Etiket arşivi: dondurma

Suyun Kaynağına Yolculuk Büyük Menderes 6. Gün

30 Nisan 2018 Pazartesi

Güney – Çal – Beyeli

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdimen’e aittir)

 

“Ellerindi ellerimden tutan
Ellerimdi ellerinden tutan…
Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi
Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin
Kimbilir kaç martılar halinde

Bir masada karşı karşıya
Seyrederken dudaklarını senin
Dile gelmiş ilk Türkçeydik
Henüz başlamış kül rengi bahar
Ne savaş, ne barıştık biz…
Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar
Manolyaya gece konmuş kumrular”

Can Yücel

 

Öne çıkmış olan görsel resmi, U biçimde kıvrılmış nehir. Karşı kıyı kısa sazlıkla örtülü. Kıyılar yeşil, ortaları sararmış.

IMG_2779

Sabahın köründe uyandık, yataktan doğrulur doğrulmaz şarjdaki cep telefonumu şarjdan çıkarıp arkamda yatağa uzanmış, cep telefonuna bakan Ferdimen’i çekiyorum elçek ile. Yüzüm de tamamen görünüyor.

20180430_062843

Tüm çantalar odada olunca iyice yayılmışız. Epey uğraştık toparlanmak için. Kuruyan çamaşırları çantalarda yerini aldı. Ferdimen beni çantamı doldururken arkamdan resim çekiyor. Odanın tül perdelerinde sızan ışık ortamı loş olarak gösteriyor. Duvarlar sarı renkte badanalı.

IMG_2641

Toparlanıp aşağı indik. Görevli bize gecelememizin fişini kesip verdi. Ücret bana göre çok düşük, Otel diye kullanılan  odadaki yataklar dışında hiç bir şey yok. Görevlinin bize verdiği fişte yazanlar; Güney Belediyesi otel konaklama fişi Güney Bld telefon numarası ve fiş No: 003367 – YTL 6 – V.U.K. Hükümlerine Tabi Değildir (Yeni Türk Lirası, çok eskiden basılmış fişleri bitiremediklerinden hala kullanıyorlar)

20180430_062902_HDR

Aşağı çantaları indirip bisikletlere yükledik, Çeşmeden şişelerimi dolduruyorum. 1.5 Litrelik, 0.750 L ve 0.5 L plastik şişeler. 1.5 Litrelik şişe çuval içinde.

20180430_080752_HDR

Sabah kahvaltısını dün akşamki çorbacıda yapacağız. Yakında olan çorbacıya bisikletlerimiz ile gittik.  Bisikletleri kenara park edip sokakta kurulu masalara oturup çorbaları ısmarladık lokantacıya.

IMG_2642

Sabah sabah kelle paça bol sarımsaklı, bol sirkeli iyi gider. Nasıl olsa bisiklet sürerken koku moku kalmaz. Mehmet ve ben çorbamızı içerken Ferdimen çekiyor. Elimde sirkeli – sarımsak çanağını ileriden alırken yakalamış Ferdimen.

IMG_2644

Bize fazlası ile ikram yapan lokantacı, iki oğlu, biri küçük, biri büyük ile dükkanın önünde sadece ben çekiliyorum bir poz. Bisikletim KUZ önde, çantalar yüklü olarak duruyor.

20180430_080957_HDR

Lokantacıya teşekkürlerimizi sunduktan sonra yola çıktık ama kasaba içindeki yol o kadar dik ki bisikletten inip elde yürüyerek çıkıyoruz. Yemeğimizi yeni yedik, henüz ısınmadan birden bire yokuş çıkmak zorunda kalınca erkekliği bir kenara bıraktık. Eğimi % 20 üzerinde olan geniş yolun sağında Mehmet, solunda Ferdimen gidiyor yukarı doğru.

20180430_082416_HDR

Bir süre yürüyerek çıktık yukarıdaki düzlükte olan yola. Arkamda kalan yokuşu çekiyorum. Eşekler bile böyle eğimde bir yolu çıkmaz.

20180430_082842_HDR

Düzlüğe çıkınca rahatladık ve bisikletlere binip yol almaya başladık. Güney kasabasından çıktığımızı belirtir tabela ile önde giden Mehmet ve Ferdimen’i çekiyorum. Anadolu platosuna çıktık, bundan sonrası in – çık hemen hemen aynı düzlemde sayılır.

20180430_083925_HDR

Etraf çam ağaçları ile kaplı yol dümdüz gidiyor önümde. Hafif iniş ve çıkışla görünen kadarı ile 3 Kilometre civarı.

20180430_090843_HDR

Sağ tarafımda vadi var. Büyük Menderes nehri vadi dibinde akıyor ama görünmesi imkansız. Önümdeki yol vadiye, aşağıya doğru eğimli. Sağda gidonumdaki tüyler görüntüye girmiş.

20180430_092116_HDR

Nehir yatağı epey aşağıda, derin bir vadide görünmüyor. Karşıda tepeler yüksek.

20180430_092213_HDR

İnmeye devam ediyoruz ve aşağıda baraj duvarı, gölet ve zig zag barajın dibine giden yol görüyorum. Tam üstümden orta gerilim elektrik hattı geçiyor.

20180430_093313_HDR

Burası Adıgüzel barajı. Baraj set üzerinden yol geçmiş karşı tarafa. Gölet tarafı tel örgü çekilmiş kimse girmesin diye. Tel örgüye tabelamızı asıyorum.

20180430_094255_HDR

Set üzerinde giderken set kayaları arasında parçalanmış araba tekerleği ve dingili görünce durup resmini çektim. Herhalde arabanın biri kontrolünü kaybedip aşağı uçmuş kayalar üzerine. Parçalanıp kalan kısmı dışında diğer parçaları göletin içinde olmalı.

20180430_094309_HDR

Set üstündeki yol üzerinde Kahramanımız Ferdimen ile elçek resim çekiyorum bir poz.

20180430_094400

Setin sonunda yarım küre, beton kaideye tutturulmuş, küre kısmı aşağıda. Yanında kocaman kaya da beton içinde bir kısmı. Tabelada baraj inşaatı sırasında şehit olan işçilerin isimleri yazılmış. Böylece burada ölenler için bir anıt yapılmış.

IMG_2666

Set bitiminde sarı bir bina var, burada baraj görevlileri ve güvenlik görevlileri üstü üzüm asması olan çardağın altında oturuyorlardı. Bizi görünce dinlenmemiz için ve hazır olan çay saatine denk geldiğimiz için davet ettiler sağ olsunlar. Biz de bu teklifi kabul edip çardağın altına oturduk. Sarı bina, çardak, altında oturmuşuz, bisikletlerimiz park edilmiş yol kenarında. Soğuk su için su pınarı buz dolabı.

IMG_2669

Çardağın altında gölgede tavşan kanı çayları içip sohbet ediyoruz görevlilerle. Santral hakkında bilgi veriyor görevlinin birisi.

Büyük Menderes Nehri üzerinde, sulama, enerji ve taşkın kontrolü amacıyla 1976-1989 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır.

Amaç: Sulama, Enerji, Taşkın Kontrolü
Gövde dolgu tipi: Kaya
Yükseklik: 144 m
Göl hacmi: 1.076 hm3
Elektrik santrali;
Denizli’de bulunan Adıgüzel Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES); 62 MWA kurulu gücü ile ortalama 30.849 kişiye düşen tüm elektrik enerjisi ihtiyacını karşılar.
Yıllık Elektrik Üretimi: ~ 112 GWh
Üretim Kapasitesi: 150 GWh-yıl
Santralin Yeri: Denizli, Güney
2016 Üretimi: 154 GWh

IMG_2670

Çay içerken nereden nereye, bisiklet, yollar, yükümüz, konaklama, patlak lastik hakkında sorular soruyorlar. Biz de sordukları sorular dışında yaptığımız turun amacını kısaca anlatıyoruz. Sohbet sırasında görevlilerden birisi bize yıllık hava tahmini hakkında tuttukları takvim sırasını anlattı. Ağustos ayının 3. gününden itibaren ayın 14. gününe kadar ger gün hava olaylarını takip edip yazıyorlarmış bir kenara. Her gün için bir ayı temsil ediyor. O gün ne oluyorsa hava şartlarında o güne denk gelen ayda olan hava meydana geliyormuş. Böylece yıllık hava tahminini Ağustos ayının ilk 12 günlerinde meydana gelen olaylarda tahminler tutuyormuş. Ağustos ayında hava durumunu takip ederim artık İzmir’e dönünce. Çaylar ardı sıra geliyor tepside. Ben de elçek ile hepimizi çekiyorum. Üç onlar, üç biz. Berabereyiz.

20180430_101038

Taze demlenmiş çayları içip şişeleri soğuk su ile dolduruyorum. Bir süre idare eder soğuk sular. Görevlilere çaylar ve sohbet için teşekkür edip yolumuza devam ediyoruz. 875 metre rakımdan 451 metre rakıma, baraj seviyesine indik. Yaklaşık 424 metre inmişiz. Baraj seviyesinden tekrar yukarıya doğru tırmanmaya başladık. Yükselmeye başladıkça dağların arasındaki baraj göleti manzarası da güzelleşiyor.

20180430_103135_HDR

Yola çıkar çıkmaz üzerimdekileri çıkardım, sadece şort pantolon var üzerimde. Güneş altında iyice kızardım. Ferdimen beni yokuşu çıkarken arkamda gölet manzarası ile çekiyor.

IMG_2674

Daha önceki aylarda araba ile keşif yaparken kahve içtiğim yere gelince arkadaşlara burada kahve molası vereceğiz diyerek durdurdum. Bisikletleri yol kıyısındaki küçük çamların gölgesine park ettik. Yol kıyısında üç bisiklet park etmiş durumda çamların gölgesinde.

IMG_2676

Kahve takımlarının olduğu çantayı ve su şişesini alıp az yüksekte olan tepe üzerine çıkıp mat üzerinde oturarak önüme tezgahımı kurdum. Kahveyi cezveye üç kişilik koyup suyunu üç fincanlık doldurup karıştırıyorum. Mehmet te yanıma oturmuş bekliyor sabırla. Ferdimen bizi çekiyor. Arkada çam ağaçları.

IMG_2678

Zaman geçirmeden kahve cezvesini ocağa sürdüm, gözümü ayırmadan pişmesini bekliyorum.

Kahve kadın gibidir,

Kıskanç bir kadın.

Gözlerinin sürekli üzerinde olmasını ister.

İlgi ister kahve.

Eğer bir an için gözlerini ayırırsan yandın gitti.

Kendini dereye at.

Kahve kızar, köpürür kıskanç kadınlar gibi

Çünkü gözlerini ayırmışsındır gözlerinden.

Köpürünce cezveden taşar

Ocağını bucağını söndürür,

Kahve köpüğü kalmamıştır

Köpüksüz kahvenin tadı olmaz.

Dudak dudağa değmemiş,

Sevdiğini öpmemiş gibi

Kahve kadın gibidir,

Kıskanç bir kadın gibi

Gözlerini gözlerinden ayıramazsın…

Urim Baba

Üstüm çıplak, önümde kahve ocağı rüzgarlık ile koruma altında.

20180430_112500_HDR

Ferdimen sırtımdan beni, kahve ocağını ve  epey aşağılarda kalan baraj göletini çekiyor. Sırtım pancar gibi kızarmış. Uzun saçlarım salınık omuzlarımdan aşağı.

20180430_112605_HDR

Ferdimen’i kendi kamerası ile ayakta, gölet manzaralı çekiyorum bir poz.

IMG_2679

Ferdimen kendi kamerası ile prodüksiyon hazırlayıp üçümüzü elimizde fincan kahve içerken çekiyor zaman ayarlı. Bu konularda uzman sayılır kendisi.

IMG_2680

Biraz yüksekçe olan toprak yığınında hayat var. Yeraltı fareleri toprak altına yuvalarını yapmış delikleri görünüyor. Bir sürü delik var ve hepsi yer altında birbirine bağlı olmalı bir galeri gibi. Az ötede yer örümceği otlara ağını örmüş kısmetine düşecek böcekleri bekliyor sabırla.

20180430_114201_HDR

Kahve molasını bitirip toplandık, Devam eden yokuşta taktık birinci vitese ağır ağır çıkmaya başladık. Kahve içerken şişemdeki su boşalmıştı tamamen. Yanında çınar olan uzun ayna duvarı ve yalağı olan bir çeşme görünce durduk. Bisikletim KUZ ile çeşmeyi çekiyorum.

20180430_115038_HDR

Çeşme beyaz badana boya ile boyalı, yalak beton ile üç bölüme ayrılmış. Bir borudan akan su miktarı çok az. Döküldüğü yalak içindeki su berrak ve tertemiz.

20180430_115055_HDR

Güneşin yükselmesi ile sıcak olmaya başlayan havada çeşmede serinliyoruz elimizi yüzümüzü yıkayıp. Ferdimen bizi bisikletle birlikte çeşmeyi ve çınarı olduğu gibi resmediyor bir anı olarak.

IMG_2682

Çeşmeden az su gelince suları doldurmak ta uzun sürüyor. Şişedeki çuvalın ağzında bulunan ip boruya takıp dolmasını bekliyor Ferdimen. Çeşmeyi, çuval içinde su şişesini yalakla beraber yandan çekiyor.

IMG_2685

Bisikletim KUZ dut ağacının gölgesinde sakince beni bekliyor yol kıyısında.

20180430_115117_HDR

Buraların rakımı yüksek olunca henüz dutlar olgunlaşmamış, yaprakları gibi yeşil ve ham.

20180430_115456_HDR

Cep telefonum çalınca ağacın gölgesinde durup konuşmamı yaparken Ferdimen beni çekiyor. Bisiklet üzerinden inmemiştim bile. Üzerim çıplak.

IMG_2696

Telefonla konuşmam bitince Ferdimen bana poz veriyor. Kendi kamerası ile arkasında üzüm bağı ile çektim.

IMG_2695

Baraj seviyesi epey aşağılarda kaldı. Çok az bir kısmı görünüyor göletin. Önümde uzayıp sararmış uzun otların ardından çektim bu manzarayı.

20180430_120030_HDR

Yerde, otların üzerinde bir çok yer örümceği ağını örmüş avını bekliyor. Yakından çekiyorum örümcek ağlarını.

20180430_120619_HDR

Yokuş çıkmaya devam ediyoruz, Bisikletim KUZ yolun kıyısında park halinde, aşağıdan bana doğru gelen Ferdimen. Yolda seyrek olarak araç geçiyor. Bu bizim için iyi bir durum.

20180430_120637_HDR

Yolun yukarıya çıkan kısmını da çekiyorum ardından. Yol sağa, bilinmeze doğru kıvrılmış. Solda tüyüm de görünüyor.

20180430_121309_HDR

Yol kıyısında Çal belediyesinin ve MENDOSK Menderes Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü ile yaptığı ortak yürüyüş rotalarını belirtir tabela gördüm. Boru üzerinde dört yönü gösterir tabela konmuş. Hepsini gösterebilmem için üç yönden çekmem gerekiyor. Tabelanın iki tarafında aynı yazılar yazılmış. Zemin sarı, Üstte mavi şeride beyaz yazı ile MENDERES YOLU yazılmış. En altta beyaz şeride yeşil renkte Çal belediyesi ve MENDOSK logoları ile birlikte yazılmış. Sağı gösteren tabelada KABALAR KM (araç) (KM belirtilmemiş), solu gösteren tabelada DAĞMARMARA 12 KM yazılmış

20180430_121450_HDR

Diğer taraftaki sağı gösteren tabelada YEL DEĞİRMENİ TEPE 12 KM, soldaki tabelada KABALAR KM (araç). (araç yolu olduğu için KM yazılmamış)

20180430_121457_HDR

Diğer taraftaki sağa gösterir tabelada GÜNEY KM (araç), sola gösterir tabelada YEL DEĞİRMENİ TEPE 18 KM yazılmış. Yürüyüş yollarını gösterir tabelada kaç KM olduğunu belirtmişler. Araç yollarında ise mesafe belirtilmemiş.

20180430_121506_HDR

Neredeyse sırta çıktık, rakım yükseldi. Yayla olan yerde asma bağında asma kütükleri burada epey zamandır üzüm bağcılığı yapıldığını gösteriyor. Bağ traktör ile sürülerek otlardan temizlenip toprak ortaya çıkmış.

20180430_123331_HDR

Çevrede bunun gibi bir çok bağ görüyorum. Bağlar parsel parsel, birbirinden ayrı yerlerde. Aralarda sürülmemiş tarlaları otlar bürümüş. Demek ki herkes kendine yetecek kadar  bağ yapmış. Yani her bağın sahibi ayrı.

20180430_124221_HDR

Yolda güzellikleri görmek olası, bu güzellikleri biz gezerken görüyoruz. Siz, okuyucularım için resim çekip görmenizi sağlıyorum elimden geldiği kadar. İşte bu güzelliklerden biri yol kıyısında mor çiçekler açmış zambaklar.

20180430_124741_HDR

Kimi yerde buğday tarlası çıkıyor karşıma. Bel hizasına gelmiş buğdaylar başak açmış ama şu an yeşil, henüz sararmamış. Buğday tarlalarının süsü olan gelincik çiçekleri kırmızı rengi ile yeşilliğe renk katmış.

20180430_125106_HDR

Kabalar köyüne geldik tabelaya göre. Köyün girişinde üzüm bağı ve birkaç ev görüyorum.

20180430_125522_HDR

Kabalar köyüne karnımızın acıktığını hissettik. Köyün içinde park alanında gölgelik bir masa bulduk kendimize. Buradaki bakkaldan domates, biber, soğan, yumurta alıp melemen yemeği yapmaya başladı Ferdimen. Aşçılık konusunda da uzmandır kahramanımız Ferdimen. Kendi ocağında küçük tencerede melemen pişirirken kendi kamerası ile çekiyorum Ferdimen’i. Ocağın etrafı alüminyum rüzgarlık ile çevrelenmiş, yanında gaz tüpü, sıvı yağ, tereyağı ve poşet içinde sebzeler. Arkada bakkal dükkanı.

IMG_2703

Park içinde, kıyılara köylüler açık hava müzesi yapmışlar. Ferdimen yemeği pişire dursun ben açık hava müzesini geziyorum. Müzede sergilenen her aletin resmini çekiyorum tek tek. İlk karşıma çıkan kalın iki tahtadan yapılmış yaba. Biçilmiş buğdayları samanlarından ayıran alet. Yabanın altında yarıklara taş sıkıştırmışlar.

20180430_130117_HDR

Kağnı tekerleği, eski zamanlardan kalma. Tarihi olmalı.

20180430_130127_HDR

Samanları toplamak, taşımak için çatal biçimindeki dirgen. İki dirgen çapraz asılmış ağaca. Bunlar tahtadan kesilip çatal biçiminde yapılmış. Esas dirgen olan sağdaki. Ağaç dalının ucunda üç dal ile çatal biçimi verilerek yapılmış doğal dirgen. Dirgenlerin altına asılmış boyunduruk ve kova.

20180430_130139_HDR

İnce çubuk dallardan ve kargılardan yapılmış iki geniş sepet. Bizim oralarda buna kelter diyorlar. Üzüm toplarken içine konulan üzüm salkımlarını taşımak için de işe yarıyor. Burada da üzüm bağları çok.

20180430_130148_HDR

Kaide üzerinde Atatürk büstü arkasında hamur teknesi. Tamamen ağaçtan oyulmuş olan hamur teknesi kullanılmadığı için çatlaklar oluşmuş. Yanında da dibi dar bir küp asılmış.

20180430_130157_HDR

Bulgur yaparlarken buğdayı tokmaklarla kırılan taş dibek. Ortası oyuk olan büyükçe taş parçası epey eski görünüyor. Artık bu dibek kullanılmıyor şimdilerde.

20180430_130205_HDR

Değirmen taşı.

20180430_130220_HDR

Demirden yapılmış tek pulluklu saban, bu saban tek bir at çekerek tarlayı sürmeğe yarıyor.

20180430_130305_HDR

Küp dala asılmış, yarısı kırık, altında taş silindir. Silindirin merkezi delik, buradan demir çubuk geçirilip üste doğru birleştirilerek çekilmesi kolaylaştırılmış silindirin. Bu silindir tarlayı düzleştirip sıkıştırmak için. Bir de toprak damlarda toprak serildikten sonra az su ile nemlendirilip toprağı sıkıştırmaya yarıyor.

20180430_130314_HDR

Ben açık hava müzesini gezip resimleri çektim. Ferdimen hala ocağın başında melemen yemeğini pişiriyor. Yanına oturup bakmaya başladım. Masada ikimizi birlikte Mehmet çekiyor bir poz. Bisikletim KUZ ve turuncu çantam yerde.

IMG_2704

Yemek pişti sonunda ve büyük bir iştahla yerken oradaki birine bizi çekmesini söyledik. O da bizi kırmadı çekti.

IMG_2705

Yemek yerken, yemeğin kokusunu alan dişi fino köpeği yanımıza geldi. Memelerinden anlaşıldığına göre yavruları var. Hemen yarım ekmek verdik. İlk önce kendi karnını doyurdu. Herhalde açtı. Köpek biraz zayıf görünüyor, tamamen beyaz tüyleri var. Kulakları dik olan köpeğin başı siyah renkte.

20180430_131559_HDR

Ekmeği bir çırpıda bitirdi ve beklemeye başladı. Herhalde doymadı dedik bir yarım ekmek daha attık önüne. Bu kez ekmeği kaptığı gibi bizden uzaklaştı. Yavrularının olduğu yere doğru gittiğini anladım. Sonra iki kez daha geldi, ikisinde de köpeği boş göndermedik. Köpeğe pek yiyecek veren yok galiba. O yüzden bulmuşken epey ekmek alıp götürdü. Köpek ağzında ekmek uzaklaşırken çekiyorum bir poz.

20180430_131605_HDR

Yanımıza iki kız çocuğu geldi, onları bakkala davet ettim, çantamdaki BayKuş kesemi alarak bakkala gittik. Canınız ne istiyorsa alın dedim. Kızlar da dondurma aldılar ve mutlu olarak dondurmalarını yalayıp gittiler. Ben de BayKuş kesemdeki paradan ücreti ödedim. Sonra toparlanıp yola çıktık hedefimize doğru. Ferdimen öndeydi ve ilk önce Mehmet’in resmini çekiyor. Etrafta pek ağaç yok, kırsal bir alan.

IMG_2711

Ardından ben de kareye girdim. Köyden çıktıktan sonra üstümü çıkarıp Güneş altında yanmaya devam ediyorum.

IMG_2712

Yol kıyısında, üzüm bağının yanında durduk. Burada uzun bir kavak, dibinde de kuyu var. Kuyu duvarı beton, üzerine de çıkrık makara takılmış.

IMG_2715

Bisikletlerimiz yol kıyısında park etmiş durumda beklerken kuyu ile birlikte resimlerini çekiyorum.

20180430_152810_HDR

Çıkrığa dolanmış ip, aşağı sarkan kovanın sapı ve karanlık kuyu dibi. Kova yok ortalarda, sadece sapı kalmış. Kuyudan su çekme umudumuz kalmadı.

20180430_152834_HDR

Çal kasabasına vardık, tabelasında yazdığı kadar 19.300 nüfusu var. Tabelanın üstünde de yuvarlak levhaya araba sollama yasağını belirtir uyarı. Sağ tarafta çam koruluğu görünmekte.

20180430_160459_HDR

Çal kasabasında, parkın içinde durup dondurmacıdan birer külah dondurma aldık. Güneş şemsiyesi altına oturup dondurmaları yalamaya çalışırken elçek resim çekiyorum üçümüzü.

20180430_163437

Parkın içinde yuvarlak, geniş kaidenin üstünde küçük bir kaide daha yapılıp üzerine insan eli, bilekten biraz daha uzun, aşağıdan çıkan bir el heykeli. Elin içinde üzüm salkımı. Demek ki gördüğümüz üzüm bağları Çal kasabasını sembolü.

20180430_170809_HDR

Yolun sağ tarafı mermer döşeli, sekiz basamaklı oturma yeri yapılmış. Orta yerine insanların yukarı doğru rahatça çıkması için ilave basamaklar konmuş araya. Üstte çam ve servi ağaçları var.

20180430_170828_HDR

İlginç yapıda ve boyalı bir çeşme görünce resmini çektim. Çeşmenin iki yanında kalın künk konmuş iki tane üst üste. Çeşmenin yalağı, aynası ve V biçiminde çatısı betondan. Çatı yeşil, diğer taraflar tamamen yağlı boya mavi renkte boyanmış. Çeşme yarım metre yükseklikte, taş duvar  ile birlikte yapılmış. Arkada tarla ve ağaçlar var.

20180430_171238_HDR

Başka bir çeşme önünde durdum. Küçük kareli mavi renkte fayans döşeli. Aynasındaki mermere;

“Kim bilir hangi akşam güneşle birlikte bende solacağım Yaşar Bacak”

Sağ altına iki kancalı askıya iki plastik beyaz tas asılmış. Solda bir askı daha var ama kancaları kırık.

20180430_172818_HDR

Yeşillikler arasındaki yolda arkadaşlar giderken durup köy tabelaları ile birlikte çekiyorum Tabelada Aşağıseyit 4 Km, Dayılar 9 Km, Gelinören 10 Km yazılmış. Biz de o köylere doğru gideceğiz. Tabelanın arkasında genişçe bir tarla yeni sürülmüş.

20180430_173235_HDR

Artık suyu azalan Büyük Menderes nehri çaya dönüşmüş durumda. O yüzden köprüler de kısaldı. Köprünün birinden geçerken demirine tabelamızı bağladım.

20180430_173528_HDR

Burada su çok az akıyor ve çok kirli. Suyun rengi ve yosunların renginden anladığım kadarı ile lağım suyu karışmış nehre.

20180430_173540_HDR

Köprüde resim çekerken bir aile ile tanıştık. İki kadın bir erkek. Akan lağım ve nehrin kirliliğini konuştuk. Amacımızı da kısaca anlattık. Onlar da akan lağım suyundan şikayetçi. Yanlarında olan oğluna bizi çekmelerini söyleyince hep birlikte elimizde bisikletlerle birlikte resim çekildik köprü üzerinde.

20180430_173949_HDR

Yolun solunda uzun kavak ağaçları, sağda ise söğüt ağaçları neredeyse yolu kaplamış durumda. Önde ağaçların arasında giden Mehmet’i arkadan çekiyorum ağaç manzaralı.

20180430_174210_HDR

Bazen nehir yatağından biraz yükseğe çıkıyoruz. Yol bizi öyle götürüyor ne yapalım. Yüksekten nehir yatağını çekiyorum. Nehir yatağını ağaçlar tamamen kapatmış, akan su görünmüyor. Kıvrılarak akan nehir kenarında uzun kavaklar boyları ile kendini belli ediyor. Aralarında söğüt ağaçları da var.

20180430_175017_HDR

Nehir yatağı kayalık bir vadiden geçiyor ve biz tepesindeyiz. Karşıdaki kayalık ağaçsız, çıplak. Kanyon halindeki vadinin kıyıları uçurum.

20180430_175316_HDR

Yol bizi deminki kanyonu tam  olarak önümüze çıkardı. Dibinde uzun kavak ağaçları derin bir kanyon içinden Büyük Menderes nehri akıyor. Bulunduğum yer bir plato sayılır.

20180430_175905_HDR

Geniş çimen ekili bir alanın kıyısında kare biçiminde beton, yarım metre yükseklikte. Üzerine küçük bir kare beton daha kondurulmuş. Anladığım kadarı ile bostan kuyusunun üzeri beton ile kapatılmış sanki. Kare köşenin az ilerisinde çoban, yanında iki koyun ve çoban köpeği heykeli yapılmış. Heykeller siyah renkte. Çim alanın ortasında telefon direği ve sonlarda tek katlı, beyaz badanalı bina. Arkasında uzun kavaklar.

20180430_181215_HDR

Artık çaya dönüşmüş nehir ile birlikte gidiyoruz. Nehir bazı yerde yatağından taşıp yayılmış olarak akıyor.

20180430_181222_HDR

Sık sık köprüler geliyor önümüze . Hepsine tabelamızı bağlıyoruz demire. Geçtiğimiz belli olsun. Bisikletim KUZ, tüylerim ve köprü korkuluk demirleri. Köprü demirlerine 3 metre yükseklikte profil demir kaynatılmış. Nedeni belli değil.

20180430_181655_HDR

Nehir yatağına set çekilip havuz biçimine dönüştürüşmüş. Fazla derin olmayan havuza su girip setten taşarak akmaya devam ediyor. Söğüt ağaçları ve kavak ağaçları nehre yakın.

20180430_181721_HDR

Beyaz renkli toprağı olan yerden geçiyoruz. Burası kıraç görünümlü küçük tepeleri olan arazi.

20180430_182026_HDR

Afyon sınırları içinde olduğumuzu belirtir afyon tarlaları çıktı karşıma. Mor çiçek açmış afyon bitkileri bu ayda, Mayıs ayında açıyor. Tarla içine Dayılar tabelası dikilmiş. Köy evleri az ilerde görünüyor.

20180430_184218_HDR

Ardından Gelinören köyüne de giriş yapıyoruz ama yeşil ağaçlardan köy görünürde yok.

20180430_184802_HDR

Köy tabelasından sonra köprü çıkınca bir tabela daha bağlıyorum bir tane. Köprü korkuluk demirleri tamamen ağaçlar sarmış.

20180430_185049_HDR

Köprüden aşağı bakınca suyun rengi bulanık ve çok kirli. Bu su aşağıya akıyor kirli olarak ama denize ulaşmadığını anlıyorum. Nedenine gelince Aydın – Denizli yolunda Sarayköy civarında Buldan yönüne dönüp nehri takip ettiğimizde Güney kasabasına doğru giderken Büyük Menderes nehrinin çok temiz aktığını görünce şaşırıp sevinmiştim. Temiz akmasının sebebi ne diye düşünürken burada akan suyu görünce anladım neden temiz aktığını. Büyük Menderes nehri üzerinde iki büyük baraj kurulu. Barajlara akan kirli sular baraj göl yatağına çöküp temiz su kanaldan elektrik santrali türbininden geçip yatakta akmaya devam ediyor. Nehir suyu iki kez barajdan arınıp tertemiz akarken kısa bir süre sonra Denizli yönünden gelen çaydan akan pis sularla karışıp akıyor denize kadar.

Bu kirliğe dur demek gerek. Köylerde lağım suları, sanayi bölgesinde fabrika atıkları. Buhar santrallarında zehirli ağır metaller Büyük Menderes nehrine akmamalı istedikleri gibi. Her yerde sıkı denetimli arıtma tesisi kurulmalı ve nehirlerimiz temiz akmalı. Büyük Menderes nehri büyük bir havzayı suluyor. Burada tarım ürünleri yetiştirilip pazarlardan soframıza geliyor. Yediklerimiz temiz sularda yetişmeli. Geleceğimize kanserli bir gelecek bırakmamalı, temiz bir geleceği planlamalıyız geç olmadan.

20180430_185105_HDR

Köyden geçerken yıkıntı durumuna düşmüş kerpiç bir ev görüyorum. Duvarın büyük bir bölümü yıkılmış içerisi görünüyor. İç kısımları ağaç direklerle desteklenmiş. Üzerinde topraktan dam var. Otlar çıkmış damın üstünde. Geçmişte yaşanmış anlar nelerdir kim bilir. İnsan böyle yıkıntı bir ev görünce geçmişi düşünmeden edemiyor.

20180430_185658_HDR

Hafif eğimli bir tepesi olan uçsuz bucaksız tarla sürülmüş, toprak rengi ortaya çıkmış. Tarla henüz ekilmemiş durumda.

20180430_190356_HDR

Büyük Menderes nehrine Menderes demelerinin nedeni düz, eğimi az olan arazide su akması için güce ihtiyacı var. Bu gücü de sudaki gerilim yüzünden alıyor. İleri akması için kıvrılıyor geriye doğru S biçiminde. Böylece düz arazide kıvrılarak yatağını yapıyor. Bu kıvrımlı akmaya da Menderes denmiş. Bu kelime Milattan önceki Yunan çağlarına ortaya çıkmış. Troya bölgesinde akan nehrin adı antik Yunanlılar Mendes diye adlandırmış. Bu kelime günümüze kadar gelip hala kullanılıyor. Menderes nehrinin akarken aldığı S biçimi aynı şekilde uzun ve ince olan yılanların yerde S biçiminde ilerlemesine benzetebiliriz. Yılanların ayakları yoktur ve kanının altında bulunan pulların hareketi ile kıvrılıp ileri doğru kıvrılarak S biçiminde hareket etme durumu gibi nehirlerin de düz arazide akması gibidir.

Durum böyle olunca düz arazide kıvrılarak akan nehir yatağını düz yapılmış yol yüzünden bir çok köprüden geçmemiz gerekiyor. İşte o köprülerden birinden daha geçerken tabelamızı bağlıyorum geçtiğimiz belli olsun diye. Toplam 6 köprüden geçmişiz bu gün.

20180430_191419_HDR

Köprü üzerinde bile nehrin S biçiminde aktığını görüyorum. Nehrin kısa bir bölümünü anca görüyorum, kıvrımlardan sonrası görünmüyor.

20180430_191427_HDR

Yine bir köprü ve tabelayı asıyorum demire. Bisikletim KUZ ile tabela bağlı köprü demirlerini çekiyorum.

20180430_192524_HDR

Nehir pis akmaya devam ediyor. Gördükçe içime sıkıntılar giriyor ve üzülüyorum.

20180430_192542_HDR

Başka bir köprüde çektiğim nehir görüntüsü, su akışı iyice azaldı ve pis akmaya devam ediyor. Bu pisliğe rağmen kıyılar ot bürümüş.

20180430_192553_HDR

Köprü demirine tabelamızı astım.

20180430_195447_HDR

Kimi yerde nehir kenarında söğüt ağaçları var.

20180430_195510_HDR

İşte demin bahsettiğim Menderes olayı. Nehrin kıvrımı S biçiminden neredeyse U biçimini almış. Karşıda kısa boyda sazlıklar kaplamış. Dipleri yeşil, üst kısımları sarı renkte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_2779

Kavaklar tabelası köy ile birlikte karşımıza çıktı. Kavaklar köyünde iki kavak var, biri yeşil, diğeri kurumuş. Başka da kavak görünürde yok. Tabelada yazdığı kadar 356 kişi yaşıyor. Rakım da 800 metre olduğunu belirtmişler.

IMG_2788

Kavakları geçtik, kısa sürede yakındaki Beyeli köyüne geldik. Her ne kadar mahalle yazsa da benim için köy olarak kalacaktır. Mahalle şehirlerde olur. Akşam olmak üzere. Bakalım köy civarında kamp yeri bulabilecek miyiz?

IMG_2789

Beyeli ilk okulunun bahçesi kamp yapmaya uygun. Bahçe içindeki bakkala sorduk burada kamp yapabilir miyiz diye. Bakkal da muhtara soralım deyip muhtarı aradık. Muhtardan olumlu cevap geldi. Biz çadırı kurarken muhtar geldi yanımıza. Kimlikleri alıp jandarmaya sorgulattıktan sonra kimlikleri geri verip evine gitti. Bizim gizli saklı bir şeyimiz olmadığı için içimiz rahat şekilde kampımızı kurduk. Kamp yerinde akşam yemeğini yaparken köylülerden olan Hasip Karakaya ve Necati Alkan bizi akşam çayına davet etti. Evi de yakın, bize gösterdi. Biz de davetini kabul ettik. Yemekten sonra çay içmeye gideceğiz. Yemeği pişirip yedik, sonrasında Hasip’in evine doğru giderek bahçede oturduk. Önümüzde tahta bir divanı masa olarak kullanıyoruz. Komşulardan iki köylü daha aramıza katıldı. Tanıştık köylülerle, çaylar içildi, sohbet kahve eşliğinde devam etti. Çayı Hasip’in eşi ikram etti. Karşılığında ben de kahve pişirip ikram ettim. Turumuzu anlattık, ne amaçla, nereden nereye, Büyük Menderes nehri buralarda çok kirli aktığını belirtik. Köylüler denetimsiz bir şekilde, arıtma tesisi olmadığı için tüm lağım sularını nehre boşalttıklarını öğreniyoruz. Köydeki yaşamı, çocuklarını okutup üniversiteyi bitirdikten sonra sadece tatillerde köye geldiklerini söyledi Nasip. Köydeki işleri kendi çabaları ile gücünün yettiği kadar yaptıklarını öğrendik. Gelecek nesil için durum pek iç açıcı değil. Köylerde tarım ve hayat bitmek üzere. Gençler tarımla, hayvancılıkla uğraşmak istemiyor. Kahve içerken divan etrafında oturmuş halde Ferdimen resmimizi çekiyor sokak lambasının ışığı altında.

IMG_2790

Akşam fazla geç olmadan köylülerden izin istedik. Onlar da yorgundurlar bütün gün tarla, bağ – bahçede çalışmaktan. Erken yatabilirler. Yanlarından ayrılıp  çadırlarımıza vardık. Çadırlara girip tatlı uykuyu bekletmedik fazla.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 61 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 3. Gün

25 Ağustos 2017 Cuma

Avşa Adası – Marmara Adası – Çınarlı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.

Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.

Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!…

Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Cem solda, Yıldız sağda bisikletleriyle durmuş, mataralarından su içiyorlar.

Güzel bir uykunun sonunda erkenden uyanıyorum her zaman olduğu gibi. Evin duvarsız bahçesinde, kocaman çam ağacının altına oturuyorum. Sabah kahvemi pişiriyorum ilk önce. Güne kahve ile başlamalı. Önce bir bardak soğuk su, kahveyi içtikten sonra yine bir bardak soğuk su. Ve kitabımı okumaya başladım. Avşa adasının sakinliği, havası ve insanları bana çok iyi geldi. İnsanlar bağırıp çağırmadan sakince konuşuyorlar birbirleriyle. Sıcak kanlı ve dostane tutumları adadaki sokak köpeklerine de yansımış durumda. Gece o kadar sokak köpeği gördük, biri bile bize dönüp havlamadı. Gece boyu da havlayan köpek sesi duymadım. Demek ki köpekler de yaşadıkları yerdeki insanlar gibi, sakin yerlerde sakin davranıyorlar yabancılara. Kavgacı, sert insanların yaşadığı yerlerde ise köpekler saldırgan ve sert davranıyor yabancılara. Bunu yaşayıp öğrenmiş oldum.

Bu gece kaldığımız evi çok sevdim. Ev tek katlı, üzeri kiremitli, bahçesi olan ama bahçe duvarı olmayan bir yer. Tam hayalimdeki ev, bahçe duvarı olmayan içi ağaç dolu bahçe. Sonradan Hakan’ın söylediğine göre Hakan küçükken babası dikmiş çam ağacını. Ağaç 50 yaşını geçmiş bile.

Okuduğum Dinler Tarihi kitabında Yahudilik bölümünde şöyle bir pasaj yazılmıştı; “Doğrular öldüğünde kaybeden dünyadır. Kayıp mücevher her zaman bir mücevherdir; fakat onu kaybetmiş olan sahibi pekala onun için ağlayabilir.” Bu pasaj bana ilginç geldiydi.

Evin bahçesi, solda çam ağacını kalın gövdesi. Kahverengi muşamba kaplı masa, oturma yerleri. Kahve ocağında kahvem pişerken ben kitabımı açmış okuyorum masada. Solda iki küçük ağaç, birinde havlu asılı. Soldaki beton duvar komşu evine ait. Arkada park etmiş arabalar.

Cem ve Yıldız bir süre sonra uyanıyorlar. İlk önce bisikletime aldığım kaset dişlisini değiştiriyorum. Bisikletleri hazırlarken Cem çakısını kaybettiğini, bir türlü bulamadığını bana şakacıktan ağlayarak söylüyor. Ben de az önce okuduğum pasajı sakince ona söylüyorum; “Kayıp çakı her zaman bir çakıdır; fakat onu kaybetmiş olan sahibi pekala onun için ağlayabilir.”  Nedense tam yerine oturdu. Pasajda kaybedilen mücevher yerine çakıyı yerleştirdim sadece. Cem’e Üzülme çakı her zaman çakıdır, bunun için pekala ağlayabilirsin tesellisini yapıyorum. Neyse ki çakısını bir süre sonra buldu, içi rahatladı. Ama pasaj dilimize dolandı bir kere.

Hakan erkenden gelip evde hazırladıkları kahvaltıya davet etti. Bizler eşyaları çantalara yerleştirip hazır olunca Hakan ile birlikte evlerine gittik. Çantaları evde bırakıyoruz, sadece gerekli olan eşyaları bir çantaya koyup yanımıza alıyoruz. Geniş balkonunda kocaman masa kahvaltılık malzemeleri ile doluydu. Eşi bizlere mükemmel bir sofra hazırlamıştı, sadece kuş sütü eksikti desem yeridir. Teşekkürler Hakan, kesene, gönlüne bereket. Kahvaltıyı hep birlikte muhabbet eşliğinde yiyoruz. Kahvaltıdan sonra kahve pişirip afiyetle içtik.

Masada Yıldız, Hakan ve ben oturmuşuz, elimizde fincanlar. Cem balkon duvarına oturmuş durumda elçek resim çekiyorum.

Kahvaltı için Hakan’a ve eşine teşekkürlerimizi iletiyoruz. Hakan ile birlikte cep telefonumun kamerasına poz veriyoruz. Cem bizi çekiyor, Hakan da beyaz tişört, üzerinde avcı yeleği, boynunda güneş gözlüğü sarkıyor. Benim üzerimde beyaz tişört. Urim Baba’nın Kahvesi logolu baskı var. Logoda önde bisiklet tekerleği, yukarı doğru siyah bir tüy, ucu beyaz. Ve kahve cezvesi.

Hakan ve eşi ile vedalaşıp bisikletlere binerek yola çıktık. Avşa adası turu yapacağız. Asfalt yolda Cem ve Yıldız gidiyor. Etrafta tek tük evler var. Sağda beton elektrik direği ve bir çöp tenekesi.

Avşa adasının sahilinden giden yolda deniz manzarası ile pedal çeviriyoruz. Masmavi Marmara denizi, küçük tekneler ve karşıda küçük Ekinlik adası.

Adada teknelerin bağlı olabileceği marina yapılmış. Denizin ilerisine kadar mendirek yapılmış. Azgın dalgalardan tekneleri koruması için. Kumsal, sazlık, küçük bir tekne denizde demirlemiş ve marinanın mendireği.

Yol hafif çıkışlı ve inişli. Sürekli denizi görmekteyiz ve rüzgar şimdilik karşıdan karayel olarak esiyor. Yol boyu takip eden elektrik direkleri ve irili ufaklı siteler.

Dedim ya buranın köpekleri insanları gibi sakin. Bizle ilgilenmiyorlar bile, çünkü adada hırsızlık olayı neredeyse hiç yok. İnsanlar evlerini kapısını hiç bir zaman kilitlemezlermiş. Hırsızlık olsa nereye kaçacak, yakalanıp ayağına bir taş bağla at Marmara denizine. Bir mikrop kurtulur dünyadan. İşte sakin bir kurt kırması köpeği bana havlamadan yürüyüp geçiyor.

Bazı yerlerde tek tük evler de var. Oraya kadar toprak yol yapılmış ve elektrik verilmiş direklerle.

Bazı küçük siteler karşımıza çıkıyor. Küçük bir koy ve turkuaz renkli kumsalı.

Adanı fazla yüksek tepesi yok ve etrafta nerdeyse hiç ağaç yok. Tepeler çalı bitkileri ile kaplı, kıyılar sazlık.

Kimi yerlerde üzüm bağları görüyorum.

Kıyılar sakin, kimse denize girmiyor. Deniz dalgalı. beyaz köpüklerle kumsala vuruyor. Kumsalda Zodyak bot duruyor. Sert rüzgarlara dayanıklı dikenli çalılar kumsalda top olmuş bir kirpi gibi duruyor.

Top olmuş dikenli çalılara bakınca içlerinde plastik şişeler gözüme ilişiyor. Marmara denizinden gelen plastik şişeler rüzgarın etkisi ile karada çalılara kadar gelmiş.

Yıldız ve Cem bisikletleri sürerken resimlerini çekiyorum.

Marmara denizinin harika adasında harika bir kumsaldayım. Denizden gelen sürekli dalgalar pırıl pırıl kumlara vuruyor ve geri çekiliyor sürekli olarak.

Dört ev, kumsalın dibinde. İyi hoş ta sadece evi yapanlara mı deniz ve kumsal. Buna izin veren zihniyet maalesef parası olana gücü yetmiyor. En az 100 metre denizden uzakta olmalı yapılar. Deniz ve doğa çirkin binalarla kirletiliyor.

Yol kıyısında sarı çiçek açmış kaynana dili bitkisinin bir resmini çekiyorum. Uzaktan bakmak bana yetiyor, dikenleri çok ince. Battı mı çıkarması zor.

Yol bir yerden sonra toprak olarak devam ediyor.

Açık denizden gelen sert rüzgara rağmen iyi gidiyoruz. Dalgalı deniz, yakındaki adalar ve tur yapan Cem, Yıldız ve ben olarak elçek resim çekiyorum.

Toprak yol devam ediyor sahil boyu. Araba da geçmiyor. Sadece üç bisikletçi yoldayız.

Bir bağın yanından geçerken durup daha yakından üzümlerin resmini çekiyorum. Avşa adasının şarabı ünlü. Bu bağlardaki siyah üzümler şaraba dönüşecek günü bekliyor. Hazır yakınında iken bir kaç salkım üzüm koparıp tadına bakıyoruz.

Üzümlerin tadına baktık ve yola çıkıyoruz. Önde Cem ve Yıldız bisikletlerine binmiş bile. Benim bisikletim KUZ beni öylece bekliyor.

Bazı yerde taş evler var ama terkedilmiş, harabe durumda.

Kayalık ve deniz muhteşem görünüyor. Denizin temizliği berraklığından belli oluyor.

Bazı yerde sahil kısa ve düz bir hat oluşturmuş. Beyaz köpükler saçarak kıyıya vuruyor, dalga şerit gibi.

Yol denizden tepelere doğru çıkmaya başladı.

Tepeyi aştık ve denize tekrar kavuştuk. Cem ve Yıldız durup mataralarından su içerken çekiyorum bir poz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yüksekçe bir tepe ve çalılardan başka bitki yok gibi. Ağaç ta yetişmiyor, hem rüzgardan hem de susuzluktan. Su kaynakları kıt, anca yağmur suları ne kadar yağarsa. Birileri çöpleri poşete koyup bırakmış ortalığa. Nedense taşımak güç geldi. Belki de kendi meydana getirdiği çöpün arabada kokmaması için öylece doğaya bırakmış.

Yine üzüm bağlarını görüyorum. Denizle bütünleşmiş sanki! Yeşil ve mavi.

Deniz masmavi, karşıda solda Koyun adası, üzerinde ağaç ve yerleşim yeri yok. Daha ileride Paşalimanı adası.

Altınkum sahiline geldik. Burası yazlıkçıların oluşturduğu küçük köy gibi. Önde Cem ve Yıldız, parke döşeli yolda gidiyor.

Küçük bir limanı olan balıkçı köyü burası. Bisikletim KUZ bana poz veriyor limandaki tekne ile.

Uzun bir sahili ve kumsalı olan Altınkum paralel gelen köpüklü dalgalar son noktada kumsala vuruyor.

Balıkçı köyünde kahvede oturup birer çay içiyoruz. Elimizde çay bardakları ile elçek resim çekiyorum.

Kısa bir çay molası bize yetti. Buradan tepelere doğru çıkmaya başladık. Adanın diğer tarafına doğru gidiyoruz. Bir tümsek üzerine derme çatma bir evin duvarındaki yazı çok ilginç. Yazıyı yazan ilkokulu zorla bitirmiş olmalı. Yazı öyle gösteriyor. Belki de müşteri çekmek için böyle yazılmış olabilir. Solda DOeALVE OReANİK YIMIRTA yazısı yazılmış. Sağda ise TOZAN DOeALVE OReANİK YIMIRTA. En altada telefon numarasını sığdıramamış, son iki rakam altta yazmış. Yazıda G harfini küçük e harfi gibi yazınca okunması zor oluyor.

Tepeyi hızlıca çıkıp adanın diğer tarafına pedal çevirmeden iniyoruz. Diğer taraftaki deniz göründü bile.

Dün gece karanlıkta görmemiştik. Avşa’nın meydanında kocaman üzüm salkımı heykeli var. Demek buranın ünlüsü siyah üzüm ve devamı şarap. Üzüm salkımı gerçekmiş gibi duruyor. İri taneleri ve sapın üstünde yaprakları yenilecek gibi gözüme göründü. Salkımın altındaki kaidede altın renginde harflerle AVŞA ADASI yazılı. Kaide siyah füme dikine desenli ünlü Marmara mermeri ile kaplı.

Bir evin duvarına yaslanmış iki bisiklet duruyor. Bisikletlerden birisi çocuk bisikleti 12 inçlik ve tamamen kırmızı renge boyanmış. Diğeri büyük 26 iç bisiklet sarı, turuncu karışık renge boyalı. İki bisikletin önünde ve arkasında çiçek saksıları konulmuş.

Merkezde durmayıp direk dün gece kaldığımız eve geldik. Bahçe duvarı olmayan tek katlı evi çam ağacı bir bölümünü tamamen örtmüş durumda. Diğer meyve ağaçları da az çok evin diğer kısımlarını kapatmış. Bahçe duvarı olmayan ev çok hoşuma gitti. İleride böyle bir ev yapmayı tasarlıyorum. Evin bahçesinde duvar olmayacak. Etraf meyve ağaçları ile çevrili olacak. Sadece bir kısmı güneşi görecek şekilde yapacağım evimi. Güneşten yararlanmak gerek.

Evin yanına gelince kaplumbağaların tok tok seslerini duyunca kulak kabartıp nerden geldiğini buldum. Adada yaşayan kaplumbağaların çiftleşme zamanına denk gelmişiz. Sarı otların arasında üç tane kaplumbağa cilveleşiyor. Sanırım biri dişi diğer ikisi erkek. Hangisi güçlüyse dişiye sahip olacak.

Evde bıraktığımız eşyaları alıp Hakan’ın evine gittik. Burada bisikleti bırakıp deniz kıyısına biraz yüzmeye gittim tek başına. Sıcak iyice bastırdı öğle saatlerinde. Biraz serinlemek iyi oldu. Deniz kıyısı, karşıda Ekinlik adası.

Hakan’ın eve dönüyorum, eşi bize nefis yemekler tattırdı. Ellerine sağlık, ardından yine dondurma ve bir dilim kavun. Bizleri iyice şımarttılar, böyle ağırlanmak ne güzel. Evden ayrılmadan önce toplu olarak elçek resim çekiyorum. Hakan’ın eşi, kızı ve oğlu da aramızda masanın etrafında oturmuş olarak.

Bisikletleri yükleyip hazırlandık. Hakan ve eşi ile vedalaşıp bizleri ağırladıkları için kendilerine teşekkürlerimizi sunduk. Hakan bizi iskeleye kadar götürdü. Biletleri alıp gemiye bindik. Gişedeki sefer tarifesinin resmini çekiyorum ne olur ne olmaz. Başka zaman lazım olabilir.

Gemi hareket etti ve deniz yolculuğumuz başladı. Avşa adasından uzaklaşıyoruz. Çok sevdim Avşa adasını. Umarım bir daha gelip daha uzun kalırım doyasıya yaşayarak. Son defa Avşa adasına ve Avşa’ya bakıp resmini çekiyorum.

Gemide elçek ile kendi resmimizi çekiyorum. Üç kişi mutlu bir gülümseme ile poz veriyor. Ben, Cem ve Yıldız.

Dışarıdaki koltuklara oturup elçek ile bir resim daha çektim. Cem’in baş ve işaret parmağı arasında minik bir elma duruyor. Rüzgardan saçlarım arkaya doğru dalgalanmış.

Adaların arasından geçiyoruz sakince. İzlemesi bile zevk veriyor, harika bir gün, harika bir deniz ve yolculuğumuz.

Geride Kapıdağı yarımadası çok uzaklarda kaldı. Daha yakında Avşa adası, o da uzaklara kalıyor.

Artık önümüze bakalım. Marmara adası göründü ve iyice yaklaştık. Marmara denizinde en büyük ada Marmara adası. Tepeleri çıplak ve kayalık. Eteklerinde bazı yerlere ağaç dikilmiş küçük bir alana. Kıyı taraflarında daha çok ağaçlar var. Marmara kasabası toplu evlerin bir arada kıyıda yamaca doğru tırmanmış.

Limanın ucuna yaklaştık. Birazdan feneri geçip iskeleye yanaşacak gemi. Tepeler çıplak kayalık.

İskele göründü, artık 200 metre bir ara kaldı.

Marmara adası iskelesine çıkıyoruz. İskele 2016 yılında yani geçen sene yenilenip onarılmış. İskele binası, Marmara adasından çıkan mermerlerle kaplanmış. Mermer dalgalı olarak oyulup kırmızı renkli Türk bayrağı olarak yapılmış.

İskelede gemiden karaya ayak basıyoruz. Kasabanın içinde karşımıza Hakan Sevin çıkıyor. İlginç bir durum her adaya çıkışta Hakan’lar bizi karşılıyor nedense. Her yerde Hakan. Sarmaş dolaş, merhaba diyerek hasret gideriyoruz birbirimizle. Eşpedal Ege turunda tanışıp kaynaşmıştık Hakan ile. Hakan’ın buraya geleceğini biliyordum. O yüzden hediyesi olan yağlı boya resmini taktim ediyorum. Resim rulo halinde verince dürbünden bakar gibi bana bakıyor. Ben de resmini çekiyorum öyle bakarken. Hakan Denizli’den Demet ile gelmiş Marmara adasına.

Yola çıkmadan önce elçek resim çekiyorum. Ben, Hakan ve yıldız.

Çay bahçesinde birer çay içip sohbet ediyoruz. Sonra toplanma yeri olan Çınarlı köyüne doğru yola koyulduk. Yol dediğim toprak yol, henüz asfalt atılmamış bazı yerler. Kanalizasyon döşemişler, o yüzden toprak yoldayız.

Yolda bize birisi daha katılıyor. Nedense bagajında küçük çantalar takmış. Çadır, uyku tulumu, mat ve diğer eşyaları sırt çantasına tıkıştırmış. Çantayı da sırtına vurmuş bayağı havaleli görünüyor. İlk defa bisikletle kampa katıldığı belli. Yol düz ve az aşağı gitse de karşıda zorlu bir yokuş bizi bekliyor.

Artık yapacak bir şey yok, tırmanmaya başladık. Yokuşun yarısına geldik bile. Ha gayret az kaldı, son yokuş.

Ada büyük olunca dağları da ona göre yüksek, o yüzden dağ yağmur sularını tutuyor. Çeşmeden su yavaş akıyor, su kaynağı kuvvetli demek ki. Dere taşlarından çeşme yapılmış. Gri taşlar ve beyaz taşlar desen olarak yapılmış. Çeşme başında Bisikletim KUZ ile bir poz resim çekiyorum. Önde ve arkada bagaj çantaları ve arkada sosis çanta. Tur için gerekli bütün malzemeler çantaların içinde.

Akşam güneşi ufka iyice yaklaştı. Son ışıklarını Demet ve Hakan’ın üzerine vuruyor. Gölgeleri uzamış. Hakan soluna doğru denize bakıyor ne gördüyse.

Yıldız ve Cem de arkalarından geldi güneşin son ışıkları üzerlerine vurmuş.

İnişte kıyıda küçük bir liman, liman yeni yapılmış sanki. Bir kaç balıkçı teknesi ve büyükçe bir gemi var. Limanda pek hareket yok. Dalgakıran iki tane, biri içte sağda diğeri dışta solda.

Güneş Trakya tarafında parıldayıp son ışıklarını vuruyor üzerimize. Karşıda Şarköy civarı siluet olarak görünmekte.

Marmara adasının şirin köylerinden birisi olan balıkçı kasabası Çınarlı göründü. Yolu döndük mü Çınarlı tamamen görünecek. Yeni yerleri görmenin heyecanı var üzerimde.

Eski  demir bir elektrik direğinde duran tabela “Çınarlı Hoşgeldiniz” diyerek bizi karşılıyor. Küçük, tek katlı bir ev ve tamamen ağaç örtüsü altında olan Çınarlı’ya giriyorum. Karşıda dik yamaçlı dağlar yüksek görünüyor.

Çınarlı’ya adını veren dev asırlık çınar ağaçlarının altına çadırları kuruyoruz. Çadırlar yanımızda oturup güzel bir tarhana çorbası pişiriyoruz bir tencere. Akşam yemeğini böylece halletmiş olduk. Bankta Hakan ve Demet oturuyor, ben, Yıldız ve Cem yerde matların üzerinde bağdaş kurarak oturmuş durumda resim çekiliyoruz. Muhabbet gırla gidiyor.

Çınarlıya adını veren çınar ağaçlarından birisinin yanında duran bisikletim KUZ ile resmini çekiyorum. Çınar ağaçlarının yaşı yaklaşık 1.000 yıllık var. Dev gövdeleri bozulmadan günümüze gelmiş. Kalın ve güçlü dalları 1.000 yıldır fırtınalara dayanmış ve geniş bir alanı kaplamış durumda. Böyle bir kaç ağaç geniş bir alanda yer bulmuş kendine ve dokusu bozulmadan günümüze gelmiş. Sakin bir balıkçı kasabası tam kafa dinlenecek yer. Hem Dünyanın 2. en az nem olan yerlerinden birisi. Adada çıkarılan mermer nemi barındırmıyor ve nemsiz bir ortam sağlıyor. Sadece bol oksijen ve iyot kokusu var.

Marmara adası tarih boyunca sürgün yeri olarak yaşamıştır. Sürgün yeri olması ve ana karaya bağlı olmadan zorunlu olarak burada kalınması hasretliği ve yorgunluğu dile getirir. Nazım Hikmet’in sürgünde iken yazdığı İstanbul hasretini yazdığı Mavi Liman şiirindeki Çınarlı burayı andırıyor sanki. Nazım Fransa da hastalık döneminde bu şiiri yazmıştır.

Çok yorgunum
Beni bekleme kaptan

Seyir defterini başkası yazsın

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman
Beni o limana
Çıkaramazsın

Nazım Hikmet RAN

İri gövdeli 1.000 yıllık çınar, kalın dalları gecenin karanlığını örterken sokak lambalarının parlak ışıkları etrafı ve ağacın altını aydınlatıyor. Bisikletim KUZ önde park etmiş.

Gecenin bir yerine kadar sohbet, kahve ile zaman geçirdik. Kayıt masasında kaydımızı da yaptırıyoruz festival komitesine. Festivale Ferdimen de gelmiş, buluşuyorum Ferdimen ile. Yatma zamanı gelince Hakan’ın çadırı yok, kalacak yeri de yok. Ona hamağımı veriyorum, artık uyku tulumuna sarılıp yatsın. Yapacak bir şey yok. Herkes birbirine iyi geceler dilekleri ile çadırlarına girip yatıyor.

Avşa adası turumuz toplam 14 Kilometre civarı

Haritası aşağıda.

Powered by Wikiloc

Marmara adasında Çınarlıya kadar olan bölüm 6.5 Kilometre. Bu gün yaptığım toplam yol 21 Kilometre civarı.

Aşağıda Marmara – Çınarlı arası yol haritası

Powered by Wikiloc

Mysia Yolları 1. Gün

7 Mayıs 2017 Pazar

Çobanlar köyü – Gökçukur köyü – Hamidiye köyü

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

Yattım uyudum

kitlendi kapılar

bulvarlarda kalmadı kimseler

tramvaylar durdu kesildi ceryanlar

savaş yok dert yok

rasim’in ağrıları yok

ya ayaklarım hani

hani nerde ellerim

kim idi o einstein

o sultan Süleyman kim idi

yattım uyudum uyudu herkes

her şey uyudu

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, ön dört çocuk ve ben, duvar üstünde resim çekiliyoruz. Çocuklar ısmarladığım dondurmaları yiyorlar.

Sabahın köründe ineklerin möööö sesiyle uyanıyorum. Boynundaki çan, bazen hızlı, bazen de yavaş vuruşlarla ötüyor. Dışarıdan gelen sesleri çıkaranları görmek için çadırımın kapısını aralayınca çoban inekleri sol tarafa, dağa doğru götürürken görüyorum. Çoban bazen ineklere dokunup daha çabuk yürümesini sağlıyor. Demek bazen hızlı çalan çan sesi bu yüzdenmiş. Çadırları kurduğumuz yer ineklerin otlatmak için götürüldükleri yol. Önümde yeşil bir çadır var, o da yolun tam ortasına kurulu. İyi ki inekler yememiş çadırı yeşil diye.

Çadırımın içinden görünen siyah beyaz bir inek ve arkasında onu otlatmaya götüren çoban. Mavi kot pantolon giymiş, üzerinde de kirli beyaz ceket, kapşonu da kafasına geçirmiş üşümesin diye. Buraların rakımı yüksek, havalar serin olur sabahın erken saatleri.

Suyun kaynağına yolculuk turu bitmişti dün, bu gün dönüş yoluna geçecekler ve Bursa yönüne gidecekler ikiye ayrılacağız. Ben, Cem Tabanlı ve Antalyalı Ceyhun, Mehmetali, Nafiz, Vedat Bursa’da ki Mysia bisiklet festivaline katılacağımızdan toplam 6 kişi Bursa’ya doğru pedal çevireceğiz. Diğer arkadaşların bir kısmı Gölmarmara üzerinden, kimisi Soma yönünden, Kimisi Akhisar, Manisa, Menemen üzerinden İzmir’e gidecek. Aslında programda dönüş için birlikte hareket edilecekti ama aldığımız karara göre herkes istediği biçimde serbestçe kendi yolundan dönüşe geçecek diye. Bizim zaten belliydi Bursa’ya gideceğimiz.

Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra çadırını, eşyalarını toparlayıp bisikletine yükledi. Bizler ayrılacağımızdan diğer yöne gidecek arkadaşlarla vedalaşıyoruz. Herkes birbirine dikkatli gidin, yolunuz açık olsun dileklerini bildirdiler. Bursa yönüne gidecek olan 6 kişi en son kamp yerinden ayrılmadan önce borudan devamlı akan sudan şişelerimizi tıka basa su ile dolduruyoruz yola çıkmadan önce.

Çeşmenin ayna olarak yapılan duvarı briketten yapılmış. Bir briketin boş iki gözlü kısmı dışa bakacak şekilde çeşmenin sağ üst tarafına konmuş . Bu iki göze bardak, sabun yada başka bir eşya koymak için öyle örülmüş. Yapan ustanın bunu düşünmesi güzel. Borudan akan çeşmenin altında uzun bir yalak ve içi su dolu. İnekler, koyunlar geçerken buradan suyunu içip öyle yoluna devam ediyor. Tıpkı bizler gibi.

Artık yolcu yolunda gerek diyerek yeni maceralara atılmak için bisikletlere binerek yola çıktık. Köyün içinden geçerek Koca çayın olduğu köprüye gelince durduk. Son kalan toprakları da çaya dökmek gerek. Dün suyun kaynağına kadar gidememişti ve toprak hala çantamda duruyor. Bu çayın ismi buralarda Koca  çay. Buradan Kırkağaç’a kadar Koca çay ismi ile aktıktan sonra Bakır beldesinde adı değişerek Bakırçay oluyor. Ferdimen hala bizimle ve beni toprak dökerken resim çekiyor. Yanımda da Cem Tabanlı. Köprünün korkuluk demirlerinin üst kısmı yok, sadece bir kaç boru kalmış, tehlikeli bir yer.

Elimde toprak aşağıda çay ve ağaçların yapraklarından az miktarda görünen su. Avucumda ki toprağı çaya döküp temiz olarak denize kavuşmasını diliyorum son olarak. Belki dileklerimiz gerçek olur, insanlar doğaya yaptıkları kötülüklerin farkına varır da çevreyi kirletmeyi bırakır.

Ferdimen ile vedalaşıp ayrılıyoruz ana yola çıkmadan önce. Bir süre ana yoldan aşağıya doğru gidiyoruz. Yaklaşık 1 Kilometre ana yoldan gidip sağa doğru ilk yola saptık. Ben kendime gidiş rotası yapmamıştım. Antalyalılar kendilerine göre bir rota çıkarmışlar. Biz de onlara uyarız dedik. Rota konusunda uzman olan ve daha önce günlerce harita üzerinde çalışıp rota çıkaran Vedat Karakaya bizleri Bursa’ya kadar götürecek. Rehberimiz Vedat, o nereye götürürse peşinden gideceğiz. Köy yoluna sapar sapmaz macera başlıyor. Yol kıyısında çeşmenin başında durup kısa bir mola verdik. Çeşmenin başında kocaman bir söğüt ağacı, küçük çalılar ve yeşil çimenlerle kaplı etraf.

Çeşmeden sonra biraz dik yokuşlar başladı, herkes düşük viteste kendi temposu ile yolda gitmeye başladı. Köy yolları sessiz, sakin, araç yok, doğada, ağaçların arasından bol oksijeni içimize çekerek çıkıyoruz yokuşu ağır ağır.

Avucumun içi Vedat Dedim ya rota konusunda bilgili olan ve rotaları çıkaran Vedat Karakaya rotayı yapmış diye. İşte Vedat’a Antalya’da yaptığı turlarda “Avucumun içi Vedat” ismini takmışlar. Bu ismi takmalarının nedeni ise her yeri avuç içi gibi bilmesi. Neresi olursa olsun “Ben buraları avucumun içi gibi bilirim” diye övünmesi. Arkadaşlar yokuşu çıkarken önden gidiyorlardı. Ben arkalarından tıngır mıngır gelirken bir baktım ilk kavşakta durmuşlar bir şeylere bakıyorlardı. Dedim ki kendi kendime “Acaba beni mi bekliyorlar!” diye. Ama yanlarına yaklaşınca gerçeği öğreniyorum. Meğerse yola çıktığımız ilk kavşakta yolu kaybetmiş Vedat. Acaba sola mı, yoksa düz yukarı mı devam edeceğiz çıkaramamış. Daha yolun başında ilk kavşakta kaybolmamızın anlaşılması sonucu hepimiz kahkahaya boğulduk. Antalyalı arkadaşlar bunu bildiklerinden Vedat’a bakıp bakıp kahkahalarla gülme krizine girmişlerdi bile. Ben ve Cem de kahkaha tufanına katıldık. Daha ilk kavşakta yolunu bulamayıp kaybolan Vedat bundan sonra yolu bulup nasıl götürecek acaba. Bu anı yaşadığım en güzel anlardan birisi olarak kalacak. Diğer arkadaşlar için de durum aynı. Unutulmaz bir anı olmuştu bizler için ve yola böyle güzel bir anı ile başlamamız turu çok güzel geçireceğimiz duygusu kapladı içimi. Çok uyumlu, neşeli, esprili ve bol gülmeli tur nerede bulacağız. Bu arada Vedat yolumuz üzerindeki köyleri tek tek listelemiş. Her birimize 5 köy vererek bunları unutmamamızı, köyleri takip etmemizi istedi. Elbette bu isteğini yerine getireceğiz deyip paylaşılan köyleri 5 dakika sonra unuttuk gitti. Hatırlamıyorum bile hangi köyler olduğunu.

Yol çatısında küçük çatılı durak binası, önünde bisikletlerinden inmiş, yolunu kaybetmiş bir topluluk. Yolun bir tarafı sola gidiyor. Diğeri düz yukarı doğru gitmekte.

Sonunda doğru yolu bulup yeşilliklerin arasından gitmeye başladık. Solumuz çam ormanı, sağımız tarla, bağ, bahçe ve uzun uzun kavaklar.

Köy yollarında çeşme olmazsa olmaz. Köylüler bilirler ki insanların en önemli ihtiyacı sudur. Su olmazsa hayat olmaz. O yüzden yol kıyılarında bir yerden bir yerlere giderken belirli yerlere çeşme yaparlar. Hem yük hayvanları için, hem otlayan keçi, koyun, ineklerin içmesi için. Hem kendisi susayınca kana kana içmesi için. Bunun yanında yaban hayvanları da insanların geçmediği saatlerde gelip su içerler. Kuşlar, böcekler de faydalanır sudan. Bir kurbağa gelip buraya yerleşir yalağın içine. Çok görmüşümdür bir iki kurbağanın çeşmenin başına gelince suyun içine atladıklarını. Haliyle bizim gibi yolcuların çeşmenin başında durup su içerken hayır duasını esirgemez çeşmeyi yaptıranlar için. Seviyorum böyle çeşmeleri ve mutlaka durup su içerim. Ayrıca şişelerimin sularını da tazelerim. Çeşmenin başında dinlenip enerjimi toplarken hayır duası ederim yaptırandan ve yapan ustalara.

Yeşillikler arasında 1 X 2 metrelik beton bir aynası olan çeşmenin önünde yine betondan yalağı. Yalağın içi su dolu, çeşmeden sürekli su akıyor.

Yokuş çıkmaya devam ediyoruz, önümüzde bir köy görünüyor. Köyün evleri ve iki tane caminin minaresi köyün kalabalık olduğunu gösteriyor. Minarelerden biri tek şerefeli, diğeri iki şerefeli. Daha yukarılarda rüzgar gücü ile dönem rüzgar türbinleri görünüyor. Demek ki tepeye az kalmış.

Köyün girişine geldik, Avucumun içi Vedat yine yolu şaşırdı. Elindeki notlara, haritaya bakıp doğru yolu bulmaya çalışıyor. Bu köy Halkaavlu köyü. Vedat rotaya bakınca bu köye girmeden düz gideceğimizi söyledi. Köyün girişinde dolmuş durağı yapılmış kırmızı renk ile boyalı. Durağın yanında da çeşme var, yolcular dolmuş beklerken susadıklarında içsinler diye. Durağın içinde Mehmetali ve Vedat oturmuş. Nafiz su dolduruyor çeşmeden. Cem bisikletinin bagaj çantasından bir şeyler alırken eğilmiş durumda. Ceyhun ise bisikletine bakıyor, ben bu kadar yükü nasıl taşıyorum diye. Çünkü en çok eşyası olarak görünen Ceyhun’un bisikleti.

Yol kıyısındaki otlar epey uzamış, daha çok sarı çiçekleri olan bitkiler arasında mavi çiçek açmış başka bir bitki yeşillik içinde sarı çiçekler arasında mükemmel bir tablo oluşturmuş.

Rüzgar türbinlerine iyice yaklaştık. Devasa boyutu ve dönen kanatlarının çıkardığı ses duyuluyor buradan.

Rüzgar türbinleri tepede olunca yol da oraya doğru gidiyor, rotamız öyle. Dört bisikletçi rampa çıkarken bir poz çekiyorum.

Yine bir çeşme görünce durup resmini çekiyorum. Borudan akan suyu yalağın içine dökülürken uzunlamasına tamamen bir anlık donduruyorum resimde. Berraklığı gözle görülür biçimde. Akarken bunu fark ediyorum. Bunu izlerken bile susuzluğum gidiyor. Arkada çam ormanı.

Dağlar ve tepeler, rüzgar türbinleri bu tepelerin üzerinde kurulmuş. Türbinlerle aynı hizaya geldik sayılır ama biraz daha çıkacağız. Düz arazi olmayınca köylüler daha çok hayvancılıkla uğraşıyor. Hayvanlar da otlarken su ihtiyacını çeşmelerde ki yalaklardan gideriyor. O yüzden her yerde yalağı olan çeşme görmek olası.

Gökçukur köyüne geldik ama bitkin bir durumda. Yol devamlı tırmanışla ve bisikletlerimizin yükü çok olunca yorulmamak elde değil. Çokça efor sarf ediyoruz. Köyün girişine gelince hem dinlenmek için hem de gördüğüm önü açık, duvarları kalın ve düzgün taşlarla örülü küçük bir fırının resmini çekmek için durdum. Üç tarafı kalın duvarla örülmüş fırının üstüne çatı yapılmış ve kiremitle kaplı. Duvarlar ve fırın beyaz kireç badanalı. Fırında yanan odunlar biraz is yapmış kenarlarını. Yapının önü tamamen açık durumda. Arkada yüksek taş bir bina. Yukarıya merdiven ile çıkılıyor. Üç penceresi ve giriş kapısı var.

Köyün içine geldiğimizde köyde bir hareketlilik olduğunu gördük. Köylüler bizi görünce “Hoş geldiniz, yemeğe buyurun” diye davet ettiler. Buraya çıkarken harcadığımız enerji azalınca yemek davetiyesi acıktığımızı hissettirdi. Köyün ilkokulu ve çok amaçlı kapalı salon görünüyor. Okulun avlusu düzgün bir zemin, kilitli beton taş döşeli. Avlu iki kademeli. Okul binasının dibinde kum yığını ve blok tuğlalar okulda tadilat yapıldığını gösteriyor. Mehmetali yere çömelmiş bisikletinin yanında durup ön tekerleğinin lastiğini şişiriyor pompa ile. Bir kaç köylü ayakta öylece duruyor. Hayır için lokmacı çağrılmış köye, lokmacının arabası kenara park etmiş.

Okul binasının giriş kapısının önünde bir kız çocuğu plastik sandalyeye oturmuş. Diğer kız çocuğu ayakta babası ile bir şeyler konuşuyor. Okulun duvarına tabelada Manisa Kırkağaç Gökçukur ilkokulu yazılmış. Tabela mavi turkuaz renginde. Okul duvarları sarı renkte.

Bizi kapalı, yüksek, geniş bir salona alıyor köylüler. Burada masalar, sandalyeler konulmuş, köylüler yemek yiyorlar hep birlikte. Bizi masanın birine oturtuyor davet eden köylü. Dışarıda gördüğümüz lokma arabası lokma değil de pişi denen hamur işi pişiriyorlar. Geniş ve derin leğenlerde pişirilen pişiler sıralanmış durumda. Üç tene leğen içinde pişi dolu.

Yemek davetini veren köylü yeni emekli olmuş. Emekli olunca hayır için tüm köye yemek veriyor. Kısmet bize de düştü. Emekli olan köylü bizlere hoş geldiniz diyor. Biz de emekliliğinin hayırlı olmasını, sağlıkla, ailesi ile birlikte emeklilik yaşantısının mutlu olması dileklerimizi iletiyoruz kendisine.  Vedat hayır yapan köylünün resmini çekiyor. Köylü ayakta duruyor, üzerinde kareli gömlek, kollarını kıvırmış iki kat yukarı doğru. Üzerine de yelek gri renkte. Kafasında takkesi, ak düşmüş sarkık bıyıkları ile mutlu bir şekilde poz vermiş. Yemeği dağıtan iki kadın yere çömelmiş, önlerinde leğenlerde yemekler ve salata. Bir leğende sahanlar konulmuş. Sahanlarda yemekler konulmuş tepsilerde duruyor. Gelen misafirlere tepsi ile ikram edilecekler.

Masaya oturduk, gelen nefis yemekleri, pişileri ve en çok bol hoşafı ile donatılan sofradakileri silip süpürdük. Farkında değildik köye geldiğimizde bu kadar acıktığımızın. En hoşumuza giden de hoşaf oldu. Hani derler ya “Eşek hoşaftan ne anlar” diye. Hiç birimiz eşek olmadığımıza göre hoşafın nefis tadı ile bir çok pişiyi midemize doldurduk.

Masada Cem, Nafiz ve Vedat otururken, masanın üzerinde yemek tepsisi. İçi yemek dolu tabaklar ve pişiler.

Yemeğin üzerine yemeği hazırlayan köylü kadınlara ve emekli olan köylüye teşekkürler ettik. Yola çıkmadan önce pişi, zeytin ve çökelek verdiler bolca. Böyle gönlü bol köylüler var oldukça misafirperverlik bitmez. Sonra köylülerle dışarıda oturup sohbet ediyoruz, gideceğimiz yolu bize tarif ettiler. Avucumun içi Vedat not tutuyor köylüleri dinleyerek. Yola çıkmadan önce avluda birlikte bir resim çekiliyoruz köylülerle birlikte. Resmi Vedat’ın tripodunda zaman ayarlı çekiyor.

Köylülerle vedalaşıp yola çıktık. O kadar çok yemişiz ki dolu mide ile yola çıkmak zor olsa da az kalan son yokuşa doğru gitmeye başladık. Yol toprak, tepelere doğru ilk başta düz olarak gidiyor.

Biraz yükselince yemek yediğimiz Gökçukur köyünün resmini çekiyorum.

Henüz tepeye çıkmadan önce yorgunluktan dinlenirken hadi boş geçmeyelim, bir poz çekilelim deyince Vedat tripodda zaman ayarlı resmimizi çekiyor. Arkada kayalık dağların dorukları, toprak yolda atlı bisikletçi. Ceyhun elinde kaskı selam veriyor kameraya. Bisikletlerimiz de yanımızda. Resim çekildiğimiz yer çeşmenin başı.

Tepeye çıktık sayılır, rüzgar türbinlerinin hizasına geldik. Cem Tabanlı’nın resmini bisikletinin üzerinde çektiğimde arkada, aynı hizadaki tepelerdeki rüzgar türbinleri de sıralı olarak dağılmış.

Bizlere göre yükü fazla görünen Ceyhun Altın bana doğru gelirken resmini çekiyorum. Önde ve arkada bagaj çantaları dolu.

Rüzgar türbinlerine yakın olmamıza karşın bir türlü zirveye çıkamadık henüz. Git git bitmiyor. O yüzden önde giden arkadaşlar yol kıyısında durmuşlar yere oturarak dinleniyorlar.

Yediğimiz yemeğin ağırlığı ile dolu mide ile bisiklet sürmek zor. Bir de yüklü olarak zirvelere çıkmak o kadar kolay değil diyerek verilen molada Cem yere yatmış sırt üstü, bir ayağını diğer ayağının üzerine atıp dinlenirken resmini çektim. Ben resim çekerken Ceyhun da geliyor yanımıza.

Biraz dinlenip enerji topladıktan sonra son gayretle zirveye çıktık. Rakım 719 metre, ve zirvede rüzgar şiddetli esiyor. Rüzgar Lodos, arkamızdan esiyor. Biz Kuzey Doğuya doğru gittiğimizden rüzgar devamlı arkamızdan esiyor. Şanslıyız yani, İzmir tarafına dönen arkadaşlar sürekli esen Lodos rüzgarına karşı bisikleti sürmekteler. İlk defa rüzgar türbininin dibindeyim. Bana göre devasa boyutu, 120 metrelik kulesinde 60 metrelik kanatları ile döndürdükleri jeneratör kocaman. Jeneratör 3 Mega Watt gücünde. Bu kadar güçlü bir jeneratörü anca bu kadar büyük kanatlar döndürebilir. Türbin kanatlarının dönmesi ile oluşan uğultu insanı ürkütücü derecede. Bu ürkütücü ses yaban hayatı da etkilediği kesin. Yakın oluşumdan dolayı bisikletim KUZ  ile rüzgar türbini birlikte çekmeye çalışsam da sığmıyor.

Sadece pervaneyi çekmeye çalışıyorum ama dibinde olunca kadraja sığmıyor. Pervanenin bir kanadı 60 metre, iki kanat açıklığı 120 metre olunca böyle çekebiliyorum. Üstteki kanadın bir kısmı görünmüyor. Türbin üç kanatlı, uçları kırmızı iki şerit boyalı. Uzun boru gövdenin üzerinde kocaman bir jeneratör. Kanatlar ortadaki jeneratörün miline bağlı. Pervaneler döndükçe jeneratörün milini çevirerek elektrik üretmeye başlıyor. Dağın zirvesinde de rüzgar hiç eksik olmuyor.

Çeşmenin yalağına Cem ile beraber yan yana yalağın kenarına oturup poz veriyoruz kameraya. Önümüzde Cem’in bisikleti var. Çeşmenin arkasında tek katlı, üzeri kiremit örtülü bir ev.

Çıktığımız yokuşlar dik ve karnımızın tıka basa dolu olması bizi biraz gevşetti. O yüzden küçük bir ağacın gölgesinde sığıntı olarak dinlenmeye başladık yayılarak.

Ağacın gölgesinde dinlenirken birer kahve yapıyorum ve içiyoruz. Kahve yaparken yerde ölü bir kelebek dikkatimi çekiyor. Kelebek iki parçaya ayrılmış. Ön iki kanat ve arka iki kanat şeklinde. Kelebeğin kısa ömründe eşini bularak çiftleşip yumurtalarını doğaya bıraktıktan sonra enerjisi bitince yaşamı bitiyor ama gelecek nesil garanti altında. Kelebeğin iri kanatları dört tane. Kahverengi desenli çizgileri ve dört kanadının ortalarında birer tane göz gibi leke var. Gözün ortası iri siyah bir nokta, etrafı sarı ve dış çemberi siyah bir halka ile kaplı.

Yol toprak olsa da zirveden iniş çabuk oluyor. Zaten çeşmenin başındaki mola öğle uykusunu bastırdı kahve ile birlikte. Trafiğin olmadığı köy yollarında rahatça bisiklet sürüyoruz. Kocaiskan köyünde durduk. Köyün bakkalından serinlemek için dondurma ve soda ile bir şeyler atıştırmaya başladık. Altı bisikletçi köyde hemen fark ediliyor. Daha çok köyün çocukları bizi görünce yanımıza gelip meraklı gözlerle süzerek en cesaretli olanların soruları ile sohbete başladık. Çocuklara elden geldiği kadar cevap veriyoruz. Daha çok eğitici şekilde yaptığımız bisiklet turu ve bisiklet donanımları ile ilgili. Çocuklarla sohbet ederken aklıma neredeyse bir yıldır yollarda bulduğum paralar geldi. Tire’de keçeciden aldığım para çantası bozuk para ile dolu. Havalar da ısındı, yaza girmek üzereyiz, bakkalda da dondurma var. Çocukların hepsini toplayıp bakkaldaki dondurma dolabından herkes dilediği dondurmadan bir tane alsın diyerek hepsine ısmarladım. Kesemden paraları çıkarıp bakkal amcaya bozuk demir paralarla hesabı ödedim. Bakkal da sevindi, çocuklar da. Ama çocuklar mutlu olarak dondurmasını yalarken daha çok sevindiğine eminim. Beni sormayın… Sonra ellerinde dondurmaları ile 14 çocuk ile birlikte resim çekildik. Bir taraftan dondurmasını yalayıp bir taraftan da teşekkür ediyor çocuklar. Onları mutlu görmek bana yetiyor.

Az yüksek bir duvarın üzerine 14 çocuk ve ben birlikte poz veriyoruz kameraya. Çocukların üzerinde renkli tişörtler, altlarında uzun kot pantolonlar giymiş. Hiç birisinde kısa pantolon yok. Sadece bende kısa pantolon var. Duvarın solunda beton merdiven ve demir bir korkuluk takılmış. Akada ev ve bahçe duvarı, ağaçlar. Bir de büyük demir kapı mavi boyalı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Köyden mutlu bir şekilde ayrılırken karşımıza iki yol çıkıyor. Avucumun içi Vedat’a soruyoruz ne tarafa gideceğiz diye. O da ciddi bir şekilde sağ tarafa diye karşılık veriyor. Ardından da basıyoruz kahkahayı. Yol iki tarafa gidiyor, soldaki yolda bir traktör römorku ile park etmiş. Sağa giden yol asfalt.

Artık inişteyiz ve bisikletleri yokuş aşağı salıyoruz. Pedal çevirmeden, yükün verdiği ağırlık bize ivme kazandırıyor.

İnişimiz küçük bir vadiden oluyor ve manzarası da harika. Ormanı oluşturan çam ağaçları, dere yatağında uzun kavaklar, yol kıyısında yeni yaprak açmaya başlamış incir ağaçları. Karşıda tepeler ve kayalıklı bir dağ manzarayı oluşturuyor.

Avucumun içi Vedat çizdiği rotaya göre ana yolda bir süre bisiklet süreceğiz. Ana yolda Manisa ilini bitirip Balıkesir iline giriş yapıyoruz resmi olarak. Tabela öyle söylüyor, yoksa benim için sınır diye bir şey yok. Bu sınırı insanlar çizmiş ona uyuyorlar. Ben Dünyalı olduğum için sınır tanımam. Balıkesir il sınırını gösteren tabela, ana yol, sağda ağaçlar ve önümde giden bir bisikletçi. Yol kıyısında bariyerin başlangıcında kırmızı – beyaz boyalı uyarı levhası. Sürücüler Balıkesir’e girerken bariyerlere çarpmasın diye konulmuş.

Ana yolda gitmek biraz sıkıcı, pek manzara, çeşme ya da duracak bir yer yok dinlenmek için. O kadar inişten sonra yokuş çıkmaya başladık. Herkes kendi temposunda giderken Cem Tabanlı ileride beni beklerken görüyorum. Yanına yaklaşınca “Urim, biraz aşağıda yol kıyısında yerde yatan kartalı gördün mü?” diye sordu. Ben de “Görmedim, nerede?” deyince uzun bir ağacın olduğu yeri işaret ederek kuşun orada olduğunu söyledi. Yaklaşık 500 metre tekrar gerisin geri yokuş aşağıya doğru gittim hiç üşenmeden. Dikkatli bakarak yol kıyısında bir kenarda ölmüş kartalı buldum. Büyük olasılıkla alçaktan uçarken ya da serçelerin peşinden avlanırken araçların hizasından tam geçtiği sırada cama çarpıp öldüğü kesin. Kartalın yanına yaklaşıp resmini çekiyorum. Artık özgürce uçamayacak olan kartalın kanatlarını koparıp alıyorum. Neden derseniz kartal tüyünü bisikletimin gidonuna koyup tekrar özgürce uçtuğu gibi rüzgarı hissettireceğim. Doğal olarak ölmeyen kartal ölüsü doğal olmayan plastik su borusu ve plastik su şişesinin yanında öylece yatıyor kanatları emin ellerde.

Yaklaşık 6 Kilometre civarı ana yolda gittikten sonra sağa, köy yollarına saptık. Ana yolun yakınındaki ilk köyde molamızı verdik köyün kahvesinde. Köyün adı Akçakısrak köyü. Küçük köyün kahvesinde çay içip bir şeyler atıştırdık. Yanımızda Gökçukur köyünde verilen pişilerden epeyce var. Pişiler ara öğün olarak iyi gitti. Oturduğumuz kahvenin karşısında tarihi bir caminin bakım inşaatı var. Cami taş bina olarak yapılmış. Tahta iskele kurulup duvarların bakımı yapılıyor.

Bir süre dinlenip tekrar yolumuza devam ediyoruz. Nerede kamp atacağız belli değil. Ya da avucumun içi Vedat söyledi de ben unuttum. Yol yapım çalışmalarının olduğu kısımdan toprak yolda bir süre gidiyoruz yolu yapan iş makinelerinin arasından. Etrafta çam ormanı, toprak yol ve sağ tarafta toprak yığını. Bu toprak yığınını iş makineleri yola dağıtacaklar.

Orman içinden geçen yolda karşıma Kanada Erguvan ağacı tüm dalları pembe çiçeklerle kaplanmış olarak çıktı. Baharın müjdecisi olarak açan Erguvan ağacı yeşil orman içinde ayrı bir görsellik katmış. O kadar çok çiçek açmış ki neredeyse dallar görünmüyor. Ağaç baharı karşılamak için coşmuş ta coşmuş.

Güneş ufka yaklaştı, kamp atmak gerek diyerek uygun bir yer bakıyoruz kendimize. Yolun tam bir U dönüşü yapan bir yerde suyu akan bir çeşmenin olduğu yerde durduk. Etrafı araştırınca burada kamp atmaya karar verdik. Tam bize göre bir yer. Yoldan geçen araç pek yok, gayet sessiz. Etrafta ev mev de yok. Yol U dan daha fazla dönüyor, küçük bir dere yatağı yanında. Bir kıyısından gelip diğer kıyısından geri giden yol. Dere yatağında çınar ağaçları, çalılar kaplamış. Güneş sol tarafta bir tepenin yamacında son ışıklarını vururken. Güneşin batışını izliyorum bir süre.

Çeşmenin arkalarında, düzlük ve yoldan görünmeyen bir yerde kamp alanını kurmaya başladık. Güneş tepelerin arkasında kayboldu. Henüz hava kararmadan akşam ateş yakmak için etraftan toplayabildiğimiz kadar kuru dalları topladık ilk önce. Toplanan dalları kıyıda bir yere yığın yaptık. Çam ormanının içinde küçük bir alandayız.

Herkes toplayabildiği kadar odun parçasını getirip yığına katıyor. Bisikletim KUZ park etmiş durumda sağda, üç kişi de odunları yığına atıyor.

Etrafta kuru dal bulmak hiçte zor değil. Çam ağaçlarından kuruyup düşen dallar yerde öylece doğaya karışmayı bekliyor zamanla. Yeni açan bitkiler de kuru dalı gizlemeye başlamış bile. Ama bize gerekli olan kuru dalı almak zorundayım.

Kuru dalı alırken adeta yerden fışkırmış bitkiler kendine özgü çiçekler açmış. Beş taç yapraklı mor çiçekleri yakından resmini çekiyorum.

Çeşmenin yalağına dökülen su taş duvarın arasından öylece çıkıyor ve betondan yapılmış tulumba ağzı şeklinde bir yerden dökülüyor. Yalak betondan küçük bir havuz olarak yapılmış, su burada birikip dışarıya akıyor. Tulumba ağzının bir kısmını kırmızı sprey boya ile boyamışlar nedense!

Yuvarlak bir yerden gelen su tulumba şeklindeki yere gelip dar bir ağızdan dökülüyor.  Çadırları kurup eşyaları içine yerleştirdikten sonra ilk işimiz duş almak oluyor. Sırayla çeşmeden dökülen su ile plastik şişeden kestiğimiz kapla dökünerek duşumuzu alıyoruz. Nafiz suyun soğuk oluşundan dolayı biraz bağırıyor. Ben de “Bağırma öyle ormanın içinde, ağzını açıp Sessiz Çığlık at. Daha etkili olur ve seni kimse duymaz” dedim. Sıra bana gelince neden çığlık attığını anlamadım. Su o kadar soğuk değildi ki. Ceyhun Altın da Nafiz’in çığlıklarından etkilenerek semaverde su ısıtıp sıcak duş alıyor. Canı tatlı anlaşılan. Bu arada terli eşyalarımızı da yıkadık bir güzel.

Yakından resmini çekiyorum akan suyu ve tulumba şeklini. Delikten gelen su yuvarlak çanak biçimindeki yere dökülüyor ilk önce, sonra dar bir kanaldan aşağıya berrak bir şekilde akıyor. Yuvarlak kısmın kenarları kırmızı renge boyanmış bölük pörçük. İçi yosun tutmuş, aktığı yer de öyle.

Duşumuzu hava kararmadan alıp temiz elbiseleri giydik. Ateş yanmaya başladı kuru dallarla. Antalyalı arkadaşların keyfine düşkün olmaları nedeni ile yanında taşıdıkları ekstra eşyalar; oturacak katlanır bez sandalye, katlanır alüminyum  masa, kocaman bir tava, kavurma için geniş bir sac, yassı semaver. Bunları normal bir bisiklet turcusu taşımaz ama Antalyalı olmak başka. Ortak aldığımız yiyecekleri iş bölümü yaparak akşam yemeğini pişirmeye başladık. Aşçımız Mehmetali Akyüz kendine üç taş ile ayrı bir ocak yapıyor. Üstüne geniş tavayı koyduktan sonra üç dört yanan odun parçasını ateşten alarak tavanın altına sürüyor. Isınan tavanın içine yağ dökerek yemek pişirmeye başladı.

Önde yanan ateş yığını, arkada Mehmetali sandalyeye oturmuş. Önündeki küçük ocakta tavası, elinde yağ şişesi ile tavaya bakıyor. Sağda da yemek masası olarak kullanacağımız katlanır masa, üzeri malzeme dolu.

Masada salata işini iyi beceren Cem üstlendiği için yapmaya başladı. Bir zamanlar yemek işinle uğraştığı için güzel yemekler ve salata çeşitleri yapar. İşin aslı yaptığı işi severek yapması. Vejetaryen olması bunu değiştirmiyor. Yemek yapmasını sevdiğinden yemesini de seviyor. Mehmetali kendi ocağında tavada yemek yaparken masada da Cem salata ile uğraşı içinde. Cem et yemediği için ona göre yemeği yapıyoruz.

Yemeği pişirip bir çırpıda yedik. Bunu yaparken neşe içinde, muhabbetle, gülerek yapıyoruz. 6 Kişi olmamıza rağmen hepimiz uyumlu biçimde hareket edip neşemizi bozmadan zaman geçiriyoruz. Yemekten sonra ilk önce kahveleri ben yapıyorum her zamanki gibi. Ardından semaverde çay demleyip ay ışığı altında, ormanın içinde içiyoruz. Bizden iyisi yok bu dünyada. Daha ne olsun ki.

Çam ormanı içinde kendini gösteren dolunay ormanı bir derece aydınlatıyor. Ay’ın resmini çekiyorum ama parlak ışıkları etrafa saçılmış olarak siyah gökyüzünde görünüyor. Ay ışığında koyu gölgeli ağaç dalları az görünüyor.

Ateş, serinleyen gecede içimizi ısıtıyor. Ateş sarı yalımları ile etrafı aydınlatırken etrafında oturarak sohbet ediyoruz. Nafiz Sağdur önünde semaver var, görevi semaverde çay demlemek, o yüzden önünde semaverin ateşini devamlı tazeliyor. Diğerlerinin görevi bitti. Ateşin etrafında toplanmışız.

Gecenin geç saatlerine kadar ateşin başında oturup muhabbet ediyoruz. Geç saatler dediğim de 10, 11 civarına kadar. Sonrası herkes çadırlarına çekilip yatıyor. Bu gün güzel yerlerden, güzel köylerden geçip istediğim kartal tüylerini de doğa bana sunması yaşamıma yaşam kattı. Suyun Kaynağına Yolculuk turundan sonraki yeni turumuzun ilk günü gayet güzel geçti. 6 Kişi uyumlu biçimde neşe ve kahkaha içinde, dağları, tepeleri aştık ve çok güzel bir yerde, ormanın içinde kamp attık. Bunları düşünerek uykuya dalıyorum.

Bu gün yaklaşık 33 Kilometre civarı yol yaptık. Normal yoldan değil de dağlardan, köy yollarından gitmek biraz zorlaması nedeni ile kısa bir yol yapmış olduk.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 3. Gün

19 Mayıs 2016 Perşembe

Aktur – Datça – Bodrum

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kimin umurunda dedi ama kendimi inandıramadım buna da
Yakışmıyordum eski pencerelere yosunlu sulara
Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda
Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, dört kişi, dar sokakta oturmuş kahve içiyoruz, Datça’nın taş evleri. Soldaki tahta kapı şair Can Yücel’in evi.

Gece boyu, sabahın ilk ışıklarına kadar dua ettim arkadaşım için. Bir yandan da evrene mesaj veriyordum; “Sen güçlüsün, iyileşip ayağa kalkacaksın. Yaşamın boyunca teslim olmamışsın, bu yaşama gücü seni iyileştirecek. Yine aramızda olup beraber bisiklet süreceğiz bilinmeyen yerlere. Yeni yerler keşfedeceğiz, yeni rotalar. Köylerde mola verirken çocukları sevindireceğiz dondurma ısmarlayıp. Sonra bisiklete bindirip köyü dolaştıracağız çocukları tek tek. Sen başaracaksın sevgili arkadaşım.” Böylece hiç uyumadan yattığım yerden kalkıyorum. Uyumasam da uzanıp dinlenmek bana yeter bu gün. Eşyalarımı ve çadırımı toplayıp bisikletime yükledim. Kahvaltının ardından piknik masasında toplaşan arkadaşlara kahve yapıyorum taze, köpüklü muhabbet ile birlikte. Resmi de Muhlis Dilmaç çekiyor.

Piknik masasında 4 kişi oturmuşuz, 3 kişi ayakta. Kahve cezvesi ocağa sürülmüş pişiyor. Bekir Kocamaz da elinde kahve değirmeni çekip duruyor. Kamp alanı çam ağaçları altında.

Sabahın erken saatlerinde doktor Serhat aradı, Şafak kritik durumu atlatmış, durumu iyiye gittiğinden ilaç tedavisine devam ediyorlar. Bu haber içime su serpti. Ettiğim dualar kabul oldu, Tanrıma binlerce şükürler ediyorum dualarımı kabul ettiği için. Akşam ve sabah yanında olan arkadaşlar da arayıp durumu bildiriyorlar. Artık iyice rahatım arkadaşımın hayata dönmesiyle.

Yola çıkma zamanı deyip yola çıkıyoruz hep birlikte. Önümüzde kısa bir yokuş var, kolayca çıkıyoruz. Dağlar, tepeler arasında yol sola doğru kıvrılmakta. Bu yol karayollarında D400 adıyla geçiyor. Datça yarımadasının ucundan başlıyor tüm Akdeniz kıyısından devam edip güney doğu Anadolu bölgesinden Hakkari’ye kadar gidiyor. Biz tersine buruna doğru gidiyoruz.

Yokuşu çıkıp inişe geçtik bile, önümüzde Emecik köyü var. Aşağıda deniz ile birlikte köy görünüyor.

Artık düzlükteyiz, yol tabelalarına dikkat etmek gerek. Kırmızı çerçeveli üçgen uyarı levhasında yaban domuzu resmi var. Demek ki karşımıza domuz çıkabilir. Bizler için tehlike yok ama arabalar hızlı gittikleri için yolun karşısına doğal olarak geçmeye çalışan domuza çarpabilir. Hızlı giden bir araç kaza yapar bir domuza çarparsa. Yoldaki çizgilerden de anlaşılacağı gibi sollama yasağı da uyarı levhasında bittiğini gösteriyor. Levhada yuvarlak ortası kalın çizgi ile ayrılmış, yanlarda iki araba resmi. Rengi de siyah baskıların.

Geldik Datça’ya, Datça şairlerin ilham alacağı bir yer konum itibarı ile. Bir tarafı Ege denizi, bir tarafı Akdeniz. Havası ve suyu insanı şair eder. Bir de sıcak yaz gecelerinde kıyıda içtiğin şarap. Kumsalda oturup kafayı buldun mu yıldızlar çoğalır gökyüzünde. Işıl ışıl parlar Samanyolu ile birlikte.  Akdeniz’in ılık rüzgarları iyot kokusu ile birlikte öyle sarhoş olursun ki ilham perileri denizden çıkıp kulağına fısıldar en güzel dizeleri. Sen de bağıra bağıra söylersin şiirini. Şiir yazıya dökülmez, dizeler havada asılı kalır. İpe dizilmeden;

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Seninle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değişince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağrasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri büklümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan iz düşümleriyle
Yürüyor Balan Tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım
Yaraşıyorsun sen Akdenize

Can Yücel

Can Yücelin büstü, altında camekan içinde yarım şişe Evin şarabı ve bir bardak. Bardakta yarım kalan şarap kurumuş, lekeli olarak kalmış. Notta da Can Baba’nın yarım kalan şarabı” yazısı el yazısı ile yazılmış.

Can Yücel kahvenin sahibi muhtar Orhan için yazdığını öngördüğüm bir şiiri çerçevelenip duvara asılmış. Şiir şöyle;

Orhan’a

Pisi pisi otların rüzgardan sağdan sola sallanışı,

Bizim muhtar Orhan’ın konuşuşu.

Fena adam değil.

Düşe düşe motosikletten yüzü boksör.

Adam muhtar değil bir muhtariyet.

Zahiti’de kadınlara klarnet çalmak istiyor,

Ama olmuyor iki kadın istiyor.

Kocaman büyüyen kavuçuk ağacıyla yetiniyor kahvesinde.

Can Yücel

Kahvenin Can Yücel köşesinde kocaman karakalem çizilmiş portresi duvarda asılı. Altında büstü, onun altında yarım kalmış şarap şişesi ve şarap bardağı camekanın içinde. Mavi örtü örtülmüş bir masanın üstünde duruyor. Yanındaki sandalyede ben oturup poz veriyorum. Kahve eski, tarih kokuyor. Bunu pencerelerin yapısından anlıyorum. Mavi boyalı çerçevesi, üst kısmı yarım daire üç tane üçgenden yapılmış. Altta pencere kanatları. Kapısı da mavi boyalı üstü basık bir daire tek cam bölmeli. Kapı önünde 4 basamaklı beton yapılı. Kapı ve pencere kapalı, yaza girildiğinden bahçeye oturuyor müşteriler.

Zaman geçirmeden Can Yücel’in evinin önüne gidiyoruz. Daha önceki Gökova bisiklet turunda şansıma içeriye girip Güler teyze ile tanışmış oturup sohbet etmiştim. Rahatsız etmemek için kapının önünde oturup kahve pişirmeye koyuldum. Solda 2 kişi Can Yücel’in evinin tahta kapısı. Sağda ise duvarın gölgesinde ben ve Sevil yanımda oturmuş. Sokak dar ve hafif bir yokuşu var. Bahçe duvarından kimi çiçek açmış ağaçlar sarkıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Poetika

Yalnızlığı sevmiyorum
Yalnız kim ola ki
Kendim…
Kendimin kendini sevmiyorum
Kediler hariç…
Kahve ocakçısı olacaktım ben
Tuttum kavlimi
Yazdıklarımsa hep nafile
Hep nişanlı angaje ısloganlı
Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına
Kallavi olsun!
Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip
Ve cezveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini
Taşırmadan pişiriyorum
Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan
Ocağımızı bucağımızı
Isıtamayacağımı!
İşte onun içinde de içim titreyerek
Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can Yücel

Taş duvarın dibinde gölgede bağdaş kurup oturmuşum bir güzel kahve pişiriyorum. Tam da benim için yazdığı Poetika şiirini düşünerek.

Can Yücel’in evi, giriş kapısında yaşadığı zamanlarda kendi eli ile yazdığı komik sorulu cevaplı ağaç yazı tahtasında şunlar yazılı;

Sorulu Cevaplı

Ne harika yer burası !

Nereden buldun bu Datça’yı

“Elimle koymuş gibi buldum”

Can Yücel

Şair Can Yücel bizlere bıraktığı şiirlerle anıp saygı ile andıktan sonra evinin önünde Bisikletim KUZ bana poz veriyor. Ben de onu kırmayıp evin kapısının önünde resmini çekiyorum.

Vasiyet

Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!

CAn Yücel

Can Yüceli şereflendirmek için birer bira içmek gerek diye evini kahveye çevirmiş bahçeli bir yere oturduk. Biraları Sevil ısmarlayacak o yüzden endişelenmeye gerek yok. Bahçede ilginç tasarımlar var, bunlardan birisi misinalarla asılmış bir çok anahtar. Anahtarlar birbirine benzemiyor.

İçilen şarap mantarlarını toplayıp bir dikdörtgen iki kare çerçeve içine yüzelli tane kadar dizelemiş. Üstte dikdörtgen çerçevenin yanlarına birer asker oyuncak mantarları koruma nöbeti tutuyorlar. En üstte üç tane minnak bebek oyuncak, saçları dikine yukarıya doğru. Erkek oyuncak takım elbise giymiş, bir eli pantolonun cebinde, bir eli de havada sanki bana selam veriyor. Tüm bunları bağlayan bir keten ip sağdan sola ve yukarıdan aşağıya, ortada düğüm atılıp pencerenin demirine bağlanmış. Solda küçük bir fırdöndü tutturulmuş.

Muhlis dilmaç benim yüzümü çekiyor yakından. Boynumda yeşil buff, saçlarım omuzlarıma salınmış dururumda. Arkada mantar koleksiyonu, iki çam kozalağı ve iki alçı maske. İşletme sahibi kendine alçı kalıplarda çeşitli çalışmalar yapmış. Pencerenin alt sol köşesindeki renkli horozdan anlıyorum bunu.

Datça da öğle yemeği yedikten sonra yola çıkıp iskelenin olduğu yere geldik. Bisikletleri park ederek gemilere binmeyi bekliyoruz.

Yolda oluşan ekip olarak küçük olan gemiye bindik. Bisikletleri dip tarafa doğru yerleştiriyoruz. Teknenin ismi Fahri Kaptan 1. Üst güverteye çıkış merdivenleri var iki yanda da. Güvertede oturma sandalyeleri görünüyor.

Teknenin üst güvertesine çıkıp oturuyoruz hep birlikte. Sırtımı kaptan köşküne dayayıp yanıma aldığım çantamdan kahve takımlarını çıkarıp kahve yapmaya başladım. Deniz dalgalı ve dalga önden vurunca güverteye deniz suyu da geliyor biraz. Sudan kendimi sakınarak ve ocak ile cezveyi elim ile sıkıca tutarak bir sağa bir sola dalgaların sallamasına uyum sağlayarak kahveyi dökmeden pişirdim. Yemeğin üzerine iyi gitti bu kahve. Her dalga vuruşunda tekneyi şöyle bir kaldırıp indirerek Bodrum’a doğru gitmeye başladık. Muhlis Dilmaç kamerası ile elçek yaparak resmimizi çekiyor. Hepimiz de gülerek poz veriyoruz.

Kahve faslından sonra takımları toplayıp çantama yerleştirdim. Artık Bodrum’a yaklaştık sayılır. Dalgaların boyu da küçülünce sallantı durdu. Sandalyelere oturup sohbet ederek zaman geçiriyoruz.

Bodrum evleri ve kalesi görüldü. Açıkta bir kaç yelkenli demirlemiş. Bodrum evleri yamaçlara doğru beyaz kutu şeklinde sıralanmış. Giderek kalabalıklaşan Bodrum bir gün gelecek karşıda görünen tepeler tamamen evler ve beton binalarla kaplanacağı kesin.

Limanın dışına taşmış yelkenli tekneler yan yana demirlemişler. Yelkenli direkleri uzun. Küçük dalgaların etkisi ile bir sağa bir sola yatıp duruyorlar. Aşağılarda belli değil sallantıları ama direğin tepesinde gözle görünür bir salınım var.

Tekne limanda iskeleye yanaştı. Bisikletlerimizi alarak karaya çıktık. Karaya çıkmamızın hayrına birileri sanki lokma döktürüyor. Biz de nasibimizi alıp bir kaç tane yiyoruz sıcak pişmiş, şerbetli lokmalardan.  Lokma döken arabanın önünde kalabalık lokma almayı bekliyor.

Ara sıra Bodrumda yaşayan bisikletçi abimiz Erdal Sıral bizim geleceğimizi bildiğinden karşılamaya gelmiş. Erdal abiyi epeydir görmemiştim, hasretle kucaklaştık birbirimizi görmenin sevinci ile. Erdal abinin digital makinesi ile hatıra resmi çekiliyoruz. Solda Sevil Doğrugüven, Bekir Kocamaz, Levent Sevil, Muhlis Dilmaç, ben ve Erdal Sıral.

Ayrıca Erdal abi ile birlikte yan yana resim çekiliyoruz bisikletim KUZ önünde. Sağda tekneler kıyıya bağlanmış, direkleri uzun.

Kocaman bir köy olmuş Bodrum sokaklarında bisiklet sürerek Bitez yalısında ki karavan kamp alanına geldik. Çadırları kurup yerleşiyorum. Yemek faslından sonra oturup sohbet ediyoruz ve çaycımız Aydan Çelik elinde askı ile çıkageliyor çaylarla. Biz de afiyetle içiyoruz çayları.

Turizmin patlattığı aşırı kalabalık yerde olmak zorundayız. Her taraftan gelen gürültü kulaklarımı rahatsız ediyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde çadıra girip yatıyorum ama uyumanın olanağı yok gürültüden. Bir yerlerden de sadece ritim sesi geliyor sürekli olarak. Daha önce de kalmıştım bu kampta, aynı duygularla yine kalmak zorundayım. Arkadaşlardan sürekli haber geliyor Şafak Omaç tan. Kendisi hala komada ama yaşamsal tehlikeyi atlatmış görünüyor. Elbette doktor Serhat’ın verdiği bilgiler ışığında arkadaşımın iyileşeceğine inanıyorum. Biraz moralim düzeldi, o yüzden dönmeyi düşünmedim İzmir’e. Turu tamamlamalıyım artık, gözüm arkada kalmadan. Bu düşüncelerle uykuya dalıyorum cıstak cıstaklar arasında.

Bu gün yaptığımız yol toplam olarak 35 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 19. Gün

6 Haziran 2015 Cumartesi

19. Gün

Manavgat – Alanya – Kuzkaya

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Kalmak Türküsü

Daha gidilecek yerlerimiz var

Şu sohbetini dinler gideriz

Coştukça şarkılar, türküler, sazlar

Rakı mı, şarap mı, içer gideriz

Geçse de umudun baharı yazı

Gözlerde kalıyor yaşanmış izi

Kimseler kınamaz burada bizi

Ne varsa hesabı öder gideriz

Söyleyecek sözü olan anlatsın

İsterse içine yalan da katsın

Yeter ki kendinden, bizden söz etsin

Yalanı doğruyu sezer gideriz

Neler gördük neler bu güne kadar

Daha gidilecek yerlerimiz var

Bizi buralarda unutamazlar

Kalacak bir türkü söyler gideriz

Sevgiye var olduk sevdik sevildik

Kavgalara girdik olduk dirildik

Bir anlam fırını içinde piştik

Anlamlı güzeli sever gideriz.

Özdemir Asaf

 

Öne çıkmış olan görsel, yol kıyısında KUZ ve kıytırık park etmiş. Ferdimen yaya kaldırımın kenarında, demir korkuluklara dayanmış mavi Akdeniz’e bakıyor. Bisikleti yanında.

20150606_142530

Artık uzun günlerdeyiz ve Güneş erken doğunca yaza girerken düşlerden erken kalkıyorsun ister istemez. Eşyaları toparlayıp bisiklete yüklüyorum. Mustafa, Eşi Ayşegül ve iki oğlu ile birlikte kahvaltımızı ailecek bir güzel yaptık. Evin yaşlı köpeği gece boyu bahçede duruyor. Artık iyice yaşlanmış, havlaması bile zorla ve isteksiz. Ama Sivas Kangal cinsi olması nedeni ile ve iri cüssesi ile tanımayanları korkutuyor. Bahçede durması kötü insanların eve yanaşmasını önlüyor ne de olsa. İlk olarak Mustafa bahçeye inip köpeği yerine götürüp bağlıyor. Her ne kadar sakin ve ağır başlı olsa da pek yanaşmayı düşünmedim. Biraz genç olsaydı sevebilirdim. Yaşlı olunca ne yapacağı belli olmaz. Son dönemlerini yaşıyor belli. Sonradan Mustafa dan öğrendiğime göre yaşlılıktan ölmüş. Kısa olsa da onu görmem bana yetti ve ölümüne üzüldüm. Mustafa ve köpek bahçede.

20150606_072007

İyi bir tatil de böylece sona erdi, artık yola çıkma zamanı. Mustafa ve ailesine bizleri ağırladıkları için teşekkür ediyoruz Ferdi ile birlikte. Tekrar görüşme dilekleri ile Mustafa dan ayrılıp yola çıkıyoruz. Ben, Ferdimen ve Mustafa vedalaşırken çekiliyoruz.

20150606_085422

Buralara ismini veren Manavgat çayından bir kez daha geçtik. Eski kağıt 5 Lirasının arkasındaki Manavgat şelalesini göremedik ama bir dahaki sefere bırakıyorum. Bir seferde her tarafı görmek olmaz değil mi? KUZ ve kıytırık köprü başında. Sağda mor çiçekler.

20150606_091036

Manavgat çayı deniyor ama çaydan öte bir nehir gibi akıyor. Suyu bol anlaşılan. Kıyıda gezinti tekneleri bağlı.

20150606_091153

Daha önce buradan Akseki yönünden Karaman tarafına gitmeyi düşünüyordum. Ama yeni rotamızı Alanya tarafından çizdik. O yüzden yola devam. Tabela; Gündoğmuş, Akseki, Konya, İbradı yönünü gösteriyor.

20150606_095705

Toros dağlarının bereketli su kaynakları o kadar çok ki çaylar dolu dolu akıyor denize doğru. Karpuzçay köprüsünden geçerken.

20150606_100142_HDR

Arada denizi kısa olsa da gözüme ilişiyor Makilerin arasından.

20150606_101250

Akdeniz kıyısının yapısı olsa gerek Toros dağları etekleri yalçın ve yüksek. Düz arazi pek yok gibi, olan yerleri de yerleşim yerleri olarak kullanılmakta. Kıyı şeridinde bir köy bitiyor bir köy başlıyor. Köyler bitişik art arda geliyor. Böylece tek tabelada iki köy ismi birden yazılmış. Örenşehir köyüne girerken Çenger köyünden çıkmış oluyoruz.

20150606_103844

Okurcalar köyüne girerken bu kez Örenşehir köyünden çıkıyoruz.

20150606_104551

Meşhur Alara çayına geldik. Alara köyü yukarılarda, çay ile beraber akıyor. Denize kavuştuğu yer ise oteller tarafından işgal edilmiş durumda. Deniz manzarasını bozuyor otel binaları. Maviyi betonla kapatmış kendini turizmci sanan şahıslar.

20150606_104619

Alara çayının denize kavuştuğu yer. Bir tek orası oteller tarafından işgal edilmemiş. Kenarları sazlık ve yeşil.

20150606_104702

Toros dağlarından gelen çay Alara köyünden geçerek tarım arazilerine bereket sunmakta. Çayın kenarında söğüt ağaçları yemyeşil.

20150606_104748

Güneşin en yüksek olduğu aydayız, Haziran ayı. Akdeniz’in bunaltıcı sıcakları başlamasa da güneş ortalığı iyice ısıttı. Bir mola vermeli derken karşımıza bir dondurmacı dükkanı denk geldi. Hemen durup bisikletleri park ederek gölgede dinlenmeye başladık. Bisikletler park etmiş, ben dondurmacı dükkanının masasında otururken.

IMG_0029

Burayı işleten Torosların yürüklerinden olduğu kesin. Astığı çanlardan belli.

20150606_115026

Dükkanın önündeki çardakta asma iyi bir gölge yapıyor. Gölgenin yanında henüz koruk durumunda kocaman salkımlar aşağıya doğru sarkmış zamanla olgunlaşmayı bekliyor.

20150606_115048

Pek te sevdiğim kağıt helva içinde dondurma. Kağıt helvanın tadı dondurma ile ayrı bir lezzet bırakıyor dilimde. Afiyetle yiyoruz dondurma sandviçleri. Dondurmacı Ferdimen ile beni dondurma yerken çekiyor.

20150606_115347

Bir süre dinlenip pistonlar iyice soğuttuktan sonra tekrar yola çıktık. Yol bildiğiniz düz, deniz seviyesinde. Kıyı şeridine paralel, otellerin kıyıları parsellemeleri buralara yazlıkların artmasına neden olmuş. Köyler yukarılarda kalsa da tabelaları aşağılara kadar inmiş. Birbiri ardına sıralanmış köy tabelalarından başka resim çekecek bir manzara yok. İncekum köyüne giriş yaparken Okurcalar köyünden çıkmış oluyoruz.

20150606_120854_HDR

Arada denizin maviliği işe karışıyor.

20150606_121337

Köy tabelaları ardı sıra geliyor. Zaten bir köy ne kadar büyük olabilir ki? Avsalar köyüne girdik, İncekum köyünden çıktık.

20150606_122845

Türkler köyü girişi ve Avsallar köyü çıkış tabelası.

20150606_124102

Bir tek dişe dokunur değişik bir yer görebildim. Biraz sanat katılmış gibi. Düz duvar arasından kaya parçaları sanki yola akar gibi. Ama akan sadece su.

20150606_124557

Neyse ki bazı yerlerde yol kıyıya yakın geçtiği için buralara otel yapılmamış. Mavi ile bağım kopmuyor.

20150606_130132

Payallar köyü girişi, Türkler köy çıkışı.

20150606_130303

Kısa sürede Konaklı köyüne geldik, haliyle Payallar köyünden de çıkmış olduk.

20150606_131838

Solumda bir kale suru görüyorum, pek te eski görünmüyor. O yüzden girip bakmadan yola devam ediyorum. Sur duvarı yüksek, üstünde burçlar yapılmış sırayla.

20150606_132745

Bir petrol istasyonunda lastiklere hava basma aleti eski ve kullanılamaz durumda. Hava da yok zaten, lastiklere hava basmak istersen havanı alırsın. Hava bedava nasıl olsa. Hava basma aletinde büyük manometre var.

20150606_133859

Deniz kıyılarını oteller kendilerine parsellemiş durumda. Bir kaç şemsiye ile bir kaç şezlong ile müşterilerine hizmet etmeye çalışıyorlar. Yabancılara nasıl davranırlar bilemem ama Side de bize davrandıkları gibi davranacakları kesin.

20150606_135045

Gezinti tekneleri de müşterilerini almış koyları, kumsalları gezip duruyorlar kıyı boyunca. Gezinti teknesi korsan gemisine benzetilmiş, üç tane direkte yelken atkıları üçer tane.

20150606_135306

Ufukta Alanya kalesinin olduğu yarımada göründü.

20150606_135645

Akdeniz de pek ada olmaz, ender görünen adalardan birine denk geldik. Gerçi ada çok küçük ama olsun bununla idare edelim. İzmir de yaşayanlar olarak karşımızda kara parçası görmemiz gerek. Manzara böyle olmalı, uçsuz bucaksız denize gerek yok. Ada kıyıya çok yakın, iki gezinti teknesi demirlemiş adanın yanında.

20150606_135908

Akdeniz de buharlaşan deniz toplaşarak bulutları oluşturmuş. Bulut olunca da Toros dağları da mıknatıs gibi bulutları çekip tepesinde şapka gibi tutuyor.

20150606_141134

Alanya İlçesine giriş yapıyoruz. Nüfusu bir çok ilimizden daha kalabalık. Daha önce Alanya’ya gelmiştim 70 li yılların sonlarında. O zamanki gezgin ruhum ve gençliğim tecrübesizdi. Şimdi ise hiç bir araç kullanmadan kendi gücüm ile bisiklet sürerek geldim. O zamandan bu zamana kadar çok şeyler değişti, sadece gezgin ruhum hala gençliğimdeki gibi. Buraları yeniden görmenin heyecanı içindeyim. Tabelada yazan; Alanya, Nüfus: 285000.

20150606_141234

Yolun deniz tarafında kalan, bizim gidiş yönümüz normal yol. Karşı yönden gelen yol ise tünelden geçiyor. Tünellerde emniyet şeridi olmadığından bisikletler için tehlikeli. Ülkemizde bilinçsiz sürücüler sadece arabaya binince yol kendinin zannediyor ve basıyor gaza. Pek te caydırıcı ceza ve uygulayan olmadığı için kendimize dikkat etmeliyiz.

20150606_141726

Buraların jeolojik yapısı ilginç, solumda mağaralarda görünen bir oluşum gözüme ilişince dikiz aynamdan araba gelmediği bir anda yolun soluna geçiveriyorum bir anda.

20150606_141907

Mağara gibi kapalı olmasa da yağmur suları mineralleri eritip sızıntılarla sarkıtlar ve dikitler oluşturmuş durumda. Karşıdan bakınca sızan su o kadar tavanı yüksek olmayan bir yerden akarak bu doğal güzelliği binlerce yılda oluşturarak bizlere sunuyor. Alanya da ünlü Damlataş mağarası var. Gençliğimde girip gezmiştim bedava olarak. O zamanlarda giriş ücreti alınmıyordu, sadece bir tane bekçi vardı. O da göz kulak olmak için. Şimdi ise mutlaka giriş ücretlidir ve ne kadar olduğunu bilmiyorum. Hazır beleş bir Damlataş bulunca iyice incelemeye başladım zamanın yavaş aktığı sızıntılardan oluşan bu güzelliği yakından.

20150606_142001

Bir süre sarkıtları izledikten sonra yolu kontrol ederek karşıya geçtim. Az ilerde yol yapımı için kayaları kırdıklarında başka bir mağaraya rastladım. Burada sarkıtlar oluşmamış öyle boş bir mağara.

20150606_142210

Kasabadan çok şehir olmuş Alanya’ya giriş yaptık ama şehir merkezine daha çok yolumuz var. Alanya yarımadasında bir dağ var denize uzanmış.

20150606_142318

Yol kıyısında seyir terasında durup Alanya’yı uzaktan denizin mavisiyle seyrediyoruz. Kalabalıklaşmış bu şehir sanki bizi istemiyor gibi geldi bana. Fazla kalmaya gelmez, biran önce geçip gitmeli. Bisikletim KUZ kaldırım kenarında park etmiş. Ferdimen’in bisikleti demir korkuluklara dayalı. Ferdimen Alanya yarımadasına bakıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150606_142530

Bisikletimde ki tripoda Ferdimen’in kamerasını takıp birlikte Alanya manzarası ile resim çekiliyoruz iki uzun saçlı adam olarak. Ferdimen’in bisikleti önümüzde.

IMG_0063

Nihayet Alanya’ya giriş yaptık sonunda, hemen araçlardan kurtulup sahili takip eden yaya yolunda gitmeye başladık. Yalnızlık hisseden erkekler için yoldaş olabilecek, sessiz, dırdır etmeyen, arkadaş olabilecek bir kadınla beraber oturmak güzel olsa gerek. Kadın koltuğa oturmuş, bir kolunu yana atmış, Yan tarafı boş, isteyen oturup kadına dertlerini anlatabilir.

IMG_0067

Sahil düzenlemesi gayet başarılı, Dut ağaçları, çeşit çeşit çiçekler, bitkiler tasarlanış yapılmış. Aralarında geçmek bile hayat veriyor ruhuma.

20150606_143335

Manavgat’tan çıkalı epey oldu ve karnımız acıktı. Şöyle ucuz bir şeyler yiyebileceğimiz bir yer arayıp tavuk döner yapan büfe bulduk, Fiyatı da uygun 4 Lira gibi bir rakam. Yarımşar ekmek döner ısmarladık, gelince de bir kola istedim büfeciden. Adamın dolabı yok ve kolası da yok. Gidip bakkaldan aldı kolayı. Neyse artık bir kere oturduk ve karnımızı doyurduk bir güzel. Hesap deyince 8 Lira dedi. Hani tavuk döner 4 Lira idi kola kaç para deyince 4 Lira demez mi! Hayret! soygun mu yapıyorsunuz diyerek verdiğim parayı helal etmedim açıkça büfeciye söyleyerek. Yediklerim mideme oturdu sanki öyle ağırlaştım. Yazıklar olsun, zaten uzaktan bu şehrin bizleri sevmediğimi anlamıştım.

Neyse hazır gelmişken sahile gidip Damlataş mağarasını bir görelim deyip bulunduğu yere geldik. Tahmin ettiğim gibi kapıya gişe koyup ücretlendirmişler girişi. Müze kart geçip geçmediğini sorduk geçmiyormuş. Biz de girmeyiz deyip kumsala gelerek dağlara tırmanmadan önce şöyle bir denize dalmalı. Büfecinin üzerimde bıraktığı negatif enerjiyi Akdeniz’e bırakmalıyım. Aynı zamanda arınmalıyım Akdeniz’in tuzlu deniz suyu ile. Denize balıklama atlarken Ferdimen beni çekiyor.

20150606_154152

Bir süre, fazla uzatmadan yüzdükten sonra kurulanıp giyindim. Alanya antik yerlerini dolaşmaya fırsatımız olmadığından hazır olan, hepsini görebileceğimiz müzeye girip görelim bakalım neler varmış. Müze bina girişini çekiyorum.

IMG_0124

Müzeye müze kartı ile giriş yaptık. Bahçesinde mezar lahitlerini sergilemişler.

20150606_162155_HDR

Lahitlerin çoğu çocuk mezarı, mermer oyulup süslenmiş. Kötü ruhlardan korumak için de bakışları ile her şeyi taşa çeviren Gorgonun başı yapılmış. Hem de üç tane, büyük bir ihtimalle zengin birinin oğlu olsa gerek. Bu kadar süslü püslü olduğuna bakılırsa.

20150606_162224

Lahitler çok küçük, neredeyse minyatür denecek kadar. Bebek mezarı olabilir ve öyle.

20150606_162243

Romalıların yollara yapıp diktiği kilometre taşı da sergilenmiş.

20150606_162319

Oturup dinlenmek için kalın kalaslardan bank yapılmış. Değişik oluşu ilgimi çekti. Yanlardan kayık burnu gibi çıkıntılar yapılmış.

20150606_162401

Kazılarda bulunup müzede korunan epey miktarda eser var. Bunlardan biri zeytin ezme presi ve zeytin işliği. Zeytin taneleri ezilerek sızan zeytin yağlarını küplere dolduruyorlarmış geçmiş zamanlarda. Uzun bir kalas, başladığı yerde pres var, zeytinler burada eziliyor. Kalasın ucunda iplerle çark döndürülüp basit pres olarak kullanılıyormuş. Büyük zeytin yağı küpler de yanında duruyor.

20150606_162440

Yakın zaman tarihlerde kullanılan öküz arabaları, at arabaları da sergilenmiş müzenin bahçesinde.

20150606_162445

Bunlar bir sundurmanın altında sergileniyorlar. Odunlardan yapılmış kuyu.

20150606_162513

Kağnı tekerlek dingili. Yanında da Tavus kuşu dolanıp durmakta. Pek se süslü olan kuyruğu gövdesinden uzun. Kur yapma anı değil yoksa kuyruğunu açtı mı renkleri dişisinin ilgisini çekiyor. Elbette bizlerin de ilgisini çekiyor. Yeşil ve mor saten renkler parlak ve ışıltılı olarak büyüler insanı.

20150606_162530

Çocuk mezarı o kadar çok ki binanın yanında da, sundurmanın altında sergilenmiş, koyacak ter bulamamışlar anlaşılan.

20150606_162554

Bir yerde çeşitli sütun başları sergileniyor.

20150606_162558

Osmanlı mezar taşları da buraya alınıp korunuyor.

20150606_162612

Arkeolojik ve etnografik eserlerin korunmasına ve sergilenmesine yönelik olarak 1967 yılında iki seksiyon halinde ziyarete açılmıştır. Bölgedeki antik kentlerde bulunan eserlerin artması ve depolanması, zaman içinde bir müze açma gerekliliğini doğurmuş ve bugünkü Arkeoloji Müzesi açılmıştır. Müzenin ilk açılışında, bölgede henüz kalıntılarına rastlamadığımız ancak, Anadolu kronolojisini tamamlaması bakımından gerekli olan Eski Tunç, Urartu, Frig ve Lidya dönemine ait eserler, Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesinden getirilerek Arkeoloji seksiyonunda sergiye sunulmuştur. Alanya çevresinde bulunan ve İ.Ö. 625 yılına tarihlenen Fenike dilindeki yazıt da bölgede bulunan en erken eser olarak müzemizde sergilenmektedir. Bunların yanı sıra Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait, bronz, mermer, pişmiş toprak, cam ve mozaik buluntular ile Karamanlıca dilindeki iki adet yazıt ve arkaik, (İ.Ö.7-5yy)Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerine ait sikkeler de yine Arkeoloji seksiyonunda ayrı bir bölüm halinde yer almaktadır. Büyük salonun doğusunda bulunan açık alan, kapalı bir salon şekline dönüştürülmüş ve bir kapı ile Arkeoloji salonundan geçiş sağlanmıştır. Herakles heykeli ile Hylas mozaiğinin sergilendiği bu mekanda Herakles heykelinin bulunuş öyküsü ve mitolojideki yeri resimlerle anlatılmaktadır. Etnoğrafya seksiyonunda ise Türk İslam eserleri ve dönemin ilköğretim müdürlüğünden devredilen eserler ile Alanya çevresinden derlenen ve bölgenin etnografik özelliklerini yansıtan, giysiler, işleme örnekleri, silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı takımları gibi objeler ile bir Alanya evine ait günlük oda bölümü oluşturularak sergilenmektedir. Ayrıca müze bahçesinde de Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait taş eserler (mezar taşları ve yazıtlar) mozaik ve Anadolu’da tarım sergisi vardır.

http://www.muze.gov.tr/tr/muzeler/alanya-arkeoloji-muzesi

Kapalı olan bölüme girip hızlıca ve hepsinin resimlerini tek tek çekerek dolaştım bir çırpıda. Yola devam edeceğimizden fazla oyalanmaya gerek yok. Üzerinde elbisenin kıvrımları oyulmuş kadın heykeli bir tarafta, Diğer tarafta çıplak erkek heykeli. İkisisin de kafaları yok.

20150606_162656

Müze ziyaretini bitirip dışarıya çıkıyorum. Bisikletler de müze bahçesinde, bekçi kulübesinin yanına kilitlemiştik. Bisikletleri çözüp yola çıktık. Şehirden çıkmak için cep telefonundaki haritayı bir süreliğine açarak yolu bulduk. Belediye bir yuvarlak kavşakta yeşil çimlerin üzerine bir kadın ve bir erkek bisiklet süren demirden maket yapmış. Kadının bisikletinin önünde ve arkasında çiçek saksısı yerleştirilmiş.

20150606_170157

Erkeğin bagajına çanta ve çantanın içine de çiçekler dikmiş. Gayet hoş olmuş demirden bisikletliler.

20150606_170206

Harita yardımı ile Dim çayını bulduk. Dim çayını bulduktan sonra haritaya gerek yok diyerek telefonların şarjı bitmesin diye uygulamayı kapattık. Yolumuz Toros dağlarını aşacak. Ne kadar süreceği belli değil. O yüzden marketten 4 – 5 günlük yiyecek olacak şekilde alış verişimizi yaptık. Fırının birinden de yeterli miktarda ekmeği de alarak yola çıktık. Su belli miktarda yanımızda var, yolda çeşme bulma olasılığımız yüksek. Köy yollarında akan bir dere ve çeşme her zaman vardır. Manavgat tan Alanya’ya kadar geldiğimiz yolda bir tane bile çeşme yoktu. Dimçay köprüsü ve çirkin beton aparman binaları.

20150606_180551

Aşırı kalabalık sevimsiz şehirden sonunda çıkabildik. Etrafta binaların yerini yeşillik ve ağaçlar aldı. Artık bir kaç gün zorlu ve çetin geçecek günlerimiz. Antalya ve Manavgat tatilimiz bitti. Ferdimen önde gidiyor, sağ taraf ağaçlarla kaplı.

20150606_181233

Dim mağarasını gösteren tabela karşıma çıkıyor. Ama biraz yüksekte ve yolun ne kadar olduğunu gösterir bir rakam olmadığı için girmeden yolumuza devam ettik.

20150606_182802

Dim barajının elektrik üretim santraline inen borular.

20150606_185529

Araçların pek geçmediği yolda ilerlemek harika. Sıkıcı sahil yolu, oteller, binalar ve arabalardan kurtulduk. Tırmanışa başlasak ta sorun değil, ağır ağır kendi tempomda çıkıyorum Dim çayın vadisinden.

20150606_185834

Dağ yollarında manzara sürekli değişiyor ve her dönemeçte gözüm gönlüm kendine geliyor. Böylece negatif enerji kalmamış oldu. Her dönemeçte pozitif enerji doluyor içime. Bol oksijenle ciğerlerime. Yalçın kayalıklarda çam ağaçları kendine yer bulmuş.

20150606_185950_HDR

Eski yol Dim çayının tabanında, burası yeni yol. O yüzden müşteri çekmek için değişik yollara baş vurulmuş. İşte onlardan birisi; Penguen! Gözle görülebilecek kadar da büyük. Neyi çağrıştırıyor bilmiyorum ama arabalardan bile görülebilecek kadar ilginç.

20150606_190059

Kimisi de aşağıda balık var buyur gel diyor kocaman balık plakası. Bisikletim KUZ ve kıytırık ile birlikte çekiyorum.

20150606_190326

Şimdi tabeladaki yazılarda “Doğal yüzme alanı” diye yazılmış. Yani yüzebilirsiniz çaydaki suda.

20150606_190532

Peki DSİ ne demek istiyor “Suya girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısı ile! Acaba biri açıklayabilir mi bu tezatı?

20150606_190557

Bazı yerlere giriş yasak, demir kapı ile kapatılmış. Gerçi yolumuz üzeri değil.

20150606_190644

Yolumuz tırmanış, Toros dağlarına doğru.

20150606_190859_HDR

Bazı yerlerde yamaçlar o kadar dik ki neredeyse 90 derece. Yamaç böyle olunca tünelle aşılmış yalçın yamaçlar. Başka yol olmadığı için mecburen tünelden geçeceğiz. Tünelin ağzında Ferdimen beni beklerken çekiyorum.

20150606_191122

Tünelin içi aydınlanmış o yüzden önümüzü rahatlıkla görüyorum. Bizler de görünür durumdayız.

20150606_191257

Fazla uzun olmayan tünelin ucunda gün ışığı göründü.

20150606_191407

Geriye baktığımda da girişte gün ışığı görünmekte. Biz geçerken bir tane bile araba geçmedi. O yüzden rahat ve tehlikesiz geçtik sakince. Kapalı dar yerde araçların motor gürültüleri yankılardan dolayı korkunç derecede oluyor.

20150606_191426

Yalçın dağların doruklarını görmek beton binaları görmekten bin kat daha güzel. Burada kalıplaşmış şehir yaşamı yok. Her şey doğal oluşmuş.

20150606_192247_HDR

Dim çayı barajının gövdesi göründü çam ağaçları arasından.

20150606_193659

Geldiğimiz tarafta bulutlar toplanmaya başlamış. Artık denizi göremiyorum.

20150606_195211

Arkamda kıytırık olunca biraz ağır çıkıyorum. Ama henüz zorlanmadım şimdiye kadar. Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0148

Tam Kuzyaka köyüne geldik ki bisikletin arkası oturdu birden bire. Bisikletten inerken arka lastiğin üzerinde parlak metal bir tel gözüme çarptı. Sakince kıytırığı KUZ dan ayırdım. Bagaj çantamı indirip bisikleti ters çevirerek tekerleği söktüm. İlginç olan bisikletimin ismi KUZ, lastiğin patladığı yer ise KUZyaka. KUZ’lar buluştu. Tekerlekteki lastiği sökerken Ferdimen beni çekiyor.

20150606_202055

Lastiğe batıp tekerleği indiren teli çıkardıktan sonra yedek iç lastiği takarak şişirdim. Lastiklerim patlamaz kalın etli lastik. Taktığımdan beri ilk defa patladı. O da tel uzun olunca iç lastiğe ulaşmış. Şans işte, gel ön lastiğe dokunma, arka lastiğe gir. Arada böyle şeylerin olması normal. Daha kalın ve kaliteli lastiği olan Dünya gezgini Gürkan Genç ile Dünya gezisine İzmir den başladığında lastiği patlamıştı. Bende ise normal lastik vardı. Dedim ya şans işte. Ferdimen beni lastikle birlikte çekiyor.

20150606_202102

İşim bittikten sonra Tekerleği yerine takıp bisikleti ayağa kaldırdım. Kıytırığı da yerine takıp bagaj çantalarını da yerleştirdikten sonra yola çıkmaya hazırlanırken artık akşam saatlerinin yaklaştığını fark ettim. Dağlarda gün çabuk biter hava birden kararır. O yüzden gideceğimiz yönde yerleşim yeri olmadığından hazır bir köyde iken burada kalalım dedik. Bazlama, çay yapan bir yere girdik. Birer çay ısmarladık bazlamacı kadına. Bu arada da dışarıda çeşme ve çadır kurabileceğimiz bir küçük alan var. Kadına dışarıda çadır kurabilir miyiz diye sorunca kadın da telefonla kocasını arayıp sordu. Pek yabancıları sevmedikleri belli. Kadın bize kalamazsınız diye cevap verince çay parasını verip dışarı çıktık. Az ilerde çadır kurabileceğimiz bir yer bakarken köyün camisinin karşısında üstü kapalı tabanı beton bir yer gördük. Buraya çadır kurabiliriz deyip durduk. Yanımıza gelen köylülere burada kalabilir miyiz diye sorunca Muhtar izin vermiyor yabancıların kalmasına diye cevap verdiler. Muhtarın cep telefon numarasını alıp aradım ama telefonuna ulaşamadım. Çayın dibinde işletmesi varmış, kendisi de orada olduğundan telefonu çekmiyor anlaşılan. Artık yapacak bir şey yok, gidecek durumumuz da yok. İyi bir yer bulmuşuz, karşıda cami var. Su var, tuvalet var. Köylülere Muhtara ulaşamıyorum, biz burada kalacağız, isterseniz jandarmaya haber verin gelip kontrol etsinler dedik. Ardından çadırları kurup yerleştik.

Köylülerin anlattığına göre daha önceleri araba ile birileri gelmiş bu köye. Onlar da gecelemeye karar verip köyde kalmışlar. Sabahında ise köyü soyup soğana çevirerek toz olmuşlar. Durum böyle olunca köyde yabancıların kalmalarına izin vermiyorlarmış. Zaten ertesi gün seçim var, mutlaka jandarma gelir sandık başına. Bir şey varsa bizi de araştırırlar, sorarlar. Gizlimiz saklımız yok ki, kimden korkacağız.

Hava karardı, hemen yemeğimizi yapmaya başladık benim ocakta. Bizi gören caminin imamı da bize yemek getireyim diye teklif etti. Teşekkür edip her şeyimiz var, istersen yemekten sonra kahve içebiliriz diye davet ettim. İmam dayanamayıp evden bir tabak pilav ile çıka geldi. Tabi ki geri çevirmedik. Zaten yol yorgunuyuz ve açız, her şeyi yiyebiliriz. Yemekten sonra birer kahve içtik imam ile. Bu arada daha çok imam soru sorarak nereden gelip nereye gittiğimizi sordu. Biz de nereden çıktığımızı, nerelerden geçip buraya kadar geldiğimizi kısaca anlattık. Bize tuvaleti ve çeşmeyi kullanabileceğimizi söyledi. Yatsı vakti gelince camiye gidip yatsı ezanını okumaya başladı. Köyün bir kaç ihtiyarı camiye gelerek namazını kıldı.

Fazla geç olmadan çadırlara çekilip yattık. 4 gecedir evlerde yatıyoruz. Bu gece ise çadırda ama üstümüz kapalı.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 79 kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc