20 Ağustos 2015 Perşembe
Mitrovica – Priştine – Ferizaj
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Kimi kez
kimi kez
insan pamuktan yumuşakmış kimi kez
kimi kez
taştan kavi
kimi kez yaşamak o kadar kolay
kimi kez o kadar zor ki
agim rıfat yeşeren
Öne çıkmış olan görsel, Bisikletim KUZ, arkada tren istasyonu. Kosova da Vıçıtırın kentinden geçen tren yolu.
En önemlisi ne biliyor musunuz? Güvende olmanıza rağmen tedirgin uyumak. Yağmur yağacak diye değil, insanlar tedirgin ediyor. Basketbol sahasının duvarları yüksek olmasına rağmen bir kaç kişi duvarlara çıkarak bizi gözetlemesi. Aydınlatma lambalarını üzerlerine tutunca duvardan aşağı atlayıp kaçtılar. Okul bahçesinde olsaydı kim bilir belki bu kadar rahatsız etmezlerdi. Henüz alarm saati çalmadan uyandım. Dışarı çıkınca yağmurun üzerimize yağmaya hazır olduğunu gördüm. Bir kaç kilometre yakınımızda bulut yere inmiş yağan yağmur damlaları güneşin ilk ışıkları ile gök kuşağını oluşturmuş. Harika bir görüntü olmasına rağmen çadırın içindeki eşyaları ve çadırı kapalı basket sahasına hemen taşıdım yağmur indirmeden. Çadırı ıslatmamak gerek, birazdan toplanacak zaten.
Çadırı içeri alır almaz yağmur indirdi. Binanın saçak altından bir süre yağmurun yağışını seyrettim. Pek öyle uzun süreli yağacağa benzemiyor. Yaz yağmuru kısa sürer. Zaten sol tarafı açık ve güneş var. İşte gök kuşağı, yağmur damlalarından geçen güneş ışıkları bize görünür ışığın açılımını veriyor yedi renk olarak.
Henüz erken olmasından istifade etmeli. Çadırı, eşyaları toplamadan kahve takımını çıkarıp kahve pişirmeye başladım. Bakalım şanslı olan 3 kişi kim?
Kahve pişerken bekleyenler çaktırmadan resmimi çekmiş.
İşte çaktırmadan resmimi çekenler. Henüz çadırından çıkmamış, öylece avını bekleyen avcılar gibi pusuya yatmış. Sözde kahveyle ilgilenmiyorlar görünüyor, kadınlar sohbet ediyormuş gibi yapıyorlar. Ama erkek olan gözlerini avına dikmiş öyle bakıyor. Sadece kahvenin fincana dökülmesini bekliyor. Fazladan üç fincan olunca etrafta avcılar da gözünü kahve cezvesine dikmiş durumda. Bakalım kim kapacak fincanları?
Erkek olan ve kadınlar kapıyor fincanları. Nasıl çıktılar, nasıl yanıma geldiler göremedim. Hem de kahve fincanını dökmeden kapıp tekrar çadırın içinde keyifle höpürdeterek içiyorlar kahvelerini. Erkek olanından korkulur, müthiş avcı. Kaşla göz arasında iki fincan kahveyi diğerlerinden önce kaptı. Kendisini tebrik eder afiyet olsun dilerim.
Kahve keyfinden sonra toparlanmaya başladık. Bir süre yağan yağmur beklediğim gibi dindi. Eşyaları arabaya yerleştirdik tek tek sığacak şekilde. Araba tıka basa dolu ama biraz daha eşya sığdırabileceğimi hissediyorum. Artık iyice öğrendim eşyaları arabaya yerleştirmeye. Eşyalar yüklendi, sıra kahvaltıya geldi. Sabri yanımıza gelerek bize rehberlik edecek, kahvaltı ve şehirden çıkış için. Bisikletlerle merkeze gelip fırından patatesli, peynirli ve kıymalı börekler aldık. Vitrinde poğaçalar sergilenmiş.
Aynı bizdeki gibi burada da kahveler var. Bildiğimiz gibi demlikte çay demleyip ince belli çay bardaklarınla tepside çay servisi yapıyorlar. Oralarda bulunan kahveye oturup çay söylüyoruz duble olarak. Duble bardakları bana küçük geldiği için kendi cam bardağımı çantadan çıkarıp oradan içiyorum duble çayımı. Alışmışım su bardağında çay içmeye. Bardağım da mavi boncuklu. Az yağlı nefis böreklerle çay iyi gitti doğrusu. Gel gelelim bardağı kahvede unuttum… Belediye meydanını çekiyorum.
Şehrin bazı yerlerinde kaldırım ve yol düzenleme çalışmaları var. Kazılmış durumda olan yerlerden dikkatlice geçmek gerek. Sabah yağan yağmur su birikintileri oluşturmuş durumda. Çamurlanmamak gerek henüz yola çıkarken. Kosova savaşında şehit düşmüş UÇK askerin heykeli bir kayanın üzerinde.
Sabri Hüseyin yine bize rehberlik edip şehirden çıkarıyor. Ana yoldan değil de tren yolunun dibinden giden yolda, araç trafiği neredeyse yok. Ta Vıçıtırın’a kadar yolumuz böyle. Sabri elçek ile arkadaşları çekiyor, Semra, Serhat, Sabri, Denis, İrfan ve Mehtap hanım.
Önde gidenler beni beklerken resim çekiliyorlar, arkada iki katlı bir bahçeli villa var.
Yamaç kıyısında giden köy yolu bisiklet sürmek için mükemmel bir yol. Önde bisikletçiler gidiyor.
Tren yoluna paralel giden yol, eski ana yol. Sol tarafta nehir yatağı var. Yeni ana yol diğer tarafta ve trafik oradan işliyor.
Vay o da ne şöferimiz değişmiş bu gün. Muhlis abi bisikletini Denis’le takas etmiş.
Vıçıtırın tren istasyonuna vardık. Kasaba yerleşim yeri daha yukarıda yeni yolun kıyısına yoğunlaşmış durumda. Tren istasyonu kenar mahallenin ıssız istasyonu olmuş. Etrafta kimseler yok, sanki terkedilmiş. İstasyonun ıssızlığı hüznü çağrıştırıyor. Sanki kavuşulmamayı anlatıyor bana. Oldum olası trenleri, tren istasyonlarını severim. En çok istediğim trenle uzun bir yolculuk yapmak. Trenler arabalara göre daha yavaş gittiğinden olsa gerek varacağın yere daha uzun zamanda varıyorsun. Yolculuk sırasında bir çok şeyi daha rahat görebilme imkanı var. Vagonun içinde geniş mekanı olması, otobüs yada arabalara göre serbestçe dolaşma olanağı olduğundan yolculuk sırasında sıkılmadan, dizlerin, ayakların su toplayıp uyuşmadan yolculuk yaparsın. Her istasyonda durup inen yolcuları seyredersin. Onları bekleyenlerle karşılaması insanı mutlu eder. Ardından trene yeni yolcular biner. İlk önce süzersin, o da seni süzer. Yerine yerleştikten sonra konuşma faslı başladı mı ineceği yere kadar sürer. Belki de dost olursun. Tren yavaş gider ama seni varacağın yere götürür. İşte bu yüzden trenleri ve trenle gezmeyi seviyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Ova boyunca akan derenin yanından gelmiştik. Şimdi köprüden karşı tarafa geçip Vıçıtırın’a gireceğiz. Köprü üzerinden dere, kenarları ağaçlar kaplamış.
Dere az akıyor yaz olması nedeniyle. Köprü bayağı geniş ve uzun, demek ki kışın daha çok akmakta.
Bizim söylemimizle Vıçıtırın, Arnavutça Vushtrri, Sırpça Arnavut milliyetçileri tarafından karalanmış. Normalde programa göre Vıçıtırın da mola verecektik ama bu gün Denis bisikletle gidiyor ve genç olduğu için öncülük yaptığından gaza gelmesi daha kolay. Önde giden ihtiyar kurtlar Denis’i hadi hadi diye gaza getirmişler habire gidiyorlar. Benim yetişmem imkansız onlara. Durum böyle olunca burası yakın deyip pedala basmışlar durmadan. Bakalım nerede duracaklar ihtiyar kurtlar…
Bisikletim KUZ ve Vushtrri tabelası, burada hız sınırı 40 Km olduğu belirtilmiş.
Muhlis abi arabası ile bizleri takip ediyor. Ona uygun bir yer bulmasını istiyorum, yoksa Priştine’ye varacağız deyince yol kıyısında otelin birinde ekibi durdurup mola verdiriyor. Otel olmasına rağmen bizdeki gibi yok lüksmüş, yok dükkan kirası pahalıymış durumları yok. Kahve yada bira Prizren de, Jakova da, Peja da ne kadarsa, burada da fiyatlar aynı, değişmiyor. Öyle kazıklama ihtiyaçları da yok yabancıları. Verdikleri fiyatla da para kazanıyorlar. Bahçede masaya oturmuş, gölgede dinleniyorlar.
İkinci masada bir grup daha oturmuş, dinleniyorlar.
Otelin geniş bahçesinde kafeteryada yayıldık. Ağaçların gölgesinde sohbet ederek iyice dinleniyoruz. Bu da üçüncü masada dinlenenler.
Biralar serinletiyor dinlenenleri.
Bir süre dinlendikten sonra yola devam ediyoruz. Priştine yakınlarında bulunan termik santral tüm Kosova’nın elektrik ihtiyacını karşılamakta.
Priştine’ye gelmeden önce Sultan I. Murad türbesine geldik. Türbeyi görmemiz gerek. Tabela bizi gelmeden önce uyarıyor türbe az ileride sağda diye.
Türbe yoluna sapıyoruz. Türbe binası ileride sağda görünüyor.
Türbe bir kaç binadan oluşmuş geniş bir yer. Bahçenin etrafı duvarla çevrilmiş.
Kapının ilk girişinde tam karşıda daha geç dönemlerde yapılmış iki katlı bina var, burası müze.
Avlunun solunda türbenin olduğu yapı ve türbedarın oturduğu ev. Türbe tek kubbeli.
Türbeyi Türkiye devleti restore edip yenilemiştir. 70 cm taş platform üzerine dört direk, direklerin üstü çardak. Duvarında Kosova ve Türk bayrağı ve türbenin tarihçesi Arnavutça ve Türkçe plakete yazılmış. Platform taş duvarına Meşhed-i Hüdavendigar, Kosova tarih ve kültür derneği yazılmış.
Türbenin rehberi Muamer Sivrikoz bizi bahçede karşıladı ve tanıştık. Sıcak ve sempatik karşılaması bizleri memnun etti. Türkiye de okumuş genç, dinamik bir delikanlı Muamer. Muamer’in etrafında toplanıp Osmanlı tarihi, Kosova Savaşı, Sultan I. Murad Cihan-ı Hüdavendigar’ı , Sultan I. Murad’ın şehit düşmesini ve Türbenin yapılışını anlatmaya başlıyor.
Burada Türbedarların ve Paşaların mezarları var. Şimdiye kadar yaşamış olan Türbedarlar ölünce buraya gömülüyor.
Dut ağacı Türbenin yapıldığı tarihlerde dikilmiş hala ayakta asırlık dut ağacı.
Türbe restore edilirken dut ağacının bakımı da yapılmış. Zamanla iyice büyüyen gövdesini taşıyamayıp ortadan ikiye ayrılmış. İçi de çürümeye başlayınca beton ile destek yapılarak ağacın daha çok yaşaması sağlanmış böylece.
Su içebileceğimiz çeşme de var bahçe duvarının dibinde.
Türbeye ayakkabılarla girilmediği için hepimiz dışarıda ayakkabıları çıkardık.
Bu da ayakkabı ile girilmeyeceğini belirtir uyarı levhası hem resim olarak hem de yazı ile.
Türbenin yerdeki kırmızı halısı beyaz benekli.
Cep telefonu ekranında resim çekmek için bakınırken yerde ki halıya hareket halinde iken böyle güzel bir görüntüyü de çekmiş oldum. Kameranın merceğinden çipe kadar geçen zaman, ekrana yansıyasıya kadar beyaz benekler beyaz çizgiye dönüşüyor.
Sultan I. Murad Hüdavendigar’ın Türbesi. İlk önce ruhuna bir Fatiha okuyup duamızı ediyoruz.
Sultan I. Murat Kompleksi Pristine – Mitrovica yolunun 6. kilometresinde, Mazgit köyünde bulunmaktadır.
Sultan I. Murat kompleksi: Türbe, Mezarlık ve Müzeden oluşmaktadır. Bu kompleks, kültürel, tarihi, ve dini bir anıttır. Kompleksin ziyaretçileri oldukça çoktur. Ziyaretlerin nedeni, kültürel ve dini amaçlıdır.
Türbe 14 y.y inşa edilmiştir. Bu türbenin inşaatını Sultan Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmıştır, ve bu yer “Meshed-I Hüdavendigar” olarak adlandırılır.
Tarihsel verilere göre Türbede Sultan I. Murat’ın sadece iç organları yer almaktadır. Cenazesi ise Bursa’nın Çekirge semtinde bulunmaktadır. Tarihsel dokümanlara göre ise 1660 yılına kadar Türbenin restorasyonu yapılmamıştır. Restorasyon ancak 1660 yılından sonra bugünkü halini almıştır. Bu restorasyondan sonra Türbedar ailesi getirilmiştir. Daha sonraki restorasyonlar ise 1845 yılında yapılmıştır. 1866 yılında su tesisatı yapılmıştır. 1896 yılında ise Selamlık binası inşa edilmiştir. 2006 yılında ise restorasyondan sonra müze haline dönüştürülmüştür.
2005 yılında Türbe, Diyanet Vakfı tarafından restore edilmiştir.
Birinci Kosova Savaşının Tarihi
15 Haziran 1389, yılında I. Kosova savaşı, Osmanlı ordusu ile Balkan ordusu muharebesinde I. Sultan Murat şehit edilir. Sultan öldürülmesi hakkında değişik yorumlar da vardır. En güçlü verilere göre Sultan I. Murat’ı , Milos Obilic tarafından öldürülmüştür.
Sultan I. Murat’ın Tarihi
Sultan I. Murat (1326 – 1389) yıları arasında yaşamıştır. Osmanlı devletinin üçüncü Padişahıdır. Sultan I. Murat, Osmanlı devletinin, Avrupa’ya doğru kapılarını açan ilk Padişahtır. Osmanlı İmparatorluğunu 500.000 kilometre kare yaymıştır.
Kompleksin İçinde Ziyaret edilebilenler:
Sultan I. Murat türbesi
Müze
Dut Ağacı
Rıfat Pasa mezarı, (Silistre kumandanı 1859 y)
Hafız Mehmet Pasa mezarı, (Kosova Valisi 1903 y)
İlk Türbedarın mezarı Hacı Ali Buhara
İsmail Ağa mezarı
Çeşmeler ve Kitabeler
Sultan Abdul Aziz çeşme kitabesi
Ali Hacı Yakova çeşmesi ve kitabesi (1898 y)
Sultan Reşad anısına yaptırılan çeşme (1911 y)
Türbedar Ailesi
Sultan Abdülmecit’in bir berat ile 1854 yılında aslen Buharalı olan (Özbekistan) Hacı Ali Bey, Türbedar olarak atanmıştır. Hacı Ali Bey’in ailesi daha sonar Türbedar soyadını almıştır ve bugüne kadar Türbe’nin Türbedarlığını bu ailenin mensupları yapmaktadır.
Türbedarlık, Yugoslavya döneminde zor koşullarda ve büyük bir özveri ile 2000 yılına kadar merhum Fahri Türbedar yapmıştır. Bugün ise Fahri Türbedarın esi Saniye Türbedar yapmaktadır
Rehberimiz Muamer Sivrikoz’un anlatımı ile..
Sultan Murat’ın mezarı, yeşil örtü ve Arapça yazılı örtü ile örtülmüş. Baş kısmında ise beyaz renkli kavuk var.
Türbenin tavanı tek kubbeli, iç kısmı şekil ve Arapça yazılarla süslenmiş. Ortadan uzun bir zincir ile avize bağlanmış.
Türbede işimiz bitti, ayakkabıları giyip dışarı çıkınca iki dengesizi dut ağacının altında resmediyorum. Tamam ve İrfan.
Bisikletlerin başında Denis nöbet bekliyor. Müze binasına doğru gitmeye başladık.
Şimdi kullanılmayan orijinal çeşme kitabesi ile bahçenin bir kıyısında unutulmuş. Zamanın izleri var hala üzerinde.
Müzeye giriş yaparak içinin gezintisine başladık. Burası giriş yeri.
Müzeye bağış ta yapabilirsiniz. Bağış kutusu altında, camekanın içinde yeşil ve beyaz kavuklar sergilenmiş.
Sultan Murad’ın resmi duvarda, tahta divan üzerine motifli minder ve yastıkların bulunduğu dinlenme yeri.
Hem tuvalet, hem de banyo olarak kullanılan halk dilinde “Hamamcık”
Film salonu, burada projeksiyon cihazı ile gösterim yapılıyor ziyaretçilere. Duvarda perde ve oturma sıraları, yere de Türk motifli halı serilmiş.
Kırık, dökük mermer yazıtlar duvar dibinde sergilenmiş.
Osmanlı ordusunda Askerleri savaşa motive eden davulcu. Davullar gümbürdedi mi askerler cesarete gelip hücuma geçerlermiş. Davulcu heykeli.
Savaş silahları uzun sopalı iki balta çapraz asılmış. Kılıçlar aşağıda kınları içinde.
Başında tolga, savaş zırhlısı giymiş Osmanlı savaşçısı.
İki kılıç, Bir balta, baston ve duvarda kalkan.
Oklar ve sadak.
Bu da zurnacı, zurnanın sesi de davulla beraber askerleri galeyana getirip savaşı kazanıyorlarmış.
Sultan Murad’ın duası.
“Yâ Rabbî! Bu fırtına, şu âciz Murad kulunun günahları sebebiyle çıktıysa, onun yüzünden mâsum askerlerimi cezâlandırma!.. Allâh’ım! Onlar ki buraya kadar sâdece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı teblîğ etmek için geldiler!
İlâhî! Bunca kerre beni zaferden mahrûm etmedin. Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine Sana ilticâ ediyorum, duâmı kabûl eyle! Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim!
Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim.
Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme! Onlara öyle bir zafer lutfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin! Dilersen o bayram gününün kurbânı da şu Murad kulun olsun!
Yâ İlâhî! Bunca müslüman askerin helâkine beni sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben cânımı kurbân ederim; yeter ki Sen beni şehîdler zümresine kabûl eyle!.. İslâm askerleri için rûhumu teslîme râzıyım… Beni gâzî kıldın. Sonunda lutfen ve keremen şehîdlik de nasîb eyle!.. Âmîn!”
Aşağıda Sultan Murad’ın duası resmi.
Osmanlı ordusunun savaş düzenini anlatan minyatür maket mehter takımı. Ordunun yakınında askerlerin moralini yükselterek savaşta galip gelmeleri için var gücü ile marşlar çalıyorlar durmadan.
Tarihte ziyaret edenlerin karaladığı ziyaret defterleri. Açık olan ziyaret defterine ben de grup adına bir şeyler karaladıktan sonra hepimizin adını tek tek yazdım.
Sultan Murad’ın kullandığı kavuk. Altı kahverengi, külahı beyaz.
Kosova savaşından sonra kullanılan Osmanlı bayrakları. Ay yıldızlı bayrak Kosova savaşında akan şehitlerin kan birikintisine Ayın hilal oluşu ve Jüpiter gezegeninin ayın yanında denk gelmesi ile oluşan gökteki bu anın yansıması sonucu olmuştur. Bu ay ve Jüpiter’in bir araya gelip ay yıldız oluşturması her zaman olmaz. Uzun sürede olan bu durum da tesadüf eseri olamaz.
Sultan Murat oturmuş ve yeniçerileri etrafında toplanmış.
Sultan I. Murat’ın yaşadığı dönemde Osmanlı devletinin olduğu sınırları gösterir harita.
Rehberimiz Muamer Sivrikoz ve bisikletçiler olarak türbenin önünde hatıra resmi çektiriyoruz hep birlikte. Tatlı dili, yalın Türkçesi ile bizleri mest etti. Sanki o dönemi yaşadık tarihin derinliklerinde. Başka bir alemden çıktık sanki. Muamer bizleri büyüleyip Kosova savaş meydanında zaferden sonra yaralı Sırp askerinin Sultan I. Murat’ı şehit ederken o anı yaşattı. Büyüden anca dışarıda Güneşin ışıklarını görünce kurtulduk.
Resimden sonra cep telefonumu Muhlis abiden aldıktan sonra karşımda bana poz veren Zafer Tanılkan’ı çekiyorum bir poz.
Sultan I. Murat türbesinden ayrılıp ana yola çıktık tekrar. Yol kıyısında renkli arabaları görünce dikkatimizi çekti. Eski arabaları cafcaflı boyalarla boyayıp sergilemişler. Müşteri çekmenin değişik bir yolu. Renkler insanı çekiyor kendisine. Arabalar da sevimli ve minik olması ayrı bir gözle görmemizi sağlıyor. Arabaya; Lago di Garda yazılmış. Kırmızı, beyaz ve üstü yeşile boyanmış.
Vos vos ta öyle, zaten vos vosu öne koyup dikkati daha çok çekiyor. Altı sarı, üstü kırmızı boyanmış Murat’ı araba ile birlikte çekiyorum.
Artık trafik iyice kalabalıklaştı, Priştine’ye geldik sayılır. Denis Priştine’yi bildiği için önde bize kılavuzluk edecek.
İlkönce Denis’in okuduğu üniversiteye geldik. Yaz tatili olması nedeni ile Okul kapalı.
Denisin hayalini gerçekleştiriyoruz hep beraber; Bisikletle Prizren den gelip Üniversitede beraber, bisikletlerle resim çekilmek. Denis çok sevinçli, yanında bir çok bisikletli ile birlikte Üniversitenin Kampüsü önünde devamlı öğrencilerin takıldığı kafenin önünde. Okul açılınca resmi arkadaşlarına gösterip hava atacak. Yakışır da hava atması, arkadaşlarının böyle bir şey yapması olası değil ki.
Üniversiteden sonra yemek yemeğe lokantaya geldik. Herkes kendine göre yemek ısmarlayıp afiyetle yedi.
Yemekten sonra Denis Priştine’nin merkezine sevgi yoluna getirdi. Burası trafiğe kapalı, sadece yayaların girip gezinti yaptıkları yer. Bisikletle bile dolaşmak yasak. Bisikletleri kıyıda girişte park edip dolaşmak istemeyen Tamam ve İrfan’a emanet ederek yaya olarak dolaşmaya başladık.
Araçlara kapalı geniş yolda yürüyoruz.
Şahin ile Denis elçek olarak kendilerini çekiyorlar.
Muhlis Dilmaç ta bizleri elçek çekiyor.
Bir grup arkadaş Arnavut komutan İskender beg atlı heykeli önünde çekiliyorlar.
Yürüyüş yolunda havuzlar yapılmış, havuzda da fıskiyeler suyu belli bir yüksekliğe kadar çıkarıp insanların dikkatini çekiyor.
Arnavutların lideri Skender beg, burada da at üstünde heykeli dikilmiş. Heykel mermer kaidenin üstünde.
İnsanlar gezinirken sıkılmasınlar diye su oyunlarından delikli fıskiyelerden konuşmuş. Belli bir ritimle su basınçla delikten çıkıp belli bir yüksekliğe kadar çıkıyor. Bu yükseklik müziğin ritmine göre tansiyonu ayarlanıyor bilgisayarla. Bir terapi gibi insanları oyalayıp seyrettiriyor resmen.
Bir süre dolaştıktan sonra yola çıkıyoruz. Şehir trafiği kalabalık, ilk önce onunla boğuşuyoruz bir süre şehirden çıkasıya kadar. Gideceğimiz Ferizaj yolu epey kalabalık. Yolda emniyet şeridi yok ve düşük banket. Tek sıra gidiyoruz burada ve hızlı. Ortalama 30 km ve üzerinde. Yoğun trafikten biran önce kurtulmamız gerek. Her ne kadar trafikten sıkılsak ta o yoğun trafiğe rağmen araçlar bizi hiç sıkıştırmadı. Eğer karşıdan gelen araç varsa bizi sollamadılar. Karşıdan araç gelmeyince bizim güvenliğimizi düşünerek öyle solluyor araçlar. 30 km/hız ve üzeri olunca ana yolu çabucak geçtik.
İşte burada tarlada sürü halinde uçan kuşlar için pratik, bisiklet üstünde resim çekebileceğim bir fotoğraf makinasına ihtiyaç duydum. Kuş sürüsü öyle güzel hareket ediyordu ki. İşte o anları yakalamak zorladı beni. Resimleri cep telefonumdan çektiğim için durmam gerektiğinden durup çekesiye kadar kuş sürüsü hızla hareket ettiğinden havada bulut halinde yakalayamadım. Kuş bulutunun hareketleri insanı büyülüyor adeta. Bir yukarı doğru uçuyor, ardından aşağı, sola. Tekrar yukarı, sağa, aşağı. Sanki koca bir kuş ama kağıttan yapılmış, eğilip bükülüyor, ardından düzelip havada süzülüyor. Bir bakmışsın büzüşüyor. Durup seyretmesi çok hoş. Sürünün ne yapacağını bilmeden takip ediyorum. Her hareketleri değişik kompozisyon oluşturuyor gök yüzünde. Beni fark ettiler herhalde. Tarlaya kondular sürü halinde. Sonra hep birlikte havalanıp danslarına devam ettiler. Sanki akşam seremonisini dans ederek kutluyorlar gün bitimini.
Kamp yeri Ferizaj şehrinin dışında olduğu için şehre varmadan Prizren yoluna sapıyoruz. Bu yola girince rahatladık, araç trafiği iyice azaldı.
Ferizaj dağlardan biraz uzakta kurulduğu için kamp yapabileceğimiz en uygun yer olarak piknik ve doğa yürüyüşçülerin kullandığı çamlık olan bir yere vardık. Kamp yeri biraz yüksek, kısa bir yokuşta bisikletleri elde çıkarmak zorunda kaldık. Yol toprak ve dik. Piknik alanında çeşme ve tuvalet olmadığı için arkadaşlar beğenmedi kamp alanını.
Kamp alanını keşfeden arkadaşlar bankta oturmuş. Etraf çam ağaçları ile kaplı
İrfan çam ormanı içinde bisiklet sürüyor.
Zafer Tanılkan omuzunun üstünde buz torbasını tutarken gördüm. Ne olduğunu sorunca yolda gelirken matarasından su içmeye çalışırken arka tekerleğini bankete düşürünce bisikletten sağ omuzu üzerine düşmüş. Sıcaklığından olsa gerek bir şey anlamadığından kalkıp yola devam etmiş buraya kadar. Yüzündeki acıyı görünce kırık olduğunu tahmin ettim. Denis’e hemen hastaneye götürüp filminin çekilip kontrol edilmesi için araba ile şehre hastaneye yolladım.
Restoranın aşağısında düz bir alanda çadırları hep birlikte kuruyoruz.
Çadırlar kurulduktan sonra hava karardı. Denis ve Zafer hastaneden geldiler. Hastanede çekilen röntgen filminde gördükleri kadarı ile omuz kemiği kırılmış. Ameliyat edilmesi gerektiğini söylemiş doktorlar. Zafer’in abisi Uğur hemen bir araç bulup Türkiye’ye gidelim deyince bu saatte araç bulmak imkansız Türkiye’ye götürecek. Anca yarın gidebilirsiniz dedim. Denis’e araba ile eşyaları ve bisikletlerini alıp Zafer ve Uğur ile birlikte Prizren’e götürmesini söyledim. Prizren de daha büyük hastane var. Hem Denis’in annesi hastanede hemşire olarak çalışıyor. Bir de orada kontrol etsinler diye Prizren’e yolladım. Hepimizi morali bozuldu ama yapacak bir şey yok bu durumda.
Onlar gittikten sonra akşam yemeği için daha önce anlaştığımız gibi karışık ızgara menüsünü hazırlamaya başladı restoran sahibi. Akşam yemeğinden sonra bir süre daha restoranda oturup sohbet ettik. Fazla geç olmadan çadırlara gelip yatma zamanı deyip yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 80 Kilometre civarı.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda.