Etiket arşivi: çam mesiresi

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 4. Gün

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Soma – Kırkağaç – Gelembe – Çobanlar Köyü

(Görme engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara;

Döner döner durur başım havalarda

 

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;

Her sabah böyle bahar;

Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum

Derim ki: “Sıkıntılar duradursun!”

Şairliğimle yetinir,

Avunurum

Orhan Veli Kanık

Öne çıkan görsel, Bakırçay nehri, az akıyor. Kenarlarda bitkiler ve ağaçlar var.

Orhan Veli’nin şiiri ile başlıyorum sabah;

Her sabah böyle bahar;

Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum

Derim ki: “Sıkıntılar duradursun!”

Şairliğimle yetinir,

Avunurum

Diyerek kuş cıvıltılarıyla uyanıyorum. Henüz saat 07:00 olmadı daha. Cep telefonumun alarmı çalmasına epey var. Ana yol uzakta olsa da bazı çok bağıran motor gürültüler ara sıra rüyama girdi. Yine de uykumu almış olarak uyandım. Henüz çadırım dan çıkmadan önce kapıyı açıp dışarısını cep telefonu ile çekiyorum. Karşımda çam ağaçları, az oranda çalılar var. Başka bir canlı görünmüyor.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve yapmak. Sabah kahvesinin keyfini çıkarmalıyım. Sürüyorum cezveyi ocağa. Neredeyse 100 yıllık çam ağaçlarının kalın gövdeleri ve kahverengi kabukları sanki orman kokusu üzerimde. Çadırımın içine bağdaş kurarak oturup kahvemi pişirirken bisikletim KUZ ince gövdeli bir ağaca kilitli olarak öylece duruyor.

Kahvemi içerken güneş doğdu, güneşin doğuşunu parlak ışıklar saçasıya kadar izliyorum. Tam bisikletimin gidonu hizasına gelince resmini çekiyorum. Güneş tüm ışıkları ile dört bir yana saçarak bizlere hayat veriyor. Bisikletin gölgesi bana doğru yere vurmuş durumda.

Sıra geldi kahvaltı zamanına, yine hep birlikte kahvaltı hazırlıklarına başladık. Yer sofrasında oturmuşum, pankart solda ağaca iplerle bağlı çayın demlenmesini bekliyorum.

Son olarak aramıza katılan Nursal Beşün pankartın yanında resim çekiyorum. Nursal ile yeni tanıştım, beyazlaşmış uzun sakalı ve saçları ile çok şeyler görmüş, yaşamış olduğu belli. Kısa pantolonu ve bej tişörtü sade.

Nursal ile beraber aramıza katılan Figen Gülgör pankartın yanında poz vererek resmini çekiyorum. Böylece tüm katılımcılar pankartın önünde resim çekilmiş oldu. Figen’i uzun yıllardır tanıyorum, bir çok festivalde, günü birlik turlarda beraber bisiklet sürdük. Üzerinde siyah tayt şort, mavi renkte, kolları beyaz tişörtü Nursal’ın aksine her tarafında yazı var.

Çadırı toplayıp eşyaları çantalara yerleştirdik. Bizden ayrı yere çadır kuran grubun yanına gidiyoruz. “Günaydın” diyerek selam verip çadırlarını toplamaya yardım ediyoruz. Onlar da hazır olunca pankartı açarak hep birlikte, toplam 15 kişi resim çekildik. 10 kişi ayakta pankartı tutuyor. 5 Kişi de yere oturmuş durumda.

Herkes yola çıkmaya hazır, o halde yola çıkmalı diyerek bisikletlere biniyoruz. Çam mesiresi yerinin girişine gelince devasa giriş kapısının resmini çekiyorum. Kapı dediğim 8 metre yüksekliğinde 3 kale burcu, iki geçiş kapısı. Buradan arabalar geçiyor. Yayalar için iki yandaki kulelerim altında geçit yapmışlar. Ortadaki kulenin altında ise gişe var. Giren araçlardan park ücreti kesiyor görevliler. Yayalardan ve bisikletlerden para alınmıyor. Zemin ve yol beton parke taş döşeli. Sağda büyük bir direğin üzerine kırmızı boyalı tabelada beyaz harflerle Şehzadeler Kırkağaç Gençlik ve İzcilik Kampı yazılmış. Neden Şehzadeler ismi konulmuş anlamış değilim.

Ana yola çıktık, Çam mesiresi yerinin döner kavşağında bir heykel var. Heykel Zeybek oyununu oynarken betimlenmiş. Bir ayağı önde, az kaldırmış. Kolları yukarıya doğru uzanarak Zeybek oynuyor. Sağda dağ silsilesi, önde bisikletliler. Hava parçalı bulutlu. Rüzgar lodos esiyor, yani arkamızdan.

Soma’ya göre daha yakında olan Kırkağaç yaklaşık 4.5 Kilometre. O yüzden çabuk geldik sayılır. Kırkağaç kasabasında pek araç trafiği yok, sakin bir şehir. Kavunu ile ünlü Kırkağaç Yunt dağlarının eteklerine kurulmuş küçük bir kasabadır. Meydandaki saat kulesinin önünde bisikletim KUZ ile resmini çekiyorum. Saat ona çeyrek var. Kule 2013 yılında Manisa belediyesi tarafından yapılmış. Yüksekliği 36 metre, dört katlı, katlar yükseldikçe daralıyor. Yunt dağlarının tepesinde rüzgar türbinleri 4 tane görünüyor.

Günlük yiyecek içecek ihtiyacımızı alışveriş dükkanından alıp çantalara yerleştiriyoruz. Şafak yine grubu beklemeden yola çıktı. En son kalan Çağdaş gecikince gelmesini bekledim bir süre. Çağdaş gelince yola çıktık ikimiz. Pek tecrübesi olmayan Çağdaş yolu kaybedebilirdi. Zaten kasaba içinde kaybetmiş yolu. Neyse ki öndekiler yavaş gidiyordu da yetişebildik gruba. Aslında rahat hareket edilirse yolda yorulmadan gidebilirdik. Ama geç kalan birini bekleyip öndekilere yetişme çabaları sonucu epey yoruluyor insan. Ne gereği var acele etmenin, grubu beklemeden yola çıkmanın. Madem tur düzenleniyor hep beraber, kimseyi arkada bırakmadan yola çıkmalı. Yoksa herkes kendi kafasına göre giderse turun anlamı olmaz.

Dördüncü kez Bakırçay nehrinin aktığı yerden geçiyoruz. Nehrin kıyıları sazlıklar, küçük söğüt ağaçları ile kaplı. Su akışı pek yok, durgun görünüyor. Nehir yatağını çekiyorum. Telefon ve elektrik telleri manzaraya giriyor. Nehrin kıyıları set olarak yükseltilmiş taşkınlara karşı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kırkağaç’tan çıktıktan sonra ovayı dikine geçiyoruz. Ovanın karşısındaki dağlara geldik. Hafif bir tırmanış olacak, durum onu gösteriyor. Az eğimle karşıdaki tepeye doğru giden bisikletliler.

Arkadaşlardan birisinin sol bacağında zincir yağı bulaşıp dövme yaptırmış gibi. İki iz var, üstteki silik, alttaki belirgin zincir izi. Benim anlamadığım ve ilgimi çeken zincirin sağ tarafta olması. Nasıl değmiş sol bacağı belli değil. Sol bacağı zincir işaretli kısmı yakından çekiyorum bisikletin üzerinde.

Tarla yonca ekili, yemyeşil bir halı gibi. Yeşil halıya düzensiz serpiştirilmiş kırmızı renkli deseniyle Gelincikler ayrı bir renk katmış. Tarla 10 metre genişliğinde, 100 metre uzunluğunda. Sol tarafta incir ağaçları, sağda zeytin ağaçları ekili.

Yol kıyısında çeşmenin başında Ferdimen bisikletini bırakmış öylece duruyor. Kendisi ortalarda yok. Ben de yamacın dibindeki çeşmeyi çekiyorum. Sonrasında boşalan şişelerimi doldurup tazeliyorum çeşmeden.

Az biraz çıkınca Bakırçay havzasının düz olan ova manzarasını çekiyorum. Karşıda dağlar ve gökte artan bulutlar lodosun etkisiyle çoğalmaya başladı.

Önümde ise hafif rampa devam ediyor. Yolu ve bisikletimin gidonuna taktığım üç martı tüyü ile resmini çekiyorum.

Yol kıvrılarak yukarıya doğru çıkıyor. Yokuşun sonu göründü. İleride çam ağaçları ve sağda, yol kıyısında iki uzun kavak manzarayı tamamlamış.

Artan bulutlar lodosun sıcak rüzgarları ile yağmur çiselemeye başladı. Üzerimize yağmurlukları giyerek yola devam ediyoruz. Yağmur o kadar şiddetli değil. Gelip geçici bahar yağmuruna benziyor. Önümde Cem yağmurluğunu giymiş bisikletiyle gidiyor.

Yolun solunda çeşme başında bekleyen arkadaşları görüyorum. Sularını tazeleyip doldururken biraz da dinlenmiş oluyorlar böylece.

Önümüzde Gelenbe kasabası var, tabelası öyle yazılmış. Kasabanın evleri de göründü. Yol kıyısında enerji hattı kasabanın elektrik ihtiyacını karşılıyor.

Gelembe kasabası İzmir – İstanbul karayolunun yanında. Gelip geçen araçlar burada mola veriyor. Biz de burada mola verdik. Zaten öğle zamanı, karnımız da acıktı. Kasabanın lokantalarının birinde oturduk Ferdimen ile birlikte. Masa kaldırıma konulmuş, içeride oturmanın anlamı yok. Yemek yerken gelip geçeni seyrederiz böylece. Lokantanın garsonuna cep telefonumu vererek bizi ve aşçı ustayı çekmesini söyledim. Dünyada en çok resim çeken garson bu isteği yerine getirip resmimizi çekiyor.

Kaldırımda masanın yanında sandalyeye oturmuş Ferdimen ve ben. Aşçı ayakta yanımızda. Masada tabaklar var, silip süpürülmüş durumda. Aşçıya lezzetli kuru fasulye yemeği için teşekkür etsek te parasını ödüyoruz. Lokantanın tabelasında Uylaş Lokantası yazısı var. Camda da aynı yazı yazılmış ve içi dolu yemek tabakları resmi konulmuş.

Karnımızı doyurduktan sonra kasabanın kahvesini bahçesinde toplandık. Bahçenin ortasında havuz var. Havuzun ortasından bir boru çıkarılmış, su çok az akıyor borudan. Havuzun dibi karo plaka döşeli ve su o kadar berrak ki beyaz karo taşları pırıl pırıl görünüyor. Borunun dibinde havuza düşen su hafif dalga yapmış, yansımalar ile durgun taraf arası ayırt ediliyor. Havuzu görünce aklıma Rumeli türküsü geliyor.

Manastırın, ortasında var bir havuz

Aman havuz, canım havuz

Dimetoka kızları hepsi de yavuz

Biz çalar oynarız

(Rumeli Türküsü)

Kahvenin önü kasabanın meydanı, yer beton kilitli taş döşeli. Atatürk büstü bir kaidenin üzerine konularak yanına bayrak direği ve Türk bayrağı göndere çekili durumda. Rüzgar olmadığı için bayrak dalgalanmıyor. Yola çıkmaya hazır tüm bisikletçiler kahvenin önünde beklerken. Kahvenin ortasında kocaman bir çınar ağacı bahçeyi tamamen kaplamış gölge yapıyor. Kaldırımda küçük bir fıstık çam ağacı var.

Herkes hazır olunca yola çıktık. Artık bir süre ana yolda gideceğiz. Emniyet şeridi biz bisikletçilere yetiyor rahat gitmek için. Sadece yoğun geçen araçların gürültüsü rahatsız ediyor. Gelenbe den sonra rampa başladı ve yol kıyısında gördüğümüz çubuklar buraya çokça kar yağdığını belirtiyor. Demir boru kırmızı, beyaz ve siyah renk ile boyanmış Bu borular çok kar yağan yerlerde yol kıyısında yolu belirtmek için kullanılan kar çubukları.

Arkamdan bir bisikletçi sesleniyor bana, yanıma gelince sohbete başladık. Arkadaş beni tanıyor facebook’tan ama ben onu tanımıyorum ve kendini bana tanıttı. İsmi; Mustafa Kemal Çevik. Yolda karşılaşıp tanışmak gibisi yok. Yol kıyısında durup birlikte resim çekildik. Akhisar’dan Balıkesir’e gidiyor. Bisikleti boş, sırt çantası sırtında takılı. Kırmızı beyaz dikine şeritli forması, içinde uzun kollu termal içlik giymiş. İkimizin başında kask ve gözümüzde güneş gözlükleri. Benim gözlüğüm sarı renkli cam takılı. İkimiz de birer kolumuz omuzlarımızda poz verdik Ferdimen’e. Arkamızdaki dağlarda, uzakta rüzgar türbinleri dönüyor kocaman kanatları ile.

Mustafa’nın yükü az olduğundan hızlı gidince bizden ayrılıp yoluna devam etti. Yaklaşık 8 Kilometrelik bir tırmanıştan sonra Çobanlar köy kavşağına geldik. Köy biraz yukarılarda, dağın eteklerinde görünüyor. Köy yoluna giriyoruz. Solda kapalı otobüs durağı var.

Köyün dik ve toprak olan yolundan çıkmaya çalışıyoruz. Buraların bitki örtüsü genellikle meşe ağaçları. Yolun kıyısını tamamen kaplamış meşe ağacı.

Sıkı bir tırmanıştan sonra Çobanlar köy girişine geldik. En son olarak gelen beni bekliyordu arkadaşlar. 2 Yüksek direk üzerine tabela konulmuş köyün girişine. Tabelada Çobanlar Mahallesine Hoşgeldiniz yazısında her ne kadar mahalle dense de benim için her zaman Köy’dür ve Köy olarak kalacaktır. Mahalle denmesinin hiç bir anlamı yok. Mahalle şehirlerde olur.

Toplam 15 kişi 4 günlük zorlu ve dolambaçlı yollardan insan eliyle yapılan erozyon ve kirliliğe dikkat çekmek için, nehirlerin temiz akması için suyun kaynağına yaklaştık. Bisikletim KUZ üzerine koyduğum cep telefonumdan uzaktan kumanda ile kendimizin resmini köyün girişinde, köy manzaralı çekiyorum bir poz. Sağda önde iki bisiklet var, arkada köyün evleri ve caminin minaresi görünmekte.

Köye girer girmez telaşlı bir kalabalık gördük. Bu gün köyde düğün var. Köylüler köyün kahvesine bizleri davet etti çay içmek için. Bizler de köye çıkarken zorlu yokuşta biraz yorulduk. Dinlenmek ve enerji toplamak için iyi bir fırsatı değerlendirdik bu sayede. Kahvenin yanında, binanın gölgesinde masalara oturduk. Gelen çayları köylülerle sohbet ederek içtik. Köylülere amacımızı, nehirlerin kirliliğini, neden bu turu yaptığımızı ve bu köyde son bulan yolculuğumuz nedeni ile gece çadır kuracağımızı anlattık. Karşılıklı geçen sohbette onların da çevreye verilen zararın çok olduğunu, biraz da bizim bisikletlerle yüklü olarak yaptığımız yolculuğu nasıl başardığımızı merak eden soru – cevap şeklinde oldu. Düğün sahibi bizlere hoş geldiniz diyerek karşılayıp akşama düğün yemeğine davet etti. Bizler de teşekkür edip düğününün hayırlı olmasını dileyerek yemeğe geleceğimizi bildirdik. Yaptığımız yolculuğu taktirle karşıladılar. Köylülerle masaların yanında sandalyelerde oturup çay içerken Ferdimen bizi çekiyor benim cep telefonumla.

Karede olmayan Ferdimen yerine oturunca ben de onun resmini çekiyorum. Başında şapka ve üzerinde güneş gözlüğü ile. Güneş gözlüğü şapkanın üzerinde. Masanın üzerinde kağıt bardak ve bir tane kesme şeker duruyor.

Çay molasını bitirip köylülerden izin isteyerek yolculuğumuzun son kısmına doğru gitmeye başladık. Biraz daha yolumuz var ve yokuş tırmanıyoruz. Hava parçalı bulutlu, lodos rüzgarın etkisi ile gittiğimiz yöne doğru gidiyorlar. Arazi küçük makilik ağaçlarla kaplı, öyle büyük ağaç yok.

Kamp yapacağımız yere, çeşmesi olan araziye geldik. Hemen çadırları kurup eşyaları yerleştirip suyun kaynağını bulmaya gidiyoruz. Daha önce keşif yapmadığımızdan, harita üzerinden suyun kaynağını arıyoruz ama hem yerini, hem de yolu bulamadık. Yorgun olan bedenlerimiz daha fazla gitmeye hevesli değil. Şafak’a biraz kızıyorum son dakikada bulamadığımız suyun kaynağı için. Ve keşif yapmadan turu düzenlediğimiz için. Şafak ayrı bir yöne gidip keşif yaptı ve sonuçsuz geri döndü. Antalya’dan gelen Nafiz, Vedat ve Mehmetali ayrı bir yöne keşfe çıktılar. Bisikletlerin yükünü boşaltmıştık kamp yerinde.

Ben yere oturmuşum yorgunluktan, diğer arkadaşlar bisikletten inmiş durumda. Şafak ayakta, durum değerlendirmesi yapıyoruz.

Yüksüz olarak gitmek kolay olsa da suyun kaynağını bulamamanın yılgınlığı ve iştahımın kaçması nedeni ile turu burada sonlandırıp kamp alanına geri dönüşe başladık.

Makilik çalıların olduğu arazideki toprak yolda bir bisikletli gidiyor.

Kamp alanına geri dönüp çeşmeden akan suyun meydana getirdiği küçük su birikintisine bir az toprak döküyorum sembolik olarak. Buradaki suyun da denize doğru gittiğini biliyorum. Gölete elimde toprak dökerken su yüzeyine yansıyan bulutlar ve ağaç resim tablosu gibi olmuş.

Nafiz Sağdur, Vedat Karakaya ve Mehmetali Akyüz suyun kaynağını bularak görevi tamamlamışlar. Nehrin döküldüğü yerden aldıkları toprağı suyun kaynağına dökerek denize ulaşasıya kadar temiz akması dileğinde bulundular. Moralimin sıfıra düşmesi nedeni ile bulamadığımız suyun kaynağını bulup video çekerek belgeleyen Antalyalı dostlarıma çok teşekkür ederim. Nafiz’e, Mehmetali’ye ve Vedat’a.

Aşağıda çektikleri videoyu izleyebilirsiniz.

Çeşmenin altında, düzlük bir yere matı serip üzerine oturuyorum. Kahve takımlarımı yanıma alıp kahve yaparken köyün üç güzel kızı yanımıza gelip sohbet etmeye başladık. Sevimli kızlar üniversitelerde okuyorlar ve bizim köye gelip kamp yaptığımızı görünce çekinmeden yanımıza geldiler. Süslenip püslenmişler, akşama düğüne gidecekler. Herhalde köyde sohbet edecek kendi kafalarına göre insan bulamadıklarından yeni insanlarla tanışıp kaynaşmak istemiş canları. Bu güzel kızları taktir ediyorum. Köyden yetişen aydın insanları görmek güzel. Kendilerini tarikatların yobaz hocalarına kaptırmamışlar. Yoksa türban takıp buraya kendi başlarına gelmeye cesaret edemezlerdi. Özgürce istediği kişilerle konuşup sohbet ederek yeni şeyler öğrenmeleri kadar doğal bir şey yok. Güzel kızlara kahve pişirip ikram ediyorum.

Pankartımızı yere serip etrafında oturmuşuz kahve içerek sohbet ediyoruz. Üç güzel kız sağda, Figen ve 7 erkek toplam 12 kişiyiz.

Kamp yerine gelince bir süre bizden ayrılan Antalyalı grubu bekledik. Antalyalı grup gelip görevi tamamladıklarını müjdeledi. Suyun kaynağını bulmuşlardı ve toprağı akan suya bıraktıklarını söyleyince biraz moralim yerine geldi. Biz başaramazsak ta başaran oldu. Daha sonra akşam olması üzerine köydeki düğün yemeği davetine katılmak için köye indik. Sadece aramızdan dört kişi bizimle gelmedi. Kendi bilecekleri iş dedik, yorgun argın yemek yapmanın anlamı yok. Köyde evin yanında bir kayanın üzerine çıkmış çocuklar bizi karşıladı. Meraklı bakışlarla köylerine ilk defa gelen bisikletçileri süzüyorlar.

Kapalı bir yerde, köyün ortak olarak kullanılan caminin altında masalar kurulmuş. Düğün sahipleri bizi içeri davet ederek masalara oturttular. Köyün genç delikanlıları bir çırpıda masaları donattı. Zengin çeşitlerle hazırlanmış düğün yemeğini iştahla yiyerek bereketli olmasını ve evlenen çiftin ömür boyu mutlu olmasını diledik düğün sahibine. Düğün sahibi kızını evlendiriyor, yani bizler kız tarafındayız.

Masada 11 kişi oturmuş, önümüzde demir tabaklarda yemekler olduğu halde resim çekiliyoruz.

Yemek için köylülere ve düğün sahibine teşekkür ediyoruz. Köy düğünleri çok güzel, özellikle yemekleri harika. Düğüne kalmıyoruz, çünkü başka bir köye gidecekler düğün yapmaya. Bisikletlere binip kamp yerine köyün içinden geçiş yapıyoruz. Köyün içinde düzgün yontulmuş taşlardan yapılmış sadece bir duvar olarak ayakta duran bir yıkıntıyı görünce duvarın resmini çekiyorum. Duvarın üst kısmında taş blok yontulmuş bir şeyler yazıyor ama ne yazdığını anlayamadım. Belki de tarihi bir eser olabilir. Duvarın ilginç olan kısmı tek olarak duvar düzgünce örülüp son bulması. Sağa yada sola devam etmemiş. Burada sonlanmış. Resmi alından çekiyorum duvarı.

Kamp yerine geldiğimizde hava kararmaya başlamıştı. Orada kalanlar ateşi çoktan yakmışlar etrafında otururken bulduk. Yemeklerini yemişler biz gelesiye kadar. Köz olan ateşin yanında ısınan tek kadın katılımcı Figen yere oturmuş ısınıyor elindeki telefona bakarken.

Hava iyice karardı, üzerimize kalın bir şeyler giydik gecenin serinliğinden korunmak için. Şafak her zaman olduğu gibi Dimitri şarabını açmış sessizce sohbet ederek dertleşiyor. Yanında da Cem, Mehmetali ve Ceyhun var.

Ateş kampın vazgeçilmezlerinden birisi. Ortam uygun olunca bir ateş yakmak gerek, çevreye zarar vermeden, ormanı koruyup gözeterek. Arazi makilik çalılardan oluştuğu için ve etrafta kuru otların olmaması güvenle ateş yakılabilecek bir yer. Ateşin verdiği sıcaklık hem içimizi ısıtıyor hem de sohbetimizi. Bazen alevlerin yalımına dalıp hayaller kurarsın kısa bir süreliğine. İnsanlar ateşi bulduklarında ateşe taparlarmış Tanrı diye. Belki o zamanlardan kalma genlerden bir kaçı ateşin başında saatlerce oturup yalımlara bakmamıza neden oluyor. Kim bilir!

Yanan odun parçaları kızıl ve sarı yalımlarla etrafı aydınlatırken bizleri de ısıtıyor.

Antalyalı arkadaşların yanında taşıdığı basık semaverde nefis çayları içiyoruz ateşin başında. Semaver sol altta, ortada ateş ve ateşin etrafında bizlerin resmini çekiyor Ferdimen.

Suyun kaynağına yolculukta çektiğim videoların birleştiriliş görüntülerini izleyebilirsiniz.

Bu videoyu da Ferdi Kızıl Nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen çekmiştir, iyi seyirler

Bir süre ateşin başında sohbet ettik, gecenin ilerleyen saatlerinde çadırlara çekilip yattık.

Şafak ile beraberce düşünüp hayata geçirdiğimiz SUYUN KAYNAĞINA YOLCULUK bisiklet turu istediğim gibi olmadı. Önceden keşif yapmadan yola çıkıp sonunda suyun kaynağını bulamadan bitirmemiz hiç iyi olmadı. Bu iş Şafak ile olmayacağı kesinleşti. Tur hep birlikte yapılır, öyle kendi başına yola çıkmak ne turculuğa ne de birlikteliğe uyar. Zaten Şafak bunu anladı ve gruptaki görevinden kendi isteği ile çekilip kendi başına turlar düzenlemeye başladı. Bu benim için daha iyi oldu, birlikte huzurlu tur yapmanın olanağı yok. Şafak Omaç her zaman arkadaşım olarak kalacaktır, öyle kırgınlığım, küslüğüm yok. Ama birlikte bisiklet sürmenin anlamı kalmadı sadece.

Böylece bir turun sonuna gelmiş olduk değerli okuyucularım. Gezdiklerim, gördüklerim ve ilginç olan şeylerin resimlerini çekerek sizlerin göremediği yerleri göstererek anlatmaya çalıştım dilimin döndüğü kadarı ile. Hata ettimse af ola, sizler iyi şeylere layıksınız, ben de iyi şeyleri sunup anlatmaya çalıştım. Yeni kişilerle tanıştım, yeni dostluklar kuruldu. Hazine çantam yeni hikayelerle dolmak bilmedi. Bir sonraki tur yazılarında görüşmek dileği ile.

Bu gün yaptığımız yol biraz kısa olsa da yokuşlar vardı. Toplam 35 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 3. Gün

5 Mayıs 2017 Cuma

Bergama – Göçbeyli – Soma

( Görme engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır. )

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Arzusun çektiğim Beserek Dağı

Elvan elvan çiçeklerin açtı mı?

Çevre yanın güzellerin otağı,

Bizim eller yaylasına göçtü mü?

 

Güney tarafında Kurban Pınarı,

Kalktı mı Mezarlı Boyu’nun karı?

Garip öter meşeliğin kuşları,

Yavru şahin yuvasından uçtu mu?

 

Yeşil atlas giymiş dağlar süslemiş,

Mescit köyü eteğine yaslanmış,

Şeme Dağı, duman olmuş puslanmış,

Sivralan’a nuru rahmet saçtı mı?

 

Zaman gelip göçler geri dönerken,

Güzellerin yaylasından inerken,

Dilberler doldurup bade sunarken,

Veysel Şatır, hatırlara düştü mü?

Aşık Veysel Şatıroğlu

 

Öne çıkan görsel, Somalı arkadaşlarla birlikte resim çekiliyoruz. 18 kişiyiz, arkamızda pankartımız asılı.

Güzel bir uykunun ardından erkenden kalkıyorum, henüz kimse kalkmamış. Dün fazla resim çekememiştim, kamp yaptığımız tesisleri çekmeye başladım. Daha önce ABAK turlarında bir çok kez kalmıştım burada. Çadır için uygun bir yer, izin istedikten sonra kalabilirsiniz ve rahat kamp yapıp uyuyabilirsiniz. Duş olanağı her zaman olmazsa da tuvalet var ve yakın. Bisikletler birbirine kilitli yan yana duruyor. Tenis kort tel çitine pankartımız bağlı. Yeşil çimen üzerinde çadır kurulu iki tane.

Benim çadırım mavi renkte, yanımda yeşil ve lacivert renkli iki çadır. Küçük ağacın arkasında bir çadır daha var. Küçük bir alanda dört çadır rahat sığdı. Arada yürüme yolu kilitli taş ile döşeli. Diğer çadırlardan ayrı yerde bulunuyoruz. Belediyenin tesislerinin binalarının yanında elektrik panoları var. Buradan tesislere ve parkın aydınlatmasının dağıtımını yapılıyor. Bisikletim KUZ panonun önünde park edilmiş durumda. Kilitlemeye gerek duymadım, Kim ne yapacak siyah eski bisikleti. Turuncu çantalar üzerinde ve yerde sosis çanta duruyor. Akşamdan yıkadığımız çamaşırları ipe asarak kurutmaya çalışıyoruz.

Çadırımın yanındaki çadırda bizim Ferdimen yeni uyanmış hala uyur durumda gözleri kapalı olarak başını çadırdan dışarıya çıkararak günaydın diyor bana. Uzun saçları ile öylece gözleri kapalı olarak çekiyorum bir poz. Çadırının üzerinde peştemalini sermiş. Bu peştemal daha önce Denizli’de katıldığımız festivalden kalma. Bende de aynısı var, yıllardır kullanıyorum. İnce, hafif ve katlanınca az yer kaplıyor.

Lacivert çadır, üstünde mavi beyaz şeritli peştemal serili. Ferdimen sadece kafası çadırın dışarısına çıkarmış gözleri kapalı olarak.

Herkes uyanıp kahvaltısını yaparak çadırları, eşyaları toparlayıp bisikletine yükledi. Yola çıkmaya hazır olduğumuzdan hep birlikte bir resim çekilelim dedik. Antalyalı Vedat yanında tripod taşıyor. Cep telefonunu tripoda yerleştirip ayar yaparken ben de onun bu halinin resmini çekiyorum. Arkasında üç tane bisiklet yüklü durumda yola çıkmaya hazır.

Vedat zamanı ayarlayıp kameranın karşısına geçerek pankartımız ile birlikte resim çekiliyoruz. Tenis kortu arkada, beton zeminine on kişi oturmuşuz. Dört kişi de yerde çimenlere oturmuş durumda. Üstte oturanlar soldan sağa; Bahadır Özer, Mehmet Ali Akyüz, Ceyhun Altın, Musa Yıldız, Nafiz Sağdur, Şafak Omaç, Urim Babacan, Figen Gülgör, Çağdaş Lale ve Nursal Beşün. Yerde oturanlar; Cem Tabanlı, Ferdi Kızıl, Merih Balaban ve Vedat Karakaya. Aramızda sadece Hünkar Göcekli yok. Pek resimlerde görünme taraftarı değil. Önde oturan Cem Tabanlı bağdaş kuramadığı için ayaklarını öne doğru uzatmış durumda. Diğerleri bağdaş kurarak oturmuş.

Resim çekildikten sonra pankartı toplayıp çantama yerleştiriyorum. Ardından yola çıkarak günün turuna başladık. Bergama sokaklarında ilerliyoruz, sokaklar Arnavut kaldırımı döşeli. Arnavut kaldırımı Kozak yaylasında bulunan siyah beyaz noktalı granit taşlar küçük küp şeklinde kırılarak yapılıyor. Belediye de hemen hemen tüm sokakları Arnavut kaldırımı taşları ile döşemiş durumda. Bergama’nın eski ana caddesinde ilerliyoruz. Evler ve binalar iki katlı, fazla yüksek değil. Sağda direk üzerinde tabelalar tarihi yerler olan Bedesten, Arasta yazısı bir tabelada sola ok işareti. Altındaki tabelada Lonca Meclisi, Çukurhan Kahverengi zemin üzerine beyaz harflerle yazılı. En alttaki tabelada ise SGK sola ok yönü ile yerini belirtmiş. Yanında da kalın beton direkte trafo ve enerji kabloları kırmızı renkte. Karşıda Akropol tepesi görünüyor.

Bergama sokakları bazı yerlerde o kadar dar ki çatılarından diğer eve rahatlıkla atlanabilir. Geçmişte ulaşım aracı şehir içinde ve tarlaya gidip gelirken eşek kullanılırmış genellikle. At arabaları kullanılsa da sokaklar sadece bir at arabasının sığacağı kadar. Belki de at arabası bile giremez. Daha çok eşeklerle yükler taşınıp yaşamlar ona göre düzenlenirmiş. Dar sokakların dar yapılmasının bir özelliği de komşuluk değerleri. “Ev alma komşu al” der atalarımız. Mahallelerde komşuluğa çok önem verilirmiş o zamanlarda.  Erkekler sabahın köründe eşeklerine binip tarlaya çalışmaya gittikten sonra kadınlar sokağa çıkıp ilk önce evlerinin önü süpürülerek tertemiz yapılır. Ardından günlük yapacağı işleri sokağa çıkarıp yapmaya başlarlarmış. Yapılan işe göre kim zorda ise onun işini halledip diğer işleri de kolayca el birliği ile bitirirlermiş. Sokağın dar olması ve yere serilen kilimler yüzünden yürüyerek geçmek zorlaşır geçilemez durumda olur. Onun için yabancılar sokaklara girmeye cesaret edemezler sokağın halini görünce. Sokağın sıcak ortamı birbirine yakın olan evlerin pencerelerinden sohbet, dedikodu, gıybet şeklinde devam ederek günlük yaşam tarihe karışırmış.

Böyle bir sokak görünce durup geçmişte yaşananları hayal ederim. Gelip görmek, görüp yaşamak gerek tarih kokan dar sokakları.

Sokak üç metre genişliğinde, düz değil de hafif kıvrıntılı yukarıya doğru eğimli. Evler iki katlı, en önde sarı boyalı evin altı depo yada araba garajı. Sürgülü katlanır demir kapısı ve üst katta balkonu var. Bu ev sokağın başında önü açık. Diğer evler sokak darlığı yüzünden balkonları yok. İkinci ev pembe boyalı badana ile renklendirilmiş tek katlı. Karşı köşede demir kepenkli dükkan kepenkleri inik durumda boyasız sıvalı.

Bergama tarihi geçmişi ile ünlü bir yer. Bunlardan birisi de Kızıl avlu denilen Bizans dönemine ait devasa bazilika. Bazilikanın yanına gelerek bisikletleri park ediyoruz. Kızıl avlu girişinde kule bayağı yüksek boyutta ve geniş. Arkasında ise kırmızı tuğla ile yapılmış kilise kuleden daha da yüksek boyutta. Girişte bir kaç çam ağacı ve dut ağaçları ile yeşil rengini taş binalara desen oluşturmuş durumda. Burasını görmeyen arkadaşlar girip içerisini geziyorlar. Ben daha önce bir çok defa gördüğümden bisikletlerin başında bekliyorum.

Kızıl avlu ziyaretini kısa tutuyoruz, yola çıkmamız gerek. İçeridekiler çıkınca daha hazırlanmadan Şafak yola çıktı bizleri beklemeden. Grubu beklemeden yola çıkması biraz canımı sıksa da önemsemedim. Geri kalanlar da hazırlıklarını bitirip yola çıktı Şafak’ın ardından. Ben ve Ferdimen arkadan onların peşinden çıktım yola. Ana yola çıkmadan çeşme görünce boşalan şişeleri dolduruyoruz içme suyu olarak. Önümüzde çeşme var mı yok mu bilemediğimden sular he zaman dolu olmak zorunda. Çeşme taş bloklardan üzeri kemerli olarak yapılmış. Komple beyaz kireç ile badana yapılarak çirkin yazılar bir derece kapatılmış. Çeşmeden su dolduran Ferdimen ve bisikletlerimiz park etmiş durumda. Arkada bir ev ve bahçe var, bahçenin kapısı demir parmaklıklı, tamamen açık durumda.

Biraz geç çıkmamız ve çeşme başında suları doldururken geçen zamanda grup bizden epey ileride. Önümüzde göremiyorum arkadaşları. Ferdimen ile birlikte gidiyoruz Soma yönüne doğru. Önümüzdekileri göremediğimizden kendimizi kaptırmışız gidiyoruz. Ferdimen harita konusunda ve yol konusunda epey bilgili ve tecrübeli olduğundan öndekilere yetişememenin nedenini düşünürken gittiğimiz yolun yanlışlığının farkına vardı. Bana dönerek; ” Urim Baba yanlış yoldayız, önceki sapaktan sola, köy yoluna girmemiz gerek. Rota öyle gösteriyor.” diyerek beni uyardı. Hemen durduk, rota hakkında hiç bir fikrim yok, sadece Soma’da kamp atacağımızı biliyorum. Geri dönerek yol sapağına geldik. Doğru yola girip az ileride başka bir sapak çıktı karşımıza. Soldaki yol tabelada yazdığı gibi İvrindi, Balıkesir yönünü gösteriyor. Yıllar önce Keşan turundan sonra İğneada’ya kadar gidip dönerken bu yoldan gelmiştim gece vakti. Tabi gündüz görmek ile gece görmek arasında fark var. Sağ tarafta iki tabela konulmuş. Birinde Ayazkent, diğerinde Göçbeyli, Belcik yönlerini belirtmiş. Mavi boyalı zeminde beyaz yazı ile yazılmış karayolu tabelası. Bizim rotamız sağ taraftaki Göçbeyli yönü.

Bahar ayının sonu olan Mayıs ayının başlarındayız. Tarlalar sürülüp ekilerek büyümeye başlamış fidanlar. Yol kıyısında tarla ile dar alanda kalmış kırmızı gelincikler açmış boz renge canlılık getirmiş bir parça olsa da.

Biraz bastırıp öndekilere yetişiyoruz Ferdimenle birlikte. Tarlalar arasında köy yolları asfalt dökülerek ulaşım sağlanmış. Bizler de bu yollardan sakince gidiyoruz.

Göçbeyli köyüne giriş yapıyoruz. Köyün epeyce geniş caddesi, kaldırımdaki ağaçlar insanın içini ferahlatıyor. Arnavut kaldırımı taş döşeli yolda araç trafiği ve park etmiş araba yok. Kıyılardaki tek katlı köy evleri caddede dolaşan birinin ufku açık olarak rahat dolaşabilir. Aslında insanı yanıltan bir tarafı var caddenin. Geniş görünmesinin nedeni tek katlı evlerin olması. Şehirlerdeki aynı boyuttaki cadde yüksek apartmanların boğucu görüntüsü, yoğun akan trafik ve iki kıyıda park etmiş arabalar yüzünden iyice darlaşan yol görece çok dar bir cadde görünmesine neden oluyor. Caddede bir köylü kadını yürüyor, ileride motorlu ve solda park etmiş minibüsten başka kimse yok. Kıyıdaki çam ağaçlarının gövdeleri kalın, beyaz badana ile boyalı. Gölgesi caddeye tamamen vurmuş durumda.

Bizden önce giden grup kahvenin bahçesinde masalara oturmuş dinlenirken bulduk. Dut ağacı gölgesinde bir şeyler atıştırarak çay ile birlikte enerji topluyoruz. Köyün meydanına güneş vurmuş, dut ağaçları kahvenin bahçesini tamamen gölge yaparak rahatça oturmamızı sağlıyor. Bahçe yeşil çimen kaplı. Üç masayı tamamen doldurmuş durumdayız.

Bir süre dinlendikten sonra yola çıkıyoruz. Köy dağların eteklerine kurulmuş. Nehirden epey uzaktayız. Şimdi ana yola doğru gidiyoruz. Bakırçay nehrine gelince köprü yakınında durup nehre bakacağız. Yol kıyısında kimi ayakta park etmiş bisikletler, kimisinin ayağı yok yere yatırmış. Yürüyerek köprüye doğru gidiyor arkadaşlar.

Köprünün üzerinden Bakırçay’ın deniz tarafına akan yatağının resmini çekiyorum. Nehir az miktarda su akıyor, kıyıları yeşil bitkiler ve söğüt ağaçları ile kaplı. Tam altımda ki yerde bir miktar taş var. Burada çağlayan nehir suyunun rengi belli oluyor. Buradan gördüğüm kadarı ile pek temiz aktığı söylenemez. Köpükler beyaz olsa da nehir yatağı siyah rengi suyun rengini tamamen mat siyah görünmesini sağlamış.

Bu kez tam kadro 15 kişi pankartımız ile birlikte köprü başında Vedat Karakaya’nın tripodunda çekiliyoruz. Köprü başında Bakırçay yazısı var. 10 Kişi köprü korkuluk demirine yaslanmış, 5 kişi de yere oturarak pankartı tutuyorlar.

Ana yola çıkıp emniyet şeridinde bisiklet sürmeye başladık. Göçbeyli köy yolundan gittiğimizden Kınık Kasabasını pas geçmiş olduk. İzmir’in en uç ilçesi olan Kınık kasabasını göremesek te Manisa il sınırını tabela bize belirtiyor. Yol kıyısındaki karayolu tabelasında Manisa il sınırı, altında karayolu numarası 240 – 02 olarak belirtmiş. Rakamların altında ise sınırda kilometre başlangıcı olarak 00 belirtilmiş. Bu karayolu işaret ve işaretlerden anlayanlara yarıyor. Bunu neden anlattım söyleyeyim: Avrupa şehirleri bisiklet sürme yarışı yapılıyor Mayıs ayında. İzmir de bu yarışmaya katılıyor. İzmir büyükşehir belediyesi desteği ile il sınırları içinde cep telefonuna indirilen uygulama ile gittiği yolu kaydediyoruz. Böylece şehir ve il sınırları içinde ısı haritası oluşturuyoruz. Benim cep telefonumda da bu uygulama var ve yaptığım yolu kaydediyorum. Uydudan beni takip eden program tam burada Manisa il sınırına girince takibi bırakacak. (Tüm Mayıs ayı boyunca kaydettiğimiz rotalarla Avrupa birincisi olduk). Solda duble karayolu, emniyet şeridinde giden bir bisikletçi ve zeytin bahçesi sağda kalmış.

Düz yol olunca bastırmak gerekiyor. Güneş altında sıcak havanın etkisi ile ara sıra benzinlikte mola verip serinliyoruz. Benzinliğin birinde tuvalet ve ihtiyaç molası verirken biraz dinlendik.

Ana yola çıkınca hızımız arttı ve kısa sürede Soma’ya vardık. Soma linyit kömürleri madenlerinin bolluğu nedeni ile maden şehri. Şehir girişinde yolun ortasına kömür ocaklarında kullanılan kömür vagonu konulmuş. Vagon siyah renge boyalı, kısa iki rayın üzerinde duruyor. İki yanda iki şeritli yol ve apartmanlar dizelenmiş.

Şehrin merkezindeki kavşakta Soma kömür madencilerinin kömür ocağında çalışırken yapılan bronz heykelleri. Birisinin elinde kazmayı kaldırmış başının üzerinde. Diğeri yerdeki kömürleri kürekle kenara atmaya çalışırken betimlenmiş. Kara kömürün kara talihi kasabanın üzerinde her zaman. Yer altından kömür çıkarmak o kadar kolay değil. Hele şimdiki zamanda taşeron işçilik sisteminde. Gerekli çalışma koşulları olmadan yer altında iş güvenliğine dikkat etmeyen patronlar boğaz tokluğuna çalışan işçileri ezdiği gibi tehlikeli çalışma ortamında oluşan kazalar nedeni ile işçiler hayatını kaybediyor. Geçtiğimiz yıllarda 301 işçinin hayatını kaybettiği büyük iş kazasında zamanında alınmayan önlemler yüzünden bu felaketi yaşadık. Her ne kadar davası sürse de çalışma koşulları aynı ve düzeleceğini zannetmem.

Soma’da bizi Bisikletçi Bircan Karalar karşıladı. Öğretmen evinde bizleri ağırlayıp pide ile karnımızı doyurdu. Misafir severliğinden dolayı Bircan Karalar’a çok teşekkür ederim. Kendisini tanımıyorum, Şafak Omaç ile iletişime geçerek bizleri en iyi şekilde ağırladı. Orada iki Fransız bisikletçi ile birlikte pankartımız önünde topluca resim çekiliyoruz. Toplam 18 kişiyiz, önde sadece Şafak’ın bisikleti var.

Bircan Karalar yerel basını çağırmış bizler için. Soma Tv bizimle söyleşi yaptı. Şafak Omaç ve ben yaptığımız turun doğuşu, amacı ve projelerimizden bahsettik. Aşağıda söyleşinin videosu var.

Daha sonraki günlerde gazeteye haberimiz basılmış. Aşağıda gazete küpürü görünüyor. Gazetede 7 resim var ve yazılar. Soldaki resimde benimle söyleşi yapan spiker kız, sağda Fransız ile Cem Tabanlı birlikte söyleşi yaparken. Cem çevirmenlik yapıyor. Ortada iki bisikletli resmi. Solda aşağıda Şafak Omaç, ben ve spiker kız. Sağda, bisikletlere binmiş durumda grup olarak giderken çekilmiş resim. En aşağıda solda topluca çekildiğimiz resim ve sağda tek olarak içimizdeki en yüklü bisikletçi Hünkar Göcekli’ni resmi. (Gazete küpürü elime ulaşmadığından Şafak Omaç’ın sitesinden cep telefonu ile ekrandan çekim yaptım. Resim biraz kötü görünüyor.)

Yerel basın ile söyleşimiz bitince günlük alışveriş için şehir merkezine, yukarıya doğru gittik. Alışveriş dükkanından gerekli yiyecekleri aldık. Bisikletlerimiz yüklü olarak dükkanın önünde, kaldırımda park etmiş olarak duruyor. Bisikletim KUZ ve bagajı yüklü, üzerinde bir ekmek naylon torbada.

Alışveriş işini de tamamladık, kamp yapacağımız mesire alanına yaklaşık 10 kilometre giderek vardık. Burası Soma dışında, çam ağaçları ile kaplı piknik ve mesire yeri. Ayrıca Kırkağaç Gençlik ve İzcilik Merkezi olarak kullanılıyor. Kamp yerinde henüz çadırımı kurmadan önce kafamı yukarı kaldırınca çam ağacının dalları ilgimi çekti. Kara çam ağacında düzgün bir dal yok. Hepsi de kıvrımlı ve düzensiz gök yüzünü kaplıyor. Sanki mavi bir atlasa gelişi güzel dantel işlenmiş gibi. Kalın, ince dallar gelişi güzel, dağınık biçimde. Uçlarında iğne yaprakları seyrek olarak duruyor.

Kamp yapacağımız yer yoldan biraz yukarıda olsun diye arkadaşlara söyledim ama çadırlarını kurdukları için yerini değiştirmek istemediler. Çadırımı olabildiğine yoldan uzağa kurarım. Gece boyu geçen araçların motor ve egzoz gürültüleri rahat uyutmaz insanı. Ben ve bir grup biraz daha yukarıda çadırları kurduk. Pankartımızı da iplerle ağaçlara gererek insanların görmesini sağladık. Çam ağaçları altında bir kaç çadır ve pankart iple bağlı. Yer sofrasında oturup yiyecekleri ortaya dökerek beraberce yapmaya başladık.

Yemeği yedik, karnımız doydu. Yorgunluğumuzu biraz dinlenerek gidermeye çalıştık bir süre. Burası hem Soma’ya yakın hem de Kırkağaç’a yakın. İki kasabanın ortak piknik ve mesire alanı. Burada mangal kültürünü geliştirmeye geliyorlar. Ayrıca burasının başka bir özelliği de var. Kırkağaç Çam Festivali 10 gün yapılıyor. İnsanlar çadırlarını alıp burada kalıyorlar. Hıdırellez şenlikleri de burada yapılıp baharı karşılıyorlar. Yüz yıldan daha fazla her yıl Mayıs ayının ilk haftasında şenlikler yapılıyor. Dükkanlar da çadır tezgahlarda yiyecek, içecek, giyim, ayakkabı aklınıza ne gelirse satıyorlar.

Kısaca tarihçesi şöyle; 100 yıldır yapılan Çam mesiresi kış aylarından çıkıp bahar günlerinin gelmesi ile tarlalarda ziraat işlerine girmeden önce şenlikler yapılır çadırlar kurulur. Çam ağaçları neredeyse 200 yıllık ve köylülerin inanışına göre bir kuru dal dahi çamlıktan alınmıyor. Alınırsa evinde uğursuzluk meydana gelir inanışından ötürü çamlar şimdiye kadar korunagelmiştir. Yöredeki tüm köyler, Soma, Kırkağaç Çam mesiresine gelip kalmak adet olmuş.

Anlatılanlara göre; “Vakti zamanında köylü kadını kocasına tutturmuş Çam’a gidelim diye. Aile fakir, Çam mesiresine gitmek masraf demek. Zaten para yok. Kadın tutturmuş illa ki beni götür diye. Adam yok ne yapsın evdeki kazanı satıp gitmişler Çam mesiresine. O zamanlarda çadır falan yok, çam ağaçlarına bağlanan iplerin üzerine kilim atarak altında kalınıyormuş. Çam mesiresi bitip eve dönünce kadın kirlenen çamaşırları yıkamak istemiş. Bakmış kazan yok. Bunun üzerine  adam “Sattırdı kazanı oynattı kızanı” deyişini söylemiş.

Hıdırellez şenliklerinde yumurta tokuşturup salıncakta sallanırmış genç kızlar ve oğlanlar. Gelenek haline gelen salıncakta sallanmak kızların koca, erkeklerin de eş bulmak için Çam mesiresine gelip tanışarak yuva kurarlarmış. Çam mesiresinde Sarıkız efsanesi de bir zamanlar yer bulmuş. Din kaynaklı tarikatların zorlaması ile kadınlar ayrı, erkekler ayrı çadır kurarlarmış. Bunun etkileri hala sürmekte.

Hava kararınca çadır alışveriş yerlerini gezmeye başladık. Burada her şey var, ben sadece kendime ucuz 10 tanesi 50 kuruşa mandal aldım. Bir tek mandala ihtiyacım vardı. Bir de dondurma alarak gezinirken ağzımızı tatlandırdık.

Üstü naylon gerili tezgahlarda giyecek, ayakkabı, su, dondurma satan yerler elektrik lambaları ile ışıl ışıl. Yerler kilitli beton taş döşeli ve gezinen insanlar.

Her türlü yiyecek bulmak olası, yer fıstığı satan bir tezgahtan biraz yer fıstığı alıyoruz çadırda yemek için. Karşıda parlak ışıkları ile dondurma tezgahı.

Bir süre dolanıyoruz alışveriş yerinde. Fazla geç olmadan çadırları olduğu yere gelerek yer fıstığı ile bira içerek sohbete daldık. Geç saate kadar insanların gürültüleri devam etti. Ortalık sakinleşince çadırlara girip yattık tatlı düşlerle.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 67 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc