İki Garip Bir Akdeniz 7. Gün

4 Ekim 2017 Çarşamba

Sütleğen köyü

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

Beni koyup koyup gitme, n’olursun
Durduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin yorulursun
Beni koyup koyup gitme, n’olursun

Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
İşine gücüne baksana

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, üç bisiklet park etmiş, arkada kavak ağaçları ve dağlar.

Evde yatmanın rahatlığı ve aldığımız sıcak duşun etkisi ile güzel bir uyku uyuduktan sonra sabahın erken saatinde uyanıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahvemi içmek. Cezvenin içine kahvemi hazırlayıp ocağa sürüyorum pişmesi için. Aylardır okuyup bitiremediğim kitabımı da masanın üzerine, kahve takımlarının yanında yerini alıyor.

Mutfak masasının üzerinde; Ocağın üzerinde cezve, içinde köpürmeye başlamış kahve. Yanında kahve kutusu, üzerinde kahve kaşığı. Pirinçten kahve değirmeni ve Dünya dinleri ansiklopedisi adlı kitabım. (Kitabın aylarca bitmemesinin nedeni az zaman ayırmam ve 1250 sayfa oluşu.)

Bu gün Merve’nin misafiriyiz. Hazır misafir olmuşken fırsatı kaçırmayıp bu gün dinlenme günü ilan ettik. Hem dinleneceğiz hem de köy yaşantısını göreceğiz yakından. Sabah herkes uyandıktan sonra kahvaltımızı yapıyoruz birlikte. Merve okulda öğretmen olduğu için kendisini kapıda uğurluyoruz. Belki de ilk defa işe giderken uğurlanıyor. Merve okula gittikten sonra kirli çamaşırlarımızı toparlayıp yıkayalım dedik. Hazır çamaşır makinesi bulmuşuz. Hep poşet çamaşır makinesinde yıkayacak değiliz ya. Ben pek makinada çamaşır yıkamaktan anlamam. Çamaşır makinesi ile hep eşim ilgilendiği için ben pek anlamam programlardan. Sadece makine bozulursa tamir edebilirim. Cem ve İrfan müzmin bekarlar olarak bu işten anlıyorlar. Kirli çamaşırları makinenin içine atıp deterjanını çekmecenin bir gözüne döktüler. Kısa programı ayarlayıp çalıştırdılar. Makine su alıp yıkamaya başladı. Cem de makinenin başına çömelerek tamburun içindeki çamaşırları izlemeye başladı.

İrfan da yanına geldi, bir de ben bakayım ne oluyor diye. Bakmadan önce gözlüklerinin camlarını sildi. Ne de olsa kör, pek görmüyor.

İrfan makinenin önüne çömelip bakmaya başladı çamaşırlara. İşin ilginç yanı o kadar deterjan döktük ama bir gram köpürme yok. Acaba köpüksüz deterjan mı icat etmişler de haberimiz yok. İrfan ile Cem hayret ediyor bu işe. Mutlaka köpürmesi gerek. Hay Allah bunda bir iş var. Neyse ki kısa programda yıkama olduğundan çabuk bitti. Aldıkları ortak karar deterjanı yanlış göze koydukları oldu. Bu kez diğer göze deterjanı koydular ve makineyi çalıştırıp izlemeye başladık. İlk önce su aldı ve ardından dönmeye başladı. Bir kaç kez sağa sola döndükten sonra köpükler oluşmaya başlayınca  sevindik hep birlikte. Yaşasın bu işi de becerdik. Bizden bir şey kaçmaz.

Çamaşır yıkama işini iki kez yaptıktan sonra bahçedeki tele asıp kurumaya bıraktık. Bisikletlerin üzerindeki çantaları boşaltıp köyü dolaşmaya çıktık. Burası Sütleğen köyü. Toros dağlarının tepelerinde çam ormanlarının içinde dağınık yerleşmiş şirin bir köy. Buraları 1350 metre denizden yüksekliği. Köyün geçimi; Tarım, hayvancılık ve orman işletmeciliği. Ayrıca bu köyde bölge yatılı ortaokulu bulunmaktadır. Merve de bu okulda Fen derslerine giriyor. Köy ormanın dibinde, çam ve köknar ağaçları arasında orman yolu toprak olarak tepelere doğru gidiyor.

Köyün evleri dağınık, herkes kendine göre yer belirleyip yapmış. Bahçeleri de çam ormanıyla karışık durumda. Meyve ağaçları, ceviz ve dere yatağında bol su ile çabuk büyüyen kavak ağaçları manzarayı oluşturuyor. Sadece bir birkaç binanın çatısı görünüyor.

Yolun kıyısında üç bisiklet duruyor. Arkasında kavak ağaçları ve köyün pek görünmeyen evleri. Sonbahara girmemize karşın kavak ağaçları henüz sararıp dökülmemiş. Rakım yüksek olsa da Akdeniz sıcakları Toros dağlarındaki Sütleğen köyüne kadar ulaşıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bulunduğumuz yerden aşağıdaki derin vadiler görünüyor.

Köy manzarası çekiyorum bir poz daha. Tek tük evlerin yanı sıra çokça kavak ağacı göze çarpıyor. Kavak ağacı bir insanla aynı zamanda büyüyüp gelişiyor. O yüzden ailede bir çocuk dünyaya geldi mi hemen yeterli sayıda kavak ağacı dikiliyor. Kavak ağaçları suyu görünce çocuk büyüyüp evlenesiye kadar boyu göğe eriyor ve gövdesi kalınlaşıyor. Evlenme zamanı gelince ağaç kesilip satılıyor ve elde edilen para ile düğün masrafları çıkmış oluyor. Tarımla, hayvancılıkla zar zor geçinen kimi köylüler için aileyi bir yükten kolayca kurtuluyor.

Yamaçta, kayalıkların dibinde tek katlı taş ev çok şirin görünüyor. Yoldan az yukarıda olan ev düzgün yontulmuş taşlarla yapılmış. Yan cephesine bir pencere, çatısında bacası ile hayallerimdeki evi temsil ediyor adeta. Önündeki kocaman ağaç evle yaşıt olabilir. Böyle bir evim olmasını isterdim.

Köylüler ilkel evlerde ilkel yaşamlarını gösteren bir manzaranın resmini çekiyorum. Evin arka kısmında dışarıya çıkıntı olarak yapılmış tuvalet ilgimi çekti. 1 Metreye 2 Metre kadar bir yer ondülin çatı tenekesi ile kaplanmış. Çıkıntının altına ağaç desteklerle gelişi güzey konularak ayakta tutmaya çalışılmış. Tam bir köylü müyendizliği harikası. Duvarda bağlı tahta bir merdiven, bahçede de içi oyulmuş kocaman bir taş. Burada eskilerde buğdayları kırarak bulgur yapıyorlardı. İçi, yaprak, çer çöp dolmaya başlamış kullanılmadığı için.

Merve’nin oturduğu evin önüne geldik. Ev 2.5 katlı, orta katta iki gömme balkon geniş. Çatının bir bölümünde iki oda yapılarak kiremitle kaplanmış. Çatı katında kocaman bir Türk bayrağı duvara boyalı. Sıcak su için çatıya güneş panelleri konulmuş. Merve zemin katta kiracı olarak oturuyor. Üstü kapalı sundurma araba garajı olarak kullanılıyor. Avluda duvar yok, geniş bir alan. Evin yanında çit telle kapatılmış bahçede sebze yetiştiriliyor. Hayvanlar bahçeyi talan etmesin diye çitle kapatılmış. Yoksa köyde evlerin bahçe duvarları yok genellikle. Sağda bir ağaç, arkadaki evli kapatmış tamamen.

Merve’nin görev yaptığı okula geldik. Okulun geniş bir avlusu var, okul zemini yüksek üç katlı. Altta bodrum katının küçük pencereleri görünüyor. Binaya giriş geniş merdivenlerden ve engelli çocuklar için rampalı yol yapılmış. Binanın solunda penceresiz bir alanda Atatürk maskı konulmuş üst katlara doğru. İki bayrak direği, birinde Türk bayrağı asılı. Yerde Atatürk mozolesi, üzerinde büstü. Alında siyah mermere Türk, öğün, çalış, güven yazılı, en alta da Atatürk’ün imzası. Bu okulun adı ; “Sütleğen Yatılı Bölge Ortaokulu” Bisikletlerimizi merdivenin yanına park ettik.

Okulun içine giriyoruz, geniş koridorda ilk göze çarpan camekan dolapta sergilenen kupalar. Okul çeşitli dallarda sayısız kupa kazanmış. Beş ünite yan yana, boyu tavana kadar, cam kapaklı ve bölmeli olarak yapılmış. İçinde değişik şekilde onlarca kupa var. Solda Atatürk resmi, elinde silindir şapkası ve frak giyinmiş olarak duvara asılmış. Yanında da çerçevelenmiş Atatürk’ün genciğe hitabesi yazısı.

Okul müdürü Sadettin Aktaş karşılıyor bizi. Öğretmenlerin çay ocağına davet ediyor ve çayları ısmarlıyor görevliye.  Çayları içerken okul görevlilerinden birisi elinde sazı ile çıkageliyor. Okul müdürü Sadettin bey türkü dostu ve türkü söylemesini çok seviyor. Tanışma faslı ve nerden gelip nereye gidiyorsunuz sözleriyle sohbetimiz başladı. Kendimizi ve yaptığımız tur hakkında kısaca söz ettik. Saz ustası elinde sazı ile karşımıza oturdu masanın kenarına.

Çay salonunda masalara oturmuş durumda  çayları içerken Sadettin bey basılı kağıtta türkü sözleri elinde bizlere türküleri söylemeye başladı. Masanın etrafında müdür bey çay ocağının bankosunun yanında, ben ve Cem oturuyoruz. Saz ustası solda. Bankonun iç tarafında çay ocaksısı da oturmuş türküleri dinliyor. Müdür beye ben de eşlik ediyorum bildiğim kadarı ile. Duvarda Atatürk resmi asılı. Çay ocağında askıda ceketler asılı. Tezgahta elektrikli semaver.

Müdür beyin elinde üç kağıt var, bize üç türkü söyledi saz eşliğinde. Türkülerden birincisinin sözleri aşağıda;

Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Göklere erişti figanım ahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

 

Bir gülün çevresi dikendir hardır

Bülbül har elinde ah ile zardır

Ne de olsa kışın sonu bahardır

Bu da gelir bu da geçer ağlama

 

Daimi’yem her can ermez bu sırra

Gerçek kamil olan yeter bu sırra

(Gerçek aşık erer o nura)

Yusuf sabır ile vardı Mısır’a

Bu da gelir bu da geçer ağlama

İkinci türkü sözleri ;

Orhan Ölmez – Açma Zülüflerin

açma zülüflerin yar, yar, yellere karşı

senin zülfün benim, benim telim değil mi?

Bülbül figan eder güllere karşı

o yar benim gülüm gülüm gülüm değil mi?

 

sallama saçlarını yar, yar, sen de kurursun.

azrail misali yar yar canım alırsın

etme bu cefayı yar yar kanlım olursun

bu kul senin kulun değil mi?

Üçüncü türkü sözleri ;

Nem Kaldı (Parsel Parsel)

Parsel parsel eylemişler dünyayı

Bir dikili taştan gayrı nem kaldı

Dost elinden ayağımı kestiler

Bir akılsız baştan gayrı nem kaldı

 

Padişah değilem cıksem otursam

Saraylar kursam da asker yetirsem

Hediyem yoktur ki dosta götürsem

İki damla yaştan gayrı nem kaldı

 

Mahsuni Şerif’im çıksam dağlara

Rast gelsem de avcı vurmuş marala

Doldur tüfeğini beni yarala

Bir yaralı döşten gayrı nem kaldı

Aşık Mahzuni Şerif

Afşin

Çaylar içildi, türküler söylendi, muhabbetler edildi derken öğlen oldu, acıktık. Öğle yemeği için okulun yemekhanesine davet etti müdür bey. Merve de aramıza katıldı. Yemekhane binası ayrı yerde, birlikte gittik. Öğle tatili zili çaldığı için yüzlerce çocuk yemekhaneye hücum etti bir anda. Öğrenciler yemeğini alıp oturduktan sonra bizler arkalarından sıraya girip tabldot yemeğimizi aldık. Öğretmenlerin oturduğu masaya oturup yemeklerimizi yiyoruz. Yemekhane geniş bir salon, öğrenciler masaları doldurmuş büyük bir gürültü çıkararak yemek yiyor. Tavanda iki sıra karpuz lambaları sarkıyor.

Yemekten sonra ders zili çalıyor. Öğrenciler ve öğretmenler dersliklere girip derse başlayınca biz de eve gidip biraz şekerleme yapalım dedik. Akşama kadar dinlendik bir güzel. Akşam üzeri kurumuş olan çamaşırları toplayıp çantalardaki yerlerine yerleştirdik. Akşama ne yapalım diye aramızda konuşup karar verdikten sonra Cem marifetli elleri ile bize yemek hazırlamaya başladı. Bu işi zevkle, severek yapması pişireceği yemeği lezzetli kılıyor şimdiden. Yemeği yaparken onu izliyorum sadece. Mutfak tezgahında Cem elinde bıçak salatalıkları soyarken biraz bulanık çekiyorum. Bankoda lavabo, çeşmesi ve sıvı deterjan kutuları renkli duruyor.

Akşam olup Gün biterken Merve okuldan geliyor. Evde birilerinin olması ve iş dönüşü kapıyı açmamız onu uzun süredir yaşamadığı bu olay nedeni ile heyecanlandırıyor. Her seferinde anahtarla kapıyı açıp içeri giriyor ne yazık ki. Neyse bu gün kapıyı biz açıp hoş geldin diyerek içeriye aldık. Yoğun geçen derste öğrencilere ders anlatmak, yaramazlıklarını ve gürültülerini susturmaya çalışmak her ne kadar yorsa da bizleri görünce hepsi geçiyor ve gülümsemesi eksik olmuyor yüzünde. Her zaman misafiri olmuyor ki. Yaz sıcağında Eşpedal derneğinin düzenlediği Ege Turunda Merve ile tanışıp dost olmuştuk. Aradan kısa süre geçmesine rağmen yaşadığımız güzel anları anmadan edemiyoruz ve anılarımızda canlı duruyor.

Akşam yemeğini birlikte yiyoruz. Yemekten sonra kahveler her zaman olduğu gibi ben yapıyorum. Hava kararıp akşam yemeği zamanı biraz geçe, tam da çay zamanında Merve’nin yukarıda oturan ev sahipleri çay içmeye yanımıza geliyorlar. Kamile teyze ve kocası Ali İhsan Kocabaş ile tanışıyoruz. Köy canlı bu konuda. Yabancı biri geldi mi hemen haberleri oluyor. Hele hele misafir olarak kaldıklarında, bir de bekar bir kızın evinde üç erkek gelirse merak daha da çoğalıyor. Bizleri tanımak için çay içme bahanesi yeter. Biz de kendimizi tanıtıyoruz meraklı ev sahibine. Çayı demleyip muhabbet eşliğinde içiyoruz. Köylülerde hikaye çok dinlemek gerek. Ali İhsanın oğlu evli ve torunları olmamış. Bir tane oğlu var sadece ve oğlunun çocuğu hiç olmayacak. Biraz hüzünlü hikayeyi Ali İhsan anlatıyor bize. Oğlu genç delikanlı iken yaz aylarında motorla gidiyor deniz kıyısına. Deniz yaklaşık 45 Kilometre aşağıda. Oğlan akşama kadar yüzüyor ve ıslak donla motora atladığı gibi köye geliyor. Motor hızlı girerken yarattığı rüzgar ıslak donu kurutuyor ama üzerinde iken. Oğlan farkında olmadan yumurtalıklarını üşütüp hasta ediyor ve işlevselliğini yitiriyor. Bir daha yumurtalık çalışmıyor. Bunu evlenesiye kadar bilmiyor, evlenip çocuk sahibi olmayınca anlıyorlar gerçeği.

Bu hüzünlü hikaye beni etkiledi ve üzüldük bu olaya. Artık çocukları olmayınca evlatlık almayı düşünüyorlar, yapacak bir şey yok. Sohbetimizden ev sahibi bizleri tanıyor ve merak edilecek bir şey olmadığını anlıyor. Gönül rahatlığı ile başından geçen bu olayı bizlere anlattı. Gecenin geç saatlerine kadar oturup sohbetler ederek zaman nasıl geçti anlamadık bile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir