Etiket arşivi: ıstranca

Keşan Trakya Bisiklet Turu 14. Gün

15 Eylül 2013 Pazar

İğneada – Demirköy – Ahmetbey

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Hadi

Ne duruyorsun ?

Sen de bir yıldız olmaya çalış

Yıldızları sayacak yerde

Yıldızlara karış

 

Agim Rıfat Yeşeren ( Işıktan Bir Saray mıdır Ay adlı şiir kitabından )

 

Öne çıkmış olan görsel, akşamüstü, Can ve benim biçilmiş tarlaya vuran gölgelerimiz. Bisikletlerin gölgesi üç tekerlekli.

150920133756

Tembellikten doğan hakkımızı gecenin tatlı uykusuyla pekiştirdik. Sabah 07:00 de uyanıyorum. Vücudum iyice dinlenmiş halde kalkıp hazırlanmaya başlıyorum. Artık İzmir’e dönüş başlıyor, yolumuz birazcık uzun. Eşyaları ve çadırı toplayıp bisikletin bagajına bağlıyorum. Sabah kahvaltısını kampingi işleten çapulcu Mehmet’in lokantasında  yapmaya karar verdik. Kahvaltıda yumurta kaynatırken çapulcu Mehmet biraz bozuldu yumurtaya ama yumurta bunu anlamadı. Zaten pişmek üzereydi. Kahvaltıdan sonra İzmir’e dönüşe başlıyoruz hayırlısıyla. 14 gündür evden uzaktayım hem de en uzak noktada. Demirköy’e aynı yoldan dönüyoruz, Demirköy’den sonra Pınarhisar yönüne sapacağız. İğneada çıkışında, Longoz ormanları içine gireceğiz.

150920133716

İğneada’ya özgü doğal oluşmuş Longoz ormanları milli parkı tabelasında göllerinin yönlerini gösterir tabela. Bu göllerin hepsine uğramak vardı ama başka tura artık, sadece Longoz ormanlarında yapılması çok güzel olur düşüncesindeyim. Her yola girip, her gölde konaklamayı, doğa ile iç içe yaşamalı bir süre burada. Tadına doya doya bisiklet sürülmeli.

Longoz Ormanları bilgi edinmek için şu siteye bakabilirsiniz.

http://www.longozukoru.org/longoz/detay/LONGOZ/13/6/0

Tabelada; İğneada Longoz ormanları milli parkı, Mert gölü 3,4 km, Pedina gölü 6,0 km, Hamam gölü 8,5 km, Saka gölü 17,3 km mesafede olduğunu sağa doğru ok işareti gösterilmiş.

150920133717

Deniz seviyesinden yavaş yavaş yükseliyoruz, arada yokuş iyice dikleşiyor. Yavaş gitsem de yokuşun sonunda iniş var nasıl olsa. Ara sıra hem dinleniyorum dik yokuşlarda hem de KUZ bana resim çekme fırsat veriyor. Onu kırmamak lazım, nazlanmadan beni ve 30 kg civarında yükümü taşıyor. Demir atım benim. Demir atım KUZ orman kıyısında.

150920133718

Buradan İğneada’ya inerken hiç pedal çevirmemiştim. Şimdi pedal çevirme zamanı. Can biraz önümde gidiyor, arkasından yetişecem diye bir sorunum yok. 1 viteste eşek nalınım ara sıra alttan vura vura yokuşta bana ses vererek yardım ediyor.

150920133719

Yol kıyısında yine plastik şişeleri karşıma çıkıyor. Durup alıyorum doğanın ahengini bozmadan, bagajıma koyup yoluma devam ediyorum. Hazinem giderek çoğalıyor çöp tenekesine kadar bu devam edecek.

150920133722

Uzun çam ağaçları içinden giden yoldayız.

150920133723

Yılmadan hazinemi topluyorum, orman değerli benim için. Temiz bırakmak gerek, çocuklara kalsın bu güzelim ormanlar. Yol kıyısında pet şişe.

150920133722

Orman ve kayın ağaçları güzelliğini bana gösteriyor uzun gövdeleri ile.

150920133725

Oha diyorum bu 19 litrelik damacanayı atana. Bu nasıl iştir, nasıl attın pencereden bu damacanayı. Hiç mi utanmadın atarken, ya da bıraktığında! Bir gün önce olan fırtına ve yağmur damacanayı nasıl yok edecek ormanın kıyısında. Akıl alır gibi değil. Acaba damacanayı atan mı kabahatli yoksa ona eğitim vermeyen annesi ve babası mı kabahatli. Gel çık işin içinden çıkabilirsen.

150920133724

Demirciliye kadar böyle gideceğim anlaşılan. Bitki örtüsü sık sık değişiyor, bir kayın ağaçları, bir çam ağaçları. Şimdi çam ağaçları içinde yol alıyoruz. Her ikisinde de temiz ve saf oksijeni ciğerlerime çekip yol alıyorum.

150920133726

Ağaç bir sehpaya tutturulmuş üst üste bağlanmış üç huni, en altta bir kapalı kap var. Ne olduğunu anlayamadığım bir alet gördüm. Durup yakından inceledim, ne olduğunu neye yaradığını ve ne işe yarayacak anlamadım. Etrafta insan olmadığı için soramadım da. Ormancıya sormak gerek bu aletin neden konduğunu. Neyse ormancıları tanıyan arkadaşım Gürcan Yılmaz’dan bilgi alıyorum, bunları böcekler ormana zarar vermesin diye karşı cins kokusu ile böcekleri toplayıp ormanları koruma amacına yaradığını öğreniyorum. Detaylı bilgi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.

http://web.ogm.gov.tr/birimler/bolgemudurlukleri/eskisehir/Haberler/HaberGoruntule.aspx?List=5d2bbd8d%2D1548%2D4e1f%2D85b4%2Ddd91b6373b3b&ID=179

150920133727

Demirköy’ü geçince önümüzde rampalar beliriveriyor. Hem de kıvrıla kıvrıla tepelere doğru gittiğini aşağıdan görüyorum.

150920133728

Pınarhisar’a 42 km kalmış, fazla değil ama dağları aşacağız. Bu turda Kırklareli’ne uğramak isterdim. Trakya da topu topu 3 tane il var. Edirne’ de konakladık, gezdik gördük. En ünlüsü ciğer tavanın tadına doyamadık. Badem ezmesi ve Edirne kurabiyesini tadamadım. Artık ne zaman gelirsem bunları mutlaka tadacağım. Tekirdağ’a da uğrayacağız ama orada kalır mıyız kalamaz mıyız henüz bilmiyorum. Tekirdağ köftesi en ünlüsü, bakalım yiyebilecek miyim. Üzümü ve peynir helvası ünlüymüş, kısmet. Kırklareli ortada kaldığı için uğrama şansımız yok. Elbette bir gün uğrayıp gezmeyi isterim. Her zaman her yeri gezip görmemek gerek. Bazı yerleri bırakıp yeniden geldiğin zaman görmeli. Arkanda bir tat bırakmalı. Kırklareli’nin ünlüsü Hardaliye, peynir ve pancar pekmezi. Yemek üstüne öyle belirli bir çeşidi yok. Tabelada; Pınarhisar 42, Kırklareli 73 Kilometre mesafe kaldığını belirtiyor.

150920133729

Demirköy – Pınarhisar yolunu genişletip yeni asfalt yapmışlar. Haliyle mıcırlar daha tam ezilmemiş, gidişimizi az biraz etkiliyor. Eski yol dar ve bozuk imiş, şimdi yol genişleyince bisiklet için rahat gidile bilir olmuş. Eh biraz dik ama ne yapalım iki pistona kuvvet. Yol kıyısında ineğin biri yayılmış geviş getirirken görüyorum. Otlamaktan mı yoksa dağ bayır gezmekten mi yoruldu bilemiyorum öylece bir ayağı önde keyif çatıyor.

150920133730

Çıktıkça çıkıyoruz, bitmiyor yokuş. Elbette bitecek ama görünürde bitme belirtisi görünmüyor. Istranca dağları devam ediyor. Ağaçlar uzun, orman yine harika görünüyor. Yeni yapılan yol pek hoşuma gitmedi. Genişliğinden dolayı fazlasıyla ağaçlar kesilmiş. Kendimi ormanın içinde hissetmiyorum. Belki de yol yeni yapıldığından bana öyle geldi. Edirne’den İğneada’ya kadar köy yolları harika gelmişti. Ormanın sesini duyabiliyordum, rüzgarın fısıltısını, kuşların en güzel mevsim şarkıları ta içime kadar işliyordu. Bu yolda araç trafiği yoğun, araçların çıkardığı motor gürültüleri ormanın sesini bastırıyor. Elden geldiği kadar böyle kalabalık yollardan kaçınmak gerek. Daha çok köy yollarında yol almalıyız. Hem yol yeni yapıldığından çeşmeler de yok olmuş sanki. Suyumuz bitse susuz kalacağımız kesin. Sevmedim bu yolu.

Ormanlık bir alandan geçen yolun bazı bölümlerinde çok keskin dönemeçler var, öyle ki ormanın içinde ilerlerken dönemeçlerin keskinliğinden yolunuzun bittiğini zannettiğiniz anlar oluyor. 180 derece dönen yol yeniden yapılsa da aynı dönemeçler hala var. Çünkü dağa çıkışta başka yer olmadığından böyle yapılmış mecburen.  Her ne kadar yapım çalışmaları ile yollar düzeltilmiş ise de dönemeci çok olan bu yollarla ilgili buralarda söylenen “ Yol bitti, komutanım “ sözü varmış. Söylentiye göre yıllar önce Demirköy’e askerliğini yapmak için gelmiş olan bir asker gece komutanlarla beraber askeri araçla buradan geçiyorlarmış. Asker ilk defa geçtiği bu yolları bilmediğinden bir dönemece gelince yolun bittiğini sanarak komutanına ” yol bitti komutanım” diyerek durmuşlar. Asker dönemeci fark edememiş, yol da o kadar darmış ki anca bir araç geçebiliyormuş. Haliyle geriye de dönememişler sabaha kadar aracın içinde beklemişler. Sabah gün ağarıp etrafı araştırınca dönemeci fark etmişler ve yollarına devam etmişler.  O gün bu gündür bu dönemeç “yol bitti komutanım” olarak anılır olmuş.

150920133731

Aşağıda Demirköy görünüyor, dağa çıktığımızdan yavaş gidiyoruz. Haliyle fazla yol da alamıyoruz.

150920133732

Epey yüksekteyim, ufukta Karadeniz görünüyor. Kendimi elçek çekiyorum Karadeniz’i ve aşağıdaki tepeleri. Yol kıyısında odunlar kesilip istif halinde sıralanmış.

150920133733

Yol arkadaşım Can kendi temposunda çıkıyor yokuşu. Arkadaki manzara gösteriyor ki yol yapımında gereğinden fazla ağaç kesilmiş. Böyle açıklık olunca ormandan uzakta gidiyormuşum gibi geliyor bana, bilmem anlatabildim mi. Belki de Yapılması bazen gündeme gele şu nükleer santral için yol hazır hale geliyor olabilir. Can bisikletinin üzerinde, solda kayalık yamaç yeni kırılmış.

150920133734

Yükseldikçe yükseliyoruz dağlarda, Karadeniz ufukta görünmeye devam ediyor. Hazır Karadeniz bize son kez yüzünü gösterirken birer resim çekilelim değil mi ? Bakalım bir daha ne zaman Karadeniz yüzünü gösterecek. Can bisikleti ile yol kıyısında Karadeniz manzarası ile bir poz çekiyorum.

150920133735

Can ile birlikte elçek resim çekiliyoruz aynı manzarada.

150920133737

Can bu kez beni çekiyor. Böylece bir süre dinleniyoruz resim çekilirken.

150920133738

“Niye dağlara çıkıyorsunuz?” diye sorulduğunda John Mallory o tarihe geçen ünlü yanıtını vermiş sorana: “Çünkü onlar orada…”

Peki, “Biz niye bineriz bisiklete?”

Bir çok yanıtı olsa ve hepsi birbiri içinde farklı anlamlar taşısa da, bunun -bence- tek yanıtı var: “Çünkü üzerine binince, tekerleri döndürüyor ve gidiyorsun…”

Sondaki üç noktaya kişi kendi düşüncesini, dünya görüşünü, kültürünü, politiğini ekleyebilir.

Üç noktadan sonra her şey serbest.

“Yolun çağrısı, rüzgarın esintisi, ulaşmak, oyuncak, gitmek, özgürlük, aşk…”

Hepsi dengede durup tekerlerin dönüşüne bağlı.

Biniyor, çeviriyor ve gidiyorsun.

Yüreğinin, pedallarının, soluğunun götürdüğü yere.

Hepsi bu, sadece bu.

Durma öyleyse, bin ve bas pedalına; gerisi üç nokta…

Yazı: Hakan EŞME

Ağaçlar sık ormanın başladığını gösteriyor.

150920133740

Çık çıkabildiğin kadar, nereye çıkacaksın derken dağın zirvesine varmışız. Kadın kule 640 metre yükseklik. İyi çıktık, bisikletim KUZ’u tebrik ederim. Dağ zirve demeden tırmanıyor, yeter ki pedala bas. Rakımı gösteren  tabelada biraz nefes almak için kısa mola vererek hatıra resmi çekip dinleniyoruz. Tabelada; Kadın Kule, Rakım 640. Ben bisikletim KUZ ile resim çekiliyorum.

150920133741

Yine bir damacana yol kıyısında öylece duruyor. Biraz durumu iyi olan birisi araba alıyor. Araba olunca ailesini pikniğe götürmek için aile çoluk çocuk hepsi biniyor cümbür cemaat. Geliyorlar buralara, mangal vazgeçilmezi piknik yapmanın. Çeşme olsun olmasın su gerek, yanına damacanalarla ve plastik şişelerle su alıp arabanın bagajına diğer eşyalarla birlikte yüklüyorlar. Nasıl olsa sırtında taşımıyorlar! Araba olmazsa piknik yapacakları da yok. Kendilerince güle oynaya yiyip, içip piknik yapıyorlar. Piknikten sonra bazı getirdikleri malzemeleri bunları da taşımayalım diyerek ya piknik alanında, yada yolda giderken arabadan dışarı atıyorlar.

Şimdi önemli olan nokta burada başlıyor; Arabada bulunan çocuklar anne ve babalarının yaptıkları bu hareketleri görerek büyüdüklerinden onlar da aynı davranışları bilinç altına yerleştirdikleri için alışkanlık edinerek arabadan her türlü çöpü dışarıya hiç te utanmadan atıyorlar. En tehlikelisi de yazın kuru otların olduğu zaman meydana geliyor. Arabasında kül tablası olmasına rağmen kötü alışkanlıkla yanık sigarasını pencereden dışarı atınca kuru otların içine düşen sigara izmariti otları tutuşturarak ormanlarımızın yanmasına sebep oluyorlar.

İşte anne ve babasından gördüğü hareketleri uygulayan çocuklar nasıl eğitilecek? Okulda Öğretmenler istediği kadar çevre bilincini aşılamaya çalışsın, çocuklar daha çok anne babasının yaptığını yapıyor ve peşinden gidiyor, üzücü bir durum. Yazık!

150920133742

Dağın zirvesine çıktığımı zannediyordum ama yanılmışım, hala çıkıyoruz. Ve hala Karadeniz bize yüzünü gösteriyor. Karadeniz’i yeniden görmenin heyecanı kaplıyor içimi. Gerçi fazla sürmedi ayrılmamız ama Karadeniz bir başka. Elçek ile resmimi çekiyorum Can ile birlikte. Aslında bisiklete telefon için bir aparat yapmam gerek. 10 saniyelik otomatik çekim modu var, kendimizi rahatça çekebiliriz böylece.

150920133743

Ufukta Karadeniz hayal mayal azıcık ta olsa kendini göstermeye devam ederek çıkıyoruz zirveye doğru. Daha ne kadar çıkacaksak. En güzel tarafı da ormanın oluşturduğu yeşil deniz hoşuma gidiyor. Yeşil deniz uçsuz bucaksız göz alabildiğine uzanıyor. Elbette ki böyle bir manzarayı görmek için epey çıkmak gerekiyor zirveye doğru. Biraz yoruluyorsun ama çıktığına değiyor doğrusu. Yükseklerde olma duygusu bambaşka oluyor. Çevreyi seyretmek, yukarıdan ve rüzgarını hissetmek zirvenin insana uçma hissini veriyor. Hani kuşlarda olan hava kesecikleri bizde de olsaydı kanatları açıp kendimi rüzgara bırakarak ormanın üstünde şöyle bir dolaşmayı çok isterdim. Bu uçma isteğini zirvelere çıktıktan sonra bisikletle yokuş aşağı kendimi bırakarak 50 -60- 70 km hıza ulaşınca hissediyorum. Yalnız yol güvenli olunca bunu yapıyorum. Diğer durumlarda kontrollü iniyorum kendimi tehlikeye atmadan. Siz siz olun kendinize güvenmeden fazla hız yapıp kendinizi tehlikeye atmayın. Yolun sağında kayın ormanı sık ağaçlar kendini gösteriyor.

150920133744

Nihayet demiyorum ama bir zirve tabelası daha görüyorum. Neme lazım daha önce yanıldım zirveye çıktım diye. Bu gün ikinci zirve. Buralarda da amma kule varmış, her zirvede bir kule. Jandarma kule 810 metre rakımı gösteriyor, bayağı iyi çıkmışız. Birer anı olarak resmimizi çekiyoruz sırası ile. Gerçi yolun zirvesindeyiz, dağın zirvesi daha yükseklerde. Bulunduğumuz yerde buz gibi akan çeşmede sularımı tazeleyip kana kana su içiyorum. Daha önce bahsettiğim gibi buraya kadar hiç çeşme yok. Buradan bisikletle geçecekler için suyu yanınızda bol miktarda taşımanızı öneririm. Yoksa susuz kalmanız içten bile değil. Tabelada; Jandarma Kule, Rakım: 810. İlk önce ben çekiliyorum bisikletim KUZ ile.

150920133747

Ardından Can’ı çekiyorum tabela önünde bisikleti ile. Can henüz bisikletine isim takmamış, adı sanı yok.

150920133749

Zirveden sonra iniş başlıyor. İnmeden önce Trakya’nın düzlüklerinin resmini çekmeden geçmek olmazdı. Önümüzde dağ tepe yok, düzlükte gideceğiz bundan sonra.

150920133751

İnişte bisikletimi tamamen salıyorum. Kendi ağırlığımla pedal çevirmeden zaman zaman 60 km/hızı geçiyorum. Tabi ki araçların olmadığı zamanlarda tehlike yaratmadan bu hıza ulaşıyorum. İyice aşağılarda, Yenice köyüne gelmeden az yukarılarda resimde gördüğünüz hafif eğimli yolda ilginç bir olay yaşanıldığını Can bana söylüyor. Hafif rampa olan yer manyetik yokuş olarak adlandırılmış. Can kendisi bu bölgede çalıştığı için burayı duyduğunda test yapmış arabasıyla. Resmin sağ tarafında yokuşun alt kısmında aracın motorunu durdurarak vites boşta, araç geri durumda yokuş yukarı kendi kendine geriye çıktığını yaşamış. Tabi burada bisikletle denedim ama öyle bir şey yaşamadım doğrusu. Bunu araçla denemek gerek, inanılması zor bir olay.

150920133753

İki tepe geçtik, biri 640 metre rakımlı biri 810 metre rakımlı. Eh bu kadar yükseğe çıkınca inişi gayet güzel oldu. İnişte pedal çevirmediğimizden pistonlar biraz dinlendi. Yenice köyünde yemek molası vererek karnımızı doyurduk. Yemek dediğimiz bakkaldan sucuk, yumurta ekmek alarak yumurtalı sucuk yaptık çabucak. Kahvemizi de pişirip  keyfimizi de yaptıktan sonra yolumuza devam ettik. Düz yola çıkınca hızımız arttı, fazla oyalanmadan Pınarhisar’ın yakınlarından teğet geçip Ahmetbey köyüne doğru hızla yol alıyoruz. Arada resim çekmek gerek diyerek resim çekiyorum. Köyleri birer birer geçip gidiyoruz son sürat. Nedense eve dönüş yolu daha hızlı oluyor. Tabelada yazdığına göre Tozaklı köyünden geçeceğiz.

150920133754

Güneş batıda alçalmaya başlayınca gölgelerimiz uzuyor. Ben de bir kaç resim çekmeden edemiyorum. Can ve benim gölgemi çekiyorum bisiklet üstünde.

150920133755

Gölgelerin gücü adına öyle bir an yakalıyorum ki iki kişilik bir bisiklet ama üç tekerlekli. Gölgelerimiz hasadı yapılmış Ayçiçeği tarlasına vuruyor.

150920133756

Hafif bir yokuşu çıkarken yamaca vuran gölgemi çekiyorum. Güneş yol hizasında.

150920133757

Gölgeler uzayınca çevrede koyun sürüleri otlaya otlaya ağıllarına doğru gidiyorlar.  Memelerini süt dolmuş ağırlığını zor taşıyor. Tabi ki sürüde çoban köpeği de var. Şimdiye kadar öyle saldıran olmadı. Ahmetbey köyüne yakın koyun sürüsünün köpeği saldırdı. Ben de o kadar bağırmama rağmen bir türlü peşimi bırakmadı. Baktım papuç  pahalı bastım pedala köpek yetişemedi. Köpekten korkmam ama bu biraz vahşiydi ve durmadım, durmayınca korkum köpeğin dengemi kaybettirip beni düşürmesiydi. Her zaman durmayı tercih etmişimdir. Durunca köpekte saldırısını durduruyor. Eh arada bazen olur böyle şeyler. Neyse yolumuza devam ettik. Hava karardıktan sonra Ahmetbey köyüne vardık. Köyün girişinde benzin istasyonunu gözüme kestirince hemen istasyonun bir köşesinde çadır kurabilir miyiz diye izin istiyorum. Görevli de elbette kurabilir siniz hatta dükkan gibi kapalı kullanılmayan yapıda kalabilirsiniz diyerek içimizi ferahlattı. Görevliye köyde karnımızı doyurup geliriz diye izin isteyerek yanından ayrılıp köyün merkezine gidiyoruz Can ile birlikte. Buranın da kasap köftesi ünlü, yemeden olmaz diyerek kendimizi de ödüllendiriyoruz böylece. Köfteleri ısmarlayıp beklemeye başladık. Lokanta da kalabalık, sıra anca geliyor. Her şey yerinde  olunca tadı da bir başka oluyor. Şimdiye kadar yediğim en lezzetli köfte diyebilirim. Bu arada ocakta çalışan emekçinin resmini çekiyorum. Bütün gün ateşin başında, dumanı bir taraftan, sıcağı kavuruyor, kokusu ayrı. En zor iş onda. Bakır renginde ocak, ızgarada köfteler ve yarım ekmekler ısıtıyor pişirici. Gülerek bana poz veriyor tüm sevimliliği ile.

150920133758

Bu günkü ödülümüzü tıka basa midemize indirdikten sonra kahvelerimizi de içerek tat katsayımızı yükseltiyoruz. Ardından benzin istasyonuna geri dönerek yatmak için dükkanın birine eşyaları yerleştirerek hazırlığı yapıyorum. Mat uyku tulumu yeter uyumak için. Kapalı yerdeyiz. El yüz ayaklar yıkandıktan sonra uyku tulumuna girerek günün yorgunluğunu uzanıp dinlenerek değerlendiriyorum. Haliyle vücut gevşeyince uyku da kapı arkasına gelip hemen içime giriyor ve tatlı bir uykuya dalıyorum.

Bu gün çok güzel geçti, iki tane zirve, ormanlar  ve düz ova. Yol da harika idi, daha ne olsun.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 87 Kilometre civarı.

Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 11. Gün

12 Eylül 2013 Perşembe

Kofçaz – Kula – Sarpdere

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Bir kırlangıç

bir su birikintisi

bir parça gök. “

 

Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.

Böyle diyordu yoldan geçen biri.

İlhan Berk

 

Öne çıkmış olan görsel, İki borudan kare olan yalağın içe sular akıyor. Bir metre duvar ve yanları yosun tutmuş. Üzeri düz arazi, çeşme çukurda.

11-27

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyorum, güneş pırıl pırıl çadırların üzerine vurmaya başladı. Çadırdan çıkıp güne merhaba diyerek Güneşe, ağaçlara ve dallarında güzel melodiler çıkararak öten kuşlara merhaba.. Dağlara taşlara, canlara… Güne ş tepenin üzerinde doğmuş, ışıklarını saçıyor üzerimize.

11-1

Güneşin doğuşunu seyrettikten sonra çadırı toplamaya başlıyorum.  Resimde gördüğünüz gibi bir baraka, henüz yapım aşamasında. Bitince çok güzel olacağına eminim. Fevzi Ali’nin anlattığına göre şimdilik yatacak yer olarak yapmış. Burası mutfak, bölümler çoğalıp ev halini alacak. Salon, yatak odası, misafir odası. 3 oda bir salon yapılacak. Merdiven eve dayalı, pikap Anadol kenarda park edilmiş. Bisikletim KUZ, Can ve Fevzi Ali Konuşuyorlar. Benim çadır yerde, Can henüz toplamamış.

11-2

Hep birlikte çayı demleyip bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Fevzi Ali ile bir anı resmi çekilerek vedalaşıyorum. Teklifsiz bizi bahçesinde çadır kurdurduğun için teşekkürler Fevzi Ali.

11-3

Yolcu yolunda diyerek Fevzi Ali ile vedalaşarak yola çıkıyoruz Can ile birlikte. Yolda olmak güzel, bilinmeyen diyarlara doğru, yeni yerler görmek yeni insanlarla tanışmak. Harika bir geziye devam ediyorum.

Rakım yavaş yavaş yükseliyor, kuzeye Kara denize yaklaştıkça sert balkan ikliminin tabelaları da karşıma çıkıyor. Henüz Eylül ayında olmamızdan dolayı tabeladaki gibi kar yağışı yok. Kış aylarında buralarda olmak vardı, ne kar yağardı.

11-4

Yükseldikçe yükseldik, bir de baktık ki zirveye yakın yere ulaşmışız. Dağın tepesinde radar etrafı dinliyor ve izliyor. Acaba bizi de izliyorlar mı merak ettim doğrusu. Burada yol ikiye ayrılıyor, hiç bir işaret , tabela da yok. Durup nereye gideceğimizi şaşırınca yoldan geçen tırlardan birini zar zor durdurarak Kula köy yolu ne tarafta öğreniyoruz. Tır yüklü olduğu için durması zor oldu.  Bizim de yapacak bir şeyimiz yok çünkü kamyonlardan başka bir araç ta geçmiyor ki. Elçek ile tepedeki anten ile resim çekiyorum.

11-6

Kula köyüne az kaldı, ondan önce Kocayazı köyü var. Köy yolları bisiklet sürmek için harika. Araç çok az geçiyor, bu da bizi gayet memnun ediyor. Kocayazı 2, Kula 14 Kilometre kaldığını yazıyor tabelada.

11-8

Kocayazı köyüne varıyoruz, köy sakin. Köylüler kendi işlerine bakıyorlar çünkü çalışmak zorundalar. Eğer çalışıp üretim yapmazlarsa geçim çok zor olur, insanlar aç kalırdı. Köy meydanında bir araba park etmiş, ortalık sessiz. İlkokul binası tek katlı.

11-9

Köyde ilgimizi çeken herhangi bir şeyle karşılaşmadığımızdan köyü geçip geride bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Yola yeni mıcır dökülmüş, tekerlekler kayıp duruyor. Araç geçmediğinden mıcır ezilip ziftle karışmıyor. Buralarda yavaş ve dikkatli gidiyoruz.

11-10

Artık Istranca ormanlarına girmiş bulunmaktayız. Meşe ağaçlarının boyları uzadı, 10 metreyi geçiyor. Sert kış şartlarına dayanıklı meşeler. Yağış bol olunca ağaçların boyları da uzuyor. Etrafta değişik kuş sesleri dinledikçe bisiklet sürmek te o kadar keyifli oluyor. Parkuru çok iyi seçmişiz. Yolun toprak olması da ayrı bir zevk katıyor. Hiç olmazsa toprakla temasımız oluyor. Meşe ağaçlarının uzun ve sık gövdelerini çekiyorum.

11-11

Meşe ormanı içinde giden yolu çekiyorum.

11-12

Bazı yerle çam ormanına dönüşüyor. Çamlar kalem gibi düz gövdeleri var.

11-14

Can kendi temposunda orman içinde önümde gidiyor.

11-16

Bazen ben onu geçiyorum. Sıcaktan terlemiş olduğundan ağaçların gölgesinde serinlemeye çalışıyor.

11-15

Vadini içinde küçük bir çay eşliğinde hafif inişteyiz. Çay da kendi halinde şırıl şırıl akıyor. Hani hava da sıcak, bunaldım. Şöyle bir serinlesem diye düşüyorum.

11-17

Toz toprak ve sıcaktan bunalmışken önümde giden Can birden duruyor, yanına varınca yolun sol tarafında piknik alanını bana göstererek burada biraz mola verelim deyince hemen çayın kenarına giriyoruz.

11-18

İyi ki de girmişiz, harika bir yermiş. Yoldan pek görünmüyor güzelliği. Burayı bilenler girip burada piknik ve benzeri şeyler yapıyorlar. Bir de su bedava diye arabasını yıkayan bir köylü de burada arabasını yıkıyordu resmen. 2 tane borudan buz gibi su akıyor. Çeşme yoldan bir metre aşağıda, duvar içinde iki borudan akan sular nedeni ile duvarı yosun tutmuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

11-27

Çay küçük olması beni ilgilendirmiyor, yeter ki aksın. Hemen şortlarımı ve terliklerimi giyip çayın içinde bir karışlık bir derinlik arıyorum.

11-19

Öyle bir karışlık derinlik bulunca hemen kendimi serin sulara bırakarak duşumu alıyorum. Yolda başka türlü duş almak imkansız. Duş ve serinleme ısınmış olan pistonlara iyi geliyor. Ara sıra pistonları soğutmak gerek. Can beni sırt üstü yatmış durumda çekiyor. Yüzdüğümü hissetmek için suda ellerimi çırpmaya başladım.

11-21

Duşumu çayın serin sularında aldıktan sonra çaydan çıkıyorum. Çayda çıra oynayacak halim yok doğrusu. Zaten bir karış su var.

11-23

Ardından toza bulaşmış eşyalarımı yıkayıp paklıyorum. Bu mola çok iyi oldu, hem serinledim hem çamaşırları yıkadım hem de dinlendim biraz. Buraya Ayva ağzı piknik alanı diye yazmışlar, güze bir isim.

11-26

Ayva ağzı dinlenme yerinde iyice dinlendikten sonra yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Burada biraz fazla zaman geçirdik, yolda olmak gerek. Yolun kıyısında devasa bir meşe ağacı görerek resmini çekmek istedim. Ağaç o kadar kocaman ki kadraja sığmadığından biraz geri gelerek Muazzam meşe ağacını komple çekiyorum. Resim de bile kesmeye kıyamam. Can meşe ağacının gölgesinde beni bekliyor.

11-29

Yolun kıyısında çeşmeler eksik olmuyor. Her çeşmede sularımı tazeliyorum, her ne kadar suyumun tamamı bitmese de her çeşmede suyumu tazeleyerek devamlı taze suyla dolaşıyorum.

11-31

Yol o kadar güzelliklerle dolu ki bunu bisikletim KUZ ile resimde görünmesini istiyorum. Onun da hakkı var değil mi. Beni Trakya’nın Istranca dağlarına kadar taşıdı, sesini soluğunu çıkarmadan. Bisikletim KUZ, toprak yol ve orman.

11-32

Orman görülmeye değecek kadar muhteşem, ağaç çeşidi çok. Çam, gürgen, palamut, kestane, kayın, meşe. Zengin bir ormanla kaplı Istranca dağları. Resim çekmeye çalışıyorum ama yetersiz kalıyor makine. Resimleri 5 Mp cep telefonumla anca bu kadar görüntü alabiliyorum. En iyisi kendi gözlerimizle görmek bu güzelliği. Manzara sürekli değişiyor ve orman beni büyülüyor adeta.

11-33

Minareyle birlikte bir köy görüyorum. Bu köy Kula köyü, Manisa da Kula ilçesi var ama aynı isimle köy olduğunu buraya gelince öğreniyorum. Arabayla, otobüsle bir çok kez Kula kasabasından geçtim ama durup şöyle bir gezmedim. Bakalım benzer isimdeki Kula köyü nasıl? Köyün birkaç evi ve caminin minaresi görülüyor.

11-34

Kula köyüne giriyoruz, tabelada öyle yazıyor.

11-35

Köyün sokaklarında ilerlerken 75 – 80 yaşlarında bir köylü el arabasıyla yürüyerek karşıdan geliyordu. El arabasının içinde arı petekleri, balın sarı rengi güneş ışıklarıyla daha da ışıltılı hale gelmiş, bileğinden sarkan körük ve körükten hafif dumanlar çıkarak sallanıyordu. Besbelli ki yaşlı köylü kovanları sağıp gelmiş. Selam verip selam alıyoruz. Yaşlı köylüden mümkünse bir parça bal alabilir miyiz diye sorunca köylü beni takip edin diyerek peşi sıra köyün kooperatif binasına geliyoruz. Adam binanın kapısını açarak bal peteklerini içeriye taşıyor. Bu arada bal kabımı adama veriyorum. Binanın dışında tahta masada oturup adamı beklemeye başlıyoruz Can ile birlikte. Yaşlı adam kabımı doldurup masanın üzerine bırakarak yanımıza oturuyor. Muhabbet ederken başka bir köylü de yanımıza gelerek muhabbete katılıyor. Nereden geldiniz, nereye gidiyorsunuz gibi klasik soru cevaptan sonra birer gazoz ısmarlıyor köylüler. Soğuk gazoz iyi gidiyor doğrusu. Gazozu  içerken bal kabımdan taşıp masanın üzerinde birkaç damla bal damladı. Nerden gördüler anlamadım sarı arılardan bir kaç tanesi gelip dökülmüş olan bala hücum ediyorlar. Sarı arılar bizi rahatsız etmeden sohbet esnasında masayı tertemiz, bir parça bal bırakmadan bitiriyorlar. Ben hem sohbet ediyorum hem de sarı arıların hareketlerini takip ediyorum. Çok ilginç bir olaydı benim için. Yaşlı köylünün anlattığına göre balın fiyatı 70 ila 80 lira arasında satılıyormuş. Yani pahalı bir bal olduğunu söylüyor bize. Gazozları içtikten sonra bal kabımı naylon poşetle sarıp çantama koyuyorum. Artık kahvaltıda bal yemeye devam edeceğiz. Balımız bir gün önce bitmişti. Yaşlı köylüye balın borcunu sorunca bu da yolcu hakkı diyerek para almıyor. Kula köyü muhtarlık binasını çekiyorum, yan tarafı kahve. Dışarıda masa ve sandalyeler konulmuş.

11-37

Teşekkürler ederek köyden ayrılıp yola devam ediyoruz. Yol tabelaları bize nerede olduğumuzu üç aşağı beş yukarı bildiriyor. Hedefimiz Dereköy, 14 km kalmış şunun şurasında. Geçitağzı 9, Dereköy 14 Kilometre olduğunu belirtiyor tabelada.

11-36

Kula köyünden ayrıldıktan sonra yol bize yine güzelliklerini gözümüze seriyor. Yeşil ve mavinin kucaklaşmasını izleyip, aralara serpiştirilmiş pamuk yığınlarının beyazlığı yeşil denizin maviliğinde derinliğinde kaybolmayı önlüyor adeta…

11-38

Yeşil denizin üzerindeki yol sağa doğru kıvrılıyor. Yol bilinmeze doğru gidiyor. Bakalım nereye çıkacak ama dönemeçten sonrasını göremiyorum henüz.

11-39

Buranın böğürtlenleri iri ve çok lezzetli. Durup durup yiyoruz afiyetle, hep ayılar yiyecek değil ya. Ama birileri topluyor galiba böğürtlenleri, olmuşlar pek az. Bunlar yol kenarında gördüklerimiz, yoksa ormanın iç kısımlarında bolca bulabilirdik. Yalnız ormanın içinde ayılarla karşılaşma olasılığımız artabilir. Ayılar nasıl yolumuzun üzerine çıkıp bizleri rahatsız etmiyorsa, biz de onların yaşadığı alanlara girip rahatsız etmemeliyiz. Sırf ayıları değil ormanın içinde yaşayan diğer canlıları da yaşadıkları yerlerde rahatsız edip yaşam alanlarını bozmamalıyız. Benim kendi düşüncem, biz de canlıyız, yaşama hakkına sahibiz. Ormanın içinde belirli yerlerde patika, orman yolunda elbette doğayı kucaklamalıyız fakat patikadan ormanın içine kesinlikle girmemeliyiz.

11-40

Uzun devasa ağaçlar ne güzel görünüyor. İnsan seyretmeye doyamıyor ama fazla içine girmeden. Bunlar kayın ağacı.

11-41

Artık Istranca ormanlarının muhteşem bitki çeşitliliğiyle etrafı seyrede seyrede her anında ciğerlerime tertemiz ve saf oksijeni çekerek 30 kusur yıldır içtiğim sigaraların dumanını temizlemeye çalışıyorum. Böyle ormanda daha ne yapılabilir ki? Bisikletim KUZ toprak yolda, ormanın içinde dinleniyor.

11-42

Şimdi böyle bir ormanda gidiyorsunuz ve yolun kıyısında muhtemelen arabadan biri suyunu içtikten sonra camdan dışarıya resimde gördüğünüz plastik şişeyi atarsa ne yapardınız!? Ben dayanamıyorum ve ormanı çirkinleştiren plastik şişeyi alarak hazine çantalarıma topluyorum. Bu benim hızımı kesse de üzgünüm. Nasıl olsa varacağım yere varıyorum. Böyle şeyler benim hızımı kesmez. Ön çantamda pet şişe ve gidona takılı beyaz hindi tüyü.

11-43

Can’a cep telefonumu verip beni çekmesini söylüyorum, o da KUZ ile beni çekiyor bisiklet sürerken ormanın içinde.

11-44

Derken Geçitağzı köyüne varıyoruz. Hava sıcak, köyden durmadan geçeriz diye düşünüyorum. Aslında buranın eski adı Burgazcık imiş, sonradan köyün ismini saçma sapan bir şekilde değiştirmişler masa başından. Ben öyle tahmin ediyorum ve bazı köy isim değişikliklerinin nasıl yapıldığını biliyorum. Köyün tabelası hedef tahtasına dönmüş. Kurşun izleri görülüyor tabelada.

11-45

Köyün içinden bir ses duyuyorum Doooooooooooonnnduuuuummaaaaaamm Kaaaayyyymmaakk.

Bu sesi 1970 ‘ li yıllarda duyardım. Dondurmacı o zamanlarda 3 tekerlekli arabasında pikap ile dondurma satardı. Plaktan ” Analar kuzusu Reyhan Reyhan ” türküsünü duyunca geldiğini anlayıp babamdan 25 kuruş para isterdim. Henüz Yugoslavya dan yeni göç etmişiz. Durumlar elverişsiz, bazen babam 25 kuruş bile verecek durumda değildi. Ben de üzülürdüm bazen dondurma yiyemedim diye. Ama çocuktuk ve dünyayı tanımıyordum. Geçim derdi yoktu çocuklar için ve benim için…

Dondurmacı Hakan’dan birer külah dondurma alıyoruz Can ile birlikte. Sıcakta da iyi gidiyor buz gibi dondurma. Istranca dağlarında dondurma bulmuşuz hem de dondurma kaymak. Daha ne olsun. Dondurmaları yerken Hakan ile sohbet ediyorum, arabasıyla köy köy gezerek dondurma satıp para kazanıyor. Geçimi bu ve babadan oğula geçmiş bu meslek. Köylerde pastane olmadığından köylülerin yaz sıcağında serinleme ve tat alma isteklerini karşılıyor böylece. Dondurmacı arabanın bagajına koyduğu dondurma kovasından kaşık ile külaha dondurma koyarken resmini çekiyorum. Kare çizgili gömlek, Güneşten yanmış teni ve gözlükleri ile poz veriyor dondurmacı Hakan.

11-46

Geldiğimiz yolu gösterir tabelada; Geçitağzı 5, Kula 15 kilometre geçtiğimizi belirtiyor.

11-48

Gideceğimiz yolun üzerinde ki köyleri ve kaç km mesafe olduğunu gösteren tabelalar var. Bakalım Can ile nereye kadar gideceğiz, nerede konaklayacağız hiç bir fikrimiz yok. Nerde akşam orda sabah, artık hangi köye denk gelirsek. Benim için sorun değil kalma konusu, sadece bir çeşme yada temiz su akan dere kenarı yeter bana. Köyün içinde gideceğimiz yönde bir çok köy olduğunu gösteren tabelalar alt alta sıralanmış. Hani derler ya 9 köy işte bahsedilen o 9 köyü göreceğiz. Umarım 9 köyden kovmazlar. Kovacaklarını da zannetmiyorum çünkü yalan söyleme huyum yok. Durum neyse ağzımdan çıkan odur. Tabelalarda yazıldığına göre en yakın köy ve en uzak yere kadar sırayla yazılmış; Karadere 9, Şükrüpaşa 19, Armutveren 22, Karanlık 25, İncesırt 27, Sarpdere 29, Gökyaka 30, Balaban 43, Demirköy 52 Kilometre mesafe olduğunu belirtmiş.

11-49

Ormanlar, ormanlar, ormanlar uzayıp giden yeşil bir okyanus. Engin ve dingin, bir o kadar da huzurlu.

11-47

Yol kıyısında kocaman bir meşe görerek resmini çekiyorum KUZ ile. Ağaç bayağı büyük ve tarihi. Tabelasından anlıyorum. Ağaç büyük olunca haliyle kadraja sığdırmam gerek. Yoksa resimde kesmeye bile kıyamam.

11-51

Can’ı ağacın dibinde çekiyorum.

11-50

Can da beni çekiyor ağaç ile, ağaç o kadar yaşlı ki gövdem yanında küçük kalıyor. Gövdemin üç katı kalınlıkta.

11-52

Tabelalarda gördüğümüz köyleri birer birer görerek geçiyoruz. Burada bir şey dikkatimi çekti, hep köylerin ismi dere ile bitiyor nedense. Bir tane dere akıyor ve dere hangi köyden geçerse önüne kara, kuru, sarp, dereköy gibi isimlerle birleştirip tabelaya giriyor. Bu bence edebiyatımızın ilerlememiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Şöyle özgün güzel bir isim takamamışız güzel köylerimize.

11-53

Evin sahibi kapısının dışına hayır için çeşme yaptırmış. Tanrı razı olsun, ilginç olan suyun ibrikten akması. Burada hem suyumuzu tazeliyorum hem de ibrikten akan buz gibi sudan içerek duamızı ediyoruz. Yaptıran ince düşünceli olsa gerek. İnsanın ilgisini de çekmeyi başarmış. Ben su içerken Can çekiyor.

11-54

Can su içerken, bu kez ben onu çekiyorum.

11-55

Şükrüpaşa köyüne ne kaldı ki, şunun şurasında 9 km. Köylerin arasında mesafeler kısa. Bir köyden diğerine çabuk varıyorsun.

11-56

Yol arkadaşım Can Küçükler ile gölgelerimiz önde biz arkasında yol alıyoruz. Gölgeler de uzamaya başladı. Demek ki akşama az kaldı. Can seninle yolda olmak güzel be kardeşim, harika bir insansın, kocaman yürekli.

11-57

Vadilerin derinliklerinde güneş batmış ama hava aydınlık. Akşam olmak üzere, yolumuza keçi sürüsü denk gelince kenara çekilip geçmelerini bekliyoruz. Sürü bayağı büyük. Sürünün önünde ilk önce atı görüyorum, ardından keçi sürüsü geliyor. Çoban omuzunda av tüfeği ile keçileri otlatarak kah yürüyor kah atına binerek dinleniyor. Bu kadar büyük sürü ile baş etmek anca böyle at ile başarabilir insan. Atın terkisinde çoban azığı, her şeyi var.

11-58

Arada bir kaç keçide çan var, çan sesi hiç durmadan kulağıma geliyor. Keçiler daha çok beyaz renkte, siyah kimisi. Arada tek tük kahverengi renginde olanlar da var.

11-59

Hepsinde yok ama bazı keçilerin boynunda çanlar asılı. Kimi küçük kimi büyük, onun için sürüden değişik tonlarda çan sesini dinlemek mümkün.  Her birinin ritmi ayrı. Sürü sanki senfoni orkestrası ve ormanda konser veriyor. Ben de bu konserin bir kısmını dinliyorum gözlerim kapalı. Harika bir an, kendimi düşüncelere bırakıyorum.

Çocukluğumda Kosova da babamın köyüne yaz tatillerinde geçti. Köyde her evin kendi sürüleri var. Kiminde kara sığır vardı. Her sabah sığırlar kendileri bahçe kapısından çıkarak sığır çobanını takip ederdi. Ben sığırların peşine takılmazdım çünkü köyün bir sığır çobanı vardı ve onu tanımıyordum. Akrabalarımın koyun sürüsü ile birlikte koyunları otlatırdık dere tepe çayır çimen geze geze. Sürüyü istediğim gibi sürmeye çalışırdım fakat sürünü koçu karşıma dikilir bana engel olurdu. Ben de ondan kaçardım köşe bucak. Koç sürüsüne liderlik ederken otun nerede olduğunu bildiğinden sürüyü kendisi otlatırdı. Çobana gerek yoktu sanki. Ben de çocukça oyun peşinde olduğumdan koyunların koşturarak gitmesi için kovalardım. Koç ta bana gıcık olunca yıldızımız barışmadı bir türlü. Koç bayağı iri, damızlık bir koçtu. Boynuzları 3 kıvrımdı, zaten en çok boynuzları beni  ürkütürdü. Keçiler yanlarımızdan geçerken ilk defa bisikletli görmüş olarak çekinerek geçiyorlar hızlı adımlarla. Yol kıyısında kesilmiş ağaç tomrukları istiflenmiş.

11-60

Hava birden kararıyor, bir süre karanlıkta ilerliyoruz. Kavşaklarda yol tabelalarını takip ederek en yakın köyde konaklamak gerek. Tabelada; Sarpdere 6, İncesırt 7, Balaban 19, Demirköy 28 olduğunu belirtmiş. En yakın olan Sarpdere köyüne varmamız gerek gecenin karanlığında.

11-63

Aydınlatmaları yakıp zifiri karanlıkta gidiyoruz. Bir kavşağa geldik. Burada İncesırt köyüne, sola gidileceğini işaretlenmiş. Buraya kadar 3 Kilometre gelmişiz. Sarpdere’ye daha 4 Kilometre gideceğiz. Neyse az kaldı.

11-64

Gecenin karanlığında Sarpdere köyüne vardık, bu gece burada kalacağız. Saat 08:30 oldu bile. Köyün kahvesine girerek odun ateşinde pişen çaylardan afiyetle içerek bir süre dinleniyoruz. Ocakta çay dolduran kahveciyi ve çay ocağını çekiyorum. İki taş üzerinde su konulan yedeklik, üzerinde biri küçük, biri büyük demlik var. Altta odunlar suyu ısıtıyor. Sağda bardakları yıkamak için lavabo var.

11-62

Köyde iki tane kahve var, biraz büyükçe bir köy herhalde. Karanlıkta geldik köyü tam göremiyorum. Diğer kahveye geçip akşam yemeği hazırlıklarına başlıyoruz Can ile beraber. İyice acıktık, hani derler ya kurt gibi aynen öyle. Kahvelerde lpg tüp kullanmıyorlar, ormandan bolca odun olunca odun ateşinde çay demleniyor.

Bu sefer Can kendi ocağını çıkarıyor, henüz ispirto ocağını kullanmadık Can’ın, denemek lazım.  Makarnayı benim tenceremde pişirip içine de ton balığını katınca deme lezzetine. İspirto ocağının gaz kısmının çeperi dar olduğundan çıkan alevler bir çoğalıyor bir azalıyor. Bana pek kullanışlı gelmedi doğrusu. Benim kendi yaptığım ocağın gaz çeperi daha geniş. Bundan dolayı sabit bir şekilde alev çıkıyor. Yemeğimizi yedikten sonra bulaşıkları yıkayıp kap kacağı çantama yerleştirerek yemek sonrası birer kahve pişiriyorum. Kahve de bir başka oluyor canım. Kahvede zaten kahve yoktu o yüzden kendi kahvemi kendim pişirdim. Sadece çaylar içildi kahveden. Tencere ispirto ocağında, ispirto ocağının alevleri mavi renkte. İspirto ocağı kalın bir kütük üzerine koyduk.

11-67

Köylülerle sohbet ederek vakit geçiriyoruz bir süre. Nereye çadır kurabiliriz deyince köyün camisinin avlusunda kurabilirsiniz diyorlar. Köylüleri kıracak değiliz ya çadırları caminin avlusuna kurarak yatmaya hazırlanıyoruz. Tuvalet ve su da var daha ne olsun. Can dereye girip duşunu almadığından tuvalette çeşmenin hortumuyla duşunu alıyor. Ardından çadıra girip derin bir uykuya dinlenmiş bir şekilde dalıyorum.

Her gün değişik yerler görüp harika manzaralar ve ormanın içi beni hiç mi hiç yormadı. Aksine daha çok dinleniyorum sanki. Hayat bu, her anını doyasıya yaşıyorum. Yaşamalı da insan. Yarının daha iyi olacağına inanıyorum, güzellikler bitmiyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 71 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc