Etiket arşivi: can

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 24. – 25. Gün

8 Haziran 2015 Pazartesi

24. – 25. Gün

Mersin Toroslar Tatil – Dönüş

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

bir başka bakışında da gökyüzleri vardır, düz

kuş sürüleri vardır, eğri

bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki

ister kıyıları çekine çekine döven sulara benzet

ister ağır ağır yanan yaprak kümelerine

anlıyor musun

anlıyorsun elbette

ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik.
Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, Çukurda kurulu üç çadır, etrafı sis basmış.

IMG_0001

Sabahın seherinde uyanıyorum ama seherin serinliğini hissetmenin olanağı yok. Artık çadırda, açık havada değilim. Ev halkı uyandıktan sonra güzel bir kahvaltının ardından hazırlıklara başladık. Bakalım “Dost” bizi nerelere götürecek. Çadır, uyku tulumu, mat ve giyecekler. Biraz da erzak yemek için yanımıza alıyoruz. Hazırladığımız eşyaları Dost’a yükleyip yola çıktık. Yol henüz bitmiş değil. Feyyaz’ın her zaman gittiği yaylalara, Torosların serin bağrına doğru gidiyoruz. Yolda Dost için yakıt takviyesini yapmayı unutmadık. Yol bir yere kadar asfalt, sonrası toprak ama arabanın gideceği sert bir zemin. Toprak yolda kıvrıla kıvrıla tırmanırken Feyyaz’ın seçtiği müzik kulaklarımızın pasını sildi. Bisiklette gider gibi yavaş gitmediğimizden durup resim çekme olanağı da yok. Bir süre gittik müzik eşliğinde şarkılar söyleyerek. Derken Dostun yağ lambası yağ yok uyarı lambası yandı! Durup yağ var mı diye yağ çubuğunu kontrol edince yağın normal olduğunu gördük. Her olasılığa karşı bir miktar yağ katarak işi sağlama alıyoruz. Yağ muşuru kablosunu kontrol ettim. Kablo sağlam. Başka bir şey var, o kadarını anlamam. Hararet te normal derecede gösteriyor.

Neyse yolumuzun az kaldığını söyleyen Feyyaz yola devam ederek varacağımız yere geldik. Burası 2000 metrenin üzerinde, ağaçların yetişmediği yayladayız. Yaylanın ardı karlı Toros dağları devam etmekte. Bulutlara çok yakınız, üzerimizden geçiyor. Dağlarda karlar yer yer görünüyor.

20150611_133528

Bulutla aramızdaki ara fazla değil ve hızla üzerimizden geçip gidiyor.

20150611_133542

Derin vadilerin dibi görünmüyor bile.

20150611_133610

Çadırları kurmadan önce temiz yayla havasını ciğerlerime çekiyorum bir süre çevredeki dağları izlerken.

 

20150611_134155

Bulunduğumuz yerden daha yüksek olan tepeler de var. Ama bizden uzak yerde, gitmenin de olanağı yok.

20150611_134208

Bitki örtüsü de sert yayla iklimine göre yetişiyor. Saksılarda yetişen süs bitkileri burada doğal ortamda görmek ne güzel.

20150611_134324

Dostun arka camında “Ferman padişahın dağlar bizimdir” yazan yazının önemi dağların bağrında belli oluyor.

20150611_134454

“Dost” Toros dağlarının muhteşem manzarasını sakince izliyor.

20150611_134526

Yağmur damlaları serpiştirmeye başladı. Bir ara iyice artınca Dost’un içine girip yağışı camın ardından izlemeye başladık. Torosların bağrında Dost’un bağrı ayrı bir önemi oluyor. Bizi ıslanmaktan koruyor. Camda yağmur damlaları birleşip aşağı akıyor.

20150611_135618

Bir süre yağmurun yağışını izledikten sonra yağmur dindi. Ama hava hala kapalı. Yayla bitkileri mor çiçekler açmış doğal güzelliğinde. O kadar yağmur yağdı ne çamur var ne de su birikintisi. Toprak, suya hasret gibi hepsini içmiş.

20150611_143219

Kamp attığımız yer krater çukuruna benziyor. Etraf kayalık duvarlarla çevrilmiş durumda.

20150611_143257

Kayalığa doğru tırmanmaya başladım ve çiçekler, mavi kokan dağ çiçekleri her yanı sarmış. Hayallere dalıp uzaklara giymeye gerek yok. Zaten uzaktayım, o kadar uzaktayım ki mavi kokan çiçeklerin dibindeyim. Kır çiçekleri küçük olur, minik, sade. Bir o kadar da saf ve duru. Buralarda bahar ayları yeni gelmiş. Soğuk ve karlı günlerin ardından birden bire coşmuş doğa. Öyle coşmuş ki memleketimde ki bahar aylarında bahar kutlamaları yapılırken söylediğimiz çocuk şarkısı aklıma geliverdi.

Yarın  öbür gün biz çiçeğe gideriz

Haydi be Denis bizimle beraber

Ben, çocukluğumu yaşıyorum mavi kokan çiçeklerle.

20150611_143857

Kayaların arasında güneş yüzü görmese de güneşe hasret pembe çiçekler de bahar şenliklerine katılmış. Pembe çiçekler daha da küçük.

20150611_143939

Kayaların kimi yarılmış boydan boya. Yarığın dibi görünmüyor.

20150611_144148

Ferdimen de boş durmuyor bu arada. Uzaktan çaktırmadan kendi resimlerini çekiyor. Çekerken de sanatı elden bırakmadan en güzel kareleri yakalamış. Siuletler Atlası Anadolu gibi. Ufuktaki dağların önünde çekilmiş.

IMG_0014

Beni da kayaların tepesinde çekiyor.

IMG_0026

Yüzüm dönük, yakınlaştırıp çekiyor kayaların ucunda.

IMG_0027

Kır çiçekleri arasında güneşe daha yakın olmak için boyları uzamış, neredeyse bulutlara değecekmiş gibi çiçekler de var. Buradaki çiçeklerin hiç birisinin adlarını bilmiyorum. Zihnimde adlandırıyorum sessiz. Zaten çiçeklerin ada ihtiyacı yoktur. O sadece doğaya renk katmak için her bahar açar  kış aylarına kadar. Çubuk şeklinde, uzun çiçekler, beyaz ve küçük taç yaprakları ile sarılmış durumda.

20150611_144551

Derin kayaların arasından yukarıya doğru tırmanışım devam ediyor. Bir yandan da etrafı yakından inceliyorum. Bir çeşit kaya tırmanışı oluyor benim için. Çocukluğumdaki gibi gelecek kaygısı olmadan. Hep güzel yerleri görmek, güzel yerlerden dünyaya bakmak için. Yarılmış kayanın içini çekiyorum.

20150611_144802

İşte dünyaya güzel yerlerden bakılan yer. Aşağıdan pek yüksek göremediğim yerdeyim şimdi. Yukarıdan bakınca aşağısı küçük görünümünden ne kadar yüksekte olduğumu hissettiriyor. Dost çukurun içinde küçük oyuncak araba gibi görünüyor.

IMG_0024

Aşağı indikten sonra çadırları kuruyoruz. İçine eşyaları yerleştirip her an yağmur yağma ihtimalinde çadırlara sığınabiliriz. Araba olunca daha büyük ve ağır eşyaları da yanımıza aldık. Oturacak sandalye, sahra çadırı bunlardan birileri. Sahra çadırı biraz büyük olsa da etrafı açık üstü kapalı pratik kurulan bir çadır tipi. Hoşuma gitti bu çadır. Çadırlar kurulu, sahra çadırının altında üçümüz oturmuş halde çekiliyoruz. Haliyle kameraman Ferdimen otomatik zaman ayarlı çekiyor.

IMG_0029

Sahra çadırının altında müzik aletlerini çıkarıp başladık çalmaya. Ben blok flüt ile bir nebze çalabiliyorum. Biraz paslanmışım, uzun zamandır çalmamışım. Pasları silmek gerek. Ferdimen, elçek çubuğu ile ikimizi çekiyor.

IMG_0031

Dostum feyyaz da kemanını çıkardı. Pratik olarak bildiği parçaları çaldı kulaklarımızın pası silinsin diye. Feyyaz keman çalarken ben dinliyorum.

IMG_0032

Beraber en iyi çalabildiğimiz parçanın başında Nazım Hikmet’in yazdığı şiiri, en güzel yorumlayan Zülfü Livaneli bestesi ile;

Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.

Ben ordan geçerken biri :
“Amca, dese, gir içeri.”
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.

Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.

Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova…

Nazım Hikmet Ran

Feyyaz keman çalarken, alttan çekiyorum.

20150611_160638

Pas silme çalışmalarım devam ediyor flüt çalarak.

20150611_153121

Cep telefonumda ki Navigasyonu çalıştırıp konumumu belirledikten sonra ekranın resmini çekiyorum. İşte bulunduğumuz noktada Toros dağlarında yaylada olduğumuz yer. Akşam fazla geç olmadan çadırlara girip uyku tulumunun sıcaklığını hissetmek gerek. Yayla geceleri soğuk oluyor ve ateş yakabileceğimiz ne bir çalı, ne de bir odun parçası bulmak olası değil. Ateş yakıp ısınmak bir hayal olduğuna göre erkenden uyuduk bu akşam.

QuickMemo+_2015-06-11-20-55-39

Güneş henüz doğmadan uyanıyorum. Bu gece iyi uyudum yaylanın serininde. Çadırdan dışarı çıkınca etrafın sisli olduğunu gördüm. Üzerimize çöken sis aslında bir bulut olduğunu biliyorum. Bir süre sonra sisin içinde Güneşin doğuşu başladı. Sis bulutu pek kalın değil. Güneş kendini belli ediyor parlak ışıkları görünmese de. Güneş tam dağın tepesinden çıkmış olarak çekiyorum.

20150612_070227_HDR

Her tarafımızı sis kaplamış göz gözü görmüyor. Biraz yukarıdan kamp alanını çekiyorum, çadırlar görünmüyor sisin içinde. Sadece dost silik olarak görünüyor.

20150612_070940

Ortalık sisten görünmese de çan seslerinden bir sürünün buraya yaklaştığını duyuyorum.

20150612_071257_HDR

Gelen keçi sürüsü, bir kaç keçinin boynuna asılı çanlar çangur çungur sesleri yaylaya yayılıveriyor birden bire. Bizim çukurda olmamız nedeni ile etrafımızdan dolanıyorlar. Tam da tepedeki keçilerin siste siuletleri görünüyor kurşuni gri renkte.

20150612_071311_HDR

Otlanacakları yerleri işgal ettiğimizden aşağı inmeyip çevremizden dolanıyor keçi sürüsü. Buradaki eşi benzeri olmayan otları yiyen keçilerin sütü bence çok değerli olmalı. Zengin besin kaynağı olarak insana sağlık verir.

20150612_071457

Güneş yükselmeye başladı, siz tabakası giderek incelmekte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_0001

Dünyanın neresinde olursan ol yaşam bir şekilde kendine yer buluyor. Yer örümceği de kendine yerde yuvasını yapmış. Besin zincirinin bir parçası olarak ta ağlarını örüp avını bekliyor sabırla. Gerçi ben göremiyorum etrafta uçan sinek, böcek gibi yaratıklar ama örümceğin bildiği bir şey var demek ki. Dağların başında yaylada beslenebiliyor. Hani derler ya “Kader ağlarını örmüş” diye. İşte örümcek te ağlarını örmüş avını bekliyor. Elbette günlük nevalesi gelecektir ve ağa eninde sonunda düşmesi kaçınılmaz bir kaç sinek. Sabahın serinliğinde çiğ taneleri örümcek ağının üzerinde damlacık taneleri yağmış olsa da ağı ıslatıp zarar vermiyor. Güneşin sıcaklığında buharlaşıp gidecek bir süre sonra. Yaşam döngüsünü yerinde görmek gibisi yok. Kendimi şanslı hissediyorum doğanın bir parçası olarak.

20150612_071956

Çadırlarımız da çiğ damlalarından nasibini almış ıslak durumda. Artık güneşin kurutmasını bekleyeceğiz. O yüzden çadırları toplamaya gerek yok şimdilik. Mavi çadırıma vuran gölgemi ve çiğ damlalarını çekiyorum.

20150612_073217

Sabahın seherinde yaylanın serininde sıra geldi kahve keyfine. Ben sandalyede oturmuş kahve pişirirken, karşımda oturan beni cep telefonu ile çekerken, Ferdimen de bizi çekiyor.

IMG_0004

Kahve keyfi olur da kahve pişirmenin keyfi olmaz mı? Olur elbette, işte bulunulmaz bir yerlerdeyim ve Toros dağlarının yaylalarında ilk defa kahve kokusu yayılıyor buralara. Bunu bilip kahvenin pişmesi daha bir değerli oluyor benim için. Kahve pişirme keyfini yaşıyorum böylece. İlk önce Ferdimen çekiyor kahve pişirme keyfini.

IMG_0005

Aynı anda Fernando da değişik açıdan kahve keyfini çekiyor. İkisinin de çekimleri çok güzel. Anı ölümsüzleştiriyoruz. Çünkü yaylada ilk defa kahve pişiyor. Kır çiçeklerinin kokusu kahve kokusunun o müthiş çekici kokusu ile değişik bir aromaya dönüşüyor.

20150612_075817

Gece o kadar yağmur yağdı ve çukurda olmamıza rağmen su baskını olmadı. Yağmurun bütün suyu yok olup gitmiş. Su birikintisi bile yok. Belki de çatlaklar var aşağıda. Yağmur suları çatlaklardan akıp gidiyor. Güneş epeyce yukarı çıkıp dikleşince sıcak hissettirmeye başladı. Çadırlar kuruyunca toparlanmaya başladık.

IMG_0007

Ben etrafta resim çekerken beni de çekenler var. O da Ferdimen.

IMG_0010

Toparlandıktan sonra Dost’a binip dönüş yoluna geçtik. Etraf kaya kümeleri ile manzaramızın bir parçası oluyor.

20150612_093042

Yol toprak olsa da zemini sert olduğundan rahatça gidiyoruz.

20150612_093053

Kaya kümelerinin kimisinde sığınılabilecek küçük mağaralar var.

20150612_093103

Yörükler yaylaya taşınmış, sürüler otlanmaya çıkmış bile. Obada kalanlar da günlük işlerine başlamış.

20150612_093139

Yaylanın deniz tarafı set biçimde duvar gibi kayalıklar oluşmuş.

20150612_093336

Dost’un yağ lambası yanmaya devam ediyor. Bir süre gittikten sonra motordan “Vırç vırç vırç” sesleri gelmeye başladı. Durup kontrol ettik ama görünürde bir şey yok. Herhangi bir tamir olanağımız da görünmüyor. Yola devam ediyoruz, biran önce Mersin’e varıp tamirciye göstermemiz gerek.

20150612_093342

Erken olgunlaşsa da hala çocuk kalabilen dostum Feyyaz gece yağan yağmurun oluşturduğu yol üzerindeki küçük su birikintisinden ortalayıp hızlıca geçince sular arabanın üzerinden sıçrayıp, damlaları camda kalıyor. Geriye yaramaz çocuğun Dost’un çamurlu su ile yıkanmış olarak kalması. Özgürlüğün tadını bir an olsun yaşadık çılgınlar gibi. Bize bu çılgınlığı yaşatan çocuk hep içimizde yaşayacak.

20150612_093515

Ara sıra durup resim çekiyorum arabadan inip. Her yer ayrı bir güzellikte ve ben nereyi ilk önce çekeyim telaşı yaşıyorum. Ferdimen beni çekiyor uzaktan.

IMG_0015

Tepesi masa gibi yüksek kayalığı çekiyorum.

20150612_094050

Yol kıvrımları belli bir eğim ile arazi yapısına göre yapılmış.

20150612_094109

Vadide kıvrılarak inen yolu çekiyorum.

20150612_094419

Dönemeçler o kadar keskin ki dönmeden önce yavaşlamak zorunda kalıyoruz. Yoksa yüzlerce metre aşağı yuvarlanmak içten bile değil.

20150612_095055

Ormancılar buraları seven Katran ağacını her tarafa dikmişler. Zamanla Katran ağaçları yayılarak bir orman oluşturmuş durumda. Katran ağaçlarının görünümü çok güzel. “Yaşamak güzel be kardeşim bir ağaç gibi hür ve orman gibi kardeşçesine.” Ne güzel demiş şairimiz Nazım Hikmet, ne güzel demiş bizler için.

20150612_095147

İşte ulaşılmaz bir yerde mağara. Tam inzivaya çekilecek yer. Her şeyden uzak, herkesten ırak. Kimseye ihtiyaç duymadan tek başına. Gelirse sadece kartal gelip arkadaşlık yapar.

20150612_095521

Mağaranın aşağısı bir başka güzel, yeni çıkmış taze otlar çayır çimen oluşturmuş. Ve ağaçlar biraz seyrek, biraz sık.

20150612_095541

Çayır çimen olur da koyun kuzu olmaz mı? Olur elbette, hem de sürü ile. Davar sürüsü yolu geçerken karşılaşınca durup sürünün geçmesini bekliyoruz bir süreliğine.

20150612_100408

Koyunların arasında keçiler de var. Sürünün bekçiliğini yapan çoban köpekleri de yanımızdan geçiyor ses etmeden. Bisikletle olsaydık haşır neşir olmak işten bile değil. Mutlaka birbirimize selam verirdik. Her ne kadar köpeklerle hırlaşsak da onlar görevini yapıyor bir şekilde. Gerçi bizim sürüye bir zarar vereceğimiz yok ama köpekler bunu anlamaz. Ayağımızı denk almamız için ısrarla hırlaşmadan kaçınmazlar.

20150612_100722

Henüz sabah kahvaltısını yapmamıştık ve karnımız acıktı. Feyyaz’ın daha önce bildiği bir köyde durup pide yaptırıyoruz. Pideler köy peynirinden yapılıyor. Yukarılarda gördüğümüz sürülerin sütlerinden yapılıyor olması ayrı bir değer. Yenmeden de geçip gitmek olmaz. Yaylaların taze otlarının tadına bakan ve sütü sağılıp peynire dönüştükten sonra odun ateşinde pide hamuru ile buluşunca nefis oluyor. Pidecinin sundurmasını Ferdimen çekiyor, Un çuvalları duvarın dibinde istiflenmiş.

IMG_0038

Köylerde odun bol olunca Kahve’nin ocağı da odun ateşi ile yanıyor. Yedek te bakırdan yapılmış. Odun ateşinde demlenen çayın tadı hiç bir yerde bulamazsınız. Evlerimizde kullandığımız gaz ocakları odun ateşi ile karşılaştırılamaz bile. Odun bedava olunca gaz tüpüne para vermeye gerek yok. Hem gaz tüplerinin fiyatları malum, vergilerden dolayı almış başını gitmiş. Dünyanın başka bir ülkesinde evlerin mutfağından bu kadar vergi alınmaz. Odun ateşinde demlenmiş nefis çayları bardak dolusu içtik. Çay ocağını yakından çekiyorum.

20150612_102819

Kahve gündüz zamanı herkes işte olduğu için boş. Duvardaki saat ise 10:30 olarak zamanı gösteriyor. Ortada odun sobası kocaman, anca bu salonu ısıtır. Toros dağları kışın çetin geçiyor demek. Sağda iki bank yan yana, solda plastik sandalyeler sıralanmış.

20150612_102825

Kışın çetin geçtiğini duvarda asılı olan kar terliği, yani bulmacalarda hep karşımıza çıkan soru ; “Karda yürümek için ayağa takılan şey” diye. Ben de bulmacalarda sık sık karşıma çıkan bu sorunun cevabını öğrendim yılar önce “LEKEN” diye. İzmir’de Akdeniz iklimi ılıman geçtiği için leken pek görme olasılığı olmaz. İlk defa bulmacalarda karşıma çıkan leken’i gördüm. Yaz ayına girdiğimizden kar da yok leken’i takıp karda yürüyelim.

20150612_113149

Güzelyayla köyünde durup fırından taze ekmek alıyoruz eve götürmek için. Güzelyayla köyü küçük şirin bir köy. Aynı zamanda belediye olduğunu gösteriyor. Ben o kadar belediyelik bir yer olarak göremedim.

IMG_0043

Karnımız doyup çaylarımızı içip yolumuza devam ettik. Araba motorundaki ses iyice artınca Ayvagediği kasabasında durup tamirciyi aradı Feyyaz. Tamirci de orada durup beklemesini, çekici ile arabayı almaya geleceğini söyledi. Dost’un başına gelenlere bakın, çaresini bulamadığımız bir arıza yüzünden beklemeye koyuldu. Motora fazla zarar gelmemesi için çalıştırmamak gerek. Dost’u benzinciye park edip beklemeye başladık çekicinin gelmesini. Tam o ara Cuma namaz çağrısı için ezan okunmaya başladı.

Hazır beklerken yakınımızda bulunan epey büyük camide Cuma namazını kılayım deyip camiye geldim. Cami tam bitmemiş, abdest alınacak şadırvan henüz inşa halinde. Küçük bir çeşmeden abdestimi alıp kapıdan içeri girince caminin içinde ne hoca ne de cemaat vardı. İçerisi bomboştu, yerler yeni yapılan inşaat yüzünden malzemeler duruyordu. Oysa ki minareden ezan okunup bitmişti bile içeriye giresiye kadar. Sadece imanın orası taban tahtaları 5 metre kadar çakılmış, yongaları henüz duruyordu. Tahtaların üzerindeki yongaları temizleyip taze rendelenmiş yonga kokusu ile Cuma namazımı tek başında kıldım koskoca camide. Artık Allah kabul etsin.

Cuma namazından çıkarak kasabayı dolaşmaya başladık. Boş bir berber dükkanına girip sinek kaydı sakal tıraşı oldum.  Şirin bir kasaba, yeni açmış pembe güllerin kokusu etrafa yayılıyor. Koparmadan dalında kokluyorum. Evlerin bahçelerinde kiraz ağaçlarından da bir kaç kiraz yiyoruz. Pembe gülleri yakından çekiyorum.

20150612_132957

Çekici geldi, Dost’u kasasına çekip bir güzel bağladıktan sonra kamyonette yer olmadığı için kendi arabamıza binip Mersin’e doğru inmeye başladık. Arabanın üstünde arabada olmak bambaşka bir duygu. İlk defa bu durumdayım. Yüksekten bakıp etrafı seyretmek keyif verici. Daha geniş bir bakış alanın oluşuyor. Elçek ile kendimizi arabanın içinde çekiyorum.

20150612_141340_HDR

Mersin göründü sonunda.

20150612_144618

Mersin sokaklarında ilerlerken dükkanların camlarından kendimizin yansımasını görünce fırsatını bulup bir resim çekiyorum.

20150612_150759_HDR

Tamirciye varıp arabayı indirdik hep beraber. Yapılan kontrolde yağ pompasının mili kırılmış. Yağ pompalanmayınca eksantrik mili yukarıda olduğundan yatak sarmaya başlamış. Bu durumda dağ başında bir şey yapamayacağımız belli oldu. Maceramızın böyle sonuçlanması beni biraz üzdü. Elimden bir şey gelmemesi de cabası.

Feyyaz’ın babası arabası ile tamirciye gelerek eşyalarla bizi alıp eve götürdü. Uzun süredir evden uzaktayım, artık özlem başladı iyice. Zaman geçirmeden otobüs biletlerini akşam saatlerine aldık. Ferdimen İstanbul’a ben ise İzmir’e yolculuk edeceğiz. Benim endişem bisikletten öte kıytırığı otobüse nasıl aldıracağım. Kendi yaptığım güneş enerjisinden şarj ünitesi ve panelini Feyyaz’a hediye olarak bıraktım. Feyyaz da bana kaz tüyü bir uyku tulumu vererek beni sevindirdi. Akşam üzeri olunca Feyyaz ile vedalaşıp garajın yolunu tuttuk Ferdimen ile.  Otobüs perona gelince muavin ile birlikte bisikletim KUZ ve kıytırığı sorunsuzca bagaja yerleştirdik. İçimdeki korku bitmişti böylece. Rahatça koltuğuma oturup Feyyaz dan aldığım kitapları okumaya başladım. Yolum uzun 18 saat kadar sürecek. Gecenin ilerleyen saatlerinde uyku bastırınca sabaha kadar uyudum koltuğumda. Mola yerlerinde sadece tuvalet ihtiyacı haricinde pek bir şey yiyip içmedim. Yolculukta mola yerlerindeki yiyecekler nasıl piştiği belli değil. Midemi boşuna bozmak istemem.

Sabaha karşı 07:00 sıralarında İzmir’e vardık. Hemen KUZ ve kıytırığı bagajdan çıkarıp  KUZ’un ön tekerleğini taktım. Kıytırığı da bağladıktan sonra eve doğru sürmeye başladım otobüste şişen bacaklarımla. Pedal çevirdikçe su toplayan bacaklarımda rahatlama oldu. Bir süre İzmir’in yoğun trafiğinde bisiklet sürüp Alsancak ta bisiklet yoluna gelince pedal aheste dönmeye başladı. Gökyüzü maviye boyanmıştı…

“maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi
bir renk değildir mavi huydur bende
ve benim yetinmezliğimdir
ve herkesin yetinmezliğidir belki
denecektir ki bir süre
ve denenecektir
bir akşamüstünü düşünmek bir akşamüstünü düşünmekten başka nedir ki
gönül gözü görendedir, derinler mavidir…”

Edip Cansever

Mahallemizin takımı Göztepe iskelesine geliyorum. Sarı kırmızı renkleri ile asma köprü masmavi gök yüzü altında özlemişim buralar. KUZ ve kıytırığı köprü ile beraber çekiyorum.

20150613_114500

Mahallemizin odun ateşinde pişen taze sıcak ekmeğimi de alıp eve geldim. Bahçemdeki ağaçlar coşmuş, yemyeşil. Limon çiçekleri açmış, ıhlamur ağacı ve melisa çiçeği sokağımızı mis gibi kokuyor. Bahçe kapısının kemeri üzerinde kara kartal karşıladı beni. Bir yandan da köpeğimiz Leo sevinçle mıyıklamaya başladı kuyruğunu sallayıp. Güzel evime sonunda kavuştum uzun ve yorucu 25 günlük bir maceranın ardından. Bahçemi ve bisikletimi çekiyorum birlikte.

20150613_121301

Ferdimen’in çizdiği yol haritasında kendisi Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinden çıkıp İzmir’e kadar geldi. İzmir den sonra Mersin’e kadar 1450 kilometre kadar yol yaptık beraber. O beni biliyordu, ben de onu, yol boyunca hep uyum içinde güzel anlarımız maceralarımız oldu. Hiç kavga etmedik, gerek te yoktu kavga etmeye. İnsanlar kavga etmezler.

Yeni bir yolda yeni maceralar, yeni hikayelerde görüşmek üzere sağlıcakla…

Aşağıda Ferdimen’in yaptığı yol haritada çizili.

11422040_10153413503484802_4431693392352857614_n

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 4. Gün

3 Eylül 2014 Çarşamba

Torasan göleti – Çan – Umurbey – Lapseki – Gelibolu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Kaçırma gözlerini hayattan.

Hep hayatın içinde olsun bakışların.

Hep kendi içinde.

Baktığın kadar varsın bu hayatta.

Hatta sadece bakmakla da yetinme.

Görmen de lazım.

Görüp de bilmen, bilip de sevmen lazım.

Hayatı kendi içinde, kendini hayatın içinde.

Bir nefeslik molaları çok görme kendine.

Arada bir karanlıkta kalsa da bir yanın,

sakın pes etme..!

Çekil kendi kabuğuna bir süre.

Sadece içine bak.

Kendi aydınlığın senin içinde.

Ara ve bul..!

Gerçeğin düşlerle bölünmesine,

düşlerin gerçeğin altında ezilmesine izin verme.

Paulo Coelho

 

Öne çıkmış olan görsel, Orman içinde yol sağa kıvrılıp aşağı iniyor. Daha ileride sağa çıkıp gidiyor.

030920148038

Bizi koruyan köpeğimizin ara sıra havlaması ve bir kaç domuzun homurtuları haricinde iyi bir uyku çektik diyebiliriz. Temiz havada uyumanın hafifliği ile güneş doğmadan uyandım. Çadırımın fermuarını açınca gördüğüm ilk manzara KUZ. Öylece sakin, iki ayaklı sehpasının üzerinde duruyor. Güne  böyle bir manzara ile güne başlamak bana büyük bir mutluluk veriyor.

030920147993

Uyku mahmurluğunu üzerimden atmak için çeşmenin başına gidiyorum. Hava aydınlık olduğundan çeşmenin her tarafını görebildiğimden dün akşam duş aldığımız yerde bir şişe dibi kırık ve sivri olarak dimdik durduğunu dehşetle gördüm. Ayaklarımızla içine girip şişenin dibinde üzerine basmadan kurtulmuşuz farkında olmadan. İnsanların bu kötü alışkanlığından nasıl kurtaracağız bilemiyorum. Hadi pisliklerini, çöplerini olduğu bırakıp gidiyorlar. Cam şişelerini kırıp bir de çeşmenin yalağına niye atıyorsun bre ayvan! (Ayvan = ne olduğu belli olmayan yaratık.) Yazık! Çok yazık böyle insanlar aramızda yaşıyor maalesef…

030920147994

Neyse ben çadırımda bir süre doğayı dinleyip meditasyon yapıyorum. Yaşadıklarımı düşündüm bir süre. Bazı olumsuz olaylar olmasına rağmen sakin ortamda bunları düşünüp zihnimden atmaya çalışıyorum. Sonrasında olumlu düşünceler sarıyor ve huzurlu olmak her zaman olası. Çadırımın içinde bağdaş kurmuş düşünürken Şafak beni çekiyor. Çadırımın arkası çam ormanı. Üzerimdeki tişörtte yel değirmeni var, saçlarım salınık.

030920147995

Gölet küçük bir su birikintisi, sabahın serinliği su üzerinde hafif bir sis tabakası öylece duruyor. Kuşlar etrafta uçuşuyorlar bir o yana bir bu yana. Kuşlardan iri olanını ilk önce leyleğe benzettim. Gagası kısa ve rengi bildiğim hacı leyleğe hiç benzemiyor. Su yüzeyinde uçuyorlar. Yakından görünce turna kuşları olduğunu anlıyorum. Cep telefonunla resimlerini çekmeye çalıştım ama pek başarılı olamadım. Bu sabah güzel bir görüntü ile daha da mutlu oldum. Turna kuşunun uçuşunu seyrediyorum. Havada rüzgar yok, su düz ve durgun. Turna su yüzeyinin bir karış üzerinde kocaman kanatlarını açmış göletin diğer tarafına uçuyor. Kanatlarını kaldırıp her aşağı indirişinde kanat uçları su yüzeyine değince halkalar oluşmaya başlıyor, halkalar küçükten büyüğe genişliyor. Geniş ve uzun kanatlar yavaş kanat hareketleri ile su yüzeyine değip kalktıktan sonra ikinci değiş arası dört yada beş metre ileride oluyor. Turna kuşunun bu hareketlerini dikkatlice izliyorum sadece. Bu görüntü kısa bir süre sonra sona eriyor. Ama ben bunu sadece seyretmekle yetindim. Bazı şeylerin görüntüsü çekilmez, işte bu onlardan biri. Zaten çekeceksen en iyisini en iyi makine ile çekmek gerek. Kanatların ucu su yüzeyine sadece 10 mili saniye değip küçük halka meydana getirmesini her zaman seyredemem. Güne böyle bir olayı seyrederek başlamam çadırda yaptığım meditasyondan daha iyi geldi. Doğada olmak çok güzel dostlar, yaşanmalı..

030920147996

Su kenarı piknik alanı ya, belediye ormanı yakmasınlar diye tuğladan ocak yapmışlar ateş çam ormanına sıçramasın diye. Gel gelelim hep aynı manzara karşımıza çıkıyor. Fazla detaya girmeye gerek yor. Resim her şeyi özetlemiş durumda. İki tane tuğladan örülmüş ocak, her tarafı pislik, isli, yanık odunlar ve çöpler.

030920147997

Bizi tüm gece tehlikelerden koruyan köpeğimiz. Gerçi domuzlar ziyarete gelince pek sesi çıkmadı. Zaten bir tane köpek var, erkekliğin gereği yok deyip domuzlara bulaşmamış anlaşılan. Elimizde sadece ekmek var ve bir kısmını onunla paylaşıyorum. Piknik masasını bir süre boş bırakınca peynir parçasını kaşla göz arasında alıp midesine indirmiş bile. Bizi koruduğu için kızmıyorum koruyucumuza. Yedek peynirimiz var. Köpek mahzun bakıyor.

030920147999

Ve güneş yüzünü gösteriyor tüm ışıltılarıyla. 10 Gün önce Nemrut dağının tepesinde güneşin muhteşem doğuşunu seyretmiştim. Güneş aynı güneş ama bulunduğum yer farklı bu gün. Yine de aynı duygularla doğuşu seyrediyorum. Gidonumda Nemrut turunun plakası hala duruyor, numarası da 034.

030920148000

Kahvaltımız mükemmel, manzaramız daha da mükemmel. Mutluluğu yakalıyoruz kahvaltıda. Zaten biliyorum ki bir ilişkisi var kahvaltının. Cemal Süreya da öyle dememiş mi? Kahvaltı sofrası, gölet ve ilk ışıklarını saçan Güneş.

030920148001

Yumurtalar bile çift sarılı. Daha ne olsun. Çatal kaşık ta odundan, domatesler ve biber tarladan dün toplayanlar vermişti. Bal, zeytin, salça, köy ekmeği çantada keklik. Mutluluk bizimle olsun.

030920148002

Kahvaltıyı güzelce yaptıktan sonra toplanıp kamp yerinden ayrılıyoruz. Yolda çilek tarlasına denk geldik. Hala çilek var ama yaz sonları olduğu için verim düşmüş. Şimdi ayva mevsimi gelmekte.

030920148003

Salçalık biber tarlaları devam ediyor yol boyu. Marmara bölgesinin güneyi bu tarlalarla dolu.

030920148004

Gittiğimiz yolun yanında eski yolu görünce hemen eski yola girdik. Yol kullanılmadığı için asfalt bozulmaya başlamış yer yer. Araç olmadığı için rahatız. Ve yolun iki yanı çınar ağaçları zamanında dikilmiş. Çınar ağaçları da büyüyünce neredeyse ağaç tüneli içinde gideceğiz. Yeni yapılan yol daha geniş ve düz. Böyle eski yollar Gökova da Marmaris yolunda var. O yolda dev okaliptüs ağaçları kaplamış yolun üstünü. Bir de Selçuk –  Pamucak arası eski ağaçlı bir yol var. Bisiklet yolları böyle olsa keşke.

030920148005

Salçalık biber tarlaları kıyısında gül dikilmiş. Bu dikkatimi çekti doğrusu. Güllerin rengi pembe.

030920148006

Yolun yüz yıl önce, belki de daha önce yapılmış olduğunu ağaçların gövdelerinin kalınlığından anlıyorum.

030920148007

Bazı yerler neredeyse kapanmak üzere çınar dallarından. Buralarda asfalttan eser kalmamış. Yol toprağa dönüşmüş durumda. Biz de zevkten dört köşe bisiklet sürüyoruz.

030920148008

Düz olmayan yamuk düzlemde bile tarla yapılabiliyor demek ki.

030920148009

Yol uzmanı Şafak nereye gideceğimizi işaret ediyor. O da ne? İki yöne de işaret ediyor. Şimdi nereye gideceğiz ? Neyse Şafak Çan yönüne yönlendiriyor. Sola doğru Bayramiç, Çanakkale, sağa doğru; Çan, Biga, Bandırma. şafak kollarını iki yana açmış, orta refüjde duruyor bisikleti ile.

030920148011

Çan ilçe merkezine giriyoruz, merkezde bir çay molası vermek gerek. Kahvenin birine oturup duble çayları içerek güç topluyoruz. İki yanı ağaçlı yolda Şafak gidiyor.

030920148012

Molanın ardından fazla zaman geçirmeden yola çıkıyoruz.

030920148013

Seramik fabrikalarının yanından geçiyoruz. Kamyonlar yolları biraz bozmuş durumda. Fabrikaların dibinden geçerken kötü kokuları çekmek zorunda kaldık. Bir an önce burayı terk etmeli.

030920148014

Kestirme yoldan gidince biraz topraklı yolda gitmek durumunda kaldık.

030920148015

Toprak yol kısa, asfalt yola bağlanınca geriye dönüp bakınca Çan manzarası  pek iç açıcı değil. Seramik fabrikaları şehrin dibinde olduğundan bacalardan çıkan dumanlar şehrin kötü bir dumanla zehirlenmesine neden oluyor. Çan şehri de çukurda olunca fabrikaların dumanları pek dağılmıyor.

030920148016

Demiştik ; Çan çukurda kalmış, önümüzde bir dağ silsilesi çıktı. Bu dağları aşmak durumundayız. Gerçi bir çok dağ tepe aştık, bu ne ki?

030920148017

Çıkışlar biraz sertleşmeye başladı. Eğim %10’un üstünde sanki. Gerçi ağır ağır çıkıyoruz buraları, yapacak bir şey yok. Şafak önde gidiyor.

030920148018

Çıkış hala sürüyor, çeşme başında Şafak beni beklerken buldum. Yokuş biraz yordu, hazır çeşme bulmuşuz biraz dinlenmek gerek. Hem suları tazelemek gerek.

030920148019

Çeşmeden suları doldururken tavanda kırlangıç yuvasını görünce yok artık, bu kadarı olmaz dedim. Bir insanın bunu yapmasını anlamış değilim. Bunu yapana ruh hastası bile denmez. herhangi bir kategoriye de gireceğini zannetmiyorum. Bu kadar mı doğa düşmanı olur, ne istiyorsun bir kuş yuvasından?, niye boyadın kırmızıya ? Neden, neden, anlaşılır gibi değil. Bunu yapan ruhsuz insanı hemen yok etmeli, yaşamamalı, nefesi ile dünyayı kirletmemeli.. Yazık! Çok yazık….. Tam bir ayvan.

030920148020

Çeşmeden suları tazeledikten sonra öyle bir yağmur indirdi ki göz gözü görmedi bir süre.  Yağmurluk diye taşıdığım pek yağmurluğa benzemediğini burada sırılsıklam olunca anladım. İyi bir yağmurluk almak gerek. Yağmur fazla sürmedi ama her tarafım ıslanmıştı. Yağmur dinince yağmurluk diye giydiğim rüzgarlığı çıkardım. Neyse cep telefonum ıslanmamıştı, buna şükür. Evi sırtında bizim gibi gezen kaplumbağa çıktı yol kıyısında. Sanki benden utanmış gibi yüzünü saklıyor benden. Kaplumbağa az önce yağan yağmurdan dolayı kabuğu ıslanmış.

030920148021

Kocayayla köyüne geldik, köyler güzel, hem de köy yolları daha da güzel. Burada ağaçlar değişti, çam ağaçları yerine meşe ağaçları seyrek olsa da küçük korular görmek olası.

030920148022

Şafak meşe koruluğundan çıkmış üzerime geliyor, ben de bir resmini çektim.

030920148023

Ardından beni geçip gidiyor devam eden meşe koruluklarında.

030920148024

Meşe korulukları tarla kıyılarında kalmış, geçmiş yıllarda komple meşe ormanı olmalı buraların. Kese kese bu kadar kalmış demek ki!

030920148025

Yolun ortasında koca bir kemik. İnek kemiğine benziyor, at ta olabilir. Belki de eşek kemiğidir. Yani kemiği kapıp kemirdikten sonra yol ortasına bırakıp gitmiş. Kemikte kemirilecek bir şey kalmamış.

030920148026

Yağmurun ardından güneş açınca iyice ısınan hava terletiyor. Zaten yokuş çıkarken iyice enerji harcıyoruz. Havanın sıcaklığı ile birleşince siz düşünün.

030920148027

Karnımız acıktı, uygun bir çeşme başı ararken havuzu olan bir yer görünce benden önce gelip bulgur pilavını hazırlayan Şafak bana bir iş bırakmamış. Çeşmeden de su akıyor. Çeşme dedimse borudan su akıyor sürekli. Bulgur pilavını ton balığı ile takviye edip yiyoruz afiyetle. Yanında da bir baş soğan, mis. Ardından birer kahve iyi gidiyor. Keyfimize diyecek yok doğrusu.

030920148028

Dondurma köyü, ilginç bir ismi var. Herhalde Türkiye de aynı isimde başka bir köy bulamazsın. Aynı isimde onlarca köy var, örnek Ovacık köyleri. O kadar var ki sayısı belli değil. Dondurma köyü özel bir köy oluyor isminden dolayı. Seyyar satıcıların köye girişi yasak. Acaba seyyar satıcı dedikleri dondurmacılar olmasın? Sağa doğru; Kocayayla, Çan tarafını gösteriyor. Altta; Dondurma köyüne hoş geldiniz. Ve Seyyar satıcıların girmesi yasaktır uyarı levhası.

030920148029

Dondurmacı köyüne girmeden yola devam ediyoruz çam ormanı içinde.

030920148030

Köy yollarını seviyorum, ara sıra geçen arabalar beni pek rahatsız etmiyor. Köyler yolumuzun üzerinde, yanından, içinden geçip gidiyoruz. Tek katlı basit evleri, kocaman bahçeleri. Avlu kapıları büyük. At arabası geçecek kadar. Her köy bir başka güzel, bir başka yapıya sahip.

030920148031

Balcılar köyüne giriş yapıyoruz.

030920148032

Ara sıra lastik patlağı olmazsa olmaz yolculukta. Arka tekerleğim patladı, durup tekerleği çıkarıp patlak lastiği yedeği ile değiştirerek pompa ile şişiriyorum yeterli basınca ulaşıncaya kadar. Öncesi dış lastik iyice kontrol ediliyor. Diken, tel, cam varsa çıkarılmalı. Yoksa aynı yerden hemen patlar bir daha lastiği sökmek durumunda kalırsın. Onarılan lastiği yerine takarak bagaj çantalarımı yerleştirdim. Şafak beni tekerlek ile çekiyor.

030920148033

Lastiği onardım, bisikletim yola çıkmaya hazır. Şafak önden çıkış yapıyor, ben de arkasında.

030920148034

Yol böyle bir eğri çizerek gitmesi beni yola daha çok bağlıyor. Düz yolda bir süre sonra pedal aynı tempoda basmaktan sıkılıyorum. Yolun sonu görünmeyecek, karşına ne çıkacağını oraya varınca göreceksin. Orada başka bir bilinmez çıkacak karşına. Yolda böyle daha çok mutlu oluyorum. Bilinmeyen yerler her zaman cazibelidir.

030920148035

Ormancıların ormanda kestiği ağaçları burada tomruk hale getirip istif yapıyor. Biz de bir mola verelim dedik. Bisikletler park halinde duruyor.

030920148036

Hazır mola vermişken yanımızda taşıdığımız fakat fırsat bulup içemediğimiz nescafeler aklımıza geliyor. Hadi içelim deyip çaydanlıkta su ısıtarak birer bardak nescafe içmeyi hakkettik. Nescafeleri içerken elçek çekiyorum ikimizi. Bardağım nazar boncuklu. Şafak’ta ise metal bardak var.

030920148037

İşte sevdiğim yol manzarası. Aşağı iniş, sola dönüyor sol tarafta görünmüyor yol. Ardından görüş alanına giriyor yukarı, sola doğru kıvrılıyor. kıvrılan yol daha da kıvrılıyor sola ve gözden kayboluyor çam ormanının içinde. Orası bilinmez, gidince göreceğiz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

030920148038

İşte bilinmeyen yere vardık, yol aşağı gidiyor ama yine bilinmeze doğru.

030920148039

Bir süre indikten sonra tekrar çıkış başladı. Burada çam ağaçları dikkatimi çekiyor. Ağaçlar henüz genç ve gövdeleri ince. Orman gençleşmiş sanki.

030920148040

Yokuşun başında şekilli bir kaya gözüme çarpıyor.

030920148041

Etrafta benzer kayalıklar görünmekte, yapıları neredeyse aynı elden çıkmış gibi.

030920148042

Yerler ıslak, biz gelmeden az önce yağmur yağdığı belli oluyor.

030920148043

Fazla uzun sürmedi güzel bir yağmur indirdi. Telefonu ıslatmadan anca bir kare çekiyorum. Bagaj eşyalarım çöp torbası ile sağlama almıştım. Üzerime de bir tane çöp torbası geçiriyorum. Hem ıslansan ne olacak, yaz yağmuru, çabuk geçer, hemen kurursun.

030920148045

Sırtın tepesi yarılmış yol ucunda Şafak iki kolunu açmış beni bekliyor. Bu hareket dağların bittiğini, buradan sonra inişe geçeceğimiz anlamına geliyor.

030920148044

Genç çam ormanına yeni yağmış, ortaya pırıl pırıl ıslak bir yeşillik çıkmış. Marmara denizi ve sol tarafta Çanakkale boğaz girişi manzarası.

030920148046

İniş başladı ve çabuk iniyoruz. Akşam olmak üzere, hava bulutlu. Az sonra hava kararacak. Hedefimiz Gelibolu, hava kararsa da fark etmez.

030920148047

Hava karardıktan sonra Umurbey’e indik. Karnımız da acıktığından ne yiyebiliriz diye aranırken kahvenin birinde yanında tostçu görünce birer atom tost yaptırıp çay ile birlikte bir güzel karnımızı doyuruyoruz. Yemekten sonra kamyonetin birinde kavun karpuz satan çocuklarla sohbet ediyoruz. Nereden?, nasıl?  oraya kadar mı? bisikletle mi? diye soru cevap şeklinde. Ardından bize bir kavun hediye ediyor. Teşekkür edip alıyoruz hediyeyi. Yolun hakkı, yolcunun nasibi,  almamak olmaz. Umurbey yamaçta kurulmuş bir kasaba, ucu ovada. Gece olduğu için sokak lambalarının gösterdiği kadarını görüyoruz. Alan geniş bir yer.

030920148048

Umurbey den ayrılıp Çanakkale – Lapseki yoluna girdik.  Yol düz ve kaymak gibi olunca hızlı gidiyoruz. Işıkları da açtık gecenin karanlığında emniyet şeridinden araç gürültüleri arasında ilerliyoruz. Bazen araç geçmiyor, işte o zaman gecenin sesi kulaklarıma gelmeye başladı. Binlerce Ağustos böceği yazdan kalma şarkılarını söylüyorlar hep bir ağızdan. İlk defa bu kadar Ağustos böceği sesi duyuyorum. Yol boyunca araçların geçmediği anlarda seslerini hep duydum Ağustos böceklerinin.  Gece karanlığında kısa sürede Lapseki’ye vardık.

030920148049

Lapseki feribot iskelesine vardık, Bizi kanatlarını açmış Pegasus karşıladı gecenin karanlığında.

030920148050

Arabalı vapur henüz dolmamış, biletleri Şafak alıp gemiye biniyoruz. Kuvvetli lamba ışığı altında vapur ve iskele.

030920148051

Bisikletleri emin bir yere park edip doğru yukarıya çıktık. Şafak buralı olduğu için bana fırsat vermeden çayları kapıp geldi bile, Şafak çay bardakları ile masada oturuyor.

030920148052

Çayları içerken masada oturan biri bizi görünce yanımıza gelerek ;

” Bisikletle en arkada gelen kimdi?” diye sordu.

“Bendim” diye cevap verdim.

” Kamyonla arkanızdan gelirken koca bir domuz senin arkandan yola fırladı, tam da önümde. Sana çarpacak diye çok korktum. Kıl payı kurtuldun domuzdan” dedi. Ben de ;

” Hiç te farkında değildim domuzdan.” dedim. Adam anlaşılan gözü önünde olan bu olay yüzünden epey korkmuş. Anlatırken bile heyecanla anlatıyordu domuzu. Boyu ta bu kadardı diye elini göğüs hizasına kadar kaldırıp domuzun ne kadar iri olduğunu anlatıyordu. Ben ise domuzu görmediğimden sakince adamın anlattıklarını dinliyordum. Bunu da ucuz atlatmıştım farkında olmadan.

Bu arada çaylar nefisti, tavşan kanı gibi. Şafak beni çekiyor çay bardağı ile.

030920148053

Kamyoncu ile yaptığımız sohbet ile farkında olmadan Gelibolu kıyısına varmışız bile. İskeleye yanaşıyoruz.

030920148055

Gemi iskeleye yanaşıyor yavaşça. Acelemiz yok bizim, aracımız bisiklet olunca daha güzel oluyor.

030920148056

İskeleye indik. Marmara dan Çanakkale boğazına giriş yapan devasa yolcu gemisi ışıklarını yakmış şıkır şıkır sessizce süzülüyor. İskelede Şafağın mahalle arkadaşı Selim bizi karşıladı. Selim facebook’tan beni tanıyordu. Şafak ta bahsetmiş benden. Hemen tanışıp kucaklaşıyorum Selim ile. Arabası ile bizi karşılamaya gelmiş. Benim bu gece kalacağım yeri gösterecek. Şafak’a nereye gideceğimizi tarif ederek arabası ile önden yola çıktı. Biz sahilden gidecektik, gideceğimiz yerden araba geçmiyor.

030920148057

Şafak ile beraber Hamzakoy kumsalına gidiyoruz. Selim’in arkadaşı olan işletmeye vardık. İlk önce birer yarım ekmek kokoreç ve bira ısmarladı Selim. Bu arada sohbet ediyoruz. Sonrasında işletmenin yanında, ağaçların altında çadır kuracağım yeri gösteriyor. Yer iyi, tuvalet te yakında. Bu gün uzun bir yol oldu bizim için, yorgunuz ve leş gibi ter kokuyorum. Karnımız doyduktan sonra Şafak Annesinin yanına gidiyor. Ben Selim ile bir süre daha oturuyorum. Selim de evine gidiyor, sabah erkenden işe gidecek. Ban kendim ile baş başa kalıyorum. İlk planlamamda turu tek başıma yapacaktım ya olmadı Şafak bana arkadaşlık etti yol boyunca. Buradan sonra Keşan’a kadar tek başınayım, yaşasın. Çadırımı kuruyorum, gece karanlığında çadırımı çekiyorum. Çadırın içinde lamba mavi rengi çadırdan alıyor.

030920148058

Eşyalarımı içine yerleştirdikten sonra şortumu giyip havlumu da yanıma alarak deniz kıyısına vardım. Terlik ve havluyu kumsala koyup denize dalıyorum gecenin 12 sinde. Kimse de girmiyor benim gibi. Ohhh serinliyorum biraz tuzlu deniz suyunda. Biraz yüzdükten sonra çıkıp havlu ile kurulandım. Çadırıma gelerek ıslak şortumu çıkarıp kuru çamaşırları ve eşofmanı giyerek saçları havlu ile kurutuyorum. Artık yatma zamanı, ortalık iyice tenhalaştı, İşletme sahibi de kapatıp gitti evine. Ben de çadıra girip uyku tulumunun içine girerek rahatlamış biçimde tatlı bir yorgunlukla uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 102 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 17. Gün

18 Eylül 2013 Çarşamba

Danişment – Balya – İvrinde – Büyükyenice – Bergama

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Maden ocağının dibinde

Hava yok ışık yok

Maden ocağının dibinde

Besin yok karın yok

Maden ocağının dibinde

Oğlun bile yok

Maden ocağının dibinde

Bir sen varsın, direnen

Maden ocağının dibinde

Işık yok hava yok

Maden ocağının dibinde

Besin yok karın yok

Maden ocağının dibinde

Oğlun bile yok

Bir sen varsın, direnen

Maden ocağının dibinde

 

Ayırdılar seni dünyadan

Aldılar elinden ışığını, havanı, besinini

Sevdiğin kadını taptığın oğlunu aldılar elinden

Ayırdılar seni dünyadan

Cem Karaca

 

Öne çıkmış olan görsel, solda çeşme, yanında kocaman çınar ağacı. Bisikletim KUZ çınarın dibinde park etmiş. Çeşmeden taşan sular küçük bir dere oluşturmuş.

180920133865

Bazen yatakta yatmak güzel oluyor, ara sıra yumuşak yatakta yatmalı. Çadırın içinde, incecik bir matın üzerinde uyumak her ne kadar rahat olmasa da 5 – 10 günde bir gövdeyi dinlendirmeli. Gerçi sert zeminde yatmak bel ağrılarını iyi geldiğinden ben gayet memnunum sert zeminde yatmaktan. Zaten alıştım artık. İnsan yerini değiştirince yattığı yeri yadırgıyor. Bu gece de aynısı oldu, pek rahat uyuyamadım, sürekli uyanarak uyku bölündüğü için deliksiz olmadı bu gece. Sabah her gün olduğu gibi 07:00 de uyanıp eşyalarımı toplamaya başladım. Köy odasında ilk defa uyudum. Cep telefonumu bütün gece şarjda tamamen dolmuş vaziyette fişini çıkarıyorum. Sadece çadır kurmadık, geri kalan eşyalar aynı. Eşyaları topladıktan sonra aşağı inerek bagaja yükleyip hazır hale geliyorum. Demir ranza, üstü eşya dolu, ben altta yattım. Yatakta battaniye serili, uyku tulumu toplanıp torbasında sıkıştırılmış durumda yatağın üzerinde. Sandalyede cep telefonum ve şarjlı fenerim şarj oluyor. Prize uzatma kablosu takılı.

180920133847

Köyün fırınından taze sıcak köy ekmeği alarak kahvede sabah kahvaltısını yapıyoruz Can ile birlikte. Kahvenin ortasında kare prizma soba duruyor. Soba uzun. Havalar sıcak olduğundan henüz soba yanmıyor. Ama buralarda kış erken geliyor, sobanın yanmasına az zaman var sanki. Duvar kenarında soda, gazoz şişeleri var.

180920133849

Kahvaltının ardından köyün meydanına çıkarak bir kaç resim çekiyorum. Danişment köyü çok temiz geldi bana, her taraf düzenli ve bakımlı. Köyün meydanında park, çay bahçesi, insanların oturup sohbet edeceği banklar var. Tören alanı yapılıp Atatürk büstü ve bayrak direği ile Cumhuriyet köyünün en güzel örneğini oluşturmuş. Tabi ki bunları yapan köyün muhtarı Ertuğrul Danışan. Epey emek vermiş yaşadığı köye. Köy Biraz yüksekte kurulmuş, haliyle köy yolları yapılırken yolu daha aşağıdan yapmak istemiş köy hizmetleri. Köylüler de yol aşağıdan geçerse köy önemini yitirir diye yolu yapan iş makinalarının çalışmasını engelleyerek yolu köyden geçmesini sağlamışlar. Bütün köylüler atlarına binip direnmişler ve kazanmışlar. Muhtar dün gece bunları anlatmıştı. Köyün güzelliğini gündüz görünce anladım köyün yiğit ve çalışkan olduğunu. Tabelada köylerin kaç km olduğunu görüyorum, birbirlerine yakın köyler. Aslında sadece köyleri dolaşmak vardı tek tek her birinde kalıp köylülerle yaşamak. İnanın bu çok güzel olurdu. Bir gün mutlaka yapacağım bunu. Solda Balya tabelası, sağda ise köy hizmetleri yazan tabelada; Uzunçınar 6, Göloba 8, Mancılık 12, Karadağ 13, K.mustafalar 16 kilometre mesafe olduğu yazılmış.

180920133848

Bu büyük küpleri tarlayı süren bir köylü bulmuş. Tarlayı sürerken sabanın bıçağına takılınca bir bakmış koca bir küp, daha sonra bir başka küp daha bulmuş. Köylü de bu küpleri ne yapacağım diye düşünürken Muhtar küpleri alıp köyün meydanına getirerek parka koymuş. Parka ayrı bir dekor oluşturmuş bu küpler. İki tane küp boyanıp ağzı galvanizli saç ile kapatılmış.

180920133850

Köydeki tören alanı ve Atatürk büstü, yanında iki direkte Türk bayrağı. Arkada değirmen taşları dizilmiş yan yana. Artık değirmenlerde kullanılmayan değirmen taşları Muhtar değerlendirip dekor olarak kullanmış burada.

180920133851

Köy zirvede olduğu için dere yok, insanlar illa bir su kenarı arıyor. Muhtar da parkın içine bir havuz yaptırarak insanların su kenarında oturma ihtiyaçlarını karşılamış. Muhtar insanlar için en iyisini, en güzelini düşünüp ona göre yapıp düzenlemiş köyün meydanını. Kendisini tebrik ederim.

180920133854

Köyün çeşmesi gayet güzel yapılmış, sularımı dolduruyorum. Köyün muhtarı sabahtan Balıkesir il merkezine gittiğinden onunla vedalaşamıyorum ama cep telefonundan arayıp köyde bizi misafir ettiğinden teşekkürlerimi bildiriyorum.

180920133856

Bahçelerdeki elmalar da olmak üzere, harika görünüyorlar dallarında, taze kütür kütür. Bir tane koparıp yiyorum oracıkta.

180920133857

Köyün meyanı ve parkı, bir de köy muhtarı afiş yaptırmış. Balıkesir spora 2. ligde başarılarını belirtmiş Danişment köyü adına. Ertesi yıl Balıkesir spor bir sezonda 1. lige çıkarak büyük bir başarı elde etti.

180920133858

Yola çıkma zamanı diyerek pistonlar hareket edip pedallar dönmeye başladı. Dün köye girerken köyün tabelasını çekememiştim. Köyden çıkarken köy ile beraber bir resmini çekerek yoluma devam ediyorum. Gördüğüm en güzel köydü benim için.

180920133859

Yolumuz Balya – İvrindi yolu ama yol sakin, pek araç geçmiyor. Çünkü  işlek bir yol değil ve bisiklet sürmek zevkli bu yolda. Önümde dönemeç var ağaçların arasına giren.

180920133861

Yol kıyısında yalağı büyük bir çeşmenin yanında mola veriyoruz. Hem insanların susuzluğunu gidermesi için hem de hayvanların su içmesi için yapılmış. Ve gölge yapsın diye bir de çınar dikilmiş çeşmenin başına. Su borudan bolca akıyor, kaynağı kuvvetli. Sularımı tazeliyorum akan sudan. Burada rahatça kamp atılabilir. Beni su içerken Can çekiyor bir poz. Bisikletim KUZ park etmiş. Arkada koca çınar ağacı çeşmeyi komple gölgede bırakmış durumda.

180920133862

Bu kez ben Can’ı su içerken çekiyorum aynı yerden.

180920133864

Çeşme aynası kalın taş bloklardan örülmüş. Beton yalağı dört kademe olarak yapılmış. En üstte borudan su devamlı akıyor, Akan su bölmeli yalaklardan kademe kademe bir aşağı akıyor. Birazcık yosun tutmuş ayna taşlarında.

180920133866

Çeşmeden o kadar bol su akıyor ki yalaktan sonra küçük bir dere olmuş şırıl şırıl akıp duruyor. Büyük bir olasılıkla gece buraya bütün hayvanlar su içmeye geliyordur. Kamp kurulacaksa böyle bir yere çeşmenin biraz uzağına kurulmalı. Yoksa gece hayvanlar sizi rahatsız edebilir. Resmi akan suyun üzerinden, iyice yere yakın yerden çekiyorum. Solda çeşme, bisikletim KUZ, ve dibinde çınar ağacı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

180920133865

Yol boyunca çeşmeler eksik değil ve her çeşmede kocaman bir çınar gölge yapıyor çeşmenin başında. Çeşme yamacın başlangıcında, ağaç dalları iyice kapatmış çeşmeyi, neredeyse tamamen örtecek.

180920133867

Sanki İstanbul’a geldim Kadıköy tabelasını görünce. Ama burası cennet gibi bir yer, öyle beton yığınına dönüşmüş İstanbul Kadıköy’ü gibi korkunç trafiği olan gürültülü ve kalabalık bir yer değil. Sessiz, sadece kuş seslerini dinleyeceğimiz bir yer burası. Buradan akan büyük bir çay var. Kuş cenneti Manyas gölünü besliyor. Kadıköy tabelası ve ağaç gövdeleri.

180920133876

Köyün şirin, pembe boyalı iki evi. Yollar toprak bu köyde.

180920133868

Köyün girişinde musalla taşı görüyorum. Burada köyde ölen kişilerin cenaze namazı kılınıp mezarlığa götürüyorlar. Ayrıca tepsi gibi düz büyük bir taş ta bulunuyor. Burada köylüler hasat zamanında ürünlerini kış için hazırlıyorlar.

180920133870

Koca çayı köprüsünden çay yatağını çekiyorum. Kıyılarda söğüt ağaçları var.

180920133871

Köprünün hemen yanında çay bahçesine iniyoruz. Çay bahçesinde yaşlı bir köylü yanına buyur edip çayları ısmarlıyor. İsmi Tahir Özen amcanın, sohbet ederek yeşillikler içinde, çay kenarında çayları içiyoruz afiyetle. Elçek ile yaşlı amca ile birlikte çaktırmadan resmimizi çekiyorum.

180920133874

Su bol olunca kazlar da ortalıkta dolanıyor.

180920133875

Bir süre dinlendikten sonra çaylar için Tahir amcaya teşekkür edip yola koyuluyoruz. Dediğim gibi yolun kıyısında bolca çeşme yapılmış ve hepsinden hem suyunu içiyorum hem de sularımı tazeliyorum. Böylece devamlı olarak taze suyum oluyor. Çeşmenin yanında çınar ağacı var.

180920133878

Balya’ya yaklaşıyoruz, burada bir maden işletmesi var, çinko ve kurşun üretilmiş. Bir ara kapanmış ama özelleştirince tekrar madende çalışmalara başlamışlar. Ayrıca burada maden işletmeciliği bayağı eskiye dayanıyor. Osmanlı döneminde kurşun buradan çıkarılıyormuş. Maden ocağının çevresi her zaman çirkin görüntüler meydana getiriyor. İnsanlara iş olanağı sağlıyor ama madende çalışmak her zaman riskli ve sağlığı etkiliyor.  Aklıma nedense Soma geliyor, çalışırken Somada 1 ay boyunca eğitim aldım, Teiaş ta elektrik üzerine. Her taraf kömür kokuyordu kasabanın. Tüm dağları linyit kömürü ocakları ile kaplıydı. Zengin kömür yatakları sanayi için bulunmaz bir nimet ama çevreye verdiği zararlar çok fazla. Somada çıkan kömürün çoğu termik santralda yakıt olarak kullanılıyor. Binlerce işçi kömür ocaklarında gece gündüz, sağlıksız ortamda, iş güvencesi olmadan köle gibi çalışıyorlar. İşleri gerçekten zor, vardiyalı, kömür tozu içinde ve kömürlerin yaydığı zehirli gazların içinde çoluk çocuğun rızkını kazanmak için çalışıyorlar. Kömür ocaklarını işletenler de daha çok kazanacağım diye güvenli çalışma şartlarına fazla uymadan sürdürüyorlar. Haliyle her zaman iş kazası oluyor ve iş başındaki hükümetler gerekli denetimleri fazla yapmadan işletme sahiplerine göz yumuyor. Madenden çıkan toprak yığınları.

180920133879

Yol kıyısında küçük, şirin bir ev görüyorum ağaçların arasında. Güzel görünmesine güzel de ormanın içine yapılması hoş olmamış, Hiç olmazsa ahşap yapılsa idi daha uyum sağlardı ormana. Bahçe sınırları da yolun hemen kıyısında, tel çekilmiş direklerle.

180920133880

Balya ilçesine geliyoruz, burası bir maden kasabası. Zamanında maden çalışırken nüfuz bayağı çokmuş, maden kapanınca iş olmadığından nüfuz epey azalmış. Küçük şirin bir kasaba olmuş. Tabelada yazan; Balya, Nüfus: 1900.

180920133881

Çeşme iyi güzel hoş ama aslanın ağzında ki çeşme olmamış, hiç uyum sağlamamış. Sanatın, görselliğin içine etmişler doğrusu. Şöyle aslanın ağzından su akacak şarıl şarıl ki çeşmeye benzesin. Çeşme krom renginde parlak olarak aslanın ağzında sırıtıyor. Çeşmeyi Fevzi ve Sadiye Akçam anısına 2000 yılında yaptırılmış.

180920133882

Balya şirin bir madenci kasabası, kasaba yüksekte kurulmuş. Düzlük olan yerler tarla, bahçe olarak değerlendirilmiş. Evler, binalar tarıma uygun olmayan engebeli yerlerde yapılması gayet güzel. Kimi yerlerde düz ovaya, tarlaların içine binaları dikiyorlar, tarım yapılmadığı için o yerde ekonomi olarak hiç bir katkısı olmuyor. Köyün diğer tarafı maden yeri, oralarda ev yok.

180920133883 (1)

İşte burası maden bölgesi, yeniden üretime geçmiş. Şantiye binaları, madenden çıkan toprak yığınları sürekli artıyor.

180920133884

Akbaş köyüne çabucak varıyoruz. Balya epey yüksekte olduğundan iniş olunca hemencecik düze ulaşıyoruz. Pembe boyalı şirin bir ilkokul. Can bisikletin üzerinde köy tabelası ve köy ilkokulunun yanında geçerken çekiyorum.

180920133885

Köyün içinde ahşap bir konak görüyorum, durup resmini çekmem gerek. Büyük bir ihtimalle varlıklı birisine ait, geniş avlusu, iki katlı büyük ahşap bir ev. Bahçe kapısı tahta bir çit olarak yapılmış.

180920133886

Köylerde eşekler hala yük taşıma amacıyla kullanılıyor. Eşek yanında sıpası ile başı boş bırakılmış kendi halinde otlayıp duruyorlar.

180920133887

Akbaş köyünde etnografya müzesini gösterir tabela, ilginç diyerek müzeye doğru gidiyoruz.

180920133888

Etnografya müzesi gayet düzgün yapılmış tek katlı taş bir binanın içinde. Şansımıza kapalı imiş, kimseler yok. İçerisini görmek isterdim doğrusu. Elimiz boş dönüyoruz. Binanın önünde direkte dalgalanan Türk bayrağı.

180920133889

Akbaş köyünden sonra sağa sapıp kestirmeden gideceğiz. Yol toprak ama hiç araç geçmiyor. Bizim için gayet iyi bir yol, buradan gidersek Balıkesir – Edremit yolundan az gitmiş olacağız. Sadece az kısımdan geçip İvrindi’ye sapacağız. İniş hala devam ediyor. Toprak yol çam ağaçları arasından gidiyor.

180920133890

Çamlar henüz küçük, orman genç daha, yol genç ormanın içinden gidiyor, harika. Yol toprak olsa da umurumuzda değil. Elçek ile kendimi ve arkada gelen Can’ı çekiyorum bir poz.

180920133891

Yol kıyısında göletler hayvanlar su içsin diye yapılmış. Yakınlarda Kocaeli köyü var, nedense google haritada İzmit diye yazılmış. Köyün tabelasında Kocaeli diye yazıyor halbuki.

180920133892

Buralarda mermer ocakları da var, blok halinde mermer taşlarını kesmişler, işlemek üzere mermer atölyelerine götürülmeyi bekliyorlar.

180920133893

Havada bulutlar iyice toplanmaya başladı, hadi hayırlısı.

180920133894

İnsanlar hayır yapmak için bir biriye sürekli yarışıyorlar. En güzel çeşmeyi ben yaptım, en süslüsünü, en kocamanını.. İyi ki de yapmışlar, yolda insanlar ve hayvanlar susadıklarında çeşmeden sularını içerek susuzluğunu gideriyorlar. Yapanlardan Allah razı olsun demek kalıyor bizlere. Çeşmenin başında iki tane aslan çeşmeyi koruyorlar. Hadi insanlar aslanları taştan yapıldığını biliyor, hayvanlar ne anlıyorlar acaba bu aslan heykellerinden. Korkuyorlar mıdır bu çeşmenin başına konulmuş aslan heykellerinden. Bu çeşmenin ağacı yok gölge yapacak. Çeşmenin aynasındaki duvar yapma dekor taş ile kaplanmış.

180920133895

Ama bu çeşmenin gölgelik ağaçları var. Her çeşmede durup resim çekerek hem dinleniyorum hem de su içip elimi yüzümü yıkıyorum.

180920133896

İvrindi ye geldik sayılır. Bir süreliğine ama kısa bir ara Balıkesir – Edremit kara yoluna çıkıyoruz. Daha sonra İvrindi kasabasına dönerek ana yoldan çıkıyoruz böylece. İvrindi – Bergama sağ tarafı gösterir tabelanın resmini çekiyorum.

180920133897

İvrindi yoluna sapınca, kasabanın girişinde toprak kazılmış.  İlginç bir toprak kesiti görüyorum. Bej renginde kil tabakası arasında siyah renkte bir tabaka kalmış. Katmanlar da yerin hareketine göre şekilleri düzgün değil, dalgalı bir şekil almış.

180920133898

Bir binaya kamam tabelasını görünce resmini çekiyorum. Aslında hamama girip şöyle iyice bir yıkanmalı. Ama bu gün Bergama ya varmamız gerek. İvrindi de öğle yemeği yedik, karnımız da acıkmıştı hani.

180920133899

İyi ki bu yoldan gidiyoruz, yolda neredeyse araç yok ve ormanın içinde gidiyoruz. Ormanda sık olmasa da meşe ağaçları var. Istranca dağlarında gördüğümüz 10 – 15 metre boyunda değil buradaki ağaçlar. Anadolu’nun bu kesimleri Akdeniz iklimi etkisi altında kalmış, ağaçlar daha kısa, çalılar maki. Tipik Akdeniz iklimi.

180920133900

Bir süre gittikten sonra yağmur yağmaya başladı, üst yağmurluğumu giyiyorum. Ardından bagaj çantalarını çöp naylonları ile kaplayıp yola öyle devam ediyorum. Yağmur kısa sürünce durup yağmurluğu çıkarıyorum, yoksa terden sırılsıklam olacağım. Yağmurluk çok terletiyor insanı, bir de hava sıcak ise. Elçek ile kendimi yağmur yağarken çekiyorum. Başımda sarı kask ve sarı güneş gözlüğüm var. Yağmurluğumun rengi de sarı. Yani tamamen sarı renk içindeyim.

180920133901

Karşı da ki dağları aşacağız, dağların ardı Bergama. Havada parçalı bulutlar dolaşıyor. Yol dümdüz, ip gibi yapılmış.

180920133902

Çeşmeler devamlı olarak yol boyunca karşımıza çıkıyor. Bazı kendini bilmezler yazılar yazıyor ya, çeşmenin güzelliğini bozuyor bu yazılar. Çeşmeyi yapan düzgün yontulmuş taşlardan çeşmenin duvarını yapmış, yan taraftaki taşları her kim koyduysa hiç sanatla alakası olmadan öylesine taş duvarı taşları üst üste gelişi güzel bir duvar yapmış.

180920133903

Yolun sol tarafında yanmış, kararmış, öbek öbek ocaklar görüyorum. Burada kireç taşı bol, gördüğümüz ocaklarda kireç elde ediliyormuş. Taş bitince çevrede ocaklarda terk edilmiş. Şu an üretim yok ama kireç ocaklarını öylece bırakmışlar. Çirkin bir görüntü oluşmuş, insan başladığı biçimde bırakmalıydı. Ocakları dağıtıp üzeri toprakla örtüldükten sonra ağaç dikerek yeşillendirilebilirdi. Ama çevreyi düşünen kim, sadece kazanacağı parayı hesaplıyorlar. Çevre için harcayacağı 5 kuruş canından bir paça koparılmış sayıyor iş adamları.

180920133904

Külleri kalmış kireç taşı ocakları doğada çirkin bir görüntü oluşturuyor.

180920133905

Yol kıyısında geniş bir alanda, kıyıları ağaçlar olan çeşmede mola veriyoruz. Çeşmenin başında bir çobana rastlıyoruz. Çobanın tayı var ama tayın boyu küçük, çoban tayın üstüne binince ayakları yere değdi. Zavallı tay hem sırtında semer hem de onun üstünde iri yarı bir adam, ikisini de taşımaya çabalıyor. Tayın haline üzülüyorum, sahibine de bir şey diyemiyorum.

180920133906

Çeşmeler o kadar çok ki adım başı çeşme görüyorum. Şanslıyım ki çeşmeler sürekli karşıma çıkıyor. İleride bu çeşmeleri zor görürüz diye düşünmeden kendimi alamadım.

180920133908

Mallıca köyünde durup kahvenin birine oturuyoruz, selam verdik almadılar doğru dürüst. Birer soda içerek fazla oyalanmadan buradan gitmek gerek. Yoksa mal mal bakmaya başladı köylüler. Garip geldi, ilk defa bir köyde bu durumla karşılaşıyoruz. Zaten adı üstünde Mallıca, pek te yakıştı ismi doğrusu. Köy yerine bizlere su sağlayan çeşmenin resmini çekerim daha iyi.

180920133909

Yavaş yavaş dağlara tırmanıp onları aşmaya çalışıyoruz.

180920133910

Aaaa Manisa il sınırlarına giriyoruz çaktırmadan. Tabelada öyle yazıyor.

180920133919

Tabelada yazdığına göre Duğla köyüne giriş yaptık. Tek tük evler görülüyor.

180920133911

Duğla köyünde mola veriyoruz, köyün kahvesinde oturup duble çayları içerek dinleniyoruz azıcık. Köyün ihtiyarları kahvede oturmuş sohbet ediyorlar. Biz de kahveye gelince başladılar bizimle sohbet etmeye. Nereden gelip nereye yolculuk ettiğimizi sorup öğrendikten sonra 80 yaşlarını aşmış yaşlı amca Bergama da hakimin katibi imiş. Amca başladı kendi başından geçmiş bir olayı anlatmaya ;

“Evveli zamanında Bergama da hakimin katipliğini yaparken Dikili’nin köylerinden Bademli köyünde bir olay olmuş.

Ben, Hakim bey ve arabanın şöferi düştük yola, olayın zaptını yerinde tutacağız. O zamanlarda yol yok araba yok şimdiki gibi.

Yol da anca bir araba sığabiliyor. Ara yerlerde arabaların birbirine yol vermesi için geniş yerler vardı.

Yoksa imkanı yok geçmeye, neyse fazla lafı uzatmayayım yolda tıngır mıngır gidiyoruz. Hakim bey şöfere işimiz acele biraz hızlan dedi.

Şöfer de bastı gaza, hızlandık. Önümüze bir araba çıktı, şöfer de yolun belirli yerlerindeki o geniş yerde önündeki arabayı sollayıp geçti.

Arabanın sahibi de oranın zengin toprak sahiplerinden biriymiş nerden bilelim.

Arabadaki de vay beni nasıl geçersin diyerek bastı gaza.

Bizi geçmeye çalışıyor ama yol dar nereye geçiyon. Şöfer de hakim bey emir verdi nasıl olsa, basıyor gaza.

Bir süre böyle gittik. Arkadaki adam kudurmuş geçemedim diye.

Adam öndeki arabayı madem geçemiyom üstünden geçeyim diye gazı köklemiş.

Ana bir cayırtı koptu sorma gitsin. Paldır küldür üzerimizden araba geçti.

Arabanın tavanı da haşat oldu. Amerikan arabaları Allahtan sağlam yoksa şimdiki arabalar olsa haşatımız çıkmıştı.

Neyse araba üstümüzden geçtikten sonra durduk.

Bizim arabanın camları kırıldı, tavanda biraz göçme oldu, ön kaportanın haşatı çıktı.

Allahtan bizlere bir şey olmadı şükür.

Hemen arabadan indik, üstümüzden geçen arabanın motoru dağılmış burun üstü çakılınca.

Hakim bey kızgınlıkla üstümüzden geçen arabaya gidip  şöfere adam sen ne yaptın diye bağırarak fırça atarken şöferi görünce tanımış adamı.

Köyün zenginlerinden. Artık adama bir şey de diyemedi hakim bey.

Köylülerden yardım isteyerek bir at arabasıyla yolumuza devam ettik”

diyerek hikayesini bitirdi. Güzel bir anıydı, yaşlı amca güzel Türkçesi ile anlattı bize. Hafızası da duru ve kuvvetliydi. Can kulağı ile anıyı dinleyip çayları içerek böylece dinlenmiş olduk bir süreliğine de olsa.

Kahvedekilerden ve yaşlı amcadan izin isteyip yola çıktık. Çeşmeler bol olunca sık sık mola veriyoruz. Nasıl olsa yol da bitmek bilmiyor. Ama bir şey var ki o da yorulmak bilmeyen demir atım KUZ. Hiç nazlanmadan buralara kadar sorun olmadan geldi, sadece bir kaç kez lastik patladı. Edirne de ki pıtrak dikenli yoldaki patlaklar hariç. İç lastikleri atmıştım zaten. Demir atım KUZ, yol ve manzarayı çekiyorum. O bunu hak ediyor.

180920133912

Çeşmenin başında top olmuş söğüt ağacını çekiyorum.

180920133913

Çeşmeden sularımı doldururken ber de ne göreyim? Çeşmenin yalağında kurbağa yaşıyor. Hani çocuk şarkısı vardır ;

“Küçük kurbağa küçük kurbağa kuyruğun nerede.

Kuyruğum yok kuyruğum yok yüzerim derede.”

Bu kurbağa dere bulamamış yalakta kendine yaşam oluşturmuş.

180920133914

Başka bir çeşme, önündeki alana beton dökülmüş.

180920133915

Önümüzde son dağlık görünüyor, dağların tepelerinde yol alıyoruz. Havada bulutlar fıldır fıldır dolaşıyor.

180920133916

Güneş bulutların arasından son ışıklarını saçarak batmaya başladı. Karanlığa kalacağız gibi. Bakalım ne olacak, pedallamaya devam.

180920133918

Öyle bir yerden geçtik ki bir gün içinde, hatta bir saatte üç il topraklarında pedal bastık diyebilirim. Üç ilin birleştiği sınır bölgesindeyiz, Balıkesir il sınırından 1 saat önce Manisa il sınırına girdik Yaklaşık 6 km Manisa il sınırların da pedalladıktan sonra İzmir il sınırına geldik. Manisa’nın Duğla köyünü gördük sadece, orada da çay molası verdik. İzmir il sınırını yazan tabelanın önündeyim.

180920133920

Nihayet dağın sırtına çıktık, bundan sonra iniş başlayacak tahminime göre. Hani deriz ya son yokuş, işte öyle bir yere geldik.

180920133921

İşte o meşhur “Son Yokuş” denilen yer. Solda inekler otluyor.

180920133923

Şifalı Menteşe kaplıcaları  tabelasını görünce resmini çekiyorum. Bir gün mutlaka uğrayacağım bu kaplıcalara.

180920133924

Artık inişe başlayabiliriz. Yol öyle gösteriyor, Can önde gidiyor kendi halinde.

180920133926

Ay tepsi gibi doğuyor, tam dolunay, ayın on dördü gibi. Demek ki fazla karanlıkta olmayacak bu gece. Ay yolumuzu aydınlatacak. Hava aydınlık olsa da ay çıplak gözle görülüyor dağların üstünde.

180920133927

Ve akşam oldu, hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Köylerden gece karanlığında geçip gidiyoruz fazla oyalanmadan. Zaten dağlardan aşağıya inişteyiz, fazla pedal çevirmeden hızla iniyoruz. Hava kararırken ışıklarımızı yaktık. İneşir köy tabelasını çekiyorum alaca karanlıkta.

180920133928

Hava iyice karardı, ay tüm güzelliği ile tepemizde yolumuzu aydınlatıyor. Zülfü Livaneli’nin Süvarinin türküsünü mırıldanmaya başlıyorum

Süvarinin Türküsü

“….

ay kocaman at kara

torbamda zeytin kara

bilirimde yolları

varamam kardoba’ ya

 

ova geçtim yel geçtim

ay kırmızı at kara

ölüm gözler yolumu

kardoba surlarında

 

yola baktım yol uzun

aman atım canım atım

etme eyleme ölüm

varmadan kardobaya

…”

Federico Garcia Lorca şiiri ve Zülfü Livaneli bestesi…

Hava zifiri karanlıkta gök yüzünde parlayan ay resmini çekiyorum.

180920133930

Süvarinin türküsünü söyleye söyleye Bakırçay ovasına iniyoruz. Yaklaşık 22 km kadar uzun bir iniş oldu gecenin karanlığında. Ana yolda trafik yoğun, araba gürültüleri çoğaldı. İki gündür sakin sakin doğanın içinde pedal bastık. Çok rahatsız oldum bu gürültüde ama yapacak bir şey yok, mecburen gideceğiz. Bergama’ya varıyoruz saat 22:30 civarında. Çadır kurabileceğimiz bir yer bakınıyorum. Daha önce belediyenin işlettiği ılıca park kafeterya da çadır kurmuştuk Az bilinen antik kentler turunda. Gece olunca aradığım yeri bulamıyorum bir türlü. Baktık Bergama’dan çıkmışız tekrar geri dönerek kalacağımız yeri bakınarak merkeze doğru yol alıyoruz. Gözüme arabaların park ettiği bir alan ilişiyor. Can’a burada çadır kuralım diyorum, o da burada kurulur mu diyerek önerimi kabul etmiyor. Benzin istasyonunda kalalım diye kararlaştırıyoruz. Yine geri dönerek Benzin istasyonu aramaya başladık. Tam şehir biterken sağ tarafta bol ışıklı bir park görünce aradığım yer burası diye tahmin edip oraya doğru gidiyorum. Can da ardımdan mecburen geliyor. Parkı görünce hatırlıyorum burayı diyerek parkın içine giriyorum. Kafeteryanın önünde durup şef garsondan burada çadır kurabilir miyiz diye izin istiyorum. Şef garson da pek yetkili değil anlaşılan, bir sorayım diye kaçamak cevap veriyor. Derken o sıralarda kafeteryada bulunan belediye başkanı misafirleriyle tam çıkmak üzereydi. Şef garson belediye başkanına giderek durumu izah ediyor. Belediye başkanı yanımıza gelerek bizimle tanışıyor. Kendisine Nisan ayında Az bilinen antik kentler turunda burada çadır kurmuştuk diyerek kendisinden çadır kurmamız için izin istiyorum. Belediye başkanı da tabi ki burada çadır kurabilirsiniz diyerek izin veriyor. Kendisine teşekkürlerimizi sunarak çadır kuracağımız tuvaletlere yakın bir yere gidiyoruz. Çimenlerin üzerine çadırları kurarak eşyaları yerleştiriyoruz. Ardından kafeteryada birer bira içerek bu günkü yaptığımız yolculuğu kutluyoruz Can ile birlikte. Yorgunluğun üstüne de soğuk bira çok iyi gidiyor doğrusu. Birayı içtikten sonra çadırlara gelerek yatma hazırlıklarına başlıyorum. Tuvalet çeşmelerinde elimi ayağımı yıkayıp dişlerimi fırçalıyorum. Geri dönünce bir bakıyorum Can piknik masasının oturma yerine uzanmış uykuya dalmış bile. Canım arkadaşım bu gün hakikaten çok yoruldu. Sabahtan beri dağları aşarak gecenin bir vakitlerinde nerede kalacağımızı bilmede pedalladık. Ama güzel bir yer bulunca gece serin olmasına rağmen böyle bir yerde gevşeyip hemen uykuya daldı. Can’ı uyandırıp yerine yatmasını söylüyorum. Can bankın üzerinde uyurken resmini çekiyorum, üzerine sarı montu örtmüş.

180920133931

Artık uyuma vakti, bu gün  fazlası ile yol yaptık. Can sabah erkenden kalkıp Aliağa’ya gidip metroya binecek. Bankada halletmesi gereken işleri var. Benim acelem yok, sabah kahvaltımı yapıp yavaş yavaş yoluma devam ederim diye kararlaştırıyoruz. Çadırlarımıza girip yatıyoruz böylece.

Bu gün yaptığımız yol 126 km olmuş. diğer günlerden biraz fazla oldu.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 15. Gün

16 Eylül 2013 Pazartesi

Ahmetbey – Tekirdağ Barbaros – Erdek

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

O akşam

Ceviz kırıyorlar, bakıyorum ;

Kabuğunu kırıyorlar cevizin.

Ceviz çıkıyor..

Sonra oyunlarına dalıyor çocuklar.

 

Ben de bir ceviz alıyorum

Cevizlerin içinden.

Deniz çıkıyor benim cevizimden.

Açılıyorum.

Özdemir Asaf

Öne çıkmış olan görsel, arabalı vapurun yanındaki platformun ucunda, demir korkuluklara tutunmuş durumdayım. Arkamda limanın mendireği ve kırmızı boyalı bir gemi bağlı.

160920133796

İnsan güne uyanmadan başlayamıyor. Cep telefonumun alarmı çalmadan uyanıyorum. Demek ki biyolojik saatim iyi çalışıyor. Uyanır uyanmaz kalkıp benzinlik görevlisine günaydın diyerek lavaboya giriyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hazır sıcak su ile bir neskafe içerek Güzel bir güne başlangıç yapıyorum. Can da uyanıyor, onun hazırlanması biraz uzun sürdüğü için acele etmeden toplanmaya başlıyorum. Çadır kurmadığımızdan daha kısa sürede toplanıp bisiklete yükleniyoruz bu sabah. Kahvaltıyı köyün kahvesinde yapacağız. Benzinlikte çalışanlara teşekkür edip köye doğru yola çıkıp bir kahveye oturup kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra yola düzüldük dümdüz bir yolda, hedefimiz Tekirdağ. Can önümde gidiyor, yolda hiç araç yok, bomboş.

160920133759

Yol düz ve tenha olunca rahatça pedal basıyorum. Henüz erken saatlerdeyiz, fazla araç yok yolda. Bir de burası ana yol değil, uzun bir süre yol düz olarak devam ediyor. Can ile kendimi elçek ile .ekiyorum bisiklet sürerken.

160920133760

Köylerden geçiyoruz, herkes işinde gücünde. Hal böyle olunca köylerde durmadan yolumuza devam ederek çarçabuk geçiyoruz. Orman olmayınca tarlalarda pek zevkli olmuyor bisiklet sürmek. Bir de yol düz olunca, insana sıkıcı geliyor. İki minareli cami yolun solunda.

160920133761

Buralarda piknik alanı olmadığı için insanlar piknik yapmıyor. Piknik yapmasa da yol kıyısına arabalardan atılan bu plastik şişeler hem yolu hem de tarlaları kirletiyor. İnsanların arabadan elinde olan her şeyi dışarı atmak zorunda mı? Çok kötü bir alışkanlık, bakalım nasıl düzelecek bu kötü alışkanlık. Sararmış otların arasında bir çok pet şişe.

160920133762

Sonbaharda tarlaların rengi sapsarı. Ekinler biçilmiş, ürünler toplanmış köylüler yağmurların yağmasını bekliyorlar. Daha sonra tarlaları sürecekler ve yeni yıla yeni ürünlerini ekecekler.

160920133763

Küçükkarıştıran köyüne geliyoruz, köyün ismi değişik geldi bana. Burası küçük, bir de büyüğü var karıştıranın; Büyükkarıştıran oradan da geçeceğiz

160920133764

Tarlalar sarı ve alabildiğine uçsuz bucaksız. Trakya’nın buğday ambarı. Kimi tarla yağmurları beklemeden sürülmüş. Dünyanın en pahalı akaryakıtı bizde. Akaryakıt pahalılığı daha çok hükümetin aşırı vergi almasından kaynaklanıyor. Çiftçimiz de bu pahalı akaryakıttan şikayetçi. Çünkü tarlasını sürmek için mazota ihtiyaç duyuyor. Eskiden olsa iki tane beygir bir saban tarlayı rahatça sürüyordu. Şimdi traktörlerle sürülüyor. Traktörde yüzlerce beygir var. Bu beygirler de arpa yemiyor. Mazot ta almış başını gitmiş.  Diğer masraflarla beraber toplanınca elde ettiği ürünün kazancı anca yetiyor. Hal böyle olunca mazot parasını bile ödeyemez hale gelince borçlanıyor çiftçi. Bankalar da hazırda bekleyip kredi ile iyice borçlandırıyor. Bir süre sonra borçlarını ödeyemez hale gelince tarlasını satmak zorunda kalıyor. Zaten tüccarlar da fiyatı belirlediğinden ürünü ucuza kaptırıyorlar. Durumlar pek iç açıcı değil anlayacağınız. Bir de köylüyü sömürenlerde bar pavyon türü işletmelerin kırsalı peydah oluyor köylünün başına. İçki, kadın, eğlence derken biraz kazandığı paraları bunlara kaptırıyor.

0 – 0 =  -1  Bu nasıl matematik işlemi anlaşılır gibi değil?

160920133765

Yüksek gerilim enerji iletişim hatları tüm Türkiye’yi dolaşıyor. Her ne kadar manzarayı bozsa da enerjiye ihtiyacımız var. Ufukta iki yüksek gerilim hat direkleri görünüyor. Tarlalar uçsuz bucaksız.

160920133766

Yol cetvelle çizilmiş, sağdaki tarlanın bir bölümü yola paralel sürülmüş. Siyaha yakın rengi var.

160920133767

Ova uçsuz bucaksız, kimi yerde fabrikalar kurulmuş. Türkiye’nin en büyük şişe cam fabrikası burada. Ufukta yüksek bacaları ile bir fabrika görünüyor.

160920133768

Ne yazık ki akan dereler dere değil kanalizasyon. Öylede pis kokuyor ki resim çekmek için durunca nefes almakla zorlanıyorum. Arıtma tesisi kurulmayınca dereler bu hale geliyor. İnsan bu manzarayı görünce üzülüyor doğrusu. Ergene nehri içler acısı ve ileride intikamı korkunç olacağa benziyor böyle giderse.

160920133769

Yolda bazen durmak gerek diyerek köyün birinde mola veriyoruz. Cami tuvaletini kullanıyoruz bu arada. Cami avlusunda çok güzel renkli kızıl bir horoz var. Nazlı da, resim çektirmek istemiyor. Zar zor kovalamacanın ardından anca bir poz yakalayabiliyorum.

160920133770

Tarihi taş köprüleri buralarda görmek olağan, dereler çok olunca Osmanlı yapmış zamanında. Hala kullanılıyor.

160920133771

Kavşaklarda yol tabelaları yolumuzun nereye gideceğini gösteriyor. Bundan sonra yol biraz daha kalabalıklaşıyor. Muratlı büyük bir ilçe ve ardında Tekirdağ ili. Tabelada düz olarak Çorlu – İstanbul, sağa doğru ise; Muratlı – Tekirdağ yönünü işaret etmiş.

160920133773

Biz Muratlı – Tekirdağ yönüne saptık. Tabelada; Muratlı 14, Tekirdağ 35 Kilometre kaldığını belirtiyor.

160920133774

Ülkemizin en büyük ve tek olan şişe cam fabrikası, çok geniş bir alana yayılmış. Cam ile ilgili eşya ne varsa burada üretiliyor. İki büyük, bir küçük bacası var.

160920133775

Muratlı’ya yaklaşırken araç trafiği artmaya başlıyor, daha çok kamyonlar. Şişe cam fabrikası olunca haliyle cam eşyalar kamyonlarla Türkiye’nin dört bir tarafına taşınıyor.

160920133776

Muratlı ilçesine varıyoruz, burası küçük bir kasaba. Sultan I. Murat buranın ismini Murat eli olarak anılmasını istemiş, zamanla Muratlı olarak değişmiş. Düz ovada kurulu olduğu için tarım ve hayvancılık ile en önemli uğraşları. Bir de Türkiye’nin tek şişe cam fabrikası kurulunca önemi artmış. Kasabanın girişinde tabelasını çekiyorum. Tabelada; Muratlı, Nüfus: 20100 yazılmış.

160920133777

Kasabanın ana caddesinden geçiyoruz, geniş caddenin etrafı apartmanlar, altlarında iş yerleri.

160920133778

Askerde komutan eğitim verirken askerlerine memleketlerini soruyormuş. Sinop, Kastamonu, Erzurum, İzmir diye askerler geldikleri ilin saymaya başlamış. Bir askere sıra gelince asker de Hayrabolu’yu Tekirdağ’a bağlı olduğunu bilmediğinden doğup büyüdüğü kasabayı biliyormuş sadece. Birden de aklına gelmemiş kasabasının ismi.

” Komutanım A ile başlıyor ”

“Ankara mı”

“Değil komutanım”

“Artvin mi ”

“Değil komutanım” demiş. Komutan A ile başlayan bütün illeri saymış tek tek. Değil cevabını alınca biraz sinirli;

” Asker hemen memleketini söyle!” diyerek askere kızmış. Askerde

“Tamam şimdi hatırladım komutanım Ayrabolu beeaaa” diyerek cevabı verince tüm askerler gülmekten yerlere yatmışlar.

İşte o Ayrabolu ilçesini gösteren yol tabelası. Ama yolumuz oradan geçmiyor, başka bir tura diyerek geleceğe bırakıp Tekirdağ’a doğru pedal çevirmeye devam ediyoruz.

160920133779

Bayrağımız nazlı, göklerde dalgalanıyor. Direkte dalgalanan Türk bayrağı.

160920133780

Ayçiçeği tohumu traktörden düşmüş yol kenarına, ne dibini çapalayan var, nede sulayan. Kendiliğinden, yaşama sıkıca sarılmış yol kenarında gelen geçene bakarak var olmaya çalışıyor. Ben varım, tek başıma, özgürce. Boyu kısa olmasına rağmen sapsarı taç yaprakları parıldıyor Güneşe bakarak.

160920133781

Bu da beş kardeş, nasıl bu kadar başlı olabilmiş, hayret verici. Güneşe her yönden aynı zamanda bakıyor Ayçiçeği. İnadına yaşamak derim ben buna ve inadına, kardeşcesine. Gece olunca da Ay doğduğunda ilk gören o gecenin güzeli oluyor. Bunun gibi yol kıyısında düşen Ayçiçeği tohumlarından bir çok görmek mümkün. Yalnız yol kıyısındaki Ayçiçekleri sadece yağmur suyu ve havadaki nem ile sulandıklarından doğal olarak geç çıkıp geç olgunlaşıyorlar. Boyları da kısa oluyor. Tarladakiler gibi bol toprak ve su olmadığı için biraz cılız oluyorlar. Yol kıyısındaki Ayçiçekleri ilaçlanmadıkları için doğal olarak zararlı böceklerle kendileri mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Hepsi ayrı güzeller, sadece resimlerini çekiyorum, hiç birini ellemeden doğal yaşamlarına, yaşam mücadelesine hayranlıkla yoluma devam ediyorum.

160920133782

Yol kıyısında bir çok Ayçiçeği gelen, geçen arabalara bakıyor.

160920133783

Biraz dinlenmek amacıyla duruyorum, durunca da yolun kıvrımı beni cezbedince resmini çekiyorum. Yol hiç te nazlanmadan pozunu veriyor. Yol insana yaşamı öğretiyor, iyi ki yoldayım. Yolda olmak çok güzel ve insan yolda olmalı… Yol güzel insanlarla karşılaşmana neden oluyor. Kayalar köyünde Recep dayı bize kahvesini verdi, Uzunköprü de Güray İşbaşaran benzinlik sizin dedi, Edirne de Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Emre Ata bize evlerini açıp misafir ettiler, Kofçaz da emekli öğretmen Fevzi Ali, köylerdeki köylüler, İğneada da çapulcu Mehmet. Böyle güzel insanlarla karşılaşıyoruz, daha ne olsun ve daha kimlerle karşılaşacağız, kim bilir.

160920133784

Arada kendimi elçek ile çekiyorum. Başımda sarı kaskım, gözümde siyah Güneş gözlüğü.

160920133787

Marmara denizi güzel yüzünü bize gösterdi. Marmara denizini daha çok uçaktan kuş bakışı seyrettim. İlk defa bu kadar yakınına geldim. Mutlaka Marmara denizine gireceğim. Bu turda Ege denizine, Karadeniz’e girip yüzdüm. Marmara denizinin neyi eksik? Girmezsek alınabilir! Can benim bir resmimi çekiyor ufukta Marmara denizi ile birlikte. Elbette resimde Tekirdağ da var, Tekirdağ’a da ilk defa geliyorum. Bakalım nasıl bir yermiş, heyecanlanıyorum, içim kıpır kıpır. Bisikletim KUZ ve Marmara denizi manzaralı. Gerçi çok az bir kısmı görünse de bana yetiyor uzaktan görmek.

160920133788

Tekirdağ’a gelmeden önce yol kıyısında üzüm bağları görünce dayanamayıp biraz üzüm yiyorum. Üzümlerde tam şaraplık üzümler hani. İyice olgunlaşmış, şerbet gibi tadı vardı. Üzüm suyu koyu kırmızı renkte ve insanın ellerini boyuyordu. Bu cins üzümü ilk defa gördüm. Üzüm şekerimin yükselmesine neden oldu, artık beni kimse tutamaz. Acayip enerji doldum. Siyah üzüm salkımlarını dalında, yakından çekiyorum.

160920133790

Bir salkım koparıp yemeğe başladım, Can beni üzüm yerken çekiyor bisikletim KUZ ile.

160920133789

Ve Tekirdağ, nüfusu biraz azmış, tabelada bir resim çektikten sonra şehir merkezine doğru hızla yol alıyoruz. Biraz yüksekten deniz seviyesine iniş olunca hızlı gitmek kaçınılmaz oluyor. Tabelada; Tekirdağ, Nüfus: 150000, Rakım: 10 yazıyor.

160920133791

Şehir merkezinde Can bankasını arıyor, sora sora buluyoruz bankayı. Bankada halletmesi gereken işleri var. Biraz yol yorgunluğu var üzerimde. Can önde ben arkada bankaya gidiyoruz. Ana caddede araçlar park etmiş, bir de motor vardı araçlarına arasında. Can önden araya girip bankaya yöneldi. Ben de arkasından araya gireyim diye motora sadece ufak bir dokunmam yetti. Motor lap diye yana devrildi, kendi ağırlığıyla aynası ve arkada oturanın ayaklığı kırıldı. Hayda olacak iş mi tam duracakken! Motor sahibi de motorun düştüğünü görünce hemen geldi. Motoru kaldırdı, kırılan parçalara baktı. Daha sonra bana dönünce kabahat benim deyip zararını ödeyeceğimi söyledim. Üç aşağı beş yukarı anlaşıp parasını verdim. Adamla helalleştim. Artık yolun sadakası, başka bela olmasın diye içimi ferahlatmaya çalıştım. Adama parayı verince bende nakit azaldı. Can da yanımıza gelip ne olduğunu anlamaya çalışamadan ben de bankaya gidip para çekmem gerek diyerek yanından ayrılıyorum. Bankamatik görmüştüm ama epey uzakta imiş. Neyse bir miktar para çekip Can’ın yanına gelerek feribot iskelesine doğru gitmeye başladık. Can’ın anlattığına göre adam motoru çalıştıramamış iterek götürmüş. Debriyaj elciği de kırılmış. Artık yapacak bir şeyim olmadığını düşündüm. Nasıl olsa helalleşmiştik. Neyse hem akşam yemeğini yemek için hem de feribotların kaçta kalktığını öğrenmek için sahile iniyoruz. Erdek tarafına gidecek feribotu sorup öğreniyoruz. Tekirdağ’dan Erdek’e feribot yokmuş. 7 km ilerde Barbaros tarafından kalkıyormuş feribot. Yemek yemekten vaz geçip Barbaros iskelesine pedal çevirmeye başladık. Belki Barbaros’ta yeriz bir şeyler. Bisikletlerimiz park etmiş, arkada Tekirdağ limanı ve bağlı olan balıkçı trol tekneleri.

160920133792

Feribotun akşam 19:00 da kalktığını bildiğimizden normal yol alıyoruz. Barbaros’a vardık, iskelede bir feribot duruyor. Gişeye ne zaman kalkacağını sormak için yanaşınca kimsenin olmadığını görüyorum. Soracak bir eleman aranırken feribotun önünde birisi bize acele edin, binin gemiye diye bizi çağırıyor. Apar topar gemiye biniyoruz. Gemi tırlar ve kamyonlarla dolmuş kalkmaya hazırlanıyordu. Biner binmez de kalktık, zaten, gemide yer de kalmamıştı. Kamyonların arasından güç bela  güvenli olan kenar tarafına bisikletleri yerleştiriyoruz. Yanımızda yiyecek olarak sadece bisküvi vardı. Suyumu ve bisküvileri alıp yukarıya kapalı oturma yerlerine çıkıyoruz. Üst güverteye çıkınca iskeleden ayrılmış halini çekiyorum.

160920133793

Feribot iskeleden yavaş yavaş ayrılıyor, yaklaşık 4 saat sürüyormuş Erdek’e varmamız. İskeleye bağlı gemileri çekiyorum. Liman önünde mendirek olunca yavaşça manevra yapıyor gemimiz.

160920133794

Liman önündeki mendirek taşlardan yapılmış. Marmara denizinin hırçın dalgalarından koruyor tekneleri ve gemileri.

160920133795

Biz daha yeni yukarı çıkarken gemi acelesi varmış gibi yol almaya başlıyor. Zaten saatinden önce kalktı. Kılı kılına yetiştik, ne olduğunu anlamadan iskeleden açıldık. Yukarı çıkarken birer resmimizi sırasıyla çekiyoruz Can ile birlikte. Geminin yan duvarının üzerindeki platformdayım. Ucunda durarak resim çekiliyorum parmaklıklara tutunarak. Çünkü gemi hareket halinde limandan çıkmaya çalışıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

160920133796

Can yerime geçip onun resmini çekiyorum aynı yerde. Bu anda limandan da çıkmış olduk böylece.

160920133797

Yukarıda oturma yerleri uzun divanlar  ve masaları olan kapalı bir yer. Kapalı bölmenin içinde mutfak şeklinde bankolu yer yapmışlar. Burada elemanın biri sandviç yapıyor, hemen 2 tane ısmarlıyorum. Bir şey yemeden gemiye son dakikada binice. Sandviçler olasıya kadar dışarıya çıkıp hava kararmadan Marmara denizinin bir resmini çekiyorum. Hava bulutlu, deniz sakin.

160920133798

Sandviçler olunca bisküvi ile birlikte yiyip karnımızı biraz doyuruyoruz. Hava karardı, içerisi pek kalabalık değil. Görevli yanımıza gelip bilet ücretlerini istiyor bizden, Adam başı 25 Lira. Ücreti verip fişi kesiyor görevli. Can bataryasını prize takıp şarj ediyor. Karnım doyunca üzerime bir ağırlık çöküveriyor birden bire. Oturaklarda uzanmak için uygun olunca şöyle bir uzanıyorum. Sonrasını hatırlamıyorum, 3 saat kadar uyumuşum. Uyanınca susamışım hemen su içiyorum. Çayı bitirmişler, sadece sıcak su var yedekte. Neyse ki yanımızda poşet çay var. İkişer bardak çay içip anca uyku sersemliğinden kurtuluyorum. Bu uyku iyi geliyor doğrusu. Erdek’e yaklaşmışız, bir süre sonra iskeleye yanaşıyor feribot. Ama biz en son iniyoruz, kamyon ve tırları öyle bir yerleştirmişler ki bisikletle dahi aralarından geçemedik. Feribot boşalınca anca yer bulup iniyoruz. İskeleden ayrılıp karnımızı doyuracağımız bir lokanta arıyorum Can ile. İnsanlar dışarıda akşam gezintisine çıkmış, ortalık kalabalık. Burası sayfiyelik, yazlıkların bol olduğu bir yer. Neyse çarşıda bir tur attıktan sonra lokantanın birine oturuyoruz. kendime şöyle etli kuru fasulye, pilav ve cacık ısmarlıyorum.

“Turlarda her türlü yiyeceği yiyorum. Bisikletçiye daha çok karbonhidrat türü yiyecekler gerekli. En pratik yemek olarak makarna oluyor, içine de bir tane yon balığı atınca hem doyurucu hem de enerji veren karbonhidrat alıyoruz. Aynı zamanda protein ihtiyacını da karşılıyoruz. Bir de içinde balık olunca bir insana yetiyor. En önemlisi kahvaltı, kahvaltıyı sıkı yapacaksın, öyle iki poğaça, bir gevrekle olmaz. Zeytin, peynir, bal, acı biber salçası, yumurta, icabında sucuk ilave olabilir. Bunlar mutlaka olmalı sabah kahvaltısında. Güne başlarken mutlu olmalısın. Zaten Cemal Süreya ne demiş ;

” Yemek yeme üstüne bir şey diyemem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı “

Daha sonra yaklaşık 20 km de bir mola vermeli. Yanımızda kuru yemiş, badem, fındık, kuru üzüm, fıstık, ceviz ve kuru incir olmalı. Ara sıra atıştıracaksın kuru yemişlerden. Çay, soda, ayran gibi içecek, yanında bisküvi atıştırmalık olarak alınabilir. Yolda giderken mutlaka sık sık su içmeliyiz ve her çeşmenin başında hem su içip hem de sulukların suyunu tazelemeliyiz. Öğle yemeğinde hazır çorba, makarna ton balıklı yiyebiliriz. Akşama da hazır çorba, melemen türü yemek pişirip yenebilir. Duruma göre pide yada sulu yemek te yiyebiliriz. Beslenmemize çok dikkat etmeliyiz, yoksa bir yerde enerjiniz bitebilir. Öyle enerji verici içeceklerden kaçınmalıyız. Sadece iyice tükendiğinizi hissederseniz bir kola yada gazoz yeter vücudun toplanmasına. Tabi ki her zaman değil. Köylerden geçerken bakkaldan mutlaka gazoz için derim. Günde bir tane soda içerek kaybettiğimiz mineralleri almamıza yeter. Sodayı akşama doğru içerseniz daha iyi olur. Soda midenizdeki yiyecekleri çabuk parçalar ve hemen acıkırsınız. Meyve olarak daha çok elma, mevsime göre diğer meyveler yenmeli. Arada  potasyum içeren besleyici olarak muz yemek gerek. Yolda giderken meyve ağaçlarından taze meyve yenmeli, aşırıya kaçmadan. Günde bir yada iki tane çikolata yemeliyiz. Bir de yanınızda mutlaka olması gereken iki şeyden bahsedeceğim; birincisi şeker, ikincisi tuz. Yolda giderken birden bire kandaki şeker oranı hızla düşünce bacaklarda derman kalmıyor ve titremeye başlıyoruz, hemen ağzımıza biraz şeker atarak şeker komasına girmeden durumu atlatabiliriz. Diğeri de tansiyon düşüp gözlerimiz kararınca bir miktar tuz almalıyız. Bu ikisi çok önemli ve bisiklet turlarında insanın başına daha çok bu durumlar meydana geliyor. Şeker ve tansiyon düşmesi. Kısaca her türlü, her çeşit besin tüketmeliyiz. Merak etmeyin kilo almazsınız, nasıl olsa bisikletle harcadığınız enerjiyi anca yiyerek geri alabiliriz.”

Yemeğimizi yerken yağmur atıştırmaya başladı, hadi hayırlısı. Daha çadır kuracak yer bulamadık. Karnımızı doyurduktan sonra yağmurluğumu giyip çadır kurabileceğimiz yer bakmaya başladık. 4 km ilerde bir kamp yeri olduğunu söylemişti lokanta sahibi. Oraya doğru gidiyoruz. Az da olsa yağmur yağmaya devam ediyor. Sahilden bakınarak gidiyoruz, kumsalda çardaklar var. Burada kalabiliriz diye kafama not alıyorum. Daha ilerde bir kurumun tesisinde sundurma görünce Can’a burada kalalım diyorum. Can beğenmiyor burayı, aramaya devam. Kamp alanına geliyoruz, sahibi ile pazarlık yapıp adam başı 10 liraya anlaşıyoruz. Sıcak su var, artık daha fazla gitmenin anlamı yok. Çadırları üstü kapalı bir sundurmanın altına kuruyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor. Can ile kamp yerinin restoranında birer bira içerek günün yorgunluğunu aldıktan sonra çadırıma girip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık karada 71 + denizde 80 toplam 151 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 12. Gün

12. Gün 13 Eylül 2013 Cuma

Sarpdere – Demirköy – İğneada

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Hala tuzlu akar kanım

İstridyelerin kestiği yerden

Neydi o deli gibi gidişimiz

Bembeyaz köpüklere, açıklara ! “

bir garip Orhan Veli

 

Öne çıkmış olan görsel, kayın ormanı, kalın gövdeli kayın ağacının bir tarafı kesilmiş. Kesilen tarafa oturmuş durumda, sırtımı kayın ağacına dayalı. Koltukta oturur gibi ormanı dinliyorum. Can’ın bisikleti park halinde.

130920133648

Gece hafif yağmur atıştırsa da öyle ıslanacak kadar yağmadı, sadece bir kaç damla diyelim. Hava açmış durumda. Güzel bir güne uyanıyorum, artık çadıra hayatına iyice alıştım. Evin izole ortamı dışında olduğumuzdan sabahları erkenden uykum açılıyor. Telefonumun alarmını beklemeye başlıyorum çadırın içinde. Alarm çaldıktan sonra çadırdan çıkıp toparlanmaya başlıyorum. Bu bana sıradan olmaya başladı. İlk önce tüm eşyalarımı çarçabuk toplayıp bisiklete yükleyerek hazır hale getiriyorum. Ardından sabah kahvaltısını kahvede bir güzel yapıyoruz Can ile birlikte. Kula köyünde aldığımız bal hakikatten harika imiş, Yaşlı amcadan Tanrı razı gelsin.

Bu güne daha bir sevinçle başlıyorum, çünkü bu gün sonunda hayalimdeki hedefe ulaşacaktım; İğneada! Türkiye’nin kuzey batısındaki en uç noktayı görmenin heyecanı içimi kapladı. Ayrıca gezgin Rahman Karataş bana harita üzerinde yol çizerken Dupnisa mağarasına uğrayın mutlaka diye tembih etmişti. Bulunduğumuz Sarpdere köyü mağaraya en yakın olan köydü. Köyde gecelememizin nedeni de Dupnisa mağarasına en yakın köy olması. Mağaraya 5 km var, kahvaltıdan sonra mağarayı görmeye gidiyoruz. Bakalım nasıl bir yer, bilinmez… Sola işaret eden tabelada; Dupnisa mağarası 5 yazıyor.

130920133652

Yol yokuş aşağı, pedal çevirmeden gidiyoruz. Bunun çıkışı olacak elbette, ama bana vız gelir artık yokuşlar. Çünkü yokuşlarda daha çok düşüncelere dalarak yavaş yavaş çıkarak bir bakmışım zirvedeyim. Bir de etrafımı daha çok izliyorum. Saatte 5 km hız çok yavaş olduğundan, ağaçları, çiçekleri, kuşların değişik melodilerini duymak yokuşu hissettirmiyor sanki. Ama daha çok derin düşüncelere dalıyorum genellikle, ne de olsa düşünen hayvanlarız. Yonun etrafı tarlalar sararmış durumda. Can önde gidiyor.

130920133583

Ormanlar yine canlılığını koruyor, şimdiye kadar duymadığım kuş seslerini buralarda etrafımda temiz oksijeni içime derin derin çekerek dinlemek bir başka haz veriyor. Kayın ağaçlarının uzun gövdeleri ormanı oluşturmuş.

130920133584

Vadinin dibine iniyorum, çay şırıl şırıl akmakta. Kuş seslerine su sesi de karışınca orkestra zenginleşiyor birden bire. İniş bitti yolun yarısına geldik, bundan sonra çıkış var sanırım. Önümüzde köprü var, karşıya geçeceğiz.

130920133585

Çay, güneşin ışımasıyla ağaçların resmini, sakince akan suyun yüzeyine yansıması içimin kıpraşmasına neden oluyor. İçimde bu suya karışmak geçiyor ama bilmediğim bir mağara var o beni bekliyor. Sadece resmini çekerek yolumuza devam ediyorum.

130920133586

Köprü beton künkler yan yana dizilerek, üzerine beton dökülüp araçların üstten, suların künk içinden geçmesi sağlanmış. Bisikletim KUZ ve Can köprünün üzerinde.

130920133587

Güneşin ilk ışıkları ağaçların üst kısımlarına vuruyor. Yol neredeyse ağaçlarla kaplanacak. Solda kesilmiş tomruk duvarı. Can ileride gidiyor ormanın derinliklerine.

130920133589

DUPNİSA mağarası herhalde ünlü bir mağara ki yolda tabelalarla mağaraya kadar götürüyor.

130920133590

Geyik resmi görerek resmini çekiyorum, boynuzlarına ilginç şekiller çizilmiş. Bu ilgimi çekiyor. Tabelada geyik başı, boynuzları.

130920133592

Bölgede turizm geliştirilmesi projesi var, yürüyüş parkurları mevcut, İrfan Özden dengesizini buraya getirmek lazım. Acayip dağcı ve yürüyüşçüdür. Tabelada ayrıca burada yaşayan ve güzel melodilerini yol boyunca dinlediğim kuşların resimleri var.

 

130920133593

Mağaraya yaklaşıyoruz, bir açıklığa geldik. Orman etrafı sarmış durumda.

130920133594

Dupnisa mağarasının tabelasını okunacak bir yakınlıkta resmini çekiyorum. Tabelada yazanlar;

DUPNİSA MAĞARASI

Mağaralar yeraltı sularının karstik özellikteki kireç taşlarının eritmesiyle oluşmuş küçük – büyük yeraltı boşluklarıdır. Jura (160 milyon yıl) yaşlı kireç taşlarının içerisinde açılan bu mağara oluşum yaşı Pliyosen 3(3 – 4 milyon yıl) dır. Dupnisa mağara sistemi 2 mağaradan oluşur. Üstteki mağara Kuru Mağara, alttaki ise Sulu Mağara veya Dupnisa Mağarası olarak bilinir Bu iki mağara birbiriyle bağlantılı olup ikisi arasında 30 m. kot farkı bulunmaktadır. Kuru Mağara 900 m. Sulu Mağara 1700 m olmak üzere toplam uzunluğu 2600 m. olup Kuru Mağara sarkıt, dikit, sütun, damlataş yönüyle Sulu Mağaraya göre daha zengindir. Sulu Mağaranın girişinde karstik olarak oluşmuş bir kemer yer almaktadır. Ortalama sıcaklık kuru mağarada 17 °C. sulu mağara ise 10 °C dir. Sulu Mağaradaki bu oluşumlar halen devam etmektedir.

130920133595

Mağaraya giriş ücretli, bir güvenlik görevlisi var. Giriş biletlerini alıp mağaraya doğru gidiyoruz. Bisikletleri kabinin yanına bırakıyoruz, bekçiye emanet olarak. Bir kişi daha gelince Jeneratörü çalıştırıyor bekçi. Burada elektrik yok, mağaranın içi jeneratörden aydınlanıyor bunu anlıyorum mağaraya girmeden. Bilette yazanlar; T:C: Kırklareli il özel idaresi Seri A No 034893 DUPNİSA MAĞARASI Giriş bileti 3 TL Dupnisa mağarasına hoş geldiniz, Çevremizi temiz tutalım ve koruyalım

Giriş 6 Lira olunca iki tane 3 Liralık bilet kesiyor görevli.

130920133677

Mağara azıcık yukarıda, sabah yürüyüşümüzü taze oksijen üreten ağaçların arasından küçük bir dere yatağından yukarı doğru patikadan tırmanarak ilerliyoruz. Can patikada yürüyor.

130920133597

Can bu kez beni çekiyor patikada yürürken.

130920133598

Ve sonunda mağarayı gösteren tabela karışıma çıkıyor. Tabela geniş gövdesi olan ağaca çakılmış. Bakalım bu ünlü mağarada neler göreceğiz. Dupnisa Bulgarca da delik  demek. Mağaranın 3 girişi var. Biri normal aşağıda, biri tepede, biride suyun içinde.

130920133599

Henüz mağaranın içine gelmeden önce kayalardan meydana gelmiş doğal bir kemer var. İlginç bir yapı oluşturmuş mağara önüne. Sanki büyük bir zafer kazanılmış ta mağaranın girişine zafer takı yapılmış gibi.

130920133600

Nihayet mağaranın girişine varıyoruz. Mağaranın girişi bana pek bir dar geldi nedense. Girelim bakalım nasıl bir sürpriz bekliyor bizleri. Mağara girişi demir parmaklıklarla kapatılmış. Kapıdan içeriye girmeden önce bir poz çekiliyorum. Mağara girişi üçgen.

130920133603

Hadi deyip dalıyoruz mağaranın içine. Cep telefonumun kamerasından çekebildiğim kadar iyi çekmeye çalışıyorum. Kimi yerde flaşlı çekim, kimi yerde aydınlatmaların loş ışıklarında flaşsız resimler çekerek yürüyorum. Mağara gerçekten harika imiş, her tarafı sarkıtlar ve dikitlerle dolu. Nereden bakarsan değişik şekillerle karşılaşıyorum. Binlerce değişik poz çıkıyor karşıma, hangisini çekeceğimi şaşırıyorum. Ama sizlere en güzellerini çekip burada yayınlıyorum. Başka bir ortamda henüz paylaşmadım resimleri. İlk defa sizler bu doğal güzelliklere bakıyorsunuz sevgili okuyucularım, çünkü buna layıksınız. İyi seyirler dilerim. Duvar suların tortusu ile kaplı, tabanda su var.

130920133608

Sulu mağaranın girişi olmalı, çünkü az da olsa su çıkıyor kayaların yarıklarından.

130920133609

Duvarda akmış olan suların meydana getirdiği şekilleri tarif etmek imkansız. Sanki perde kıvrımı gibi.

130920133611

Dar bir geçitten mağaranın diğer yanı aydınlatıldığı için görebiliyorum. Geçit yatay şekilde.

130920133618

Kayaların bazı bölümü sert granit ve burada herhangi bir sarkıt oluşmamış. Dibini kumlu toprak kaplamış

130920133617

Yürüdükçe karşıma sarkıt ve dikitler türlü şekillerde karşıma çıkıyor. Bu doğal oluşumları izlemek harika.

130920133619

Değişik sarkıt, dikitler.

130920133620

Sarkıt ve dikit samanla birleşip sütun olmuş tavandan zemine kadar.

130920133621

Sarkıt ve dikitin birleşip sütün olduğu yerde kendi resmimizi de çekelim diyerek ilk önce Can’ın resmini çekiyorum. Can yere oturmuş durumda.

130920133622

Ardından Can benim pardon Mağara Adamının resmini çekiyor. Nerden gördüyse resim çektiğimizi, hemen gelip Mağara Adamı kadraja giriyor. Bir anda ortaya çıktı. (Üzerimde sadece şort pantolon var. Üzerim çıplak ve saçlarım salınık, tıpkı mağara adamı gibiyim) Sarkıt ve dikitlerin içinde poz veriyorum.

130920133623

Tekrar mağarada resimle çeke çeke gidiyoruz. Her taraftan sular damlıyor ve ilginç sarkıt ve dikitleri binlerce yılda oluşturup bize görsel şölen meydana getiriyor. Aydınlatma da iyi yerlere konumlandırarak direk yada endirek biçimde bu güzellikleri bizim görmemizi sağlamış oluyor. Yoksa içerisi karanlık. Bu karanlıkta yarasalar dibimizden geçerek uçuyorlar. Kanatlarının rüzgarını hissediyorum, o kadar yakın uçuyorlar. Belki de bizleri yakından tanımak istiyorlardır bilinmez. Görmüyorlar ama karanlıkta hızlı uçarak radar sistemi ile mükemmel manevralar yapıyor yarasalar. Eh resimlerini çekemesem de yarasaları etrafımda uçtuklarını hissedebiliyorum, bu çok güzel. Mağarayı birlikte geziyoruz yarasalarla. Sarkıt ve dikitler.

130920133625

Yukarıdan kademe kademe sarkıtlar katlar oluşturmuş aşağıya kadar.

130920133626

Tavanda oluşmuş küçük sarkıtlar, rengi beyaza yakın krem renginde.

130920133627

Bir sarkıt dikit ile birleşmiş. Bir sarkıt ise boyu kısa, onbinlerce yıl damlaması gerek dikite kavuşması için.

130920133628

Sarkıt ve dikit birleşip sütun olmuş, duvarda traverten oluşmuş durumda.

130920133629

Burada ise beyaz travertenler aşağıya kadar oluşmuş.

130920133630

Değişik şekilde sarkıtlar.

130920133631

Duvarlar da kireç taşı oluşarak beyaza bürümüş.

130920133632

Mağara 900 metre uzunluğunda, yukarıya doğru çıkıyor. Sonunda mağaranın tepesine çıkıyoruz ve ağzı açık. Güneş göründü, mağara burada bitiyor. Merdivenlerin kıyısında demir korkuluklar var.

130920133634

Mağara ağzında ağaç çıkıp Güneşin aydınlığına doğru gövdesini uzatmış. Ben de ağacın yanında, merdivenlerde poz veriyorum. Cam beni çekiyor.

130920133635

Epey yürüyüş yaptık, biraz dinlendikten sonra inişe geçiyoruz Can ile birlikte. Can merdivenlerden inerken.

130920133640

Mağaranın girişinde pırıl pırıl akan su o kadar berrak ki insanı sarhoş ediyor adeta. Sizlere bunu gösterebilmek için değişik yerlerden görüntüler çekmeye çalışıyorum. Suyun içine vuran ışık çakıl taşlarından yansıyıp ayrı bir güzellik sunuyor bizlere. Sanki cennet mağarasındayım. Seyretmeye doyamıyorum bu güzellikleri. İnsanlar yaşamdan bunaldıklarında gelip bu mağaranı sunduğu güzelliklere kendini bırakıp sakinleşebilir bence. Doğal sağaltım yeri adeta. Kendimi 900 yaş gençleşmiş hissediyorum. Dupnisa mağarasını gezmemizi isteyen gezgin Rahman Karataş’a teşekkür ederim.

İyi ki önerdi. Bir de bu suda yıkanmak isterdim ama kıyamadım bu güzelliğe. Duvarlar beyaz kireç taşı ile kaplanmış, bir karış derinlikte su çakıl taşları üstünde akıyor.

130920133641

Mağaradan çıkan su kendine kanal oluşturup dışarı akıyor. Su lamba ışıkları altında berrak ve temiz, duvarlar ıslak ve parlak beyaz.

130920133642

Hayal dünyası mağaradan çıkıp doğanın kucağına kendimizi bırakıyorum. Sabah güzel bir ortamda harika bir zaman geçirdik görsel olarak. Resimlerin çekilme saatine göre mağaraya 09:24 te girip 09:52 de çıkmışız. 34 dakika da mağarayı dolaştık. Dışarısı duvar biçiminde yüksek kayalıklı kanyon dibinde akan çayın içinden gideceğiz bisikletlerimize doğru.

130920133644

Dere yatağında çınar ağaçları ve ortak olan kayın ağaçları uzun gövdeleri ile Güneş ışıklarına kavuşmaya çalışıyorlar.

130920133645

Doğal kemere geldik, içinden geçeceğiz.

130920133646

Bisikletlerin olduğu yere gelip park etiğimiz bisikletleri alarak yola çıktık. Geldiğimiz yolu tekrar çıkmaya başladık. Ormanın içinde ilerliyoruz, ilginç ağaçlara denk geliyorum. Yan yana çıkmış iki kayın ağacının birini kesilmiş, oturmalık sandalye olunca burada bir müddet sırtımızı dayayıp dinleniyoruz. Can’ı doğal sandalyede otururken çekiyorum.

130920133647

Bu kez ben oturup poz veriyorum doğal sandalyede. Otururken ormanı dinliyorum gözlerimi kapatarak, hem belim biraz kendine geliyor hem de ruhum ormanın sesiyle dinginleşiyor. Bisiklet üstünde sırtımı dayayacak bir yer olmadığından sırtımı ağaca dayamak pek te güzel oluyor. Yaşıyorum anı…  Can’ın bisikleti de yanda. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

130920133648

Bu güzel ormanda insanların çevreye bıraktıkları plastik şişeleri görünce dayanamayıp önüme geleni toplamaya başladım. Hele resimde gördüğünü gidona taktığım 10 litrelik bir damacana. İnsan nasıl kıyar bu doğaya bilmem ki?

130920133650

Ormanın dibinde açılmış tarlada buğday ekilmiş. Buğdaylar sararmış ama henüz biçilmemiş.

130920133651

Sarpdere köyüne vardık, kaldığımız yerden yola devam ediyoruz. Bu günkü hedefimiz Demirköy – İğneada. Sarpdere köy tabelası ve alın duvarı ve çatısının yarısı dökülmüş briket ev.

130920133654

Köyün ilkokulu, öğrencisi az olunca terkedilmiş okul. Köylerde çocuk kalmamış sanki, okuyacak çocuk bulmak zor. Böyle olunca taşımalı sisteme geçilmiş, Yalnız okulu böyle görünce içim sızlıyor nedense. Çocuk sesi olmadığı zaman boşluğa düşmüş gibi geliyor bana. Şimdiye kadar geçtiğimiz bütün köylerde aynı manzara, okullar kapanmış. Bence burada çocuklar okumalı, bir çok öğretmen açıkta bekliyor. Hem öğretmenlere iş olanağı hem de çalışan öğretmenlerin kalabalık sınıflardan kurtarıp yükü azaltılmış olurdu. Öğretmenler öğrencilerle daha iyi ilgilenir ve öğrencilerin içindeki cevherler ortaya çıkardı. Kalabalık sınıflarda çocukların cevheri ortaya çıkmıyor maalesef. Şanslı olan bir kaçı hariç. Sadece kuş sesleri okulun bahçesinde duyuluyor, ama kuşların sesi bile hüzünlü… çocuk sesi olmadan…. Beş pencereli, bir kapılı tek katlı okul binası. Bahçede Atatürk büstü kaidenin üzerinde.

130920133653

Yol kıyılarında hazineler var, ben de hazineleri toplayıp yoluma devam ediyorum. Hazine dediğim yol kıyısına gelişigüzel atılmış plastik şişeler. Plastik şişeler yolu çirkinleştiriyor.

130920133655

Nedense her yol ayrımında  köy tabelalarını görmek mümkün. Hangi köye gideceğimizi, kaç km kalmış her bir tabelada yazıyor. Kolay kolay kaybolmazsın buralar da. Yolumuz Demirköy yolu, Fatih Sultan Mehmet Ünlü topları Demirköy de döktürmüş. Sola; Gökyaka 2, sağa; Balaban 9, Sola; Yiğitbaşı 13, Demirköy; 19 yazılmış alt alta.

130920133656

Çeşme görünce kısa molalar vermeden geçmiyoruz, ne de olsa suları devamlı olarak tazeliyorum. Biraz da dinlenip enerjimizi depoluyoruz Can ile birlikte. Çeşmeyi yaptıran krom boruyu yandan çıkarmış. Açma kapama musluğu yok. Çeşme devamlı akıyor, su bol nasıl olsa. Musluk olmaması bence çok iyi. Yolda topladığım plastik şişeleri arabanın penceresinden atan, çeşmeye de zarar verme olasılığının yüksek olduğunun belirtisi olarak görüyorum. Çeşmeyi yaptırana dualarımı edip minnetimi su içerek veriyorum. İç duvara, mermerde yazılanlar; Hacı Muşka Suliç Hayratı 2002 Oğlu Şakir Bilir tarafından yaptırılmıştır.

130920133659

Ben sularımı doldururken Can da beni bekliyor. Yol kavşağındayız. Bisikletlerimiz park halinde.

130920133658

Ormandaki ağaçlar giderek sıklaşıyor, yol da sessiz. Araba pek geçmiyor, o yüzden aheste aheste gidiyorum. Ağaçlar neredeyse yolu kaplayacak.

130920133660

Sağ tarafımda Çay akıyor, çayın kıyısında inek sürüsü var. İneklerin kimisi suyun içinde susuzluğunu gideriyor. Kimi otlamaktan yorulmuş dinleniyor geviş getirerek.

130920133662

Ağaçların arasından son anda bir köprü görüyorum. Hemen durup resmini çekiyorum. Eski köprü olsa gerek. Köprü kalın kütüklerden yapılmış, kütükler gürgen. Gürgen ağaçlarının sağlam ve dayanıklı olduğunu bilirim. Isıya ve suya, aynı zamanda iklim şartlarına dayanıklı bir ağaçtır. Kendim bilirim gürgene çivi çakarken demir çividen yongalar çıktığını görünce hayretler içinde kalmıştım. Bir kaç çivi eğrilmeden çakamazsın gürgene. Asfalt yol yapılmadan önce ağaç köprü kullanılıyormuş.

130920133664

Yolun tadına doyamıyorum. Her taraf yeşil, gökyüzü mavi, pamuk bulutlar. Bulutlar derken biraz büyük mü ne? Uzun süredir hiç bir şeyden haberdar değilim. Bu günün, yarının yağıp yağmayacağını bile kestiremiyorum. Zaten önemi de yok benim için, nasıl olsa yoldayız. Yolda olmak bana yetiyor, yağmur yağsa ıslanırım en azından bir duş olur benim için. Sonrada kururum olur biter, dert etmeye değmez.

130920133665

Hazinem giderek çoğalıyor gördüğünüz gibi. Aslında poşete doldurup çöp olan yere taşımak daha iyi olurdu. Böyle şimdilik idare ediyorum. Yalnız böyle plastik şişeleri toplayacağım derken İğneada’ya geç girebilirim. Zaman kaybediyorum yolda, ama ne yapayım dayanamıyorum ormanın kirlenmesine. Ön bagajdaki çantaların üstü pet şişe dolu.

130920133667

Yol kıyısındaki böğürtlenlerin tadına bakmadan geçmiyorum. Böğürtlenler İzmir de ki gibi küçük değil,  buradakiler daha iri. Havaların sert geçmesi ve karlı kış günlerinin olması böğürtlenlerin iri olmasına neden oluyor. Çünkü böğürtlenler ayılar için ve ayılar kış uykusuna yatabilmesi için çok iyi beslenmeleri gerek. Tabi ki diğer canlılar için de geçerli bu durum.

130920133669

Küçük bir çay yatağı, çayda sular şırıl şırıl akıyor. Kenarları ağaçlarla kaplı.

130920133670

Küçük köylerden geçiyoruz Sanki mahallenin bir sokağından geçiyormuşum gibi. Çok az ev görüyorum. Gündüz köylüler işinde gücünde olduğu için kahveler kapalı. Biz de durup çay içemediğimize göre köyü durmadan geçiyoruz. Balaban köy tabelasını çekiyorum.

130920133671

İğneada’ya pek bir yolumuz kalmamış 34 km kadar. Sola; Demirköy 10, İğneada 34, Sağa Pınarhisar 38 olarak tabelalara yazılmış.

130920133672

Meşe ağacının tabelasını görünce resmini çekiyorum. Meşeler değerli ülkemiz için. Anlamadığım bir şey dikkatimi çekiyor, müdürlük neden İstanbul da? Kırklareli’ndeyiz. Sarı tabelada; 293 U.K. Meşe (Quercus Cersis) Tohum Meşceresi Bölge Müd. : İstanbul, İşletme şef. : İstihkamtepe, Genel alanı : 44,0 Ha., Seçim yılı : 1984, İşlt. Müd. : Demirköy, Bölme no : 132, Nüve alanı 3,00 Ha. Rakım : 450 mt

130920133673

Ormancılar ormanın içinden yaşı gelmiş ağaçları keserek hem kereste olarak faydalanıyoruz hem de ormanın içinde genç ağaçların yetişmesine yer açıyorlar. Bilinçli yapılan kesimler orman için iyidir, katliam yapmadan. Tomruklar istiflenmiş bölüm bölüm. Bir çok istif var.

130920133675

Nihayet Demirköy’e geliyoruz, nüfus biraz az. Herkes İstanbul’a kaçmış anlaşılan, burada pek iş yok anlaşılan. Adından anlaşılacağı üzere burada demir çıkıyor ama herhangi bir sanayi görünmüyor. Aslında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u almak için burada büyük, devasa toplar döktürmüş. Yani dökümhane varmış bir zamanlar. Nedense döküm işi ilerlememiş, sanayi İstanbul’da olunca millet gurbete çalışmaya gitmiş. Nüfuz o yüzden az, Kırklareli’nin bir ilçesi. Tabelasını çekiyorum; Demirköy, Nüfus : 4400 Arkada tek minareli, yüksek cami var.

130920133680

Dökümhane 4 km ve Can’ın dediğine göre dökümhanede hiç bir şey yokmuş. Dökümhaneye gitmeden yola devam ediyoruz. Demirköy’de bir şeyler atıştırıp soda ve çay içerek biraz dinleniyoruz. Zaten yolumuz da az kaldı. Tabelada yazılanlara göre; Demirköy Dökümhanesi 4, altta bir tabelada daha aynı yazılmış; Demirköy Dökümhanesi 4, Altında Sivriler 12 yazılmış. Tabelalar sağ tarafı işaretlemiş.

130920133678

Demirköy’den diğer köylere olan uzaklıkları gösteren tabelalar. Hamdibey 4, Yeşilce 18, Boztaş 21, Karacadağ 24, Yiğitbaşı 28 Kilometre mesafede olduğu belirtilmiş. Hepsi de sol tarafa gidiyor.

130920133679

Böğürtlenler gerçekten nefis ve yol kıyısında da başka yiyebileceğimiz meyve ağacı yok. Artık böğürtlenle idare ediyorum, nasıl olsa yol kıyısında bolca var.

130920133681

Çam ağaçları kalem gibi, düzgün ve uzun. Boyları 15 metreyi geçiyor. Kış sert olunca bu tür çam ağaçlarını görmemiz mümkün buralarda. Karadeniz iklimi ege iklimine benzemiyor. Egede, daha çok deniz seviyelerinde kara çam var. Çamlar böyle düzgün kalem gibi bulamazsın İzmir’de. Yol arkadaşım Can önde aheste aheste gidiyor, ben sürekli resim çekecem diye durunca bana ayak uydurmak için sık sık beklerken görüyorum.

130920133682

Buralarda yol kıyısında ki ağaçların kesildiğini görüyorum. Büyük bir ihtimalle yolu genişletme çalışmaları yapılıyor. Duble yol da yapıyor olabilir. Bildiğim kadarıyla İğneada’ya nükleer santral yapacaklar ve bu yol onun için yapıyorlardır. Eğer gerçekten yapılırsa nükleer santral buralara yazık olacak. Tamam enerjiye ihtiyacımızın var olduğunu biliyorum ve güçlü olmak için enerji kaynakları kontrolümüzün altında olması gerek. İnsanları sürekli enerjiye ihtiyaç duymaları böyle nükleer santralların yapılmasına gerek duyuyor devletimiz ama nükleer santral yapmadan başka temiz enerji üretime daha çok ağırlık vermeliyiz. Yakın zaman da Japonya’da ki büyük depremin ardından Japonya gibi dev teknolojiye sahip ülke bile nükleer santralinde oluşan radyasyon kaçağını önleyememiştir. Japonya’da ki radyasyonun etkileri daha çıkmadı ortaya ama Çernobil kazasındaki etkilerini Karadeniz kıyısında ki ülkeler çok etkilendi ve hala da etkilenmekte. Yapmak kolay ama kontrolü zor bir üretim biçimi. Japonya bile kontrol edemedikten sonra !!! bizim nasıl kontrol edeceğimizi varın siz düşünün. Karadeniz devamlı rüzgar alan bir yer. Buralara daha çok rüzgar türbinleri kurulsa daha iyi olur nükleer santral yerine. Ben böyle düşünüyorum. Kesilmiş ağaçların gövdeleri yol kıyısında yatırılmış.

130920133683

Ben resim çektiğim halde bazen Can geride kalıyor. Eh arada onun resmini de çekiyorum, yol arkadaşım Can Küçükler seninle yolda olmak çok güzel iyi ki varsın. Yavaş gittiğimizden kaskını çıkarıp gidona asmış.

130920133685

İnsan yolun hiç bitmesini istiyor ormanın içinde pedal basarken. Çok şanslıyım, buraları gördüğüm için. Hele bisikletle gelmem daha bir heyecan kattı bana. 12 gün dinlenmeden yoldayım ve kendimi gayet dinç hissediyorum. Yol orman içinde kıvrılıyor, nereye gideceğim, neler var önümde bilmeden.

130920133686

Bazen yol uzayıp gidiyor ama bir yere kadar. Orman kapatıyor geleceği.

130920133688

Derenin ismi dikkatimi çekti ; Madara deresi, tabelada öyle yazıyor.

130920133689

Kavak ağaçlarını görünce yerleşim yerine yakın olduğumuzu anlıyorum. Kavak ağacı tek başına ormanın içinde yetişmez. Diğer ağaçlar kavağın yetişmesine dahi izin vermez. Sadece insanlar dikip yetiştiriyor. Tohumlu bitki değil, çubuk ile çoğaltılıyor kavak ağacı. Sanayi ürünü, kağıt, kibrit gibi ürünler elde ediliyor. Haliyle köylüler köye yakın yere dikiyor kavakları. Bir de kavak yelleri vardır bilir misiniz. Kavakların boyu uzun olur 10 – 15 metre civarında. Bu kadar yükseklikte yel biraz fazla olur zemine göre. Bu yüzden ağacın tepesindeki yapraklar hışırdar. Aşağıda yapraklardan ses gelmez. Hal böyle olunca dünyayı umursamaz, uçarı, yükseklerde olmayı seven, derdi tasayı sevmeyen kişilere söylenir;  “Başında kavak yelleri esiyor” diye.

130920133690

Eh İğneada deresine gelince Hedefimize yakın olduğunu hissediyorum. 935 km olmuş dile kolay.

130920133691

İğneada tabelasını kısa süre sonra görüyoruz. Tabelanın önünde hatıra resmi çekerek buraya kadar geldiğimizi belgelemiş oluyoruz böylece. İlk önce Can’ı tabelanın önünde çekiyorum bisikleti ile.

130920133694

Sonra Can beni çekiyor KUZ ile tabelanın önünde.

130920133693

İşte Türkiye’nin kuzey batısı, uç nokta ve Karadeniz ; tüm muhteşemliği ile karşımda. Karadeniz’in  poyrazı ve kuvvetli rüzgarın savurduğu hırçın dalgalara karşı koyamayan sahil karaya doğru büyük bir kumsal oluşturmuş. Böylece denizin karaya olan çizgisinde kumsal yığılınca kara alçakta kalmış. Bununla birlikte derelerin de alüvyonları getirmesi ile denizin dere ile ilişkisi kesilmiş. Deniz seviyesi kıyıdaki göletlerden daha yüksek. Soğuk ve sert iklime dayanıklı bitki örtüsü de zengin olmuş. Kıyı boyunca çoğu yer deniz seviyesi altında olunca buradaki ormanlara Longoz ormanları denilmiş.

Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan bir özel ekosistemdir. Aşağıdaki sitede detayları okuyabilrsiniz.

http://www.longozukoru.org/longoz/detay/LONGOZ/13/6/0

Çadır kurmak için uygun bir yer aramaya başladık Can ile birlikte. İğneadanın en ucuna kadar gittik. Uçta bir liman var, uygun bir yer var mı diye büfeye soruyoruz. Pek iç açıcı bir yer değil burası. Ben de hazır gelmişim buraya kadar şortumu giyip Karadeniz’in az tuzlu sularına bırakıyorum. Daha önce Kastamonu’nun Cide ilçesinde Karadeniz de denize girmiştim. O zaman yanımda mayo, şort  olmayınca kot pantolonla girmiştim.  Biraz yüzdükten sonra giyinip Hava kararmadan çadırlara yer ayarlamamız gerek. Deniz ve kumsal, karşıda yarımada. Karadeniz bu gün sakin görünüyor.

130920133695

İşte Longoz ormanları, ormanın tabanı deniz seviyesi altında. Bulutlar çoğalmaya başladı mı ne, sanki yağacakmış gibi. Hava da zaten lodos esiyor. Gece yada yarın yağmur yağabilir. Longoz sık bir ormana dönüşmüş.

130920133696

Bakına bakına İneada’ya kadar geldik. Çadır kurmak için piknik yerleri vardı. Akşam yemeği için ilk önce kasabaya gidip karnımızı doyurmaya karar verdik. Nasıl olsa bir iki yer gözümüze kestirdik. Geri gidip kamp kurarız. Kasabada yol kıyısında balık ekmek pişiren bir lokanta görünce oturup yarım ekmek balık ısmarladık. Birer tane de bira ile yorgunluğumuzu aldık. Lokantanın ismi Marmara Çağdaş çorba köfte salonu, sahibi de Mehmet Özgüner. Kendi deyimiyle Gezi olaylarından sonra Çapulcu adını takmış. Atatürkçülüğü ile övünüyor.  Balık ekmeğimizi yerken çapulcu Mehmet ile sohbet ediyoruz. Zaten bizden başka müşterisi de yok. Kendisine ait kampingi olduğunu söyleyerek orada çadır kurabilirsiniz diyor. Duş ve tuvaleti de varmış, daha ne olsun, yol her zaman yardım ediyor insana. Kampingin  adı da Çapulcu Kamping, Erikli gölü mesire yerinde. Çapulcu Mehmet bize yeri tarif ediyor. Biz yeri tahmin ediyoruz, bakınırken görmüştük kamping yerini. Karnımızı doyurduktan sonra kamp alanına giderek çadırları kuruyoruz ağaçların altına. Can bir bira daha içerken sohbet ediyoruz. 12 gündür yoldayız bisiklet üstünde. Ertesi günü burada dinlenmeye karar veriyoruz. Nasıl olsa acelemiz yok ikimizin de. Gece ilerleyince çadırlarımıza girip yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 66 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc