6 Nisan 2014 Pazar
Dardanos – Çanakkale – Eceabat – Alçıtepe – Abide – Eceabat – Dardanos
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Vatan Şehitlerine!
Bir harfi uzatsam ta yedi kat göğe
Yine ulaşamaz ruhunun derinliğine…
Şehitlikler oturmuş,
Her bakan göze!
Mezarlarda büyüyen şehit evlatlarımız.
Canlarımız, yiğitlerimiz.
Resimlerin öpülüyor şimdi
Sen ki göğsündeki kurşunlarla bile ölmedin.
Yürüyorsun cennetin en yüce kademesine!
Sakın ağlama annesi
Göbek bağı hala seninle!
Satılık değilsin masa başlarında
Kalemin uçlarında.
Kanın aktı zulmün,
Kurulmuş tezgâhında.
Yiğidim Mehmed’im, can kuşum benim.
Allah’ımın şahidi.
Destanım benim!
Vatan sağ olsun canım,
Vatan sağ olsun şehidim…
Türkülerimin özü
Sevginin unutulmazı, yazısı
Ve deli sevdaların toprağa akan kanı!
İki kolun gitti çift kanat taktın artık
Sana kucak açtı
Evrenler ve gökyüzü.
Sen düşmedin toprağa,
Toprak sana düştü!
Yiğidim, alkanlım, gururum benim.
Hakkını helal et şehidim
Bayrağım!
Askerim benim…
Sevgi Damlaları
Öne çıkmış olan görsel, direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Yerden çiçeklerle birlikte çekiyorum.
Sabahın ilk ışıkları ile uyanıyoruz, yine harika bir gün, cıvıl cıvıl. Neşe içinde kahvaltımızı yapıyoruz. Çadırlar kuytuda, rüzgar pek rahatsız etmeyecek bir yerde. Üstelik çimlerin üzerinde. Kahvaltıdan sonra yola çıkmak için hazırlıkları yapıyoruz hep beraber. Artık nasıl gelmişsek hepimiz bir yerde çadırı kurup birbirimizden ayrı kalamadık.
Herkes hazır olunca grup olarak Çanakkale ye Feribot iskelesine gelerek beklemeden vapura biniyoruz. Sabahın erken saatleri serin olunca dışarıda olmak pek akıl karı değil. O yüzden kapalı alanda geçiyoruz karşıya. Dışarının serin olması içeride oturacak yer bulmak olası değil. Yerde oturanlar var. Artık bu gün böyle.
Karaya çıkarak Eceabat iskelesinde toplanıp hareket etmeyi bekliyoruz. Bu gün Keşan dan gelen arkadaşlarla buluşuyoruz. Hasretimiz birikmiş dostlarla. Hareket başladı, yola çıkarak tüm asfaltı işgal etmiş durumdayız. Bu gün ki katılımlarla 1500 kişiden fazla olduk.
Yarımadanın diğer tarafına geçtik ve Ege denizi göründü. Çam ve servi ağaçları arasında giden bisikletçiler.
Önümde giden bisikletçiler uzun bir konvoy oluşturmuş durumda.
Arkamdan gelenler var. Bir bisikletçinin arkasındaki çubuktaki Türk bayrağı kadraja giriyor.
Yol kıvrılarak gittiği yerde öndeki bisikletler u dönüşü yapmış 50 metre yanımızdan geçiyorlar. Görüntüleri güzel.
Öğlen kumanyasını Alçıtepe köyünde veriyoruz. Kumanyaları yedikten sonra kahve iyi gider dedik ve kahve pişirilip içilmeye başladı. Şanslı olanlardan biri kızçe GülAyşe de nasibini içti yanımda. Senin gibi formam yok ne yapalım deyince forma yaptırma sözü verdi GülAyşe. Bakalım tatlı kızçe sözünde duracak mı!
Yemek molası bitiminde yola çıkıyoruz. Uzaktan Abide göründü ama daha gidecek yolumuz var. Önümde dengesiz İrfan gidiyor.
Abideye varınca burada da pilav dağıtıldı. Sıraya girip pilav ve peynir tatlısını alarak gölgelik olan ağaçların altına serildik. Pilavları yedikten sonra kahve yapmaya başladım. Daha tam tanışmadığım Zerrin İskilipli kahve yaptığımı görünce pet şişeden kendine bardak yapmaya başladı. Ben onun bu hazırlığını görünce takılma maksadıyla “sen niye sulanıyorsun ki ! bakalım sıra sana gelecek mi ?” diyerek söylenince durakladı, bir şey diyemedi. Öyle mahzun kızlar gibi oturmaya başladı. Kahvelerimizi içtikten sonra 2. kahve pişirmeye başladım. Pişirdikten sonra Zerrin’e de bir fincan verince şaşırdı ve sevindi. “Sana pet şişeden mi kahve içireceğim” diyerek gönlünü aldım. Böylece Zerrin ile tanışmış olduk. Deli kız.. Esma ve Atiye’yi Başmakçı dan tanıyordum daha önce.
Çam ağaçlarının altında dinlenirken çekiyorlar bizi, yedi kişi varız.
Seramoni başladı, konuşmalar, katılan gruplara çeşitli plaketler verilmeye başlandı. Biz de gölgelik yerde epey dinleniyoruz. Abide ve konuşanları uzaktan çekiyorum çamların arasından.
Bayrağım
Şehit kanlarıyla, vermişim rengini,
Gökten Ay’la-Yıldızı koparmışım;
Yüreğimi koymuşum sana, yüreğimi;
Birde vatan sevgimi….
Dalgalan ey şanlı Bayrağım;
Sen dalgalan, ben coşayım,
Uğruna destanlar yazayım!…
Delikanlımın damarındaki kansın,
Sen, cansın, canansın.
Yansın, bu yürekler sana yansın;
Vatan aşkıyla yansın
Dalgalan ey şanlı Bayrağım;
Sen dalgalan, ben coşayım,
Uğruna destanlar yazayım!…
Sevgisin, Mutluluksun, Umutsun;
Aşksın, Destansın, bulutsun;
Sen bensin, Benliğimsin…
Sana, canım feda olsun!….
Dalgalan ey şanlı Bayrağım;
Sen dalgalan, ben coşayım,
Uğruna destanlar yazayım!…
Yılmaz Çelik
Türk bayrağı direkte dalgalanıyor.
Abide şehitliğinde görevli iki jandarma görkemli atları ile gururla geçiyorlar yanımızdan.
Şehitlik abidesi devasa boyutta, tavanında Türk bayrağı. Duvar üstüne kalabalık bisikletçiler pankart ile oturmuşlar. Beni dengesiz çekiyor abide önünde.
Tavşan adaları denizde yüzen gemiler gibi.
Türk bayrağını değişik bir açıdan resmini çekiyorum yerdeki çiçeklerle birlikte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Mustafa Kemal cepheyi gözlemliyor, arkasında iki asker tüfekleri omuzunda bekliyor. Arkada şehit mezarları ve çam ağaçları.
Çanakkale Türküsü
Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah
Çanakkale köprüsü dardır geçilmez
Al kan olmuş suları bir tas içilmez
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde bir dolu testi
Anneler babalar ümidi kesti
Of gençliğim eyvah
Çanakkale’den çıktım yan basa basa
Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde sıra söğütler
Altında yatıyor aslan yiğitler
Of gençliğim eyvah
Çanakkale’den çıktım başım selamet
Anafarta’ya varmadan koptu kıyamet
Of gençliğim eyvah
Osmanlının her yerinden gelen ve Çanakkale de şehit olmuş bu topraklarda yatan şehitler için ismi belli olanların isimleri mezar taşlarına yazılmış. Hemen hemen herkesin dedesi ya Çanakkale de savaşıp gazi olmuş yada şehit olmuştur.
Bir asker, yaralı bir askere destek olmuş götürürken betimlenmiş heykeli.
Askerin elinde taşıdığı tüfek, kırmadan nasıl yapılmış mermerden hayret ediyorum.
Kimisi bisikletini ağaca asmış.
Şöyle bir şehitliği dolaştıktan sonra tekrar ağaçların altına gelip dinlenmeye kaldığımız yerden devam ediyoruz dengesiz ile birlikte.
Şehitlikten çıkıp, tarlalar arasından ilerliyoruz. Buğday başakları hüzünle karışık kendini rüzgarın esintisine bırakmış bir o yana eğiliyor bir bu yana. Ahenkli bir biçimde başakların bu salınımları şehitlere saygısını sessizce selamlıyordu.
Gelibolu yarımadasının sahiline indikten sonra Marmara dan gelen rüzgar duvar gibi karşımıza çıktı. Rüzgar hızımızı kestiği gibi gitmemize de engel oluyordu. Rüzgarı kesecek bir engel de yoktu ortalıkta. Direk karşıdan esmeye devam ediyor. Kilit bahir tabyalarından geçiyoruz. Pek te durulacak gibi değil, iskeleye yetişmemiz gerek. Top mermisini kucağında taşıyan Koca Seyit heykeli.
Kilitbahir tabyaları ev gibi, çatısında çimenlerle kaplanmış.
Kale surları yüksek, yolda bisikletçiler gidiyor.
Rüzgara karşı gitmek epey yordu doğrusu, sık sık dinlenerek yol almaya çalışıyorum. Rüzgar da giderek artmaya başladı. Çanakkale boğazı, karşıda Çanakkale şehri görünüyor.
Eceabat’a yaklaştık, karşıdaki kalenin kapısından geçeceğiz.
Küçük bir kayık barınağı, bir kaç kayık bağlanmış dalgalardan etkilenmiyor.
Sonunda vapur iskelesini görüyorum, artık tükenmek üzereyim rüzgardan. Neyse az kaldı iskeleye. “Dur Yolcu” yazan bayır görünüyor.
Ama yanılmışım, yol hala devam ediyor ve Eceabat’a bir türlü varamadık, rüzgarın da dinmeye niyeti yok.
Nihayet Eceabat göründü. Bu kez eminim.
Ağaçlar çiçek açmış, beyaz gelinliğini giymiş. Rüzgarın vermiş olduğu yorgunluktan çiçekleri görecek durumda değilim. Resim çekmek için durunca ağaçlardaki çiçekleri fark ediyorum. Ne güzel de açmışlar. Eceabat tabelası ve çiçek açmış ağaçları çekiyorum.
Tam iskeleye vardık ki vapur hareket etti, binemedik. Eee ne yapalım beklemekten başka yapacak bir şey yok. Hazır beklerken lokantaya girip akşam yemeğini aradan çıkaralım diyerek lokantada karnımızı bir güzel doyuruyoruz. Rüzgar bizi epey yormuştu. Gidecek yol daha da var zaten. Gemi gelince hemen binerek karşıya geçiyoruz. Fazla oyalanmadan tekrar yola çıkarak Dardanos kamp alanına geldik. Masamıza kurularak arkadaşlarla sohbete dalıyoruz. Biz bu gece kalacağız burada. İlk önce kalamazsınız dendi ama rektörle yapılan görüşmede izin çıkınca rahat bir nefes aldık. Esma ve Atiye gece otobüse binecekler. Bizim gibi kalacak olanlar dışında diğerleri çadırı toplayıp kamp alanından ayrıldı. Arkadaşlarla vedalaşıyoruz bu arada, diğer turlarda görüşmek dileği ile. En son Esma ve Atiye’yi uğurladıktan sonra çadırlara çekip bir güzel uyuyoruz.
Bu gün şehitlikte dualarımızı ederek rahmet diledik ruhlarına.
Yaptığımız yol yaklaşık olarak 105 Kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası