Etiket arşivi: erguvan

Mysia Yolları 1. Gün

7 Mayıs 2017 Pazar

Çobanlar köyü – Gökçukur köyü – Hamidiye köyü

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

Yattım uyudum

kitlendi kapılar

bulvarlarda kalmadı kimseler

tramvaylar durdu kesildi ceryanlar

savaş yok dert yok

rasim’in ağrıları yok

ya ayaklarım hani

hani nerde ellerim

kim idi o einstein

o sultan Süleyman kim idi

yattım uyudum uyudu herkes

her şey uyudu

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, ön dört çocuk ve ben, duvar üstünde resim çekiliyoruz. Çocuklar ısmarladığım dondurmaları yiyorlar.

Sabahın köründe ineklerin möööö sesiyle uyanıyorum. Boynundaki çan, bazen hızlı, bazen de yavaş vuruşlarla ötüyor. Dışarıdan gelen sesleri çıkaranları görmek için çadırımın kapısını aralayınca çoban inekleri sol tarafa, dağa doğru götürürken görüyorum. Çoban bazen ineklere dokunup daha çabuk yürümesini sağlıyor. Demek bazen hızlı çalan çan sesi bu yüzdenmiş. Çadırları kurduğumuz yer ineklerin otlatmak için götürüldükleri yol. Önümde yeşil bir çadır var, o da yolun tam ortasına kurulu. İyi ki inekler yememiş çadırı yeşil diye.

Çadırımın içinden görünen siyah beyaz bir inek ve arkasında onu otlatmaya götüren çoban. Mavi kot pantolon giymiş, üzerinde de kirli beyaz ceket, kapşonu da kafasına geçirmiş üşümesin diye. Buraların rakımı yüksek, havalar serin olur sabahın erken saatleri.

Suyun kaynağına yolculuk turu bitmişti dün, bu gün dönüş yoluna geçecekler ve Bursa yönüne gidecekler ikiye ayrılacağız. Ben, Cem Tabanlı ve Antalyalı Ceyhun, Mehmetali, Nafiz, Vedat Bursa’da ki Mysia bisiklet festivaline katılacağımızdan toplam 6 kişi Bursa’ya doğru pedal çevireceğiz. Diğer arkadaşların bir kısmı Gölmarmara üzerinden, kimisi Soma yönünden, Kimisi Akhisar, Manisa, Menemen üzerinden İzmir’e gidecek. Aslında programda dönüş için birlikte hareket edilecekti ama aldığımız karara göre herkes istediği biçimde serbestçe kendi yolundan dönüşe geçecek diye. Bizim zaten belliydi Bursa’ya gideceğimiz.

Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra çadırını, eşyalarını toparlayıp bisikletine yükledi. Bizler ayrılacağımızdan diğer yöne gidecek arkadaşlarla vedalaşıyoruz. Herkes birbirine dikkatli gidin, yolunuz açık olsun dileklerini bildirdiler. Bursa yönüne gidecek olan 6 kişi en son kamp yerinden ayrılmadan önce borudan devamlı akan sudan şişelerimizi tıka basa su ile dolduruyoruz yola çıkmadan önce.

Çeşmenin ayna olarak yapılan duvarı briketten yapılmış. Bir briketin boş iki gözlü kısmı dışa bakacak şekilde çeşmenin sağ üst tarafına konmuş . Bu iki göze bardak, sabun yada başka bir eşya koymak için öyle örülmüş. Yapan ustanın bunu düşünmesi güzel. Borudan akan çeşmenin altında uzun bir yalak ve içi su dolu. İnekler, koyunlar geçerken buradan suyunu içip öyle yoluna devam ediyor. Tıpkı bizler gibi.

Artık yolcu yolunda gerek diyerek yeni maceralara atılmak için bisikletlere binerek yola çıktık. Köyün içinden geçerek Koca çayın olduğu köprüye gelince durduk. Son kalan toprakları da çaya dökmek gerek. Dün suyun kaynağına kadar gidememişti ve toprak hala çantamda duruyor. Bu çayın ismi buralarda Koca  çay. Buradan Kırkağaç’a kadar Koca çay ismi ile aktıktan sonra Bakır beldesinde adı değişerek Bakırçay oluyor. Ferdimen hala bizimle ve beni toprak dökerken resim çekiyor. Yanımda da Cem Tabanlı. Köprünün korkuluk demirlerinin üst kısmı yok, sadece bir kaç boru kalmış, tehlikeli bir yer.

Elimde toprak aşağıda çay ve ağaçların yapraklarından az miktarda görünen su. Avucumda ki toprağı çaya döküp temiz olarak denize kavuşmasını diliyorum son olarak. Belki dileklerimiz gerçek olur, insanlar doğaya yaptıkları kötülüklerin farkına varır da çevreyi kirletmeyi bırakır.

Ferdimen ile vedalaşıp ayrılıyoruz ana yola çıkmadan önce. Bir süre ana yoldan aşağıya doğru gidiyoruz. Yaklaşık 1 Kilometre ana yoldan gidip sağa doğru ilk yola saptık. Ben kendime gidiş rotası yapmamıştım. Antalyalılar kendilerine göre bir rota çıkarmışlar. Biz de onlara uyarız dedik. Rota konusunda uzman olan ve daha önce günlerce harita üzerinde çalışıp rota çıkaran Vedat Karakaya bizleri Bursa’ya kadar götürecek. Rehberimiz Vedat, o nereye götürürse peşinden gideceğiz. Köy yoluna sapar sapmaz macera başlıyor. Yol kıyısında çeşmenin başında durup kısa bir mola verdik. Çeşmenin başında kocaman bir söğüt ağacı, küçük çalılar ve yeşil çimenlerle kaplı etraf.

Çeşmeden sonra biraz dik yokuşlar başladı, herkes düşük viteste kendi temposu ile yolda gitmeye başladı. Köy yolları sessiz, sakin, araç yok, doğada, ağaçların arasından bol oksijeni içimize çekerek çıkıyoruz yokuşu ağır ağır.

Avucumun içi Vedat Dedim ya rota konusunda bilgili olan ve rotaları çıkaran Vedat Karakaya rotayı yapmış diye. İşte Vedat’a Antalya’da yaptığı turlarda “Avucumun içi Vedat” ismini takmışlar. Bu ismi takmalarının nedeni ise her yeri avuç içi gibi bilmesi. Neresi olursa olsun “Ben buraları avucumun içi gibi bilirim” diye övünmesi. Arkadaşlar yokuşu çıkarken önden gidiyorlardı. Ben arkalarından tıngır mıngır gelirken bir baktım ilk kavşakta durmuşlar bir şeylere bakıyorlardı. Dedim ki kendi kendime “Acaba beni mi bekliyorlar!” diye. Ama yanlarına yaklaşınca gerçeği öğreniyorum. Meğerse yola çıktığımız ilk kavşakta yolu kaybetmiş Vedat. Acaba sola mı, yoksa düz yukarı mı devam edeceğiz çıkaramamış. Daha yolun başında ilk kavşakta kaybolmamızın anlaşılması sonucu hepimiz kahkahaya boğulduk. Antalyalı arkadaşlar bunu bildiklerinden Vedat’a bakıp bakıp kahkahalarla gülme krizine girmişlerdi bile. Ben ve Cem de kahkaha tufanına katıldık. Daha ilk kavşakta yolunu bulamayıp kaybolan Vedat bundan sonra yolu bulup nasıl götürecek acaba. Bu anı yaşadığım en güzel anlardan birisi olarak kalacak. Diğer arkadaşlar için de durum aynı. Unutulmaz bir anı olmuştu bizler için ve yola böyle güzel bir anı ile başlamamız turu çok güzel geçireceğimiz duygusu kapladı içimi. Çok uyumlu, neşeli, esprili ve bol gülmeli tur nerede bulacağız. Bu arada Vedat yolumuz üzerindeki köyleri tek tek listelemiş. Her birimize 5 köy vererek bunları unutmamamızı, köyleri takip etmemizi istedi. Elbette bu isteğini yerine getireceğiz deyip paylaşılan köyleri 5 dakika sonra unuttuk gitti. Hatırlamıyorum bile hangi köyler olduğunu.

Yol çatısında küçük çatılı durak binası, önünde bisikletlerinden inmiş, yolunu kaybetmiş bir topluluk. Yolun bir tarafı sola gidiyor. Diğeri düz yukarı doğru gitmekte.

Sonunda doğru yolu bulup yeşilliklerin arasından gitmeye başladık. Solumuz çam ormanı, sağımız tarla, bağ, bahçe ve uzun uzun kavaklar.

Köy yollarında çeşme olmazsa olmaz. Köylüler bilirler ki insanların en önemli ihtiyacı sudur. Su olmazsa hayat olmaz. O yüzden yol kıyılarında bir yerden bir yerlere giderken belirli yerlere çeşme yaparlar. Hem yük hayvanları için, hem otlayan keçi, koyun, ineklerin içmesi için. Hem kendisi susayınca kana kana içmesi için. Bunun yanında yaban hayvanları da insanların geçmediği saatlerde gelip su içerler. Kuşlar, böcekler de faydalanır sudan. Bir kurbağa gelip buraya yerleşir yalağın içine. Çok görmüşümdür bir iki kurbağanın çeşmenin başına gelince suyun içine atladıklarını. Haliyle bizim gibi yolcuların çeşmenin başında durup su içerken hayır duasını esirgemez çeşmeyi yaptıranlar için. Seviyorum böyle çeşmeleri ve mutlaka durup su içerim. Ayrıca şişelerimin sularını da tazelerim. Çeşmenin başında dinlenip enerjimi toplarken hayır duası ederim yaptırandan ve yapan ustalara.

Yeşillikler arasında 1 X 2 metrelik beton bir aynası olan çeşmenin önünde yine betondan yalağı. Yalağın içi su dolu, çeşmeden sürekli su akıyor.

Yokuş çıkmaya devam ediyoruz, önümüzde bir köy görünüyor. Köyün evleri ve iki tane caminin minaresi köyün kalabalık olduğunu gösteriyor. Minarelerden biri tek şerefeli, diğeri iki şerefeli. Daha yukarılarda rüzgar gücü ile dönem rüzgar türbinleri görünüyor. Demek ki tepeye az kalmış.

Köyün girişine geldik, Avucumun içi Vedat yine yolu şaşırdı. Elindeki notlara, haritaya bakıp doğru yolu bulmaya çalışıyor. Bu köy Halkaavlu köyü. Vedat rotaya bakınca bu köye girmeden düz gideceğimizi söyledi. Köyün girişinde dolmuş durağı yapılmış kırmızı renk ile boyalı. Durağın yanında da çeşme var, yolcular dolmuş beklerken susadıklarında içsinler diye. Durağın içinde Mehmetali ve Vedat oturmuş. Nafiz su dolduruyor çeşmeden. Cem bisikletinin bagaj çantasından bir şeyler alırken eğilmiş durumda. Ceyhun ise bisikletine bakıyor, ben bu kadar yükü nasıl taşıyorum diye. Çünkü en çok eşyası olarak görünen Ceyhun’un bisikleti.

Yol kıyısındaki otlar epey uzamış, daha çok sarı çiçekleri olan bitkiler arasında mavi çiçek açmış başka bir bitki yeşillik içinde sarı çiçekler arasında mükemmel bir tablo oluşturmuş.

Rüzgar türbinlerine iyice yaklaştık. Devasa boyutu ve dönen kanatlarının çıkardığı ses duyuluyor buradan.

Rüzgar türbinleri tepede olunca yol da oraya doğru gidiyor, rotamız öyle. Dört bisikletçi rampa çıkarken bir poz çekiyorum.

Yine bir çeşme görünce durup resmini çekiyorum. Borudan akan suyu yalağın içine dökülürken uzunlamasına tamamen bir anlık donduruyorum resimde. Berraklığı gözle görülür biçimde. Akarken bunu fark ediyorum. Bunu izlerken bile susuzluğum gidiyor. Arkada çam ormanı.

Dağlar ve tepeler, rüzgar türbinleri bu tepelerin üzerinde kurulmuş. Türbinlerle aynı hizaya geldik sayılır ama biraz daha çıkacağız. Düz arazi olmayınca köylüler daha çok hayvancılıkla uğraşıyor. Hayvanlar da otlarken su ihtiyacını çeşmelerde ki yalaklardan gideriyor. O yüzden her yerde yalağı olan çeşme görmek olası.

Gökçukur köyüne geldik ama bitkin bir durumda. Yol devamlı tırmanışla ve bisikletlerimizin yükü çok olunca yorulmamak elde değil. Çokça efor sarf ediyoruz. Köyün girişine gelince hem dinlenmek için hem de gördüğüm önü açık, duvarları kalın ve düzgün taşlarla örülü küçük bir fırının resmini çekmek için durdum. Üç tarafı kalın duvarla örülmüş fırının üstüne çatı yapılmış ve kiremitle kaplı. Duvarlar ve fırın beyaz kireç badanalı. Fırında yanan odunlar biraz is yapmış kenarlarını. Yapının önü tamamen açık durumda. Arkada yüksek taş bir bina. Yukarıya merdiven ile çıkılıyor. Üç penceresi ve giriş kapısı var.

Köyün içine geldiğimizde köyde bir hareketlilik olduğunu gördük. Köylüler bizi görünce “Hoş geldiniz, yemeğe buyurun” diye davet ettiler. Buraya çıkarken harcadığımız enerji azalınca yemek davetiyesi acıktığımızı hissettirdi. Köyün ilkokulu ve çok amaçlı kapalı salon görünüyor. Okulun avlusu düzgün bir zemin, kilitli beton taş döşeli. Avlu iki kademeli. Okul binasının dibinde kum yığını ve blok tuğlalar okulda tadilat yapıldığını gösteriyor. Mehmetali yere çömelmiş bisikletinin yanında durup ön tekerleğinin lastiğini şişiriyor pompa ile. Bir kaç köylü ayakta öylece duruyor. Hayır için lokmacı çağrılmış köye, lokmacının arabası kenara park etmiş.

Okul binasının giriş kapısının önünde bir kız çocuğu plastik sandalyeye oturmuş. Diğer kız çocuğu ayakta babası ile bir şeyler konuşuyor. Okulun duvarına tabelada Manisa Kırkağaç Gökçukur ilkokulu yazılmış. Tabela mavi turkuaz renginde. Okul duvarları sarı renkte.

Bizi kapalı, yüksek, geniş bir salona alıyor köylüler. Burada masalar, sandalyeler konulmuş, köylüler yemek yiyorlar hep birlikte. Bizi masanın birine oturtuyor davet eden köylü. Dışarıda gördüğümüz lokma arabası lokma değil de pişi denen hamur işi pişiriyorlar. Geniş ve derin leğenlerde pişirilen pişiler sıralanmış durumda. Üç tene leğen içinde pişi dolu.

Yemek davetini veren köylü yeni emekli olmuş. Emekli olunca hayır için tüm köye yemek veriyor. Kısmet bize de düştü. Emekli olan köylü bizlere hoş geldiniz diyor. Biz de emekliliğinin hayırlı olmasını, sağlıkla, ailesi ile birlikte emeklilik yaşantısının mutlu olması dileklerimizi iletiyoruz kendisine.  Vedat hayır yapan köylünün resmini çekiyor. Köylü ayakta duruyor, üzerinde kareli gömlek, kollarını kıvırmış iki kat yukarı doğru. Üzerine de yelek gri renkte. Kafasında takkesi, ak düşmüş sarkık bıyıkları ile mutlu bir şekilde poz vermiş. Yemeği dağıtan iki kadın yere çömelmiş, önlerinde leğenlerde yemekler ve salata. Bir leğende sahanlar konulmuş. Sahanlarda yemekler konulmuş tepsilerde duruyor. Gelen misafirlere tepsi ile ikram edilecekler.

Masaya oturduk, gelen nefis yemekleri, pişileri ve en çok bol hoşafı ile donatılan sofradakileri silip süpürdük. Farkında değildik köye geldiğimizde bu kadar acıktığımızın. En hoşumuza giden de hoşaf oldu. Hani derler ya “Eşek hoşaftan ne anlar” diye. Hiç birimiz eşek olmadığımıza göre hoşafın nefis tadı ile bir çok pişiyi midemize doldurduk.

Masada Cem, Nafiz ve Vedat otururken, masanın üzerinde yemek tepsisi. İçi yemek dolu tabaklar ve pişiler.

Yemeğin üzerine yemeği hazırlayan köylü kadınlara ve emekli olan köylüye teşekkürler ettik. Yola çıkmadan önce pişi, zeytin ve çökelek verdiler bolca. Böyle gönlü bol köylüler var oldukça misafirperverlik bitmez. Sonra köylülerle dışarıda oturup sohbet ediyoruz, gideceğimiz yolu bize tarif ettiler. Avucumun içi Vedat not tutuyor köylüleri dinleyerek. Yola çıkmadan önce avluda birlikte bir resim çekiliyoruz köylülerle birlikte. Resmi Vedat’ın tripodunda zaman ayarlı çekiyor.

Köylülerle vedalaşıp yola çıktık. O kadar çok yemişiz ki dolu mide ile yola çıkmak zor olsa da az kalan son yokuşa doğru gitmeye başladık. Yol toprak, tepelere doğru ilk başta düz olarak gidiyor.

Biraz yükselince yemek yediğimiz Gökçukur köyünün resmini çekiyorum.

Henüz tepeye çıkmadan önce yorgunluktan dinlenirken hadi boş geçmeyelim, bir poz çekilelim deyince Vedat tripodda zaman ayarlı resmimizi çekiyor. Arkada kayalık dağların dorukları, toprak yolda atlı bisikletçi. Ceyhun elinde kaskı selam veriyor kameraya. Bisikletlerimiz de yanımızda. Resim çekildiğimiz yer çeşmenin başı.

Tepeye çıktık sayılır, rüzgar türbinlerinin hizasına geldik. Cem Tabanlı’nın resmini bisikletinin üzerinde çektiğimde arkada, aynı hizadaki tepelerdeki rüzgar türbinleri de sıralı olarak dağılmış.

Bizlere göre yükü fazla görünen Ceyhun Altın bana doğru gelirken resmini çekiyorum. Önde ve arkada bagaj çantaları dolu.

Rüzgar türbinlerine yakın olmamıza karşın bir türlü zirveye çıkamadık henüz. Git git bitmiyor. O yüzden önde giden arkadaşlar yol kıyısında durmuşlar yere oturarak dinleniyorlar.

Yediğimiz yemeğin ağırlığı ile dolu mide ile bisiklet sürmek zor. Bir de yüklü olarak zirvelere çıkmak o kadar kolay değil diyerek verilen molada Cem yere yatmış sırt üstü, bir ayağını diğer ayağının üzerine atıp dinlenirken resmini çektim. Ben resim çekerken Ceyhun da geliyor yanımıza.

Biraz dinlenip enerji topladıktan sonra son gayretle zirveye çıktık. Rakım 719 metre, ve zirvede rüzgar şiddetli esiyor. Rüzgar Lodos, arkamızdan esiyor. Biz Kuzey Doğuya doğru gittiğimizden rüzgar devamlı arkamızdan esiyor. Şanslıyız yani, İzmir tarafına dönen arkadaşlar sürekli esen Lodos rüzgarına karşı bisikleti sürmekteler. İlk defa rüzgar türbininin dibindeyim. Bana göre devasa boyutu, 120 metrelik kulesinde 60 metrelik kanatları ile döndürdükleri jeneratör kocaman. Jeneratör 3 Mega Watt gücünde. Bu kadar güçlü bir jeneratörü anca bu kadar büyük kanatlar döndürebilir. Türbin kanatlarının dönmesi ile oluşan uğultu insanı ürkütücü derecede. Bu ürkütücü ses yaban hayatı da etkilediği kesin. Yakın oluşumdan dolayı bisikletim KUZ  ile rüzgar türbini birlikte çekmeye çalışsam da sığmıyor.

Sadece pervaneyi çekmeye çalışıyorum ama dibinde olunca kadraja sığmıyor. Pervanenin bir kanadı 60 metre, iki kanat açıklığı 120 metre olunca böyle çekebiliyorum. Üstteki kanadın bir kısmı görünmüyor. Türbin üç kanatlı, uçları kırmızı iki şerit boyalı. Uzun boru gövdenin üzerinde kocaman bir jeneratör. Kanatlar ortadaki jeneratörün miline bağlı. Pervaneler döndükçe jeneratörün milini çevirerek elektrik üretmeye başlıyor. Dağın zirvesinde de rüzgar hiç eksik olmuyor.

Çeşmenin yalağına Cem ile beraber yan yana yalağın kenarına oturup poz veriyoruz kameraya. Önümüzde Cem’in bisikleti var. Çeşmenin arkasında tek katlı, üzeri kiremit örtülü bir ev.

Çıktığımız yokuşlar dik ve karnımızın tıka basa dolu olması bizi biraz gevşetti. O yüzden küçük bir ağacın gölgesinde sığıntı olarak dinlenmeye başladık yayılarak.

Ağacın gölgesinde dinlenirken birer kahve yapıyorum ve içiyoruz. Kahve yaparken yerde ölü bir kelebek dikkatimi çekiyor. Kelebek iki parçaya ayrılmış. Ön iki kanat ve arka iki kanat şeklinde. Kelebeğin kısa ömründe eşini bularak çiftleşip yumurtalarını doğaya bıraktıktan sonra enerjisi bitince yaşamı bitiyor ama gelecek nesil garanti altında. Kelebeğin iri kanatları dört tane. Kahverengi desenli çizgileri ve dört kanadının ortalarında birer tane göz gibi leke var. Gözün ortası iri siyah bir nokta, etrafı sarı ve dış çemberi siyah bir halka ile kaplı.

Yol toprak olsa da zirveden iniş çabuk oluyor. Zaten çeşmenin başındaki mola öğle uykusunu bastırdı kahve ile birlikte. Trafiğin olmadığı köy yollarında rahatça bisiklet sürüyoruz. Kocaiskan köyünde durduk. Köyün bakkalından serinlemek için dondurma ve soda ile bir şeyler atıştırmaya başladık. Altı bisikletçi köyde hemen fark ediliyor. Daha çok köyün çocukları bizi görünce yanımıza gelip meraklı gözlerle süzerek en cesaretli olanların soruları ile sohbete başladık. Çocuklara elden geldiği kadar cevap veriyoruz. Daha çok eğitici şekilde yaptığımız bisiklet turu ve bisiklet donanımları ile ilgili. Çocuklarla sohbet ederken aklıma neredeyse bir yıldır yollarda bulduğum paralar geldi. Tire’de keçeciden aldığım para çantası bozuk para ile dolu. Havalar da ısındı, yaza girmek üzereyiz, bakkalda da dondurma var. Çocukların hepsini toplayıp bakkaldaki dondurma dolabından herkes dilediği dondurmadan bir tane alsın diyerek hepsine ısmarladım. Kesemden paraları çıkarıp bakkal amcaya bozuk demir paralarla hesabı ödedim. Bakkal da sevindi, çocuklar da. Ama çocuklar mutlu olarak dondurmasını yalarken daha çok sevindiğine eminim. Beni sormayın… Sonra ellerinde dondurmaları ile 14 çocuk ile birlikte resim çekildik. Bir taraftan dondurmasını yalayıp bir taraftan da teşekkür ediyor çocuklar. Onları mutlu görmek bana yetiyor.

Az yüksek bir duvarın üzerine 14 çocuk ve ben birlikte poz veriyoruz kameraya. Çocukların üzerinde renkli tişörtler, altlarında uzun kot pantolonlar giymiş. Hiç birisinde kısa pantolon yok. Sadece bende kısa pantolon var. Duvarın solunda beton merdiven ve demir bir korkuluk takılmış. Akada ev ve bahçe duvarı, ağaçlar. Bir de büyük demir kapı mavi boyalı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Köyden mutlu bir şekilde ayrılırken karşımıza iki yol çıkıyor. Avucumun içi Vedat’a soruyoruz ne tarafa gideceğiz diye. O da ciddi bir şekilde sağ tarafa diye karşılık veriyor. Ardından da basıyoruz kahkahayı. Yol iki tarafa gidiyor, soldaki yolda bir traktör römorku ile park etmiş. Sağa giden yol asfalt.

Artık inişteyiz ve bisikletleri yokuş aşağı salıyoruz. Pedal çevirmeden, yükün verdiği ağırlık bize ivme kazandırıyor.

İnişimiz küçük bir vadiden oluyor ve manzarası da harika. Ormanı oluşturan çam ağaçları, dere yatağında uzun kavaklar, yol kıyısında yeni yaprak açmaya başlamış incir ağaçları. Karşıda tepeler ve kayalıklı bir dağ manzarayı oluşturuyor.

Avucumun içi Vedat çizdiği rotaya göre ana yolda bir süre bisiklet süreceğiz. Ana yolda Manisa ilini bitirip Balıkesir iline giriş yapıyoruz resmi olarak. Tabela öyle söylüyor, yoksa benim için sınır diye bir şey yok. Bu sınırı insanlar çizmiş ona uyuyorlar. Ben Dünyalı olduğum için sınır tanımam. Balıkesir il sınırını gösteren tabela, ana yol, sağda ağaçlar ve önümde giden bir bisikletçi. Yol kıyısında bariyerin başlangıcında kırmızı – beyaz boyalı uyarı levhası. Sürücüler Balıkesir’e girerken bariyerlere çarpmasın diye konulmuş.

Ana yolda gitmek biraz sıkıcı, pek manzara, çeşme ya da duracak bir yer yok dinlenmek için. O kadar inişten sonra yokuş çıkmaya başladık. Herkes kendi temposunda giderken Cem Tabanlı ileride beni beklerken görüyorum. Yanına yaklaşınca “Urim, biraz aşağıda yol kıyısında yerde yatan kartalı gördün mü?” diye sordu. Ben de “Görmedim, nerede?” deyince uzun bir ağacın olduğu yeri işaret ederek kuşun orada olduğunu söyledi. Yaklaşık 500 metre tekrar gerisin geri yokuş aşağıya doğru gittim hiç üşenmeden. Dikkatli bakarak yol kıyısında bir kenarda ölmüş kartalı buldum. Büyük olasılıkla alçaktan uçarken ya da serçelerin peşinden avlanırken araçların hizasından tam geçtiği sırada cama çarpıp öldüğü kesin. Kartalın yanına yaklaşıp resmini çekiyorum. Artık özgürce uçamayacak olan kartalın kanatlarını koparıp alıyorum. Neden derseniz kartal tüyünü bisikletimin gidonuna koyup tekrar özgürce uçtuğu gibi rüzgarı hissettireceğim. Doğal olarak ölmeyen kartal ölüsü doğal olmayan plastik su borusu ve plastik su şişesinin yanında öylece yatıyor kanatları emin ellerde.

Yaklaşık 6 Kilometre civarı ana yolda gittikten sonra sağa, köy yollarına saptık. Ana yolun yakınındaki ilk köyde molamızı verdik köyün kahvesinde. Köyün adı Akçakısrak köyü. Küçük köyün kahvesinde çay içip bir şeyler atıştırdık. Yanımızda Gökçukur köyünde verilen pişilerden epeyce var. Pişiler ara öğün olarak iyi gitti. Oturduğumuz kahvenin karşısında tarihi bir caminin bakım inşaatı var. Cami taş bina olarak yapılmış. Tahta iskele kurulup duvarların bakımı yapılıyor.

Bir süre dinlenip tekrar yolumuza devam ediyoruz. Nerede kamp atacağız belli değil. Ya da avucumun içi Vedat söyledi de ben unuttum. Yol yapım çalışmalarının olduğu kısımdan toprak yolda bir süre gidiyoruz yolu yapan iş makinelerinin arasından. Etrafta çam ormanı, toprak yol ve sağ tarafta toprak yığını. Bu toprak yığınını iş makineleri yola dağıtacaklar.

Orman içinden geçen yolda karşıma Kanada Erguvan ağacı tüm dalları pembe çiçeklerle kaplanmış olarak çıktı. Baharın müjdecisi olarak açan Erguvan ağacı yeşil orman içinde ayrı bir görsellik katmış. O kadar çok çiçek açmış ki neredeyse dallar görünmüyor. Ağaç baharı karşılamak için coşmuş ta coşmuş.

Güneş ufka yaklaştı, kamp atmak gerek diyerek uygun bir yer bakıyoruz kendimize. Yolun tam bir U dönüşü yapan bir yerde suyu akan bir çeşmenin olduğu yerde durduk. Etrafı araştırınca burada kamp atmaya karar verdik. Tam bize göre bir yer. Yoldan geçen araç pek yok, gayet sessiz. Etrafta ev mev de yok. Yol U dan daha fazla dönüyor, küçük bir dere yatağı yanında. Bir kıyısından gelip diğer kıyısından geri giden yol. Dere yatağında çınar ağaçları, çalılar kaplamış. Güneş sol tarafta bir tepenin yamacında son ışıklarını vururken. Güneşin batışını izliyorum bir süre.

Çeşmenin arkalarında, düzlük ve yoldan görünmeyen bir yerde kamp alanını kurmaya başladık. Güneş tepelerin arkasında kayboldu. Henüz hava kararmadan akşam ateş yakmak için etraftan toplayabildiğimiz kadar kuru dalları topladık ilk önce. Toplanan dalları kıyıda bir yere yığın yaptık. Çam ormanının içinde küçük bir alandayız.

Herkes toplayabildiği kadar odun parçasını getirip yığına katıyor. Bisikletim KUZ park etmiş durumda sağda, üç kişi de odunları yığına atıyor.

Etrafta kuru dal bulmak hiçte zor değil. Çam ağaçlarından kuruyup düşen dallar yerde öylece doğaya karışmayı bekliyor zamanla. Yeni açan bitkiler de kuru dalı gizlemeye başlamış bile. Ama bize gerekli olan kuru dalı almak zorundayım.

Kuru dalı alırken adeta yerden fışkırmış bitkiler kendine özgü çiçekler açmış. Beş taç yapraklı mor çiçekleri yakından resmini çekiyorum.

Çeşmenin yalağına dökülen su taş duvarın arasından öylece çıkıyor ve betondan yapılmış tulumba ağzı şeklinde bir yerden dökülüyor. Yalak betondan küçük bir havuz olarak yapılmış, su burada birikip dışarıya akıyor. Tulumba ağzının bir kısmını kırmızı sprey boya ile boyamışlar nedense!

Yuvarlak bir yerden gelen su tulumba şeklindeki yere gelip dar bir ağızdan dökülüyor.  Çadırları kurup eşyaları içine yerleştirdikten sonra ilk işimiz duş almak oluyor. Sırayla çeşmeden dökülen su ile plastik şişeden kestiğimiz kapla dökünerek duşumuzu alıyoruz. Nafiz suyun soğuk oluşundan dolayı biraz bağırıyor. Ben de “Bağırma öyle ormanın içinde, ağzını açıp Sessiz Çığlık at. Daha etkili olur ve seni kimse duymaz” dedim. Sıra bana gelince neden çığlık attığını anlamadım. Su o kadar soğuk değildi ki. Ceyhun Altın da Nafiz’in çığlıklarından etkilenerek semaverde su ısıtıp sıcak duş alıyor. Canı tatlı anlaşılan. Bu arada terli eşyalarımızı da yıkadık bir güzel.

Yakından resmini çekiyorum akan suyu ve tulumba şeklini. Delikten gelen su yuvarlak çanak biçimindeki yere dökülüyor ilk önce, sonra dar bir kanaldan aşağıya berrak bir şekilde akıyor. Yuvarlak kısmın kenarları kırmızı renge boyanmış bölük pörçük. İçi yosun tutmuş, aktığı yer de öyle.

Duşumuzu hava kararmadan alıp temiz elbiseleri giydik. Ateş yanmaya başladı kuru dallarla. Antalyalı arkadaşların keyfine düşkün olmaları nedeni ile yanında taşıdıkları ekstra eşyalar; oturacak katlanır bez sandalye, katlanır alüminyum  masa, kocaman bir tava, kavurma için geniş bir sac, yassı semaver. Bunları normal bir bisiklet turcusu taşımaz ama Antalyalı olmak başka. Ortak aldığımız yiyecekleri iş bölümü yaparak akşam yemeğini pişirmeye başladık. Aşçımız Mehmetali Akyüz kendine üç taş ile ayrı bir ocak yapıyor. Üstüne geniş tavayı koyduktan sonra üç dört yanan odun parçasını ateşten alarak tavanın altına sürüyor. Isınan tavanın içine yağ dökerek yemek pişirmeye başladı.

Önde yanan ateş yığını, arkada Mehmetali sandalyeye oturmuş. Önündeki küçük ocakta tavası, elinde yağ şişesi ile tavaya bakıyor. Sağda da yemek masası olarak kullanacağımız katlanır masa, üzeri malzeme dolu.

Masada salata işini iyi beceren Cem üstlendiği için yapmaya başladı. Bir zamanlar yemek işinle uğraştığı için güzel yemekler ve salata çeşitleri yapar. İşin aslı yaptığı işi severek yapması. Vejetaryen olması bunu değiştirmiyor. Yemek yapmasını sevdiğinden yemesini de seviyor. Mehmetali kendi ocağında tavada yemek yaparken masada da Cem salata ile uğraşı içinde. Cem et yemediği için ona göre yemeği yapıyoruz.

Yemeği pişirip bir çırpıda yedik. Bunu yaparken neşe içinde, muhabbetle, gülerek yapıyoruz. 6 Kişi olmamıza rağmen hepimiz uyumlu biçimde hareket edip neşemizi bozmadan zaman geçiriyoruz. Yemekten sonra ilk önce kahveleri ben yapıyorum her zamanki gibi. Ardından semaverde çay demleyip ay ışığı altında, ormanın içinde içiyoruz. Bizden iyisi yok bu dünyada. Daha ne olsun ki.

Çam ormanı içinde kendini gösteren dolunay ormanı bir derece aydınlatıyor. Ay’ın resmini çekiyorum ama parlak ışıkları etrafa saçılmış olarak siyah gökyüzünde görünüyor. Ay ışığında koyu gölgeli ağaç dalları az görünüyor.

Ateş, serinleyen gecede içimizi ısıtıyor. Ateş sarı yalımları ile etrafı aydınlatırken etrafında oturarak sohbet ediyoruz. Nafiz Sağdur önünde semaver var, görevi semaverde çay demlemek, o yüzden önünde semaverin ateşini devamlı tazeliyor. Diğerlerinin görevi bitti. Ateşin etrafında toplanmışız.

Gecenin geç saatlerine kadar ateşin başında oturup muhabbet ediyoruz. Geç saatler dediğim de 10, 11 civarına kadar. Sonrası herkes çadırlarına çekilip yatıyor. Bu gün güzel yerlerden, güzel köylerden geçip istediğim kartal tüylerini de doğa bana sunması yaşamıma yaşam kattı. Suyun Kaynağına Yolculuk turundan sonraki yeni turumuzun ilk günü gayet güzel geçti. 6 Kişi uyumlu biçimde neşe ve kahkaha içinde, dağları, tepeleri aştık ve çok güzel bir yerde, ormanın içinde kamp attık. Bunları düşünerek uykuya dalıyorum.

Bu gün yaklaşık 33 Kilometre civarı yol yaptık. Normal yoldan değil de dağlardan, köy yollarından gitmek biraz zorlaması nedeni ile kısa bir yol yapmış olduk.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 4. Gün

25 Nisan 2016 Salı

Kalemlik – Ahmetbeyli – Selçuk Efes – Pamucak

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, İki yuvarlak sütun ortada, yanlarda iki sütun dört köşeli, üzeri süslemeli kirişler. Ortada süslemeli kemer. burası Hadrian tapınağının girişindeki sahanlık.

Gece boyu düşüncelerin karmaşıklığından derin bir uykuya dalamadım. Ara sıra daldığım zamanlarda gördüğüm rüyalarda beni birinin izlediğini hissediyorum. Bu sık sık tekrarlanıyor. İri gövdeli, belki de gökyüzünü kaplayacak kadar kocaman bir gövde karanlık yüzünde tek gözü parlak bir ışık gibi sürekli izliyor. Nereye kaçsam, nereye gitsem beni tek gözü ile izliyor durmadan. Sıkıntı giderek büyüyor ve bir an kalkıp uyanıyorum. Rüyadan kurtulup gerçek yaşama dönmem bir süre üzerimden gitmedi. Yattığım yerden doğrulunca gecenin karanlığında Ay kocaman yüzü ile denize ışığını yansıtmış öylece durduğunu gördüm. Demek rüyama giren parlak göz Ay imiş. Çadırımdan dışarı çıkmadan bir süre Ay’a, gecenin karanlığına ve Ay’ın şavkının vurduğu denize bakıyorum. Deniz sakin, hafif çalkantılı. Önümdeki çam ağacının dalları arasından Ay etrafı aydınlatırken kötü düşünceleri beynimden atmaya çalışıyorum. İnsanın canı sıkılınca kötü düşünmeye başlıyor ve bu düşünceler olmadık kabuslar olarak rüyalara giriyor. Yarın akşam başka bir ortamda başka bir tur yapacağız. Suyun Kaynağına Yolculuk. Bunu ve yapacağımız turu düşüncelerime girmesine izin vererek tekrar yattım. Güzel düşünceler olunca iyi uyumamak elde değil ve sabaha kadar rahat bir uyku uyudum Ay ışığı altında.

Sabah erkenden, saat 6 civarı kalkıyorum ve rahatlamış olarak hissediyorum. Kalkar kalkmaz hemen çadırı, eşyaları toparlayıp kıytırığa yükledim. Toplanmam çok çabuk oldu desem yeridir.

Çadırı kurduğum yer denizden biraz yüksekçe 10 metre civarı. Düz bir alan, önümde tek bir çam ağacı var. Deniz karşımda alabildiğine uzanıyor Güneş’in ışığı altında lacivert rengiyle. Alçak kayalıklar solda küçük bir burun yapmış. Burnun ucunda devam eden kayalıklar denizin içinde iki küçük kayalık ada oluşturmuş. Önde ise bisikletim KUZ denize yakın, kıytırık arkasında. KUZ da iki kavuniçi çanta bagaja bağlı. Kıytırıkta ise kocaman bavul gibi siyah çanta, yanları sarı renkte, iki bayrak çubuğunda iki Türk bayrağı.

Ben hazır olduktan sonra diğer çadırlar da toparlanıp hazır hale geliyor. Sabah kahvaltısını hep beraber yapıyoruz. Kahvaltı bitiminde telefon şarjı ve aydınlatma elektriği için bağladığım elektriği kesip kabloları toplayıp kutunun içine yerleştirdim. Sonrasında etraftaki çöpleri toplayıp çöp kutusuna atarak kamp alanını tertemiz bırakıyoruz. Herkes hazır olunca tur başlasın deyip yola çıktık. Ben her zaman olduğu gibi son olarak etrafı şöyle bir dolanıp unutulan, kalan bir şey var mı diyerek kontrol ediyorum. Herkes yola çıktıktan sonra ben de yola çıkıyorum.

Bir süre in çık yaptık kıyı boyunca. Ahmetbeyli sahilinde deniz seviyesine inip tekrar in çık yapmaya başladık. Klaros antik kentine girmiyoruz. Dün akşam isteyenler Klaros antik kentine gidip gördüler. Ahmetbeyli sahilinden sonra ilk yokuşu çıkınca artçı grup olarak bir kahveyi hak ettiğimizi düşünüp manzarası güzel olan yüksekçe bir yerde duruyoruz. Uçurumun başında kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişirmeye başladım.

Doktor Mete Güney yüksekçe bir kayaya oturmuş, ben karşısında yerde bağdaş kurarak kahve pişiriyorum ocakta. Ferdimen ve Ayşe Kuş ta yanımızda taşları üzerine oturmuş. Toplam 4 kişiyiz. Resmi de Ferdimen 10 saniye otomatik çekimle çekiyor. Altımızda masmavi deniz, karşıda Dilek yarımadası ve Samson dağı silik bir görünümde. Hava açık ve güneşli.

Kahve pişti ve cezveden fincanlara dökülüyor. Ortalığı kahve kokusu kaplamış durumda. Köpüklü kahve fincanlara dökülürken hiç naz yapmıyor.

Yerde tüp ocağım, fincan takımımın kabının kapağı üzerinde üç fincan. Birini aceleci Ayşe Kuş hemen kapmış o yüzden üç fincan var. Kahve cezvesinden son fincana kahve dökülürken.

Sevgili Mete Güney, Doktor Mete. Hiç eksilmeyen gülümsemesi yüzünde asılı kalmış, beyazlaşmış top sakalı. Kocaman gövdesi üzerinde kocaman başı ve bunlara oranla küçük kalan gözleri ışıltı içinde hep gülüyor. Az bilinen antik kentler turunun gönüllü Doktoru yanımda artçı olarak görev yapıyor. İlk tanışmamız Gelibolu da 100. yıl şehitlere saygı bisiklet turunda olmuştu. O zaman da artçı Doktor olarak yanımdaydı ama bisiklet sürmek istediğinden yavaş gidişimiz onu sıkmıştı. O yüzden 2. gün yanımda değildi. Görevi başkasına bırakarak beni terk ettiydi. Şimdi ise durumu fark etti, artçılığın getirdiği neşe ve eğlenceyi tadınca yavaş olsa da bisikletin yaşamın tadına renk kattığını anladı. Eh bir de kahvenin cazip kokusu da etki yapmış olabilir. Sevgili dostum yüzünde gülümseme hiç eksik olmasın. Yaşama gülüp geç her zaman.

Çam ağacının altına oturmuşuz ama gölgesi üzerimizde değil. Güneş, Doktor Mete’nin üzerine vurmuş mavi sarı forması parıldıyor. Başında mavi bir buff, boynunda yakın gözlüğü asılmış durumda. Elinde kahve fincanı kameraya poz vermiş. Denizden yüksekteyiz, aşağıda masmavi deniz ufukta beyaz bulutlar gök yüzü ile denizi ayırmış durumda. Samos adasının bir ucu puslu görünüyor.

Sol tarafta da ben kahvemi içerken Ferdimen elimde kahve fincanı ile denizi seyrederken yan olarak çekiyor bir poz.

Çam ağacının gövdesi ve yana doğru girintili çıkıntılı uzayıp giden kıyı şeridi deniz ile kucaklaşmış.

Elinde kahve fincanı ile Samos adasına doğru bakarak hayaller kuran Ayşe Kuş. Belki bir gün Samos adasına gideceği zamanı hayal ediyor. Henüz keşfedilmemiş yerlerde kuş misali bisiklet sürecek. Yüreği kuş gibi pır pır ederek bisiklet sürdüğü için arkasından hiç bir zaman yetişemiyoruz. Bu gün nedense yanımızda artçı olarak bisiklet sürüyor. Gerçi kahveyi pek içemediğinden bu gün canı kahve içmek isteyince basıp gidemedi. Kahveyi kaçırmak istemedi anlaşılan.

Bir taşın üzerine oturmuş, saçlarını buff ile bağlayıp yüzünü ufukta hayal meyal görünen Samos adasına doğru çevirmiş. Elinde kahve fincanını iki eliyle sıkıca sarılarak kimseye kaptırma niyetinde değil.

Bizim resmimizi çeken Ferdimen’in elinden kamerayı alarak ben de onun kahve içerken resmini çekiyorum.

Arkada iki bisiklet yana doğru ayağına dayamış duruyor. Ferdi’nin elinde kahve fincanı.

Kahve faslı bitti, fincanları ve cezveyi yıkayıp yerine koyduktan sonra yola çıktık. Bir süre denizden yukarılara bisiklet süreceğiz. Yukarıdan manzarayı seyretmesi bulunmaz bir güzellik.

Aşağıda deniz seviyesinde kıyı şeridi 300 – 400 metre kıyıdan bulunduğumuz yere kadar bir alan yeşillik içinde. Kıyı şeridi boyunca uzayıp gitmiş. Aşağıda toprak bir yol denize paralel gidiyor. Deniz uzun dalgaların beyaz köpükleri ile kıyıya doğru gelmekte. Sol tarafta Pamucak sahili Kuşadası girinti kara parçasına kadar. Daha ilerde Dilek yarımadası silik gri renkte.

Grubun en arkasından geldiğimizden Küçük Menderes havzasını geçerek Selçuk yönüne doğru gittik. Öğle yemeğini yemişler bile. Biz de kalan son yemekleri yiyerek karnımızı doyurduk.

Kilitli taş döşeli bir alanında Doktor Mete ve ben kaldırım taşına yan oturmuş cep telefonları ile konuşuyoruz birileriyle. Arkada sağda yemek dağıtan aşçı takımı taklavatı toplamış, sadece bir masa yanında duruyor. Yemeğe son kalan bir kaç kişi de bizimle birlikte. Alanı gölgeleyen dut ve kavak ağaçları.

Yemekten sonra grubun toplandığı yer olan Efes antik kentin girişine geldik.

Efes antik kentin girişinde tabela kahverengi boyalı EFES (Ephesus) yazısı var. Tabela tel örgülerinin yanında. Girişte araçları ile gelenlerin park alanı geniş.

Giriş kapısından ücretsiz girişimizi yapıyoruz tek tek. Dünyaca ünlü, bir zamanlar zengin ticaretin yapıldığı büyük medeniyet şehrin dolaşmaya başladık. Her kes ayrı ayrı kendi halinde antik kenti dolaşıyor. İlk olarak amfi tiyatroya doğru gidiyorum. Bir tepenin yamacında kurulmuş tiyatro muhteşem görünüyor uzaktan da olsa.

Yerde serili kazılarda çıkmış taş bloklar. İleride yarım yuvarlak, yamaca merdiven basamakları gibi yukarı doğru. Neredeyse dağın yarısına kadar yapılmış muhteşem bir tiyatro.

Kentin zenginliğinden olsa gerek ana caddesi yere mermer döşenerek yapılmış. Kıyılarda sütunlar ve sütun ayakları.

Bu geniş mermer döşeli cadde amfi tiyatroya doğru gidiyor. Olcay Ormankıran elinde meyve suyu öylece caddenin ortasında dinelmiş. Sanki birilerini bekliyor gibi.

Geniş bir alanda yürüme yolu tren yollarından sökülen travers kütüklerinden yapılmış. Boş alanlarda ise yuvarlak sütunlar parça parça yüzlerce. Diğer yanda mermer bloklar. Karşıda solda dağın başladığı yerde dükkanlar sıralanmış. Fıstık çamı ağaçları kocaman olmuş 7 tane sıralı dikilmiş.

Duvar yıkıntıları üzerinde çam ağaçları, biraz mesafede sütunlar sıralanmış. Travers kütüklerinden yapılmış yol sütunların dibinden ileriye doğru gidiyor. Solda yıkıntı taşlar ve çam ağacı.

Sütun başları ve üzerindeki kaideler, yanında sütun alt kaideleri. Solda kazı yapılan alanın üzerine çatı yapılarak yağmur ve güneşten korunmak için. Tek bir sütun ve arkada tek kemerli gözü olan duvar kalıntısı.

Efes kentinin muhteşem Celcus kütüphanesi. İki katlı, önde ikişerli dört sütunlu binanın girişi. Sütunların boyu çok yüksek, yaklaşık 10 metre civarı. Alt katta 4 heykeli giriş kapısı. Üst katta da 4 heykel ve pencereler dikdörtgen. Tam önümde mermer blokta işlenmiş öküzbaşı ve yuvarlak işlemeler.

Yanında da mermere işlenmiş savaş başlığı figürü. Tolga da denen bu başlığın tepesinde kocaman püskülü ile dikkat çekiyor. Bir de kılıç kabzası var.

Kütüphaneden sola dönen mermer döşeli cadde yukarı hafif rampalı.

Bir binanın ayakta kalan kısımları bile yapıların ne kadar zengin ve harika işçiliği gözler önüne seriyor. Kenarlarda dikdörtgen sütunlar, ortada 2 yuvarlak sütün. Yuvarlak sütunların üstünde kemer tam yarım yuvarlak. Kirişler ve kemer öne doğru çıkıntılı. İşlemeleri ince işçilikten geçmiş. Kemerin ortasında kabartma bir kadın başı var. İçerideki kaidede kabartma yarım Medusa gövdesi iki elini yana açmış. Binayı kötülüklerden korumak için yapılmış. Diğer tarafları süslemeli kabartmalarla bezeli. Bina dikdörtgen yapıda bir tapınak, çatısı yok. Arka taraf taş duvarın üzerinde duruyor. Daha önce yıkıntı olan bina restore edilerek ayağa kaldırılmış. Eksik olan parçaların yerine yenileri yapılarak tamamlanmış ama süslemeleri yapılmamış. Düz görünüyor yeni parçalar.

Burası Hadrian tapınağı. İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir. Eski kağıt 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celcus kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Tapınağın yanında kule kalıntısının ayakta kalmış olan alt kaidesi taş bloklardan yapılmış. İçi boş oda gibi. Üstte ise pişmiş kırmızı tuğlalar ile tabanı geniş, yukarıya doğru daralıyor. Boyu 2 metre civarı tuğlalı yapının.

Ortası boş, kenar duvarlarının bir kısmı kalmış bir yapı. Kaidelerin üzerine kısa sütunlar, sütunun üstünde uzun bir kiriş. Kirişin üstünde yine kaide ve kısa sütun. Onun da üstü geniş kiriş üçgen çatı tipinde.

Burası Traijan Nymphaeumu

Kirişlerin boyu 5 metre civarı, işlemeleri harika el işçiliği ile bezenerek ne kadar ustalık ve zenginlik olduğu belli oluyor. Kiriş yerde iki kaidenin üzerine konulmuş. Esas yeri burası değil, büyük bir olasılıkla bir tapınağın ya da binanın kirişleri. Yunanca iki satır yazılar yazılmış uzun kiriş boyunca.

İki dikdörtgen sütun, etrafında başka bir şey yok. Kirişlerin bana bakan yüzlerinde kabartma heykeller yapılmış. Arkasında kaidelerin arasında bizim Doktor Mete elini mermer kaideye sallayıp poz veriyor.

Yine başka bir bina büyük blok taşlardan duvarlar ile yapılmış. Duvar 4 metre yüksekliğinde, sağdaki kapı önünde iki sütun konulmuş. Soldaki kapı demir parmaklık ile kapatılmış.

Biraz uzakta iki sütun üzerinde kaide ve sütunun 2. katı, üstünde iki sütun ile dik olarak ayakta kalmış. Arkasında kemerli dükkan odası gibi taş duvar örülerek yapılmış.

Burası Domitian Tapınağı

Yerlerin kimi kısmı kayalık, yavru bir yılan sürünerek bizlerden kaçmaya çalışıyor.

Sütunlu yol, yerler mermer taş döşeli, sütunların yarısından kırık.

Camekan bir yapının içinde Efes Antik kentinin üç boyutlu yapısı. Kentin etrafı surlarla çevrili, tapınaklar, tiyatro, kütüphane ve diğer binaların maketi arazi yapısına uygun yerleştirilmiş. Ağaçlar ve yeşillikte unutulmamış. O zamanlarda liman kenti olan Efes deniz kıyısındaymış. Limandan çıkan yol tiyatroya kadar gidiyor.

Neolotik dönem

1996 yılı içinde, Selçuk, Aydın ve Efes yol üçgeninin yaklaşık 100 m kadar güney batısında, mandalina bahçeleri arasında Derbent Çayı’nın kıyısında Çukuriçi Höyük saptanmıştır. Arkeolog Adil Evren başkanlığında yapılan araştırma ve kazılar sonucu, bu höyükte taş ve bronz baltalar, iğneler, açkılı seramik parçaları, ağırşaklar, obsidien (volkanik cam) ve sileks (çakmak taşı), deniz kabukluları, öğütme ve perdah aletleri bulunmuştur. Yapılan değerlendirmeler ışığında, Çukuriçi Höyük’te, Neolitik Dönemden Erken Bronz Çağına kadar bir yerleşimin ve yaşamın olduğu saptanmıştır. Aynı tür malzemeler, yine Selçuk, Kuşadası yolunun yaklaşık 8. km’de Arvalya Deresi’nin bitişiğinde Gül Hanım tarlasında Arvalya Höyük saptanmıştır. Çukuriçi ve Arvalya (Gül Hanım) höyüklerinde saptanan eserler ile, Efes’in yakın çevresinin tarihi böylece Neolitik Dönem’e kadar ulaşmaktadır.

Helenistik dönem

MÖ 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, MÖ 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise Büyük İskender’in generallerinden Lisimahos tarafından MÖ 300 yıllarında kurulmuştur. Şehir Roma’dan özerk bir şekilde Apameia Kibotos  şehri ile ortak para bastırmıştır. Bu şehirler klasik dönemdeki Küçük Asya’da çok parlak yarı özerk davranmaya başlamışlardı. Lisimahos, kenti Miletli  Hippodamos’un bulduğu “Izgara Plan”a göre yeniden kurar. Bu plana göre, kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser.

Roma dönemi

Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Roma İmparatoru Augustus zamanında, Asya Eyaleti’nin başkenti olmuş ve nüfusu o dönem (MÖ 1.-2. yüzyıl) 200.000 kişiyi aşmıştır. Bu dönemde her yer mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donatılır.

4. yüzyılda limanın dolmasıyla Efes’te ticaret geriler. İmparator Hadrian limanı birkaç kez temizletir. Liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolar. Efes denizden uzaklaşır. 7. yüzyılda Araplar bu kıyılara saldırır. Bizans döneminde tekrar yer değiştiren ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelen Efes, 1330 yılında Türkler tarafından alınır. Aydınoğullarının merkezi olan Ayasuluk, 16. yüzyıldan itibaren giderek küçülmeye başlamıştır. Günümüzde ise bölgede Selçuk ilçesi bulunmaktadır.

Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes’in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler…

Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültürünün en büyük tapınağı da Efes’te yer alır.

MÖ 6. yüzyılda bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer alan Efes, bilge Herakleitos, rüya tabircisi Artemidoros, şair Callinos ve Hipponaks, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus gibi ünlü kişileri yetiştirmiştir.

Diğer yapılar

Hadrian Tapınağı: İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir. Eski 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celssius Kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır.

Domitian Tapınağı: Şehirdeki en büyük yapılardan biri olduğu düşünülen İmparator Domitianus adına yapılmış olan tapınak Traianus Çeşmesi’nin karşısında yer almaktadır. Günümüze yalnızca temelleri ulaşmış olan tapınağın yanlarında sütunların bulundu­ğu belirlenmiştir. Domitianus’un heykelinden kalanlar ise baş ve bir kol kısımlarıdır.

Serapis Tapınağı:: Efes’in en ilginç yapılarından biri olan Serapis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi’nin hemen arkasındadır. Hiristiyanlık döneminde kiliseye dönüştürülen tapınağın Mısırlılarca yapıldı­ğı düşünülmektedir. Türkiye’deki Serapis Tapınağı olarak Hrsitiyanlık’taki Yedi Kilise arasında olması sebebi ile Bergama’daki diğer tapınak daha çok tanınmakadır.

Meryem Kilisesi: 431 Konsül Toplantısı’nın yapıldığı yer olan Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi), Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir. Liman Hamamı’nın kuzeyinde yer almaktadır. Hristiyanlık dinindeki ilk Yedi Kilise arasındadır.

St. Jean Bazilikası: Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından yaptırılan ve o dönemin en büyük yapılarından bir olan 6 kubbeli bazilikanın merkezi kısmında, altta, İsa’nın en sevdiği havarisi St. Jean (Yuhanna)’nın mezarının bulunduğu iddia edilmektedir ancak henüz herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Burada St. Jean adına dikilmiş anıt da bulunmaktadır. Hıristiyanlar için çok önemli kabul edilen bu kilise Ayasuluk Kalesi’nde yer almaktadır ve kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.

Yukarı Agora ve Bazilika: İmparator Augustus tarafından inşa ettirilmiş, resmi toplantıların ve borsa işlemlerinin yapıldığı yerdir. Odeion’un önündedir.

Oktagon: Kleopatra’nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır.

Odeon: Efes’in iki meclisli bir yönetimi vardı. Bunlardan biri olan Danışma Meclisi toplantıları zamanında üzeri kapalı olan bu yapıda yapılmış ve konserler verilmiştir. 1.400 kişilik kapasiteye sahiptir. Bu nedenle yapı “Bouleterion” olarak da adlandırılır.

Prytaneion (Belediye Sarayı): Prytan kentin belediye başkanı gibi görev yapardı. En büyük görevi kalın sütunları bulunan bu yapının içindeki kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin sönmemesini sağlamaktı. Prytan, Kent Tanrıçası Hestia adına bu görevi üstlenmişti. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştı. Efes müzesindeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmi misafirlerine ayrılmıştı.

Mermer Cadde: Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir.

Domitianus Meydanı:Domitianus Tapığınağı’nın kuzeyinde yer alan meydanın doğusunda Pollio Çeşmesi ve hastane olduğu düşünülen bir yapı, kuzeyinde cadde üzerinde de Memmius Anıtı yer alır.

Magnesia Kapısı (Üst Kapı) ve Doğu Gymnasiumu: Efes’in iki girişi vardır. Bunlardan biri kentin çevresindeki sur duvarlarının doğu kapısı olan, Meryemana Evi Yolu üzerindeki Magnesia Kapısı’dır. Doğu Gymnasiumu, Panayır Dağı eteğindeki Magnesia Kapısı’nın hemen yanındadır. Gymnasion, Roma Çağı’nın okuludur.

Herakles Kapısı: Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi’ni yaya yolu haline getirmiştir. Ön cephesindeki Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır.

Mazeus Mitridatis (Agora Güney) Kapısı: Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir. Kapıdan Ticaret Agorası’na (Aşağı Agora) geçilir.

Anıtsal Çeşme: Odeion’un önündeki meydan kentin “Devlet Agorası” (Yukarı Agora)’dır. Tam ortasında Mısır tanrıları tapınağı (İsis) bulunuyordu. MÖ 80 yıllarında Laecanus Bassus tarafından yaptırılan Anıtsal Çeşme, Devlet Agorası’nın güneybatı köşesinde yer alır. Buradan Domitian Meydanı’na ve bu meydan etrafında kümelenmiş bulunan Pollio Çeşmesi, Domitian Tapınağı, Memmius Anıtı ve Herakles Kapısı gibi yapılara ulaşılır.

Traianus Çeşmesi: Cadde üzerindeki iki katlı anıtlardan biridir. Ortada duran İmparator Traianus’un heykelinin ayağı altında görülen küre dünyayı simgeler.

Heroon: Efes’in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans döneminde değiştirilmiştir.

Yamaç Evler: Teraslar üzerine inşa edilmiş olan çok katlı evlerde kentin zenginleri oturuyordu. Peristilli ev tipinin en güzelleri olan bu evler modern evlerin konforunda idi. Duvarlar mermer kaplama ve fresklerle, taban ise mozaiklerle kaplıdır. Evlerin hepsinde kalorifer sistemi ve hamam bulunmaktadır.

Büyük Tiyatro: Mermer Cadde’nin sonunda bulunan yapı, 24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük açık hava tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür. Tiyatro, St. Paul’ün vaazlarına mekân olmuştur.

Saray Yapısı, Stadyum Caddesi, Stadyum ve Gymnasium: Bizans sarayı ve caddenin bir bölümü restore edilmiştir. At nalı biçimindeki Stadyum, antik devirde sportif oyunların ve yarışmaların yapıldığı yerdir. Geç Roma döneminde gladyatör oyunları da yapılmıştır. Stadyumun yanındaki Vedius Gymnasiumu ise hamam-okul kompleksidir. Vedius Gymnasiumu kentin kuzey ucunda, Bizans dönemi surlarının hemen yanında yer almaktadır.

Tiyatro Gymnasiumu: Hem okul, hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır. Agora: 110 x 110 metre boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkânlarla çevrili bir alandır. Agora, kentin ticari ve kültürel merkeziydi. Agora Mermer Cadde’nin başlangıç noktasıdır.

Hamam ve Umumi Tuvalet: Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans döneminde tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır.

Liman Caddesi: Büyük Tiyatro’dan, bugün tamamen dolmuş olan Antik Liman’a uzanan, iki yanı sütunlu ve mermer döşeli Liman Caddesi (Arcadiane Caddesi), Efes’in en uzun caddesidir. 600 metre uzunluktaki cadde üzerine kentin Hristiyanlık döneminde anıtlar yapılmıştır. Her birinde havarilerden birinin heykeli olan dört sütunlu Dört Havari Anıtı, caddenin hemen hemen ortasındadır.

Liman Gymnasiumu ve Liman Hamamı: Liman Caddesi’nin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır.

Yuhanna Kalesi:: Kale içinde cam ve su sarnıçları vardır. Efes civarındaki en yüksek noktadır. Ayrıca bu kilisenin bulunduğu tepe, Efes Antik Kenti’nin ilk yerleşim bölgesidir.

Yapıların çoğu iki katlı olarak yapılarak kentin ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Karşımda üç kemeri kalmış bir yapı ve duvarları.

Gezinti yolları tren yollarından sökülen traverslerden yapılmış. Kıyılarında korkuluklar yoldan çıkmamamızı belirtiyor. Ben ve Mete yürürken Ferdimen resmimizi çekiyor.

Solda üç tane sütun epey yüksek, neredeyse 8 metre var. Sütunlar dikine yivli, kimisinde eksik olan parçalar betondan yapılmış. Üç sütun da solda sadece alt kısmı 1,5 metrelik olarak duruyor. Sütunlar tek parça olarak değil 1,5 metrelik bloklar halinde istedikleri kadar yükseltebiliyorlar. Sütunların arkasında iki sıra blok taşlardan duvar binanın temeli ve su basmanı olarak yapılmış. İçinde ve arkasında tek tük sütunlar var.

Yukarıya kadar çıktıktan sonra artık aşağıya doğru gitmeye başladım. Bulunduğum yer biraz yüksekte ve aşağıya kadar mermer taş bloklar döşeli yol. Yol kıyısında sütunlar ve heykellerle süslenmiş.

Üç kemerli devasa kapı Kapının üstünde düzgün mermer bloklar konulmuş. Bu bir zafer takı, alt kirişlerde Yunanca yazılar var. Süslemelerle birlikte zaferleri, kralları ve komutanların isimleri kazılmış. Üstteki bloklarda ise Latince yazılar var. Romalı kralı ve komutanların zafer anısına isimleri kazılarak buraların patronları olduğunu belirtmişler.

Burası August Kapısı.

Gelelim Celcius kütüphanesine. Roma dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan yapı hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. 106 yılında Efes valisi olan Celsius ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsius’un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.

Kütüphanenin ön yüzü yüksek ikişer sütunlu, sütunların arası üçer metre. Sütunlar önde, üstü çıkıntı kirişli ve balkon. Sütunların iç kısmı nişli ve her nişin içinde insan boyutunda kadın heykeller. Böyle önde ikişer sütunlu çıkıntılar 4 tane. Aralarda üç boşlukta giriş kapıları. Kapıların üstünde kiriş ve pencere boşlukları. Bu yapı sütunları iki katlı, alt katta ne varsa üst katta da aynı yapılmış.

Kütüphanenin girişindeki sütunların içindeki nişlerdeki kadın heykellerden biri. Kadının ismi ΣOΦIA KEΛΣOY (SOPHİA = Bilgelik ve Akıl).

Heykelin üzerinde kumaş sarılmış, kıvrımları olarak mermer olduğu şeklinde işlenmiş. Nişin yanlarında mermer bloklar işlenmiş. Heykel boşluğun içinde kalın bir blok mermerin üzerinde duruyor. Heykelin sol kolu yok.

Diğer kadın heykeli, altındaki kaidede ismi yazıyor. APETH KEΛΣOY. (ARETE = Erdem ve karakter). Heykelin elleri bileklerinden kırılmış.

Kütüphanenin giriş kapısından içerisinin görüntüsü. Kalın bir duvar niş olarak yarım yuvarlak örülmüş. Duvarın yarısı taş bloklardan, diğer yarısı üst kısım ise pişmiş tuğla örülmüş. Tuğla duvarda delikler var.

Üçüncü heykelin başı yok, ismine bakacak olursak bu da bir kadın heykeli. Kaidede yazdığı biçimiyle ENNOIA ΦIAIΠΠOY (Ennoia ; Kader ve muhakeme). Sol eliyle eteğinin ucundan tutup sol dizinin üstüne kadar kaldırmış. Çıplak ayağı görünüyor.

Diğer kapıdan kemerli bir yapı görüntüsü. Üzerinde işlemeli kirişler. Kemerlerin altında dikdörtgen mermer bloklar ile kolon biçiminde üst üste.

Dördüncü kadın heykelinin de başı yok. Kaidede yazdığı biçimiyle ismi EΠIΣTHMH KEΛΣOY. (EPİSTEME = İlim ve bilim).

Bu dört kadın heykeli “Celsus’un Bilgeliği, Celsus’un Fazileti, Celsus’un Anlamı, Celsus’un Bilimi [Bilgisi] olarak kütüphaneye anlam katıyor. Fakat işin acı gerçeği şu ki heykeller orijinal değil değil malesef. İlk olarak 1903 yılında Avusturyalı mimar Wilberg tarafından yapılan kazı çalışmalarında bulunmuş. 1905 – 1906 yıllarında kazı çalışmalarında kitaplığın yıkılan ön bölümü gün yüzüne çıkarılır çıkarılmaz değerli ne kadar heykel, süslemeler, frizler, kabartmalar varsa fazla güneşi göremeden Avusturya’ya kaçırılmıştır.

Celcus’un erdemlerini sembolize eden heykellerin orijinalleri Viyana Efes müzesinde sergilenmektedir. Diğer eserlerle birlikte kaçırılan bu eserlerin kopyalarına üzüntü ile bakıyorum içim burkularak.

İki kat uzun sütunlar yandan görünüşü ve kütüphane ilgili Yunanca yazıt.

Kütüphanenin giriş kapılarından birinden içerisinin görünümü. Dikdörtgen mermer bloklardan yapılmış. Kenarları işlemeli, sağdaki mermer eksik parça olmalı ki çoğu sonradan konulmuş. Kapının ardında bir kapı daha var benzeri. Kapının altında ise bizim Ferdimen poz veriyor elini kenara yaslayarak.

Bu kez Doktor Mete ile ben poz veriyoruz aynı yerde. Resmimizi de Ferdimen çekiveriyor.

Eskiden tüccarların ticaret yaptığı dükkanlar kemerli girişi ile sıralı olarak yan yana. Yirmiden fazla dükkan var. Dükkanların karşısında sütunlar ve aralarından sedir ağacı çıkarak sütunların bir kısmını örtmüş durumda.

Sütunlu cadde, yanında traverslerden yapılmış yürüme yolu.

Normalde bütün sütunlar beyaz mermerden ve o kadar çok ki sayamazsınız. Yüzlercesi ayağa kaldırılmış, ayaktakilerden fazlası da kırık dökük. Kimisi sağlam yeri belli değil yerde yatıyor boylu boyunca. Bunların hepsi normal ama aralarında siyah mermerden yivli sütunlar da var. Kim bilir nereden, ne için getirilmiş.

Düzlük yeşil çimenli bir alandan karşıdaki tepenin yamaçları başlıyor. Orada dükkanlar, önünde de sütunlar sıralanmış. dünyanın hiç bir antik kentinde bu kadar mermer sütun yoktur. Ticaret kentinin getirdikleri olsa gerek zengin tüccarlardan alınan vergiler kentin her yanını güzelleştirmek için harcandığı belli.

Kazı çalışmaları hala devam ediyor, çıkan buluntuların bir kısmı alanlara serilmiş. Burada kiriş bloklar, temel kaideler var.

Canlıların içinde şimdiye kadar gördüğüm en ateşli sevişmeyi yılanlar yapıyor. Doğal yapıları gereği belki de bunu gerektirir çiftleşmek için. Birbirlerine o kadar tutkulu sarılıyorlar ki nerede olduklarını unutarak orta yerde sevişirken karşıma çıktı. Cep telefonumu çıkarıp resim moduna getiresiye kadar yılanlar bizi fark edince sürünerek travers kütüklerinin altına girmeye başladılar.

Harabelerin içinde iki sütun arasında yüzüne güneş vurmuş Doktor Mete.

Tiyatroya girmek için dehlizlerden geçmek gerek. Dehlizin içinde karanlık ortam olduğu için dışarısı güneşin bol ışığı iyi bir kontrast oluşturmuş. Tiyatronun avlusunda bizim Ferdimen bir yerlere bakıyor ve benim onu çektiğimin farkında değil.

Dünyanın en büyük amfi tiyatrosu karşımda. 24.000 kişilik açık hava tiyatrosu olması kentin nüfusunun 200.000 civarında olması nedeni ile tiyatro bu kadar kapasiteli yapılmış.

Tiyatronun oturma yerlerine çıkıp oturuyorum. Oturunca geçmişe, yıllar öncesine 1978 yılına gidiveriyorum. O zamanlarda lisede okuyorum. İzmir’in en anarşist lisesi Çınarlı meslek lisesi. Olayların ve çatışmaların yani kardeş kavgalarının olduğu en hareketli yıllar. Devrimci liseliler bir gezi düzenlemişti bahar ayı Nisan da. İzmir deki tüm liselerin katıldığı geziye 40 otobüs ile  Kuşadası, Güzelçamlı ve Efes antik kentini dolaşmıştık. Antik kente giriş o zamanlarda ücretsiz serbest giriş yapılabiliyordu. 40 otobüste bulunan öğrenciler burada Efes amfi tiyatroya seyirci bölümüne oturup marşlar söyleyerek sesimizi gök kubbeye salmıştık hep bir ağızdan. Müthiş bir şeydi yüksek perdeden söylenen marşlar. O zamanlar kanımız kaynıyordu ve büyük coşkular içindeydik. Vatanı emperyalistlerden kurtarmaya çabalayarak geçmişti gençlik yılları. Sonrası malum 12 Eylül darbesi, işkenceler, idamlar, sürgünler, hasret. Belki de burada olanların çoğu o değirmende harcanıp gitmiştir. Ama biliyorum ki bir zamanlar bu tiyatroda sesimiz vardı ve içimizden gelerek söylüyorduk kurtuluşu.

Aşağıda tiyatro alanı, yerler düzgün taş döşeli, sadece orta alan. Diğer yerler toprak zemin. Ayakta kalmış sahne bölümünün kolonları. Doktor Mete bana poz vermiş durumda.

İki kıyısında çam ağaçları döşeli yol. Gövdeleri sık ve alt kısmı beyaz kireç ile boyanmış. Efes harabeleri gezimiz bitti artık diğer bölüme Artemis tapınağına doğru yola çıktık.

Yolun karşı kıyısına geçip eskiden Selçuk – Kuşadası yoluna, kıyıları ağaçlı olan yola geçip Artemis tapınağına doğru gitmeye başladık. Bu yolu belediye bisiklet, yürüyüş ve koşu yolu olarak düzenlemiş.

2 Metrelik toprak yolda giden bisikletçiler, solda kaldırım ve gezinti yeri. Sağda ise bisiklet yolu beton döşeli. Yolun iki yanında ağaçlar sıralı gidiyor yol boyunca.

Bir süre gittik ve Artemis tapınağına geldik. Giriş yeri kapalı değil, serbest giriş yapılıyor alana.

Ortada bir gölet, ziyaretçiler kıyıya doğru giderken. Sağda mermer şekilsiz blok. Arkasında kocaman bir ağaç.. Göletin devamında bize biraz uzakta tepenin üzerine kurulmuş Ayasuluk kalesi.

Burada pek bir şey yok, Küçük Menderes nehrinin kalıntısı bir gölet. Bir kısmı bataklık durumda Kocaman bataklık kurutucusu okaliptüs ağaçları karşı kıyıda.

Artemis tapınağından geriye kalan tek sütun önünde pankartımızı açarak hep birlikte poz veriyoruz kameralara.

Sütunun üstüne de bir leylek yuvasını yapmış keyfine bakıyor insanlara aldırmadan.

Artemis Tapınağı, (Yunanca: Artemision; Latince: Artemisium) aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir. Tanrıça Artemis’e ithaf edilmiş tapınak Efes’te Millattan Önce 550 yıllarında tamamlanmıştır. Tapınak tamamen mermerden inşa edilmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan tapınaktan geriye bugün sadece bir iki mermer parçası kalmıştır. Türkiye’deki antik kent Selçuk İzmir’de bulunmaktadır.

Tapınak Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseridir. Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon’lu  Antipader tapınağı şöyle tarif etmiştir.

Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki “İşte! Olimpus’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı. (Antipater, Yunan Antolojisi [IX.58])

Bizanslı Philon ise tapınak için şunları yazmıştır:

Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus’un mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes’teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.

Efesli Artemis

Artemis, Ay tanrıçası olarak Titan Selene’in yerini alan Apollon’un kardeşi
bakire avcı Yunan tanrıçasıdır. Efesli Artemis ise oldukça farklıdır. Efesli Artemis’in (Efesya) bir Anadolu tanrıçası olan Kibele’nin bir kültü olduğu sanılmaktadır.

Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin Efes’e nasıl geldiği ve orada Artemis adıyla kültünün nasıl başladığı bilinmemekle beraber Kibele’nin çeşitli evreler geçirerek Artemis haline geldiği kabul ediliyor.

Yunan tanrılarının aksine daha çok yakındoğu ve Mısır tanrıları gibi vücudu, altından ayaklarının çıktığı ve bacaklara doğru gittikçe incelen, sütun benzeri bir bölümle kaplıdır. Çok memeli Tanrıça (37 adet)  Efes’te basılmış paraların üzerinde başında Kibele’nin bir özelliği olan duvar gibi bir taç ile resmedilmiştir. Paraların üzerindeki resminde, kolları birbirine geçmiş yılan ya da Ouroboros yığınlarından oluşan bir asaya dayalı durmaktadır. Aynı Kibele gibi Efes’teki tanrıçaya da megabyzae adı verilen hierodüller ve kore’ler hizmet etmekteydi.

Ayrıca Bennett’in bahsettiği muhtemelen millatan önce üçüncü yüzyıldan kalma bir adak yazıtı Efesli Artemis’i Girit ile ilişkilendirmektedir:

“To the Healer of diseases, to Apollo, Giver of Light to mortals, Eutyches has set up in votive offering (a statue of) the Cretan Lady of Ephesus, the Light-Bearer.”

Yunanlar’ın birleştirme adetleri, tüm yabancı tanrıları kendi anlayabilecekleri bir şekilde Olimpus  panteonunun bir biçimi halinde asimile etmiştir. Efes’te İyonyalı yerleşimcilerin “Efes’in Hanımı” için yaptıkları Artemis özdeleştirmesinin cılız olduğu çok açıktır.

Mimari ve sanat

Tapınağın üç evreden oluştuğu sanılmaktadır. A evresi Artemisium olarak adlandırılan tapınaktan önce orada yaklaşık MÖ 7. yüzyılda yapılmış bir sunaktır. B evresi daha sonra bunun üzerine yapılmış olan tapınak, C evresi ise yangından sonra yapılan restorasyondur.

Tapınağın içi ve içindeki sanat hakkındaki tanımlamaların ve hemen hepsi tarihçi Plynus’un anlattıklarına dayanmaktadır. Pliny tapınağı 115 metre uzunluğunda ve 55 metre eninde neredeyse tamamen mermerden olarak tanımlamıştır. Tapınak her biri 18 metre olan 127 İyonik stilde kolondan oluşmaktadır.

Artemis Tapınağı içinde birçok sanat eseri vardı. Ünlü Yunan heykeltıraşlar Polyclitus, Pheidias, Cresilas, ve Phradmon tarafından yapılmış heykellerle, tablolarla ve altın ve gümüşle bezenmiş kolonlarla donatılmıştı. Sanatçılar en güzel heykeli yaratmak için birbirleri ile yarışırlardı. Bu heykellerin büyük bir çoğunluğu Efes şehrini kurduğu söylenen Amazonlar’ın heykelleridir.

Pliny ayrıca, Mausolos’un mozolesi üzerinde de çalışan Scopas’ın tapınağın kolonlarındaki kabartmaları oyduğunu söyler.

Atinalı Athenagoras, Efes’teki baş Artemis heykelinin yaratıcısı olarak Daedalus’un öğrencisi Endoeus ‘un ismini vermiştir.

Kült ve tesir

Artemis Tapınağı Efes bölgesinin ekonomik olarak güçlü bir bölgesinde yer almaktaydı ve tüccarlar ve Anadolu’nun her yerinden yolcular tarafından ziyaret edilmekteydi. Tapınak birçok inanıştan etkilenmiştir ve birçok farklı dinden insan için bir inanç sembolü olmuştur. Efesliler Kibele’ye taparlardı ve inançlarının büyük bir kısmında Artemis’i de dahil ettiler. Artemis Kibele, Romalı karşıtı Diana’dan çok farklı bir şekil aldı. Artemis kültü uzak diyarlardan binlerce tapanı çekti. Hepsi bu yerde bir araya gelip ona taparlardı.

Artemis tapınağından kalan son sütun epey yüksek. Gölesin karşı kıyısında. Bu tarafta da bir sütun temeli ve iki kısa blok kalmış. Göletin kıyıları sazlık. Arkada tarihi İsa bey camisi, onun arkasında Ayasuluk kalesi

Gürelin çektiği, tek sütunlu Artemis tapınağı ve Ayasuluk kalesi.

Aşıklar, aşıklar yolunda yürüyorlar, sarmaş dolaş.

Artemis tapınağından sonra Selçuk arkeoloji müzesine gidiyoruz. Müzeye misafir olarak ücretsiz bilet ile giriş yapıyoruz.

Bilet yeşilimtırak renkte, üzerinde Efes Ören Yeri – Ücretsiz yazısı. Müze logosu ve yuvarlak hologram baskı yanar döner renk saçıyor. Biletin alt kısmı beyaz ve aynı yazıların yanında kare kod ve bilet numarası.

Müzenin içini gezmeye başlıyorum resim çekerek. İlk olarak üç kadın heykeli, başları ve kolları kırık. Üzerine elbise giyinik, elbisenin kıvrımları güzel işlenmiş mermere.. Heykeller gövdelerden kırık, olduğu gibi birleştirilmiş.

20160424_160608_HDR

Üç kadın heykel, üzeri ince tül işlenmiş. Tüm vücut hatları belirgin, ikisinin başı yok, birisinin sadece yüzü kalmış. Arka kısmı kırılmış.

Üç erkek heykeli, sadece gövdeler kalmış. Diğer uzuvları yok.

Heykel başları dört tane. Ortada bir kadın gövdesi başsız, ayaksız ve kolsuz.

Erkek gövdeleri.

Bir erkek heykeli yatar durumda çıplak, sadece pelerini var boynuna bağlanmış. Ayak dizlerden aşağısı yok, sağ eli dirsekten yok. Kafasının bir bölümü kırık. Yerde yatar bir durumda sanki acı çeker gibi kıvranırken sol elini karnına bastırmış durumda. Başını da bizden yana çevrilmiş ve ağzından acı çeker durumda görünüyor.

Yine yatar durumda bir erkek heykeli tamamen çıplak. Sadece sol ayağı dizden itibaren yok Bu heykel de acı ve ızdırap çeker bir halde betimlemiş heykeltıraş.

Kolları bacakları ve başları olmayan heykeller.

İkisi elbiseli erkek heykeli. Ortada ise çıplak, kafasının üst yarısı kırık uzun saçlı bir erkek heykeli. Sağ dizi dizden kırık.

Süslemeli bir sütun başı, yanda ise sol koluna yatar duruma çocuk heykeli. Üstte kalan kolu ve bacağı yok.

Küçük heykeller ve bereket tanrısının küçük heykeli sergilenmiş camekanın içinde. Tanrının erkeklik organı boyundan büyük. Gelelim erkeklik organı meselesine. Nedense heykellerin erkeklik organı her zaman saldırıya uğranıp saldırıya maruz kalmışlar şimdiye kadar. Bunları tahrip edenlerin kendi erkeklik organları ile bir sorunu olmalı. Psikolojik bir hastalıkları var ve bunu cansız heykellerden çıkarıyor. Aynı zamanda erkeklerin kadınlara açıkça görmesinde sakınca bulduklarından olsa gerek. Müze epeydir kapalıydı, yeni açıldı ve sergilenen heykellerin daha önce gördüğüm kadarı ile eksik sergileniyor. 1978 de müzede gördüğüm bir çok heykelin erkeklik organı ile sergileniyordu. Şimdi ise hiç biri yok, akıbeti nedir bilmiyorum.

Priapos ya da Priapus, Yunan mitolojisinde bahçeler ve bağlar tanrısı (Bereket Tanrısı), Lapseki(Lampsakos) şehrinin hakimi, genital organının vurgulanmasıyla işlenmiştir. Dionyos ile Afrodit’in oğlu olduğu söylenirdi. Kültü, adalar ile bütün Yunanistan’a ve Güney İtalya’ya yayıldı. Priapos başlangıçta toprak bereketini temsil ediyordu. Aynı zamanda sürüleri, arıları ve balıkçıları koruyan bir kır ve deniz tanrısıydı.

Malikanelerin giriş yerlerine onun bir ithyphallos resmi konurdu. Bu resim kötülükleri uzaklaştırır, huzuru sağlardı. Priapos Roma devrinde özellikle erkekliği ve fiziki aşkı canlandırıyordu. Tanrının tasvirlerindeki laubali karakter ve müstehcen şiirler bundan gelir. İmparatorluk devrinde Priapos bir halk tiyatrosu kahramanı oldu. En önemli kült merkezi Lampsakos (Lapseki) kentidir. Mısır kültüründe benzer bir tanrı olan Min vardır.

Küçük heykelcikler, aralarında bereket tanrısının küçük bir heykeli.

Büyük bakır yayvan bir tepsi, küçük süs eşyaları ve küpe takıları.

Bronz bir heykel başı, sakallı ve ustalıkla yapılmış işçilik. Kafanın tepesinde delik ve içe bir kısmı göçmüş.

Beyaz mermerden kadın heykeli, sadece dizlerin altından kırılmış ama tekrar birleştirilerek dik durmasını sağlamışlar. Heykel sağlam durumda.

Yunus balığına binmiş Eros heykeli.

Bronz erkek heykeli, Mısır kültürüne göre yapılmış rahiplere benziyor. Rengi altın renginde.

Kuyumcuların kullandığı hassas terazi, kefeleri küçük nesneleri ölçmek için yapılmış. İğne çeşitleri ve küçük minyatür heykeller.

Küçük boyutta insan başı heykeller, başı ve ayakları olmayan iki gövde. Biri elbiseli, diğeri siyah renkte çıplak erkek gövdesi.

Heykel başları ve bir başı olmayan erkek heykeli.

Kabartma insan figürleri.

Kabartma insan figürlerinin devamı.

Kabartmalar usta işçilik ile yapılmış.

Belden aşağısı olmayan kadın heykeli. Başında bir taç var. Sol eli karnında yere paralel tutmuş. Sağ elini ise çenesine dayamış şekilde poz vermiş gibi heykeltıraşa.

Kabartma figürler.

Kabartma figürler.

Kabartma figürler.

Yine belden aşağısı olmayan kadın heykeli. Yüzü parçalanmış ve gövdenin çoğu yeri çatlak, sanki heykel parçaları birleştirilmiş gibi.

Derin bir niş içine konulmuş sağlam kadın heykeli.

Ünlü filozof Sokrates’in heykel başı.

Dizden ayak bileğine kadar olan kısmı ve kolları omuzlardan itibaren olmayan baş tanrı Zeus heykeli. Beyaz, pürüzsüz ve çıplak. Yobazların kıramadığı erkeklik organı sağlam durumda.

Biri kadın, biri erkek heykel başı.

Başı ve sağ bileği olmayan, önünde meyve sepeti ve büyük erkeklik organı ile desteklemiş durumda. Böyle heykellerden bir kaç tane daha vardı ve hepsi sağlam olarak sergileniyordu. Bu heykellerden sadece bir tane sergilenmiş ve heykel küçük boyutta. Sağında ise alakası olmayan Romalı bir komutana ait büst.

Kazılarda bulunmuş sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler, kimisi altın.

Deniz kabukları gibi kabartmalı sikkeler.

Kazılarda bulunmuş sikkeler. Yüzlerce kümeler halinde, kimisi altın.

Kazılarda bulunmuş sikkeler. Bunlar biraz kalın.

Kulplu su testileri, bir tanesi dört kulplu.

Testiler ve kesici aletler.

Küçük çömlekler.

Kılıç ve kamalar.

Çeşitli balta, kama ve şiş aletleri.

Dört tane sürahi, boyutları birbirine uymuyor.

Tersine ince konik bir süs eşyası ve iki geniş karınlı testi.

Geniş ağızlı büyük bir çömlek süslemeli, Tabanı çok küçük, dengede tutmak zor olsa gerek. Yanında da kırık iki testi.

Çömlek ve kulplu testiler.

Testi ve yemek tabakları. Tabaklar pişmiş topraktan yapılmış.

Süslemeli testiler ve pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller. Bir koyun oturmuş durumda, üç kadın heykeli ve bir çocuk oturmuş durumda. Bir tane de boynuzlu bir hayvan heykeli. Heykel çok küçük, minyatür.

İki kulplu tava, tencere ve testiler.

Çanaklar ve testiler.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller ve heykel başları.

Pişmiş topraktan kap kacak ve dikdörtgen bir tepsi.

Altın bir taç ve ince yaprak bileklikler.

Bronz bir sürahi ve altın süs takılar.

Yüzük ve küpe çeşitleri.

Sol kolu üzerine yatar durumda mermer çıplak bir erkek heykeli.

Kap, kacak ve küçük heykeller.

Kap kacak ve küçük heykeller.

Cam şişeler geniş karınlı.

Cam şişe ve süs taşları.

Cam kaplar ve bilezikler.

Beyaz pürüzsüz bebek yüzlü, kanatlı Eros heykeli

Mermer çocuk heykeli.

İki kadın birbirine sarılmış durumda. Bazı parçaları eksik. Diğer bir kadın heykeli de sağ bacağını arkaya doğru kaldırarak sağ elini bacağına doğru uzatmış, hafif sağa doğru eğilmiş durumda.

Pürüzsüz mermer Eros başı.

İki Eros başı daha.

Heykeltıraş tarafından bitirilmemiş heykeller. Yüzleri belirsiz, sadece kaba olarak bırakılmış.

Başı olmayan elbiseli kadın heykeller dört tane.

Avluya çıkıyorum güneşin altına. Dışarıda lahitler sergileniyor. Lahitlerin yan taraflarında kabartma figürler yapılmış. Yerde elinin dirseği üzerine yaslanarak yatar durumda bir kadın. Kadının üzerinde ayakta ileriye hamle yapmış bir erkek figürü ve karşısında atın üzerinde başka bir erkek. Burada anlatılmak istenen bir kadın için dövüşen iki erkek anlatılmaya çalışılmış. Dünyada kavgaların çoğu ve savaşların çıkma nedeni kadınlar yüzünden. Tarih hep yazılıdır. Benim anlamadığım mezarı yapılmış bu kişiyi hangisi temsil ediyor. Atın üstündeki mi yoksa kadının üzerinde ayakta olan mı? Bilemedim doğrusu.

Başları olmayan elbiseli heykeller.

Kenarları kabartmalarla işlenmiş bir lahit. Ölen kişinin hayatında yaptığı işleri betimlemiş. Lahit ‘in kapağı da büyük bir olasılıkla ölen kişinin yana doğru dirseği üzerine yaslanarak yatmış bir erkek heykeli.

Mermerden öküz başı.

Avlunun ortasına havuz yapılmış. İki başında da heykeller konulup heykelin bir yerinde havuza su akıyor. Avlu bozulmuş çim kaplı. Kenarlarda sundurma, altlarında lahit mezarlar sergilenmiş.

Başka bir lahit yanı, ölen kişinin yaşamından figürler. Ölmüş olan sanki bir öğretmen gibi ders anlatır durumda, bir diğerinin elinde bıçak savaşır gibi. Karşısında başka birinin bir elinde bıçak diğer elinde üçlü yaba. Hangisi ölüyü temsil ediyor bilemedim.

Tekrar kapalı alanın diğer tarafına giriyorum Efes antik kentinde o kadar çok buluntu var ki müze ona göre büyük. Depolarda saklanıp sergilenmeyen yüzlerce eser daha olmalı. Şimdi 2. bölümdeyiz.

Hani şimdilerde fotoğraf makinesi icat edildiğinden beri çekilen aile resimleri vardır ya aynı onun gibi mutlu bir aile resmi sanki. Oturmuş durumda anne, kucağında bir bebek tutuyor. Bir elinde de çanak. Aile reisi erkek ayakta durmuş, önünde biri erkek biri kız iki çocuk. Diğer yanda sakallı, yaşlı bir ihtiyar. Ayakların dibinde köpek yatmış. Tam bir aile resmi ve solmaz biçimde mermere yontulmuş. Heykeltıraş ta ustalığını göstermiş burada. Bu resmi yaptıran da zengin biri olmalı. Yoksa usta işçilik isteyen bu figür kabartmayı herkes yaptıramaz. Heykeltıraş ta iyi para karşılığında yapmıştır.

Deniz kabuklarından yapılmış kolyeler.

Süs boncukları, eşyaları turuncu renkte olanlar var. Kimisi dikdörtgen olan ortası delik taşlar.

Minyatür heykeller.

Süs eşyaları.

Anahtar biçiminde ahşap oyma. Bir tane de insan eli.

Keçi kafası küçük heykeller. Kimmerler döneminden.

Zengin bir tüccarın altından yaptırdığı küçük heykel. Bu heykel aynı zamanda tüccarın mührü.

Altın süs eşyaları, boncuk ve iğneler.

Altın süs eşyaları. Dört tanesi silindir cam üstüne konularak sergileniyor.

Altın yüzük ve küpeler.

Bronzdan yapılmış, küçük parfüm ve koku kapları.

Bronz süs eşyaları.

Bronz süs eşyaları ve küçük köpek heykelleri.

Pişmiş toprak kandilleri, değişik şekillerde, irili ufaklı.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük heykeller.

Yine altın bir heykel biçiminde mühür.

Küçük vazolar, kenarları işlemeli

Çanak çömlek ve kapak işlemeli.

Pişmiş topraktan yapılmış küçük testi biçiminde kaplar.

İrili ufaklı pişmiş topraktan sürahiler. Tam ortada geniş bir çanak biraz büyük. Ama çanak bir daha işlem görmüş arkeologlar tarafından. Kazıda bulunan bu çanak kırık ve dağınık olması üzerine eksik olan kısımlarını çömlek çamuru ile tamamlanıp pişirilerek sağlam hale getirilmiş. Çanağın kırık orijinal parçaları kırmızı pişmiş toprak renginde. Tamamlanmış kısımların rengi de bej. İkisi arasında bayağı renk farkı var.

Gelelim yakınlarda bulunan Artemis heykeline, Anadolu Artemis’e. 1956 yılında kazılarda bulunan iki heykel biri güzel Artemis, diğeri büyük Artemis müzede sergileniyor. Bu Anadolu Artemis heykelleri kazıda bulunduktan sonra Türkiye de henüz sergilenmeden yurt dışına götürülüp sergilenmiş. Sonrasında tekrar Türkiye’ye geri getirilip ilk önce İzmir arkeoloji müzesinde sergilenmiştir. Selçuk’taki müze bitince şimdiki yerinde sergileniyor. Büyük bir ihtimalle yurt dışı olan yer Belçika’nın başkenti Brüksel de müzede sergilenmiş. Türkiye’ye belki de taklitleri yollanmış olabilir. Durum hiç belli değil, karanlık benim için. Bulunduğunda çekilen resimde sol eli kıvrımdan kırık, yani yok. Şimdikinde ise el var, parmaklar kırık sadece. Şüphem bu yüzden.

Aşağıdaki güzel Artemis heykeli denmesinin nedeni mermeri beyaz ve parlatılmış. Ayrıca yüz hatları büyük Artemis ten daha güzel yontulup işlenmiş. Güzel Artemis Anadolu Artemis’i; başında yuvarlak başlık ve başlıktan omuzuna kadar hayvan figürleri işlenmiş yelpaze gibi. Boynunda Ay’ı simgeleyen işlemeli çember, göğsünde yan yana duran 20 kadar yumurtalar sıralanmış. Kolları dirsekten yukarı kaldırıp ileri uzatmış durumunda. Altında ayak ucuna kadar altı sıra üçer hayvan figürü. İki yanında da büyük bir olasılıkla ceylan heykeli ama ikisinin de sadece tek ayağı kalmış. Demir çubukla ayakta durması sağlanmış. İkisinin de başı yok.

Heykeli daha yakından görebilmek için 3 resim çektim. Baş, göğüs ve ayaklar.

Baş kısmında yuvarlak bir başlık var. Başın iki yanında yelpaze gibi duran kabartmalarda en üstte bir tane aslan, altında iki tane kartal, onun altında iki öküz. Bu hayvan figürleri iki yanda simetri biçiminde, hepsinin kanatları var ve geyik gövdesine konulmuş. Bu hayvanların hepsi de dizleri üzerine oturmuş durumda. Artemis’in tatlı bir yüzü var, sadece burnu kırık ve çenesinde çok az darbe görerek kırılmış.

20160424_162435_HDR

Boynunda Ay’ı simgeleyen halka, onun altında ise burçları ve güneş sistemini simgeleyen kabartmalar yapılmış. Göğüs kısmında da toplam kırk kadar bereketi simgeleyen yumurtalar. Kimisi bereketi simgeleyen meme olarak yorumlamış, kimisi ise boğa testisleri olarak yorumlanmış. Bana göre kimi böceklerin karada yada denizde yumurtaları böyle yan yana dizili olarak gördüğüm biçimi. Dirseklerden ileriye doğru uzatılmış olan kollarda ikişer tene açma simit biçiminde kalın bileklik. Sanki kollarını iş yapmak için sıyırmış. Bir de her iki kolunda dirsekten omuzuna yaslanmış ikişer erkek aslan.

Alt kısmında da üçerli hayvan figürleri, hepsi kanatlı ve dizleri üzerine çömelmiş durumunda. En üstte birinci sırada erkek üç aslan. İkinci sırada boynuzlu keçi. Üçüncü sırada kartal başlı hayvan. Dördüncü sırada dişi aslan. Beşinci sırada ceylan, Altıncı sırada boynuzlu öküz olarak sıralanmış. En altta da iki çiçek süs olarak kondurulmuş. Heykelin yanlarında aynı biçimde kanatlı çıplak kadın kabartması, altında çiçek motifi ve arı kabartması. Bu yine tekrar edilmiş.

Sıra geldi büyük Artemis heykeline. İlk önce komple çekiyorum uzaktan. Bu heykel diğerine göre daha büyük ama rengi soluk.

Artemis’in başlığı tapınak biçiminde üç katlı kule. Bu bulunduğu kenti koruyan, gözeten tanrıçayı simgeliyor. Başlığın en üstünde sütunlu tapınak, ortada kanatlarını açmış kartal başlı bir hayvan. Üzerinde kemer işlenmiş. Alt kısmında ise hayvan kabartmaları, kırık olduğundan anlaşılmıyor. Tam başında yuvarlak bir taç takılı. Burnu tamamen kırık, dudaklarının bir kısmı ve çenenin altı yana doğru kırık. Başlıktan omuzlara kadar yelpaze gibi yanlarda öteki heykeldeki gibi hayvanların kabartmaları yapılmış. Sol tarafta bir kısmı kırık ve hayvan kabartmalarının baş kısımları tahrip edilerek kırılmış. Sağlam olan hayvanların bir kısmı güzel Artemisten farklı hayvanlar var. Boynunda dört sıra gerdan ve Ay’ı temsil eden hilal ay tanrıçası olduğunu belirtiyor. Hilalin üstünde meyve kabartmaları yapılmış. Burada burçların simgelerini göremedim.

Göğüs kısmında bereketi simgeleyen yumurtalar sıralı. Diğer heykeldeki gibi kollar ileri uzatılmış ama dirsekten kollar kırılıp yok edilmiş. Kollar iki demir lama alttan desteklenmiş. Diğer heykeldeki gibi kollarda birer aslan var.

Memelerin bittiği yerde belde kemer bir çiçek bir arı kabartması olarak yapılmış. Kalçanın altında yanlara doğru iki çıkıntı kırık durumda. Bacakların yanında çıplak kanatlı kadın altında arı ve aynı kabartmalardan birer tane daha yapılmış. En altta çiçek başı ile sonlandırılmış. Ön kısımda ise  üçerli hayvan figürleri, çoğu tahrip edilmiş. Heykelin ayak kısmı yok, kaideye öylece kondurulmuş.

Kazılarda bulunmuş erkek kolu, kime ait olduğu belli değil ama işçilik mükemmel. en ince ayrıntısına kadar tüm detayları ile yontulmuş. Parmaklarınla avucunu kapatmış avuç içi de yontulmuş. Elin baş parmağı ve işaret parmağı kırık. Parmaklardaki tırnaklar bire bir insan tırnakları ile aynı ölçüde. Koldaki damarlar da unutulmamış.

Sevimli bir çocuk başı, kıvırcık saçları, anlında iki kırışık çizgi, kulakları, yuvarlak çenesi, dolgun yanakları mükemmel. Hele iri gözleri, göz kapakları ve kaşları harikadan öte. Çocuksu küçük dudaklar da başka bir güzellik. Heykel başı zarar görmüş, sağ yanı gözün yanından boydan boya kırık. Sonradan birleştirip yapıştırılmış.

Binalarında kirişlerde  kullanılan alın süslemeleri.

Kabartma heykeller yaşanmış bir olayı anlatıyor. Erkekler, kadınlar kimisi çıplak ya da yarı çıplak. Kimisi, de giyinik, elbiseli.

Kabartma heykeller. Bir olayı yada savaşı anlatıyor.

Kabartma heykeller, aralarında bir köpekte var. Ortadan dikine kırık.

Heykel başları, ünlü Romalı komutanlar, İmparatorlar.

Heykel başları.

Heykel başları, aralarında bir imparatoriçe büstü.

Bir erkek be bir kadın heykeli, heykeller parçalanmış. Eksik olan parçalar yenilenip birleştirilerek toparlanmış. Kolları ve belden aşağısı yok.

Yine bir aile resmi, İki kadın, bir erkek ve yanlarında bir çocuk. Giydikleri elbiselere bakılırsa soylu ve zenginliği ortaya çıkarmış. Kadının birisinin yüzü parçalanmış ve heykellerin kolları yok.

Genç bir kadın heykeli, kolları kırık. Yanında da asker gövdesi ama çoğu parçası yok. Nasıl birisi olduğu belli değil.

Yüzü parçalanmış kadın kabartması. Kumaş elbisesi kıvrımlı, belinde kuşak var. Yanında çıplak erkek heykeli, sadece boynuna bağlanmış pelerini var. Pelerin arkaya doğru rüzgardan dalgalanır gibi.

Kırık dökük kabartma heykeller. Bir at başı, yanında yularını tutan birisi. Sadece atı tutan heykel sağlam. Önündeki heykelin kafası yok. Onun önündeki yere oturmuş geriye kaykılan kafası olmayan birisi. Solda bir savaşçı sol dizi yerde, sağ dizi yukarıda oturmuş durumda. Elinde kılıç sağ dizine elini koymuş, kılıç dik durumda ama yarısı kırık.

Müze ziyareti bitti, dışarı çıkıyorum. Tarih gezim çabucak, heykellere fazla bakmadan hızlıca sadece resim çekerek sonlandırdım. Tarih boyunca yaşanmış olan Efes antik kentinin muhteşem eserlerinin sadece bir kısmını görebildim. İyice görmek, gezmek, detayları incelemek için bir gün yetmez. Günlerce sürecek bir alanda inanılmaz eserler açık havada ve müzede sergileniyor. Her gün yerli ve yabancı turistler akın akın ziyaret ediyor. Şimdiye kadar yaptığımız Az Bilinen Antik Kentler Turlarında Efes antik kentini ve müzeyi böyle detaylı gezememiştik. Ben de en son 1978 yılında genç lise çağımda gezmiştim. Herkesin gelip görmesini isterim. O zamanlarda fotoğraf makinesi olmadığından resim çekilemediğinden heykeltıraşlar geleceğe bir çok heykel bırakmış. Zengin bir ticaret ve din, merkezi olması parlak günler yaşanmış. Zamanla doğal erozyon sonucu Küçük menderes liman kenti olan Efes şehrinin denizle olan bağlantısını kopararak tarihin sayfalarına gömülmüş.

Müzedeki heykellerin çoğu taklit olabilme olasılığı çok yüksek olduğunu araştırmalarımdan zamanla öğrendim.

Sıra geldi önemli bir yere; Meryem ana Evi ne. Yine iki gruba ayrıldık, ilk grup otobüslerle Meryem anaya gidip geldikten sonra geriye kalan ikinci grup ile otobüslerle yukarıya doğru çıkmaya başladık.

Meryemana evi Bülbüldağı’nın tepesinde. Yukarı çıktıkça manzara görülmeye başlandı. Selçuk kasabası buradan toplu halde görünüyor. Selçuk bir köyden büyük, bir kasabadan küçük. Etraf çam ağaçları ile kaplı.

Selçuk tan 7 Kilometre uzaklıkta olan Meryem ana evine ulaşmak için dağın dönemeçli yollarında tırmanarak vardık. Aşağıdaki resimde Meryem Ana yazıyor.

Yuvarlak bir çukur, kenarları taş örülerek yapılmış. Derinliği bir buçuk metre kadar. Çukura inmek için yandan merdiven yapılmış. Büyük bir olasılıkla çukur bir binanın mahzeni olabilir. Bina yok olmuş sadece çukur kalmış.

Aşağıdaki resimde Meryem Ana Evi hakkında tarihsel bilgiler yazılı bir tabela var. Altında da;

Burası Hz İsa’nın annesi olan Meryem Ana’nın yeri olarak kabul edilir.

Kutsal yazıtlara göre kanıtları:

.Aziz Yuhanna yazdığı İncilde Hz. İsa’nın ölmeden önce annesinin kendisine şöyle emanet ettiğini söylemektedir: “İşte annen! O andan itibaren O’nu yanına almıştır.”

.”Havarilerin İşleri” kitabında ise Hz. İsa’nın ölümünden sonra Kudüs te Hıristiyanlara karşı zulüm hareketlerinin başladığını yazmaktadır. Aziz Stefanus MS. 37’de taşlanmış. Aziz Yakup da  MS. 42’de kafası kesilerek öldürülmüştür. Aynı dönemlerde havariler dünyaya İncil’i müjdelemek için iş bölümü yapıp ayrılmışlardır. Aziz Yuhanna’ya Küçük Asya görevi verilmiştir. Kudüst’deki olaylardan dolayı Meryem Ana’yı yanına aldığı bir vakıadır.”

Yazının devamı;

Tarihi bilgilere göre kanıtlar:

İki kanıt bulunmaktadır:

Aziz Yuhanna’nın mezarının Efes’te olması. MS. 431 yılında Aziz Meryem’in kutsal analığı doğmasının kabulü için. Efes’te yapılan ekümenlik konsil’in, dünyada Meryem Ana’ya adanmış olan ilk kilisede yapılmış olması. Kilise ataları, Nestor hakkında konuşurken, “Yuhanna ve Aziz Meryem Ana’nın bulunduğu Efes’e vardığında…” diye yazmaktadırlar.

Bir de, Efes’te yaşamış ilk Hiristiyanların soyundan gelen ve Kirkince’de oturan Ortodoks cemaatinin sadakatle birbirine anlatarak aktardıkları bilgiler vardır. Bu cemaat, her yıl, Meryem Ana’nın uykuya dalmasını hatırlamak ve kutlamak amacı ile buraya gelmekte idiler.

PANAYA KAPULU diye adlandırdıkları bu yere geliş sebepleri, Meryem Ana’nın burada yaşamış ve ölmüş olduğunu atalarından sürekli duymuş olmaları idi.

Meryem Ana evinin bulunması:

Geçtiğimiz yüzyılda, “Alman rahibe Catterina Emmerich’in açıklamaları yönünde Meryem Ana’nın hayatı” adlı bir kitap yayınlandı. Bu rahibe, bu yerleri hiç görmemiş olmasına rağmen onları çok etkileyici bir biçimde tasvir ediyordu. Bu kitapta, Efes Bülbül dağı ve Meryem Ana’nın son yıllarında yaşadığı ev, çok belirli ve açık şekilde anlatmakla idi. Bu anlatılanların ışığında, iki ayrı bilimsel grup 1891 yılında bu evin kalıntılarını ortaya çıkardıklarında, Alman rahibenin anlatımlarına tamamen uyduğu anlaşılmıştır.

İbadethane:

Meryem Ana’nın yaşadığı evin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Temelleri I. ve IV. asra aittirler. Duvarların bir kısmı VII. asra aittir. Son restorasyon çalışmaları 1951 yılında yapılmıştır.

Meryem Ana’nın bronz heykeli kahverengi renginde, üzerinde bir elbise, omuzunda şalı, başına da taç takılmış. Kollarını az ileri uzatıp avuçlarını açmış durumda ziyaretçileri karşılıyor ilk önce. Arkasında büyük zeytin ağaçlarının gövdeleri. Heykel kayaların üzerine oturtulmuş.

Avluda çam ağaçları, zeytin ağaçları var. Yeşil çit öbekleri ile bölümlendirilmiş. Beyaz boyalı oturma bankları dört sıra. Kalabalık grupların topluca ayin ve dua etmeleri için yapılmış sanki.

Meryem Ana evinin girişi pek geniş olmayan üstü kemerli bir geçitten girişi var. Solda, girişte uyarı tabelası konulmuş, tabelada “Sessiz olun” ve fotoğraf makine resmi üzeri çizgi çekilmiş. En altta da İngilizce “No photos” uyarı yazısı. Yani içeride resim çekmek “Yasak Hemşerim” uygulaması burada da var. Ama unutmadıkları bir şeyi “utanmadan” da yapıyorlar “Bağış Kutusu” yazısını koymayı biliyorlar. Şimdiye kadar hiç bir din için bağış yapmadım yapmam da. Bu benim inancıma ters.

Bekçinin uyarılarına aldırış etmeden dışarıdan bir kaç resim çektim. İçeriyi görmeye de hevesim kaçtı. Hep böyle yerlerde “Yassak Hemşerim” sözü benim orası ile ilgili hevesim sönüyor. Artık tarihi bir yer, antik, görülmesi gereken yer kavramı kafamda siliniyor. Normal bir yer gibi algılıyorum. Bu huyumu çok seviyorum, hiç bir zaman kurumasın.

İç alana girişte kemer var. Tam karşıda da kemerli büyük bir niş, nişin içinde Meryem Ana heykeli. Heykel yüksekte. Heykelin yanında iki vazo, içinde çiçekler. Ön tarafında tahta masa, masa işlemeli masa örtüsü ile örtülmüş. Masanın önünde de saksıda çiçekler konulmuş. Masaya ve heykele yanaşılmasın diye kırmızı urganlar çekilmiş. Yerde halı döşeli.

Giriş tünelinin ucundan sağ tarafın bir resmini çekiyorum siz okuyucular için.

Niş içinde yağlıboya bir tablo asılmış, Meryem Ana’ya dua eden biri resmedilmiş. Niş tabanı işlemeli bez örtü konulmuş. Küçük saksılarda çiçekler.

Kalabalık ziyaretlerde insanların dua etmeleri için küçük Meryem Ana heykeli konulmuş. Heykelin üstü örtülü, Heykel mermer bir plakanın üzerinde. Profil demir ve üzeri yarım yuvarlak saç örtü heykeli yağmurdan koruyor.

Aslında kilisenin içinde mumların yanması gerek ama mumların isleri zamanla içerisini kararttığından dışarıya mangal gibi profil demir, üstü sac ile kaplı. Yanları ve arkası cam konularak kum havuzunda mumları dikip hiç bir zaman dilekleri olmayacak mumları yakıp dilek diliyorlar. Mumları da para ile satıyorlar dikkat edilmeli!

Mangalın içinde 15 civarı mum dikilip yanar durumda. İnanışa göre mum sönmeden yanıp biterse dilekler gerçek olurmuş. Sönerse havanı alırsın. Ama para kazanan bir kurum insanların mağdur etmemesi ve dileklerinin gerçekleşmesi için açık havada olsa da  camekanla kapatıp mumların sönmemesi sağlanmış. Şafak Omaç mum yakarken, Allah kabul etsin.

Meryem Ana Evi ziyaretimiz bitti. Pek hevesim kalmamış olarak Bülbül dağının güzel ormanında sık ağaçların arasından sızan ışık hüzmeleri bence daha güzel. Bu güzelliği görmek gerek, hem bedava hem de resim çekmek yasak değil.

Uzun ağaç gövdeleri sarmaşıkların hışmına uğramış. Ağaç dalları sık ve aralarından güneşin ışıkları sanki su dökülür gibi.

Otobüslere binip Selçuk’a doğru inişe başladık. Yüksekten resim çekiyorum, önümde yaprakları taze incir ağacı. Arkasında Selçuk kasabası görünüyor.

Müzenin önüne getiriyor otobüsler bizi ve iniyoruz. Artık veda zamanı geldi. Az Bilinen Antik Kentler Turu burada son buluyor. Şehir dışından gelenler garaja gidip otobüsle evlerine dönecek. Kimisi bisiklet sürüp İzmir’e pedallayacak. Bir kısmı da Pamucak ta belediyeye ait tesislerde kamp kuracak. Arkadaşlarla vedalaşıp uğurluyorum görebildiklerimi. Sonrasında Pamucak kamp alanına gidecekler bir araya gelerek yola çıktık. Kamp alanı 10 Kilometre civarı, eski yol olan ağaçlı yoldan gidiyoruz bir süre. Ana yol sol tarafımızda.

Yeni yapraklarını açmış dut ağaçları gezinti ve bisiklet yolunun iki yanında sıralı olarak dikili. Soldaki yol bisiklet yolu asfalt döşeli. Sağdaki yol ise toprak yol, koşu ve yürüme amaçlı olarak kullanılıyor. İki yol arasında çimen ekili yemyeşil.

Bisiklet ve yürüme yolu bitiyor eski asfalt yolda bir süre daha gidiyoruz. Güneş sol tarafımızdan batmak üzere.

Bagajları yüklü 6 bisikletçi ağaçlı yolda ilerliyor gün batımına doğru

Güneş ufka yaklaşmış bereketli Küçük Menderes ovasında. Toprak yollar, bir kaç ağaç ve yabani otlarla kaplı arazi.

Ferdimen güneşi tam ufuk çizgisinde yakalıyor. Güneşin olduğu yer kızıla boyanmış, Yanlar giderek koyulaşan bir mavilik. Üstümüz masmavi. Arkadan vuran güneş ışıkları ağaçları bir gölge durumuna düşürmüş.

Selçuk belediyesinin kamp alanına varıyoruz, ilk olarak herkes çadırını kurup yerleşiyor. Hava kararmaya başlayınca bekçiden anahtarları alıp enerji panosunu açarak aydınlatmalara ve prizlere enerji verdim. Tuvaleti de var oh ne güzel. Hava iyice kararınca yemek işlerine başladı herkes kendince. Yemek faslı bittikten sonra kuru okaliptus dallarını toplayıp bir güzel kamp ateşi yaktık. Selçuk ta bisikletçi dostum Adnan Barım da arabası ile gelerek sohbetimize katıldı. Hava mis gibi, ortam güzel, arkadaşlar harika olunca sohbet bitmez. Herkes içeceğini Selçuk’tan almış olduğundan ortaya çıktı. Ben de bir tas otlandım şaraptan. Şarap ve ateş içimizi ısıttı baharın serin akşamında. 30 kişi kadar varız. Yarımız Olcay Ormankıran öncülüğünde Antik kentler turunun devamı olan Metropolis’i gezecekler. Geriye kalanlar da yani bizler bu yıl ilk defa gerçekleştireceğimiz Suyun Kaynağına Yolculuk projesini gerçekleştireceğiz.

Bu projeyi Şafak Omaç ve ben düzenliyoruz. Amacımız da İnsan eli ile yapılan erozyon ve kirliliğe dikkat çekmek için bisiklet turu yapmak. Bu tur için bir kaç arkadaş daha aramıza katıldı. Gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer çadırlara çekilip dinlenmek için uyumaya başladık. Ben de çadırıma girip yatmaya başladım.

Bir turu da başarı ile bitirmenin huzuru var içimde güzel bir turun mutluluğu ile uykuya daldım.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği 5. güne ait video görüntüsü.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 48 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Turu Hazırlık

5. Az Bilinen Antik Kentler Turu Hazırlık

21 Nisan 2016 Perşembe

Alaçatı Kamp Yeri.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Çelik uğultularla burgaçlanırken

Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu

Ve her nasılsa keklik sekişli

Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine

Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa

Ne kalmışsa bir önceki serüvenden

Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları

Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde

Pervasız bir acemi, bir çılgın

Soyu tükenen bir bilgeydi belki de… 

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Üstü palmiye dalları ile örtülü çardağın önünde bisikletim KUZ ve kıytırık duruyor. Çardakta Az Bilinen Antik Kentler Turu pankartı asılı.

Bir tur yazısı daha başlıyor ama bu turun bir özelliği var. Her zaman gönüllü olarak çalıştığım tur benim olduğu kadar daha çok bizim. Bu turun oluşmasını sağlayan Olcay Ormankıran ve bizler hepimiz katılımcıyız. Çünkü ABAK gönüllüleri olarak hepimiz elimizi taşın altına koyup tur nasıl yapılır, neler yapılır, niye yapılır en ince ayrıntısına kadar değerlendirip daha az maliyetli daha çok kaliteli bir tur yapmaya çalışıyoruz. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu bir festival değil, bir hizmet turu değil. Katılımcılar da gönüllülük esasına dayanarak hep birlikte sorumluluk alarak gerçekleştiriyoruz. Biliyoruz ki parayla sadet olmaz, gönüller bir araya gelince en güzel turları yaparız. Tur hem iyi bir tatil, hem antik kentlerde yaşanmış uygarlıkları öğrenip kültürümüz artıyor hem de dayanışmayı, birlikte olmayı, dostlukların, sohbetlerin sürekliliği insanı psikoloji terapi yaparak ruhunu dinginleştiriyor.

Tüm kış boyunca bir araya gelip turda yapacaklarımızı, tur haritasını, kimlerin neler yapacaklarını karara bağladık. İki kez hafta sonu kamplı turlar yapıp grubun gideceği yolları görerek iyice netleştirdik. 23 Nisan Çocuk bayramını hangi okulda nasıl kutlayacaktık onun araştırmasını yapıp okul yönetimi ile anlaştık. Ören yerlerine giriş için gerekli izinler alındı. Belediyeden kumanya ve çocuklara vereceğimiz hediyelerin desteğini aldık. Turda katılımcıların her zaman kullanacağı minik hediyeyi belirledik. Hediyemiz krom nikel bardak. Buff rengimiz de yeşil. Tur hazırlıkları bittikten sonra katılımcıların kayıtlarını alıp 100 kişilik kontenjana göre gelecekleri belirleyip yayınladıktan sonra tura başlayacağımız günü beklemeye başladık. Ben her yıl olduğu gibi kendime özel tişört bastırdım. Tişörtümün rengi bordo.

Bir yıl boyunca İzmir büyükşehir belediyesi öncülüğünde Eurovello bisiklet yolunun Avrupa dan Türkiye’ye bağlantısı için Efes – Mimas rotasını çıkarmıştık gönüllüler olarak. Bu yıl yapacağımız Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu’nun rotasını Efes – Mimas rotasına uyarladık. O yüzden başlangıç yerini Çeşme olarak belirledik. Belediye bunun için özel forma bastırdı ama hatalı olunca turda kullanamadık.

Tur Çeşme Alaçatı dan başlayacak o yüzden kamp yerinin hazırlıklarını yapmak için bir gün önceden gideceğiz. Toplanma yeri Alaçatı olacak. Hazırlıklarımı yaptım, eşyalarımı bisikletim KUZ ve römorkum kıytırığa yükledim. Bu kes kıytırığı evde yalnız bırakmayacağım. Kıytırık sevinçten yerinde duramıyor kıpır kıpır. Yola çıkmaya hazırım.

Evimin bahçesinin kapı önü sokakta bisikletim KUZ ve römorkum kıytırık. Bahçemin iç kısmında bir limon ağacı var. Kaldırımda ise Soldaki giriş kapısının dibinde Erguvan ağacı, yanında güzel kokulu Melisa. Arada Sardunya çiçekleri kırmızı, beyaz renkte. Aşağıdaki bahçe kapısının dibinde ise Ihlamur ağacı, kocaman oldu. Bu yıl yedinci yaşında, ıhlamur açması gerek. Kapının diğer yanında çekirdeksiz Sultaniye Üzümü. Salihli den getirip dikmiştim. Henüz üzüm yiyemedim daha. Bakalım ne zaman üzüm verecek. Üzümün aşağısında Gül ağacı açmış beyaz gül çiçeği. Bahçemizde rotvaydır köpeğimiz dışarısını görmeden yaşıyor. Köpeğin olduğu tarafta sac eternit var. Köpeğimiz gelen geçeni korkuttuğu için kapattık. Bir de dikkat köpek yazısı uyarı levhası asılı.

İlk önce Konak ta belediyenin olduğu yere geldim. Belediyenin kamyonetine bisikletleri ve eşyaları yükleyip Alaçatı’ya kamp yerine geldik. Kamp yerini Doktor Serhat ayarladı. Burası rüzgar sörfünün yapıldığı yer. Sezon henüz açılmadığından tesis boş olunca kamp yerimiz burası olacak.

Çitlerde “Turist güç gelir, kolay gider” bez pankartı asılmış. Doğru bir söz ama işletmeciler gelen turistlere kazıklamaktan geri durmuyorlar. Hele hele Alaçatı’ya gelinmez bile. Çünkü fiyatlar o kadar uçmuş ki bizleri aşar. Parasının hesabını bilmeyenler için önemli değil. Yedikleri kazıklardan bıkan turistler niye gelsin ki. Turist gelmedi diye ağlaşmaları bence boşuna, beter olsunlar diyorum. Çitin arkasında yeşil çimenler ekilmiş.

Yakın zamanda işaretleme yaptığımız kamp yeri yönlendirmeleri asfaltta duruyor. Kendi gelecek olanlar kamp yerini kolayca bulacaklar.

Asfaltta sola ok işareti ve ABAK KAMP yazısı kırmızı sprey boya ile yazılmış.

Kamp alanına inmeden, biraz yüksekçe bir yerden yat limanı üç havuz olarak yatlar bağlanmış, kıyıda kiremitli tek katlı küçük evler. Karşıda tepeler ağaçsız çıplak. Deniz mavi, gökyüzü mavi, çimenler yeşil. Renk uyumu iyi olmuş.

Kamp alanına gelip eşyaları ve bisikletleri indirdik. İlk olarak kamp yerinin temizliğini yaptık. Bir elimde süpürge diğer elimde kürek çöpleri toplarken. Üzerimde Bordo renkli ABAK tişörtü. Yaldır yaldır yanıyor. Arkamda iki tane sörf ve şezlonglar tentenin altında gölgede.

Karargah olarak çardağı seçtik. Kayıt ve katılımcılara vereceğimiz hediyeleri burada vereceğiz. Kamp alanını temizleyip çadırların yeri için şeritleri çektikten sonra biraz dinlenmeli. Buraya bisikleti ile bir gün önceden gelen Ferdi kızıl, namı diğer Ferdimen ABAK gönüllüsü olarak yardımlarını bizden esirgemedi. Öyle olunca kahveyi hak etti ve oturup birlikte kahve içtik. Uzun süredir görmemiştim yol arkadaşımı. Sohbet edip dertleştik kahve içerken.

Çardak ahşaptan yapılmış, yanında taze yapraklarını açmış incir ağacı. İyi gölge yapıyor. Ferdimen arkası dönük yan oturmuş. Ben de yüzüm Ferdimen’e dönük yan oturmuşum. Yüz yüze kahve içerek sohbet ediyoruz mavi tahta kahve sandalyesinde. Benim kafamda mor buf ve bordo tişörtüm, Ferdimen’in kafasında koyu mavi buf, siyah uzun kollu tişört. Renk cümbüşü oluşturmuşuz.

Ahşap çardak üzeri palmiye dalları ile örtülü. Az Bilinen Antik Kentler Turu pankartımızı asıyoruz çardağın kenarına. Pankartın solunda taş devrine ait taş tekerlekli bisiklet, binicisi erkek. Sağ başta aynı bisikletten ve kadın binmiş üzerine. Az Bilinen Antik Kentler Turu yazısı sarı yeşil karışımı renkte yazılmış. Yazının üstünde sütunlu bir tapınak çizimi ve antik dikdörtgen yapı. Pankartın zemini mavi, bir kaç bulut ile süslenmiş. Pankartın yanında bisikletim KUZ ve kıytırık bağlı olarak duruyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Hava iyice sıcakladı, serinlemek için deniz şortumu giyip denize dalıyorum kıyıdan balıklama. Kendi sitilimde atlıyorum, bilmeyenler atlamasın yoksa kafasını kumlara gömer. Demedi demeyin. Ferdimen benim atlayışımı çekiyor. Başım denizin içinde diğer tarafım henüz suya değmemiş olarak havada yakalıyor. Bu yıl deniz sezonunu burada açmış oluyorum.

Katılımcılar birer ikişer gelmeye başladı. Kamp alanı giderek doldu. Çadırlar rengarenk,  Ferdimen ile yüzdüğümüz yerden çalı çırpıları toplayıp boş gelmemiş olduk kamp alanına. Akşama ABAK ateşi yanacak.

Sıra geldi çocuklara vereceğimiz hediyelerin çantalara konulmasında. Her çocuk için diş fırçası, macun seti kendi küçük çantasına konuldu. Sonrasında balon, kalem, silgileri birer birer torbalara el birliği ile yerleştiriyoruz. Yerde bağdaş kurup oturmuşum, elimde torba. Karton kutulardan hediyelikleri alıp torbaya yerleştirirken Ferdimen bizi çekiyor.  Olcay ayakta, kamyonet şoförü de çömelmiş bize yardım ediyor. Bunları yaparken neşe içinde gülerek yapıyoruz.

Renkli çadırlar doldu, önde beyaz bir bisiklet. arkada iki bisiklet, biri beyaz biri siyah. Sağda çadırım ve kıytırık. Çadırlar yeşil, mavi, kırmızı renkte.

Akşam ABAK ateşi için birkaç palet ve kesilmiş tahta parçası getiriyoruz. Sabaha kadar ateş için odun var. Ateşi kumsalda yakacağız. Odunları kovayla taşıyıp yığına döküyorum.

Hemen hemen tüm katılımcılar geldi. kayıtları yapılıp metal bardak ve yeşil buflarını veriyoruz. Herkes çadırını kurduktan sonra ilk önce sunum için bir araya geliyoruz. Sunumu Doktor Serhat yapıyor. Olcay da bize turum amacını ve gideceğimiz rotaları perdede gösteriyor. Doktor Serhat anlattıkça anlattı. Bir ara sahilden kadın kahkaha sesi gelmeye başladı. Neyse sunum sonunda bitti. ABAK ateşini ateşten sorumlu Şafak Omaç yakarak ateşin etrafında toplaşmamızı sağladı. Ateşi kumların üzerinde değil yarım varilde yakıyoruz. Ay tepemizde, ateşin yalımlarından sohbetler derinleşti.

Ay gökyüzünde, ateşin kızıl alevi gecenin karanlığında muhteşem.

Bir türkü tutturuyorum Lorca dan

Ay kocaman at kara
Torbamda zeytin kara
Bilirim de yolları
Varamam Kordoba’ya

Ova geçtim yel geçtim
Ay kırmızı at kara
Ölüm gözler yolumu
Kordoba surlarında

Yola baktım yol uzun
Canım atım yaman atım
Etme eyleme ölüm
Varmadan Kordoba’ya

Federiko Garcia Lorca

Gecenin ilerleyen saatlerinde uykusu gelen çadırına girip yattı. Son kalanlar ateşi söndürerek geceyi bitirdik.

Bu gün sadece evden Konak saat kulesine kadar bisiklet sürdüm. Alaçatı’ya kamyonetle geldim.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği video görüntüsü.

Bu gün yaptığım yol 7.28  Kilometre civarı.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Keşan Trakya Bisiklet Turu 18. Gün

19 Eylül 2013 Perşembe

Bergama – Aliağa – Menemen – Bostanlı- Balçova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Telli Turna

Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni simdi ki bana 

Sakin çıkma patika yollara 
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana        
Biz büyüdük ve kirlendi dünya

Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna

Telli telli telli su telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka             
Ne kalır yarına bizden sonraya
Her şey binip gitmiş uçurtmalara

Murathan Mungan

Öne çıkmış olan görsel, bisikletimin gidonuna takılı aynada, arkadan gelen kamyon yansıyor.

190920133977

Harika bir uykunun ardından uyanıyorum. Çamlarda yaşayan binlerce serçenin cıvıltıları ve kumruların gugukları ortalığı kaplamış. Parkın içinde bu kadar kuşun barınması ve hep bir ağızdan kendi şarkılarını söylemesi insanı rahatsız edecek kadar bir gürültü seviyesine ulaşıyor. Nisan ayında burada iki gece kalmıştım o yüzden kuşların bu sabah telaşlarını bildiğimden alışığım. Gece hepsi uyuyor, sadece bir tane guguk kuşu var ve bütün gece 10 saniyede bir hiç durmadan guguk – guguk diyerek sabaha kadar onun sesi hakim. Buranın güvenlik görevlisi guguk kuşundan rahatsız olduğunu söylemişti, göremiyorum çamların arasında yoksa yakalasam  vuracağım diye dert yanmıştı. Saat 05:00 sırlarında kuşların hepsi birden uyanıyor henüz gün ağarmadan. Başlıyorlar cıvıl cıvıl konuşmaya, ilk önce her kuş diğer kuşa günaydın, hayırlı sabahlar diyor tek tek. Haliyle binlerce kuş birbirine günaydın demesi uzun sürüyor. Ardından sıra geliyor sen ne tarafta yem bulacaksın, ben bu gün şu tarafa gideceğim muhabbeti başlıyor. Herkes gideceği yönü belirledikten sonra gruplar halinde çeşitli yönlere doğru uçup gidiyorlar. Saat 07:30 gibi tüm kuşlar gitmiş oluyor, çam koruluğunda ses kalmıyor böylece. Birden bire ortalık sessizliğe bürünüyor, sanki Dünya varmış gibi.

Sabah güneş kendini gösteriyor tüm ışıltılarıyla çamların arasından. Güneşin parlaklığı bu günün açık ve güzel olacağına işaret.

190920133932

Bu gün daha da sevinçliyim, ev özlemi iyice arttı doğrusu. 18 gündür yollardayım, ilk defa bu kadar uzun süre bisiklet üzerindeyim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltı için hazırlıklara başlıyorum. Can henüz kalkmış her zaman olduğu gibi eşyalarını yağmur geçirmez ama kullanışsız, cebi olmayan çantalarına eşyalarını tek tek yerleştirmeye çalışıyor. Haliyle uzun sürüyor toplanması. Kahvaltı etmeden yola çıkacak, Aliağa’da izban metroya yetişmesi gerek 11:30’a kadar. Yoksa 60 km daha pedallaması gerek. Benim acelem yok, akşam 20:00 de izban metroya bineceğim. Can hazırlandıktan sonra vedalaşıp yola çıkıyor. Ben yalnız kalıyorum son günümde. Olsun artık ne yapalım bu gün de böyle olacak. Sabahın seherinde çadırım ve ağaçlar alaca karanlıkta.

190920133933

“Yemek yeme üstüne bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”

diyen  Cemal Süreya haklı bence. İnsan kahvaltısını elinden geldiği karar çeşidi bol ve zengin bir kahvaltı hazırlamalı kendisine. Çantamda kalan son kahvaltılıkları çıkarıp soframı hazırlıyorum. Bir güzel de çayımı demliyorum tavşan kanı gibi. Ekmeği de Danişment köyünden almıştık, hala duruyor. Elçek ile kendimi ve kahvaltı soframı diğer çardaklarla birlikte çekiyorum.

190920133935

Son kalan acı biber salçası, bal, zeytin ne varsa masamı süslüyor. Bir güzel kahvaltımı yapıyorum parkın sessizliğinde. Henüz sabahın erken saatleri, sadece bir iki kişi sabah yürüyüşü yapıyor parkın içinde. Günaydın diyerek birbirimizin gününü kutluyoruz karşılıklı. Masada; cezve, şeker şişesi, çaydanlık, etrafı koruyucu ile çevrili, sarı su matarası, ekmek, çay bardağı, salça kutusu, içinde sarı saplı bıçak, zeytin kutusu, Trakya’da satıcının verdiği zeytinler hala bitmedi. Çok bereketliymiş. Bal kutusu, salça sürülmüş ekmek dilimi, bir parçası ısırılmış, zeytin çekirdekleri. Bunların hepsi beyaz havlu peçetenin üzerinde. Peçete çok geniş.

190920133936

Kahvaltı yaparken bir misafirim geliyor yanıma miyavlayıp yalanıyor. Kediye ekmekten başka verecek yiyeceğim yok doğrusu. Bir kaç lokma veriyorum kuru ekmek sadece. Sanırım aç hayvan ekmeği yemeğe başlıyor. Ekmeği yerken de az ilerde kumruları da kesiyor bir taraftan. Ama kumrulara doğru hamle yapmaya niyeti yok gibi. Sadece arada bir kumrulara doğru bakıyor. Sanki avcılık yeteneğini yitirmiş gibi öylece kuru ekmeği yemeye çalışıyor.

Aklıma Aşık Mahzuni Şerif türküsü geliyor

Bilmem ağlasam mı

Mevlam gül diyerek iki göz vermiş

Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı

Dura dura bir sel oldum erenler

Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı

 

Yoksulun sırtından doyan doyana

Bunu gören yürek nasıl dayana

Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana

Bilmem söylesem mi söylemesem mi

 

Mahsuni Şerifim dindir acını

Bazı acılardan al ilacını

Pir sultanlar gibi dar ağacını

Bilmem boylasam mı boylamasam mı

Aşık Mahzuni Şerif

“Yiğit muhtaç olmuş kuru ekmeğe…” Kedi ekmek yerken çekiyorum bir poz.

190920133937

10 metre ileride iki tane kumru kedinin bir şey yapamayacağını sanki biliyormuş gibi rahatça dünden kalmış kırıntıları yiyorlar çimenlerin üzerinde.

190920133938

Eh kahve altını yaptık sıra geldi kahve içmeye. Cezveme tek kişilik kahve hazırlıyorum, etrafta kimse yok. Şanslı 3 kişi olsaydı onlar da içebilirdi kahvemden. Cezve ocağın üzerinde, yanında fincan, çay kaşığı ve çakmak.

190920133939

Kahve pişiyor bol köpüklü fincanın içinde. Cezve ve ispirto ocağı.

190920133940

Elçek ile kahve keyfimi çekiyorum. Saçlar değil de sakallar birbirine karışmış durumda ama gayet memnunum bu durumdan. Cildim biraz dinlenmiş oluyor 18 gün boyunca.

190920133941

Kahvaltının ardından toplanıp bisikletime yüklüyorum eşyalarımı. Yola çıkıyorum yavaş yavaş. Gece girdiğimizde Bergama tabelasını çekememiştim. Karşıya geçip resmini çekiyorum. Tabelada; Bergama, Nüfus: 81400 yazıyor.

190920133942

Ve Bergama dan ayrılmış oluyorum böylece. Bergama çıkış tabelasına çapraz kırmızı şerit çekilmiş.

190920133944

İzmir 103 km diyor ama ben Aliağa ya kadar gideceğim aheste aheste. 50 km civarı. Tabelada D240, İzmir 103, Çanakkale 238 yazılmış. Bisikletim KUZ solda park halinde.

190920133943

Keşan’a giderken karşıda görünen tepelerin ardından gitmiştik. O yol daha kestirme, Bergama dağın dibinde kurulduğundan ana yol Bergama’ya yakın yere kadar girip tekrar sola dönüyor. Haliyle yol uzamış oluyor böylece.

190920133945

Ana yol, Çanakkale – İzmir kara yolu. Asfalt düzgün olduğu için bisiklet akıp gidiyor. Karşıda sivri bir tepe var.

190920133946

Mısır tarlası, hayvanlara yem olsun diye yetiştiriliyor. Henüz biçilmemiş, öyle bir sarı rengi var ki insan bakmaya doyamıyor doğrusu.

190920133947

Kimi tarla da yemyeşil, kimi sürülmüş, kimi sapsarı. Bakır çayın suladığı bu bereketli ova binlerce yıldır burada insanlar yiyecek besinini yetiştiriyor.

190920133948

Mısır tarlaları düzenli sıra halinde ekilmiş, henüz sararmaya başlamış.

190920133949

Bakırçay  köprüsünden geçiyorum, su var ama burnuma pis kokular geliyor. Köprü korkuluğu, Bakırçay tabelası ve akan nehir.

190920133950

Pis kokuların sebebi sanayi artıkları ve lağım arıtılmadan direk Bakırçay’a bırakıyorlar sularını. Belki de kanalizasyon da bırakılıyordur çaya. Cezalar caydırıcı değil, yetkililer denetlemiyorlar, fabrika sahipleri paralı, istediği şeyi yapıyorlar göz göre göre. Bakalım nereye kadar kirletecekler dünyayı. Elbet kendine zararı olacak ama onlar bunun farkında değiller. Sadece daha çok kazanayım telaşındalar. Geleceğe temiz bir dünya bırakma niyetinde değiller. Gördüğümüz tarlalar buralardan sulanıyor ve bu kirli sular besinlere bir şekilde geçmiş oluyor. İnsanlar da doğal besleniyorum zannediyorlar.

” Biz büyüdük ve kirlendi dünya”

190920133951

Yol iyi güzel de tarlasını sürüp işi bittikten sonra çamurlu tarladan ana yola çıkarak yolu lastiklerinden bıraktığı çamurlarla berbat etmeleri yok mu. Bu da ayrı bir sorun, traktörleri ana yola çıkarmadan yan yollarda hareket etmelerini sağlamak gerek. Dün yağmur yağmış ve tarlasından çıkan bir traktör bu hale getirmiş kara yolunu. Tabi ki bisikletle emniyet şeridinde biz gidiyoruz.

190920133952

Nihayet denizi görüyorum zeytin ağaçların arasından, Yenişakran’a gelmek üzereyim.

190920133953

Yol hızla altımdan kayıp gidiyor sanki. İnsan farkında olmuyor ama saat henüz erken ve ben Yenişakran’ı geçtim bile. Aliağa’ya az bir yolum kaldı. Kendimi elçek ile çekiyorum, başımda sarı kask, sarı gözlük var.

190920133955

Burası hacı Ömerli köyü, Esas köy yukarılarda ama köy terkedilip ana yolun dibine taşınmış. Burada liseden arkadaşımın ailesinin evi vardı. 1980 öncesi gelip burada zıpkınla balık avlar denize girip yüzerdik. Denizin içinde tarihi sütunlar görmüştüm o zamanlar. Bir zamanlar burada medeniyetler kurulmuş. Ama deniz altında kalmış antik yıkıntılar. Ne kazı yapan, ne de araştıran. Deniz kıyısını çekiyorum.

190920133958

Karayolları bir tabela koymuş yolun kıyısına ” Karayolumuzu temiz tutalım” diye de yazı yazmışlar. Fakat öyle pek temiz tutan yok, sadece yazıda kalıyor. İnsanlar her şeyi arabadan dışarı atmaya devam ediyor düşüncesizce.

190920133959

Şimdiye kadar gördüğüm en güzel köprülerden bir tanesi. Daha önce geçtiğim köprülerin hepsi dardı ve mesafe olmadığı için emniyet şeridi yoktu. Bisikletle köprü geçişlerinde dikkatli geçmezsen tehlikeli oluyordu. Bu köprüde görüldüğü üzere emniyet şeridi genişliğinde köprü geniş yapılmış. Duble yol yapımları yeni yapılıyor ve yeni köprüleri inşa ediyorlar. Herhalde köprüyü yapan müteahit diğer köprüleri dar yaparak malzemeden çalıyorlar büyük ihtimalle. Karayolları denetçileri de buna göz yummuş şimdiye kadar. Bu köprüde çalınmadan tam yapılmış.

190920133960

Henüz saat 11:00 erken vardım Aliağa’ya. Yol güzel olunca çabuk geldim doğrusu. Biraz daha erken davransaydım izban metro saatine yetişebilirdim sanırım. Akşam 20:00 de almaya başlıyorlar metroya bisikletleri. Bakalım ne olacak. Tabelada; Aliağa, Nüfus: 53600 yazıyor.

190920133961

Aliağa girişinde sahil yolu bisiklet yoluna giriyorum. Girmemle birlikte lastiğim de patlıyor. Lastiği söküp yama yaparak tamir ediyorum. Ön tekerlekte dinamo var ve kabloları sökmem gerektiğinden sökmeden yama yapıyorum lastiğe. Lastiği şişirip devam ediyorum, bir süre gittikten sonra tekrar lastik iniyor. Artık yamayla uğraşmıyorum, ileride balıkçı barınağı var, orada tekrar bakarım diyerek yola devam ediyorum lastiği şişire şişire. Katlanır tabure, KUZ ve iç lastiği dışarda ön tekerlek.

190920133962

Balıkçı barınağına varıyorum, karnım da acıkmıştı. hemen balık ekmek söyleyip karnımı ilk önce doyuruyorum bir güzel. Aç ayı oynamaz hesabı, lastik iyice indi çünkü. Karnım doyduktan sonra ön tekerleği söküp lastiği yedek lastik ile ilk önce değiştiriyorum. Daha sonra yedekleri iyice patlaklarını tespit edip yama yaparak yedeğe alıyorum. İşim bitince balıkçıya veda edip yola koyuldum. Ana yola çıkmadan  şehir merkezine kadar giderek oradan ana yola çıkacağım. Brandadan çadırda balık pişiriyor. Adı da; İskele Çakıcı balıkçılık. Köşeleri ve üstü beyaz, diğer tarafları kırmızı renkte.. Penceresine enine, mavi – beyaz şeritli çarşaf ile kapatılmış.

190920133963

Bir süre sonra Aliağa metronun olduğu yerden çıkıyorum, metro saatini beklemeye gerek yok. Aklıma Eski Foça – Menemen arası yolun nasıl olduğunu sizlere göstermek. Bu yolda bisiklete binmek istemezsiniz. Aliağa belediyesi her gün tarih değiştirerek iyi yolculuklar dileklerini belirtiyor. Bu gün 19 . 09 . 2013 tarihi yazılmış. Küçük bir yamaca tarih ve Aliağa belediyesi iyi yolculuklar diler yazısı yazılmış. Yeşil zemin üzerine beyaz harflerle.

190920133964

Aliağa ağır sanayi bölgesi, burada Türkiye’nin en büyük rafinerisi, petrokimya tesisleri, ark fırınlı demir – çelik fabrikaları, haddehaneler, hurda sahaları ve bunlara ait onlarca büyük iskele bulunuyor. 18 Yıl bu bölgede Demir çelik fabrikasında çalıştım vardiyalı olarak. O yüzden bilirim buraları. Elektrik üretimi özelleşip üretimi kendileri yapınca fabrikalar kendilerine rüzgar türbini kurmuş, kimisi de kuruyor.

190920133965

Burada doğal gaz çevrim santrali bulunmaktadır. Ağır sanayi fabrikalarına yetmeyecek kapasitede ama biraz olsun temiz doğal gaz yakarak elektrik enerjisi üretiliyor. Toplam kurulu gücü 270 MW olan santralin yıllık üretim kapasitesi 2,15 milyar KWh. Dört bacalı elektrik santrali ve elektrik iletim hatları direklerle taşınıyor şebekeye.

190920133966

İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.

190920133967

İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.

190920133968

İşte size bahsettiğim tehlikeli yol bölümü; Yeni Foça kavşağından başlıyor Buruncuk köyü, Gediz nehri köprüsüne kadar emniyet şeridi yok. Aliağa bölgesi ağır sanayi fabrikaları barındırması kamyon, tır, tanker araçlarının bol olması demek. Haliyle trafik te yoğun oluyor bu bölgede. Ayrıca bir çok büyük iskele olması da dışalım – dışsatım yapılıyor bir taraftan. Onların araçları da eklenince yolda tır, kamyon çok oluyor. Önümde iki tır kamyon ve dar emniyet şeridi. Tabelada burada 90 Km hız sınırını belirtmiş.

190920133969

Hele yolun bazı bölümleri o kadar dar ki hiç emniyet şeridi yok denecek kadar. Ben de sürekli olarak dikiz aynamdan arkamı kontrol ediyorum. Yolun asfalt olmayan kısmında toprak berbat ve bisikletle gidilebilecek durumda değil. Beni gören kimi sürücüler yolun hafif solundan bana zarar vermemeye çalışarak geçiyorlar. Tır olsun kamyon olsun çoğu bana dikkat ederek geçiyorlar. Sadece petrol tankerleri dibimden, bana aldırmadan geçiyor tehlikeli bir biçimde. Bu tehlikeli durumu bir kaç kez yaşadım yol boyunca. Alternatif yol da yok tehlikesiz gidilebilecek. Mecbur bu yoldan geçmek gerek.

190920133970

İşte beni geçen kamyon ne kadar açıktan geçiyor beni düşünerek. Kamyon ile düz beyaz çizgi arası mesafe ne kadar. Tabelada düz olarak; Menemen, İzmir, sağa Foça yazılmış.

190920133972

Buruncuk köyüne geliyorum, burası küçük şirin bir yol kasabası. Kamyonlar burada her zaman mola verirler. Yemek yiyip çay içerler kahveden, her zaman tazedir. Bir de yukarıdaki dağ köylerinde ekşi maya ekmek getirip bakkalda satarlar. Buradan ekşi maya ekmeği alacağım. Ekmek te 20 ekmek ağırlığında, kocaman bir ekmek. Fabrikada çalışırken bir iş arkadaşım anlatırdı,  “Sabahları sadece 1 dilim ekmek yiyorum artık perhiz yapıyorum” bizde “hadi ya nasıl oluyor” diye sorunca o da “Buruncuk’tan aldığım kocaman ekmeğin ortasındaki dilimi yiyorum “diyerek bizleri güldürürdü. O dilim 2 ekmek civarındaydı. 18 yıl buradan her gün geçtim izin günleri hariç. Ama burada bir antik  kentin olduğunu bilmeden. Gördüğünüz tepenin üzerinde Larissa antik kenti kalıntıları bulunmakta. Bu yıl Nisan ayında düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turunda öğrenmiştim. Rotamız buradan geçmişti.

190920133973

Buruncuk köyünün kavşağında sol şeritte daha çok emniyet şeridi var gördüğünüz gibi. Burada sol tarafa geçip bakkaldan ekşi maya ekmeği alıyorum bir tane. Öğleden sonra kalmıyor ekmek, bilenler durup alıyor bu ekmeği. Ayrıca kahveler de sol tarafta, bir çay içmek gerek hem de duble. Ardından soğuk bir soda iyi geliyor. Orta şeritte durumu çekiyorum, arabalar vızır vızır geçiyor sürekli olarak.

190920133974

İşte Gediz nehri ve köprüsü, köprü üzeri emniyet şeridi ne kadar dar değil mi?

190920133975

İşte kamyonun biri dibimden geçmek üzere, hiç te beni dikkate almadan geliyor. Allahtan durup çekmiştim bu resmi yoksa dibimden geçecekti. İşte size bu anlattıklarım ve resimlerde gördüğünüz kadarı ile bu yol çok tehlikeli bir bisikletli için. Bu yüzden bu tehlikeli yoldan geçmemek için metroya binip Aliağa’ya kadar gidip oradan yola çıkıyoruz. Aynı yol tehlikesi de İzmir’in diğer çıkışı olan Aydın yolu üzerinde Karabağlar – Gaziemir trafiği berbat. Orada küçük sanayi ve atölyeler, mobilyacılar var. Oradaki trafik yoğunluğuna dolmuş şöferleri ve taksi şöferleri de karışınca tehlike bir kat da artıyor. Çünkü Taksi ve dolmuş şöferlerinin ne yapacakları belli değil. Onların gözleri müşterilerde, diğer araçlar ve bisikletliler onlar için önemli değil. Aniden direksiyonu üzerimize kırıyorlar, bizleri zor durumda bırakıyorlar. Gidonuma takılı dikiz aynamdan yansıyan kamyonu çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

190920133977

Gediz nehrinin suladığı bereketli menemen ovası, pamuk, üzüm, mısır, buğday tarlaları. Bir aralar çeltik tarlaları vardı ama şimdi ekim yapılmıyor. Tarlalar yemyeşil.

190920133978

Menemen’in pişmiş toprak ürünleri meşhurdur. Yol kıyısında satıyorlar testi, çanak, çömlek gibi şeyleri.

190920133979

Menemen’e giriş yapıyorum. Bayağı büyük bir kasaba, buradakilerin çoğu Aliağa sanayi bölgesinde çalışıyorlar. Aynı zamanda İzmir – Çanakkale yolu buradan geçiyor. Bir de burası tarım bölgesi, çiftçilik te yapılıyor. Tabelada; Menemen, Nüfus: 119000 yazıyor.

190920133980

Menemen’in en meşhur nesnesi Menemen testisi. Yolun ortasında kocaman bir testi yapmışlar. Ayrıca bir deyim de vardır bununla ilgili ;

” Menemen testisi gibi dizilmek”

Bu deyim her yerde rahatlıkla kullanılabilir. Menemenin diğer ünlüsü de develeri bol olması. Menemen de her yıl deve güreşleri düzenlenir. Menemen’de devrim şehidimiz Kubilay’ın yobazlar tarafından vahşice katledilmesi ile her yıl 23 Aralıkta şehitlikte anılır.

190920133981

Menemen’den sonra hızla Bostanlı vapur iskelesine geliyorum. Arada resim çekilecek önemli bir şey olmadığından, yoğun trafik içinde bir an önce Bostanlı’ya ulaşmak için hızlı bir şekilde Bostanlı’ya ulaşarak arabalı vapura biniyorum. Vapura binince rahat bir nefes alıyorum. Aliağa dan buraya kadar olan yol beni fazlası ile yordu doğrusu. Geminin arkasındayım, Direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Arkada Bostanlı ve Yamanlar dağı.

190920133982

Hepsi ayrı güzel olan martılar nazlanmadan bana poz verip rüzgarda süzülerek yanımdan uçarak geçiyorlar birer birer. Bu deniz kuşlarını ayrı seviyorum, bana özgürlüğü hatırlatıyorlar. İnanın onlar gibi uçmak isterdim uçsuz bucaksız denizlerde, rüzgara karşı süzülmek isterdim, kanatlarımı çırpmadan. Bir balık gördüm mü bir anda denizden balığı yakalamak isterdim maviliklerde. Her vapurun müdavimleri martılar yine vapurun etrafında uçuyorlar. Bir martı üzerimde uçuyor.

190920133983

Diğer bir martıyı kanatları açılmış durumda süzülürken çektim. Sağ kanadının ucunda yükseklerde uçan uçağın beyaz dumanı kanadın ucuna denk gelmiş.

190920133996

Bagajımda 4 dilim ekmek kalmıştı yiyemediğim. Ekmekleri lokma lokma martılara atmaya başladım. Bütün martılar bir lokma ekmek kapmak için etrafımda dönmeye başladılar. Ben her lokmayı attıkça çığlık atarak havada kapmaya çalışıyorlar her biri. Vapura binince hep yanıma ekmek alıp martılara atarım bu güzel anları resim çekerek yakalamaya çalışırım değişik pozlarda. Martı havadaki ekmek lokmasını kapmak için yan dönerek kanatları açık biçimde poz veriyor. Arkasındaki martı normal pozisyonunda. Diğer martılar az aşağıda vapur hızında uçuyorlar.

318488_256834434366723_1166214873_n

Karşımda Narlıdere ve dağları, çatal kaya Balçova ve Teleferik. İzmir’in en güzel yeri.

190920134001

Solda çatal kaya dağı, İzmir körfezi ve akşam güneşi batıda alçalmaya başladı. Güneş parlak ışıklarını saçıyor. Deniz seviyesinde olan ağaçlık İnciraltı kent ormanı.

190920134002

Memleket isterim

 Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

 Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

 Memleket isterim

 Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

 Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

 Memleket isterim

 Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

 Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

 Memleket isterim

 Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

 Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Üçkuyular arabalı vapur iskelesine yaklaşıyoruz. Tam karşımda taşlı tepe, üzerinde şehitlik anıtı ve eteğinde güzel evim, özledim doğrusu.

190920134003

Arabalı vapur iskeleye yanaşmadan aşağı bisikletimin yanına iniyorum. Ben ve bisikletim KUZ sakince vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyoruz. Yarım saat vapurda dinlenme iyi geldi ikimize doğrusu.

190920134004

Vapurdan inerek sahilden doğru Üçkuyular’daki çarşıya gelerek yılların bisikletçi ustası Mevlüt ustamın dükkanına yanaşıyorum. Beni görünce “Hoş geldin bilader” diyerek kucaklaşıyoruz. Hemen komşum olan Mehmet’te seslenerek çayları söylüyor. Mehmet te çayları getirince “Hoş geldin komşu” diyerek onunla da kucaklaşıyorum. Başlıyor Mevlüt usta sorular sormaya, “Anlat bakalım nasıl geçti turun?”  Ben de kısaca yaşadıklarımı, turu, edindiğim dostlukları anlatıyorum. Bu arada ikinci çaylar geliyor. Komşum Mehmet bu da benden diyerek çayları tazeliyor. İkinci çayları içerken bu turda edindiğim dostlukları anlatınca Mevlüt usta başladı bir hikaye anlatmaya ;

“ Zamanın birinde bir padişah yaşarmış memleketin birinde.

Padişahın bir oğlu varmış, sarayda bir dediğini iki etmezlermiş.

Padişah bakmış oğlunun yapacağı hiçbir şey yok şunu ülkenin dört

bir tarafına göndereyim de ders alsın biraz, yol yordam öğrensin,

tecrübe kazansın ve en önemlisi dost edinsin diye düşünmüş.

Oğlunu yanına çağırtmış. Oğlu yanına gelince

–          Buyur babacığım beni emretmişsiniz

demiş. Babası da ;

–          Oğlum bu ülke yarın bir gün sana kalacak, ülkeyi sen yöneteceksin.

Ülkenin dört bir tarafını dolaş, her il’de kendine bir ev al, gittiğinde oralarda

her zaman bir kapın olsun

diyerek oğlunu yolcu etmiş  ülkenin dört bir tarafına. Padişahın oğlu da

yola çıkıp ilk il’e gelince yanındaki adamlarına emrederek  o il’in en güzel evini

almalarını söylemiş. Adamları da en güzel evi almışlar, bir güzel dayayıp döşemişler.

Birkaç gün evde oturup eğlendikten sonra  evin anahtarla kilitleyip anahtarı cebine

Koymuş, diğer il’e doğru yola çıkmışlar. Diğer il’de de aynı şekilde en güzel evi satın

almışlar. Nasıl olsa para bol, padişahın oğlu ne de olsa. Böyle geze geze ülkenin bütün

il’lerinde Bir er ev almışlar. Her evin anahtarı cebinde 40 tane ev almış olarak saraya

dönmüşler.

Saraya döndükten sonra babasının huzuruna çıkarak;

–          Babacığım söylediğiniz gibi ülkenin dört bir tarafını dolaştım. Kendime en güzel

Evleri satın aldım, dayadım döşedim. Tam 40 tane evim oldu, artık ülkenin dört bir

tarafında Kapım var artık, işte 40 evin anahtarları.

Diyerek 40 anahtarı babasına uzatmış. Padişah ta 40 anahtarı görünce şaşırmış.

Oğluna;

–          A benim akılsız oğlum, sana ülkenin dört bir tarafında bir evin her il’de bir kapın

olsun dediğimde sen gidip satın mı aldın 40 tane ev. Ben sana her ili dolaş, insanlarla

tanış onlarla sohbet et, dost ol. Her gittiğinde bir kapın olsun dediğim buydu ey akılsız

oğlum.  dostun olursa her yerde kapın olur diyerek oğluna  iyi bir ders vermiş.”

diyerek herkese ders olacak hikayeyi bitiriyor. Anlattığı hikayede geçen konuyu ben bu 18 günlük turumda bizzat yaşadım. Keşan dağ bisiklet festivalinde bir çok dost edinim, her biri ayrı ayrı illerden gelmişlerdi. Edindiğim dostluklar sayesinde her yerde bana yardımcı oldular sağ olsunlar. Hepsinin ayrı bir dostluğu oldu benim için. Bir çok yerde hikayede geçen kapım oldu bu turda. Dostlarımın da bir kapısı var artık İzmir de. Mevlüt usta gün görmüş, yaşamış ve iyi bir bisikletçi ustası. 45 yıldır bisiklet tamirciliği yapmış kendi dükkanında. Çıraklar ustalar yetiştirmiş, artık yeter diyerek bisiklet tamirciliğini bıraktıktan sonra dükkanında sadece arkadaşlarıyla sohbet etmek için açıyor. Her gün çay içerek, arada ufak tefek bisiklet tamiri oyalanmak için yapıyoruz birlikte. Bisikletim KUZ üzerinde, yanımda Mevlüt usta, bir poz çekiliyoruz.

190920134005

Çayların ardından çarşının berberi Nihat’ın berber koltuğuna oturarak sakal tıraşı oluyorum. Berber Nihat ta sinekkaydı tıraş yaparak 18 gündür kesmediğim sakallarımı kesiyor. Yüzüm rahatlıyor, aslında şöyle ustura ile olmak vardı sakal tıraşını ama şimdiki berberlerde ustura yok maalesef. Usturaya benzer bir alet var ona bildiğimiz jilet takarak tıraş yapıyorlar. Esas ustura ile sakallar kesilirken çıkardığı sesleri kulağının dibinde duyardım bir zamanlar ve tıraştan sonra yüzümde masaj yapılmış hissederdim. Elçek ile kendimi ve Berber Nihat’ı çekiyorum berber koltuğunda. Yüzüm tıraş sabunu sürülmüş halde.

190920134006

Tıraşımı olduktan sonra güzel evime gelerek turu burada noktalıyorum. Erguvanım sonbahar da açıyor, bahçemde yediveren limon ağacım her mevsim çiçek açıyor. Melisa ise akşam üzeri güzel kokular saçmaya başladı. Ihlamur ağacım ise henüz çiçek açmadı daha 3 yılı var çiçek açmasına. Aşağıda sardunya çiçeklerim her daim çiçek açmakla meşgul. İki katlı evim kırmızı renk boyalı, Üst balkonlu olan evde oturuyorum. Evimin bahçesine kendi yaptığım doğal taş döşeli kemer kapı. Kemerin üzerinde Kara kartal. Kemerin solunda posta kutusu ve zil düğmesi. Bisikletim KUZ önde park etmiş durumda.

120420146649

Bu turda yaptığım toplan yol 18 günde 1309 Kilometre civarı olmuş

Bir turun sonuna geldik, yazılarımı okuyup takip eden dostlarım hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim yazdıklarımı okuduğunuz için. Gezdim, gördüm ve yaşadıklarımı sizlerle paylaştım. Paylaşmak her zaman güzeldir, paylaştıkça değeri arttığına inanarak yazıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 91 + 8 toplam 101 Kilometre civarı. 8 Kilometre vapurla geçtiğim yer.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc