.

Gülin Sevi ile yan yana oturmuş durumda poz veriyoruz kameraya. Gülin Sevi kahve değirmenini çekiyor, ben de kahve pişiriyorum taze taze. Arkamda çadırım mavi rengi ile.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptıktan sonra hareket saatini beklerken kaplıcaların önünde çeşitli kuşların olduğu kafesler var. Kafesin birinde sarı renkli tüyleri, boynunda kahverengi ve siyah desenleri ile bezenmiş. Boynundan devam eden renk değişikliği kanatların ucuna kadar devam ediyor. Uzun kuyruğu siyah beyaz minik renklerin karışımı ile gri görünümünde. Kısa gagası olan bu kuşun cinsi sülün.

El gücü ile çalışan değirmen. Dökümden yapılmış kocaman tekerleğini el ile çevirmek kolay görünüyor. Kalın döküm ayakları üzerinde duran değirmenin çarklarının üzerinde üçgen haznesi üst kısmı geniş, alt kısmı iyice daralmış. Değirmenin yanında da yeşil gömlekli, mavi ceket giymiş, kahverengi pantolonlu, şapkalı heykel duruyor.

Eynal kaplıcaların yönetim binası ve hamam olan yeri, önü geniş bir alan parke kilitli taş döşeli temiz bir yer. Belediye görevlileri sürekli çevreyi kontrol edip çöpleri topluyor. Eynal kaplıcalarının tedavi amaçlı olarak; Romatizma, nevralji, cilt ve deri hastalıkları, böbrek taşları, siyatik, kireçlenme, kadın hastalıkları ve sedef hastalıklarına olumlu etkileri görülmektedir. Fiziksel özellikleri; Hipotonik su grubuna girmektedir. Kimyasal özellikleri; Kalsiyum, sodyum bikarbonat ve sülfat içerir. Su sıcaklığı 70-97 ºC olarak çıkmaktadır. Su içinde 2000 mg/lt mineralizasyon içermektedir.

Belediye başkanı da gelerek bisiklete binip aramıza katıldı. Başkan bisikletin üzerinde poz veriyor. Bizler de etrafında bisikletsiz başkana destek olduk.

Eynal kaplıcalarının sıcak su kaynağına doğru gidiyoruz. Kuyular yakınlarda bir yerde. Kuyudan çıkan su sıcaklığı ve basıncı fazla oluna fazlalık dışarıya püskürtülüyor. Bu püskürtme uzaklardan da rahatça görünmekte. Basınç çok olunca buhar onlarca metre yukarıya fışkırmakta. Sıcak buhar olarak havaya dikine çıktıktan sonra en tepede soğuyunca rüzgara göre yana doğru yağmur biçiminde yere düşmekte. Buhar hüzmesinin yanı perde gibi. Kuyu başından borularla tesislere taşınmakta sıcak buhar.

Bisikletleri bir tarafa bırakıp kuyulara doğru yürümeye başladık. Arazide toprak susuzluktan derin çatlaklar oluşturmuş. Çatlaklar diz boyunu aşkın. Yabani otlar da termal sudaki minerallerden rengi bir acayip olmuş.

Kuyudan çıkan geniş borudan fışkıran buharın yoğunluğu Güneş ışınlarını tamamen kapatıyor bir bulut gibi.

Kuyu borusundan çıkan buhar jet sesi çıkarıyor. İyice yanına yaklaşarak bir resim çekiliyorum.

Rüzgarın estiği yönün ters tarafında sağanak yağmur sürekli yağıyor, yer sulak araziye dönmüş durumda.

Kuyunun dibinden buhar hüzmesini çekiyorum. Güneş hayal meyal görünüyor.

Katılımcılar bir araya toplanıp resim çekilmek için kollarını havaya kaldırıp poz veriyor. Ben de kollar yukarıda arkadan resimlerini çekiyorum.

Yukarıya doğru fışkıran buhar kütlesi ve eller havaya kalkmış. Güneş buhar hüzmesinin arkasında yakından çekiyorum bir kaç eli arkadan. Kuyuların vanaları bizler için özel olarak açıyorlar buharın gökyüzüne çıkışını izlememiz için. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yeterince buhar çıkışını izledikten sonra topluca yola çıktık. Ara yollardan Balıkesir yönüne doğru gidiyoruz. Yol toprak ve ağaçlı olunca zevki bir başka oluyor.

İlk molamızı ağaçların serin gölgesinde veriyoruz.

Burada alabalık tesisleri var, havuzda balık yetiştiriliyor. Yakınlarda akan bir çay ve gölet bulunmakta. Çaydan gelen soğuk sular havuza boşalıp balıkların sürekli soğuk suda kalmalarını sağlıyor. Havuzun içinde bir sazan balığı görünüyor.

Dinlenme yerinde piknik yapılmakta ve piknik artıklarından beslenen köpekler de yiyecek peşinde. Krem renkli yavru köpek maskotumuz oluyor.

Bisikletleri mola yerinde bırakıp gölete doğru yürümeye başladık. Gölet yukarılarda bir yerde olduğu için biraz tırmanmak gerekecek.

Gölet küçük, bent ile su tutulmuş. Su olması etrafı değiştirmiş bir nebze. Durgun yeşil rengi, kıyılarında sazlıklar ile seyredilmesi insana huzur veriyor. Dağın gölgesi su yüzeyine yansımış.

Akasya ağacının yaprakları arasından gölet manzarası.

Göletin etrafını dolanmaya başladık. Gölet küçük olunca kısa sürede dolaşıyoruz. Karşı kıyıda yürüyen bisikletçiler ve göletin sularına yansımaları. Çınar ve çam ağaçlarının da yansımaları gölet yüzeyinde.

Pistonları ısınan Antalyalı Adnan Tutucu kalın bir borudan ayaklarını akan suda soğutuyor. Boru içine sokulmuş başka bir boru çeşme için su sağlıyor.

Yol kıyılarında kocaman ceviz ağaçları neredeyse yolu kaplamış durumda. Ceviz ağaçlarının gölgesinde bisiklet sürüyoruz.

Küçük bir çayda akan su ve ağaçlar etrafı kaplayıp görülmesi gereken bir tablo oluşturmuş. İzliyorum ve huzura erişerek orman kuşlarının şakırtılı nağmeleriyle. Su kenarındaki kuşların şakırdamaları başka bir tonda çıkıyor. Onları kendi yerinde dinlemek bana huzur veriyor doğrusu. Bir süre ormanın sesini dinliyorum akan çayı izleyerek.

Buradaki toprağın ve kayaların yapısı Kütahya da ki gibi sodalı beyaz görünümünde. Tek tük çam ve meşe ağaçları bayırda serpilmiş.

Köy yollarının bazıları henüz asfalt ile tanışmamış. Burada toprak yol köyleri birbirine bağlıyor. Araç ta görünmüyor bu yolda. Sadece bizler bisiklet sürüyoruz. Ağaçlar çalı boyunda ve dağınık .

Yol kıyısında çeşme ve su görmek olası. Borudan az da olsa su akması bana yetiyor. Sularımı tazeliyorum çeşmeden. Biraz da içmek gerek her çeşmede olduğu gibi. Borudan akan su ve döküldüğü yalak görünüyor resimde. Akan su aşağılarda iri damlalar şeklinde ayrılarak yalağa dökülmekte.

Her yerde olduğu gibi çocuklar bizi meraklı gözlerle izliyorlar sessizce. Ellerinde Türk bayraklarını sallayıp bizlere selam veriyor. Çocuklar havuz duvarının üzerine oturmuşlar. Oğlan çocuğu ayakta. Küçük bir kız da yerde ayakta duruyor. Toplam dört kişiler. Şimdiye kadar hiç görmedikleri kadar bisikletli görmenin heyecanı içindeler belli. Havuzun ön kısmında taş ve dal parçaları ile çit çekilmiş bahçeye.

Efir köyünün kavşağından geçiyoruz. Tabelada sağ yönnde ok işareti ile Efir, Kınık 5, Akdağ 7, Güney 10. Altına siyah çizgi çekilip diğer yöne ok işaretiyle Kusumlar 4, Yeşilçam 6, Hisarbey 9 kilometre olduğunu belirtiyor. Üç kavak ağacının boyu epey uzun.

Kavşağın diğer tarafında da bu kez ok yönleri sola gösterir biçimde Efir, Kınık 5, Akdağ 7, Güney 10,. Yine çizgi ile ayrılmış ters yönü gösterir ok işareti Boğazköy’e 5 kilometre kaldığını belirtiyor.

Küçük taş bir ev bakımsız ve terk edilmiş olarak karşımda duruyor. Kiremitli çatısı, bana bakan yanda çatı aynası tahta ile kaplanmış . Bir kısın tahtalar yerinde yok. Evin girişinde tahta kapı ve üzeri boşluk. Evin önünde ince tomruk olarak kesilmiş ağaçlar yığılı. Solda ise çalı çırpı konulmuş ocakta yakmak için.

Efir köyünün yakınlarındaki bir gölete daha geldik, etrafında pek ağaç yok. Göleti uzaktan çekiyorum.

Tarlanın kıyısında kocaman bir armut ağacı var. Gölgesinde bisikletim KUZ dinlenirken uzaktan resmini çekiyorum armut ağacı ile birlikte.

Akdağ köyünde köylüler yiyeceklerini Güneşe kurumaya bırakmışlar sokakta. Mısır sarı rengi ile, ayçiçeği siyah rengi ile kurumakta brandanı üzerinde.

Mısır ile beraber parça parça brandaların üzerinde diğer meyveler de kurumaya bırakılmış yol kıyısında.

Geniş arazilere kavak ağaçları dikilmiş yol boyunda. Gölgesi toprak yola vurmuş, bisikletliler de kavak ağaçlarının gölgesinde gidiyorlar.

Güney köyündeyiz, eski kerpiç evler zamana karşı direniyor. Biraz yıpransa da hala ayakta ve içinde oturanlar var. Karşımda uzun bir ev, tek katlı, yuvarlak kiremitli, kerpiç duvar.

Tarihi taş köprüye girerken beyaz gelinliğini giymiş gelin ve beyaz ceket, lacivert pantolon giymiş damat ışıl ışıl resim çektiriyor. Ben de onları bir poz çekiyorum. Sonrasında mutluluklar dileyerek bir yastıkta kocasınlar temennisinde bulundum genç çifte.

Simav çayı üzerinde tarihi köprü onarılarak yenilenmiş. Köprü 9 göz olarak yapılarak tarihi doku korunup halkın ziyaretine açılmış. Evlenecek gelin – damat, nişanlılar, sevgililer ve halk buraya gelip resim çektiriyorlar. Biz de bisikletlerimizle köprünün üzerine çıkarak poz vereceğiz.

Ben de köprünün diğer yanından köprü kenarına dizilmiş bisikletlilerin resmini çekiyorum. Köprünün 9 gözü ile birlikte. Köprünün altında su akmasa da etraf ağaçlarla kaplı.

Yan yana dizilmiş bisikletler ve katılımcıların yandan ve yakından resmini çekiyorum. Karşıdan bizleri çekenler var fotoğraf makinesi ile.

Kamp alanına gelip bisikletleri çadırın yanına bıraktık. Doğru hamama. Bir güzel yıkanıyoruz termal sıcak su ile. Terli eşyaları da elden şöyle bir geçirip yıkıyorum. Kuru ve temiz elbiseleri giyip yıkadığım çamaşırları kurusun diye astım. Rüzgarda çabuk kuruyor çamaşırlar. Akşam yemeğinden önce Mehter takımı gelip meydanda yerlerini alıyorlar.

Davullar, zurnalar, kös, zil çalgı elemanları. Ellerinde uzun sopalarda flamalar, bayraklar ve sancak. Başlıyorlar mehter marşları çalmaya. Davul sesi bir yanda, zurnalar barım barım ötüyor. Kös davuluna tokmaklar vurdukça veriyorlar coşkuyu, veriyorlar mehteri.

Mehter başı orkestrayı yönetiyor, sağında kös davulu iki tane, yanlarında bayrak tutan iki asker. Yeşil elbise giymişler. Arkada 7 kişi kırmızı elbise giymiş mehter marşlarını söylüyor. Karşıda Simav belediyesi Eynal kaplıcaları yazılı termal hamam binası. Sağda davullar. Mehter takımındakilerin başlarında çeşitli kavuklar, başlıklar takılı.

Mehter veya mehteran, Osmanlı Yeniçeri Askerî Bandosu. Dünyanın en eski askerî bandolarından birisidir.

Farsçadaki “mihter” kelimesinden türemiştir. İslamiyetten önceki Türk devletlerinde, küçük değişikliklerle yer almıştır. Yeniçerilerin olduğu gibi Mehteranın da Piri Hacı Bektaşi Veli olup, her icraattan önce mutlaka Peygamber, Ali ve Hacı Bektaşi Veli adına dua okunması ve marşlarda adlarının zikredilmesi gelenektendir. Üç önemli sembol yer alır; ocak, sancak ve zafer.

Osmanlı mehterinde; zurna, boru, kurrenay ve mehter düdüğü gibi nefesli, üflemeli, kös, davul, nakkare, zil ve çevgân gibi vurmalı ya da çarpmalı çalgılar yer almıştı. Tüm çalgıların sayısı eşit tutulmuş ve bu sayıya dayanarak mehterin kaç katlı olduğu belirlenirdi.

Kaynak; Vikipedi

Solda üç davul, bir zil. Bir kişi elinde sırık, tepesinde hilal, altında iki yana sarkmış püskül. Yanındaki de yeşil sancağı bir eliyle tutuyor. Giydikleri elbiseler yeşil ve kırmızı ağırlıklı.

Mehter takımı çalıp gittikten sonra yemeğimizi yedik. Hava karardı, bize gösterilen yere gidip varilde ateşi yaktık bir güzel. Hava karardıktan sonra serinlik üşütmeye başlıyor. Ateş karşısında iyice ısındıktan sonra Antalya dan gelen Nevzat Özdemir kardeşim alıyor sazı eline başlıyoruz türkü söylemeye. Nevzat çaldıkça bizler söyledik.

İki yarım varilde odunlar yalımlarla yanıyor  gecenin karanlığında. Alevlerin kızıllığı yüzlerimize yansıyıp türkülerimize renk katıyor.

Türküler yüreklerimizi ısıtıp coştu gecenin ilerleyen saatine. Artık odun atmıyoruz varile ve son kalan közlere su döküp söndürüyoruz. Ateş yakıp türkü söylediğimiz yer top sahasının diğer tarafı ve çadırlardan uzak. O yüzden çadırdakileri rahatsız etmemiş olduk. Ateş söndükten sonra çadırlara gidip yatıyoruz günün yorgunluğunu çıkarmak için.

Bugün yaptığımız yol yaklaşık olarak 60 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 1. Gün

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yolculuk İzmir – Manavgat

Manavgat Bisiklet Festivali Side ve Perşembe Akşamı Bisiklet Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

ben gelecekten korka korka dönen bir mutluyum

dünyanın bu küçük sesini işit

bak, bir dalı, bir örtüyü, bir denizi tutan ellerime

nanelerden, ıtırlardan, ıhlamurlardan gelen

anlayamadığın sevgililik

var ya

yani uzaktan yüzünü bile seçemediğin birinin

adı en sevdiğin şairin adıyken.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, Manavgat, Perşembe akşamı bisikletçileri, Cumhuriyet meydanında toplu halde.

Büyük Taarruz bisiklet turundan sonra Antalya dan beni Arayan Işıl Antalya bisiklet festivaline beklediklerini ve mutlaka gelmemi istiyordu. Şimdiye kadar bir türlü gitmek isteyip te gidemediğim Antalya bisiklet festivaline her seferinde bir şey yüzünden gidememiştim. Antalyalı bisiklet dostlarının bu davetini geri çevirmek olmaz deyip gitmeye karar verdim. Aslında kış aylarında yıllık gideceğim yerlerin programını yaparken Antalya ve Mersin düşünmüştüm. İki festival bir hafta arayla yapılacağından madem Akdeniz’e gideceğim ikisini bir arada çıkarayım dedim. İlkbahar sonunda bisiklet sürerek gitmiştim Antalya ve Mersin’e kadar. Şimdi ise zamanım kısıtlı olduğu için otobüs ile gideceğim. Bisiklet taşıma konusunda şimdiye kadar hiç sorun çıkarmayan Kamil Koç firmasından biletimi aldım Manavgat’a kadar. Gündüz yolculuk yapacaktım o yüzden bisikletimi akşamdan eşyaları hazırlayım yükledim. Sabahın erken saatlerinde evden ayrılarak yolculuğum başladı.

İlk resmim evimin önünde KUZ bana poz veriyor. Eşyalarım bagajda yüklü ve sarı renkli, fosfor şeritli yelek üzerine örtülü. Yolda görünür olmak gerek. Bahçe çiti demir parmaklıklı. İçinde ise köpeğimiz LEO beni uğurluyor kuyruğunu sallayıp. LEO Rotvaydır cinsi, biraz iri, dana gibi. İnsanlar nedense çok korkuyor. Korkmakta da haklılar.

Güneş yeni doğmuş, garaja yaklaşırken parlak ışıkları ile yükselmeye başladı. Ana caddede gidiyorum.

Garaja varım otobüslerin kalktığı yerde bisikletin ön tekerini söküp otobüsün bagajına yükleyiverdim sorun çıkarmadan. Zaten muavin de bana yardımcı olarak bana yer gösteriyor bisikleti nereye koyacağımı.

Bisikleti bagaja sorunsuzca yerleştirmek beni rahatlatmıştı. Otobüse binip yerime oturdum. Yerimi her zaman koridor tarafı alırım ki rahatça yerimden kalkıp oturayım. Pencere tarafında 25 – 30 yaşlarında, uzun boylu, gayet iyi giyimli bir erkek oturuyordu. Saçları kısa ve düzgün kesimli, yüzünde kirli sakal ama gülümsemesini etkilemiyordu. Otururken “Merhaba” dedim. O da bana bakmadan “Merhaba” diyerek karşılık verdi. Bana bakmadan cevap vermesini sohbete başladıktan sonra anladım. Genç adam görme engelliydi. Kısaca Kördü. Hassas kulakları ile benim “Merhaba” sözümü dinleyerek tanımaya çalışmış besbelli. Sesimden tanımaya çalışması 8 saat sürecek yolculukta çekilebilir bir yol arkadaşı olup olmadığımı anlamaya çalışması.

Otobüs saatinde kalktı İzmir garajından. Yol arkadaşım bana kendini tanıttı ilk önce. İsmi Hüseyin, Ankara da Telekomda santral görevlisi. İzmir’e seminer için gelmiş. Burada Eşpedal bisikletçileri ile tanışıp kaynaşmış. Eşpedal bisikletçilerini tanıyorum. Sonra ben kendimi tanıttım Urim Babacan, kısaca Urim Baba olarak. Ben de onun gibi bisikletçi olduğumu, bisikletle gezdiğimi ve gezdiğim yerleri anlatan bir web sitemin olduğundan bahsettim. Gezip gördüğüm yerleri web sitemde çektiğim resimlerle yorumlar katarak paylaşmamı anlattım. Gezime başladıktan sonra kendi romanımı yazmaya başladığımı ve bunu resim çekerek yaptığımı söyleyince Hüseyin bana;

” Urim Baba web sitende resimde gördüklerini nasıl betimliyorsun ?” diye sordu.

“Her resimi betimlemiyorum, sadece en üsttekine yorumumu yazıyorum, devamı gelen resimlere hiç bir şey yazmıyorum.”

“Biz körler resimleri göremiyoruz ki!”

Sorduğu soru karşısında ilk önce cevap veremedim bir süre. Düşündüm, şimdiye kadar binlerce, on binlerce resim çektim. Ama hiç birini görmemişim ve hiç birini anlatamamışım okuyucularıma. Görenler zaten çektiğim güzellikleri görüyor, dağları, vadileri, ağaçları, dereler, denizler. Yolların kıvrımlarını, yön tabela trafik işaretlerini. Görenlere bir resim çok şey anlatır fakat görmeyenler bundan ne anlar diye düşündüm. Demek ki şimdiye kadar çektiğim resimleri görmeden çekmişim. Bir garip oldum bunları düşünürken.

Hüseyin benim dünyayı yeniden görmemi sağladı. Yazılarımı yazarken yeni bakış açımla yazmalıyım demek ki. Artık dünyaya yeni gözlerimle, Hüseyin’in gözleri ile bakmaya başladım.

“Öğrenmenin ve Öğretmenin yaşı yoktur”

Yolculuğun büyük kısmı Hüseyin ile sohbet ederek, bir kısmında kitap okuyarak, biraz da şekerleme ile geçti.

Akşam hava karardıktan sonra Manavgat’a garaja vardık. Hüseyin ile tanıştığıma memnun olarak vedalaşıyorum yanından ayrılırken. Hemen bagajdan bisikletimi ve çantaları indirip ön tekerleği takıyorum yerine. Bisikleti indirirken kilometre saatinin ekranı hiç göstermiyordu. Pili bitmiş olacak, dile kolay 6 yıldır kilometre saatini aldığımdan beri çalışıyordu. Eh ne yapalım yapacak bir şey yok. Bagaja çantaları ve eşyaları yükledikten sonra arkadaşım Mustafa Sayan’ı aradım ve yerimi bildirdim. Hemen geleceğini söyledikten sonra beklemeye başladım.

Sokak lambaları sıralı olarak ışıkları sıralı, geceyi aydınlatıyor. Yol kıyısında okul bölgesi olduğunu yazan tabela ve üstünde üçgen uyarı levhası. Üçgen içinde kırmızı üçgen ve kasis olduğunu belirtir resim. Altta ise 40 Kilometre hız yapılacağını gösterir yuvarlak, kırmızı uyarı işareti.

Mustafa fazla bekletmeden motorla geldi. Hasretle kucaklaştık, ardından takip etmemi söyledi. Kamp alanına götürecek beni.

Kamp alanına varıyoruz gecenin serinliğinde. Festivali düzenleyen arkadaşlarla buluşup hasret gideriyorum. Hepsini özlemişim ve uzun zamandır görüşemediklerimle de görüşüyorum. Zaman geçirmeden kendime çadır kurabileceğim bir yer beğenip çadırı kurup içine eşyalarımı yerleştiriyorum. Kamp yeri sabit olacak. O yüzden turlarda kullanmadığım bütün eşyalar çadırın içine yerleşiyor. Fazla geç olmadan yatıp uyuyorum.

1. Gün 2 Ekim 2015 Cuma

Manavgat – Side – Manavgat ve Perşembe akşamı bisiklet turu – Manavgat şehir içi

Güzel bir uykunun ardından kuş sesleriyle uyanmak bir harika. Hava mis gibi, sabahın tembelliği üstümde. Hiç acelem yok, bir gün erkenden geldiğimden bu gün tatil günüm sayılır.

Çadırımın içinden dışarısının resmini çekiyorum. Manzaram pek iç açıcı değil, çam ağaçları yanı sıra otomobiller daha ağırlıklı.

Sabah çayını semaverde demlemişler o yüzden çay içerek güne başladım.

Çadırı kurduğum yer kampın başladığı yer olarak belirlemiştim.

Sonra Manavgat çayının kenarı daha bir güzel ve manzaralı yer buldum kendime. Hemen çadırı söküp taşınıyorum çabucak. Güzel manzarada kahvaltımı yapıyorum. Fazla gecikmeden kamp görevlileri yanıma gelerek bulunduğum yer karavancılara ait olduğundan aşağıya çadırı taşımamı istedi. Aslında karavan da yok etrafta ama zihniyet insanların rahatını bozmak olunca fazla tatsızlık çıkmasın diye tekrar eski yerime taşınıyorum.

Öğleye doğru İzmir den bisikletçi arkadaşım Ümit kamp alanına gelerek buluşuyoruz. Hoş beşten sonra bana pil lazım deyince bende var diyerek çantasından yedek pil çıkarıp verdi. Hemen pili değiştiriyorum kilometre saatinin. Kalibrasyon ayarını tahmini yapıp yerine taktım. Ardından  öğle yemeği için Manavgat merkeze giderek öğle yemeğini yiyoruz. Yemeğin ardından Side’ye doğru yola koyulduk. Tarihi kentin kalıntıları ilk girişte gözümüze ilişmeye başladı bile.

Her tarafta tarihi kalıntılar görmek mümkün. Sütunlu yol kıyılarda, ortası taş döşeli ve düz. Eskiden ana cadde olmalı

Asfalt yol tatlı eğimlerle kıvrılarak gidiyor, etraf tarihi kalıntılar ile göze çarpıyor.

Başlı başına tarihte önemli bir yere sahip olması şimdiki kalıntılarda belli oluyor. Muhteşem bir uygarlık ve zenginlik.

Yemekten sonra kahve içmemiştim, tarih kokan Side girişinde oturup kahve keyfini yapmak gerek. Hemen cezveyi ocağa sürüyorum. Bu arada grubu da bekliyoruz. Side’ye tur yapacaklar. Gelince onlara katılacağız. Ümit, beni kahve yaparken çekiyor. Bisikletim KUZ da yanımda.

Kahve pişerken bisikletim KUZ’un önüne bağladığım katılımcı tabelamı resmediyorum.

Kahvenin pişmesine daha var. Öyle aceleye gelmez kahve pişirmek. Sabredeceksin. Yanımda arkadaşım Ümit sabırla kahvenin pişmesini bekliyor. Elçek resmimizi çekiyorum ikimizi.

Festivale katılacaklar da buraya gelecekler, biraz da onları bekliyoruz Ümit ile. Sonrasında gelenlerle birlikte tarihi kentte karışıyoruz.

Grup gelince cep telefonumla video çekiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=vqWDj8X5bJw

Side amfi tiyatro ile sur duvarları arasından kemerli geçit var. Tiyatro taş blokları ve duvar kalıntılarını taş blokları aynı yapıda. Görünümü sadece asfalt ve arabalar bozuyor.

Side müzenin giriş yeri Taş duvar örülü bir sokak, duvar diplerinde ise mermer sütunlar dikilmiş. Giriş demir kapı ile kapalı, yanda bilet gişesi var.

Tapınak sütunları yol kıyısında sıralanmış.

Karşısında amfi tiyatro. Daha önce gezmiştim amfi tiyatroyu. Dünyada düz arazide yapılmış tek tiyatro. Bütün amfi tiyatrolar yamaç yerlere yapıldığından Side tiyatrosu benim için ayrı bir yere sahip. Seyirci bölümünün yüksekliği 10 metre civarında, taş kemerli dükkanlar yan yana. Dükkanların içi boş ve bariyerlerle kapalı.

Kentin ana giriş kapısı. Yol yüksek kemerli bir duvarın içinden geçiyor.

Burası da çarşı ve dükkanlar, turistlere hizmet ediyorlar.

Limana varıyoruz, limanda tekneler bağlı.

Dört sütunu kalmış tapınak kalıntısı. Haziran ayında daha önce buraları Ferdimen ile gezmiştik. Bisikletler park edilmiş, dört sütun, üzerinde tamamı üçgen kiriş ama az bir kısmı sağlam. Gerisi yok. Ümit bana poz veriyor bisikletlerin başında.

Daha önce girmediğim müzeye müze kartımla girerek içerisini hızlıca gezip hepsinin tek tek resmini çekiyorum. Girişte sütunlu caddedeyim ilk önce.

Eski Yunan harfleriyle yazılı mermer tabletler.

İnce işçilik örneği ile işlenmiş kiriş mermer bloklar.

Müzenin dış avlusu, taş bina. Binanın girişi kemerli kapı. Duvar diplerinde de bulunan mermer blok kalıntıları sergilenmiş.

Yunan yazısı ile yazılmış mermer tablet.

Yunan yazılı blok taş.

Müzeye giriş kemerli kapıdan. Kemerin içinde dikdörtgen taş kapı. Kapı kenarlarına da Roma dönemine ait kilometre taş blokları iki tane.

İçeri girince başka bir avlu karşıma çıkıyor. Dört taraf ve yer taş örülü. Yine bir kemerli kapı, kapı demirden yapılmış. Gece kitleniyor tarihi eserleri korumak için. Avlunun ortasında vazoya benzer siyah renkli bir taş. duvar diplerinde heykeller sıralanmış.

Siyah renkli, taş işlemeli, bir parçası kırık. Tabanı kare, üstü yuvarlak işlenmiş.

Duvarın birinde günümüz mermer blok üzerine konulmuş iki tane öküz başı. İkisinin ortasında hamamlarda gördüğüm kurna konulmuş.

Yunan alfabesinden omega harfi benzeri bir metre derinliğinde havuz. Havuzun kıyısında başsız, bazı yerleri kırık heykeller sıralanmış. Havuzun içinde iki metre boyunda ince bir sütun, sütunun üzerinde küçük bir mermer blok.

Dış alanı bitirip iç kısımdaki kapalı yeri gezmeye başlıyorum. Burada kazılarda bulunmuş heykeller büyük, küçük sergilenmekte.

Erkek heykeli çıplak, karşıda başı olmayan kadın heykeli. Heykel üzeri elbiseli mermer işçiliği yapılmış. Yerde küçük heykeller işlenmiş lahit.

İlginç bir heykel örneği, ön kısmı orantısız kadın biçimi. Bacakları, göğsü ve kafası. Arka ayakları çömelmiş bir hayvan ile birleşik bir yapıda.

Garip heykelin bir benzeri daha var. Bu heykelin sol göğsü kırılmış. Başı ise güzel bir kadını betimliyor.

Yunan tanrılarından Apollon başı, Roma döneminden kalma.

Roma döneminden kalma heykeller sıralanmış. En başta belinden aşağısı olmayan elbiseli kadın heykeli. Elbisenin kıvrımları mermer işçiliğinde ne kadar usta olduğunu belirtiyor. Yanında çıplak kolları, ayakları ve başı olmayan bir heykel. Onun yanında Roma askeri, belden aşağısı yok ama kolu ve başı sağlam duruyor.

Roma döneminden kalma Yunan tanrılarından Hermes başı.

Apollon baş heykeli, Roma dönemine ait. Uzun saçları yandan sarkmış sanki peruk takılmış gibi.

Zengin yada ünlü bir komutana ait olduğu belli mermer lahit. Lahit gövdesinin dört köşesinde kadın heykeli işlenmiş. Aralarda çocuk heykelleri. Heykellerin arka kısmı lahidin gövdesinde olmak üzere ustalıkla işlenerek sanki canlı görünüm kazandırılmış. Kapağı ise üçgen, kenar eteklerinde aslan başları. Üçgen alın başında ise kötü kişileri etkilemek için bakışları karşısındakini taşa çeviren Medusa kabartması. Saçları yılanlı ve uzun.

Lahit sanduka dış duvarındaki çocuk heykelleri öyle bir işlenmiş ki hepsi ayrı bir figür biçiminde. Bir tanesinin elbisesini sepet torba gibi yapıp içinde elmalar bulunuyor. Sağ kolunla elmanın bir tanesini konuklara ikram eder gibi uzatmış. Köşedeki kadın heykeli de sağ eliyle lahidin halkasından tutmuş. Sanki lahidi taşıyormuş gibi. Dört köşede aynı kadın heykeli sağ elleri ile halkayı yukarıda tutmuş.

Küçük bir çocuğa ait lahit. Kapağı kırık ama parçalar birleştirilmiş.

Başka bir lahit, lahidin kapağı düz, üzerindeki kabartma heykel kırık. Ne olduğu belli değil. Lahidin gövdesinde ölüyü betimleyen kabartmalar. Sevdiği köpeği de işlemeyi unutmamış heykeltıraş.

Başsız, kırık dökük heykeller.

Başı olmayan bir tanrı heykeli, çıplak. Kolları havaya kalkık ama bileğinden kırık. Bacağının bir tanesi yok, diğeri sonradan eklenmiş. Diz altı kırık ve yok.

Sol bileği olmayan ve çene kısmı kırılmış tanrıça heykeli. Elbisesi üzerinde işlenmiş.

Başka bir kadın heykeli, üzerinde elbisesi ile işlenmiş. Sağ göğsü çıplak, sol omuzundan bağlanmış elbise üzerini örtüyor. Belinde ip kuşak bağlı. İp fiyonk biçiminde bağlanmış. Elbisenin kıvrımları ince işçiliğin muhteşem örneği, İnsana hayranlık uyandırıyor. Bakmaya doyamıyorsun. Elbisenin altında eteği, sol bacağını diz kapağından az yukarısına kadar gösterir durumda. Eteğin kıvrımları da ayrıca ince işlenmiş. Sol bileği ve diz altından aşağısı kırılmış.

Roma döneminde M. Ö. II. yüzyılda yapılmış Yunan tanrısı Hermes heykeli. Heykel tamamen çıplak, boynunda pelerin bağlı. Pelerin arkadan sarkıtılıp sol koluna tutturulmuş. Pelerinin kıvrımları ise ayrı bir güzellikte işlenmiş. Sağ elinde bir kese tutuyor sarkmış olarak. Pelerin sol omuz başında kocaman bir toka ile tutturulmuş. Heykelin sol elin bileği, sol ayağı diz kapağı ile ayağın tam ortasından alt tarafı, sağ ayağı ise ayak bileğinden kırık. Bir de kıran kişi kendinden utanmış olacak ki ahlak bekçisi gibi görmek istemediği erkeklik organı kırık durumda. Saçların kıvrım kıvrım işlenmesi, pelerinin kıvrımları ve vücut hatları düzgün ve parlak mermer kusursuz bir erkek heykeli ortaya çıkmış. Demir çubuklarla mermer bloğa sabitlenmiş heykel.

Her tarafta kazılarda bulunmuş çeşitli heykellere donatılmış müzenin içi.

Bir metreye iki buçuk metre boyutlarında kenarları oluklu kiremitlerle çevrili bir mezar. Toprak zemine yatırılmış insan iskeleti. İskelet hiç bozulmamış, tüm kemikler tam. Öylece yatırılmış durumda müzenin bir kenarında sergileniyor.

Mezarlıklarda bulunduğu anlaşılan kabartmalı figürlerle bezeli lahit kenarları, heykeller sergilenmiş.

Lahit süslemeleri kırık dökük parçaları, sağlam kalan kısımları bile işçiliğin en güzel örneklerini oluşturmuş.

Salonun ortasında sergilenen üç kadın heykeli, kadın hatlarının tüm ayrıntılarını gösterir mükemmel işçilik. Ortadaki yandaki heykellere göre ters konulmuş. Heykellerin kolları, başları, ayakları tahrip edilerek kırılmış.

Heykellerin diğer tarafından resmini çekiyorum. Tamamen çıplak olan heykellerin göğüs kısımları sapık birileri tarafından kırıldığı kesin. Bu sapıkların büyük bir olasılıkla heykellere tecavüz ettiklerini bile düşünmeden edemedim. Heykeller mermer bir bloğa ayaklarından demir çubuklarla dik olarak sabitlenmiş.

Yarım yuvarlak bir havuzun içinde çeşitli boyutta pişmiş testiler, amforalar sergilenmiş.

Derin mermer kaplı bir havuz ve havuzun başında nehir tanrısı Melas yatar durumda heykeli var. Heykel sol kolu tarafında yastıklara dayamış yan olarak uzanmış, üstü çıplak, belden aşağısı örtülü. Heykelin başı ve sol kolu omuzun biraz aşağısından kırık.

Yarı tanrı güçlü Herakles heykeli. Sakalı ve saçları ince işçilikle işlenmiş mermer başında. Sol ayağı komple, sağ ayak bilekten ve erkeklik organı tahrip edilmiş.

Küçük çocukların minik lahitleri. Çocukları betimleyen yüz kısmı. Birisinin kapağında sol koluna yaslanıp uzanmış çocuk heykeli.

O dönemlere ait çeşitli mezar kalıntıları, kimisi lahit yaptırmış, kimisi basit bir şekilde gömülmüş, iskeleti ile sergileniyor. Kimisi de küp içinde kemikleri toparlanıp öyle gömülmüş.

Kabartma insan figürleri işlenmiş lahit parçası.

İç kısımdan çıkıp dış kısımda görmediğim yerleri çekiyorum. Yılan saçlı üç Gorgonlarlardan birisi olan Medusa başı. İki baş yan yana yapılmış. Bakışları ile karşısındakini taşa çeviren Medusa kötü kişileri ve ruhları bulunduğu yerden uzaklaştırmak için yapılıyor. Medusa figür bloğunun altında kabartma süslemeli kiriş bloğu.

Bahçe süs ağaçları ve sarmaşıklarla bezenmiş. Kenarlarda süslemeli sütun başları sergilenmiş.

Bahçede yeşillikler içinde yarısı kırık sütun dikilmiş. Kabartma işlemeli bir timsah ve insan figürleri.

İri bir kadın heykeli, sağ göğsü çıplak ve tahrip edilmiş. Sol omuzuna asılmış elbise vücudunu kaplıyor. Belinde kumaş bir kuşakla bağlanmış. Heykelin başı ve kolları yok. Dizlerden alt kısmı da tahrip edilerek yok olmuş. Yerde ise heykele ait olduğu anlaşılan parçalar var.

Yine bir kadın heykeli, üzeri kumaş bir elbise ve omuz şalı olduğu anlaşılan örtü ile omuzlarında. Heykelin kolları ve başı her zamanki gibi yok. Sağ ayak bileğinden kırık. Sağ ayağı ise sağlam ve küçük nazik kadın ayağı.

Aslan yüzünü yana dönmüş bir heykel mermer bir bloğun üstünde. Aslanın ön ayağı altında bir dişi aslan başı duruyor.  Aslanın bacakları ve karnı daha önce kırılıp yok olmuş. Ayakta durması için yerine sonradan parçalar eklenip tamamlanmış.

Yan uzanmış kadın heykeli başsız olarak oturmuş bir erkek heykeline yaslanmış. Heykellerin elbiseleri ince işçilikle yapılmış. Etiketinde sadece Klineli lahit kapağı yazıyor.

Kimi kapaklı, kimi kapaksız lahitler. Lahitler süslemesiz sade.

Kimisi ise süslemeli kabartmalarla bezenmiş. Önümdeki lahitte inanç değişiminin başlangıcını betimlemiş. Lahidin yan kısmında iki kanatlı çocuk melek figürü. İki elleri ile çiçek bezeli ay biçiminde çelengi tutuyor. Çelengin ortasında iki saplı bir vazo. Bu figürler İsa dan sonraki Hristiyan roma dinini, kapağındaki Medusa başı ise Pagan inanışını simgelemiş.

Lahitler genelde ev biçiminde yapılmış. Sanduka oda biçiminde, kapağı da üçgen çatı tarzı. Ölen kişinin durumuna göre lahit yapılıyor. Zengin ise süslemeleri bol. Geliri daha az ise süslemesi az ve sade yaptırıyor. Ölümden sonra yaşama inandıkları için daha önceden ustalara lahitlerini ısmarlıyorlar. Kimi bitmiş, kimi lahit bitmeden sahibi ölünce yada parası ödenmediği zaman yarım kalmış biçimde gömülüyor. Bu sanduka sade, kapağındaki üçgen kısmında sadece yuvarlak bir kabartma var. Bu da lahitte yatanın bir erkek olduğunu belirtiyor.

Bazı lahit kapaklarında kötü ruhlardan korunmak için Medusa başı kabartması yapılmış.

Antik Yunan ve Roma dönemi değerli eserler yanında Selçuklulardan dan kalan yazıtlar da sergilenmiş. Alttaki resimde han kitabesi olduğunu belirtir etiket var ama ne yazdığını anlatan bir yazı görmek mümkün değil.

Uzun ve dar sanduka kitabeleri, üzerinde Arapça yazılar var. Mezarın üstüne konuluyor ve ölen kişiler hakkında bilgiler yazılmış. Müslümanlık döneminde lahitler mezara dönüşmüş. Ölüler gömüldüğü için sadece kitabeler sandukanın üzerine konulmaya başlanmış. Sanduka kapakları Yunan ve Roma dönemi lahit kapaklarının benzeri. Üçgen biçiminde uzun ve dar yapılmış tabut gibi. Yanlarında işlemeler yapılmış sadece. Süslerden geri kalınmamış sadece heykel yada yüz kabartmaları yok.

Neredeyse Beş dakikadan kısa bir sürede müzeyi geziveriyorum bir çırpıda. Sadece gördüğüm her şeyin resmini çektim. Fazla dikkatlice bakmadan. Bisikletin başında Ümit bekliyor, fazla bekletmemek olmaz. Çıkışa doğru yürüyorum avluda.

Bu 4. Antalya – Manavgat bisiklet festivali. Afişleri de tabelalarda yapıştırılmış bile. Afişte bir bisiklet ve festivali belirtir yazı var. Antalya bisiklet festivalinin amblemi yuvarlak içinde güneş, deniz ve bisiklete binen biri sadece düz çizgi ile betimlenmiş. Yuvarlak amblemden kıyılara doğru ipe asılmış renkli üçgen bayraklar. Bisikletim KUZ ile birlikte çekiyorum.

Yerlerde kamp alanına giderken yolu gösterir işaretler ve bisiklet resimleri çizilmiş. İşaretleri takip edersen kamp alanını bulmak kolaylaşıyor.

Kamp alanına geliyorum, afiş te konulmuş giriş yerine. Yazıda Uluslar arası Antalya Bisiklet Festivali antalyabisikletfestivali.com. Kamp alanına hoş geldiniz yazısı üzerine asılmış.

Akşam yemeğinden sonra Perşembe Akşamı Bisikletçilerinin düzenlediği Perşembe akşamı turuna gideceğiz. Tüm bisikletçiler toplandık. Hepimiz aydınlatmalarımızı yakıp kamp alanından Cumhuriyet meydanına doğru gitmeye başladık.

Cumhuriyet meydanına varıp bisikletleri park ediyoruz. Manavgat ta ilk defa bu kadar kalabalık Perşembe akşamı turu olacak.

Manavgat Cumhuriyet meydanı geniş bir alan. Alanın başında Atatürk heykeli, arkasında 6 direk. Her bir direkte Türk bayrağı asılmış. Bisikletliler bisikletlerini park etmiş durumda.

Antalya Perşembe akşamı bisikletçileri başkanı Ceyhun Altın festivalin afişi ile römork ile tura renk katacak.

Meydanda bisikletçiler yuvarlak oluşturacak şekilde yan yana dizilmeye başladık bisikletlerimizle beraber.

Meydanın diğer ucundan tüm bisikletlilerin resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Çok kalabalık olduğundan herkesi bir kareye yakından sığdıramadığımdan üçer beşer çekmeye başladım katılımcıları.

Diğer grup.

Onun yanındakiler.

Bunlar da yanındakiler.

Onların yanındakiler.

Diğerleri.

Diğer arkadaşlar.

Bir grup daha.

Onun yanındakiler.

Başkaları daha var.

Videosunu da çekiyorum

https://youtu.be/dZCMe9OUg2s

Perşembe akşamı bisikletçileri toplantı halinde bir arada.

Topluca bir resim çekiliyoruz.

Perşembe akşamı bisiklet turu ile festival başlamış oldu. Başlangıçta videosunu çekiyorum cep telefonumla.
https://youtu.be/lUuBXYdOsJA

Manavgat sokaklarında en kalabalık Perşembe akşamı bisiklet turunu gerçekleştiriyoruz. İnsanlar bizleri görünce şaşırmadan edemiyor. Tur Manavgat caddelerinden geçtikten sonra Sorgun Titreyen gölde bitiyor. Titreyen göl de kamp alanına çok yakın, hemen kamp alanına gelerek çadırlara istirahate çekiliyor herkes.

Bu gün yaptığım yol 28 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc