6 Haziran 2015 Cumartesi
19. Gün
Manavgat – Alanya – Kuzkaya
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)
Kalmak Türküsü
Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetini dinler gideriz
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz
Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz
Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden, bizden söz etsin
Yalanı doğruyu sezer gideriz
Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz
Sevgiye var olduk sevdik sevildik
Kavgalara girdik olduk dirildik
Bir anlam fırını içinde piştik
Anlamlı güzeli sever gideriz.
Özdemir Asaf
Öne çıkmış olan görsel, yol kıyısında KUZ ve kıytırık park etmiş. Ferdimen yaya kaldırımın kenarında, demir korkuluklara dayanmış mavi Akdeniz’e bakıyor. Bisikleti yanında.
Artık uzun günlerdeyiz ve Güneş erken doğunca yaza girerken düşlerden erken kalkıyorsun ister istemez. Eşyaları toparlayıp bisiklete yüklüyorum. Mustafa, Eşi Ayşegül ve iki oğlu ile birlikte kahvaltımızı ailecek bir güzel yaptık. Evin yaşlı köpeği gece boyu bahçede duruyor. Artık iyice yaşlanmış, havlaması bile zorla ve isteksiz. Ama Sivas Kangal cinsi olması nedeni ile ve iri cüssesi ile tanımayanları korkutuyor. Bahçede durması kötü insanların eve yanaşmasını önlüyor ne de olsa. İlk olarak Mustafa bahçeye inip köpeği yerine götürüp bağlıyor. Her ne kadar sakin ve ağır başlı olsa da pek yanaşmayı düşünmedim. Biraz genç olsaydı sevebilirdim. Yaşlı olunca ne yapacağı belli olmaz. Son dönemlerini yaşıyor belli. Sonradan Mustafa dan öğrendiğime göre yaşlılıktan ölmüş. Kısa olsa da onu görmem bana yetti ve ölümüne üzüldüm. Mustafa ve köpek bahçede.
İyi bir tatil de böylece sona erdi, artık yola çıkma zamanı. Mustafa ve ailesine bizleri ağırladıkları için teşekkür ediyoruz Ferdi ile birlikte. Tekrar görüşme dilekleri ile Mustafa dan ayrılıp yola çıkıyoruz. Ben, Ferdimen ve Mustafa vedalaşırken çekiliyoruz.
Buralara ismini veren Manavgat çayından bir kez daha geçtik. Eski kağıt 5 Lirasının arkasındaki Manavgat şelalesini göremedik ama bir dahaki sefere bırakıyorum. Bir seferde her tarafı görmek olmaz değil mi? KUZ ve kıytırık köprü başında. Sağda mor çiçekler.
Manavgat çayı deniyor ama çaydan öte bir nehir gibi akıyor. Suyu bol anlaşılan. Kıyıda gezinti tekneleri bağlı.
Daha önce buradan Akseki yönünden Karaman tarafına gitmeyi düşünüyordum. Ama yeni rotamızı Alanya tarafından çizdik. O yüzden yola devam. Tabela; Gündoğmuş, Akseki, Konya, İbradı yönünü gösteriyor.
Toros dağlarının bereketli su kaynakları o kadar çok ki çaylar dolu dolu akıyor denize doğru. Karpuzçay köprüsünden geçerken.
Arada denizi kısa olsa da gözüme ilişiyor Makilerin arasından.
Akdeniz kıyısının yapısı olsa gerek Toros dağları etekleri yalçın ve yüksek. Düz arazi pek yok gibi, olan yerleri de yerleşim yerleri olarak kullanılmakta. Kıyı şeridinde bir köy bitiyor bir köy başlıyor. Köyler bitişik art arda geliyor. Böylece tek tabelada iki köy ismi birden yazılmış. Örenşehir köyüne girerken Çenger köyünden çıkmış oluyoruz.
Okurcalar köyüne girerken bu kez Örenşehir köyünden çıkıyoruz.
Meşhur Alara çayına geldik. Alara köyü yukarılarda, çay ile beraber akıyor. Denize kavuştuğu yer ise oteller tarafından işgal edilmiş durumda. Deniz manzarasını bozuyor otel binaları. Maviyi betonla kapatmış kendini turizmci sanan şahıslar.
Alara çayının denize kavuştuğu yer. Bir tek orası oteller tarafından işgal edilmemiş. Kenarları sazlık ve yeşil.
Toros dağlarından gelen çay Alara köyünden geçerek tarım arazilerine bereket sunmakta. Çayın kenarında söğüt ağaçları yemyeşil.
Güneşin en yüksek olduğu aydayız, Haziran ayı. Akdeniz’in bunaltıcı sıcakları başlamasa da güneş ortalığı iyice ısıttı. Bir mola vermeli derken karşımıza bir dondurmacı dükkanı denk geldi. Hemen durup bisikletleri park ederek gölgede dinlenmeye başladık. Bisikletler park etmiş, ben dondurmacı dükkanının masasında otururken.
Burayı işleten Torosların yürüklerinden olduğu kesin. Astığı çanlardan belli.
Dükkanın önündeki çardakta asma iyi bir gölge yapıyor. Gölgenin yanında henüz koruk durumunda kocaman salkımlar aşağıya doğru sarkmış zamanla olgunlaşmayı bekliyor.
Pek te sevdiğim kağıt helva içinde dondurma. Kağıt helvanın tadı dondurma ile ayrı bir lezzet bırakıyor dilimde. Afiyetle yiyoruz dondurma sandviçleri. Dondurmacı Ferdimen ile beni dondurma yerken çekiyor.
Bir süre dinlenip pistonlar iyice soğuttuktan sonra tekrar yola çıktık. Yol bildiğiniz düz, deniz seviyesinde. Kıyı şeridine paralel, otellerin kıyıları parsellemeleri buralara yazlıkların artmasına neden olmuş. Köyler yukarılarda kalsa da tabelaları aşağılara kadar inmiş. Birbiri ardına sıralanmış köy tabelalarından başka resim çekecek bir manzara yok. İncekum köyüne giriş yaparken Okurcalar köyünden çıkmış oluyoruz.
Arada denizin maviliği işe karışıyor.
Köy tabelaları ardı sıra geliyor. Zaten bir köy ne kadar büyük olabilir ki? Avsalar köyüne girdik, İncekum köyünden çıktık.
Türkler köyü girişi ve Avsallar köyü çıkış tabelası.
Bir tek dişe dokunur değişik bir yer görebildim. Biraz sanat katılmış gibi. Düz duvar arasından kaya parçaları sanki yola akar gibi. Ama akan sadece su.
Neyse ki bazı yerlerde yol kıyıya yakın geçtiği için buralara otel yapılmamış. Mavi ile bağım kopmuyor.
Payallar köyü girişi, Türkler köy çıkışı.
Kısa sürede Konaklı köyüne geldik, haliyle Payallar köyünden de çıkmış olduk.
Solumda bir kale suru görüyorum, pek te eski görünmüyor. O yüzden girip bakmadan yola devam ediyorum. Sur duvarı yüksek, üstünde burçlar yapılmış sırayla.
Bir petrol istasyonunda lastiklere hava basma aleti eski ve kullanılamaz durumda. Hava da yok zaten, lastiklere hava basmak istersen havanı alırsın. Hava bedava nasıl olsa. Hava basma aletinde büyük manometre var.
Deniz kıyılarını oteller kendilerine parsellemiş durumda. Bir kaç şemsiye ile bir kaç şezlong ile müşterilerine hizmet etmeye çalışıyorlar. Yabancılara nasıl davranırlar bilemem ama Side de bize davrandıkları gibi davranacakları kesin.
Gezinti tekneleri de müşterilerini almış koyları, kumsalları gezip duruyorlar kıyı boyunca. Gezinti teknesi korsan gemisine benzetilmiş, üç tane direkte yelken atkıları üçer tane.
Ufukta Alanya kalesinin olduğu yarımada göründü.
Akdeniz de pek ada olmaz, ender görünen adalardan birine denk geldik. Gerçi ada çok küçük ama olsun bununla idare edelim. İzmir de yaşayanlar olarak karşımızda kara parçası görmemiz gerek. Manzara böyle olmalı, uçsuz bucaksız denize gerek yok. Ada kıyıya çok yakın, iki gezinti teknesi demirlemiş adanın yanında.
Akdeniz de buharlaşan deniz toplaşarak bulutları oluşturmuş. Bulut olunca da Toros dağları da mıknatıs gibi bulutları çekip tepesinde şapka gibi tutuyor.
Alanya İlçesine giriş yapıyoruz. Nüfusu bir çok ilimizden daha kalabalık. Daha önce Alanya’ya gelmiştim 70 li yılların sonlarında. O zamanki gezgin ruhum ve gençliğim tecrübesizdi. Şimdi ise hiç bir araç kullanmadan kendi gücüm ile bisiklet sürerek geldim. O zamandan bu zamana kadar çok şeyler değişti, sadece gezgin ruhum hala gençliğimdeki gibi. Buraları yeniden görmenin heyecanı içindeyim. Tabelada yazan; Alanya, Nüfus: 285000.
Yolun deniz tarafında kalan, bizim gidiş yönümüz normal yol. Karşı yönden gelen yol ise tünelden geçiyor. Tünellerde emniyet şeridi olmadığından bisikletler için tehlikeli. Ülkemizde bilinçsiz sürücüler sadece arabaya binince yol kendinin zannediyor ve basıyor gaza. Pek te caydırıcı ceza ve uygulayan olmadığı için kendimize dikkat etmeliyiz.
Buraların jeolojik yapısı ilginç, solumda mağaralarda görünen bir oluşum gözüme ilişince dikiz aynamdan araba gelmediği bir anda yolun soluna geçiveriyorum bir anda.
Mağara gibi kapalı olmasa da yağmur suları mineralleri eritip sızıntılarla sarkıtlar ve dikitler oluşturmuş durumda. Karşıdan bakınca sızan su o kadar tavanı yüksek olmayan bir yerden akarak bu doğal güzelliği binlerce yılda oluşturarak bizlere sunuyor. Alanya da ünlü Damlataş mağarası var. Gençliğimde girip gezmiştim bedava olarak. O zamanlarda giriş ücreti alınmıyordu, sadece bir tane bekçi vardı. O da göz kulak olmak için. Şimdi ise mutlaka giriş ücretlidir ve ne kadar olduğunu bilmiyorum. Hazır beleş bir Damlataş bulunca iyice incelemeye başladım zamanın yavaş aktığı sızıntılardan oluşan bu güzelliği yakından.
Bir süre sarkıtları izledikten sonra yolu kontrol ederek karşıya geçtim. Az ilerde yol yapımı için kayaları kırdıklarında başka bir mağaraya rastladım. Burada sarkıtlar oluşmamış öyle boş bir mağara.
Kasabadan çok şehir olmuş Alanya’ya giriş yaptık ama şehir merkezine daha çok yolumuz var. Alanya yarımadasında bir dağ var denize uzanmış.
Yol kıyısında seyir terasında durup Alanya’yı uzaktan denizin mavisiyle seyrediyoruz. Kalabalıklaşmış bu şehir sanki bizi istemiyor gibi geldi bana. Fazla kalmaya gelmez, biran önce geçip gitmeli. Bisikletim KUZ kaldırım kenarında park etmiş. Ferdimen’in bisikleti demir korkuluklara dayalı. Ferdimen Alanya yarımadasına bakıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Bisikletimde ki tripoda Ferdimen’in kamerasını takıp birlikte Alanya manzarası ile resim çekiliyoruz iki uzun saçlı adam olarak. Ferdimen’in bisikleti önümüzde.
Nihayet Alanya’ya giriş yaptık sonunda, hemen araçlardan kurtulup sahili takip eden yaya yolunda gitmeye başladık. Yalnızlık hisseden erkekler için yoldaş olabilecek, sessiz, dırdır etmeyen, arkadaş olabilecek bir kadınla beraber oturmak güzel olsa gerek. Kadın koltuğa oturmuş, bir kolunu yana atmış, Yan tarafı boş, isteyen oturup kadına dertlerini anlatabilir.
Sahil düzenlemesi gayet başarılı, Dut ağaçları, çeşit çeşit çiçekler, bitkiler tasarlanış yapılmış. Aralarında geçmek bile hayat veriyor ruhuma.
Manavgat’tan çıkalı epey oldu ve karnımız acıktı. Şöyle ucuz bir şeyler yiyebileceğimiz bir yer arayıp tavuk döner yapan büfe bulduk, Fiyatı da uygun 4 Lira gibi bir rakam. Yarımşar ekmek döner ısmarladık, gelince de bir kola istedim büfeciden. Adamın dolabı yok ve kolası da yok. Gidip bakkaldan aldı kolayı. Neyse artık bir kere oturduk ve karnımızı doyurduk bir güzel. Hesap deyince 8 Lira dedi. Hani tavuk döner 4 Lira idi kola kaç para deyince 4 Lira demez mi! Hayret! soygun mu yapıyorsunuz diyerek verdiğim parayı helal etmedim açıkça büfeciye söyleyerek. Yediklerim mideme oturdu sanki öyle ağırlaştım. Yazıklar olsun, zaten uzaktan bu şehrin bizleri sevmediğimi anlamıştım.
Neyse hazır gelmişken sahile gidip Damlataş mağarasını bir görelim deyip bulunduğu yere geldik. Tahmin ettiğim gibi kapıya gişe koyup ücretlendirmişler girişi. Müze kart geçip geçmediğini sorduk geçmiyormuş. Biz de girmeyiz deyip kumsala gelerek dağlara tırmanmadan önce şöyle bir denize dalmalı. Büfecinin üzerimde bıraktığı negatif enerjiyi Akdeniz’e bırakmalıyım. Aynı zamanda arınmalıyım Akdeniz’in tuzlu deniz suyu ile. Denize balıklama atlarken Ferdimen beni çekiyor.
Bir süre, fazla uzatmadan yüzdükten sonra kurulanıp giyindim. Alanya antik yerlerini dolaşmaya fırsatımız olmadığından hazır olan, hepsini görebileceğimiz müzeye girip görelim bakalım neler varmış. Müze bina girişini çekiyorum.
Müzeye müze kartı ile giriş yaptık. Bahçesinde mezar lahitlerini sergilemişler.
Lahitlerin çoğu çocuk mezarı, mermer oyulup süslenmiş. Kötü ruhlardan korumak için de bakışları ile her şeyi taşa çeviren Gorgonun başı yapılmış. Hem de üç tane, büyük bir ihtimalle zengin birinin oğlu olsa gerek. Bu kadar süslü püslü olduğuna bakılırsa.
Lahitler çok küçük, neredeyse minyatür denecek kadar. Bebek mezarı olabilir ve öyle.
Romalıların yollara yapıp diktiği kilometre taşı da sergilenmiş.
Oturup dinlenmek için kalın kalaslardan bank yapılmış. Değişik oluşu ilgimi çekti. Yanlardan kayık burnu gibi çıkıntılar yapılmış.
Kazılarda bulunup müzede korunan epey miktarda eser var. Bunlardan biri zeytin ezme presi ve zeytin işliği. Zeytin taneleri ezilerek sızan zeytin yağlarını küplere dolduruyorlarmış geçmiş zamanlarda. Uzun bir kalas, başladığı yerde pres var, zeytinler burada eziliyor. Kalasın ucunda iplerle çark döndürülüp basit pres olarak kullanılıyormuş. Büyük zeytin yağı küpler de yanında duruyor.
Yakın zaman tarihlerde kullanılan öküz arabaları, at arabaları da sergilenmiş müzenin bahçesinde.
Bunlar bir sundurmanın altında sergileniyorlar. Odunlardan yapılmış kuyu.
Kağnı tekerlek dingili. Yanında da Tavus kuşu dolanıp durmakta. Pek se süslü olan kuyruğu gövdesinden uzun. Kur yapma anı değil yoksa kuyruğunu açtı mı renkleri dişisinin ilgisini çekiyor. Elbette bizlerin de ilgisini çekiyor. Yeşil ve mor saten renkler parlak ve ışıltılı olarak büyüler insanı.
Çocuk mezarı o kadar çok ki binanın yanında da, sundurmanın altında sergilenmiş, koyacak ter bulamamışlar anlaşılan.
Bir yerde çeşitli sütun başları sergileniyor.
Osmanlı mezar taşları da buraya alınıp korunuyor.
Arkeolojik ve etnografik eserlerin korunmasına ve sergilenmesine yönelik olarak 1967 yılında iki seksiyon halinde ziyarete açılmıştır. Bölgedeki antik kentlerde bulunan eserlerin artması ve depolanması, zaman içinde bir müze açma gerekliliğini doğurmuş ve bugünkü Arkeoloji Müzesi açılmıştır. Müzenin ilk açılışında, bölgede henüz kalıntılarına rastlamadığımız ancak, Anadolu kronolojisini tamamlaması bakımından gerekli olan Eski Tunç, Urartu, Frig ve Lidya dönemine ait eserler, Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesinden getirilerek Arkeoloji seksiyonunda sergiye sunulmuştur. Alanya çevresinde bulunan ve İ.Ö. 625 yılına tarihlenen Fenike dilindeki yazıt da bölgede bulunan en erken eser olarak müzemizde sergilenmektedir. Bunların yanı sıra Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait, bronz, mermer, pişmiş toprak, cam ve mozaik buluntular ile Karamanlıca dilindeki iki adet yazıt ve arkaik, (İ.Ö.7-5yy)Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerine ait sikkeler de yine Arkeoloji seksiyonunda ayrı bir bölüm halinde yer almaktadır. Büyük salonun doğusunda bulunan açık alan, kapalı bir salon şekline dönüştürülmüş ve bir kapı ile Arkeoloji salonundan geçiş sağlanmıştır. Herakles heykeli ile Hylas mozaiğinin sergilendiği bu mekanda Herakles heykelinin bulunuş öyküsü ve mitolojideki yeri resimlerle anlatılmaktadır. Etnoğrafya seksiyonunda ise Türk İslam eserleri ve dönemin ilköğretim müdürlüğünden devredilen eserler ile Alanya çevresinden derlenen ve bölgenin etnografik özelliklerini yansıtan, giysiler, işleme örnekleri, silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı takımları gibi objeler ile bir Alanya evine ait günlük oda bölümü oluşturularak sergilenmektedir. Ayrıca müze bahçesinde de Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait taş eserler (mezar taşları ve yazıtlar) mozaik ve Anadolu’da tarım sergisi vardır.
http://www.muze.gov.tr/tr/muzeler/alanya-arkeoloji-muzesi
Kapalı olan bölüme girip hızlıca ve hepsinin resimlerini tek tek çekerek dolaştım bir çırpıda. Yola devam edeceğimizden fazla oyalanmaya gerek yok. Üzerinde elbisenin kıvrımları oyulmuş kadın heykeli bir tarafta, Diğer tarafta çıplak erkek heykeli. İkisisin de kafaları yok.
Müze ziyaretini bitirip dışarıya çıkıyorum. Bisikletler de müze bahçesinde, bekçi kulübesinin yanına kilitlemiştik. Bisikletleri çözüp yola çıktık. Şehirden çıkmak için cep telefonundaki haritayı bir süreliğine açarak yolu bulduk. Belediye bir yuvarlak kavşakta yeşil çimlerin üzerine bir kadın ve bir erkek bisiklet süren demirden maket yapmış. Kadının bisikletinin önünde ve arkasında çiçek saksısı yerleştirilmiş.
Erkeğin bagajına çanta ve çantanın içine de çiçekler dikmiş. Gayet hoş olmuş demirden bisikletliler.
Harita yardımı ile Dim çayını bulduk. Dim çayını bulduktan sonra haritaya gerek yok diyerek telefonların şarjı bitmesin diye uygulamayı kapattık. Yolumuz Toros dağlarını aşacak. Ne kadar süreceği belli değil. O yüzden marketten 4 – 5 günlük yiyecek olacak şekilde alış verişimizi yaptık. Fırının birinden de yeterli miktarda ekmeği de alarak yola çıktık. Su belli miktarda yanımızda var, yolda çeşme bulma olasılığımız yüksek. Köy yollarında akan bir dere ve çeşme her zaman vardır. Manavgat tan Alanya’ya kadar geldiğimiz yolda bir tane bile çeşme yoktu. Dimçay köprüsü ve çirkin beton aparman binaları.
Aşırı kalabalık sevimsiz şehirden sonunda çıkabildik. Etrafta binaların yerini yeşillik ve ağaçlar aldı. Artık bir kaç gün zorlu ve çetin geçecek günlerimiz. Antalya ve Manavgat tatilimiz bitti. Ferdimen önde gidiyor, sağ taraf ağaçlarla kaplı.
Dim mağarasını gösteren tabela karşıma çıkıyor. Ama biraz yüksekte ve yolun ne kadar olduğunu gösterir bir rakam olmadığı için girmeden yolumuza devam ettik.
Dim barajının elektrik üretim santraline inen borular.
Araçların pek geçmediği yolda ilerlemek harika. Sıkıcı sahil yolu, oteller, binalar ve arabalardan kurtulduk. Tırmanışa başlasak ta sorun değil, ağır ağır kendi tempomda çıkıyorum Dim çayın vadisinden.
Dağ yollarında manzara sürekli değişiyor ve her dönemeçte gözüm gönlüm kendine geliyor. Böylece negatif enerji kalmamış oldu. Her dönemeçte pozitif enerji doluyor içime. Bol oksijenle ciğerlerime. Yalçın kayalıklarda çam ağaçları kendine yer bulmuş.
Eski yol Dim çayının tabanında, burası yeni yol. O yüzden müşteri çekmek için değişik yollara baş vurulmuş. İşte onlardan birisi; Penguen! Gözle görülebilecek kadar da büyük. Neyi çağrıştırıyor bilmiyorum ama arabalardan bile görülebilecek kadar ilginç.
Kimisi de aşağıda balık var buyur gel diyor kocaman balık plakası. Bisikletim KUZ ve kıytırık ile birlikte çekiyorum.
Şimdi tabeladaki yazılarda “Doğal yüzme alanı” diye yazılmış. Yani yüzebilirsiniz çaydaki suda.
Peki DSİ ne demek istiyor “Suya girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısı ile! Acaba biri açıklayabilir mi bu tezatı?
Bazı yerlere giriş yasak, demir kapı ile kapatılmış. Gerçi yolumuz üzeri değil.
Yolumuz tırmanış, Toros dağlarına doğru.
Bazı yerlerde yamaçlar o kadar dik ki neredeyse 90 derece. Yamaç böyle olunca tünelle aşılmış yalçın yamaçlar. Başka yol olmadığı için mecburen tünelden geçeceğiz. Tünelin ağzında Ferdimen beni beklerken çekiyorum.
Tünelin içi aydınlanmış o yüzden önümüzü rahatlıkla görüyorum. Bizler de görünür durumdayız.
Fazla uzun olmayan tünelin ucunda gün ışığı göründü.
Geriye baktığımda da girişte gün ışığı görünmekte. Biz geçerken bir tane bile araba geçmedi. O yüzden rahat ve tehlikesiz geçtik sakince. Kapalı dar yerde araçların motor gürültüleri yankılardan dolayı korkunç derecede oluyor.
Yalçın dağların doruklarını görmek beton binaları görmekten bin kat daha güzel. Burada kalıplaşmış şehir yaşamı yok. Her şey doğal oluşmuş.
Dim çayı barajının gövdesi göründü çam ağaçları arasından.
Geldiğimiz tarafta bulutlar toplanmaya başlamış. Artık denizi göremiyorum.
Arkamda kıytırık olunca biraz ağır çıkıyorum. Ama henüz zorlanmadım şimdiye kadar. Ferdimen beni çekiyor.
Tam Kuzyaka köyüne geldik ki bisikletin arkası oturdu birden bire. Bisikletten inerken arka lastiğin üzerinde parlak metal bir tel gözüme çarptı. Sakince kıytırığı KUZ dan ayırdım. Bagaj çantamı indirip bisikleti ters çevirerek tekerleği söktüm. İlginç olan bisikletimin ismi KUZ, lastiğin patladığı yer ise KUZyaka. KUZ’lar buluştu. Tekerlekteki lastiği sökerken Ferdimen beni çekiyor.
Lastiğe batıp tekerleği indiren teli çıkardıktan sonra yedek iç lastiği takarak şişirdim. Lastiklerim patlamaz kalın etli lastik. Taktığımdan beri ilk defa patladı. O da tel uzun olunca iç lastiğe ulaşmış. Şans işte, gel ön lastiğe dokunma, arka lastiğe gir. Arada böyle şeylerin olması normal. Daha kalın ve kaliteli lastiği olan Dünya gezgini Gürkan Genç ile Dünya gezisine İzmir den başladığında lastiği patlamıştı. Bende ise normal lastik vardı. Dedim ya şans işte. Ferdimen beni lastikle birlikte çekiyor.
İşim bittikten sonra Tekerleği yerine takıp bisikleti ayağa kaldırdım. Kıytırığı da yerine takıp bagaj çantalarını da yerleştirdikten sonra yola çıkmaya hazırlanırken artık akşam saatlerinin yaklaştığını fark ettim. Dağlarda gün çabuk biter hava birden kararır. O yüzden gideceğimiz yönde yerleşim yeri olmadığından hazır bir köyde iken burada kalalım dedik. Bazlama, çay yapan bir yere girdik. Birer çay ısmarladık bazlamacı kadına. Bu arada da dışarıda çeşme ve çadır kurabileceğimiz bir küçük alan var. Kadına dışarıda çadır kurabilir miyiz diye sorunca kadın da telefonla kocasını arayıp sordu. Pek yabancıları sevmedikleri belli. Kadın bize kalamazsınız diye cevap verince çay parasını verip dışarı çıktık. Az ilerde çadır kurabileceğimiz bir yer bakarken köyün camisinin karşısında üstü kapalı tabanı beton bir yer gördük. Buraya çadır kurabiliriz deyip durduk. Yanımıza gelen köylülere burada kalabilir miyiz diye sorunca Muhtar izin vermiyor yabancıların kalmasına diye cevap verdiler. Muhtarın cep telefon numarasını alıp aradım ama telefonuna ulaşamadım. Çayın dibinde işletmesi varmış, kendisi de orada olduğundan telefonu çekmiyor anlaşılan. Artık yapacak bir şey yok, gidecek durumumuz da yok. İyi bir yer bulmuşuz, karşıda cami var. Su var, tuvalet var. Köylülere Muhtara ulaşamıyorum, biz burada kalacağız, isterseniz jandarmaya haber verin gelip kontrol etsinler dedik. Ardından çadırları kurup yerleştik.
Köylülerin anlattığına göre daha önceleri araba ile birileri gelmiş bu köye. Onlar da gecelemeye karar verip köyde kalmışlar. Sabahında ise köyü soyup soğana çevirerek toz olmuşlar. Durum böyle olunca köyde yabancıların kalmalarına izin vermiyorlarmış. Zaten ertesi gün seçim var, mutlaka jandarma gelir sandık başına. Bir şey varsa bizi de araştırırlar, sorarlar. Gizlimiz saklımız yok ki, kimden korkacağız.
Hava karardı, hemen yemeğimizi yapmaya başladık benim ocakta. Bizi gören caminin imamı da bize yemek getireyim diye teklif etti. Teşekkür edip her şeyimiz var, istersen yemekten sonra kahve içebiliriz diye davet ettim. İmam dayanamayıp evden bir tabak pilav ile çıka geldi. Tabi ki geri çevirmedik. Zaten yol yorgunuyuz ve açız, her şeyi yiyebiliriz. Yemekten sonra birer kahve içtik imam ile. Bu arada daha çok imam soru sorarak nereden gelip nereye gittiğimizi sordu. Biz de nereden çıktığımızı, nerelerden geçip buraya kadar geldiğimizi kısaca anlattık. Bize tuvaleti ve çeşmeyi kullanabileceğimizi söyledi. Yatsı vakti gelince camiye gidip yatsı ezanını okumaya başladı. Köyün bir kaç ihtiyarı camiye gelerek namazını kıldı.
Fazla geç olmadan çadırlara çekilip yattık. 4 gecedir evlerde yatıyoruz. Bu gece ise çadırda ama üstümüz kapalı.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 79 kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası
Anlatımlarınızla bizleride oralara götürdünüz,çok güzel resimler almışsınız iyi eğlenceler pedalınız düz bassın yolunuz açık olsun kazasız belasız yolculuklar dilerim.
Teşekkürler iyi dileklerin için Mustafa.
I see your page needs some fresh content. Writing manually takes a
lot of time, but there is tool for this time consuming task,
search in google: murgrabia’s tools unlimited content