Etiket arşivi: sarımsaklı

Eşpedal EGE Turu 3. Gün

8 Ağustos 2017 Salı

Ayvalık – Küçükköy – Sarımsaklı – Ayvalık

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey.
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana.
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, Çam ağaçları arasında giden toprak yolda bisikletçi.

Artık yağmursuz yaz aylarında çadırda uyumanın anlamı kalmadı. Açık havada uyumanın verdiği rahatlıkla güzel bir uykunun ardından gün ağarınca uyanıyorum. Bisikletim KUZ ayak ucumdaki çam ağacına yaslanmış durumda. Mavi hamakta sadece ayaklarım görünüyor. Çam ağaçlarının yamuk yumuk dalları henüz maviye boyanmamış gök yüzünde beyaz bir örtüye nakış işlenmiş gibi.

Henüz kimse uyanmamış, sabah kahvesini pişirmek için tek kişilik küçük cezvemi ocağa sürüyorum her sabah olduğu gibi. Beton piknik masasında kahve takımları, çuvalın içinde su şişesi, cezve, kahve değirmeni yatık durumda, kahve kutum, bir tane fincan ve rüzgarlık yuvarlak levhanın kapattığı ocak. Üstünde küçük cezvede kahve pişiyor. Bir de fırsat bulursam okumak için yanımda taşıdığım kitabım. Daha aşağıda iki çadır ve ağaca dayalı bisiklet ve çam ağaçları. Denize yakın iki ağaç gövdesine bağlı bir hamak daha var.

Güneş doğup arkadaşlar uyanasıya kadar bir kaç sayfa okudum kitabımdan sessiz ortamda. Uyanan arkadaşlar yanıma gelince kitap okumanın anlamı kalmadığından kitabı kenara koyup kahve pişiriyorum. Elbette kahveyi öğütmek için değirmenin kolu dönmeye başladı. Beton piknik masasında 9 kişi oturmuşuz üstümüz çıplak olarak. Baytar Serkan Sezer de sabah kahvesini içmek için yanımıza geldi. Bir de akşam kendi başına tur yapan sevgili Esma’nın oğlu Mehmet dün gece yanımıza gelip çadır kurmuştu. Üzerimize yeni doğan güneşin ilk ışıkları vurmaya başladı.

Kahve faslından sonra kahvaltı malzemelerini Ayvalık belediyesi getirdi. El birliği ile kahvaltıyı hazırlıyoruz. Salatalıklar, domatesler doğrandı piknik masasının üzerinde. Bunları yapan Elif, Gündüz ve Atilla ayakta. Pınar oturmuş yanlarına. Su işinden sorumlu Hasan buz dolabına koyduğumuz 5 Litrelik şişeyi masaya koyarken kağıt bardakları elinde tutuyor.

Masa düzeni ve yerleştirmesi Cem ve Remila yapıyor. Elinde ekmek torbası, tek tek masalardaki tabakların yanına ekmek koyuyorlar.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptık, ortalığı toparladıktan sonra bisikletlerimize binip Sarımsaklı kumsalına doğru yola çıktık. İlk başlarda piknik alanında toprak yolda ormanın içinden gidiyoruz. Orman çam ağaçları ile kaplı. Bir bisikletli gidiyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Asfalt yola çıkınca yancıların yolu kesmesi ile güvenli çıkış yaparak tek sıra halinde ilerliyoruz. Bazı dangalak sürücüler bisikletlileri önemsemeyip tehlikeli durum yaratınca çatık kaşlı liderimiz olaya müdahale etti. Neredeyse adamı dövecekti. Zar zor sakinleştirip yolumuza devam ederek Balkanlardan göç edip buraya yerleşen Boşnakların köyü olan Küçükköy’e geldik. Şirin köyün dar sokaklarında ilerliyoruz. Sokaklar Arnavut kaldırımı taş döşeli, tek katlı evler köyün güzelliğini ortaya çıkarmış.

Küçükköy’ün tarihçesi;

Köyün, Küçükköy olmadan önceki ismi Yeniçahori’ymiş.

Fatih Sultan Mehmet Midilli’yi almaya karar verince 1462’de burada yeniçerilere oba kurdurtmuş. Adayı aldıktan sonra da isyanları bastırmak için bir müddet burada ikamet etmeye devam etmişler. Buranın bir yeniçeri yuvası olduğunu gören Rumlar da yerleşime “yeniçerilerin yeri” anlamına gelen Yeniçahori demiş.

Ayvalık’ın Osmanlı’dan özerklik alması ile hızla büyüyen bir Rum yerleşimi olan Ayvalık adalardan ve Yunanistan’dan göç almaya başlamış. Böylece 1800’lerde Rumlar Yeniçarohori’ye yerleşmişler. Köy eskiden bir Rum köyü olduğundan köydeki tüm evler tipik Rum mimarisi özelliklerini taşıyor.

Bugün ise Yeniçarohori bir Boşnak Köyü olarak biliniyor çünkü mübadele zamanı buradaki Rum nüfusu ayrılırken, Balkanların çeşitli yerlerinden, ama yoğunlukla Makedonya’dan gelen Boşnaklar buraya yerleştirilmiş. 1920’lerden 1980’lere kadar burada yaşayan Boşnaklar da daha sonra maddi sebeplerden ötürü evlerini terk edip, 1 kilometre uzaklıktaki sayfiye kasabası Sarımsaklı’ya taşınmaya başlamışlar. Köydeki evler terk edilmiş, tek tük yaşlılar kalmış. Geçim sıkıntısı güvenliğe uzanan sosyo-ekonomik sorunlar oluşturmuş. Köyünde dışarıdan gelenlerin başlattıkları değişim sayesinde bugün köylüler de köylerine geri gelmeye başlamışlar. Köye taze kan gelmiş.

https://www.bizevdeyokuz.com/kucukkoy-yenicarohori/

Eski kilisenin taş binalarından biri müze haline getirilmiş. Bina iki katlı, üst kata taş merdivenlerle çıkılıyor. Kenarında demir korkuluk var. Kapısında duvara sabitlenmiş demir bir boru 45 derecelik açı ile bayrak direği yapılmış. Direkte dalgalanan ay – yıldızlı Türk bayrağını görüp kapıdan geçmen gerek.

Merkez camisinin avlusuna girip bisikletlerimizi park ediyoruz. Caminin girişinde kemerli sütunlar, sütunların sonunda tahta bir merdivenle üst kata çıkılıyor. Avluda bekleyen arkadaşlar dolanıyor.

Merkez cami  Aya Athanasiu Kilisesi, mübadele öncesinden günümüze kadar varlığını sürdürmeyi başarmış tarihi yapılardan biri. 3 kilise ve 3 manastır olmak üzere toplam 6 bölümden meydana gelen Aya Athanasiu Kilisesi’nin, Sarımsaklı ve Ayvalık çevresinde yaşamış olan Rumlar tarafından Sarımsaklı’da inşa edildiği biliniyor.

Caminin giriş kısmı, sütunlu kemerler taş bloklardan düzgün yontularak ince işçilikle yapılmış. Taşlarda pürüz yok, köşe taşları, kemer taşları ve yuvarlak sütunlar. Üst kat kalın kalaslardan tavanı oluşturmuş, Tahta merdivenlerin alt kısmı tamamen görünüyor.

Hepimiz bir arada olmasak ta çoğunu çekiyorum bir poz cami avlusunda. Aramızda burada oturan görme engelli gazeteci Namık Tuncer bizleri ağırlıyor köyde. 16 kişi ayakta, 5 kişi çömelmiş durumda.

Müzeye giriyoruz, girişinde şeffaf mika levhaya siyah harflerle; “T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ayvalık belediyesi Küçükköy Kent Müzesi” yazılı levhayı çekiyorum bir poz. Burası ile kim ilgileniyor anlayamadım, bakanlık mı, belediye mi?

Müzenin girişinde yerdeki karo plakalar dikkat çekici desende. Gri çember içinde dört yanda çeyrek daire, ortada dört yapraklı çiçek kırmızı renkte. Karonun köşelerinde çiçeğin bir yaprağı konulmuş. Karolar yan yana dizilince çiçekler ve çeyrek daireler tamamlanmış duruma geliyor. Karolar yana 7 yukarı 3 olmak üzere 21 karodan oluşmuş. Bunları çerçeveleyen kırmızı çizgili karo ile tamamlanmış bir dikdörtgen meydana getirilmiş. Çerçevenin dışında yuvarlak içinde çeyrek dört daire desenlenmiş. Dış karoların üst ve altında kırmızı çizgiler ve dalgalı sarı desenler var.

Giriş kapısı iki kanatlı tahta bir kapı. Kapının yanlarını oluşturan taş blok kolon uzun iki taş ile yapılmış. Kapının üstünde cam çerçeve var. Kapı kanadının birisi açık.

Yan tarafındaki dört pencere de kapıdaki kolon gibi tek parça taştan yapılmış. Pencereler ahşap, bej rengine boyanmış. Yaz olması dolayısı ile üç pencere tamamen açık, içerisi görünüyor.

Müzenin içine girip sergilenen eşyalara bakıyorum. Dört tane desenli karo plaka eski bir binadan sökülüp burada sergileniyor. Elle döndürülen buğday öğütme taşları iki tane. Demir anahtar, içi altı köşe delik. Değirmenlerde kullanılan özel bir anahtara benziyor. Yanında da 1 kiloluk tahta saplı çekiç duruyor.

Camekan içinde bir kama ve iki tabanca sergilenmiş.

Eski bir duvar saati, kapağın kenarları oyma ahşap işçiliği ile süslenmiş. Saatte rakam yok, ilginç biçimde 7 – 11 ve 12 olan yerde iki ok içeriye dönük durumda. 8 Olan yerde iki ok içten dışarıya dönük. İlginç olan 5 olan yerde 0 rakamı kondurulmuş. Bunun bir anlamı olmalı. 3 ve 9 rakamlarının altında birer delik var, bunlardan soldaki delik saat başı vuran gong zembereğini kurma yeri. Sağdaki delik ise saati kurma zembereği. Biraz dikkatlice bakınca çizgilerin yanında Osmanlı rakamları olduğunu gördüm. 19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyıl başlarında duvar saatlerini yapan ustalar kadranı Osmanlıca rakamlara uygun olarak yapmışlar. Kimi evlerde hala var olan ve kimi müzelerde sergilenmekte buna benzer duvar saatleri.

Eski Osmanlı metal paraları, çeşitli boyutlarda. Onlarca bakır, gümüş paralar camekanın içinde sergilenmekte.

Para koleksiyoncuları tarafından biriktirilen Türkiye Cumhuriyeti merkez bankası baskılı kağıt ve demir paralar. Bir zamanların enflasyon canavarlarının yiyip bitirdiği paralar şu an tedavülden kalkmış, kullanılmamakta.

Mahalle Bekçilerden birisinin eşyaları müzede sergileniyor. Bekçi vazife defteri, yıldız rozeti, kapı anahtarlarından bir yığın anahtar. Vesikalık bekçi fotoğrafı. İki koçan bilet, bekçi şapkası ve büyük bir olasılıkla emekli olduktan sonra başına taktığı hacı takkesi. (Anlamadığım bekçi ile ne alakası var hacı takkesinin)

Tahta bir sandık kapağı açık, içi boş.

Pirinçten yapılmış kahve değirmeni. Değirmen kolu demirden yapılmış. Kolun ucundaki tutamak pirinçten. Birisi kolu kaybetmiş anlşaşılan sonradan demirciye yaptırılmış. Demir kol paslanmış durumda. Pirinç gövde bir kaç darbe almış, içine küçük girintiler var.

Başka bir kahve değirmeni daha sağlam ve kolu pirinçten olduğu görünüyor. Yanında da mutfakta kullanılan mutfak robotu. Kahve öğütmesi robottun haznesinde yapılıyor. Kahve öğütmenin eski ve yeni halini anlatmış.

Tek kişilik kahve takımı, bakır cezve, sapsız kahve fincanı. Fincanın dış kısmı bakır kaplı. Küçük bir kahve kabı yada şekerlik olabilir. Üçü de bakır bir yuvarlak, içi işlemeli tepsiye konulmuş.

Başka bir kahve takımı, pirinç yuvarlak bir tepside sergilenmiş. Tepsinin iki yanında kulpları var. İki mor fincan, dışında çiçek işlemeleri yapılmış. Biri şimdiki zamanda yapılmış bakır cezve, sapı pirinç. diğeri eski kahve cezvesi, dibi geniş ağzına doğru daralmakta. Sapı pirinç bir borudan yapılmış.

Pencerenin gözünde eski bir radyo, ses düğmesi yok. Kaybolmuş anlaşılan. Alttaki gözde ise iki radyo üst üste konulmuş.

Bakır kaplar, kalayları eski görünümünde. Üç kap birbirinden farklı yapıda.

Eski sinema filimi gösteren makaralı 8 mm makine.

Eski dikiş makinası koruma kapağı arkada. Makinanın işi bitince tozlanmasın diye kapağı ile örtülüyordu.

Nalbanttın kullandığı aletler. Atı tımar ederken kullanılan kaşağı, saplı çengel, bıçak, delik için bız ve iki tane nal.

Eskiden giyilen kumaş kadın elbiseleri mankenlere giydirilmiş. Mankenler başsız.

Müzedeki tüm sergilenen eski eşyaları gördükten sonra dışarı çıkıyorum. Caminin diğer yanını, üst kata çıkan merdivenlerin kapısının olduğu yerin resmini çekiyorum. Burada da sütunlar ve üzerlerinde kemerler var. Önde park etmiş tandem bisikletler duruyor.

Burası da caminin ön tarafının dıştan görünümü, sütun ve kemerler. Üst katın pencereleri demir parmaklıklı. Normalde camilerin minareleri eğer tek ise giriş bölümünün yani kuzeye bakan tarafın sağına yapılır. Ama daha önce Rum kilisesi olan yapı camiye dönüştürülünce minaresi sol tarafa yapılmış.

Caminin duvarında sergilenen çocukların yaptıkları kuru kalem boyalı resimleri yakından çekiyorum. Resimde; “Verme dünyaları alsanda bu cennet vatanı” yazısı kırmızı renkte yazılı. Alt kısımda da çiçekler ve yeşil yapraklarla süslenmiş.

Buradaki resimde enine ve boyuna çizgili renkli balıklar. Biri kocaman, önde, diğerleri daha küçük yüzerken resmedilmiş.

Bu resimde ise; “Korkma Sönmez bu Şafaklarda yüzen al sancak..” yazısı ve yapraklı renkli çiçekler.

Barışı simgeleyen barış güvercinleri. Biri kırmızı diğeri sarı renkli boyanmış. Sarı renkli güvercinin gagasında zeytin dalı, kral tacı takmış kanadı açık kırmızı güvercine verirken.

Bu köy Boşnak köyü olduğundan Boşnak böreği yapan işletmede börek yiyoruz tadımlık olarak. Börek tabağında börekler.

Börekçi dükkanını işleten kadın ve bizim grubu pankart ile birlikte resim çekiyorum. Pankartta yazan “LALA’nın börek evi”, kenarları güllerle süslenmiş. Kadının kucağında torunu ve Eşpedal grubu poz vermiş durumda.

Bizi misafir eden Namık Tuncer ve eşi ile vedalaşıp hazırlıkları yaptıktan sonra yola çıkıyoruz bayır aşağıya doğru. Etrafta kurumuş otlar ve sol tarafta belediyenin yaptırdığı kaldırımın kenarında dut ağaçları dikilmiş. Elektrik telleri yol boyunca gidiyor Sarımsaklı sahiline doğru.

Sarımsaklı sahiline gelip polis kamp yerine giriyoruz. Buradaki çardağın altına bir kaç masayı birleştirip yerleştik. Sonrasında deniz donumu giyerek doğruca sahile gelip hızlıca denize balıklama dalıyorum. Daha önceden Atilla Özakdağ’a beni denize dalarken çek diye tembihlemiştim. O da beni havada uçarken yakalıyor. Ayaklarım yerden kesilmiş, kollarım ileriye doğru uzatarak uçarken henüz denize değmeden havada duruyorum bir süre. Deniz mavi, hava mavi aynı renk tonunda. Ufuktaki çizgide deniz lacivert renginde olunca Gök ile deniz birbirinden ayırt ediliyor. Ufukta silik olarak görünen yer Midilli adası.

Neyse hep birlikte denize girip eğleniyoruz. Bu arada çatık kaşlı Hakan da denize girdi. Onu suda iyice yumuşattık, pelte gibi oldu pembiş pembiş. Adamın rengi açıldı resmen. Demek ki esmer görünümü kirden olabilir. Denizde yıkanınca kirler gitti gerçek yüzü ortaya çıktı. Kaşlar da birbirinde ayrılarak yüzü gülmeye başladı. Denizden çıkıp masaların olduğu yere, gölgeliğe geldik. Kurulandıktan sonra hadi tavla oynayalım dedik. Ben de “Üniversite tavlası oynayalım” dedim. “O nasıl ki ?” dediler. Ben de “Bir tavlada zar atılacak. Diğer tavladakiler atılan zar neyse kendi kafasına göre oynayacak pulları” dedim. İki tavla bulabildik, ikişer eşli oynamaya başladık. Ben Hakan ile, Baattin Atilla ile eş oldu. Tavlaya başlamadan önce kahve pişirdim kendimize dört tane. Kahveleri içerken oynamaya başladık. Denizde yıkanınca pelte gibi olan Hakan’ın yanında oturmaktan korkmuyorum artık. Hakan artık kaşları birbirinden ayrılmış, yüzü gülerek sevimli bir insana dönüşmüş durumda.

Dört kişi tavla oynarken kahveleri içiyoruz. Üzerimiz denizden çıktığımız gibi çıplak, altımızda sadece deniz donları var. Gerçi Baattin’in üzerinde o kadar çok kıl var ki üzerine tişört giymesine gerek yok. Kılları çıplaklığını göstermiyor. Gündüz ayakta bizi izliyor.

Artık iyice gevşeyen gergin kaslar yerini gülme kasları devreye giriyor. Gülerek oyunumuzu oynuyoruz. Ben elimde Atilla’nın pulunu kırmış ona doğru uzatırken Baattin ve Hakan gülerek poz vermiş.

İlk partiyi kazandık, ikinci partiye üçüncü tavla katıldı. Karşı rakipler; Atilla, Baattin, ve Deniz Kel.

Bizim grup ise; Ben, Hakan ve küçük Şevket. Karşılıklı pulları al gülüm ver gülüm oynuyoruz birbirimizi kırarak. Başkan Saldıray Altındağ ise cep telefonundan sosyal medyayı dinliyor kulağı ile. Cep telefonundaki bir uygulama körler için geliştirilmiş. Ekran ışığı tamamen kapatılıp sadece ses komutları ve sesleri dinleyerek telefonu kullanabiliyorlar. Daha önce duyup ta görmemiştim bu uygulamayı. Bir de duydukları ses o kadar kızlı konuşuyor ki anlamak mümkün değil. Hoparlörden car cur sesler geliyor. Bizler anlamasak ta kullanan gayet iyi anlayıp dinleyebiliyor. Hem de bizim görüp te duyduklarımızdan daha hızlı biçimde okuyabiliyorlar yazılanları. Yeni bir şey daha öğrendim, Öğrenmenin yaşı yoktur ya ben de öğreniyorum hayatı. Bunun sonu yok.

Dün akşam aramıza katılıp misafirimiz olan Mehmet yoluna devam edecek İzmir’e doğru. Mehmet sevgili masalcımız Esma Eser Açıkgöz, nam-ı diğer Esmavi nin oğlu. Tek başına Bursa’dan yola çıkmış İzmir’e kadar pedal çeviriyor. Yolu bizimle kesişti ve şimdi ayrılık zamanı. Beraber bir resim çekiliyorum Mehmet ile. Benim üzerimde Dünya kalp günü, Kalbin için pedalla yazılı tişört var. Mehmet te Yüzyıllık macera 2012 yazılı tişört var.

Mehmet ile boylarımız hemen hemen aynı, benden biraz uzun. Ortamıza Baattin’i aldık. Bizden bir baş boyu kısa olan Baattin ile üçümüz birlikte poz veriyoruz kameraya.

İyice yumuşayıp normal bir insana benzemeye başlayan Hakan çaktırmadan benim yandan yüzümü çekmiş uzaktan. Adamda sanatçı ruhu var ama haberim yok henüz. Bunu sonradan öğreniyorum. Biraz uzamış sakalım keçi sakalımla karışmış durumda. Uzun saçlarım iki yandan sarkıyor. Sağda kafasının bir kısmı arkadan görüntüye giren biri var ama kim olduğu belli değil. Yüzü ters tarafta. Solda tesisin demir parmaklıkları, yeşil çit ve arada uzamış zakkum ağacı. Benim yüzüme odaklandığından arka tarafta görünenler bulanık çıkmış.

Akşam üzeri toparlanıp kamp yerine sorunsuzca geldik. Akşam yemeğini hep birlikte yedikten sonra denizde geçirdiğimiz zaman bizi yormuş. O yüzden fazla geç olmadan hamağa girip yatıyorum. Bu gün harika bir gün geçirdik, yeni yerler gördüm, yeni insanlarla tanıştım ve en önemlisi beraber zaman geçirdiğim görme engelli arkadaşlardan yeni şeyler öğrendim. Ve iyice kaynaştık birbirimize.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 16 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 12. Gün Dönüş

12 Eylül 2014 Perşembe

Altınoluk – Gömeç – Ayvalık – Altınova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Geriye Kalan

 

Bir anahtar verdindi bana

Kabaran yüreğimi bilerek.

Kullanıp durdum onu gönlümce,

Aşkıma kenar süsü diyerek;

Aşındırdım dişlerini zamanla.

 

Geriye ben kaldım işte.

 

Yalan olur sevmedim dersem;

Ama yolcu yolunda gerek.

Ey ömrümün uğuldayan durağı;

Yanlış hesaptan dönerek,

Benli günlerini sil istersen.

Geriye sen kaldın işte.

Metin Altıok

 

Öne çıkan görsel, Ayvalık şeytan sofrası tepesi, Güneş tam tepenin üzerinde.

110920148348

Günün ilk ışıkları çadırıma vurunca uyanıyorum. Güneş henüz doğmakta ve ben her sabah olduğu gibi güneşin doğuşunu seyrederek güne başlıyorum. Gece bisiklet sürmenin verdiği zorluk biraz yormuştu ama uyku hepsini hallediyor. Bir süre çadırımda güneşi, denizi seyrediyorum. Neredeyse 2 haftadır yollardayım bisiklet üstünde. Eve yaklaşmanın sevinci ve hüznü aynı anda içimi kaplıyor. Bir tarafta evi, evdekileri, ailemi, arkadaşları özlemişim. Herhangi bir aksilik olmazsa yarın akşam evdeyim. Bir tarafta tur bitiyor, tur heyecanı da sona erecek. İşin en önemli kısmı da sonbahar ve kışa girmekteyiz. Turlar ve festivaller bahara kadar yok. İzmir de günü birlik turlarla yetineceğim artık. Çadırımın içinde deniz, şemsiyeler ve yeni doğmuş Güneş.

110920148331

Diğer arkadaşlar da uyandı, yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Kahvaltıyı ilerde uygun bir yerde yapacağız.

110920148333

Altınoluk ta bakkalın birinden kahvaltılık malzeme alarak yol kıyısında gölgelik bir yere çöreklendik. Yumurta kaynat, çayı demle hem de tek ocakla. Biraz uzun sürüyor tabi ki. Sonrasında harika bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı faslı biraz hayli uzun sürdü. Gerçi kahvaltıyı iyi ve besleyici yapacaksın yola çıkmadan önce. Bu kahvaltı seni kuvvetli yapacak ki yol alasın. Yaşar ve İlkay kahvaltıyı hazırlarken.

110920148334

Kahvaltının ardından yola çıkıyoruz. İlk önce Akçay’a vardık,  sahil yolundan Burhaniye’ye çıktık. Burhaniye içine girmeden girişindeki Kurtuluş savaş kahramanlarının orada bir kısa mola verdik. bir kaç resim de çekiliyoruz hazır durmuşken. Şafak çoktan yola çıkmış, sadece nerede olduğunu telefonla arayıp öğreniyorum. Şafak bu akşam Çandarlı da yazlığına varır. Bizim ise Ayvalık ta bir yerde kamp atmamız gerekecek. İlk önce İlkay ile Yaşar’ı çekiyorum.

110920148335

Yaşar ile heykel önünde resim çekiliyorum.

110920148336

Bu kez tayyare önünde resim çekildik, İlk önce İlkay ile.

110920148337

Ardından Yaşar ile.

110920148338

Artık Çanakkale – İzmir ana yoldayız, pedallara basmamız gerek deyip basıyoruz. Hava sıcak, pek rüzgar da yok. Günlerdir yollarda olduğumuz için çabuk yoruluyoruz. Yol kıyısında benzin istasyonunda birer dondurma ile serinlemeye çalıştık. Pistonlar da iyice ısındı, pistonları soğutmak gerek. Benzinciye cep telefonu vererek resmimizi çektiriyoruz.

110920148339

Bir süre dinlendik ve dondurmanın verdiği serinlik ile enerji bize yetiyor. Yola çıktık tekrar. Bazı yerler araç trafiğine kapatılmış, yeni asfalt dökülüyor. Haliyle kapatılmış yola girerek rahat bisiklet sürmek iyi oluyor. Böyle yol yapım çalışmaları 5 Kilometre. Bittikten sonra trafiğe açılıp devamında tekrar 5 Kilometre yol kapatılıyor.

110920148340

Gömeç te bulunan Atatürk manzaralı dağlara geldik. Atatürk’ün yüzü yere yatmış durumda dağın doğal yapısında tıpa tıp benziyor.

110920148341

İşte daha yeni atılmış bir pet su şişesi. Şişeden yeni dökülmüş su asfaltta akmaya başlamış. Arabada suyu içen elindeki şişeyi daha bitmeden dışarı atıyor. Bir taraftan para ile alınan su şişesi içinde su bitmediğinden israf ediliyor. Bir taraftan da çevreyi kirlettiğinin farkında bile değil. Zaten böyleleri için çevrenin hiç önemi yok, umurlarında da değil.

110920148342

Yol kıyısında hep aynı manzara ile karşılaşıyorum. Suyunu içen şişesini hop dışarı, bana ne dışarısı ne olursa olsun arabam kirlenmesi gerisi önemli değil zihniyetindeler. İşin üzücü tarafı da kendilerine hak olduğunu zannediyorlar.

110920148343

Bu pislikler arabalardan görünmediği için kimsenin de umurunda değil. Ama ben bisikletle geçerken hepsini görüyorum ve resmini çekmekle yetiniyorum sadece. Yol kenarında bir sürü plastik şişe var.

110920148344

Ayvalık’a geldik, nasıl geldik farkında bile değilim. Ayvalık içine gireceğiz. Tabelada; Ayvalık, Nüfus: 37200 yazılmış.

110920148345

Ayvalık içinden geçip deniz kıyısından güzel manzarada ilerliyoruz. Adalar, tekneler, deniz kokusu daha ne isteyelim ki. Yolun bize gösterdiğini seyrederek tadını çıkarmaya çalışıyorum her anı. İnsanların buna ihtiyacı var ama kimse farkında değil. Yoğun iş, stres, şehrin gürültüsü, yaşam kaygısı, zaman kısalığı insanları o kadar sarmış ki bundan kurtulamıyor bir türlü. Ara sıra böyle yerlerde her şeyi unutup yaşamanın tadına varmalılar.

110920148346

Deniz manzaralı evler Ayvalık taş evleri gibi yapılıyor. Ev ve bahçesi zengin ve gösterişli Adam geniş bir alanı kapatmış sadece kendine yazlık yapıyor. Bize kalan deniz kıyısı ve yol. Allahtan deniz kıyısını kapatmamış.

110920148347

Güneş ufka yaklaşmış, tam da şeytan sofrası dedikleri tepenin üstünde. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

110920148348

Şeytan sofrası karşımızda, daha önce gidip görmüştüm bir kaç kez ama araç ile gelmiştim. Gerçi bu gün uğramaya niyetim yok ama bir gün bisikletimle mutlaka geleceğim.

110920148349

Deniz kıyısı sahil yolu kıyıyı takip ederek ta Sarımsaklı kumsalına kadar gidiyor. Oradan Altınova’ya gitmekte. Hiç te engebe görünmüyor, ağır tempoda ilerliyoruz.

110920148350

Şeytan sofrasına giderken tepenin üstüne baz istasyonu çevreye iletişimi sağlamaya çalışıyor. Çirkin görünse de şimdilik böyle manzaralar görmek zorundayız. Cep telefonları hayatımıza o kadar girdi ki sanki vazgeçilmez. Hal böyle olunca sinyal almak için tepelerin üstüne baz istasyonu kuruluyor ve bizler de telefonla sinyal yakalayıp iletişime geçiyoruz. İşin içinde cep telefonlarında artık internet bile var. Denizde bir tekne demirli.

110920148351

Şeytan sofrasına giden yola yaklaştık, yazlıklar yolu kaplamış durumda. Uzaktan sanki bir şehre gelmişim gibi bir algı oluşuyor. Evler 4 – 5 katlı ve çoklar. Tüm kıyıyı kaplamış durumda, işte insanların ölü yatırımı. Yılda sadece en fazla bir ay yaşayacakları yere dünyanın parasını bağlıyorlar. Böyle istek olunca emlakçılar, inşaat şirketleri kıyıları talan etmekte para kazanacağım diye.

110920148352

Sahilde giderken birden bire solumuzda bir uçak görüyorum. Uçak nerden, nasıl gelmiş buraya belli değil. Ormanın içinde bakımsızlıktan neredeyse parçalanmış durumda. Aklıma Dostum Doktor Umur Gürsoy’un paylaştığı Kırık Cam teorisi geliyor.

Kırık Cam Kuralı

“Olumsuzluklarla mücadeleyi nasıl başardınız?” sorusuna N.Y. Valisi Guiliani’nin cevabı:
“Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar.
Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim.
Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım.”
Bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyor. Ardından daha büyük suçlar geliyor; bir süre sonra o sokak, polisin giremediği bir mahalleye dönüşüyor. Bunu anlayan New York polisi, önce küçük suçların peşine düşmüş. Metroya bilet almadan binenleri, apartman girişlerini tuvalet olarak kullananları, kamu malına zarar verenleri, hatta içki şişelerini yola atanları bile yakalayıp haklarında işlem yapmış.
Polis bu kararlılığıyla “Küçük müçük, bizim için hiç fark etmez; bu sokağın, metro istasyonunun veya mahallenin suç üreten bir bölge olmasına izin vermeyeceğiz. ” demiş.
‘Kırık Cam Teorisi’
ABD’li suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir deneyden ilham alarak geliştirilmişti.
Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model Oldsmobile bıraktı.
Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Ve olup bitenleri gizli kamerayla izledi.
Bronx’taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi ‘sağ kalan’ otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (zengin beyazlar) da
olaya dahil oldu.
Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.
“Demek ki” diyordu Zimbardo, “ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.

Anlaşılıyor, herhalde…İşe ilk kırılan camdan başlamak lazım.

110920148353

Ünlü Sarımsaklı plajına geldik. Buranın kumsalı neredeyse kuzey Ege kıyılarında benzersiz bir güzelliğe sahip. Yerli turistlerin yanında yabancı turistler de Sarımsaklı kumsalına gelip hem denizi hem de kumun tadını çıkarıyor. Eskiden sadece kumsalı olan Sarımsaklı yazlıkçıların ilgisi üzerine emlakçılar parsel parsel yağmalayıp satmışlar ve ortaya büyük bir kasaba çıkmış. Tüm kıyı neredeyse binalarla kaplanmış durumda. Burada yaz kış oturan var ve kalabalık. Sadece bakir olan yerde Sarımsaklı tabelasını çekiyorum. Arada deniz ve karşıda tepe var.

110920148354

Biz Sarımsaklı da kalmayacağız, daha önce kaldığımız Altınova kıyısında bir işletme. Güneş batarken  durup batışını izliyorum bir süre.

110920148355

Henüz deniz kıyısında değiliz ama güneşin batışını kaçırmadan, nerede olursam olayım tadını çıkarırım. Kalacağımız yere biraz daha pedal basmamız gerek.

110920148358

Hava kararmadan kamp atacağımız Yasemin Kafe’ye geldik. Artık üçüncü defa kamp attığımızdan işletme sahibi Hasan ile iyice tanış olduk. Kumsala çadırları kuruyoruz ve denize şöyle bir girip terden arınıyorum. Kurulandıktan sonra üzerimi giyip işletmenin restoranında akşam yemeği için siparişleri verdik. İşletme sahibi Hasan da her akşam olduğu gibi köşesinde şişeyi açmış demleniyor. Biz de birer bira ile yetiniyoruz yemekten önce. Yatasıya kadar restoranda oturup sohbet ediyoruz. Yaz tatili bittiğinden pek müşteri de yok bizden başka. Cep telefonlarının biten şarjını da dolduruyoruz bu arada. Uykumuz gelince çadırlara girip yatıyoruz. İlkay çadır kurmuyor, şezlonga uyku tulumuna girip uyuyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 90 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc