29 Nisan 2018 Pazar
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Tosunlar köyü – Güney şelalesi – Güney
(Resimlerin bir kısmı Ferdimen’e aittir)
“Yuvarlanan yıldızlar içinde saçlarımız,
Boylarımız büyür usul usul;
Duyulmasın diye gürültüler uykularda
Yağmurlar yağar geceleri.”
Can Yücel
Öne çıkmış olan görsel, elimde Urim Baba’nın Kahvesi logolu fincan, içinde kahve, aşağıda Güney barajının göleti ve manzara.
Güneşin ilk ışıkları ile uyandım tatlı uykudan. İlk işim çadırımın fermuarını açıp dışarısını çekmek. Az ileride karayolu. Gece aralıklarla gelip geçen motor gürültüleri olmasaydı daha rahat bir uyku çekerdim. Nedense insanların bir kısmı uyumuyor gece boyu.
Dışarıdan kamp alanımızın resmini çekiyorum. Çadırım mavi renkte, bisikletim KUZ turuncu çantaları ile park edilmiş. Pankartımız iki ağaca bağlı, arkasında bir çadır daha var. Benim çadırımın yanında kalın gövdeli servi ağacı, sol tarafta çam ağaçları var.
Ferdimen de kendi mavi çadırını ve yeşil renkli çantaları ile bisikletini çekiyor çam ağaçlarının altında.
Sevgili dostum Baattin ile elçek resim çekiyorum bir poz hatıra olarak. Güneş ışıkları ikimizin de yüzüne vuruyor. Gözlerimiz kısılmış durumda.
Kahvaltıyı hep birlikte elimizde olan malzemelerle yaptıktan sonra hazır dördüncüyü de bulunca cezveyi tamamen doldurup kahve pişirmeye başladım. Kahve takımları önümde, katlanır tabureye oturmuşum. Pankartımızla birlikte resmimi çekildim.
Bisikletimdeki tripoda cep telefonumu zaman ayarlayıp dördümüz birlikte Suyun Kaynağına Yolculuk pankartı ile çekildik. Solda pankartın ucunda Mehmet, pankartın arkasında Ferdimen ve ben. Pankartın diğer ucunda Baattin. Mehmet ve Baattin ipi çekerek gerdiriyor pankartı.
Baattin ile vedalaşıyoruz. Baattin İzmir’e dönüş yolunda, bu gün İzmir’e varır. Motorla giderse bisikletten hızlı gideceği kesin. Baattin ile ayrıldıktan sonra biz Bir süre Buldan yolunda gideceğiz. Yolumuz üstünde, benzinlikte tuvalet molası verdik. Tuvaleti arkalarda, ayrı bir bina olarak yapılmış. Dışı tamamen fayans kaplı, çatısı kiremitli. Az ilerde tanker arabaları park etmiş.
Benzinlik yanında inek çiftliği var, kahverengi lekeli dana Ferdimen’e poz vermiş ağacın gölgesinde. Tarlanın sonunda inek ağılı, yanında üç katlı bir ev.
Bir süre ana yoldan gittikten sonda nehri takip ettiğimizden sağa saptık. Yol sapağında sağa işaret edilmiş Yenicekent, Tripolis 4 Km. Altta ise düz olarak Buldan 9 Km mesafede olduğunu gösteriyor. Yenicekent köy girişi hemen kavşakta. Tak yapılmış, iki direk üzerinde yazan; T: C: Buldan belediyesi Yenicekent’e hoş geldiniz.
Tripolis kentine kısa sürede vardık, uzaktan görünen az sayıdaki harabeleri çekiyorum.
Yolumuz üzerinde olduğundan antik kente girdik. Girişte antik kentin çizilmiş topografik şehir planı
Tripolis Antik Kenti; Menderes Nehri kıyısında yamaç üzerine kurulmuştur. Batıya ve kuzeye açılan vadilerle Ege’ye güneydoğusundaki Çürüksu Ovası ve vadileri ile İç Anadolu ve Akdeniz’e ulaşımı bulunan antik kentlerden birisidir. Kentin güneyinde Çürüksu Vadisi’nde kurulmuş olan çağdaşı Laodikeia’ya 30 km. , Hierapolis’e ise 20 km. uzaklıktadır. Kaynaklarda Tripolis’in ilk adının Apollonia olduğu daha sonra Geç Helenistik Dönem de Tripolis olarak adlandırıldığı ve ilk kuruluşunun Lidya Devleti zamanında olduğuna ilişkin belgelere rastlanılmaktadır. Tripolis Lidya Şehirleri arasında yer almasına karşın Frigya ve Karya bölgelerine ulaşımı sağlayan önemli sınır, ticaret ve tarım merkezlerinden biri görünümündedir. Menderes Nehri ile Çürüksu Çayı’nın bereketlendirdiği, Çürüksu Ovası’nın büyük bir bölümüne hakim kentlerden biri olup, kuruluş biçimiyle ve şehircilik anlayışı ile yörenin en zengin kentleri arasında yer almaktadır. Tripolis’in ilk kuruluşunun Lidyalılar zamanında olmasına karşın, yüzeydeki kalıntılar üslup olarak Roma ve Bizans Dönemi mimari özelliklerini ve yapı örneklerini göstermektedir. Tripolis Antik Kenti İ.Ö. II. yy sonları ile İ.S. I. yy. ortalarında ve IV. yy. ortalarında birçok deprem ve savaşlara sahne olduğundan çok tahrip olmuştur. Kent en görkemli dönemini Roma devrinde yaşamıştır. TRİPOLİS’İN BAŞLICA YAPILARI: Tripolis Tiyatrosu: Grek tiyatrosu tipinde araziye uygun inşa edilmiş, Roma mimari tarzında yapılmıştır. Tiyatro üç bölümden oluşmaktadır. -Cavea: Yarım daire şeklinde olup, üç diazoma ile bölünmüştür. Tonoz çıkışları caveanın üst kısımlarında ve yanlarda yer almaktadır. Oturma kademeleri büyük mermer taşlardan yapılmıştır. Yaklaşık 8.000 kişi alabilecek kapasitededir. -Orkestra: Cavea’nın oturma kademeleri ve malzemeleri ile tamamen toprak altındadır. -Scene (Sahne ve Sahne Binası): Sahne binasının üst yapısı iç ve dış kısımlara doğru yıkılmış harap durumdadır. Sahne binasına ait sağ ve sol istinat duvarlarının az bir kısmı yüzeyde görülmektedir. Tripolis Hamamı: Tripolis Tiyatrosu’nun 200 m. batısında bir düzlük üzerinde bulunmaktadır. Geç dönemde kenti çeviren sur duvarının dışında kalmıştır. Yapıya ait yüzeydeki kalıntılardan beş bölümü tespit etmek mümkündür. Her bölüm kendi arasında tonozlarla ve büyük nişlerle geçildiğine dair kemer izleri bulunmaktadır. Alt yapısı ve duvarlarının kesme traverten blok taşlardan, kemer ve tonozların da ise aynı malzemeyle tamamlandığı anlaşılmaktadır. Hamam, tipik Roma Hamamı geleneğinin bir örneğidir. Şehir Binası: Hamamın yaklaşık 200 m. güneyinde yer almaktadır. Üst yapısı tamamen yıkılmıştır. 40X65 m. ölçülerinde büyük bir yapıdır. Temel duvarları çok geniştir. Yapının batı duvarına bitişik sur duvarı devam etmektedir. Yapı Roma Mimari karakteri göstermektedir. Apsisli Yapı: Şehir Binası ile Tiyatro arasındadır. Dikdörtgen planlı yapının kuzey duvarının iç kısmı apsisli olduğundan bu ad verilmiştir. Yapının üst bölümü tamamen yıkılmış harap durumdadır. Kale ve Surlar: Tripolis Geç Roma ve Bizans Dönemi’nde sur ile çevrilmiştir. Eğimli arazide kurulan kentin surları yer yer burçlarla, gözetleme kuleleri ve kalın duvarlarla desteklenmiştir. Tiyatroya bitişik devam eden sur, kentin kuzeyindeki en yüksek tepede kule ile birleşir. Kule hem savunmaya hem de gelecek düşman tehlikesini gözetlemeye yöneliktir. Su Yolları: Tripolis Antik Kenti her ne kadar Menderes Nehri kenarında kurulmuş olsa bile, kentin ihtiyacını karşılayacak olan gerekli su, kente 25 km. uzaklıkta bulunan şimdiki Güney İlçesi yakınındaki kaynaktan temin edilmiştir. Kaynak ile Tripolis arası dağlık ve engebeli arazi olduğundan bu güzergahta su yortusunu, tünel, künk ve kemer izlerinin kalıntıları bulunmaktadır. Nekropol: Antik Tripolis Kenti’nin doğu ve güney yamaçları Nekropol olarak kullanılmıştır.
Kültür ve Turizm Müdürlüğü
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/denizli/gezilecekyer/tripolis-antik-kenti
Aşağıda Tripolis antik kenti tarihinin yazıldığı tabelayı uzun olduğu için iki bölümde çekiyorum
1. Bölüm
2. Bölüm
Antik kentin girişi yok, herhangi bir gişe de yok. Serbestçe girip hızlıca resim çekerek etrafı geziyorum. İki taş duvar kalıntısı az uzakta.
Büyük yapıların blok taşları düzgün yontulup duvarı örmüşler.
Büyükçe bir blok taş üstünde daha küçük blok taşın üzerine kahramanımız Ferdimen çıkmış bana poz verdi. Ben de çekiyorum az uzaktan. Ferdimen sanki bir kolunu ileri uzatıp uçacakmış gibi duruyor. Arkada tepeler giderek yükselmekte ardı sıra.
Tripolis antik kentinde buraları henüz kazı yapılmamış sanki. O yüzden araziyi ot kaplamış, kalıntılar ortaya çıkmamış. Bir kaç duvar kalıntısının ucu görüyor arazide.
Büyükçe bir yapı olduğu anlaşılan binanın 7 sıra taşları, o da fazla değil.
İçlere doğru gidince beyaz mermer sütunlu bir yol görüyorum. 7 den fazla sütun sıralı, zemin de kalın mermer döşeli.
Kalın bir duvarın dibinde yazılı bir blok taş konulmuş. Yazılar çok küçük.
Bisikletleri dışarıda bırakmadık, yanımızda götürüyoruz yürüyerek. Ferdimen taş döşeli yolda durmuş resim çekiyor. Yolun sağında bir kaç sütun, solunda yüksekçe bir duvar.
Bir yapı, tapınak olmalı, köşesinde üç sütun, üzerinde kiriş L biçiminde. Köşedeki sütun kare, diğer iki sütun yuvarlak. Diğer sütunlar ayrı ve bağlantısı yok köşedeki üç sütunla.
Başka bir sütunlu yol, buradaki sütunların başları tam, yol taş döşeli. Solda alçak bir duvar var.
İçlere doğru gidince burada kazı yapıldığı ve restore çalışmalarını görüyorum. Bir binanın giriş kapısı, duvarları yüksekçe. Sadece çatısı yok.
Kimi binaların kemerleri görünüyor. Kemer genişçe.
Kalın, kısa kare ayaklar üzerine taş kemerlerle geçit halinde yapılmış bir yapının içinden çekiyorum. Sol tarafta ayaklar üzerinde kemer başlangıcı sağ tarafta duvara örülmüş.
Kısa, kalın sütun kemeri diğer tarafa da yapılmış. İki taraf ta kemerli ve üstü kapalı bir geçit.
Sütunlar sıra sıra dizilmiş yol boyu ve genişçe bir alanın kenarlarında dikili duruyor.
Bu cadde hakkında yazılmış uzunca yazının resmini çekiyorum.
Zeminde döşeli pişmiş toprak künklerin bir kısmı görünüyor.
Antik kentin kenarındaki yola çıktık. Az ilerde sağda kazı çalışmaları devam ediyor. Sol tarafta tel örgü ile çevrelenmiş antik kent son kazılarda tel örgü dışında da kalıntılar ortaya çıkmış.
Atik kentin tel örgüleri devam ediyor tepeye kadar. Biz dıştaki yolda rotamızı takip ediyoruz nehir boyu.
İlerideki tepe yamacına gelince bu yamaçta kaya mezarları olduğunu zannettiğim delikler görüyorum. Biraz yumuşak kayaçlara kimi geniş, kimi dar giriş yapılmış. Hepsi aynı hizada değil, kimi yüksek, kimi alçak.
Yamacın diğer tarafında da mezarlar görünüyor. Herhalde antik kentin nekropol kısmı burada yapılmış. Antik kenti gezerken nekropol (Mezarlık) görmemiştim.
Antik kenti geçer geçmez vadiye girdik ve Büyük Menderes nehri bize kendini gösterdi. Gösterdi, gösterdi göstermesine ama beni şaşırtan akan suyun berrak ve temiz akmasıydı. Sevindim böyle temiz akmasına. Demek ki Denizli’den gelen Çürüksu çayındaki kirlilik Büyük Menderes nehrini kirletiyordu. Kıyılarda sazlar ve hayıtlar var.
Vadiden gelen nehir dar bir yerden tertemiz akıyor. Karşı taraf kıyıları sazlık, beni olduğum tarafta Zakkum pembe çiçekler açmış.
Yolu yaparken kazdıkları yerde iki farklı renkte toprak yapısı ortaya çıkmış. Alt kısım koyu gri, neredeyse siyaha yakın. Üst kısmında, 1.5 – 2 metre kalınlıkta toprak yüzeyi bej renginde.
Burada üzüm bağları gözüme ilişiyor, boşluk olan yerlerde kırmızı gelincikler açmış.
Nehrin karşı tarafına geçen bir köprü görünce o tarafa girdik. Ferdimen köprünün ortasında resim çekiyor. Köprü uzun, kenarları korkuluk demirleri uzayıp gitmiş. Tam ortada uzunca bir kavak göğe doğru uzamış gövdesini saran sarmaşıkla birlikte.
Köprü başındaki demire tabelamızı bağlıyorum.
Büyük Menderes nehri berrak ve temiz aktığını gördüğüm için şanslıyım. Yıllardır her geçişimde nehrin dibini görme şansım olmadı. Şimdi ise nehrin yatağındaki tüm çakıl taşlarını görmekteyim. Ayrıca bolca suyun akması da sevindiriyor beni. Yaptığımız turun amacına ulaşması için çabamızı sürekli göstermeliyiz. Tarımda ürünleri zehirlemeden, balıkların, kaplumbağaların, kurbağaların, yengeçlerin yüzdüğünü görmemiz gerek. Savaşımız bunlar için olmalı. İnsanlara bütün pislikleri nehre akıtmamalarını anlatmalıyız ki geleceğimize temiz bir miras bırakalım.
Büyük Menderes nehri ağaçların arasından usulca ve tertemiz akıp gidiyor.
Dar vadi dibinden, nehrin akışına doğru, suyun kaynağına yolculuğumuz sürüyor. Vadinin yamaçları dik, Önde Ferdimen bisikleti ile gidiyor. Mehmet daha ileride.
Yol bu kez karşı tarafa doğru köprü ile bağlanmış. Köprü başında durup demire tabelamızı bağlıyorum. Köprü korkuluk demirleri, KUZ, kıvrılarak akan nehir ve yamaçlar görüntüye giriyor.
Karşı kıyıya geçer geçmez barajın gövdesi tüm ihtişamlığı ile karşıma çıktı. Burası vadinin en dar yeri olmalı. Baraj duvarı yüksek beton olarak milyonlarca metre küp suyu tutuyor. Önümde bir kaç ağaç ve akan nehir.
Barajın gövdesinin en üst kısmına tırmandıktan sonra, barajın sağ tarafında yamaç betonla kaplanmış. Bu beton içine kocaman tüneli görünce içine girerek gölgelik ve serin yerde dinleniyoruz. Yokuşu çıkınca terledik ne de olsa. Ferdimen tünel girişine oturmuş gölgelik yerde, sağında ve solunda iki bisiklet duruyor.
İlk önce Güney şelalesini görmeye gidiyoruz. Az daha tırmanış var. Baraj seviyesinden yükseklerdeyiz. Gölet geniş bir alan oluşturmuş. Üstümde çınar ağacı var, dalları resmin üstünde görünüyor birazcık. Karşıdaki yamaçta bir yol kıvrılarak yukarı doğru çıkmakta. Sanırım o yoldan gideceğiz. Yolun üstünde teras olarak bir kaç kademe daha var.
Ve ağaçların arasından Güney şelalesini görüyorum yükseklerde. Su yüksekten dökülüyor ama ağaçlardan döküldüğü yeri göremiyorum.
Sonunda Güney şelalesinin dibine geldik. Yüksekten, epey yüksekten, iki yerden dökülüyor. Burasının dibin görünmüyor. İkinci kademeden bir daha dağınık biçimde, bir kaç yerden yolun dibine kadar dökülüyor. Şelalenin yüksekliği 20 metre civarında. Şelalenin etrafı yeşil bitkilerle kaplı. Burası milli park olarak ilan edilmiş doğal güzellikte bir yer. Beton taş döşeli yolda Ferdimen’in bisikleti ve KUZ park etmiş durumda.
Burada restoranlar var yemek yiyeceğiniz. Biz de oturup balık yiyeceğiz birinde. Bisikletim KUZ yolun kıyısında park edilmiş halde duruyor. Dik yamaç bitkilerle yemyeşil durumda
Bu yamaçtaki bitkilerden yoğun olanı sarmaşık türü her tarafı kaplamış durumda. Nedeni ise yamacın her tarafından su çıkması. İki yerden su akıyor çeşme gibi.
Restoranın birine oturduk. Manzara çok güzel, baraj göletini izleyerek yemek yiyeceğiz. Biraz yüksekteyiz, altımızda ağaçlar boy göstermiş, karşıdaki dağlar manzarayı tamamlıyor.
Üstü kapalı bir yerde masanın birine oturduk, Alabalıkları ısmarlayıp beklemeye başladık. Dünyada en çok resim çeken garsona bizi çekmesini rica ettik. O da bizi kırmadı ve üçümüzü masada otururken çekiyor göl manzaralı olarak.
Pişen balıklar gelince yanına da soğuk bira eşliğinde yiyoruz. Balığı ağlatmamak gerek değil mi? Karnımızı doyurduktan sonra bisikletlere binip kendimizi yokuş aşağı saldık. Yemekten sonra kahve içmemiz gerek. Göl manzaralı bir yer seçerek duruyoruz. Kahve takımlarını çıkararak kahve pişirmeye başladım. Ferdimen Mehmet ile beni arkadan göl manzaralı olarak çekiyor benim telefonumla.
Kahve pişiyor, logolu fincanımı elimi uzatarak gölü çekiyorum. Fincanın içinde köpüklü kahve, baraj gölü ve karşıda tepeler olarak manzarayı oluşturuyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
İnişte göletin karşı kıyısını ve tepeleri çekiyorum. Baraj gövdesi üzerinde yol var ve devamında yokuş başlıyor.
Tam karşımda koca bir dağ gölet yüzünden tepeye dönüşmüş. Kayalıktan oluşan dağ girintili, çıkıntılı ve az olarak bitki görünüyor. Dağın yansıması gölete vurmuş. Hafif esen rüzgarın titrettiği su yüzeyinde yansıma net değil.
Baraj gövdesinin üzerine geldik, tam ortasından göl yüzeyini dar olan vadiyi çekiyorum. Göl dar ve uzun bir vadidedir. Göldeki su seviyesi tamamen dolu.
Su yüzey alanı: 2.80 km2
Toplan su hacmi: 84.27 hm3
Baraj altındaki elektrik santralını ve kanallara ayrılmış beton yapıları çekiyorum. Buradan Büyük Menderes havzasını sulamak için su kanallara ayrılıyor. Santralın kurulu gücü 28.72 MVA dır.
Baraj duvarına nehre atılan plastik atıklar su yüzeyinde birikmekte. Bu da barajın yukarılarında insanlar nehri kirletmekte olduğunu gösteriyor.
Düzlük bitince sert yokuşlar başladı, hem de ne sert. Zig – zag sürerek çıkarken Ferdimen Mehmet’i bisiklet üzerinde arkasında gölet manzaralı çekiyor.
Yavaş ve emin pedallarla çıkıyoruz. Bazen durup nefesi azaltırken geriye dönüp çıktığımız yolu ve baraj göletini çekiyorum. Epey çıkmışız demek ki. Ve hala çıkmamız gereken yokuşlar var.
Ağır ağır çıkarken Mehmet ve Ferdimen’i direkler üzerinde kiremit döşeli çatısı olan, üç tarafı bir metre duvar örülü, üzeri yeşil gölgelikli bir yapıda koltuklarda otururken görüyorum. Bisikletlerini park etmişler, koltuklarda gel keyfim gel beni bekliyorlar. Yapının ön kısmı açık, zemini beton kaplı. Burada kamp yapılabilir.
Ben de biraz dinlenip nefesim normale dönmesiyle tekrar kıvrılarak yukarı giden yola çıktım. Etrafta çam ağaçları var.
Rakım yüksek olsa da buralarda zeytin ağaçlarını görünce durup resmini çekiyorum Demek ki Akdeniz havası buralara kadar geliyor.
Eğim o kadar çok ki arada durup dinlemeden yol alamıyorum. Gidonumda takılı iki tüy ve dönemeç olan önündeki yokuş nereye çıkıyor bilmiyorum. Ne zaman bitecek bu yokuş, artık bitsin gayri.
Yokuşu çıkarken üzerimi çıkarıyorum ki terim atletimi sırılsıklam yapmasın. Üzerim güneş ışınlarına maruz kalınca kıpkırmızı olmuş durumda. Ferdimen beni çıkarken resmediyor bir an için.
Yokuşu çıkarken bir çeşme karşıma çıkıyor. Tamamen betondan yapılıp, beyaz badana ile boyanmış. Aynasına yeşil sprey boya ile İsmail yazmış birisi. Yalak kısmına da 93/1 devre yazmış askerin birisi. Çeşmeden su az akıyor. Suları dolduracak kadar değil. Arkası tamamen yeşillik olarak kaplamış ağaçlar.
Bahçenin girişinde 50 X 80 cm boyutlarında içi oyuk taş dibek konulmuş. Yanına SATIK ARZİ olarak yazılmış. Yanında demir bir direk ve uzun bir demirle bahçe girişi 6 tahta dağınık biçimde konularak kapatılmış. Hemen dibinde incir ağacı ve bahçe içinde zeytin ve nar ağaçları görünüyor.
İncir ağacına tabeladan bir tahta konulmuş. Tahtaya kırmızı boya ile “İncir yemek selbes. Marangoz Orhan” yazılmış. Maalesef incir mevsimi olmadığı için yiyemiyoruz.
Sonunda Güney kasabası göründü. Yamaçta kurulu olan kasabanın evleri fazla yüksek değil. Biraz daha yokuş çıkacağız demek ki.
Kasabaya giriş yaptık, yolda kazı çalışmaları yapıldığı için cadde tamamen toprak. Ferdimen beni yokuşu çıkarken çekiyor arkamdan.
Yokuşu çıkarken bir çeşme görünce duruyorum çeşmenin başında. İki tane geniş borudan su akıyor. Çeşmenin duvarı kayrak taşı ile kaplanmış. Beyaz bir mermer üzerinde “Kocapınar 1950 Belediye” yazılmış. Su iki bölmeli yalağın içine akıyor. Her olasılığa karşı sularımı dolduruyorum çeşmeden.
Kasabanın merkezine geldik. Bisikletleri kahvenin birisinin önünde park ettik. Karşıda bir dükkanda yazılanları görünce dükkan tabelasını yakından çekiyorum. Tabelanın üstünde 34 Nolu sokak (TN. 4) tabelası sokağı belirtmiş. 4 B dükkan numarası. Dükkan tabelasında yazan ise; “Özen kundura tamircisi, O ŞİMDİ UZAKLARDa Ömer Kanlı
İşin ilginç yanı dükkanda yazılı kartondan tabelalar. Büyük küçük harf karışık olarak şunlar yazılı;
AYAKKABI
TAMİRİ YAPILIR
HER RENK AYAKKABI
BoyanıR HeRkesin
istedigi paRaya
TamiR yapıLIR
(Nedense R harflerini hep büyük harf olarak yazmış kunduracı Ömer usta)
Daha aşağıda;
AYAKabı
TamiRi GaRanTİ
YAPILIR
Dükkanın başka bir yerinde de üç kartona şunlar yazılmış;
1. Karton
AYAKKABI
BOYANIR
İki yazı yazıcı ile düzgün yazılmış. İki yazı arasına;
Cila ile De
Boyanır
Cila ile De olur
yazılmış.
Daha küçük bir kartona;
Kaveye
gittim
Geliyorum
Bekle
Yazılmış.
3, Kartona görünen kısmı kadarıyla;
KKabı
boyanır
miRyaPILIR
Sağ üst köşede;
1 TL DİR
Bu ilginç ayakkabı tamirci dükkanında yazılanları çekmemin sebebi ilginç yazılar ve en önemlisi de şu; Herkesin istediği paraya tamir yapılır yazması. Demek ki bu kasabada fakir çok ve yeni ayakkabı almasını bırak tamiri bile yaptıracak gücü yok.
Kasabanı meydanında kazı çalışmaları var. Kanalizasyon boruları döşeniyor. Yaklaşık 1.5 metre genişliğinde beton boru ve çalışma yapan traktör kepçe ve kamyonlar meydanda.
Üzerinde iki kat ev olan kahvenin önünde bisikletlerimiz park halinde. Sonradan burasının belediyenin oteli olduğunu öğrendik.
Akşam olmak üzere, karşıdaki belediye binasına giderek kalacak yer konusunda görüştük görevlilerle. Bu görüşmeyi daha çok istihbarat şefimiz Mehmet Aydın yapıyor. Ne de olsa Asker emeklisi. Bu konularda çok yetenekli olduğu kesin. Bisikletlerimiz Belediye önünde park halinde. Zafer kazanmış komutan edasıyla Mehmet belediyeden çıkmış bisikletini alarak bize doğru gelmekte. Belediyenin otelinde kalacağımızı Mehmet müjdeliyor bize.
Kalacağımız otel deminki kahvenin üzerinde, bisikletleri otele götürüp görevliden anahtarı aldık. Çantaları odaya taşıdıktan sonra dışarı çıkıp pazar için tezgahını kurmuş bir pazarcıyı Ferdimen çekiyor. Tezgahın başında köylü, kafasında kasketi ile arkasındaki kasaya bir elini dayamış şekilde duruyor. Kasalarda domates, salatalık var, önündeki tezgahın üzeri kırmızı bir örtü ile örtülmüş. Herhalde pazar yarın kurulacak gibi.
Ferdimen tezgahı çektikten sonra ben de hem Ferdimen’i hem de tezgahı olduğu gibi çekiyorum. Kırmızı örtülü tezgahın yanında patates serilmiş.
Kahvenin bahçesinde çok basınçlı su akan bir çeşme var. Yalağın içi ve biraz yukarısı yosun tutmuş. Çeşmeden su basınçlı akarken arkada T borudan normal akan su var. Bu çeşmedeki su daha güzel olduğunu belirtiyor kahvedekiler. Daha önce çeşmeden doldurduğum suları dökerek buradaki çeşmeden dolduruyorum. Yukarıda bir halkaya bağlı uzun zincir çeşmeye kadar gelmiş. Ucunda da krom bir tas bağlı. Maalesef çeşmelerde olağan bir durum bardağı zincirle koruma altına almak. Bu ahlaksızlık ne zaman bitecek belli değil. Yalağın yanında iki saksı ve bir tahta kahve sandalyesi duruyor.
Otelin odasına çıkıp odadaki yataklara yerleşiyoruz. Otelde çeşmelerden su akmıyor, tuvaleti bozuk işler durumda değil. Artık suyu aşağıdaki çeşmeden alacağız. İstihbarat şefimiz Mehmet yakınlarda hamam olduğunu öğreniyor. Havlumuzu, su donları ve temiz eşyaları alıp hamama giderek bir güzel yıkanıp keselendik. Sıcak su bizi kendimize getirip tüm yorgunluğu alıp hafifliyoruz. Terli çamaşırları bir sabun su ile yıkayıp pakladık. Temiz ve kuru elbiseleri giyip otele döndük odamıza. Odanın içine ip gererek çamaşırları astık kuruması için. Ferdimen beni eşyalarımı çıkarırken yatağın ucunda çekiyor. Odanın içinde üçten fazla yatak var.
Akşam yemeğini yapmıyoruz çünkü istihbarat şefimiz yaptığı araştırmalarda yakınlarda ızgara salonu buluyor ve bizi oraya götürdü. Burada kelle paça çorbası, acı biber, sarımsaklı sirke ve bol limon ile karnımızı doyurduk. Ferdimen Mehmet ile beni masada boş çorba kaseleri ile çekiyor.
Karnımızı doyurduktan sonra çayları da içerek bir süre daha lokantada oturduk. Fazla geç olmadan otele giderek odamıza çekildik. Bisikletleri otel içindeki koridora kilitledik bu ara. Telefonları ve şarj edilecek cihazları prize takıp şarj ediyoruz. Sonrasında yatağa yatıp uyku moduna geçtik. Bu gün her ne kadar az yol yapsak ta Güney barajından sonra sert yokuş bizi çok yordu. Yaklaşık 600 metre tırmandık sayılır. 148 metreden 753 metre rakıma çıktık. Fazla zorlamaya gerek yok. Nerde tırak orda bırak.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 40 Kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası