Etiket arşivi: eros

Adım Adım Kano

Gemisini Yürüten Kaptan

Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim
Ama silinmiş, ner’deyse bir şey kalmamış
Çok eskiden çok, ta gençlik yıllarımdan
Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim
Bir giysiydi sanki yaseminler
Ağustostaydı, ağustosta bir akşam
Gözlerini hatırlıyorum biraz, sanırım maviydiler
Ah evet maviydiler, mavi gök yakuttan
Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim
Ama silinmiş, ner’deyse bir şey kalmamış
Çok eskiden çok, ta gençlik yıllarımdan
Bu bulanık anıyı anlatmak isterdim

Ömer Zülfü Livaneli / Kostas Konstandinos Kavafis

 

Öne çıkmış olan görsel, gözleri kapalı genç bir kız, saçları uzun, geriye doğru dalgalanmış, kulağında inci küpesi ve boynunda şal var. Şal da geriye doğru dalgalı. Başının üstünde cam damlası, yanında Jale yazıyor.

IMG_20220818_094350

Az ilerdeki sınıfıma doğru koridorda yürürken teneffüs neredeyse bitmek üzere. Ama acele etmeden yürüyorum. Tavandaki kirişlere bakıyorum. Tavan beyaz, kirişler gri renklerle boyalı, koridorun duvarları ise çok açık maviydi. Gözüme kirişteki zile takıldı. Metal çanın yanında ince demir sapın ucundaki küçük top hazır bekliyordu çana vurmaya. Çok az kaldığını hissediyordum. Teneffüse çıkalı 9 dakikayı geçmişti. Birazdan hademe zilin elektrik düğmesine basacak. Gözüm zile takılınca daha gerideki tavan kirişinde sanki bir şeyin hızlıca hareket ettiğini hissettim. Ama hareket eden şeyin ne olduğunu göremedim. Belki de bana öyle geldi. Açık olan sınıfın kapısından içeriye girdim. Sınıf arkadaşlarımın çoğu sırasına yerleşmiş, yeni derse hazırlanıyorlar. Kimisi de karşılıklı konuşuyordu. Sınıfta kız ve erkek öğrenciler olmasına rağmen kızlar yan yana, erkekler yan yana oturuyordu. Kız ile erkek öğrencinin aynı sırada oturması olanaksızdı. Örf ve adetlerimize uymuyordu da. Halbuki Türkiye’ye göç etmeden önce Kosova’da okuduğum sınıfta kız ve erkek öğrenciler bir sırada oturabiliyorduk.

Ben diğer öğrencilerden bir yaş daha büyüktüm. O yüzden arka sıralarda oturuyordum doğal olarak. Benim gibi sınıfta kalmış bir kaç arkadaşım daha vardı. Hatta benden de büyük olan üç öğrenci var. Biz sınıfın abileri olarak en arka sıraları işgal etmiş durumdayız. Haliyle en yaramazları da. Gürültünün çoğu arka sıralardan çıkıyordu.

Benim sıram en arkadan bir öndeki, pencereden bir sıra içeride. Sınıfa girip sıraların arasından geçerken, ikinci sırada oturan saçları örgülü kıza gözüm ilişti. Beyaz gömleği üzerine bordo yelek giymişti. Örgülü saçları omuzunun arkasında, arkadaşıyla konuşurken başını çevirdikçe bir gömleğin beyaz kısmında, bir bordo yeleğin olduğu yere hareket ediyordu. Kızın ismi Jale, sınıfın çalışkan öğrencilerindendi. Sakin, fazla hareketli olmayan Jale oturduğu ikinci sıranın gerisine geldiğini hatırlamıyorum. Sınıfa girip çıktığında ikinci sıraya gelip yerine oturur. Teneffüs zili çaldığında kalkıp sınıftan dışarı çıkardı. Bazen de tahtaya kalkar dersi tebeşirle yazardı. El yazısı da çok güzeldi. Harfler sanki telgraf tellerine konmuş kuşlar gibiydi. Jale’nin sınıftaki hareket alanı bu kadardı ve arka sıralar daha geniş bir alanı kapladığı halde bu dar alanı kullanıyordu.

Sırama gelip oturdum, sıranın üstü boştu. Teneffüse çıkmadan önce sıranın üzerindeki kitap, defter ve kalemleri çantama koymuştum. Şimdiki ders Türkçe dersiydi. Türkçe kitabımı çıkarıp koyarken gözüm ön sıralarda oturan Jale’yi gördü. O da geriye dönüp bana bakıyordu. Ve göz göze geldik. Mavi iki çift göz, birden içim yandı, yüreğime ateş düştü bir anda. Damarlarımdaki kan alev alev tüm vücudumu kaplamıştı. Küçük kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. İki mavi gözden gelen görünmez ışın gözlerimden içeri doğruca kalbime bir ok gibi saplanmıştı. Şimdiye kadar hiç böyle olmamıştım. Bir anlık göz göze gelmek insanı ne hale getiriyor.

Koridordaki zil çanına küçük topuz saniyede 50 kez vurmaya başlayınca kendime geldim. Bir an kapının üstünde bebek yüzlü küçük bir melek gördüm. Beyaz kanatları sürekli çırpıyor, öylece kapının üstünde duruyordu. Elinde yay vardı, ok dolu sadağı da baldırında bağlıydı. Bebek yüzü ile bana bakıp gülümsedi. Arkasında da annesi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın duruyordu. O da gülümsüyordu. Bunlar Aşk tanrıçası Afrodit ve insanları birbirine aşık eden oğlu Eros olmalıydı. Okunu Jale’nin mavi gözlerinden geçirip kalbime saplamıştı bir anda. İkisi bir anda gözüme görünüp gülümsedikten sonra kayboldu.

Size bu anımı anlatmak istedim. Tıpkı şarkıdaki gibi. Bu benim bir kız ile göz göze gelip aşık olduğum bir andı. Ve ilk aşkımı yaşamıştım.

Daha önce kano yapımını iki proje ile anlatmıştım. Bu projede kanoyu mukavvadan yapmıştım. Şimdi geldi gerçeğini yapmaya. Yapacağım kano denizde yüzecek ve beni hayallerime kavuşturacak. Aslında geçen yıl yapmayı tasarlamıştım ama evdeki bazı tadilatlar ve işler nedeniyle bir yıl kadar gecikti. Bu arada kanoyu nasıl yapacağımı kafamda iyice tasarladım. Kano yapmak için gerekli malzemeler;

1  Marin kontrplak

2 Elyaf

3 Epoksi yapıştırıcı

4 Kestirme fırça

5 Biraz da ustalık

6 Deneme – yanılma

Epoksi yapıştırıcısı ile daha önce çalışmamıştım, nasıl yapılır, elyaf üzerine nasıl sürülür, bunları bilmiyorum. Öğreneceğim artık. Kanoyu yapmak için en önemlisi de yer. Nerede yapacaktım kanoyu? Neyse ki eski ustam, marangozluğu ve mobilya yapımını öğrete ustam Özcan Gürses bana dükkanın bahçesinde yapabilirsin deyince hazırlıklara başladım. Mahalle arkadaşım Mehmet Ertekin Büyük yat ve tekneleri imal ediyor. Atölyesi Göcek’te. Bir atölyesi daha var; Dalaman’da. Bu yıl bahar biraz gecikti sanki. Havalar bir türlü ısınmıyor. Havaları ısıtıp baharı getirmek için bir tur yapmalıyım. Salgın yüzünden doğru dürüst tur da yapmamıştım.

Ayrıca Kasım ayının son gününde kulaklarımdaki salyangozda kristaller yerinden oynayınca dünya bir döndü ve hala düzelmedi. Yani vertigo olmuştum. Bir süre evde yattım kafam düzelesiye kadar.  Yaklaşık üç ay kadar sürdü. Kısa kısa bisiklete binmeye başladım. Canım da sıkılıyor evde oturmaktan. Bahar turu yapmaya karar verdim bisikletle. Bahar turumun asıl amacı Göcek’te atölyesi olan arkadaşım Mehmet’ten kanoyu nasıl ve neyle yapacağımı öğrenmek. Haliyle yolda uğrayacağım bir çok dostumu da görecektim. Bir taşla üç kuş vuracaktım. Dostlarımla hasret, bisiklet turu ve kano yapımın için teknik bilgi. Tura tek başıma çıktım, ağır ağır yol aldım. Bir çok dostumu görüp doğada, yolda yalnız kalmanın tadını yaşadım. Sonunda hedefime ulaşım arkadaşım Mehmet’ten gerekli bilgi ve desteği aldım Bana Elyaf ve epoksi desteği sağlayacak.

Ben sadece marin kontraplak aldım. Haliyle ne kadar gideceğini bilmediğimden 2 plaka 4 mm kalınlığında kontraplak. 1 Plaka da 6 mm kalınlığında kontraplak. Kontrplakları marangoz atölyesine bıraktım. Marangoz atölyesinin arka bahçesinde zemini düzelttim. 4 Tane  sıpayı dizeledim. Üstüne de eski elbise dolabından çıkan suntaları birleştirip kanoyu yapacağım tezgahı hazırladım. Tezgah 120 X 550 cm ölçülerinde. Tezgah üzerinde rahatça kanoyu yapabilirim.

Aşağıdaki resimde sıpalar üzerinde suntalar birleşmiş halde tezgah. Solda duvara dayalı kontrplaklar.

IMG_20220527_154345

İlk önce iki plakayı yan yana tezgahın üzerine koyup birleştirdim. Boyu 5 metre oldu. Plakalar biraz dışarı taşsa da önemli değil.

IMG_20220527_154553

Kafama takılan şeylerden birisi 5 metre boyunda olacak küpeşte çıtaları. Aklıma küpeşte çıtalarını kontrplaktan yapmak geldi. Hesaplarıma göre bir tabaka daha kontraplak almam gerektiği ortaya çıktı. Bir kontraplak daha aldım ama daha önce aldığım yerden değil, başka yerden aldım. Aldığım kontraplak ölçüleri 6 mm, 170 X 220 cm ölçülerinde. Bu kontrplağın yüzey ölçüsü daha fazla ve küpeşte çıtalarına yetecek ölçüde. Hatta artıyor bile. Tabakadan 4 cm eninde 12 parça kesiyorum. Bu kestiğim parçalardan üç tanesini  sıvı çivi sürerek yapıştıracağım birbirine. Aşağıda çıtalara sıvı çivi sürerken görüyorsunuz. Tezgahın üstünü ve yapacağım kanoyu örtecek kadar naylon alıyorum. Boyutları 200 X 600 cm ölçülerinde. Sıvı çiviyi sürdükten sonra üst üstte koyup sıkıştıracağım işkenceleri de hazırladım. Çıtanın boyu 520 santim olacak, o yüzden bulabildiğim küçük işkencelerden 20 tane kadar topladım.

IMG_20220602_113558

Sıvı çiviyi sürdüm, 3 çıtayı üst üste koyup işkencelerle sırayla sıkıyorum. Haliyle çıtaların boyu 5 metreyi geçtiği için işkenceler yetmiyor. Ben de hava tabancalı tel zımba kullanıyorum arada.

IMG_20220602_115532

Sırayla, acele etmeden dört tane 18 mm kalınlığında çıta elde ettim. Sıvı çivi 3 saatte kuruyor. O yüzden beklemem gerek. Çıtalar bitince üzerini naylon ile örtüyorum.

IMG_20220608_194933

Plakaların yanlarını ortadan ön kısmına kadar olan yeri çiziyorum. Ön taraf 80 santim, arka taraf 80 santim. Kenarlardan uzun dik üçgen şeklinde hem önden hem arkadan dört parça kesiyorum maket bıçağı ile. Dekupaj aleti ile kesmiyorum. Nedeni kontrplağı parçalıyor keserken. Sonra ön kısmı içeri 25 cm işaretleyip pergel ile çeyrek yuvarlak olarak çiziyorum. Bunun için gerekli olan aletler plaka üzerinde. Pergel, gönye, çıta cetvel, şerit metre, küçük çekiç, tel çivi, kerpeten, kurşun kalem ve takozlu zımpara.

IMG_20220608_193948

Çeyrek yuvarlakları maket bıçağı ile yavaş yavaş kesiyorum düzgünce. Kontrplak 4 mm olunca kolay kesiliyor maket bıçağı ile. Kestikten sonra hafifçe kenarları zımparalayıp düzeltiyorum.

IMG_20220609_182503

Arka kısmada tam ortadan 10 cm kadar işaretleyip iç kısma doğru düz biçimde 10 cm kesiyorum. Burası kanonun kıç kısmına koyacağım dümen yeri olacak. Buna ayna diyorlar.

IMG_20220608_192329

İki plakayı henüz birbirine yapıştırmadım daha. Kabuğu oluşturmak için ortadan ön kısma kadar yanlarda beşer, orta ile birlikte 11 tane yarık yapacağım. Bu yarıkların kenarı 15 mm, uzunluğu 30 cm. Dar ve uzun bir üçgen olacak şekilde çiziyorum. Maket bıçağı ile tek tek kesiyorum üçgenleri.

IMG_20220609_184013

Yarık işleri bitince plakaları sıvı çivi ile yapıştırıyorum ortadan. Böylece 5 metre uzunluğunda iki plaka oluştu. Kontrplak kalınlığı 4 mm olunca bana zayıf geldi. Gerçi plakalar yapıştı birbirine ama daha sağlam olacak şekilde yapmam gerek. Düşündüm, taşındım. aklıma orta yere 50 X 50 kare bir plaka yapıştırmak geldi. Plakayı 6 mm kontrplaktan kesiyorum. Orta yere salma yeri için 40 X 3.6 cm yarık kesiyorum. Plakayı sıvı çivi ile yapıştıracağım.

IMG_20220613_132519

Epoksi yapıştırıcısı ve elyafı arkadaşım Mehmet Ertekin getirdi sağ olsun. Epoksi yapıştırıcısı iki karışımdan yapılıyor. Epoksi beyaz renkte ve iki ölçek maşrapaya atıyorum. Sertleştirici ise bal renginde, daha koyu ve bir ölçek katıyorum. Maşrapanın içinde tahta çubuk ile iyice karıştırıp sürülecek hale geliyor. Resimde biri büyük, diğeri yarısı kadar küçük plastik bidonda görünüyor.

IMG_20220929_084048

Yarıkları yapıştırmadan önce alt kısma epoksi sürüyorum fırça ile. İlk defa epoksi kullanıyorum, tecrübem yok. Ne kadar yapacağımı, ne kadar sürüleceğini bilmiyorum. Epoksi yapıştırıcı komponent bir yapıştırıcı olarak adlandırılıyor. İki karışımlı bir sıvı. Ölçekleri beyaz renkli olan A iki ölçek, sertleştirici diye adlandırılan bal renginde olan B bir ölçek karıştırılıyor. Yapılan karışımı 3 saatte kullanmam gerek. Yoksa donma hızlı biçimde başlıyor ve bir daha kullanamıyorsun. Benim ölçeklerim kahve fincanı. İki fincan A, 1 fincan B olarak hazırladığım yapıştırıcı çok fazla oldu. Artanı da kullanacağım yer olmayınca haliyle dondu. Neyse ki donan kısım maşrapadan kolayca ayrıldı da maşrapayı kurtardım. Plakanın alt kısmına epoksiyi fırça ile uygularken.

IMG_20220617_160544

Sürdüğüm epoksiyi hem alt kısma hem de iç kısma sürüyorum. Sertleşen yerlerin dönmemesi için. Sıra geldi yarıkları birleştirmeye Yarıkları birleştirmek için kalın çıtalardan 7 tane maşa biçiminde hazırladı. Çıtaların arka kısmına kolon ile birleştiriyorum. Ön kısmı açık. Öne doğru olan yere de bir parça çıta çakıyorum ki işkence ile sıkmak için yer gerek. Maşalar altta olacak şekilde üstten tel zımba ile sabitledim. Zımbaları çakarken dirolit parçası ile zımbalıyorum ki zımba telini kırmadan çıkarmam gerek.

IMG_20220620_125149

Yarıklar daha rahat birleştirmek için öne ve arkaya 1 metre yüksekliğinde destek sehpası koyuyorum. Yarıkları tek tek birleştirip yapıştırmaya başladım sıvı çivi ile.

IMG_20220620_133914

Yarıkları alttan işkence ile yaklaştırıp sıvı çivi sürüyorum. Sıvı çiviyi sürdükten sonra yarığı tamamen birleştirip kurumaya bırakıyorum. Sıvı çivi 3 saatte donuyor.

IMG_20220620_135729

Bir kaç kez yarıklar gerilime dayanamayınca bıraktı. Yılmadan tekrar birleştirip yapıştırdım. Sabır gerekiyor bu işi yapmak için. Benim de acelem yok. Çünkü nasıl yapılacağını, neler olacağını bilmediğimden deneme yanılma yöntemiyle yavaş yavaş yapıyorum ve sonunda iki yanda da yarıklar yapıştı. Birleştirdiğimde dirolit parça üzerinde tel zımba çakarak yarıkları sağlamca birleştirdim. İki yanda 11 yarık var. Kano kabuğu oluştu ama yarıklar fazla gelince ortadan ve yanlarından birer yarığı boşa çıkardım. Çünkü yarıklar fazla geldi ve taban neredeyse yuvarlak oldu. İki yanda üçer yarık boşa çıkınca istediğim düzlüğe geldi kanonun altı.

IMG_20220622_171940

Şimdi sıra hazırladığım çıtaları yapıştırmaya. İlk önce iç kısmına çıtaları sıvı çivi sürüp işkencelerle sıkıyorum kenarlara. Bu çıta küpeşteleri oluşturacak. Haliyle işkenceler yetmedi, imdada zımba yetişti. Havalı tel zımba makinesi ile dirolit üstünden zımbalıyorum. Böylece çıta kenarlara tutunuyor.

IMG_20220627_180240

Diğer yana da çıtayı aynı yöntemle yapıştırdım. Sıvı çivi 3 saat sonra kuruyunca hazırladığım 14 tane gergi kayışını aralıklarla takıp germeye başladım. Biraz gerince epoksi sürüyorum tabana. Taban sertleşip kıvrılmasın diye. Daha önce  epoksiyi hazırlarken fincan ile ölçülmeyince fazla gelmişti ve kalan donmuştu. Fire vermemek için ölçüleri küçük ilaç kapaklarını kullandım. Yetmezse bir daha hazırlarım ve nereye, ne kadar gideceğini öğreneceğim.

IMG_20220628_130319

Henüz tecrübe oluşmadı, gergi kayışlarını sıktıkça kabuk oluşuyor. Acele edip fazla sıkınca çatırtılar gelmeye başladı ve çat diye kırıldı içteki plakanın kıyısından. Hemen kanoyu tersine çevirdim, Görünen o ki bir şeyleri yanlış yapmışım ve tam kıvrım yerinden konrtaplak kırıldı iki yanda da.

IMG_20220701_102719

Aynı şekilde arka kısımda da çatlaklar oluştu gördüğünüz gibi.

IMG_20220701_102835

Oluşan bu kırık ve çatlakları önlemek ve onarmak gerek. Arka kısımda tabanda açtığım yarık az geldiği için kıvrım yerinden 80 cm kadar daha uzatıyorum. Kırılan yerleri tahtalarla destekli yarık yerleri birleştirip yapıştırdım sıvı çivi ile. İç kısma destek, üstten de sıkıştırma işe yaradı.

IMG_20220701_104812

İç kısma, yapıştırdığım 50 X 50 plaka fazla geniş geldiği için kenarlardan 12.5 cm kesip çıkardım. Plaka boyutu 25 X 50 cm boyutlarına geldi.  Orta kısımda yarılan yerleri birleştirmek içi gergi kayışları yardımı ile, kayışların arasına küçük tahta parçaları koyarak iyice yanaştırıp yapıştırıyorum.

IMG_20220705_135750

Kanoyu çevirip iç kısmında gergi kayışlarını germeden önce sıcak su ile kıvrım yerlerini ıslatıyorum. Bir süre sonra kayışları germeye başlıyorum. Bu iş günlerce sürdü ve istediğim biçimde kabuk kıvrılmaya başladı sorunsuzca. Ön kısımda da hafif çatlaklar oluşunca 50 cm düz, 80 cm de kıvrım yerlerinden kesiyorum. Böylece burun kısmından iç kısma doğru 130 cm kadar kıvrılmayacak. Artık kano kabuğu formuna geldi. Ön kısımdan çekiyorum kanonun içini. Gergi kayışları iyice gerildi.

IMG_20220708_121504

Bir gün geldiğimde bahçeye bir çırağın işe başlamak için beklediğini gördüm. Henüz yeni uçma alıştırmaları yapan martı yavrusu kanonun nasıl yapıldığını merak etmiş olmalı. İleride denizde göreceği kanoyu yakından inceliyor. Martı yavrusu mavi örtünün üzerinde pembe yastık üzerindeki küçük gri yastık üzerinde duruyor. Tüylerinin rengi henüz kırçıllı, yeni palazlanmış.

IMG_20220712_120320

Martı yavrusu kanoyu denetlerken görülüyor.

IMG_20220712_120332

Kabuk oluşunca tahta çıtaları küpeşteye çakıp sabitledim. Gergi kayışlarının işi bitmiş oldu böylece. Burun kısmının iç tarafını testere ile kesip birleştiriyorum. Sıvı çivi sürüp işkence ile sabitledim ve kurumaya bıraktım.

IMG_20220713_095504

Ön kısım kurudu ve istediğim şekli aldı.

IMG_20220713_172232

Kıç kısma da ölçüye göre 3 tane 6 mm plakayı yapıştırdıktan sonra kestim. Burası dümeni takacağım ayna kısmı olacak. Alttan, üstten, yandan işkencelerle sıkıştırıp sıvı çivinin kurumasını bekleyeceğim.

IMG_20220713_172246

Ön ve arka kısımda işim bitince sıra geldi ortada yarılan yere takviye yapmaya. Alt kısmı tabana göre az yuvarlak kesip 4 mm kontraplak parçasını sıvı çivi sürerek yerleştiriyorum. Hazırladığım kalıp ile işkence yardımıyla sıktım.

IMG_20220714_134447

Diğer tarafı da aynı şekilde ek parça ile yapıştırıyorum aynı kalıpla.

IMG_20220714_194733

Böylece dört bir yanda, dört diğer yanda parçalar yapıştı. Ortada salma yeri ve iki plakayı birleştiren 25 X 50 plaka.

IMG_20220714_203731

Ön kısımdaki burun hava tankı olacak biçimde kapalı bir yer olacak. Yapıştıracağım yere göre plakayı kesip hazırladım. İki tane 6 mm plaka yapıştırılıp 12 mm plaka oluştu.

IMG_20220715_104452

Arka kısma da 12 mm plaka kesip hazırlandı.

IMG_20220715_104505

Arka kısma koyacağım plaka yerine yerleştirilip sıvı çivi sürülüp işkence ile sabitlendi.

IMG_20220715_182613

Aynı şekilde ön tarafa da plaka yerleştirilip sabitlendi.

IMG_20220715_182647

Kano ters çevrilip burun kısmının kesik yerleri iyice yanaştırılıp yapıştırıldı. Bunun için işkence ve gergi kayışları kullanıldı.

IMG_20220719_120624

Şimdilik iç kısım her şeyi ile hazır durumda. Arkadan iç kısmının resmini çekiyorum.

IMG_20220719_174016

Salma yeri kutusunu hazırladım. Kutu ölçüleri 40 cm eninde 40 cm boyunda, iç kısmı da 3.6 mm genişliğinde olacak şekilde yaptım.

IMG_20220721_150513

Arka kısmın güverte parçasını kesiyorum İki plakayı yapıştırıp 12 mm kalınlığına getiriyorum.

IMG_20220721_150539

Ön güverteye de 12 mm kalınlığında, sivri uçlu üçgen plaka kesip hazırladım.

IMG_20220721_150629

Salma plakası üç tane 6 mm yapıştırılıp 18 mm ölçülerine getirdim. Plakaları sıvı çivi ve işkencelerle yapıştırdım sağlamca.

IMG_20220721_152147

Hazırladığım salma kutusunu yerine alıştırıyorum.

IMG_20220721_152410

Salma kutusunun içini elyaf döşeyip epoksi sürerek kurumaya bıraktım. Epoksiyi sürmek için 5 santimlik küçük rulo, sapına da mdf çıta çakıyorum ki içine rahat girsin.

IMG_20220722_111719

Küpeştenin dış kısmına hazırladığım çıtayı sıvı çivi ile yapıştırıyorum. İşkencelerle de sıkarak daha iyi yapışmasına olanak veriyorum.

IMG_20220722_154308

3 Saat sonra kurudu, ön kısmını düzgünce testere ile kesiyorum. Diğer kısma yapıştıracağım yeri hazırlamak için.

IMG_20220722_163018

Diğer çıtayı da uygun açıda kesip ön kısma alıştırdıktan sonra yapıştırma işlemine başladım.

IMG_20220722_171935

Kanonun ön tarafı istenen forma girdi. Önden arkaya doğru resmini çekiyorum kanonun.

IMG_20220727_110323

Salma kutusunu dik olarak yerine epoksi ile yapıştırdım.

IMG_20220727_110344

Kano yanlarını sağlam tutmak için çıta yerine salma kutusuna iki tarafa da yapışık plaka alıştırıp yapıştırıyorum.

IMG_20220727_145845

Salma kutusunu tutan plakaların dibini parça elyaflarla epoksi sürerek sağlamlaştırıyorum. Bu parçalar hem gövdeyi ortadan tutacak hem de salma kutusunu tutacak. Yani işi sağlama aldım.

IMG_20220728_114603

Sıra geldi kanoyu elyaf ile sağlamlaştırmaya. Kanoyu ters biçimde tutacak destekleri hazırladım suntadan. Destekler dışbükey biçiminde. İç kısma değecek yerleri de süngerle kapladım ki gövdeye zarar vermesin. Bu destek parçaları iki tane.

IMG_20220728_130607

Kanoyu ters çevirip içine destekleri yerleştirdim. Desteklerin resmini çekiyorum içeriden.

IMG_20220728_142551

Dış kısmı elyaf kaplamadan önce çatlak, çutlak, delik yerleri kapatmak gerek. Bunun için mikro fiber toz kullanacağım. Mikro fiber o kadar ince ki elinle havaya kaldırınca rüzgar hemen ortama yayıyor. Bunun için toz maskesi kullanmak gerek. Naylon torba içinde bembeyaz renkli mikro fiber görünüyor.

IMG_20220728_142417

İlaç kapaklarında iki ölçek epoksi, bir ölçek sertleştiricisi maşrapa içinde karıp yeterli miktarda mikro fiber katarak macun hazırladım.

IMG_20220728_142453

İlk önce burun kısmındaki yeri mikro fiber macun sürerek başlıyorum.

IMG_20220728_142603

Ardından yarık birleşim yerlerine de mikro fiber macun uyguluyorum. Aslında elimde ince toz halinde talaş var ama mikro fiber epoksi ile karışınca müthiş bir yapıştırma özelliği sağlıyor. Bu konuda uzman olan mahalle arkadaşım Mehmet Ertekin önerdi. Adam koca yatlar yapıyor, bir bildiği vardır mutlaka. Bu çatlak ve delikler önemli, onun için mikro fiber kullandım. Kanonun dış kısmına tamamen mikro fiber macun sürüp bitiriyorum.

IMG_20220728_192713

Titreşimli zımpara makinesi ile dış kısmını zımparalıyorum. Kaymak gibi oldu. Çıraklık yapmaya başladığımda tabelacı ustam derdi ki; “Zımpara önemli, elini sürdün mü hiç pürüz kalmayacak, kaymak gibi olacak.” Ben ustamın sözünü tutarım her zaman.

IMG_20220729_111312

Elyaf kaplamadan önce kanonun borda kısmına yakacağım kadın başını uygun ölçüde kağıda basıp kanoya karbon kağıdı ile kopyalıyorum.

IMG_20220729_160102

Sert tükenmez kalemle resim üzerinden geçip bordaya kopyaladım. Kano ters olduğu için resim ters duruyor. Kadının saçları uzun, geriye doğru dalgalı şekilde, yüzler burna doğru bakıyor. Boynunda da bir şal geriye doğru dalgalı.

IMG_20220729_180748

Bordanın diğer yanına da aynı resmi kopyaladım. Böylece iki tarafta da bir kızın saçları rüzgarda dalgalanacak şekilde denizlerde yol alacak.

IMG_20220729_180803

Kopyalama işi bitince yakma aleti ile sabırla yakmaya başladım.

IMG_20220802_140634

Arka kısma da adımı veriyorum; “kaptan urimbaba’CAN” Nazar değmesin diye de yanına nazar boncuğu yapıştırdım ki gözü kalanlar, kıskananlar ve mavi gözlülerden korunmak için. Nazara inanırım.

IMG_20220804_104832

Madem özgürce denizlerde dolaşacağız o halde BARIŞ ta olmalı. Barışın ve kardeşliğin simgesi olan şekli yakıyorum arka kısmın diğer tarafına. Kano ters olunca barış simgesi de ters duruyor. Barış simgesi şöyle; Daire içinde tam ortada bir çizgi, Bu D harfini temsil ediyor. Göbekten yanlara ve aşağı sarkan birer çizgi de N harfini temsil ediyor.1950’lerde, bugün bilindiği şekliyle “Barış İşareti”, Gerald Holtom tarafından Birleşik Krallık’taki barış hareketinin ön saflarında yer alan Britanya Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın (CND) logosu olarak tasarlanmış olup ABD ve diğer yerlerdeki savaş karşıtı ve karşı kültür aktivistleri tarafından da benimsendi.  Barış Sembolü, “nükleer silahsızlanma” anlamına gelen “N” ve “D” harfleri için semafor sinyallerinin üst üste yerleştirilmesidir ve aynı zamanda Goya’nın 3 Mayıs 1808 (1814) eserine atıfta bulunmaktadır. Barış işaretini hippiler benimseyip sahip çıkmıştır.

IMG_20221107_100252

Aşağıda Barış sembolünün yakılmış hali ters olarak kanonun arkasında.

IMG_20220805_074639

Bir daha geri dönüşü olmayan şeyleri bitirdikten sonra sıra elyaf kaplamaya geldi. Sağ olsun, mahalle arkadaşım bana elyaf ve epoksi getirdi. Elyaf biraz kalın ve ağır ama gövde sağlam olacak. Elyaf yaklaşık 13 metre kare kadar. Dış kısma elyaf bezini seriyorum. Fazlalıkları kesmek için de makas hazır.

IMG_20220805_075555

Sarkan fazlalıkları kesiyorum düzgünce.

IMG_20220805_080939

Epoksiyi kurumadan az miktarda, iki fincan epoksi, bir fincan sertleştiricisi maşrapa içinde karıp kestirme fırça ile sürmeye başladım. Az miktarda yapmamın nedeni ne kadar gidecek bilmiyorum. İlk defa elyaf ile epoksi kullanıyorum. Tecrübem yok ve öğreniyorum yaparken. İlk hazırladığım karışım yarıya yakın kapladı. Devamında tekrar aynı ölçüde hazırlıyorum. Epoksi bidonları, maşrapa, kestirme fırçası, iki ölçü fincanı ve eldiven. Yaktığım kadın figürü ve kanonun ismi Jale görünüyor.

IMG_20220805_085116

Denizcilerde bir adet vardır tarih boyunca. Hiç bir zaman erkek ismi verilmez tekne ve gemilere. Her zaman kadın ismi verilir ki denizlerde kötü şeyler başına gelmesin. Ben de en uygunu ilk aşkım olan Jale ismini vermek oldu. Zaten Jale’nin anlamı da güzel; “Çiğ damlası” Onun için bir çiğ damlası da yakmıştım öncesinden.

IMG_20220805_113613

Dış kısmı tamamen epoksi sürülerek tamamlandı.

IMG_20220805_113715

İnceden bir zımpara çekiyorum makine ile. Makinenin toz toplama yeri var, o yüzden etrafa toz dağılmıyor.

IMG_20220805_151730

Zımparadan sonra bir kat daha epoksi uyguluyorum. Bu kez daha az epoksi gidiyor. Nedeni ise ilk sürdüğümde elyaf çok emmişti epoksiyi. Epoksinin kokusu ve zehirli dumanı olduğundan maske takmak gerek. Ben de takıyorum toz maskesi.

IMG_20220805_160953

Dış kısmında işim bitti. Sıra geldi iç kısma elyaf uygulamaya. Bu kez de ay şeklinde, içbükey biçiminde dayanak hazırlayıp kanoya değecek yerleri sünger ile kaplıyorum. İki tane dayanak hazırladım suntadan.

IMG_20220806_185529

Kanoyu düze çevirip dayanaklara oturtuyorum. Böylece kano sağlam yerde ve hareket etmeden duracak. İlk önce küpeştelerdeki fazlalıklar tıraşlanacak. Canavara kalın zımpara takıp tıraşlıyorum fazlalıkları.

IMG_20220807_085517

Şimdi sıra geldi iç kısma elyaf döşemeye. Arka kısma elyaf döşeyip fazlalıklarını kesiyorum.

IMG_20220807_092453

Epoksi karıp fırça ile sürüyorum elyaf üzerine. Ön kısma da elyaf ve epoksi uyguladım.

IMG_20220807_094743

Arka kısma hazırladığım 12 mm kalınlığında küpeştenin tahtasını yapıştırdım.

IMG_20220812_103746

Ön taraftaki güverteye de plaka yapıştırdım. Arkaya doğru biraz daha çıkıntı bıraktım. Buraya yelken direği için delik açılacak.

IMG_20220813_192932

Küpeştelerdeki yarıkları epoksi ve ince talaş ile macun hazırlayıp dolduruyorum.

IMG_20220815_134557

Küpeştede ince elyaf kullandım, nedeni kalın elyaf dönmüyor ve istenen şekilde durmuyor.

IMG_20220818_093327

Salma yerindeki boşluğu da elyaf ile kaplayıp epoksi uyguluyorum.

IMG_20220818_093344

Henüz yelken direğini almadım, ama elimde 50 mm plastik boru var. Boruya göre ön küpeştede 51 mm panç ile delik açıyorum. Tabana da kontraplak plakalardan yuva yapıp epoksi ile yapıştırıyorum. Boruyu yerine takıp olup olmadığını kontrol ediyorum. Tam da istediğim gibi yelken direği oldu.

IMG_20220818_094321

Daha önce belirtmiştim Jale’nin kelime anlamı olarak “Çiğ damlası” diye. Tam da çiğ damlasına benzer cam parçasını J harfinin dışına, dalgalanan saçların üstüne yapıştırıyorum. Bordada saçları rüzgarda geriye doğru dalgalanan inci küpeli, şallı kadın, kanonun ismi Jale, yanında çiğ damlası. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20220818_094350

Salmayı da bitirip üstüne yuvarlak çubuklar yapıştırdım. Epoksi süreceğim iki kat.

IMG_20220818_130003

Şimdi de dümeni yapmaya başlayacağım. Daha önce örneğini yaptığım dümenin bire bir ölçeğinde iki kat olarak yapıştırdığım kontrplakları kesiyorum. Dümen palası, palayı tutacak kutunun parçaları, kalın çıtaları, toplam 8 parça.

IMG_20220815_100546

Dümen kutusunu epoksi ile yapıştırıp üzerine iki kat epoksi sürdüm.

IMG_20220818_130009

Dümen palasına da epoksi sürüyorum iki kat.

IMG_20220818_130015

Epoksiyi sürünce 3 saat kurumasını beklerken boş durmuyorum. Krom hurdacısından aldığım paslanmaz krom plakalardan 3 X 4 cm plakalar kesip deliklerini matkap tezgahında deliyorum dört köşesine. Bu delikler vida delikleri.

IMG_20220821_144438

Uygun kalınlıkta boruya krom çubuk sarıyorum yay gibi. Boru mengeneye bağlı, krom çubuk ucunu boruya kaynakla tutturuyorum. Böylece krom çubuğu kolayca sarıyorum.

IMG_20220821_201722

Sarmal olarak kıvırdığım krom çubuğu boruda enlemesine canavar taşı ile kesince halkalar oluştu. 11 tane 25 mm çapında, 2 tane de 30 mm çapında halka hazır.

IMG_20220821_203517

Halkaları düzeltip krom elektrod ile kaynatıyorum.  Boruda kıvırdığım halkalardan U olarak keserek dikdörtgen plakalara halka içinde kalacak şekilde kaynatıyorum krom elektrod ile. Dümenin sağa sola hareket etmesi için krom menteşe kaidesini de kaynatıp hazır hale getirdim. 8 tane küçük halka, 1 tane büyük halka ve menteşe kaidesi hazır, soğumayı bekliyor. Canavar zımpara ile elden geçecek.

IMG_20220823_102710

Dümen kaidesini de kıçtaki aynaya vidalıyorum. Vidalar da krom vida. Palayı da kutuya tutturup deniyorum. Dümen istediğim gibi oldu.

IMG_20220829_185232

Hazırladığım halkaları küpeşteye koydum, fazlalıkları kesip uygun hale getirdim. 8 tane halkayı eşit olarak küpeşte üzerinde koydum.

IMG_20220829_185240

Baş kısımda ise büyük halkalardan birisini ayarlıyorum

IMG_20220829_185254

Küpeşteye halkaları sabitlemeden önce elyaf ve epoksi ile kaplıyorum. Bu elyaf gövde kullandığım kalın elyaf değil. İnce ve sık dokunmuş hafif elyaf. Gemi yapımında çalışan komşum Gani getirdi elyafı. Elyaf üzerine epoksi uygularken.

WhatsApp Image 2022-08-16 at 18.26.24

Bilin bakalım mengenede, matkap ile ne yapıyorum? Tabi ki makara yapıyorum. İnce, yuvarlak eğeyi mengeneye sıkıştırdım. Yuvarlak panç ile kestiğim 18 mm kalınlığındaki parçayı cıvataya sıkıştırarak matkaba taktım.  daha önceki tecrübelerime dayanarak matkabın dönüş yönünü ters çevirdim. Yani sola dönüyor. Nedeni ise dönen parça eğeye değince mandrenin gevşememesi için. Sağa dönerse gevşiyor.

IMG_20220830_121650

Böylece 4 tane makara yaptım. Bu makaralar yelken direğini döndürecek olan ipler geçecek. Bana 2 tane gerekli, diğerleri yedek olarak kalacak.

IMG_20220830_124004

Hazırladığım halkaları yerine koyarken altta sıvı çivi sürüp krom vida ile sabitliyorum. Yanlarda dörder, öne ve arkaya birer halka taktım. Makaraların ortasına krom boru koyuyorum. Dışına da maşa biçiminde makaraya takıp metrik 6 cıvata  ile yelken direğinin iki yanına takıyorum güverteye. Yelken direği yerine kullandığım boruyu takıp ipi makaralardan ve boruya bir kez dolandırdım. İpi çekince yelken direğini döndürecek oturduğum yerden.

IMG_20220907_094340

Yelken direğini döndüreceğim ip ta arkaya kadar uzattım fazlasıyla.

IMG_20220907_094408

Kano gövdesi bitti ama yapacak daha çok iş var. Bunlardan birisi de kürek. Kano küreği satan yerlerdeki fiyatlar uçmuş. Zaten benim gibi emeklilere hitap etmiyor. O yüzden kendi küreğimi kendim yapacağım. Bunun için biraz düşündüm, taşındım ve aklıma kürek palasının eğriliğinde bir kalıp hazırlamak oldu. Elimde plastik bir kürek vardı. Ona göre eğriliği mdf parçalara çizip şerit testerede kesiyorum 8 parça.

IMG_20220830_144954

8 Parça mdf’yi birbirine yanlamasına vidalıyorum. Kalıp balık sırtı gibi bir şey oldu, sadece yüzgeci yok. Kalıp 14.4 cm eninde oldu, boyu da 30 cm.

IMG_20220830_151425

4 mm plakadan artan parçalardan 16 X 40 cm boyutlarında kesiyorum 2 parça. Sonra kalıba koyup epoksi sürüp diğer parçayı da üstüne koyarak işkencelerle sıktım.

IMG_20220907_104936

Böyle 4 tane kürek palası hazırladım, saplarını kalınlaştırmak için ilave parça koyuyorum. Epoksi ile yapıştırıp işkence ile sıkıyorum.

IMG_20220910_095459

Kürek palaları kuruyunca işkenceleri söktüm Artık kürek sapları işlenmeye hazır.

IMG_20220910_101046

Kürek boruları için sanayiye gidip 28 mm çapında sert alüminyum boru aldım bir boy. Boru 6 metre, dörde böldürüyorum. 1.5 metrelik boru yetiyor kürek için.  Canavara taktığım zımpara ile acele etmeden, yavaş yavaş borunun iç çapına göre yuvarlak olarak zımparalamaya başladım. Kürek palası sıkı biçimde boru içine göre alıştırıldı.

IMG_20220911_130652

İki tane kürek hazır olarak tamamladım. Borunun iki ucunda da kürek palası var. Palaları kürek çekerken suya daldıracağım şekilde açısına göre saplarını ikişer tane krom vida ile sabitledim.

IMG_20220912_171854

Kürek palaları bitince yakma aleti ile her küreğe “kaptan Urim Baba” ve birine “Sancak” birine “İskele” yazılarını yakıyorum. Böylece sağ sol yerine iskele sancak diyerek şaşırma olmayacak. Gemilerde sağ tarafa Sancak, sol tarafa da İskele deniyor. Dört küreği de yakıyorum.

IMG_20220921_092900

Küreklerin yazısı bitince epoksi uyguluyorum iki kat. Kürekler dikine balkon altına dayalı.

IMG_20220925_144534

Dümen yekesi için arkadaşım Nihat gürgen tahtalar getirdi. Uygun kalınlıkta parke tahtalarını 4 cm eninde kesip yekeyi hazırladım. Oturduğum yerden istediğim zaman dümeni indirip kaldırabileceğim.

IMG_20220907_125521

Sanayiye bu kez arabam ile gittim. Bir boy 50 mm’lik sert alüminyum boru alıp daha önceden kestiğim alüminyum parçaları kaynattırdım istediğim yere. Bunlar bayrak ve yelken iplerini bağlamak için  Alüminyum boru 6 metre, boruyu 3 metre olarak kestirdim. Birini kullanıp diğerini yedek bırakacağım.

IMG_20220914_171949

Aşağıdaki resimde gördüğünüz küçük çantada ne var? Bilin bakalım?

IMG_20220914_172006

Bilemediniz değil mi? Elbette kim bilebilirdi ki! Neyse bilmeceleri bir yana bırakalım. Sevgili arkadaşım Şerif kılavuz, namı diğer huysuz ihtiyarı görmeye gitmiştim. Kano için yelken bezi aradığımı söyleyince yukarıdaki küçük çantayı verdi. İçinde hamak için yaptığı kumaş vardı. Kumaşın rengi mavi. Mahallemizdeki döşemeci arkadaşım Hasan’ın dükkanında yelken bezi olacak şekilde kesip kenarlarına ip koyarak dikiyor.

IMG_20220915_110344

Yelken direğine göre kesip biçtiğimiz mavi bezi yelken direğine bağladım. Döşemeci Hasan da bahçesinde beni çekiyor hazırladığımız yelken ile. Bakalım istenen sonucu elde edebilecek miyiz.

IMG_20220915_114112

Yelken direği ve bezi hazır olunca bir deneyeyim diye kanonun başına gelip sandalyeden kanoya binerken marangoz Özcan da beni çekiyor.

IMG_20220915_122701

Kanonun arkasına oturup ipleri elime alıyorum. Bir iskele tarafına, bir sancak tarafına ipi çekerek yelken direğinin nasıl döndüğünü gözlemliyorum. Yelken direğinin üstüne ve altına plastik tapa ile kapattım. Alt tarafı deliğine göre tıraşlayıp alıştırdım. Plastik tabanda rahat dönmeyi sağlıyor. En arkadan yelkeni istediğim şekilde açıp kapatmış oldum böylece.

IMG_20220915_122727

Küpeştenin altına da 75 mm çapında spiral hortum döşüyorum. Hortumu tutturmak için krom saç kesip kelepçe şeklinde küpeşteye vidaladım. Ağızlarına da tapa takacağım ki içine su girmesin. Bu hortumları koymamın nedeni küçük çırpıntıları altta soğurması. Böylece kano içine biraz da olsa su girmesini kesecek. Ayrıca kanonun yanlarında iki hava tankı da olunca kano tamamen batmaz olacak.

IMG_20220915_183502

Şimdi sıra geldi oturacağımız yerlere. İçine tabanın şekline göre alıştırdığım 12 mm kalınlığında konrtaplak parçasını üstü düz olacak şekilde yapıştırıyorum.

IMG_20220919_175545

Üzerine de 6 mm plakayı epoksi ile yapıştırdım.

IMG_20220919_175607

Yelken direğinin yerinden çıkmaması için kelepçe hazırladım. Ortası yuvarlak, kenarları çıkıntılı. Bu çıkıntılara cıvata takıp alttan sıkıştıracağım yelken direğini. Böylece denizdeyken yelken direği uçup gitmeyecek.

IMG_20220925_133646

İzmir Karabağlar sanayisinde hazır satılan üretim yerinden iki konrtaplak sandalye alıyorum. Sandalyenin arkasına da “Gemisini yürüten kaptan urimbaba’CAN” olarak yaktım. Altına da logomu yakıyorum.

IMG_20220921_124713

Kano neredeyse bitmek üzere. Peki kanoyu denize kadar nasıl götüreceğim. Elbette yürüyerek. Kanoya tekerlekli taşıma arabası yapacağım. İlk önce elimde olan 24 inç bisiklet tekerleğini hazırlamakla başladım. Bisikletler tavan arasında duruyordu. Ön tekerlekleri söküp ilk önce patlağı var mı diye lastiği sökerek kontrol ediyorum. İki lastikte de birer delik vardı. Delikleri yamadım. İki bisiklet tekerleği duvarda, birinin iç lastiği dışında yamanmayı bekliyor.

IMG_20220922_095516

Elimdeki 20 X 30 profilden şase hazırladım. Kanonun gövdesi oturacak biçimde yanlarına destek profili kaynattım. Tekerleğe göre de alt kısma kalın lama kaynatıp deldim. Tekerlekleri de taktım, şahane oldu.

IMG_20220925_101717

Kanoyu taşıma arabası hazır, sadece boyama işi ve 15 cm eninde, 100 cm boyunda, 1.2 mm kalınlıkta galvanizli saç alıp yay biçiminde takacağım.

IMG_20220925_133608

Kanoyu taşıyacağım araba hazır. Kano gövdesini tutacak olan galvanizli saç üzerine mat parçalarını bağlıyorum.

IMG_20221113_103813

Kanoyu denize indirmeden önce ustam olan arkadaşım Mehmet Ertekin bana en az 7 kat poliüretan vernik atmalısın dedi. Nedeni ise epoksi Güneşin UV ışınlarına dayanamayıp çözülmesi. Ben de gidip alıyorum bir galon poliüretan vernik. Bu vernik Güneşin UV ışınlarına dayanıklı olması. Bu vernik komponent bir ürün, yani iki karışımlı. Biri büyük, biri üçte biri kadar küçük teneke kutuda satılıyor. Ölçüleri de vernik 3 ölçü, sertleştiricisi 1 ölçek. Aşağıda, üst üstte, biri büyük, biri küçük 2 teneke poliüretan vernik kutu görünüyor.

IMG_20220929_084018

Elime ruloyu alıp hazırladığım verniği uygulamaya başladım. Bu verniği uygulamadan önce ince zımpara ile zımparalamak gerek. Yoksa tutmaz. İlk zımparayı epoksi üzerine sürmeden önce 300 numaralı zımpara kullandım. Sonraki her kat aralığında 600 numaranı zımpara ile iyice zımparalıyorum. Verniğin donma süresi 3 saat. Sonraki uygulaması da 8 saat sonra olması gerekiyor. Dışına 7, içine 7 toplam 14 kat olacak. Zaman aralığı 8 saat olunca sabah erkenden bir kat, akşam da bir kat sürünce 7 günde anca bitiyor. Başlarken de 1 gün kaybedince toplam 8 günde vernik işi anca bitti. Verniği 5 cm’lik küçük rulo ile uyguluyorum. Rulonun kurumaması için su içinde bırakıyorum. Böylece her kat için bir rulo harcamadım. Suya koyunca 3 yada 4 kat atabiliyorum rulo ile. İki galon poliüretan vernik gitti. Bir galon yaklaşık 3 litre kadar.

IMG_20220929_175433

Böylece kanonun yapım aşaması bitti. İlk defa gerçek bir kano yaptım. Bakalım dengede durup yüzecek mi, merak içindeyim. Kanoyu yaparken ne ölçü, ne plan ne de destek vardı. Yapmaya başlamadan önce yıllarca araştırma yaptım, gerekli bilgileri topladım. Arkadaşlarımla fikir alış verişlerinde bulundum. Mahalle arkadaşım Mehmet Ertekin bana çok yardımı ve desteği oldu. Tecrübesizliğimden bazı hatalar yaptım haliyle. Yaptığım hata üzerinde düşünüp yeni fikirler oluştu. Bazı arkadaşlarım her ne kadar dalga geçse de ben bildiğimden şaşmadım ve 4 ay gibi bir zamanda kanoyu bitirdim. Elbette daha kısa bir zamanda yapılabilir şimdiki tecrübelerime göre. 1 Kasım 2022 tarihine göre yaklaşık 8.000 ile 9.000 Lira kadar masrafım oldu. Aldığım malzemeler ithal olunca dolar yada euro kur hesabına göre hesaplandığı için 500 euro kadar tutuyor. Siz de ona göre kur hesabına göre ne kadar harcayacağınızı bilirsiniz bir kano yapmak için. Her şey dolarla olunca fiyatlar sürekli artıyor. Bazı ucuzladığı da oldu ama devede kulak sayılır.

Aşağıda yaptığım kanonun şekil olarak çizimi ve ölçülerinin resmi. Verdiğim ölçüler üç aşağı beş yukarı yaptığım ölçülerdir.

IMG_20221112_082059

Hayallerimden birisi daha gerçekleşti, şimdi sıra denizde denemelere. Maceralar bizi bekliyor. Elimden geldiği kadar kano yapımını adım adım anlatmaya çalıştım. Nasıl yapıldığını da resimlerle gösterdim. Eğer siz de bir kano yapmaya başlarsanız elimden gelen teknik yardımı yapmaya hazırım.

Bir sonraki yazımda kanonun denizle buluşma ve deneme yazısında görüşmek üzere.

 

2. Simav Eynal Bisiklet Festivali 4. Gün

29 Ağustos 2021 Pazar

Eynal – Gölcük – Eynal

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

atım yüklü

yol yokuş

sürdüm atı

sürdüm Atı

olmadı

aramıza girdi kış

dedik

yol kapanma kar yağmakla

hele kalsın “kandan kına yakılmaz”

başka bahara

şimdilik

 bir esimlik bahar yeli de olsa

bir kokumluk karçiçeği

bir merhaba dostlara

diyelim dedik

“filizkıran fırtınası”yla

merhaba

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, göl kıyısında park etmiş bisikletim KUZ. Karşı kıyılarda çam ormanları ile kaplanmış yamaçlar.

DSCN3160

Artık çadırda uyumaya iyice alıştım, dünkü bisiklet sürüşü biraz daha zorlu olmuştu diğer günlere göre. Yorgun oldun mu, bir de düz yerde yatmak insanı iyice dinlendiriyor. Güneş doğmadan kalkıyorum yine. Tuvalet dönüşü su pınarlarından soğuk suyumu dolduruyorum henüz kimse almadan. Sabah kahvemi içiyorum ilk önce. Kahvemi içtikten sonra zaman geçirmeden kahve takımlarımı, eşyaları, çadırı toplayıp arabaya yükledim. Yol arkadaşım Cengiz ile bu günkü tura araba ile katılıp öğleden sonra İzmir’e doğru yola çıkmayı kararlaştırdık. Cengiz de toplanıp eşyalarını arabaya yükledi. Bisiklet taşıyıcısını da arka bagaja bağladık. Bisikletleri üzerine taktık. Yaklaşık 12 Kilometrelik bir tırmanış var. Zaten hamlık üzerimden gitmedi hala. Zorlamanın gereği yok diyerek bu kararı aldık. Kahvaltıdan sonra  bisikletçiler yola çıktık. Biz de araba ile arkalarından çıkıp kısa sürede Gölcük mesire yerine geldik. Bisikletleri indirdik taşıyıcıdan. Kahve takımlarının olduğu çantayı bagaja taktım. Diğer çantayı da alıyorum bagaja. Gölcük mesire alanına girerken giriş yerini çekiyorum. Yuvarlak telefon direklerinden  dörder tanesi daha küçük odunlarla çakılıp birleştirilmiş. Böyle iki tane ayak yapılmış, üstüne üçgen çatı kondurulup birleştirilmiş. Üstteki kirişe daire levhalara harflerle “Gölcük Mesire Yeri” yazılmış. Daire yeşil, harfler beyaz renkte. Girişte, sol tarafta bir kulübe ve görevli girişte insanlardan, araçlardan ücret alıyor. Yani buraya girmek bedava değil. Neyse ki bizler bisikletçiyiz. Bizden para almıyorlar. Arabayı içeri sokmayıp dışarıya park ettim, hemen giriş yanına. Yolda, tam ortada dört tane turuncu, beyaz trafik külahı konmuş arabalar için.

DSCN3154

Henüz bisikletçilerden gelen yok, o yüzden gölün etrafını şöyle bir keşfedeyim dedim. Buraya yaklaşık 3 Kilometrelik bisiklet ve koşu yolu yapıldığı söylenmişti. Bisiklet yolunu ve gölü çekiyorum, etraf çam ormanları ile çevrelenmiş.

DSCN3155

Gölün etrafında dolanmaya başladım, iki tane kahverengi at gölün kıyısında oynaşıyorlar birbirleriyle. Kameram ile yakınlaştırıp çekiyorum. Gölün kıyıları sazlıkla kaplanmış.

DSCN3156

Bazı yerlere katran ağacı dikilmiş, altına da çardak konmuş piknik yapacaklar için.

DSCN3157

Karşıki yamaçta açıklık bir alan gözüme ilişiyor. Optik zoom ile yakınlaştırıyorum. Bu alanda iş makineleri ile bir şeyler yapılmış. Sanki kayalar parçalanıp alınmış gibi. Ormanın yeşil denizinde mavi göl önde görünüyor.

DSCN3158

Bir kaç betonarme bina yapılmış orman kıyısına.

DSCN3159

Bisiklet yolu göl kıyısına yakın bir yerden geçiyor. Kıyıya bisikletim KUZ park edilmiş halde göl ile birlikte resmini çekiyorum. Turuncu çantalar bagaja takılı, gidonda kartal tüyü boy gösteriyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN3160

Su varsa kurbağalar da vardır. Sesleri duyuluyor sazlıkların arasından. Kıyıda cesur kurbağalardan birisi benden kaçmıyor. Rengi bulunduğu ortama uymuş durumda. Dikkatlice bakmazsan kurbağayı göremezsin. Kurbağayı ürkütmeden, optik zoom ile yakınlaştırıp çekiyorum net biçimde. Gözleri açık beni gözlediğinin farkındayım. Tetikte bekliyor, herhangi bir ani hareket yaparsam hemen uzun arka bacakları üzerinde yaylanıp zıplayarak gölde kendini kaybettirecek. Kurbağanın rengi, otlar ve yosunlara göre yeşilin tonları ile renklenmiş. Az kahverengi lekeler göze çarpıyor. Yani kurbağa kamufle olmuş.

DSCN3162

Kökü gölün dibinde, yaprakları su yüzeyinde olan bir bitkiyi iyice yakınlaştırıp çekiyorum. Yaprakları ince, uzun. Söğüt yapraklarına benziyor. Uzaktaki su yüzeyi ışığı ayna gibi yansıtıyor.

DSCN3165

Gölün ortasında saz kümesi kendine yer bulmuş. herhalde su seviyesi orada alçak. Sazlar sıkı bir şekilde gölde yeşil bir ada oluşturmuş.

DSCN3167

Kara tarafında da sazlıklar oluşmuş. Buradan gölden taşan sular aşağıya doğru aktığı için sulak bir yer. Sazların çiçekleri kahverengi mum gibi çıkmış.

DSCN3168

Sazlıkların arkasındaki uzun otlar mor çiçekler açmış. Mor çiçekli otlar bir yerde küme halinde.

DSCN3170

Kısa bir parkur olan bisiklet yolunu dolaştım sayılır. Girişe gelirken daha önceki yıllarda yapılan festivalde buraya gelmiştim ve yol kıyısında büyük bir kayanın üssünde kahvemi içmiştim göl manzaralı. Kahve içtiğim kayayı buldum, yerinde duruyordu. Kaya yarısından üstü düz olarak kesilmiş sanki Üzeri neredeyse düz gibi. Kayanın yerini işaretledim kafamda. Yoluma devam ederken ormanın kıyısında yapılaşma inşaatının olduğumu gördüm. Yamaçta duvar örülüp teras halinde düz alanlara granit taşlardan evler yapılıyor. Solda da iş makinesi kepçe duruyor sarı renkte. Dört kademe duvar örülmüş taşlarla, tek katlı evler de kendini göstermiş. Böylesi doğal güzelliği eşsiz bir yere böyle tesislerin yapılması beni üzüyor. Bu tesisler halk için değil de bir kaç kalantor için yapıldığını biliyorum. Yazık? Benim gibi emekli olanların aldığı emekli aylığı ile burada konaklayacağımı sanmıyorum. Demin gördüğüm kayaları alınmış alandan buraya taşlar getirilip binalar yapıldığını anladım. Bu manzarayı görünce üzüldüm doğrusu.

DSCN3171

Turumu tamamladıktan sonra uygun iki ağaç bulup hamağı kuruyorum. Hamağı kurduğum yer gölgelik ve göl manzaralı. Henüz bisikletçiler gelmedi, ben de hamakta uzanıp biraz dinleneyim. Dünkü yorgunluk henüz geçmedi daha. Biraz tembellik yapmak gerek. Ağacın gölgesine kancalı ip bağlı, ucunda da mavi hamak. Yattığım yerden ayaklarımı ve ağacı çekiyorum.

DSCN3172

Cengiz beni hamakta yatarken çekiyor. Hamak iki ağaç gövdesine iple bağlı. Kollarımı başımın arkasına koymuş haldeyim. Başımda siperli gri şapkam. Arkada göl görünüyor.

DSCN3177

Hamak kurduğum yerim hemen yanında bir çeşme var. Çeşmede boru yerine uzun bir dal parçası konmuş. Dal parçasının üstü kanal şeklinde oyularak suyun buradan akması sağlanmış.

DSCN3173

Ben yeteri kadar dinlendim, Cengiz yanıma gelince hamağı ona verdim yatması için. Cengiz hamağa yatınca ben de onu yatmış halde içi boş havuz ile çekiyorum. Hamağın olduğu yerde üç tane katran ağacı var. Havuzun içinde büyükçe bir kaya parçası konmuş, ayrıca küçük taş parçaları da atılmış gelişigüzel. Solda demir borudan kalp biçiminde salıncak yapılmış. Daha çok sevgililerin birbirine aşık olmaları için yapıldığı kesin. Nedeni ise Aşk tanrısı Eros bu salıncağa binenlere Aşk oku atmış olması. Kalbin üst tarafında bir ok ucu görünüyor. Alt tarafında da okun arkası var. Genç aşıklar bu salıncağa oturup  resim çekiliyorlar havuz ile birlikte ama nedense havuz boş, az bir su birikintisi var.

DSCN3174

Cengiz bir süre sonra hamaktan kalktı, salıncağa gelip oturdu. Hazır oturmuşken bir poz çekiyorum Aşk yuvasında.

DSCN3179

Ortasına kadar yontulup kanal açılan dal parçasından su devamlı akıyor. İnsanlar gelip bu sudan alarak piknikte kullanıyorlar.

DSCN3181

Dalın ucundan bir metre kadar yükseklikten sular beton yalağın içine dökülürken resmini çekiyorum. Su berrak, temiz, soğuk ve içilebilir.

DSCN3182

Hamakta uzanırken bağlı olduğum ağaç dalına tahtadan yapılmış bir kuş yuvasını gördüm. Herhangi bir kuşun girip çıktığını görmedim ama bahar aylarında mutlaka bir kuş yuvaya girip yumurtalarını bırakıyor. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra büyütüp uçasıya kadar sürekli yiyecek taşıyordur her gün. Hem yumurta ve yavrular için korunaklı bir yer. Yavrular uçmaya başladıktan sonra yuvaya gelip kalmıyorlar. Nerde akşam orda sabah. Yuva küp şeklinde, kuşun gireceği kadar genişlikte, yuvarlak bir delik açılmış. Yuvanın üstüne de deliği biraz geçmiş çatısı var.

DSCN3183

Bisikletçiler geldikten sonra, hamağı toplayıp çantama koydum. Belediye başkanı ile birlikte bisiklet yolunda bisiklet süreceğiz. Başlangıçta video çektim, linki aşağıda, iyi seyirler.

https://youtu.be/DWNMLGJ_rgU

Ağaç gövdelerine gerilmiş festival afişinde yazanlar; 2. Simav Eynal bisiklet festivalimize  Hoşgeldiniz Av. Adil Biçer Simav belediye başkanı. Görsel olarak bir grup bisikletçi ve elle çizilmiş bir çocuk bisiklet üzerinde. Başında siperli şapkası var. Sol tarafta belediyenin logosu. Logoda yazdığına göre 1867 yılında kurulmuş belediye.

DSCN3184

Duvar ile teras yapılmış hizmet binası önünde Simavlı kadınlar yere serdikleri örtü üzerine oturmuş harıl harıl gözleme yapmakla uğraşıyorlar. Bu gün gözleme yiyeceğiz anlaşılan. 10 Kadın, her biri değişik iş yaparak seri bir üretime geçmiş. İlk başta iki kadın hamur tenceresinden hamur alıyor göz kararı, aldığı hamuru yuvarlak yapıp biraz un serpiyor. Bir kişi yuvarlatılmış hamurları alıp dört yer sofrasına götürüyor. Sofralardaki kadınlar bu yuvarlak hamurları ellerindeki oklava ile açıp duruyorlar. Bir kadın içine malzemeyi koyup kapatıyor açılmış hamuru. Tüplü bazlama ocağında bir kadın da pişiriyor. Pişenleri de bir kadın yağlayıp veriyor sıradakilere. Pişenlerin biri gözleme, içine ot konuluyor biri bazlama, içine tahinli helva konuluyor. Biraz uzun uğraş gerektiren bir iş. O yüzden kuyrukta epey beklemek gerekiyor. 200 kişiden fazla bisikletçi var. Bazlamacılar bisikletçiler gelmeden önce pişirmeye başlayıp stoklamışlar ama arabası ile gelenler, yada başkaları, bilinmez ama ikiden fazla aldıkları söyleniyor etrafta. Aç gözlüler yüzünden uzun bir bekleyiş içindeyiz.

DSCN3187

Yaklaşık 1 metreden biraz büyük bir sac üstünde bazlamalar pişiyor. Sacın altında gaz ocağı yanıyor sürekli. Özel olarak yapılmış tüplü bazlama ocağında üç tane gaz düğmesi var. Sac üzerinde en fazla 6 tane bazlama pişiyor.

DSCN3188

İki kadın, ikisinin önündeki sofralar kare biçiminde. Soldaki kadın hamurları top top yapıyor. Solundaki kadın da elinde oklava sürekli açıyor hamuru.

DSCN3189

Diğer sofralar yuvarlak, burada oklavalar ile hamurlar açılıp yaygınlaştırıyor kadınlar.

DSCN3190

Açılmış hamurların içine bir kadın yuvarlak hamurun yarısına otlu lor seriyor. Sonra boş olan diğer yarısını çekip kapatıyor . Yarım yuvarlak bir daire oluyor. Otlu lor hamur içinde kalıyor.

DSCN3191

Uzun bir bekleyiş ve acıkan insanların sabırsızlıkları nedeniyle söylenmeye başlıyor, sinirler biraz geriliyor. Epey bir zaman bekledikten sonra bazlama ve gözlemeyi aldım. Bir de ayran alıyor arkadaşın birisi. Ayran ile gözlemeyi yiyorum, Tahinli bazlamanın yarısını yedim ve karnım doydu. Fazlası gitmiyor. Kalan yarısını yiyecek olan bir arkadaşa veriyorum. Ben yedikten sonra bazlama kuyruğunda daha çok kişi var. Karnım doydu, şimdi kahve zamanı. Şeref hocaya belediye başkanına kahve yapmak istediğimi söyledim. O da başkanın yanına götürdü. Başkanı kahve içmeye davet ettim. Belediye başkan yardımcısı da yanında, başkanın programını ayarlıyor. Bana olur, o kadar zaman ayırabiliriz deyince yardımcıya nerede kahveyi içeceğimizi gösterdim. Bisikletime binerek kahve pişireceğim kayanın olduğu yere geldim. Bisikletimi görsünler diye yol kıyısına park ettim. Kahve takımlarımın olduğu çantayı yanıma alarak kayanın üzerine çıkıp hazırlandım. Kahve değirmenine de çekirdek kahve koyup çekmeye başladım. Belediye başkanı beni fazla bekletmedi. Araba ile olduğum yere gelip kayanın üzerine çıktı. Yanında eşi  ve oğlu vardı. Belediye başkanı Adil Biçer yanıma oturunca “Öyle bedava oturmak yok, çek bakalım biraz kahve” diye değirmeni eline verdim. O da değirmeni alıp çekmeye başladı. Bu arada muhabbet ediyoruz. Önümde cezve, ocak, ve siperlikli su şişesi var. Kaya çam ağacı altında kaldığı için gölgelik. Belediye başkanının üzerinde yeşil festival forması giymiş.

241273966_4198224963629265_5931217463114844949_n

Benim kamera makinesini fotoğrafçıya verdim çekmesi için ama makine kart arızası verdiğinden çekemedik bir türlü. Bu resimleri belediyenin fotoğrafçısı çekti. Belediye başkanı Adil Biçer, küçük oğlu ve eşi birlikte kahve içtiğimiz kayanın üzerinde çekiliyoruz bir poz. Önümde kahve ocağında kahve pişiyor cezvede. Ocağın etrafında rüzgarlık var, fincanlar yanımda. Belediye başkanının elinde kahve değirmeni, önünde de kahve kavanozu. İkimiz de bağdaş kurup oturmuşuz kayada.

241481623_4198224733629288_4934675424361544680_n

Belediye başkanı, eşi ile birlikte muhabbet ederek içiyoruz kahvelerimizi. Belediye başkanına “Urim Baba’nın kahvesini Dünyanın en güzel yerinde içiyorsunuz. Şanslısınız” diye söylüyorum. Onlar da bana hak veriyorlar. Şimdiye kadar böyle bir yerde, hem de göl manzaralı, doğal bir kaya üzerinde ve gölgede kahve değirmeninde taze kahve çekip içmediklerini itiraf ediyorlar. Belediye başkanına İzmir’de kahve yaptığım  yeri tarif ediyorum. İzmir’e kahve içmeye davet ediyorum. Kahveyi içtikten sonra kahve için teşekkür ediyorlar. Belediye başkanının Pazar günü olsa da tatil yapmaya, ailesi ile zaman geçirmeye zamanları yok gibi. Kısa bir kahve molası belki iyi gelmiştir yoğun hayatında. Ben de biraz yaşamlarına değişik bir kahve tadı sunduğum için sevinçliyim. Belediye başkanına ve eşine bana zaman ayırdıkları için teşekkür ediyorum. Belediye başkanı ve eşini uğurluyorum. Festivali kahve içerek noktaladım. Artık yola çıkma zamanı sanki. Kahve takımlarını topladım, Cengiz ile buluşarak bisikletleri bisiklet taşıyıcısına yükledik. Şeref Akdemir hoca ile vedalaşıyorum. Kendisine düzenlediği bu festivale daveti için, yaptıkları için, güzel yemekler, güzel rotalar için teşekkürlerimi sundum.

Cengiz ile arabaya binip yola çıktık. Simav şehir merkezine gelip Simav fasulyesi alıyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. İlk önce dağlara tırmandık. Sonrasında Demirci kasabasına vardık. Burada çay molası veriyoruz. Cengiz para çekmek için uğraştı bankamatikten ama bir türlü çekemedi. Cengiz’e, sıkılma bende var idare ederiz diyerek yolumuza devam ettik. Demirköprü barajından sallanıp Salihli’ye geldik. Turgutlu’dan sonra çevre yoluna girerek ilk önce Cengiz’i evine bıraktım. Sonra kendi evime ulaştım, evlerimiz birbirine yakın biraz. Sonunda evime kavuştum akşam olduktan sonra. Bisikleti çözüp içeri aldım. Bisiklet taşıyıcısını bagajdan söküp yerine koydum. Eşyaları arabadan alarak eve girdim.

Böylece bir festivalin ve tur yazımın sonuna geldik. Hazine torbama yeni hikayeler, yollar, arkadaşlar, dostlar ile doldurdum. Yeri gelince torbadan çıkarıp sizlere sunuyorum. Aradan biraz zaman geçse de öyle hemen olmuyor, resimleri düzenle, sıraya koy, siteye yükle. Sonra da yazmak, işte yazmak en zor olanı. Herhangi bir not ta almıyorum. Kameram ile resim çekerek yolda hikayemi yazıyorum zaten. Resme bakınca hikaye çıkıyor ortaya. Resimlerde çok şey gizli. Sizler için iyi şeyler ve güzel şeylerin resmini çekmeye çalışıyorum. Sizler iyi şeylere layıksınız. Sabahın erken saatlerinde kalkıp ilk önce kahvemi içiyorum ve açıyorum laptopumu. Başlıyorum yazmaya. Yaklaşık 2 ila 3 saat durmadan yazıyorum ilham perileri ile birlikte. İlham perileri bana güzel kelimeler, cümleler fısıldıyor kulağıma. Bakalım daha neler fısıldayacaklar kulağıma, bilinmez…

Bir sonraki hikayelerde görüşmek üzere

Bu gün yaptığım yol 5 Kilometre civarı, geri kalan yolu araba ile yaptım. Toplam 24 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 4. Gün

25 Nisan 2016 Salı

Kalemlik – Ahmetbeyli – Selçuk Efes – Pamucak

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, İki yuvarlak sütun ortada, yanlarda iki sütun dört köşeli, üzeri süslemeli kirişler. Ortada süslemeli kemer. burası Hadrian tapınağının girişindeki sahanlık.

Gece boyu düşüncelerin karmaşıklığından derin bir uykuya dalamadım. Ara sıra daldığım zamanlarda gördüğüm rüyalarda beni birinin izlediğini hissediyorum. Bu sık sık tekrarlanıyor. İri gövdeli, belki de gökyüzünü kaplayacak kadar kocaman bir gövde karanlık yüzünde tek gözü parlak bir ışık gibi sürekli izliyor. Nereye kaçsam, nereye gitsem beni tek gözü ile izliyor durmadan. Sıkıntı giderek büyüyor ve bir an kalkıp uyanıyorum. Rüyadan kurtulup gerçek yaşama dönmem bir süre üzerimden gitmedi. Yattığım yerden doğrulunca gecenin karanlığında Ay kocaman yüzü ile denize ışığını yansıtmış öylece durduğunu gördüm. Demek rüyama giren parlak göz Ay imiş. Çadırımdan dışarı çıkmadan bir süre Ay’a, gecenin karanlığına ve Ay’ın şavkının vurduğu denize bakıyorum. Deniz sakin, hafif çalkantılı. Önümdeki çam ağacının dalları arasından Ay etrafı aydınlatırken kötü düşünceleri beynimden atmaya çalışıyorum. İnsanın canı sıkılınca kötü düşünmeye başlıyor ve bu düşünceler olmadık kabuslar olarak rüyalara giriyor. Yarın akşam başka bir ortamda başka bir tur yapacağız. Suyun Kaynağına Yolculuk. Bunu ve yapacağımız turu düşüncelerime girmesine izin vererek tekrar yattım. Güzel düşünceler olunca iyi uyumamak elde değil ve sabaha kadar rahat bir uyku uyudum Ay ışığı altında.

Sabah erkenden, saat 6 civarı kalkıyorum ve rahatlamış olarak hissediyorum. Kalkar kalkmaz hemen çadırı, eşyaları toparlayıp kıytırığa yükledim. Toplanmam çok çabuk oldu desem yeridir.

Çadırı kurduğum yer denizden biraz yüksekçe 10 metre civarı. Düz bir alan, önümde tek bir çam ağacı var. Deniz karşımda alabildiğine uzanıyor Güneş’in ışığı altında lacivert rengiyle. Alçak kayalıklar solda küçük bir burun yapmış. Burnun ucunda devam eden kayalıklar denizin içinde iki küçük kayalık ada oluşturmuş. Önde ise bisikletim KUZ denize yakın, kıytırık arkasında. KUZ da iki kavuniçi çanta bagaja bağlı. Kıytırıkta ise kocaman bavul gibi siyah çanta, yanları sarı renkte, iki bayrak çubuğunda iki Türk bayrağı.

Ben hazır olduktan sonra diğer çadırlar da toparlanıp hazır hale geliyor. Sabah kahvaltısını hep beraber yapıyoruz. Kahvaltı bitiminde telefon şarjı ve aydınlatma elektriği için bağladığım elektriği kesip kabloları toplayıp kutunun içine yerleştirdim. Sonrasında etraftaki çöpleri toplayıp çöp kutusuna atarak kamp alanını tertemiz bırakıyoruz. Herkes hazır olunca tur başlasın deyip yola çıktık. Ben her zaman olduğu gibi son olarak etrafı şöyle bir dolanıp unutulan, kalan bir şey var mı diyerek kontrol ediyorum. Herkes yola çıktıktan sonra ben de yola çıkıyorum.

Bir süre in çık yaptık kıyı boyunca. Ahmetbeyli sahilinde deniz seviyesine inip tekrar in çık yapmaya başladık. Klaros antik kentine girmiyoruz. Dün akşam isteyenler Klaros antik kentine gidip gördüler. Ahmetbeyli sahilinden sonra ilk yokuşu çıkınca artçı grup olarak bir kahveyi hak ettiğimizi düşünüp manzarası güzel olan yüksekçe bir yerde duruyoruz. Uçurumun başında kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişirmeye başladım.

Doktor Mete Güney yüksekçe bir kayaya oturmuş, ben karşısında yerde bağdaş kurarak kahve pişiriyorum ocakta. Ferdimen ve Ayşe Kuş ta yanımızda taşları üzerine oturmuş. Toplam 4 kişiyiz. Resmi de Ferdimen 10 saniye otomatik çekimle çekiyor. Altımızda masmavi deniz, karşıda Dilek yarımadası ve Samson dağı silik bir görünümde. Hava açık ve güneşli.

Kahve pişti ve cezveden fincanlara dökülüyor. Ortalığı kahve kokusu kaplamış durumda. Köpüklü kahve fincanlara dökülürken hiç naz yapmıyor.

Yerde tüp ocağım, fincan takımımın kabının kapağı üzerinde üç fincan. Birini aceleci Ayşe Kuş hemen kapmış o yüzden üç fincan var. Kahve cezvesinden son fincana kahve dökülürken.

Sevgili Mete Güney, Doktor Mete. Hiç eksilmeyen gülümsemesi yüzünde asılı kalmış, beyazlaşmış top sakalı. Kocaman gövdesi üzerinde kocaman başı ve bunlara oranla küçük kalan gözleri ışıltı içinde hep gülüyor. Az bilinen antik kentler turunun gönüllü Doktoru yanımda artçı olarak görev yapıyor. İlk tanışmamız Gelibolu da 100. yıl şehitlere saygı bisiklet turunda olmuştu. O zaman da artçı Doktor olarak yanımdaydı ama bisiklet sürmek istediğinden yavaş gidişimiz onu sıkmıştı. O yüzden 2. gün yanımda değildi. Görevi başkasına bırakarak beni terk ettiydi. Şimdi ise durumu fark etti, artçılığın getirdiği neşe ve eğlenceyi tadınca yavaş olsa da bisikletin yaşamın tadına renk kattığını anladı. Eh bir de kahvenin cazip kokusu da etki yapmış olabilir. Sevgili dostum yüzünde gülümseme hiç eksik olmasın. Yaşama gülüp geç her zaman.

Çam ağacının altına oturmuşuz ama gölgesi üzerimizde değil. Güneş, Doktor Mete’nin üzerine vurmuş mavi sarı forması parıldıyor. Başında mavi bir buff, boynunda yakın gözlüğü asılmış durumda. Elinde kahve fincanı kameraya poz vermiş. Denizden yüksekteyiz, aşağıda masmavi deniz ufukta beyaz bulutlar gök yüzü ile denizi ayırmış durumda. Samos adasının bir ucu puslu görünüyor.

Sol tarafta da ben kahvemi içerken Ferdimen elimde kahve fincanı ile denizi seyrederken yan olarak çekiyor bir poz.

Çam ağacının gövdesi ve yana doğru girintili çıkıntılı uzayıp giden kıyı şeridi deniz ile kucaklaşmış.

Elinde kahve fincanı ile Samos adasına doğru bakarak hayaller kuran Ayşe Kuş. Belki bir gün Samos adasına gideceği zamanı hayal ediyor. Henüz keşfedilmemiş yerlerde kuş misali bisiklet sürecek. Yüreği kuş gibi pır pır ederek bisiklet sürdüğü için arkasından hiç bir zaman yetişemiyoruz. Bu gün nedense yanımızda artçı olarak bisiklet sürüyor. Gerçi kahveyi pek içemediğinden bu gün canı kahve içmek isteyince basıp gidemedi. Kahveyi kaçırmak istemedi anlaşılan.

Bir taşın üzerine oturmuş, saçlarını buff ile bağlayıp yüzünü ufukta hayal meyal görünen Samos adasına doğru çevirmiş. Elinde kahve fincanını iki eliyle sıkıca sarılarak kimseye kaptırma niyetinde değil.

Bizim resmimizi çeken Ferdimen’in elinden kamerayı alarak ben de onun kahve içerken resmini çekiyorum.

Arkada iki bisiklet yana doğru ayağına dayamış duruyor. Ferdi’nin elinde kahve fincanı.

Kahve faslı bitti, fincanları ve cezveyi yıkayıp yerine koyduktan sonra yola çıktık. Bir süre denizden yukarılara bisiklet süreceğiz. Yukarıdan manzarayı seyretmesi bulunmaz bir güzellik.

Aşağıda deniz seviyesinde kıyı şeridi 300 – 400 metre kıyıdan bulunduğumuz yere kadar bir alan yeşillik içinde. Kıyı şeridi boyunca uzayıp gitmiş. Aşağıda toprak bir yol denize paralel gidiyor. Deniz uzun dalgaların beyaz köpükleri ile kıyıya doğru gelmekte. Sol tarafta Pamucak sahili Kuşadası girinti kara parçasına kadar. Daha ilerde Dilek yarımadası silik gri renkte.

Grubun en arkasından geldiğimizden Küçük Menderes havzasını geçerek Selçuk yönüne doğru gittik. Öğle yemeğini yemişler bile. Biz de kalan son yemekleri yiyerek karnımızı doyurduk.

Kilitli taş döşeli bir alanında Doktor Mete ve ben kaldırım taşına yan oturmuş cep telefonları ile konuşuyoruz birileriyle. Arkada sağda yemek dağıtan aşçı takımı taklavatı toplamış, sadece bir masa yanında duruyor. Yemeğe son kalan bir kaç kişi de bizimle birlikte. Alanı gölgeleyen dut ve kavak ağaçları.

Yemekten sonra grubun toplandığı yer olan Efes antik kentin girişine geldik.

Efes antik kentin girişinde tabela kahverengi boyalı EFES (Ephesus) yazısı var. Tabela tel örgülerinin yanında. Girişte araçları ile gelenlerin park alanı geniş.

Giriş kapısından ücretsiz girişimizi yapıyoruz tek tek. Dünyaca ünlü, bir zamanlar zengin ticaretin yapıldığı büyük medeniyet şehrin dolaşmaya başladık. Her kes ayrı ayrı kendi halinde antik kenti dolaşıyor. İlk olarak amfi tiyatroya doğru gidiyorum. Bir tepenin yamacında kurulmuş tiyatro muhteşem görünüyor uzaktan da olsa.

Yerde serili kazılarda çıkmış taş bloklar. İleride yarım yuvarlak, yamaca merdiven basamakları gibi yukarı doğru. Neredeyse dağın yarısına kadar yapılmış muhteşem bir tiyatro.

Kentin zenginliğinden olsa gerek ana caddesi yere mermer döşenerek yapılmış. Kıyılarda sütunlar ve sütun ayakları.

Bu geniş mermer döşeli cadde amfi tiyatroya doğru gidiyor. Olcay Ormankıran elinde meyve suyu öylece caddenin ortasında dinelmiş. Sanki birilerini bekliyor gibi.

Geniş bir alanda yürüme yolu tren yollarından sökülen travers kütüklerinden yapılmış. Boş alanlarda ise yuvarlak sütunlar parça parça yüzlerce. Diğer yanda mermer bloklar. Karşıda solda dağın başladığı yerde dükkanlar sıralanmış. Fıstık çamı ağaçları kocaman olmuş 7 tane sıralı dikilmiş.

Duvar yıkıntıları üzerinde çam ağaçları, biraz mesafede sütunlar sıralanmış. Travers kütüklerinden yapılmış yol sütunların dibinden ileriye doğru gidiyor. Solda yıkıntı taşlar ve çam ağacı.

Sütun başları ve üzerindeki kaideler, yanında sütun alt kaideleri. Solda kazı yapılan alanın üzerine çatı yapılarak yağmur ve güneşten korunmak için. Tek bir sütun ve arkada tek kemerli gözü olan duvar kalıntısı.

Efes kentinin muhteşem Celcus kütüphanesi. İki katlı, önde ikişerli dört sütunlu binanın girişi. Sütunların boyu çok yüksek, yaklaşık 10 metre civarı. Alt katta 4 heykeli giriş kapısı. Üst katta da 4 heykel ve pencereler dikdörtgen. Tam önümde mermer blokta işlenmiş öküzbaşı ve yuvarlak işlemeler.

Yanında da mermere işlenmiş savaş başlığı figürü. Tolga da denen bu başlığın tepesinde kocaman püskülü ile dikkat çekiyor. Bir de kılıç kabzası var.

Kütüphaneden sola dönen mermer döşeli cadde yukarı hafif rampalı.

Bir binanın ayakta kalan kısımları bile yapıların ne kadar zengin ve harika işçiliği gözler önüne seriyor. Kenarlarda dikdörtgen sütunlar, ortada 2 yuvarlak sütün. Yuvarlak sütunların üstünde kemer tam yarım yuvarlak. Kirişler ve kemer öne doğru çıkıntılı. İşlemeleri ince işçilikten geçmiş. Kemerin ortasında kabartma bir kadın başı var. İçerideki kaidede kabartma yarım Medusa gövdesi iki elini yana açmış. Binayı kötülüklerden korumak için yapılmış. Diğer tarafları süslemeli kabartmalarla bezeli. Bina dikdörtgen yapıda bir tapınak, çatısı yok. Arka taraf taş duvarın üzerinde duruyor. Daha önce yıkıntı olan bina restore edilerek ayağa kaldırılmış. Eksik olan parçaların yerine yenileri yapılarak tamamlanmış ama süslemeleri yapılmamış. Düz görünüyor yeni parçalar.

Burası Hadrian tapınağı. İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir. Eski kağıt 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celcus kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Tapınağın yanında kule kalıntısının ayakta kalmış olan alt kaidesi taş bloklardan yapılmış. İçi boş oda gibi. Üstte ise pişmiş kırmızı tuğlalar ile tabanı geniş, yukarıya doğru daralıyor. Boyu 2 metre civarı tuğlalı yapının.

Ortası boş, kenar duvarlarının bir kısmı kalmış bir yapı. Kaidelerin üzerine kısa sütunlar, sütunun üstünde uzun bir kiriş. Kirişin üstünde yine kaide ve kısa sütun. Onun da üstü geniş kiriş üçgen çatı tipinde.

Burası Traijan Nymphaeumu

Kirişlerin boyu 5 metre civarı, işlemeleri harika el işçiliği ile bezenerek ne kadar ustalık ve zenginlik olduğu belli oluyor. Kiriş yerde iki kaidenin üzerine konulmuş. Esas yeri burası değil, büyük bir olasılıkla bir tapınağın ya da binanın kirişleri. Yunanca iki satır yazılar yazılmış uzun kiriş boyunca.

İki dikdörtgen sütun, etrafında başka bir şey yok. Kirişlerin bana bakan yüzlerinde kabartma heykeller yapılmış. Arkasında kaidelerin arasında bizim Doktor Mete elini mermer kaideye sallayıp poz veriyor.

Yine başka bir bina büyük blok taşlardan duvarlar ile yapılmış. Duvar 4 metre yüksekliğinde, sağdaki kapı önünde iki sütun konulmuş. Soldaki kapı demir parmaklık ile kapatılmış.

Biraz uzakta iki sütun üzerinde kaide ve sütunun 2. katı, üstünde iki sütun ile dik olarak ayakta kalmış. Arkasında kemerli dükkan odası gibi taş duvar örülerek yapılmış.

Burası Domitian Tapınağı

Yerlerin kimi kısmı kayalık, yavru bir yılan sürünerek bizlerden kaçmaya çalışıyor.

Sütunlu yol, yerler mermer taş döşeli, sütunların yarısından kırık.

Camekan bir yapının içinde Efes Antik kentinin üç boyutlu yapısı. Kentin etrafı surlarla çevrili, tapınaklar, tiyatro, kütüphane ve diğer binaların maketi arazi yapısına uygun yerleştirilmiş. Ağaçlar ve yeşillikte unutulmamış. O zamanlarda liman kenti olan Efes deniz kıyısındaymış. Limandan çıkan yol tiyatroya kadar gidiyor.

Neolotik dönem

1996 yılı içinde, Selçuk, Aydın ve Efes yol üçgeninin yaklaşık 100 m kadar güney batısında, mandalina bahçeleri arasında Derbent Çayı’nın kıyısında Çukuriçi Höyük saptanmıştır. Arkeolog Adil Evren başkanlığında yapılan araştırma ve kazılar sonucu, bu höyükte taş ve bronz baltalar, iğneler, açkılı seramik parçaları, ağırşaklar, obsidien (volkanik cam) ve sileks (çakmak taşı), deniz kabukluları, öğütme ve perdah aletleri bulunmuştur. Yapılan değerlendirmeler ışığında, Çukuriçi Höyük’te, Neolitik Dönemden Erken Bronz Çağına kadar bir yerleşimin ve yaşamın olduğu saptanmıştır. Aynı tür malzemeler, yine Selçuk, Kuşadası yolunun yaklaşık 8. km’de Arvalya Deresi’nin bitişiğinde Gül Hanım tarlasında Arvalya Höyük saptanmıştır. Çukuriçi ve Arvalya (Gül Hanım) höyüklerinde saptanan eserler ile, Efes’in yakın çevresinin tarihi böylece Neolitik Dönem’e kadar ulaşmaktadır.

Helenistik dönem

MÖ 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, MÖ 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise Büyük İskender’in generallerinden Lisimahos tarafından MÖ 300 yıllarında kurulmuştur. Şehir Roma’dan özerk bir şekilde Apameia Kibotos  şehri ile ortak para bastırmıştır. Bu şehirler klasik dönemdeki Küçük Asya’da çok parlak yarı özerk davranmaya başlamışlardı. Lisimahos, kenti Miletli  Hippodamos’un bulduğu “Izgara Plan”a göre yeniden kurar. Bu plana göre, kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser.

Roma dönemi

Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Roma İmparatoru Augustus zamanında, Asya Eyaleti’nin başkenti olmuş ve nüfusu o dönem (MÖ 1.-2. yüzyıl) 200.000 kişiyi aşmıştır. Bu dönemde her yer mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donatılır.

4. yüzyılda limanın dolmasıyla Efes’te ticaret geriler. İmparator Hadrian limanı birkaç kez temizletir. Liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır. 7. yüzyılda Araplar bu kıyılara saldırır. Bizans döneminde tekrar yer değiştiren ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelen Efes, 1330 yılında Türkler tarafından alınır. Aydınoğullarının merkezi olan Ayasuluk, 16. yüzyıldan itibaren giderek küçülmeye başlamıştır. Günümüzde ise bölgede Selçuk ilçesi bulunmaktadır.

Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes’in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler…

Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültürünün en büyük tapınağı da Efes’te yer alır.

MÖ 6. yüzyılda bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer alan Efes, bilge Herakleitos, rüya tabircisi Artemidoros, şair Callinos ve Hipponaks, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus gibi ünlü kişileri yetiştirmiştir.

Diğer yapılar

Hadrian Tapınağı: İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir. Eski 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celssius Kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır.

Domitian Tapınağı: Şehirdeki en büyük yapılardan biri olduğu düşünülen İmparator Domitianus adına yapılmış olan tapınak Traianus Çeşmesi’nin karşısında yer almaktadır. Günümüze yalnızca temelleri ulaşmış olan tapınağın yanlarında sütunların bulundu­ğu belirlenmiştir. Domitianus’un heykelinden kalanlar ise baş ve bir kol kısımlarıdır.

Serapis Tapınağı:: Efes’in en ilginç yapılarından biri olan Serapis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi’nin hemen arkasındadır. Hiristiyanlık döneminde kiliseye dönüştürülen tapınağın Mısırlılarca yapıldı­ğı düşünülmektedir. Türkiye’deki Serapis Tapınağı olarak Hrsitiyanlık’taki Yedi Kilise arasında olması sebebi ile Bergama’daki diğer tapınak daha çok tanınmakadır.

Meryem Kilisesi: 431 Konsül Toplantısı’nın yapıldığı yer olan Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi), Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir. Liman Hamamı’nın kuzeyinde yer almaktadır. Hristiyanlık dinindeki ilk Yedi Kilise arasındadır.

St. Jean Bazilikası: Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından yaptırılan ve o dönemin en büyük yapılarından bir olan 6 kubbeli bazilikanın merkezi kısmında, altta, İsa’nın en sevdiği havarisi St. Jean (Yuhanna)’nın mezarının bulunduğu iddia edilmektedir ancak henüz herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Burada St. Jean adına dikilmiş anıt da bulunmaktadır. Hıristiyanlar için çok önemli kabul edilen bu kilise Ayasuluk Kalesi’nde yer almaktadır ve kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.

Yukarı Agora ve Bazilika: İmparator Augustus tarafından inşa ettirilmiş, resmi toplantıların ve borsa işlemlerinin yapıldığı yerdir. Odeion’un önündedir.

Oktagon: Kleopatra’nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır.

Odeon: Efes’in iki meclisli bir yönetimi vardı. Bunlardan biri olan Danışma Meclisi toplantıları zamanında üzeri kapalı olan bu yapıda yapılmış ve konserler verilmiştir. 1.400 kişilik kapasiteye sahiptir. Bu nedenle yapı “Bouleterion” olarak da adlandırılır.

Prytaneion (Belediye Sarayı): Prytan kentin belediye başkanı gibi görev yapardı. En büyük görevi kalın sütunları bulunan bu yapının içindeki kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin sönmemesini sağlamaktı. Prytan, Kent Tanrıçası Hestia adına bu görevi üstlenmişti. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştı. Efes müzesindeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmi misafirlerine ayrılmıştı.

Mermer Cadde: Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir.

Domitianus Meydanı:Domitianus Tapığınağı’nın kuzeyinde yer alan meydanın doğusunda Pollio Çeşmesi ve hastane olduğu düşünülen bir yapı, kuzeyinde cadde üzerinde de Memmius Anıtı yer alır.

Magnesia Kapısı (Üst Kapı) ve Doğu Gymnasiumu: Efes’in iki girişi vardır. Bunlardan biri kentin çevresindeki sur duvarlarının doğu kapısı olan, Meryemana Evi Yolu üzerindeki Magnesia Kapısı’dır. Doğu Gymnasiumu, Panayır Dağı eteğindeki Magnesia Kapısı’nın hemen yanındadır. Gymnasion, Roma Çağı’nın okuludur.

Herakles Kapısı: Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi’ni yaya yolu haline getirmiştir. Ön cephesindeki Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır.

Mazeus Mitridatis (Agora Güney) Kapısı: Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir. Kapıdan Ticaret Agorası’na (Aşağı Agora) geçilir.

Anıtsal Çeşme: Odeion’un önündeki meydan kentin “Devlet Agorası” (Yukarı Agora)’dır. Tam ortasında Mısır tanrıları tapınağı (İsis) bulunuyordu. MÖ 80 yıllarında Laecanus Bassus tarafından yaptırılan Anıtsal Çeşme, Devlet Agorası’nın güneybatı köşesinde yer alır. Buradan Domitian Meydanı’na ve bu meydan etrafında kümelenmiş bulunan Pollio Çeşmesi, Domitian Tapınağı, Memmius Anıtı ve Herakles Kapısı gibi yapılara ulaşılır.

Traianus Çeşmesi: Cadde üzerindeki iki katlı anıtlardan biridir. Ortada duran İmparator Traianus’un heykelinin ayağı altında görülen küre dünyayı simgeler.

Heroon: Efes’in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans döneminde değiştirilmiştir.

Yamaç Evler: Teraslar üzerine inşa edilmiş olan çok katlı evlerde kentin zenginleri oturuyordu. Peristilli ev tipinin en güzelleri olan bu evler modern evlerin konforunda idi. Duvarlar mermer kaplama ve fresklerle, taban ise mozaiklerle kaplıdır. Evlerin hepsinde kalorifer sistemi ve hamam bulunmaktadır.

Büyük Tiyatro: Mermer Cadde’nin sonunda bulunan yapı, 24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük açık hava tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür. Tiyatro, St. Paul’ün vaazlarına mekân olmuştur.

Saray Yapısı, Stadyum Caddesi, Stadyum ve Gymnasium: Bizans sarayı ve caddenin bir bölümü restore edilmiştir. At nalı biçimindeki Stadyum, antik devirde sportif oyunların ve yarışmaların yapıldığı yerdir. Geç Roma döneminde gladyatör oyunları da yapılmıştır. Stadyumun yanındaki Vedius Gymnasiumu ise hamam-okul kompleksidir. Vedius Gymnasiumu kentin kuzey ucunda, Bizans dönemi surlarının hemen yanında yer almaktadır.

Tiyatro Gymnasiumu: Hem okul, hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır. Agora: 110 x 110 metre boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkânlarla çevrili bir alandır. Agora, kentin ticari ve kültürel merkeziydi. Agora Mermer Cadde’nin başlangıç noktasıdır.

Hamam ve Umumi Tuvalet: Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans döneminde tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır.

Liman Caddesi: Büyük Tiyatro’dan, bugün tamamen dolmuş olan Antik Liman’a uzanan, iki yanı sütunlu ve mermer döşeli Liman Caddesi (Arcadiane Caddesi), Efes’in en uzun caddesidir. 600 metre uzunluktaki cadde üzerine kentin Hristiyanlık döneminde anıtlar yapılmıştır. Her birinde havarilerden birinin heykeli olan dört sütunlu Dört Havari Anıtı, caddenin hemen hemen ortasındadır.

Liman Gymnasiumu ve Liman Hamamı: Liman Caddesi’nin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır.

Yuhanna Kalesi:: Kale içinde cam ve su sarnıçları vardır. Efes civarındaki en yüksek noktadır. Ayrıca bu kilisenin bulunduğu tepe, Efes Antik Kenti’nin ilk yerleşim bölgesidir.

Yapıların çoğu iki katlı olarak yapılarak kentin ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Karşımda üç kemeri kalmış bir yapı ve duvarları.

Gezinti yolları tren yollarından sökülen traverslerden yapılmış. Kıyılarında korkuluklar yoldan çıkmamamızı belirtiyor. Ben ve Mete yürürken Ferdimen resmimizi çekiyor.

Solda üç tane sütun epey yüksek, neredeyse 8 metre var. Sütunlar dikine yivli, kimisinde eksik olan parçalar betondan yapılmış. Üç sütun da solda sadece alt kısmı 1,5 metrelik olarak duruyor. Sütunlar tek parça olarak değil 1,5 metrelik bloklar halinde istedikleri kadar yükseltebiliyorlar. Sütunların arkasında iki sıra blok taşlardan duvar binanın temeli ve su basmanı olarak yapılmış. İçinde ve arkasında tek tük sütunlar var.

Yukarıya kadar çıktıktan sonra artık aşağıya doğru gitmeye başladım. Bulunduğum yer biraz yüksekte ve aşağıya kadar mermer taş bloklar döşeli yol. Yol kıyısında sütunlar ve heykellerle süslenmiş.

Üç kemerli devasa kapı Kapının üstünde düzgün mermer bloklar konulmuş. Bu bir zafer takı, alt kirişlerde Yunanca yazılar var. Süslemelerle birlikte zaferleri, kralları ve komutanların isimleri kazılmış. Üstteki bloklarda ise Latince yazılar var. Romalı kralı ve komutanların zafer anısına isimleri kazılarak buraların patronları olduğunu belirtmişler.

Burası August Kapısı.

Gelelim Celcius kütüphanesine. Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsius’un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.

Kütüphanenin ön yüzü yüksek ikişer sütunlu, sütunların arası üçer metre. Sütunlar önde, üstü çıkıntı kirişli ve balkon. Sütunların iç kısmı nişli ve her nişin içinde insan boyutunda kadın heykeller. Böyle önde ikişer sütunlu çıkıntılar 4 tane. Aralarda üç boşlukta giriş kapıları. Kapıların üstünde kiriş ve pencere boşlukları. Bu yapı sütunları iki katlı, alt katta ne varsa üst katta da aynı yapılmış.

Kütüphanenin girişindeki sütunların içindeki nişlerdeki kadın heykellerden biri. Kadının ismi ΣOΦIA KEΛΣOY (SOPHİA = Bilgelik ve Akıl).

Heykelin üzerinde kumaş sarılmış, kıvrımları olarak mermer olduğu şeklinde işlenmiş. Nişin yanlarında mermer bloklar işlenmiş. Heykel boşluğun içinde kalın bir blok mermerin üzerinde duruyor. Heykelin sol kolu yok.

Diğer kadın heykeli, altındaki kaidede ismi yazıyor. APETH KEΛΣOY. (ARETE = Erdem ve karakter). Heykelin elleri bileklerinden kırılmış.

Kütüphanenin giriş kapısından içerisinin görüntüsü. Kalın bir duvar niş olarak yarım yuvarlak örülmüş. Duvarın yarısı taş bloklardan, diğer yarısı üst kısım ise pişmiş tuğla örülmüş. Tuğla duvarda delikler var.

Üçüncü heykelin başı yok, ismine bakacak olursak bu da bir kadın heykeli. Kaidede yazdığı biçimiyle ENNOIA ΦIAIΠΠOY (Ennoia ; Kader ve muhakeme). Sol eliyle eteğinin ucundan tutup sol dizinin üstüne kadar kaldırmış. Çıplak ayağı görünüyor.

Diğer kapıdan kemerli bir yapı görüntüsü. Üzerinde işlemeli kirişler. Kemerlerin altında dikdörtgen mermer bloklar ile kolon biçiminde üst üste.

Dördüncü kadın heykelinin de başı yok. Kaidede yazdığı biçimiyle ismi EΠIΣTHMH KEΛΣOY. (EPİSTEME = İlim ve bilim).

Bu dört kadın heykeli “Celsus’un Bilgeliği, Celsus’un Fazileti, Celsus’un Anlamı, Celsus’un Bilimi [Bilgisi] olarak kütüphaneye anlam katıyor. Fakat işin acı gerçeği şu ki heykeller orijinal değil değil malesef. İlk olarak 1903 yılında Avusturyalı mimar Wilberg tarafından yapılan kazı çalışmalarında bulunmuş. 1905 – 1906 yıllarında kazı çalışmalarında kitaplığın yıkılan ön bölümü gün yüzüne çıkarılır çıkarılmaz değerli ne kadar heykel, süslemeler, frizler, kabartmalar varsa fazla güneşi göremeden Avusturya’ya kaçırılmıştır.

Celcus’un erdemlerini sembolize eden heykellerin orijinalleri Viyana Efes müzesinde sergilenmektedir. Diğer eserlerle birlikte kaçırılan bu eserlerin kopyalarına üzüntü ile bakıyorum içim burkularak.

İki kat uzun sütunlar yandan görünüşü ve kütüphane ilgili Yunanca yazıt.

Kütüphanenin giriş kapılarından birinden içerisinin görünümü. Dikdörtgen mermer bloklardan yapılmış. Kenarları işlemeli, sağdaki mermer eksik parça olmalı ki çoğu sonradan konulmuş. Kapının ardında bir kapı daha var benzeri. Kapının altında ise bizim Ferdimen poz veriyor elini kenara yaslayarak.

Bu kez Doktor Mete ile ben poz veriyoruz aynı yerde. Resmimizi de Ferdimen çekiveriyor.

Eskiden tüccarların ticaret yaptığı dükkanlar kemerli girişi ile sıralı olarak yan yana. Yirmiden fazla dükkan var. Dükkanların karşısında sütunlar ve aralarından sedir ağacı çıkarak sütunların bir kısmını örtmüş durumda.

Sütunlu cadde, yanında traverslerden yapılmış yürüme yolu.

Normalde bütün sütunlar beyaz mermerden ve o kadar çok ki sayamazsınız. Yüzlercesi ayağa kaldırılmış, ayaktakilerden fazlası da kırık dökük. Kimisi sağlam yeri belli değil yerde yatıyor boylu boyunca. Bunların hepsi normal ama aralarında siyah mermerden yivli sütunlar da var. Kim bilir nereden, ne için getirilmiş.

Düzlük yeşil çimenli bir alandan karşıdaki tepenin yamaçları başlıyor. Orada dükkanlar, önünde de sütunlar sıralanmış. dünyanın hiç bir antik kentinde bu kadar mermer sütun yoktur. Ticaret kentinin getirdikleri olsa gerek zengin tüccarlardan alınan vergiler kentin her yanını güzelleştirmek için harcandığı belli.

Kazı çalışmaları hala devam ediyor, çıkan buluntuların bir kısmı alanlara serilmiş. Burada kiriş bloklar, temel kaideler var.

Canlıların içinde şimdiye kadar gördüğüm en ateşli sevişmeyi yılanlar yapıyor. Doğal yapıları gereği belki de bunu gerektirir çiftleşmek için. Birbirlerine o kadar tutkulu sarılıyorlar ki nerede olduklarını unutarak orta yerde sevişirken karşıma çıktı. Cep telefonumu çıkarıp resim moduna getiresiye kadar yılanlar bizi fark edince sürünerek travers kütüklerinin altına girmeye başladılar.

Harabelerin içinde iki sütun arasında yüzüne güneş vurmuş Doktor Mete.

Tiyatroya girmek için dehlizlerden geçmek gerek. Dehlizin içinde karanlık ortam olduğu için dışarısı güneşin bol ışığı iyi bir kontrast oluşturmuş. Tiyatronun avlusunda bizim Ferdimen bir yerlere bakıyor ve benim onu çektiğimin farkında değil.

Dünyanın en büyük amfi tiyatrosu karşımda. 24.000 kişilik açık hava tiyatrosu olması kentin nüfusunun 200.000 civarında olması nedeni ile tiyatro bu kadar kapasiteli yapılmış.

Tiyatronun oturma yerlerine çıkıp oturuyorum. Oturunca geçmişe, yıllar öncesine 1978 yılına gidiveriyorum. O zamanlarda lisede okuyorum. İzmir’in en anarşist lisesi Çınarlı meslek lisesi. Olayların ve çatışmaların yani kardeş kavgalarının olduğu en hareketli yıllar. Devrimci liseliler bir gezi düzenlemişti bahar ayı Nisan da. İzmir deki tüm liselerin katıldığı geziye 40 otobüs ile  Kuşadası, Güzelçamlı ve Efes antik kentini dolaşmıştık. Antik kente giriş o zamanlarda ücretsiz serbest giriş yapılabiliyordu. 40 otobüste bulunan öğrenciler burada Efes amfi tiyatroya seyirci bölümüne oturup marşlar söyleyerek sesimizi gök kubbeye salmıştık hep bir ağızdan. Müthiş bir şeydi yüksek perdeden söylenen marşlar. O zamanlar kanımız kaynıyordu ve büyük coşkular içindeydik. Vatanı emperyalistlerden kurtarmaya çabalayarak geçmişti gençlik yılları. Sonrası malum 12 Eylül darbesi, işkenceler, idamlar, sürgünler, hasret. Belki de burada olanların çoğu o değirmende harcanıp gitmiştir. Ama biliyorum ki bir zamanlar bu tiyatroda sesimiz vardı ve içimizden gelerek söylüyorduk kurtuluşu.

Aşağıda tiyatro alanı, yerler düzgün taş döşeli, sadece orta alan. Diğer yerler toprak zemin. Ayakta kalmış sahne bölümünün kolonları. Doktor Mete bana poz vermiş durumda.

İki kıyısında çam ağaçları döşeli yol. Gövdeleri sık ve alt kısmı beyaz kireç ile boyanmış. Efes harabeleri gezimiz bitti artık diğer bölüme Artemis tapınağına doğru yola çıktık.

Yolun karşı kıyısına geçip eskiden Selçuk – Kuşadası yoluna, kıyıları ağaçlı olan yola geçip Artemis tapınağına doğru gitmeye başladık. Bu yolu belediye bisiklet, yürüyüş ve koşu yolu olarak düzenlemiş.

2 Metrelik toprak yolda giden bisikletçiler, solda kaldırım ve gezinti yeri. Sağda ise bisiklet yolu beton döşeli. Yolun iki yanında ağaçlar sıralı gidiyor yol boyunca.

Bir süre gittik ve Artemis tapınağına geldik. Giriş yeri kapalı değil, serbest giriş yapılıyor alana.

Ortada bir gölet, ziyaretçiler kıyıya doğru giderken. Sağda mermer şekilsiz blok. Arkasında kocaman bir ağaç.. Göletin devamında bize biraz uzakta tepenin üzerine kurulmuş Ayasuluk kalesi.

Burada pek bir şey yok, Küçük Menderes nehrinin kalıntısı bir gölet. Bir kısmı bataklık durumda Kocaman bataklık kurutucusu okaliptüs ağaçları karşı kıyıda.

Artemis tapınağından geriye kalan tek sütun önünde pankartımızı açarak hep birlikte poz veriyoruz kameralara.

Sütunun üstüne de bir leylek yuvasını yapmış keyfine bakıyor insanlara aldırmadan.

Artemis Tapınağı, (Yunanca: Artemision; Latince: Artemisium) aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir. Tanrıça Artemis’e ithaf edilmiş tapınak Efes’te Millattan Önce 550 yıllarında tamamlanmıştır. Tapınak tamamen mermerden inşa edilmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan tapınaktan geriye bugün sadece bir iki mermer parçası kalmıştır. Türkiye’deki antik kent Selçuk İzmir’de bulunmaktadır.

Tapınak Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseridir. Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon’lu  Antipader tapınağı şöyle tarif etmiştir.

Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki “İşte! Olimpus’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı. (Antipater, Yunan Antolojisi [IX.58])

Bizanslı Philon ise tapınak için şunları yazmıştır:

Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus’un mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes’teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.

Efesli Artemis

Artemis, Ay tanrıçası olarak Titan Selene’in yerini alan Apollon’un kardeşi
bakire avcı Yunan tanrıçasıdır. Efesli Artemis ise oldukça farklıdır. Efesli Artemis’in (Efesya) bir Anadolu tanrıçası olan Kibele’nin bir kültü olduğu sanılmaktadır.

Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin Efes’e nasıl geldiği ve orada Artemis adıyla kültünün nasıl başladığı bilinmemekle beraber Kibele’nin çeşitli evreler geçirerek Artemis haline geldiği kabul ediliyor.

Yunan tanrılarının aksine daha çok yakındoğu ve Mısır tanrıları gibi vücudu, altından ayaklarının çıktığı ve bacaklara doğru gittikçe incelen, sütun benzeri bir bölümle kaplıdır. Çok memeli Tanrıça (37 adet)  Efes’te basılmış paraların üzerinde başında Kibele’nin bir özelliği olan duvar gibi bir taç ile resmedilmiştir. Paraların üzerindeki resminde, kolları birbirine geçmiş yılan ya da Ouroboros yığınlarından oluşan bir asaya dayalı durmaktadır. Aynı Kibele gibi Efes’teki tanrıçaya da megabyzae adı verilen hierodüller ve kore’ler hizmet etmekteydi.

Ayrıca Bennett’in bahsettiği muhtemelen millatan önce üçüncü yüzyıldan kalma bir adak yazıtı Efesli Artemis’i Girit ile ilişkilendirmektedir:

“To the Healer of diseases, to Apollo, Giver of Light to mortals, Eutyches has set up in votive offering (a statue of) the Cretan Lady of Ephesus, the Light-Bearer.”

Yunanlar’ın birleştirme adetleri, tüm yabancı tanrıları kendi anlayabilecekleri bir şekilde Olimpus  panteonunun bir biçimi halinde asimile etmiştir. Efes’te İyonyalı yerleşimcilerin “Efes’in Hanımı” için yaptıkları Artemis özdeleştirmesinin cılız olduğu çok açıktır.

Mimari ve sanat

Tapınağın üç evreden oluştuğu sanılmaktadır. A evresi Artemisium olarak adlandırılan tapınaktan önce orada yaklaşık MÖ 7. yüzyılda yapılmış bir sunaktır. B evresi daha sonra bunun üzerine yapılmış olan tapınak, C evresi ise yangından sonra yapılan restorasyondur.

Tapınağın içi ve içindeki sanat hakkındaki tanımlamaların ve hemen hepsi tarihçi Plynus’un anlattıklarına dayanmaktadır. Pliny tapınağı 115 metre uzunluğunda ve 55 metre eninde neredeyse tamamen mermerden olarak tanımlamıştır. Tapınak her biri 18 metre olan 127 İyonik stilde kolondan oluşmaktadır.

Artemis Tapınağı içinde birçok sanat eseri vardı. Ünlü Yunan heykeltıraşlar Polyclitus, Pheidias, Cresilas, ve Phradmon tarafından yapılmış heykellerle, tablolarla ve altın ve gümüşle bezenmiş kolonlarla donatılmıştı. Sanatçılar en güzel heykeli yaratmak için birbirleri ile yarışırlardı. Bu heykellerin büyük bir çoğunluğu Efes şehrini kurduğu söylenen Amazonlar’ın heykelleridir.

Pliny ayrıca, Mausolos’un mozolesi üzerinde de çalışan Scopas’ın tapınağın kolonlarındaki kabartmaları oyduğunu söyler.

Atinalı Athenagoras, Efes’teki baş Artemis heykelinin yaratıcısı olarak Daedalus’un öğrencisi Endoeus ‘un ismini vermiştir.

Kült ve tesir

Artemis Tapınağı Efes bölgesinin ekonomik olarak güçlü bir bölgesinde yer almaktaydı ve tüccarlar ve Anadolu’nun her yerinden yolcular tarafından ziyaret edilmekteydi. Tapınak birçok inanıştan etkilenmiştir ve birçok farklı dinden insan için bir inanç sembolü olmuştur. Efesliler Kibele’ye taparlardı ve inançlarının büyük bir kısmında Artemis’i de dahil ettiler. Artemis Kibele, Romalı karşıtı Diana’dan çok farklı bir şekil aldı. Artemis kültü uzak diyarlardan binlerce tapanı çekti. Hepsi bu yerde bir araya gelip ona taparlardı.

Artemis tapınağından kalan son sütun epey yüksek. Gölesin karşı kıyısında. Bu tarafta da bir sütun temeli ve iki kısa blok kalmış. Göletin kıyıları sazlık. Arkada tarihi İsa bey camisi, onun arkasında Ayasuluk kalesi

Gürelin çektiği, tek sütunlu Artemis tapınağı ve Ayasuluk kalesi.

Aşıklar, aşıklar yolunda yürüyorlar, sarmaş dolaş.

Artemis tapınağından sonra Selçuk arkeoloji müzesine gidiyoruz. Müzeye misafir olarak ücretsiz bilet ile giriş yapıyoruz.

Bilet yeşilimtırak renkte, üzerinde Efes Ören Yeri – Ücretsiz yazısı. Müze logosu ve yuvarlak hologram baskı yanar döner renk saçıyor. Biletin alt kısmı beyaz ve aynı yazıların yanında kare kod ve bilet numarası.

Müzenin içini gezmeye başlıyorum resim çekerek. İlk olarak üç kadın heykeli, başları ve kolları kırık. Üzerine elbise giyinik, elbisenin kıvrımları güzel işlenmiş mermere.. Heykeller gövdelerden kırık, olduğu gibi birleştirilmiş.

20160424_160608_HDR

Üç kadın heykel, üzeri ince tül işlenmiş. Tüm vücut hatları belirgin, ikisinin başı yok, birisinin sadece yüzü kalmış. Arka kısmı kırılmış.

Üç erkek heykeli, sadece gövdeler kalmış. Diğer uzuvları yok.

Heykel başları dört tane. Ortada bir kadın gövdesi başsız, ayaksız ve kolsuz.

Erkek gövdeleri.

Bir erkek heykeli yatar durumda çıplak, sadece pelerini var boynuna bağlanmış. Ayak dizlerden aşağısı yok, sağ eli dirsekten yok. Kafasının bir bölümü kırık. Yerde yatar bir durumda sanki acı çeker gibi kıvranırken sol elini karnına bastırmış durumda. Başını da bizden yana çevrilmiş ve ağzından acı çeker durumda görünüyor.

Yine yatar durumda bir erkek heykeli tamamen çıplak. Sadece sol ayağı dizden itibaren yok Bu heykel de acı ve ızdırap çeker bir halde betimlemiş heykeltıraş.

Kolları bacakları ve başları olmayan heykeller.

İkisi elbiseli erkek heykeli. Ortada ise çıplak, kafasının üst yarısı kırık uzun saçlı bir erkek heykeli. Sağ dizi dizden kırık.

Süslemeli bir sütun başı, yanda ise sol koluna yatar duruma çocuk heykeli. Üstte kalan kolu ve bacağı yok.

Küçük heykeller ve bereket tanrısının küçük heykeli sergilenmiş camekanın içinde. Tanrının erkeklik organı boyundan büyük. Gelelim erkeklik organı meselesine. Nedense heykellerin erkeklik organı her zaman saldırıya uğranıp saldırıya maruz kalmışlar şimdiye kadar. Bunları tahrip edenlerin kendi erkeklik organları ile bir sorunu olmalı. Psikolojik bir hastalıkları var ve bunu cansız heykellerden çıkarıyor. Aynı zamanda erkeklerin kadınlara açıkça görmesinde sakınca bulduklarından olsa gerek. Müze epeydir kapalıydı, yeni açıldı ve sergilenen heykellerin daha önce gördüğüm kadarı ile eksik sergileniyor. 1978 de müzede gördüğüm bir çok heykelin erkeklik organı ile sergileniyordu. Şimdi ise hiç biri yok, akıbeti nedir bilmiyorum.

Priapos ya da Priapus, Yunan mitolojisinde bahçeler ve bağlar tanrısı (Bereket Tanrısı), Lapseki(Lampsakos) şehrinin hakimi, genital organının vurgulanmasıyla işlenmiştir. Dionyos ile Afrodit’in oğlu olduğu söylenirdi. Kültü, adalar ile bütün Yunanistan’a ve Güney İtalya’ya yayıldı. Priapos başlangıçta toprak bereketini temsil ediyordu. Aynı zamanda sürüleri, arıları ve balıkçıları koruyan bir kır ve deniz tanrısıydı.

Malikanelerin giriş yerlerine onun bir ithyphallos resmi konurdu. Bu resim kötülükleri uzaklaştırır, huzuru sağlardı. Priapos Roma devrinde özellikle erkekliği ve fiziki aşkı canlandırıyordu. Tanrının tasvirlerindeki laubali karakter ve müstehcen şiirler bundan gelir. İmparatorluk devrinde Priapos bir halk tiyatrosu kahramanı oldu. En önemli kült merkezi Lampsakos (Lapseki) kentidir. Mısır kültüründe benzer bir tanrı olan Min vardır.

Küçük heykelcikler, aralarında bereket tanrısının küçük bir heykeli.

Büyük bakır yayvan bir tepsi, küçük süs eşyaları ve küpe takıları.

Bronz bir heykel başı, sakallı ve ustalıkla yapılmış işçilik. Kafanın tepesinde delik ve içe bir kısmı göçmüş.

Beyaz mermerden kadın heykeli, sadece dizlerin altından kırılmış ama tekrar birleştirilerek dik durmasını sağlamışlar. Heykel sağlam durumda.

Yunus balığına binmiş Eros heykeli.

Bronz erkek heykeli, Mısır kültürüne göre yapılmış rahiplere benziyor. Rengi altın renginde.

Kuyumcuların kullandığı hassas terazi, kefeleri küçük nesneleri ölçmek için yapılmış. İğne çeşitleri ve küçük minyatür heykeller.

Küçük boyutta insan başı heykeller, başı ve ayakları olmayan iki gövde. Biri elbiseli, diğeri siyah renkte çıplak erkek gövdesi.

Heykel başları ve bir başı olmayan erkek heykeli.

Kabartma insan figürleri.

Kabartma insan figürlerinin devamı.

Kabartmalar usta işçilik ile yapılmış.

Belden aşağısı olmayan kadın heykeli. Başında bir taç var. Sol eli karnında yere paralel tutmuş. Sağ elini ise çenesine dayamış şekilde poz vermiş gibi heykeltıraşa.

Kabartma figürler.

Kabartma figürler.

Kabartma figürler.

Yine belden aşağısı olmayan kadın heykeli. Yüzü parçalanmış ve gövdenin çoğu yeri çatlak, sanki heykel parçaları birleştirilmiş gibi.

Derin bir niş içine konulmuş sağlam kadın heykeli.

Ünlü filozof Sokrates’in heykel başı.

Dizden ayak bileğine kadar olan kısmı ve kolları omuzlardan itibaren olmayan baş tanrı Zeus heykeli. Beyaz, pürüzsüz ve çıplak. Yobazların kıramadığı erkeklik organı sağlam durumda.

Biri kadın, biri erkek heykel başı.

Başı ve sağ bileği olmayan, önünde meyve sepeti ve büyük erkeklik organı ile desteklemiş durumda. Böyle heykellerden bir kaç tane daha vardı ve hepsi sağlam olarak sergileniyordu. Bu heykellerden sadece bir tane sergilenmiş ve heykel küçük boyutta. Sağında ise alakası olmayan Romalı bir komutana ait büst.

Kazılarda bulunmuş sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler, kimisi altın.

Deniz kabukları gibi kabartmalı sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler. Yüzlerce kümeler halinde, kimisi altın.

Kazılarda bulunmuş sikkeler. Bunlar biraz kalın.

Kulplu su testileri, bir tanesi dört kulplu.

Testiler ve kesici aletler.

Küçük çömlekler.

Kılıç ve kamalar.

Çeşitli balta, kama ve şiş aletleri.

Dört tane sürahi, boyutları birbirine uymuyor.

Tersine ince konik bir süs eşyası ve iki geniş karınlı testi.

Geniş ağızlı büyük bir çömlek süslemeli, Tabanı çok küçük, dengede tutmak zor olsa gerek. Yanında da kırık iki testi.

Çömlek ve kulplu testiler.

Testi ve yemek tabakları. Tabaklar pişmiş topraktan yapılmış.

Süslemeli testiler ve pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller. Bir koyun oturmuş durumda, üç kadın heykeli ve bir çocuk oturmuş durumda. Bir tane de boynuzlu bir hayvan heykeli. Heykel çok küçük, minyatür.

İki kulplu tava, tencere ve testiler.

Çanaklar ve testiler.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller ve heykel başları.

Pişmiş topraktan kap kacak ve dikdörtgen bir tepsi.

Altın bir taç ve ince yaprak bileklikler.

Bronz bir sürahi ve altın süs takılar.

Yüzük ve küpe çeşitleri.

Sol kolu üzerine yatar durumda mermer çıplak bir erkek heykeli.

Kap, kacak ve küçük heykeller.

Kap kacak ve küçük heykeller.

Cam şişeler geniş karınlı.

Cam şişe ve süs taşları.

Cam kaplar ve bilezikler.

Beyaz pürüzsüz bebek yüzlü, kanatlı Eros heykeli

Mermer çocuk heykeli.

İki kadın birbirine sarılmış durumda. Bazı parçaları eksik. Diğer bir kadın heykeli de sağ bacağını arkaya doğru kaldırarak sağ elini bacağına doğru uzatmış, hafif sağa doğru eğilmiş durumda.

Pürüzsüz mermer Eros başı.

İki Eros başı daha.

Heykeltıraş tarafından bitirilmemiş heykeller. Yüzleri belirsiz, sadece kaba olarak bırakılmış.

Başı olmayan elbiseli kadın heykeller dört tane.

Avluya çıkıyorum güneşin altına. Dışarıda lahitler sergileniyor. Lahitlerin yan taraflarında kabartma figürler yapılmış. Yerde elinin dirseği üzerine yaslanarak yatar durumda bir kadın. Kadının üzerinde ayakta ileriye hamle yapmış bir erkek figürü ve karşısında atın üzerinde başka bir erkek. Burada anlatılmak istenen bir kadın için dövüşen iki erkek anlatılmaya çalışılmış. Dünyada kavgaların çoğu ve savaşların çıkma nedeni kadınlar yüzünden. Tarih hep yazılıdır. Benim anlamadığım mezarı yapılmış bu kişiyi hangisi temsil ediyor. Atın üstündeki mi yoksa kadının üzerinde ayakta olan mı? Bilemedim doğrusu.

Başları olmayan elbiseli heykeller.

Kenarları kabartmalarla işlenmiş bir lahit. Ölen kişinin hayatında yaptığı işleri betimlemiş. Lahit ‘in kapağı da büyük bir olasılıkla ölen kişinin yana doğru dirseği üzerine yaslanarak yatmış bir erkek heykeli.

Mermerden öküz başı.

Avlunun ortasına havuz yapılmış. İki başında da heykeller konulup heykelin bir yerinde havuza su akıyor. Avlu bozulmuş çim kaplı. Kenarlarda sundurma, altlarında lahit mezarlar sergilenmiş.

Başka bir lahit yanı, ölen kişinin yaşamından figürler. Ölmüş olan sanki bir öğretmen gibi ders anlatır durumda, bir diğerinin elinde bıçak savaşır gibi. Karşısında başka birinin bir elinde bıçak diğer elinde üçlü yaba. Hangisi ölüyü temsil ediyor bilemedim.

Tekrar kapalı alanın diğer tarafına giriyorum Efes antik kentinde o kadar çok buluntu var ki müze ona göre büyük. Depolarda saklanıp sergilenmeyen yüzlerce eser daha olmalı. Şimdi 2. bölümdeyiz.

Hani şimdilerde fotoğraf makinesi icat edildiğinden beri çekilen aile resimleri vardır ya aynı onun gibi mutlu bir aile resmi sanki. Oturmuş durumda anne, kucağında bir bebek tutuyor. Bir elinde de çanak. Aile reisi erkek ayakta durmuş, önünde biri erkek biri kız iki çocuk. Diğer yanda sakallı, yaşlı bir ihtiyar. Ayakların dibinde köpek yatmış. Tam bir aile resmi ve solmaz biçimde mermere yontulmuş. Heykeltıraş ta ustalığını göstermiş burada. Bu resmi yaptıran da zengin biri olmalı. Yoksa usta işçilik isteyen bu figür kabartmayı herkes yaptıramaz. Heykeltıraş ta iyi para karşılığında yapmıştır.

Deniz kabuklarından yapılmış kolyeler.

Süs boncukları, eşyaları turuncu renkte olanlar var. Kimisi dikdörtgen olan ortası delik taşlar.

Minyatür heykeller.

Süs eşyaları.

Anahtar biçiminde ahşap oyma. Bir tane de insan eli.

Keçi kafası küçük heykeller. Kimmerler döneminden.

Zengin bir tüccarın altından yaptırdığı küçük heykel. Bu heykel aynı zamanda tüccarın mührü.

Altın süs eşyaları, boncuk ve iğneler.

Altın süs eşyaları. Dört tanesi silindir cam üstüne konularak sergileniyor.

Altın yüzük ve küpeler.

Bronzdan yapılmış, küçük parfüm ve koku kapları.

Bronz süs eşyaları.

Bronz süs eşyaları ve küçük köpek heykelleri.

Pişmiş toprak kandilleri, değişik şekillerde, irili ufaklı.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller.

Yine altın bir heykel biçiminde mühür.

Küçük vazolar, kenarları işlemeli

Çanak çömlek ve kapak işlemeli.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük testi biçiminde kaplar.

İrili ufaklı pişmiş topraktan sürahiler. Tam ortada geniş bir çanak biraz büyük. Ama çanak bir daha işlem görmüş arkeologlar tarafından. Kazıda bulunan bu çanak kırık ve dağınık olması üzerine eksik olan kısımlarını çömlek çamuru ile tamamlanıp pişirilerek sağlam hale getirilmiş. Çanağın kırık orijinal parçaları kırmızı pişmiş toprak renginde. Tamamlanmış kısımların rengi de bej. İkisi arasında bayağı renk farkı var.

Gelelim yakınlarda bulunan Artemis heykeline, Anadolu Artemis’e. 1956 yılında kazılarda bulunan iki heykel biri güzel Artemis, diğeri büyük Artemis müzede sergileniyor. Bu Anadolu Artemis heykelleri kazıda bulunduktan sonra Türkiye de henüz sergilenmeden yurt dışına götürülüp sergilenmiş. Sonrasında tekrar Türkiye’ye geri getirilip ilk önce İzmir arkeoloji müzesinde sergilenmiştir. Selçuk’taki müze bitince şimdiki yerinde sergileniyor. Büyük bir ihtimalle yurt dışı olan yer Belçika’nın başkenti Brüksel de müzede sergilenmiş. Türkiye’ye belki de taklitleri yollanmış olabilir. Durum hiç belli değil, karanlık benim için. Bulunduğunda çekilen resimde sol eli kıvrımdan kırık, yani yok. Şimdikinde ise el var, parmaklar kırık sadece. Şüphem bu yüzden.

Aşağıdaki güzel Artemis heykeli denmesinin nedeni mermeri beyaz ve parlatılmış. Ayrıca yüz hatları büyük Artemis ten daha güzel yontulup işlenmiş. Güzel Artemis Anadolu Artemis’i; başında yuvarlak başlık ve başlıktan omuzuna kadar hayvan figürleri işlenmiş yelpaze gibi. Boynunda Ay’ı simgeleyen işlemeli çember, göğsünde yan yana duran 20 kadar yumurtalar sıralanmış. Kolları dirsekten yukarı kaldırıp ileri uzatmış durumunda. Altında ayak ucuna kadar altı sıra üçer hayvan figürü. İki yanında da büyük bir olasılıkla ceylan heykeli ama ikisinin de sadece tek ayağı kalmış. Demir çubukla ayakta durması sağlanmış. İkisinin de başı yok.

Heykeli daha yakından görebilmek için 3 resim çektim. Baş, göğüs ve ayaklar.

Baş kısmında yuvarlak bir başlık var. Başın iki yanında yelpaze gibi duran kabartmalarda en üstte bir tane aslan, altında iki tane kartal, onun altında iki öküz. Bu hayvan figürleri iki yanda simetri biçiminde, hepsinin kanatları var ve geyik gövdesine konulmuş. Bu hayvanların hepsi de dizleri üzerine oturmuş durumda. Artemis’in tatlı bir yüzü var, sadece burnu kırık ve çenesinde çok az darbe görerek kırılmış.

20160424_162435_HDR

Boynunda Ay’ı simgeleyen halka, onun altında ise burçları ve güneş sistemini simgeleyen kabartmalar yapılmış. Göğüs kısmında da toplam kırk kadar bereketi simgeleyen yumurtalar. Kimisi bereketi simgeleyen meme olarak yorumlamış, kimisi ise boğa testisleri olarak yorumlanmış. Bana göre kimi böceklerin karada yada denizde yumurtaları böyle yan yana dizili olarak gördüğüm biçimi. Dirseklerden ileriye doğru uzatılmış olan kollarda ikişer tene açma simit biçiminde kalın bileklik. Sanki kollarını iş yapmak için sıyırmış. Bir de her iki kolunda dirsekten omuzuna yaslanmış ikişer erkek aslan.

Alt kısmında da üçerli hayvan figürleri, hepsi kanatlı ve dizleri üzerine çömelmiş durumunda. En üstte birinci sırada erkek üç aslan. İkinci sırada boynuzlu keçi. Üçüncü sırada kartal başlı hayvan. Dördüncü sırada dişi aslan. Beşinci sırada ceylan, Altıncı sırada boynuzlu öküz olarak sıralanmış. En altta da iki çiçek süs olarak kondurulmuş. Heykelin yanlarında aynı biçimde kanatlı çıplak kadın kabartması, altında çiçek motifi ve arı kabartması. Bu yine tekrar edilmiş.

Sıra geldi büyük Artemis heykeline. İlk önce komple çekiyorum uzaktan. Bu heykel diğerine göre daha büyük ama rengi soluk.

Artemis’in başlığı tapınak biçiminde üç katlı kule. Bu bulunduğu kenti koruyan, gözeten tanrıçayı simgeliyor. Başlığın en üstünde sütunlu tapınak, ortada kanatlarını açmış kartal başlı bir hayvan. Üzerinde kemer işlenmiş. Alt kısmında ise hayvan kabartmaları, kırık olduğundan anlaşılmıyor. Tam başında yuvarlak bir taç takılı. Burnu tamamen kırık, dudaklarının bir kısmı ve çenenin altı yana doğru kırık. Başlıktan omuzlara kadar yelpaze gibi yanlarda öteki heykeldeki gibi hayvanların kabartmaları yapılmış. Sol tarafta bir kısmı kırık ve hayvan kabartmalarının baş kısımları tahrip edilerek kırılmış. Sağlam olan hayvanların bir kısmı güzel Artemisten farklı hayvanlar var. Boynunda dört sıra gerdan ve Ay’ı temsil eden hilal ay tanrıçası olduğunu belirtiyor. Hilalin üstünde meyve kabartmaları yapılmış. Burada burçların simgelerini göremedim.

Göğüs kısmında bereketi simgeleyen yumurtalar sıralı. Diğer heykeldeki gibi kollar ileri uzatılmış ama dirsekten kollar kırılıp yok edilmiş. Kollar iki demir lama alttan desteklenmiş. Diğer heykeldeki gibi kollarda birer aslan var.

Memelerin bittiği yerde belde kemer bir çiçek bir arı kabartması olarak yapılmış. Kalçanın altında yanlara doğru iki çıkıntı kırık durumda. Bacakların yanında çıplak kanatlı kadın altında arı ve aynı kabartmalardan birer tane daha yapılmış. En altta çiçek başı ile sonlandırılmış. Ön kısımda ise  üçerli hayvan figürleri, çoğu tahrip edilmiş. Heykelin ayak kısmı yok, kaideye öylece kondurulmuş.

Kazılarda bulunmuş erkek kolu, kime ait olduğu belli değil ama işçilik mükemmel. en ince ayrıntısına kadar tüm detayları ile yontulmuş. Parmaklarınla avucunu kapatmış avuç içi de yontulmuş. Elin baş parmağı ve işaret parmağı kırık. Parmaklardaki tırnaklar bire bir insan tırnakları ile aynı ölçüde. Koldaki damarlar da unutulmamış.

Sevimli bir çocuk başı, kıvırcık saçları, anlında iki kırışık çizgi, kulakları, yuvarlak çenesi, dolgun yanakları mükemmel. Hele iri gözleri, göz kapakları ve kaşları harikadan öte. Çocuksu küçük dudaklar da başka bir güzellik. Heykel başı zarar görmüş, sağ yanı gözün yanından boydan boya kırık. Sonradan birleştirip yapıştırılmış.

Binalarında kirişlerde  kullanılan alın süslemeleri.

Kabartma heykeller yaşanmış bir olayı anlatıyor. Erkekler, kadınlar kimisi çıplak ya da yarı çıplak. Kimisi, de giyinik, elbiseli.

Kabartma heykeller. Bir olayı yada savaşı anlatıyor.

Kabartma heykeller, aralarında bir köpekte var. Ortadan dikine kırık.

Heykel başları, ünlü Romalı komutanlar, İmparatorlar.

Heykel başları.

Heykel başları, aralarında bir imparatoriçe büstü.

Bir erkek be bir kadın heykeli, heykeller parçalanmış. Eksik olan parçalar yenilenip birleştirilerek toparlanmış. Kolları ve belden aşağısı yok.

Yine bir aile resmi, İki kadın, bir erkek ve yanlarında bir çocuk. Giydikleri elbiselere bakılırsa soylu ve zenginliği ortaya çıkarmış. Kadının birisinin yüzü parçalanmış ve heykellerin kolları yok.

Genç bir kadın heykeli, kolları kırık. Yanında da asker gövdesi ama çoğu parçası yok. Nasıl birisi olduğu belli değil.

Yüzü parçalanmış kadın kabartması. Kumaş elbisesi kıvrımlı, belinde kuşak var. Yanında çıplak erkek heykeli, sadece boynuna bağlanmış pelerini var. Pelerin arkaya doğru rüzgardan dalgalanır gibi.

Kırık dökük kabartma heykeller. Bir at başı, yanında yularını tutan birisi. Sadece atı tutan heykel sağlam. Önündeki heykelin kafası yok. Onun önündeki yere oturmuş geriye kaykılan kafası olmayan birisi. Solda bir savaşçı sol dizi yerde, sağ dizi yukarıda oturmuş durumda. Elinde kılıç sağ dizine elini koymuş, kılıç dik durumda ama yarısı kırık.

Müze ziyareti bitti, dışarı çıkıyorum. Tarih gezim çabucak, heykellere fazla bakmadan hızlıca sadece resim çekerek sonlandırdım. Tarih boyunca yaşanmış olan Efes antik kentinin muhteşem eserlerinin sadece bir kısmını görebildim. İyice görmek, gezmek, detayları incelemek için bir gün yetmez. Günlerce sürecek bir alanda inanılmaz eserler açık havada ve müzede sergileniyor. Her gün yerli ve yabancı turistler akın akın ziyaret ediyor. Şimdiye kadar yaptığımız Az Bilinen Antik Kentler Turlarında Efes antik kentini ve müzeyi böyle detaylı gezememiştik. Ben de en son 1978 yılında genç lise çağımda gezmiştim. Herkesin gelip görmesini isterim. O zamanlarda fotoğraf makinesi olmadığından resim çekilemediğinden heykeltıraşlar geleceğe bir çok heykel bırakmış. Zengin bir ticaret ve din, merkezi olması parlak günler yaşanmış. Zamanla doğal erozyon sonucu Küçük menderes liman kenti olan Efes şehrinin denizle olan bağlantısını kopararak tarihin sayfalarına gömülmüş.

Müzedeki heykellerin çoğu taklit olabilme olasılığı çok yüksek olduğunu araştırmalarımdan zamanla öğrendim.

Sıra geldi önemli bir yere; Meryem ana Evi ne. Yine iki gruba ayrıldık, ilk grup otobüslerle Meryem anaya gidip geldikten sonra geriye kalan ikinci grup ile otobüslerle yukarıya doğru çıkmaya başladık.

Meryemana evi Bülbüldağı’nın tepesinde. Yukarı çıktıkça manzara görülmeye başlandı. Selçuk kasabası buradan toplu halde görünüyor. Selçuk bir köyden büyük, bir kasabadan küçük. Etraf çam ağaçları ile kaplı.

Selçuk tan 7 Kilometre uzaklıkta olan Meryem ana evine ulaşmak için dağın dönemeçli yollarında tırmanarak vardık. Aşağıdaki resimde Meryem Ana yazıyor.

Yuvarlak bir çukur, kenarları taş örülerek yapılmış. Derinliği bir buçuk metre kadar. Çukura inmek için yandan merdiven yapılmış. Büyük bir olasılıkla çukur bir binanın mahzeni olabilir. Bina yok olmuş sadece çukur kalmış.

Aşağıdaki resimde Meryem Ana Evi hakkında tarihsel bilgiler yazılı bir tabela var. Altında da;

Burası Hz İsa’nın annesi olan Meryem Ana’nın yeri olarak kabul edilir.

Kutsal yazıtlara göre kanıtları:

.Aziz Yuhanna yazdığı İncilde Hz. İsa’nın ölmeden önce annesinin kendisine şöyle emanet ettiğini söylemektedir: “İşte annen! O andan itibaren O’nu yanına almıştır.”

.”Havarilerin İşleri” kitabında ise Hz. İsa’nın ölümünden sonra Kudüs te Hıristiyanlara karşı zulüm hareketlerinin başladığını yazmaktadır. Aziz Stefanus MS. 37’de taşlanmış. Aziz Yakup da  MS. 42’de kafası kesilerek öldürülmüştür. Aynı dönemlerde havariler dünyaya İncil’i müjdelemek için iş bölümü yapıp ayrılmışlardır. Aziz Yuhanna’ya Küçük Asya görevi verilmiştir. Kudüst’deki olaylardan dolayı Meryem Ana’yı yanına aldığı bir vakıadır.”

Yazının devamı;

Tarihi bilgilere göre kanıtlar:

İki kanıt bulunmaktadır:

Aziz Yuhanna’nın mezarının Efes’te olması. MS. 431 yılında Aziz Meryem’in kutsal analığı doğmasının kabulü için. Efes’te yapılan ekümenlik konsil’in, dünyada Meryem Ana’ya adanmış olan ilk kilisede yapılmış olması. Kilise ataları, Nestor hakkında konuşurken, “Yuhanna ve Aziz Meryem Ana’nın bulunduğu Efes’e vardığında…” diye yazmaktadırlar.

Bir de, Efes’te yaşamış ilk Hiristiyanların soyundan gelen ve Kirkince’de oturan Ortodoks cemaatinin sadakatle birbirine anlatarak aktardıkları bilgiler vardır. Bu cemaat, her yıl, Meryem Ana’nın uykuya dalmasını hatırlamak ve kutlamak amacı ile buraya gelmekte idiler.

PANAYA KAPULU diye adlandırdıkları bu yere geliş sebepleri, Meryem Ana’nın burada yaşamış ve ölmüş olduğunu atalarından sürekli duymuş olmaları idi.

Meryem Ana evinin bulunması:

Geçtiğimiz yüzyılda, “Alman rahibe Catterina Emmerich’in açıklamaları yönünde Meryem Ana’nın hayatı” adlı bir kitap yayınlandı. Bu rahibe, bu yerleri hiç görmemiş olmasına rağmen onları çok etkileyici bir biçimde tasvir ediyordu. Bu kitapta, Efes Bülbül dağı ve Meryem Ana’nın son yıllarında yaşadığı ev, çok belirli ve açık şekilde anlatmakla idi. Bu anlatılanların ışığında, iki ayrı bilimsel grup 1891 yılında bu evin kalıntılarını ortaya çıkardıklarında, Alman rahibenin anlatımlarına tamamen uyduğu anlaşılmıştır.

İbadethane:

Meryem Ana’nın yaşadığı evin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Temelleri I. ve IV. asra aittirler. Duvarların bir kısmı VII. asra aittir. Son restorasyon çalışmaları 1951 yılında yapılmıştır.

Meryem Ana’nın bronz heykeli kahverengi renginde, üzerinde bir elbise, omuzunda şalı, başına da taç takılmış. Kollarını az ileri uzatıp avuçlarını açmış durumda ziyaretçileri karşılıyor ilk önce. Arkasında büyük zeytin ağaçlarının gövdeleri. Heykel kayaların üzerine oturtulmuş.

Avluda çam ağaçları, zeytin ağaçları var. Yeşil çit öbekleri ile bölümlendirilmiş. Beyaz boyalı oturma bankları dört sıra. Kalabalık grupların topluca ayin ve dua etmeleri için yapılmış sanki.

Meryem Ana evinin girişi pek geniş olmayan üstü kemerli bir geçitten girişi var. Solda, girişte uyarı tabelası konulmuş, tabelada “Sessiz olun” ve fotoğraf makine resmi üzeri çizgi çekilmiş. En altta da İngilizce “No photos” uyarı yazısı. Yani içeride resim çekmek “Yasak Hemşerim” uygulaması burada da var. Ama unutmadıkları bir şeyi “utanmadan” da yapıyorlar “Bağış Kutusu” yazısını koymayı biliyorlar. Şimdiye kadar hiç bir din için bağış yapmadım yapmam da. Bu benim inancıma ters.

Bekçinin uyarılarına aldırış etmeden dışarıdan bir kaç resim çektim. İçeriyi görmeye de hevesim kaçtı. Hep böyle yerlerde “Yassak Hemşerim” sözü benim orası ile ilgili hevesim sönüyor. Artık tarihi bir yer, antik, görülmesi gereken yer kavramı kafamda siliniyor. Normal bir yer gibi algılıyorum. Bu huyumu çok seviyorum, hiç bir zaman kurumasın.

İç alana girişte kemer var. Tam karşıda da kemerli büyük bir niş, nişin içinde Meryem Ana heykeli. Heykel yüksekte. Heykelin yanında iki vazo, içinde çiçekler. Ön tarafında tahta masa, masa işlemeli masa örtüsü ile örtülmüş. Masanın önünde de saksıda çiçekler konulmuş. Masaya ve heykele yanaşılmasın diye kırmızı urganlar çekilmiş. Yerde halı döşeli.

Giriş tünelinin ucundan sağ tarafın bir resmini çekiyorum siz okuyucular için.

Niş içinde yağlıboya bir tablo asılmış, Meryem Ana’ya dua eden biri resmedilmiş. Niş tabanı işlemeli bez örtü konulmuş. Küçük saksılarda çiçekler.

Kalabalık ziyaretlerde insanların dua etmeleri için küçük Meryem Ana heykeli konulmuş. Heykelin üstü örtülü, Heykel mermer bir plakanın üzerinde. Profil demir ve üzeri yarım yuvarlak saç örtü heykeli yağmurdan koruyor.

Aslında kilisenin içinde mumların yanması gerek ama mumların isleri zamanla içerisini kararttığından dışarıya mangal gibi profil demir, üstü sac ile kaplı. Yanları ve arkası cam konularak kum havuzunda mumları dikip hiç bir zaman dilekleri olmayacak mumları yakıp dilek diliyorlar. Mumları da para ile satıyorlar dikkat edilmeli!

Mangalın içinde 15 civarı mum dikilip yanar durumda. İnanışa göre mum sönmeden yanıp biterse dilekler gerçek olurmuş. Sönerse havanı alırsın. Ama para kazanan bir kurum insanların mağdur etmemesi ve dileklerinin gerçekleşmesi için açık havada olsa da  camekanla kapatıp mumların sönmemesi sağlanmış. Şafak Omaç mum yakarken, Allah kabul etsin.

Meryem Ana Evi ziyaretimiz bitti. Pek hevesim kalmamış olarak Bülbül dağının güzel ormanında sık ağaçların arasından sızan ışık hüzmeleri bence daha güzel. Bu güzelliği görmek gerek, hem bedava hem de resim çekmek yasak değil.

Uzun ağaç gövdeleri sarmaşıkların hışmına uğramış. Ağaç dalları sık ve aralarından güneşin ışıkları sanki su dökülür gibi.

Otobüslere binip Selçuk’a doğru inişe başladık. Yüksekten resim çekiyorum, önümde yaprakları taze incir ağacı. Arkasında Selçuk kasabası görünüyor.

Müzenin önüne getiriyor otobüsler bizi ve iniyoruz. Artık veda zamanı geldi. Az Bilinen Antik Kentler Turu burada son buluyor. Şehir dışından gelenler garaja gidip otobüsle evlerine dönecek. Kimisi bisiklet sürüp İzmir’e pedallayacak. Bir kısmı da Pamucak ta belediyeye ait tesislerde kamp kuracak. Arkadaşlarla vedalaşıp uğurluyorum görebildiklerimi. Sonrasında Pamucak kamp alanına gidecekler bir araya gelerek yola çıktık. Kamp alanı 10 Kilometre civarı, eski yol olan ağaçlı yoldan gidiyoruz bir süre. Ana yol sol tarafımızda.

Yeni yapraklarını açmış dut ağaçları gezinti ve bisiklet yolunun iki yanında sıralı olarak dikili. Soldaki yol bisiklet yolu asfalt döşeli. Sağdaki yol ise toprak yol, koşu ve yürüme amaçlı olarak kullanılıyor. İki yol arasında çimen ekili yemyeşil.

Bisiklet ve yürüme yolu bitiyor eski asfalt yolda bir süre daha gidiyoruz. Güneş sol tarafımızdan batmak üzere.

Bagajları yüklü 6 bisikletçi ağaçlı yolda ilerliyor gün batımına doğru

Güneş ufka yaklaşmış bereketli Küçük Menderes ovasında. Toprak yollar, bir kaç ağaç ve yabani otlarla kaplı arazi.

Ferdimen güneşi tam ufuk çizgisinde yakalıyor. Güneşin olduğu yer kızıla boyanmış, Yanlar giderek koyulaşan bir mavilik. Üstümüz masmavi. Arkadan vuran güneş ışıkları ağaçları bir gölge durumuna düşürmüş.

Selçuk belediyesinin kamp alanına varıyoruz, ilk olarak herkes çadırını kurup yerleşiyor. Hava kararmaya başlayınca bekçiden anahtarları alıp enerji panosunu açarak aydınlatmalara ve prizlere enerji verdim. Tuvaleti de var oh ne güzel. Hava iyice kararınca yemek işlerine başladı herkes kendince. Yemek faslı bittikten sonra kuru okaliptus dallarını toplayıp bir güzel kamp ateşi yaktık. Selçuk ta bisikletçi dostum Adnan Barım da arabası ile gelerek sohbetimize katıldı. Hava mis gibi, ortam güzel, arkadaşlar harika olunca sohbet bitmez. Herkes içeceğini Selçuk’tan almış olduğundan ortaya çıktı. Ben de bir tas otlandım şaraptan. Şarap ve ateş içimizi ısıttı baharın serin akşamında. 30 kişi kadar varız. Yarımız Olcay Ormankıran öncülüğünde Antik kentler turunun devamı olan Metropolis’i gezecekler. Geriye kalanlar da yani bizler bu yıl ilk defa gerçekleştireceğimiz Suyun Kaynağına Yolculuk projesini gerçekleştireceğiz.

Bu projeyi Şafak Omaç ve ben düzenliyoruz. Amacımız da İnsan eli ile yapılan erozyon ve kirliliğe dikkat çekmek için bisiklet turu yapmak. Bu tur için bir kaç arkadaş daha aramıza katıldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer çadırlara çekilip dinlenmek için uyumaya başladık. Ben de çadırıma girip yatmaya başladım.

Bir turu da başarı ile bitirmenin huzuru var içimde güzel bir turun mutluluğu ile uykuya daldım.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği 5. güne ait video görüntüsü.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 48 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc