10 Mayıs 2014 Cumartesi
Aliağa – Yenişakran – Yuntdağı Köseler köyü
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
“Gerçi taş baskısı kitaplar
İşportaya düştükten bu yana
Hüzünden epey uzaklaştık
Ama gurbet yine de vardır”
Ahmet Telli
Öne çıkmış olan görsel, çocuklar önde, paraşütü elleri ile havada tutuyorlar. Önlerinde paramotor var
III. Az Bilinen Antik Kentler Turu başarı ile bitmişti ve önemli bir kaza yada olay olmaması bizleri daha da sevindirmişti. 5 gün boyunca turda yaşadıklarımızı andık, resimlere bakıp grup sayfasında paylaşarak anılarımızı tazeledik. Onlarca, yüzlerce hatta binlerce resim olmuştu.
Ama bizler için daha tur bitmemişti, geçen yıl ilkini yaptığımız 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamaları hala aklımızdan çıkmamıştı. Yunt dağı köseler köyü ilk okulunda hayatımda çocuklarla beraber yaşadığım en güzel 23 Nisan Çocuk Bayramını kutlamıştık gözlerimiz sevinçten yaşları ile birlikte. Sadece ben değil turdaki 120 kişi de aynı duyguları yaşamıştı. Bunu unutmamıştık. Bu yıl rotamız başka yerde olduğu için 23 Nisan Çocuk Bayramını Özdere de Oğan Timinci İlk okulunda kutlamıştık.
Turdan sonra ABAK çalışma grubu olarak Yunt dağı Köseler köyü ilk okuluna bir tur yapalım diye karar aldık. Turdan kalan bir miktar paranın üzerine para toplayıp bir lap top bir projeksiyon cihazı aldık. Ben de kitaplığımda bulunan tüm çocuk kitaplarını paketleyip çocuklara vermek üzere hazırladım. Köyün genç Öğretmeni Hatice ile iletişime geçerek geleceğimizi bildirdik. 2 Haftalık bir dinlenmenin ardından Etkinlik açarak tura katılmış olanları, gelmek isteyenleri davet ettik. 10 – 11 Mayıs 2014 günü Metro ile Aliağa’ya gidip tura oradan başlamayı kararlaştırdık.
Turumuzla ilgili videoyu H. Olcay ORMANKIRAN hazırlayıp yayınladı
Akşamdan bisikletimi hazırladım. Yemek işini Ketring Osman yapacağından sadece kahve takımı ve ocağımı yanıma aldım. Hava yağışlı olacağından eşyalarımı naylonla sarıp çantama öyle yerleştirdim. Yağmurluğu da almaya karar verdim. 10 mayıs Cumartesi sabah erkenden kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra yola çıktım. Yağmur usulca yağdığından terliklerle bisikleti sürdüm. Ayakkabı ve çorapları naylon torbaya sarıp çantama koydum ıslanmasın diye. Buluşma yerimiz Karşıyaka iskelesi idi. Göztepe iskelesinden vapura binerek Karşıyaka’ya vardım. Henüz kimse yoktu, metro 09:30 dan itibaren bisikletlileri aldığından henüz erkendi. Benden sonra Konak vapuru ile Utku Balkan geldi. Hava yağmurlu olduğundan ayakkabılarımı poşete sararak çantama, terlikleri giyerek buraya kadar gelmiştim. Utku böyle bir resmimi çekiyor Karşıyaka iskelesinde. Başımda turkuaz mavi buuf, üzerimde sarı renkli yağmurluk, Altımda kısa pantolon, ayağımda terlik var. Bisikletim KUZ, bagajda çantalar yüklü. Hava kapalı ve yağmurlu olduğundan gökyüzü mavisi deniz üzerinde yok. Deniz süt gibi beyaz, bulut renginde.
Yağmur yağdığından pek gelen olmuyor buluşma yerine. kimisi metroya binip Aliağa’ya direk gidecek. Diğer vapurdan sadece Olcay geliyor, Nilgün hanım Karşıyaka da oturduğu için karadan geldi. Gelen olur diye 09:30 a kadar bekliyoruz. Olcay, Nilgün ve Utku izban istasyonunda bisikletle beklerken çekiyorum.
Metro saati gelince iskeleden metro istasyonuna hareket ediyoruz. İstasyondan kent kartları 2 kez basıp içeri giriyoruz. Dünyada sadece İzmir de bisiklet için ayrıca para alıyorlar nedense… Aliağa’ya kadar yoğun kamyon tır trafiğinden kurtulmuş oluyoruz böylece.
Doktor Serhat ve Semra hava yağışlı diye arabayla geldiler. Hediyelerin ıslanmaması gerek. Serhat’ın arkadaşı Doktor Bülent ve İnci de Balıkesir’den gelerek aramıza katıldılar. Doktor Bülent Paraşütçü, Paramotor ile tepemizde uçup resim ve video çekimi yapacak. Yola çıkmadan önce resim çekiliyoruz hep birlikte. Resimde 10 kişi var, bisikletler yüklü olarak önce park halinde.
Hareket saatimiz gelince yola çıkıyoruz, hava hafif yağışlı. Yağmurluklarımızı giydik ama öyle ıslatacak kadar yağmıyor. İstasyondan ayrılıp İzmir – Çanakkale yolundan bir süre gideceğiz Yenişakran’a kadar. İstasyondan çıkış halimiz.
Çanakkale yolunda hızlı gidiyoruz. 15 km ana yolda pedal basacağız. Bir an önce Yenişakran’a ulaşıp köy yoluna sapmak gerek. Bisikletler yolun sağından gidiyorlar.
Yol eğimi az olunca 15 km çabuk bitiyor. Yenişakran da çay molası veriyoruz. Biraz da acıkınca otlu, peynirli pide atıştırarak karnımızı az da olsa doyuruyoruz. Önümüzde 15 km tırmanış var Yunt dağlarına doğru. Enerji gerek değil mi? Kahveciden hoşuma giden çay içtiğim nazar boncuklu su bardağını ücretini vererek alıyorum. Çay, su içerken gerekli. Önümüzde kapalı ceza evi var. Yol buraya kadar duble ve iyi asfalt döşenmiş. Yeni Şakran’dan sonra hemen yokuş başladı zaten.
Kendimi ve arkadan gelenleri elçek resim çekiyorum. Başımda kask, buuf ve gözümde Güneş gözlüğü var.
Cezaevi düzlüğüne geldik, sağ tarafta küçük bir gölet var. Yağmur suları burada birikiyor.
Ceza evinden sonra yol mıcırlı asfalta dönüşüyor. Biraz daha dikleşiyor eğim. Fakat bu bizi etkilemiyor doğrusu. Ağır ağır çıkıyoruz, dinlenerek, resim çekerek. Yağmur çok az serpiştiriyor. Yağmurluklar hava almadığı için terletiyor, yoksa terlemeden çıkardık bu yokuşları. Arabalar tek tük geçiyor, arada motorlu gençler şaşkın bakışlarla bizlere bakıyorlar.
Henüz bahar ayındayız ve yağmur serinliğinde çeşit ot ve çiçek kokusu burnumuza kadar geliyor, ortalık yemyeşil. Yunt dağlarının tepelerinde rüzgar türbinleri sıralanmış usulca dönerek enerji üretiyorlar.
Nilgün yükü ile ağır ağır çıkıyor yokuşları. Kendisi iyi bir turcudur, bu yokuşlar ona vız gelir tırıs gider. Çantaları sarı yağmurlukla örtmüş. ıslanmıyor yağmurdan.
Yağmurun bereketi ortalığı yeşil otlarla zenginleştirmiş.
Yunt dağlarında ilk köye varıyoruz Kapıkaya köyü. Yunt dağlarında kayalık arazi olması nedeni ile daha çok hayvancılık yaparak geçimlerini sağlıyorlar. Hayvanların su ihtiyacı için çukur yerlere gölet yaparak yağmur sularını biriktirip hayvanları suluyorlar. Zemin kayalık olduğu için su kaçağı da olmuyor göletlerde.
Tırmanışımız biraz yavaş oluyor, ne de olsa bagajlarımız yüklü. Yolun eğimi zaman zaman %15 i geçiyor. Yol kıyısında tek olarak zeytin ağacı var.
Olcay önümde giderken dönüp bana poz veriyor. Üzerinde mavi yağmurluk var.
Yol kıyısında koca bir çitlembik ağacı karşıma çıkıyor. Çitlembik ağacı yüz yaşını geçmiş durumda. Kim bilir kaç kişi ve kimler gelip geçti önünden, sayısı belli değil. Gölgesinde kimler dinlenmiştir. Kuşlar yuva yapıp her baharda yavrularını bu ağaçta büyütmüştür. Soğuk sıcak, kar kış demeden gövdesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla hayvanları korumuştur bu ulu ağaç. Benim bu ağacın önünden 4. geçişim oluyor 2012 yılından beri.
2. köye geliyoruz Karaahmetli köyü. buraya kadar olan tırmanmamız bitti. Bundan sonra iniş ve çıkışlar var. Karaahmetli tabelasının resmini çekiyorum köy girişinde.
Köyün çocukları toplanmış bizlere el sallıyorlardı. Ben de yanlarında durup merhaba dedim. Koca Çitlembik ağacını sordum kaç yaşında diye, bilemediler ağacın kaç yaşında olduğunu. Babaları hatta dedeleri bilemezdi ağacın yaşını. Ağacın yarısı kurumuş, diğer yarısı canlı, yaşam veriyor. Bir süre dinlenip çocuklarla sohbet ediyorum. Çocuklar her yerde harikalar. Üç kız, üç erkek çocuk ve yaşlı çitlembik ağacı.
Yanımızda İnci ve doktor Bülent, hem bizlerin resimlerini çekiyor hem de arabaları ile takip ederken bizim hızımıza ayak uydurmaya çalışıyorlar. Duvar dibinde çekiyorum ikisini bir arada.
En yüksek noktadayız, Antik kentin kurulu olduğu tepe göründü karşımızda. Solunda da Köseler köyü, yolumuz az kaldı.
Çınarlı meslek Lisesinden arkadaşım Metin Sadıç. Bisiklete yeni başlamasına rağmen iyi bir bisikletçi oldu. Beraber Nisanda Çanakkale’ye kadar pedalladık. Ağzını açmış gülerek poz veriyor bana.
Metin bana selam verdikten sonra son yokuşu tırmanmaya başladı, Gerçekten de son yokuştu, o da kısa.
Bu da kahramanımız Olcay bana doğru geliyor.
Yusuf Ünlü, Az Bilinen Antik Kentler turunda tanışmıştım. İyi türkü söyler. Bize sonradan yetişti.
Nilgün Gener, iyi bir turcudur. Uluslararası turları yapmıştır. Yağmur yağdığından Eşi Halit abi gelmedi. Bana el sallayıp geçiyor yanımdan. Arabadakiler de doktorlarımız, bizi takip ediyorlar.
Köyün koyunları taze otları yemek için yayılmışlar. Akşama kadar otlayıp taze mis gibi sütü sahibine verecek, köylünün geçim kaynağı. Biraz da kendine katık olacak peyniri buradan karşılıyor. Doğa insana her şeyi veriyor hiç bir şey beklemeden.
Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Gitmesek te varmasak ta
O köy bizim köyümüzdür.
Köseler köyü aşağıda göründü.
Karşımızda görünen tepe Aigai antik kenti. Antik kenti ziyaret edeceğiz. Kazı ekibinden Hocalar da gelip bizlere eşlik edecekler.
Nihayet köye varıyoruz, köyün hane sayısı ve nüfusu az ama ilk okulu var. İlk okulun Hatice öğretmeni 2 yıldır burada. 2012 yılında dünya gezgini Gürkan Genç ile ilk defa köye geldiğimizde henüz öğretmeni yoktu. Öğrenciler bize Pazartesi başlayacağını söyletince çok sevinmiştik. Bizim gitmemizin ertesi günü göreve başlamıştı Hatice öğretmen. Köyün girişinde tabela ile köyü çekiyorum.
Köyün kendi yaptırdığı tabela paslanmış, boyası dökülmeye başlamış. Tabelada yazan; Köseler, Hane 60, Nüfus 270
Köyün çocukları bizi karşılıyorlar ilk okulun bahçesinde. Bu hafta sonu onlar için değişik ve heyecanlı olacak. Bunu hissetmiş olacaklar ki meraklı gözlerle bakıyorlar bizlere.
Çocuklarla hoş geldin resmi çekiliyoruz hep birlikte.
Çocuklarla birlikte arabadan Doktor Bülent’in paramotorunu taşıyoruz. Yağmur yağışı yok, hava uçmaya uygun. Çocuklar ilk defa paramotoru görüyorlar. Merakla ne olacak diye heyecanla paramotoru çantasından çıkarmaya başlıyorlar.
Doktor Bülent paramotorun parçalarını en ince ayrıntısına kadar usulca, tek tek, kontrol ederek birleştiriyor. Bunu yaparken de çocuklar ve ben merakla izliyoruz. Daha önce paramotor ile uçanları görmüştüm havada ama ilk defa yakından gördüm ve parçalarının bir kısmını da kendim yerine yerleştirdim. Paramotor, motorun etrafında pervane kadar geniş demir boru ile çevrelenmiş. Motor bu çemberin ortasında borularla bağlı. Arka kısımda, sırt tarafının geleceği yerde file gerili. Pervane kırılırsa parçalar kullanan kişiye gelmemesi için. Motor miline bağlı yaklaşık 120 santim boyunda pervane var. Pervane sert ağaçtan yapılmış. Doktor Bülent eğilmiş parçaları bağlıyor birbirine.
Son parçaları da birleştirip hazır hale geliyor. Tolga Ayzıt yardım ediyor.
Köyün tüm çocukları ile beraber resim çektiriyoruz pankartımız ile beraber. Gördüğünüz bina Aigai antik kentinde kazı yapan ekibin ait. İlk okulun bahçesinde ayrı olarak taş bina yapılmış. Kazıda çıkan değerli parçaları burada topluyorlar ilk önce. Arka kışında yatakhaneleri var. Hem kazı ekibi hem de kazıda görev alan öğrenciler burada yatıyor. Çocuklar duvarın üstünde pankartı tutuyorlar, solda Serhat, sağda Olcay duruyor.
Paramotor hazırlandıktan sonra geniş olan yola çıkarıp paraşütü açıyoruz. Çocukların yardımıyla paraşüt açık ve uçmaya hazır.
Sağ tarata kız çocukları sıralanıyor. Kızların hepsinde başörtüsü var.
Sol tarafa da erkekler. Çocuklarla beraber elçek resim çekiliyoruz yandan.
İlk önce bir deneme yapıyor Doktor Bülent. Her şey tam olarak hazır, sadece biraz beklemek gerek çünkü rüzgar bazen esmiyor. Aslında Yunt dağlarının tam sırtındayız. Manisa ve İzmir illerinin sınırında bulunuyoruz. Burada hiç rüzgar eksik olmaz ama hava bu gün pek durgun. Bülent önde, sırtında paramotor, arkasında açık durumda paraşüt. Paraşütü çocuklar elleriyle kaldırmış, hazır bekliyorlar.
Rüzgar olmadığı için beklemeye başladık. Doktor Bülent paramotoru sırtından çıkardı. Rüzgarı beklerken köylülerle sohbet edip resim çekiyorum. Doktor gülerek poz veriyor.
Çocuklar merakla paramotorun uçmasını bekliyorlar. Paramotor yerde öylece duruyor.
Sonunda biraz esmeye başladı. Doktor Bülent paramotoru sırtına alıp kuşanıyor. Doktor Serhat’a son talimatları veriyor Doktor Bülent. Paramotor ile havadan köyü, bizleri ve Antik kent Aigai’yi video çekimi yapacak. Biz de bisikletlerle antik kentte gideceğiz, yaklaşık 2 km bir yokuş bizi bekliyor. Arkada çocuklar yine paraşütü elleri ile havaya kaldırmış hazır bekliyorlar.
Paraşütü tekrar çocukların eline veriyoruz. Aslında tutmalarına gerek yok ama bir işin elinden tutmak, yardımlaşmayı, heyecanı yaşamalarını istedik. Çocuklar da büyük coşkuyla paraşütün ucundan tuttular. Çocuklara paraşüt gidince geriye doğru koşmalarını söylüyoruz. Çünkü pervanenin yerdeki mıcır taşlarını fırlatma olasılığı var. Onun için bir kaç kez uyarı yapıyoruz ki bir yaralanma olmasın diye. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Pervanenin meydana getirdiği hava akımı ile paraşütün içi hava dolarak şişiyor. Paraşüt şiştikten sonra Doktor Bülent ileriye doğru koşmaya başlayıp paraşüte dolan havanın kaldırma gücü ve pervanenin meydana getirdiği rüzgar kuvveti ile paraşüt hava dolup yükselmeye başlıyor yerden
Ve motorun gücü ile iyice havalanıyor, bir kuş gibi süzülerek üzerimizde dolaşmaya başlıyor. Sadece Doktor Bülent paramotor ile uçmasına rağmen sanki paraşütle biz uçuyormuş gibi heyecanla uçuşu takip ediyoruz. Paraşüt havalandıktan sonra biz de bisikletlerimize binip Aigai antik kentine doğru pedallamaya başlıyoruz. Bütün yükümüzü okulun bahçesine bıraktık. Onca yokuşu yüklü tırmanmamızın ardından yüksüz bisiklet tüy gibi, sanki altımızdan uçuverecek gibi. Paraşüt biraz yukarıda, yolda giden bisikletçiler. Aigai tepesi karşıda.
Aigai antik kente tırmanırken yol kıyısında Antep fıstığı ağaçlarını görerek duruyorum. Antep fıstığı ne arıyor dağın başında demeyin. Fıstıklar henüz olgunlaşmamış daha, taze. Henüz yenecek durumda değil. Ege bölgesinde Çitlembik ağaçları var bol miktarda. Her yerde yetişiyor, doğal olarak. Pek öyle yenecek bir yemişi de yok. Yemişlerinin tadı insanın ağzını buruşturacak kadar acımtırak. Sadece kuşlar yiyor Çitlembik ağacının yemişlerini, ama yağlı bir yemiş. Göçmen kuşlar göç öncesi bu yemişlerden yiyerek vücutlarında yağ depolayıp göç sırasında havada bu yağları yakıyorlar. Bu Antep fıstığı işini kim başlattı bilemiyorum ama nasıl yapıldığını öğrendim. Doğada kuşların bıraktığı tohumlardan yetişen Çitlembik ağacı 30 – 40 yaşlarında gövdesi 50 cm çapında olunca dalların başladığı yerin altından gövdeyi kesiyorlar. Ağaç ertesi yıl yeni filizler veriyor. Filizler yıl sonunda büyüyünce aşı zamanında Antep’ten getirilen çubukları gövdeden çıkan çubuklara kalem aşısı yaparak Çitlembik ağacı Antep fıstığı ağacına dönüyor. Çitlembik ağacının yaprakları Zeytin yaprakları kadar 4 cm uzunluğunda 1 cm genişliğinde oluyor. Antep fıstığı ağacının yaprakları daha çok Kayısı ağacının yapraklarına benziyor. Yapraklar geniş, oval biçimde. Fıstık yağlı oluyor böylece. Bütün ege bölgesinde Çitlembik ağaçlarının çoğunu böyle aşılayıp Antep fıstığı ağacına dönüştürerek köylüler gelir elde ediyor. Antep fıstığı ile aşılı Antep fıstığı arasındaki fark Antep’te nem az, sıcaklık fazla olunca yemişler daha küçük ama daha yağlı oluyor. Aşılı fıstık yemişi daha iri ve nemden olacak az yağlı. Antep fıstığı fiyatı pahalı aşı Antep’e göre. Antep fıstıklarının kabukları az kızarmış durumda. Fıstık taneleri salkım benzeri kümeler halinde.
Biraz dik bir rampa, yüksüz olduğum için rahat çıkıyorum. Kendimi ve arkamdakileri çekiyorum yokuşu çıkarken.
Kazı yapan ekibin hocaları Doktor Mesut Eroğlu ve Doktor Ervin İnkaya bizleri kırmayıp kazı alanına gelip bizlere kazı hakkında bilgi veriyorlar. Ege’ye ismini veren Aigai antik kentini gezdirecekler. Hepimiz toplandıktan sonra başlıyorlar antik kenti anlatmaya. Mesut ve Ervin yan yana.
Aigai Kısa Tarihçesi: Aigai Kenti Mysia sınırlarına denk gelmesine rağmen Aiol’ların kurduğu 12 kentten birisidir. Temnos Antik Kenti ile birlikte içeride kalan kentlerden biridir, diğer kentlerin tamamı Ege denizi kıyısında konumlanmıştır. MÖ.1100 yıllarında kurulduğu kabul edilmektedir. Aiol’lar Batı Anadolu’da kıyı kesimlerinde yerleşimler kurmalarına rağmen Aigai’yi denize uzak ve dağlık bir kesimde kurmuşlardır. Bulunduğu coğrafya itibarıyla savaşların ve istilaların uzağında kaldığı için kuşatmalara ve yıkıma maruz kalmamıştır.
Aigai Kenti Bergama Krallığının hakimiyetinde önemi artmış olduğu düşünülmektedir. Ege Bölgesinde MS.17 yılında meydana gelen büyük depremde kent büyük ölçüde tahrip olmuştur. Tiberius tarafından bölgedeki birçok kentte yapılan yardım buraya da yapılmış ve kent onarılıp yeniden inşa edilmiştir.
Aigai Kazı ve Araştırma Sonuçları: Aigai kentinde ilk araştırma Bergama Kazısını yürüten Alman Arkeologlar tarafından 1885,1886 yıllarında yapılmış ve 1889 yılında “Altertümer von Aigai” adı altında yayınlanmıştır. Richard Born ve Carl Schuchhardt’ın ortak çalışması olan bu yapıt 2004 yılında arkeolog Sayın O.Kürşat Serttürk ve M.Hamdi Kan tarafından Türkçe olarak yayınlanmıştır. Bu önemli yapıtı internet ortamında elde etmeden ve okumadan Aigai Kenti gezinizin eksik olacağını söyleyebiliriz.
Sayın Prof.Dr. Hasan Malay, “Manisa ve Denizli İllerinde Epigrafik Araştırmalar” yazısında 1981 yılında Maldan Köyünde bulunan ve Manisa Müzesine getirilen yazıtlı bir bloktan söz etmektedir. Yazıt Helenistik Döneme ait ve yörede hakimiyet kuran kişilerin “Kraliyet Hazinesi” olarak almış oldukları vergilerin oranlarını belirtmektedir. MÖ.300’lü yıllara ait olduğu düşünülen bu yazıt, o dönemde yöre halkından topraklarının ve çiftliklerinin önce ellerinden alındığı sonra da geri verildiği anlaşılmaktadır.
Doktor Bülent tepemizde dolanmaya devam ediyor bu ara. Can Çıtak ve paraşüt aynı karede.
Hocalar anlata anlata yukarıya doğru tırmanmamız devam ediyor. Antik kentin giriş yolu, tabanı düzgün kesimli taş döşeli. Bu yol komple toprak altındaymış, kazılarak gün yüzüne çıkarılarak bu hale gelmiş kentin giriş yolu.
Arkeologlar anlatıyor, bizlerde dinliyoruz pür dikkat duvarın dibinde. Duvar düzgün yaşlar yontularak örülmüş, yaklaşık üç metre yüksekliğinde.
Bahar ayında olmamızdan dolayı taşlar yosun tutmuş. Yosunlar daha çok kuzey tarafında. Ağaçlarda daha da belirgin. İlk okulda öğrettikleri gibi ağaç gövdelerinde yosunlar daima kuzeyi gösterir. Bu gerçeği burada görüyorum.
Antik kenti yüksek bir tepeye kumuşlar, çıktıkça manzara artıyor. Yontulmuş taşın üzeri yosun kaplanmış. Bu durum sadece 1 yılda meydana gelmiş, düşünün 50 yılda ne hale gelir. Aigai antik kenti tamamen toprak ile örtülü ve 2004yılından beri yapılan kazılarda kentin giriş yolu ve girişindeki binaların bir kısmı kazılmış. Daha kazılacak çok yer var. Aşağısı derin bir vadi.
Şehrin giriş kapısındayız. İsa’dan sonra 17 yılda büyük depremde yıkılan kenti onarmasına yardım eden Roma imparatoru Tiberius adına kapı ismi konulmuş. Bunu yazan tabela konmuş girişe.
Giriş kapısına tel kapı kanatları yapılmış ve kapı nasıl tutturulmuş. Çatal iki dal taşın altında sabitlenerek yuvarlak odunu tutuyor. Kapıyı da menteşelerle sabit oduna tutturmuşlar. Çok basit bir yöntem. Kapı inekler girmesin diye yapılmış. İnsanlar zaten kilit koysan da girebildiklerine göre sadece hayvanlar için.
Alt kısma da aynı çatal ile odun sabitlenmiş. Çatal taş arasında sıkıştığından ağırlık nedeni ile sabit duruyor.
Giriş kapısı böylece ayakta duruyor.
Yamaç dik olunca istinat duvarları yapılmış yer yer. Burada doğal kaya ile birlikte örülmüş taş duvar.
Şehrin girişindeki ilk yapı hemen solda Yol Tanrısı Hermes’in tapınağı var. Yoldan gelenler ilk önce buraya ulaştıkları için kurban ve adaklarını burada adayıp içeri giriyorlar.
Yunan Mitolojisi’nde Hermes rüyaların ve ruhların rehberi, tanrıların habercisi, Zeus’un güvenilir elçisi, lirin mucididir. Ayrıca yolların, çobanların, hayvanların, sosyal ilişkilerin, ticaretin, şansın, etkili konuşma becerisinin ve hırsızların da tanrısıdır. Gece ile gündüz, rüya ile gerçek, bilinçle bilinçdışı, bilinenle bilinmeyen, ölümle yaşam, tanrılarla insanlar arasında duran eşikleri ve geçişleri; kısacası varoluşun tümünü kapsadığı için yol ve tarla kenarlarında onu simgeleyen sınır taşları dikilirdi. Hermes heykellerinin üst kısmı büst veya yarım gövdeli, alt kısmı ise genellikle kare kaidedir. Sınır taşları tapınak, kütüphane, gymnasium gibi yapıların önlerine; evlerin girişlerine; halka açık alanlara, mezarlara yakın ve şehir sınırlarına da yerleştirilirdi. İşaret taşı olarak da kullanılan bu kutsal heykellere adaklar bırakılırdı.
Tapınağın giriş kapısı, duvarlar 1 metre yüksekliğinde.
Kazı 2004 yılında başladığı için şehrin girişinde 4 – 5 bina henüz kazılmış ve arkeologların dediğine göre 10.000 de 1’i kazılmış durumda. Kabaca böyle kazılırsa 3 kuşak devam edeceğini söylüyor bize. Antik kent çok büyük ve toprak altında. Toprak üstünde kalan yerleri dolaşmaya başlıyoruz. Binalar yan yana, temel duvarları ile bir çok yapı görünüyor. Duvarlar 1 metre kadar yükseklikte.
Duvarların iç kısımları derin, bir insan boyunda. İçeride kısa sütunlar var.
Tuvalet olduğu deliklerden belli olan taş blok. İki tane ucu dışarı açık yuvarlak delik. Alt kısmı boşluk.
Bitişik odalar, giriş kapı boşluğu. Odalara giriş kapıları yapılmış.
Altında delik olan, üzerinde küp şeklinde blok taş, iç kısmı oyulmuş. Büyük bir olasılıkla dibek taşına benziyor.
Duvar dibinde iki sütun ayağı.
Düzgün yontulmuş blok taşlarla yapılmış bina duvarları. Kimi taşlar dikine konmuş duvar içine.
Ön kısımlarda düzgün duvar taşları, arka kısımda doğal taşlarla gelişi güzel örülmüş. Taşların üstü papatya çiçekleri açmış.
Tabelada yazdığına göre burası Bouleuterion (Kent Meclisi) City Council. Duvar blok taşları yıkılmış durumda.
Kent meclisinin yıkıntı taşları irili, ufaklı dağınık durumda.
Bina duvarında blok taşları, kapı için dikine konmuş blok taş.
düz yivli sütun parçaları duvar taşları arasında görünüyor. Buradaki yontulmuş tüm taşlar bu bölgeye ait kahverengi granit taşlardan yapılmış. Şimdiye kadar beyaz mermer olarak hiç gözüme çarpmadı. Yıkıntılar arasında ağaçlar çıkmış.
Düz ve yivli sütun parçaları.
Sütun ayakları dairesel yontulmuş.
Burasının önemli bir kent olduğunu agora binasından anlıyoruz. Agora binası 3 katlı, düzgün yontulmuş taşlardan yapılmış. Doğuya bakan yüzündeki ön duvar hala ayakta. Onlarca dükkan bulunmakta.
Burada balık satışı yapılıyormuş, denizden ve nehirden yakalanan balıklar burada satılırmış. Tabanı su geçirmez bir biçimde yapılıp balıklar canlı canlı satılırmış mezat yerinde. Mezat yeri 5 metre çapında, tamamen yuvarlak bir zeminde. Çevrelenmiş 3 basamak var oturma yeri olarak.
Agora binasının dükkanları. Giriş kapısı ve yanında pencereleri, sıralı ve düzgün olarak yapılmış. Yatay blok taşlar düzgün olarak üst üste konulmuş. Kapı ve pencere yanlarına dik olarak konmuş blok taşlar.
Aigai antik kenti tam olarak bir tepenin üzerine kurulmuş. Etrafı derin uçurum olarak çevreli olunca korunaklı bir kent olmuş. Arka kısımda derin uçurum var, dibi görünmüyor.
Agora binasının ön duvarı ne kadar yüksek olduğunu görüyorsunuz. Muhteşem bir yapı ve Aigai’nin zengin olduğunun göstergesi. Duvarın yüksekliği on metre kadar. Eni de yaklaşık 20 metre kadar var.
Duvardaki dükkan kapısından iç kısmını çekiyorum. İçeride depo odaları yapılmış ayrıca.
Güzelhisar barajını besleyen çay. Kentin doğusunda çok dik yamaç bulunmakta. Aşağısını çekmek için biraz aşağıya inmek zorunda kalıyorum. Ağaçlardan dolayı iyi resim alamadım. Kent dik yamaçlarla çevrili olması doğal bir koruma sağlamış.
Aşağıdan kentin duvarını çekiyorum. Duvarda çıkıntı sütun olarak güçlendirilmiş. Bu duvarın üstünde balık mezat yeri var.
İsa’dan sonra kentin doğusuna kiliseyi yapmışlar. Henüz kazılmamış buraları. Tabelada Doğu Şapel / East Chapel olarak yazılmış.
Papatyalar etrafı sarmış, yağmurlardan dolayı ortalık yeşil ve ıslak. Ayakkabılarımız ıslanmış durumda otların yüzünden. Papatyalar arasında az miktarda blok taşlar görünüyor.
Antik kent gezimiz bitti, giriş yerine geldik Girişte taş basamaklarda Utku üşüdü ve başladı kültür fizik ısınma hareketlerine. Şinav çekiyor kırmızı renkli yağmurluğu ile.
Antik kent turumuzu bitirip köye doğru inişe geçiyoruz hep birlikte. Buralarda tarımdan çok hayvancılık yapılıyor. Köylü amcam da bütün gün otlayıp gelen koyunların süt dolu memelerini sağmaya başlamış bile. Selam veriyoruz ağıldaki köylüye.
Arkeolog hocaları bizleri kırmayıp tatil gününde gelerek antik kenti dolaştırmalarından dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz. Olcay Serhat ve arkeolog hocaları ile resmini çekiyorum.
Normalde çadırlarda kalmayı planlamıştık. Çadırları buraya kadar taşıdık ama Arkeologlar bize yatakhanede kalabilirsiniz diyerek anahtarlarını bize bırakıyor. Çadırları kurmayacağız, hava da yağabilir. Bu iyi oldu bizler için. Köyün çocuklarına çadırı nasıl kuruyoruz onu göstermek için çadırı açıp çocuklarla birlikte kuruyoruz. Çok hoşlarına gitti, ilk defa çadır kuruyorlar. Güle oynaya çadırı kuruyoruz. Etrafımda çocuklar, çadırı kuruyorum.
Çadırı kurduktan sonra ilk önce erkek çocuklar ile çadırın içinde resim çekiyorum. Olcay ve 5 çocuk çadırın içinde. Olcay sırt üstü yatmış durumda. Çadırın içinde olma duygusunu çocuklar gülerek yaşıyorlar.
Ardından kızlar çadırın içine giriyorlar. Semra ve üç kız çadırın içinde.
Kızlar çadırımı işgal etmiş durumda, erkekler dışarıda kalmış, ama çocukların mutluluğu yüzlerinden okunuyor.
Çadırı toplayıp sadece uyku tulumlarını alarak yatacağımız yatakhanelere bırakıyorum. Ardından Ketring Osman yemekleri ile birlikte gelerek leziz yemeklerinle karnımızı doyuruyoruz. Köyün genç muhtarı da bir kaç kuru odun getirerek el arabası içinde ateşi yakıp etrafında toplanıyoruz. Ateşin büyülü kızıl rengi yüzlerimize vurarak muhabbet edip türküler söylüyoruz. Yarın daha da güzel olacak, çocuklara getirdiğimiz hediyeleri vereceğiz.
Ateşin karşısında kahve pişiriyorum herkese. Sırayla dörder dörder kahve pişiriyorum. Ocak, üstünde cezve, kahve kabarmak üzere, fincanlar, kahve kutusu, şeker ve termos.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak yol 30 Kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası aşağıda