Etiket arşivi: kapıdağı

İki Ada Bir Yarımada 7. Gün

29 Ağustos 2017 Salı

Kapıdağı Yarımada Turu – İzmir

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak: vurmada nabzı ruhun.

Yarasalar duyurmada bana
Kanatlarının ihtizazını.
Şimdi hep korkular benden yana
Bekliyor sular, açmış ağzını.

Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda dağılmayan sükûn.
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak vurmada nabzı ruhun.

Siyah ufukların arkasında
Seslerle çiçeklenmede bahar
Ve muhayyilemin havasında
En güzel zamanın renkleri var.

Ölmedim hâlâ.. yaşamaktayım.
Dinle bak: vurmada nabzı ruhun!
Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.

Ruhum ölüm rüzgarlarına eş,
Işık yok gecemde, gündüzümde.
Gözlerim görmüyor… lâkin güneş
O her zaman, her zaman yüzümde.

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Dalgaların sahile vuran sesi ile uyandım. Gece sıcaktı, çadırımdan yine deniz manzaralı uyanmak güzel. Kumlar her tarafta, çadırlar sitenin çardağının dibinde kurmuştuk. Önümde Cem’in bisikleti ve çadırı, kumsal ve dalgalı deniz.

Kalkar kalkmaz deniz donumu giyip denizin tadını çıkarıyorum. Deniz suyu da sıcaktı. Sabahın erken saatlerinde kimseler yok sahilde. Kumsalın bittiği yerde kayalık burun var denize uzantılı.

Kumsalda kahvaltı yapmıyoruz. Toparlanıp yakında olan Çayağzı köyüne doğru gitmeye başladık, kısa sürede köye vardık. Aslında çok yakın olan köye nedense varamamıştık ve arkadaşları ikna edememiştim. Köyün evleri ve küçük limanı görünüyor.

Kahvaltıyı burada yapacağız, köyün kahvesinde konuşlanıp kahvaltıyı hazırlamaya başladık. Kahvenin bahçesinde incir ve dut ağaçları var. Ağaçların gövdeleri böceklerden korumak için kireç vurulmuş. Olmuş incirlerden bir kaç tane koparıp kahvaltı öncesi yiyorum.

Kahvaltıyı yapıp toplanarak yola çıktık. Bu günkü hedef Erdek, Cem ve Yıldız Bandırma yol ayrımında düz devam edecekler. Ben Erdek tarafına giderek arabayı park ettiğim yerden alıp İzmir’e doğru gideceğim. Arkadaşlarla öyle anlaştık. Bulunduğumuz köyün adı Çayağzı. Burada devamlı akan bir çay denize kavuşuyor. O yüzden Çayağzı ismi konulmuş. Çay küçük te olsa bu ayda akması iyi. Su hayattır ve etrafa yaşam katıyor.

Çay akınca çeşmeler de akıyor. Yolcular için çeşme yapılmış ve yolcu olarak suyun tadına bakıp mataramı dolduruyorum çeşmeden. Çeşme bej renginde fayanslarla yapılmış. Arkasında çınar ağaçları.

Çayağzı’ndan itibaren deniz kıyısından ayrılıp karadan gitmeye başladık. Yol öyle yapılmış. Deniz kıyısından bir yere kadar yol var ve bitiyor. Haliyle karaya vurunca hafiften tırmanışlar da başladı. Havada bu gün de bulutlar parçalı olarak üzerimizden geçiyor.

Ağustos ayı olmasına rağmen şeftali ağacındaki şeftaliler henüz olgunlaşmamış yeşil renkte. Herhalde kış şeftalisi, bu mevsimde çoktan olgunlaşması gerek. Şeftaliler yeşil olunca yiyemiyorum. Ağacın dalları şeftali dolu durumda.

Tırmanış devam ediyor, durup hem soluklanıyorum hem de yolun resmini çekiyorum kartal tüyümle.

Çayağzı çayını besleyen küçük bir gölet görünce durup resmini çekiyorum. Gölet çayın ağzına bent yapılıp su toplanıyor havzada. Gölet uzunlamasına dar bir alanda. Buradan göletin başlangıcını görebiliyorum. Etraf çam ağaçları ile çevrelenmiş.

Su olunca su kuşları da kendine mesken ediniyor. İki tane turna kuşu görüyorum uzaktan. Umarım resimlerini çekebilirim.

Turna kuşları beni fark edince havalanıp uçmaya başladılar. Cep telefonumla hazır beklediğimden havada uçarken ikisini de yakalıyorum bir poz. Çektiğim resimde pek belirgin olmasa da cep telefonuyla iyi yakaladım. İkisi tam ortada üst üste uçuyorlar.

Çayın gölete kavuştu yerdeyim, yatağında su gelmeye devam ediyor. Dibinde yeşil çimenler çıkmış. Az yukarıda da tarla olarak sürülmüş bir yer görüyorum.

Sağdaki ağaç yığınları yola gölgelik yapıyor. Ben de en sağdan, gölgeden gidiyorum.

Yolcunun tatlı meyvesi burada da var. Böğürtlen, tam da mevsimi. Olgunlaşmış böğürtlenlerden bir avuç toplayıp yiyorum. Dünkü topladığımız böğürtlenler kabın içinde iyice dağıldıklarından reçel yapamamıştık. O kadar böğürtlen boşa gitti. Avucunda bir kaç böğürtlen resmini çekiyorum dikenli çalısı ile.

Yolda bir çeşme daha görünce duruyoruz, hava da iyice sıcakladı. Serinlemek gerek. Çeşmeyi büyük yapmışlar ve iki tane yalak var altında. Çeşme tarafı fayans döşeli, yalak ve üstü duvar örülü ve kireç badana yapılmış. Biz çeşmenin başındayken amcanın birisi eşek ile geliyor. İki tane plastik bidonla çeşmeden su alacak. Eşek ve çeşmenin yalağı ile birlikte çekiyorum. Yerde bir tane bidon yatık durumda. Arkada incir ağacı ve zeytin bahçesi.

Ağaçlar sık ve büyük. Aralarında iki tane ağaç kurumuş.

Amca sularını doldurup eşeğe yüklerken bisikletlerimiz ve çeşmeyi olduğu gibi uzaktan karenin içine alıyorum. Çeşmenin üzerini asma sardırılmış. Bakalım üzüm var mı?

Çeşmenin üzerine çıkıp yakından bakıyorum asmaya. Kimi salkımlar siyahlaşıp olgunlaşmış. Kimi salkımlar da yeşil koruk olarak yeni büyüyorlar. Asma yediveren galiba.

İri bir salkımı elimle tutup resmini çekiyorum. Üst taraftaki üzüm taneleri mor renkte, altta ise bir kaç yeşil tane var.

Üzüm salkımını koparıp çeşmede tozlarından arındırarak hep beraber yiyoruz tane tane üzümü. Tadı da nefisti. Başka bir köylü tarlasından topladığı otları atın semerine bağlamış. İki yanında da kocaman sepetler var. İçinde meyveler olmalı bahçesinden topladığı. Köylü geçerken meraklı gözlerle bize bakıyor. Üç tane bisikletçi, üçü de yüklü kendi atı gibi. O bize bakarken atı üzerinde bir poz çekiyorum.

Bu tarafları daha düz ve eğimi az olan yerler. Ayrıca sık sık çeşme de görüyorum. Dağdan gelen iyi bir su kaynağı var demek ki. Ayrıca buralarda bir çok tavuk çiftliği de var. Sık sık yem tankerleri gelip gidiyor yolda. Sonunda denizi uzaktan görüyorum yolun ucunda.

Bir evin bahçesinde gördüğüm beyaz renkte çiçek açmış bitkinin arasından bir kaç kırmızı gül kendini göstermiş.

Sonunda sahilde deniz ile kavuştuk. Sahil olunca yazlıkçıların evleri birleşip köy gibi olmuş. Bir çok tekne de kıyıya yakın yerde bağlı duruyor.

Bir çeşme daha, bu kayrak taşlarından yapılmış. Su akıyor ve biraz su içiyorum çeşmeden. Çeşme bakımından bereketli yerler buraları. Çeşme tamamen çınar ağacının gölgesi altında kalmış.

Yarımadanın bu kesimi  daha sakin ve düz, o yüzden kıyıda boş yer yok gibi.

Marmara denizinin Bandırma tarafını görüyorum uzaklardan. Hava açık, sadece ince bir sıra bulut parçaları var ufuk çizgisinin üzerinde.

Yarımadanı Tatlısu köyüne geldik. Su bereketi hala devam ediyor. Adından da belli Tatlısu. Tabelanın resmin çekiyorum Tatlısu ve altında 50 Km hız sınırını belirtir trafik levhası.

Tatlısu köyünde de bir çok yazlık ve yazlıkçıların tekneleri denizde bağlı.

Aşağı yapıcı yerleşim yerinde mola veriyoruz. Burada çay içiyoruz deniz kıyısında üzerinde örtüsü olan masada. Tam karşıda da kimya fabrikası var manzara olarak. Cem kimya mühendisi ve bu fabrikada bir zamanlar çalışmış. Kimya fabrikası olur da çevreye zararı olmaz mı. Elbette olur ve insanlar pek farkında değil.

Sonunda yol kavşağına geldik, az sonra Cem ve Yıldız Edincik tarafına dönecekler. Edincik sol tarafta, ben düz Erdek tarafına gideceğim. Kavşağa gelmeden Cem ve Yıldız’ı arkalarından çekiyorum kavşak tabelası ile birlikte. Cem bana arabanın anahtarlarını veriyor ayrılmadan önce. Cem ve Yıldız ile vedalaşıp iyi turlar dileklerimi iletiyorum. İzmir’e kadar bisiklet sürerek gelecekler. Tabelada solda Edincik, düz olarak Erdek yazısı var.

Kapıdağı yarımadasını ana karaya bağlayan dar bir yerden geçiyorum. İki tarafın denizi aynı anda görünebiliyor. Burası deniz  seviyesinden 7 metre yükseklikte bir yer. İki denizin bu kadar dar bir yerde birleşmesi kış aylarında arabalara kar lastiği taktıracak kadar soğuk ve karlı geçtiğini belirtiyor. Karayolu tabelasında lastiklere zincir takmak için uyarı levhası takılmış.

Zeytin bahçesinin dibinde Marmara mermerinden bir çeşme yapılmış. Çeşmenin resmini çekiyorum.

Arkadaşlardan ayrıldıktan sonra Erdek tarafına tek başıma bisiklet sürmeye başladım. Önümdeki son yokuşu da tırmandıktan sonra Erdek ilçesine giriş yapıyorum. Tabelası da orta refüjde olunca bisikletim KUZ sol şeridin kaldırımına yakın park ediyorum. Erdek tabelası, nüfus : 34700 yazılmış. Bisikletim KUZ, turuncu çantalar. Çantanın üzerinde güneş paneli bataryayı doldurmaya devam ediyor. Orta refüj çim ekili.

Erdek merkeze geliyorum, Cumhuriyet meydanında bisikletim KUZ ve Atatürk heykeli ile meydanı çekiyorum bir poz. Direklerde 5 tane Türk bayrağı asılı.

Hiç zaman kaybetmeden arabayı park ettiğimiz yere geldim. Araba yerinde duruyordu, bu iyi. Otoparkın hemen yanındaki gölgelik çimenli yere oturup kahve takımlarımı çıkarıyorum. Tek kişilik cezvede kahvemi pişiriyorum. Kahvemi içerken hayallerimden birini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Kapıdağı yarımadası kıyılarını bisikletle dolaştım ve turun sonundayım. Bu turda telefonumla sürekli resimler çektim yol boyunca. Güneş panelinde bataryamı Güneş altında şarj ederek, geceleri de telefonumu bataryadan şarj ettim. Kahve cezvesi ocakta pişerken turu bitirmenin rahatlığı ile kendimi elçek ile çekiyorum yeşil çimenlerin üzerinde.

Kahvemi içtikten sonra arabanın yanına geldim. Bisikletimdeki çantaları arabanı içine attım. Gidondaki tüyleri de aldım yolda rüzgardan uçmasın diye. Bisiklet taşıyıcısını arabanın arkasına takıp bisikletimi bağladım sıkıca. Ardından yola çıktım ve bir kez kahvenin birinde mola verdim sadece. 5 Saat civarında bir yolculuktan sonra eve geldim. Bisikletimi ve çantaları arabadan eve taşıdım. Bisiklet taşıyıcısını arabanın içine yerleştirip eve girdim. Evdekilerle hoş geldin beş gittin muhabbetinden sonra sıcak bir duşun ardından akşam yemeğini yiyip yatıyorum balkonda.

Artık erken kalkmaya iyice alıştığımdan erkenden uyanıp balkondaki masamın başına oturdum. Bilgisayarı açıp cep telefonumdan çektiğim resimleri yükledim. Ayrıca harici hard diske de yedeğini kopyaladım. Bunu yaparken de kahvemi pişiriyorum bu arada. Kahve ocağım, cezve, içi kahve dolu fincan içilmeye hazır. Kuru dut taneleri ve bilgisayarım masada. Solda balkon dışında demir çubuğa bağlı Türk bayrağı aşağı sarkmış.

Sabahın erken saatleri olmasına karşın beyaz güvercinim de bana günaydın demeye gelmiş. Beyaz güvercin beni unutmamış bir haftalık yokluğumda. Sabah yemini yemek için tele kondu, yem atmamı bekliyor. Alttaki telde de çarşı güvercinleri ayrı duruyor. Hemen yemlerini atıyorum ve tur boyunca çektiğim resimleri tek tek bilgisayardan bakmaya başladım kahvemi içerken.

Bir tur yazısı daha bitiyor. Hayallerimden birisini yaptım. Kapıdağı yarımada turu. Bunu yaparken de iki adayı da dolaştım; Avşa adası ve Marmara adasını. Çok güzel anlarım oldu, hepsini an be an yaşadım, resim çektim ve hazine torbama bir çok hikaye koydum. Yaşadığım hikayelerin hepsini anlattım sizlere, umarım sıkılmamışsınızdır. Gezip göremeyenler için ve görmeyen kör arkadaşlarım için resimlerde elimden geldiği kadar betimleme yapmaya çalıştım. Dilim sürçtüyse affola der ya anlatıcılar ben de öyle diyorum. Yazmak gerçekten zor bir zanaat. İki yıl oldu ama zaman anca bulup yazabildim affola.

Başka turlardaki yazılarımda görüşme dileği ile yeni maceralara pedal çevirelim

Bu gün yaptığımız yol 33 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 5. Gün

27 Ağustos 2017 Pazar

Saraylar – Erdek

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?
Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ park etmiş durumda, Marmara deniz kıyısı. Karşıda ada, gidondaki tüyün yanında Güneş denize kavuşmak üzere. Turuncu çanta üzerinde güneş paneli bağlı.

Gece Cem’in hamağını alıp uyumuştum. Hamakta uyumanın zevki bir başka oluyor. Ben de bunu yapıyorum ve kuş cıvıltıları başlar başlamaz uyandım. Hava tam sabah havası, çınarların altı cıvıl cıvıl kuş sesleri. Yattığım yerden cep telefonum ile ayak ucumu çekiyorum.

Hakan da erkenden uyanmış kendine filtre kahve pişirmeye hazırlanıyor. Piknik masasının kenarına arkası dönük oturmuş. Ben de olduğu gibi çekiyorum. Solda çınar ağacının içi çürümüş gövdesi ve kaya parçası.

Hakan’a günaydın deyip masaya oturuyorum. Kahve kutumda kahve kalmamış, Kahve değirmenini çıkarıp kahve öğütmeye başladım. Aynı şekilde Hakan da ona hediye olarak aldığım kahve değirmenini çıkarıp kahve öğütüyor. Onun değirmeni kalın çekmeye ayarlı. Çünkü filtre kahve için kalın çekmek gerekli. Yoksa buharlaşan su süzgeçteki kahveyi alıp yukarısındaki hazneye taşır ve fitre kahve olmaz. İkimizin elinde kahve değirmeni, Hakan’ın önünde filtre kahve cezvesi, bende bakır Türk kahve cezvesi. İki ocak ta yanıyor ve kahveler pişiyor. Masanın üstü kahveler, cezve, çaydanlık, içinde çay dolu bardak. Arkada bisikletler ve çadırlar.

Sabah kahvelerimizi içiyoruz, ilk önce Türk kahvesi. Ardından filtre kahve ve çay. Hepsi bir arada. Sabah kahvaltısının dağıtımını beklerken acıkmış olarak camlı kapının arkasında aç, sefil, camları tırmalarken bizi çekiyorlar. Camlı kapının arkasında Hakan, Cem ve ben cama yapışmış tırmalarken.

Sonunda kahvaltı dağıtılmaya başlandı ve kahvaltılıklarımızı alıp uzakta olan piknik masamıza geldik. Kendi çayımızı kendimiz demledik çaydanlıkta. Gidip uzaklardan çay getirmenin alemi yok. Bu gün yol arkadaşlığı yapacak olan beş kişi masada kahvaltı yapıyoruz. Ben, Hakan, Yıldız, Demet ve Cem. Hakan elindeki yumurtayı Demet’e uzatırken elçek resim çekiyorum.

Bu gün Demet’in doğum günü ve hakan pasta yerine kaynamış yumurtanın üzerine acı biber salçası sürülmüş olarak eli ile uzatırken resmini çekiyorum. Hakanın sadece eli, Demetin yüzü ve elde salça sürülmüş yumurta.

Kahvaltıyı güle oynaya yaptıktan sonra eşyaları ve çadırları toparlayıp bisikletlere yükledik. Yola çıkmaya hazırız. Yola çıktık ve festivaldeki bisikletler de yola çıkıyorlar. Önden resimlerini çekiyorum. Sol tarafta çınar ağaçları, sağda ise çam ormanı.

Bisikletlileri uğurluyoruz, biz de arkalarından yola çıkmaya hazırız.

Onları uğurlarken beş bisiklet yüklü ve dört kişi gidenlere el sallıyor. Resmi ben çektiğim için aralarında yokum.

Ve biz de beş kişi yola çıktık. Deniz kıyısında nefis koyları izleyerek pedal çeviriyoruz. Deniz alabildiğine mavi ve hafif çalkantılı. Rüzgar yok gibi. Küçük bir kumsal ve denize doğru girintili kayalık.

Biraz yükselince koy daha belirgin olarak güzelliğini gösteriyor. Koyun iki ucu da kayalık denize doğru. Kumsalda çam ağaçları iki sıra dikilmiş.

Marmara adasına ve Marmara denizine adını veren mermer ocakları görülmeye başladı. Sol tarafta kesilen mermerler blok halinde çıkarılıp molozları deniz kıyısına dökülerek denizi dolduruyorlar.

Sağda aşağıda terk edilmiş bir ev görüyorum. Önünde de antik iskele kalıntıları var.

Yol yapılırken kazılan yerler mermer olarak ortaya çıkmış. İleri tarihlerde buraları da kesilip düzleşecek.

Mermer kayalıklarını daha yakından çekiyorum. Tabaka tabaka yana doğru yarıklar var kayalarda. Dış etkenlerden daha çok oksit rengine bürünmüş mermer kayası kırık yerleri beyaz rengi ile kendini belirtiyor.

Mermer Cenneti Saraylar’a Hoşgeldiniz tabelası bizleri karşılıyor. Altından geçenlerle birlikte resim çekiyorum.

Mermerler kesilmiş blok halinde kenarda duruyor. Kırık dökük, işe yaramaz molozlar da bayağı var.

Yönümü deniz tarafına çeviriyorum. Marmara adasının yanında minik adacıklar da görmek olası.

Saraylar’a gelmeden tepeden yarımadayı çekiyorum. Rüzgar çıktı ve şiddetini artırmaya başladı. Yarımadanın rüzgar alan yerinde kumsal var. Burası dalgalı. Diğer tarafı sakin ve dalga yok. Dün biz sakin yerde denize girmiştik.

Saraylar Marmara adasının kuzeyinde kalıyor. Mermer ocakları da bu tarafta. Dağ, tepe mermer çıkarılıyor binlerce yıldır ve hala çıkarılmakta. Tepenin başında resim çekmek için durunca Hakan da durmuş bana bakarken çekiyorum. Festivaldekilere de yetişmişiz bu arada. Arkadakilerin bir kaçı ile beraberiz. Arka fon tamamen mermer ocakları ile kaplı.

Saraylar köyü ve sahili. Sahili mermer plakalarla kaplamış deniz kıyısını.

Bisikletim KUZ ön ve arka çantaları ile birlikte çekiyorum. Ön tekerlek mazgalın içine girmiş durumda. Mazgalları yerleştiren belediye ve çalışanları bisikletin buralara geleceğini hiç düşünmemişler. Her şey araba için düşüncesindeler. Çünkü ulaşımı araba ile yapıyor tüm adadakiler, ister sivil olsun ister resmi hiç fark etmez. Belki de ilk defa bu kadar çok bisikletli gördü Saraylar. Bisikletlerle geleceğimizi bilseler mazgalların yönünü dik değil de enine koyarlardı. Mazgalda yazdığına göre Saraylar belediyesi döktürmüş döküm mazgalı. Gerçi şimdi belediye kalmamıştır köy olunca.

Mermer yurdunda olunca bir kaç blok mermer heykeltıraşların eline bırakmışlar. Heykeltıraşlar da sanatını göstermiş mermerleri oyup. Bu heykelde sadece insan yüzü yapılmış, diğer tarafları çıkıntılarla bezeli.

Saraylar küçük bir kasaba ve tamamı mermer ocaklarında çalışanlar oturuyor. En yüksek bina 4 katlı, sahil yürünme yolu ve küçük tekneler kıyıya bağlı durumda. Karşı tarafta festivaldeki bisikletçiler toplanmış. Sarı formaları ile kendilerini uzaktan belli ediyorlar.

Sahil yürüme yolunda ilginç tarzda yontuşmuş mermer heykeller var. İnsan yüzü şekilsiz, yamuk. Biraz gövde ve kollar düzgün, ayaklar yok. Sadece etek olarak tasarlanmış.

Gözleri kapalı güzel bir kadın heykeli, yüzü temiz ve düzgün yontulmuş. Belinden aşağı sarkmış saçları ve sol kolunu önden beline koymuş. Elin parmakları belirgin biçimde. Sadece sol kolu yok. Mermerdeki doğal siyah renkleri elbise giymiş gibi kalçasını gösterilmiş kadın vücut hatlarında. Sol bacağı aşağıya kadar yontulmuş. Ayaklar yok. Sanki heykel bir şeyler anlatmak için yapılmış. Bunu bir gün öğrenmek gerek. Açıkhava mermer heykel müzesi 2015 yılında Prokennesos heykel sempozyumunda bir kaç heykeltıraşın yaptığı heykeller sahil yürüme yolunda sergilenmiş.

Kuş kafası heykeli.

Limanın iç kesimlerinde küçük sandallar, tekneler kıyıya bağlı.

İzmir’den festivale katılan bir kaç kişi ile birlikte resim çekiliyoruz.

İskeleye geldik, Erdek tarafına gidecek gemi öğlen zamanı saat 12:30 civarı hareket edeceğini öğrenince fazla zaman kalmadı. Hemen biletleri alıp gemilerin olduğu yere geldik. Buradaki liman daha büyük ve ağır tonajlı gemiler tırlara yüklenen mermer blokları geminin içine sıra ile dengeli biçimde alıyorlar. Bir ara bineceğimiz gemi iskeleden açıldı. Yerine başka gemi yanaştı. Mermer yüklü tırlar gemiye alındı ve iskeleden ayrıldı. Bizim gemi açıkta bir süre bekledikten sonra tekrar yanaştı ve en son bizleri aldı gemiye. Gemi iskeleye yanaşırken pervanenin çıkardığı beyaz köpükleri çekiyorum.

Artık gemideyiz ve biraz gecikmeli olarak denize açıldık. Geminin yanlarında yürüme yolu var ve yüksekte. Orada korkuluklara tutunarak arka kısma doğru yürüdüm. Saraylar limanı ve denize açılışımızın resmini çekiyorum. Marmara adası geride kalıyor.

Geminin içi tamamen tırlar mermer yüklü olarak doldu. Kimisi branda ile kapatmış yükünü. Kimisi de açık durumda. Yolcular köprü güvertesinde kapalı alanda duruyor. Güvertenin anlında Güzel Saraylar Köroğlu Kardeşler yazısı yazılmış kırmızı renkte.

Bazı tırlarda bloklar kesilmiş dilimli halde yüklenmiş. İki üç tane de binek arabası en önde. İlk onlar inecek gemiden.

Yolculuk uzun olunca kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişiriyorum. Keyfini sürmek gerek yolculuğun. Elçek ile Ben, Demet ve Hakan’ı kahve fincanları ile birlikte çekiyorum.

Bisikletler en önde merdivenlere dayalı durumda sakince duruyorlar.

Aslında gemiye arka kısımdan inilip biniyorlar. Bisikletler en arkada ve yandan pervanenin çıkardığı beyaz köpükler bir kaynamayı gösteriyor.

Beyaz köpükler geminin ardından beyaz bir yol olarak arkada iz bırakıyor denizin lacivert renginde.

Hava güzel, dışarıda gidiyoruz. Yanlardaki oturaklarda sıralanmış olarak oturuyoruz. Yine elçek ile ben, Hakan, Demet ve Cem, ardımızda denizi çekiyorum. Güneşin parlak ışıkları arkada yansıyor.

Marmara adası giderek bizden uzaklaşıyor. Yoksa biz mi uzaklaşıyoruz. Adadaki dağlar denizin rengini alıyor. Tıpkı gök yüzü gibi MAVİ

Yol uzun olunca ve hava da iyice ısınınca mayıştı bizimkiler. Haliyle şekerleme olayları başladı. Yıldız, Cem, Demet ve Hakan gözleri kapalı uyuyorlar resmen. Ben de onların bu halini çaktırmadan çekiyorum. Hiç te çakmadılar.

Erdek’e yaklaşırken Hakan ile son bir resim çekiliyorum erkek erkeğe. İkimizin kolları birbirimize atık durumda gülümseyerek poz verdik kameraya.

Bizi kıskanan kadınlar da bizi niye çekmiyorsun deyince Demet ve Yıldız’ı aynı bizim gibi poz verirken çekiyorum.

Öğleyi geçince Erdek’e vardık. Bir süre Erdek’te dolanıp Hakan’a kahve değirmeni aldık antikacının birinden. Değirmen eski ve üzerinde resimler çizilmiş. Sonradan hakan bana hediye etti kullanamadığı için ve değirmeni saklıyorum. Fazla para da vermedik, 40 TL anlaştık satıcıyla. Öğle yemeğini yine nohutçuda ucuza hallettik. Artık veda zamanı deyip Hakan ve Demet ile vedalaşıyoruz. Onlar arabalarına bisikletleri yükleyip Denizli’ye doğru yola çıkacaklar. Kapıdağı yarımadası turunu yapacak üç kişi yola çıkmadan önce alış verişimizi yapıyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Erdek bir hayli kalabalık bir yer. Çoğunluğu yazlıkçı ve tüm yazlıklar dolmuş durumda. Kısa sürede kasabadan çıkıp tabiatın kucağında bisiklet sürmeye başladık. Erdek’ten çıktığımızı tabela bize belirtiyor. Etraf zeytin ağaçları ile dolu. Tabelanın altında 50 Km hız sınırının sonuna geldiğini belirtir trafik işareti var. Tabi biz o kadar süratli gitmeyeceğiz.

Yol deniz ile beraber gidiyor. Sol taraf deniz, sağ taraf tepeler başlıyor.

Deniz kıyısından biraz ileride su üstünde sıralanmış şamandıra grubu görüyorum. Yüzlerce şamandıra deniz içinde yetiştirilen midye tarlası.

Bu deniz hayvancılığı tarımı oluyor. Kontrollü yetiştirilen midyeler büyük şehirlerde mutfakları ve midye dolma satan tepsileri dolduracak.

Güneş sabah uyandığımız Marmara adasının tepelerinin üstüne geldi. Neredeyse bir süre sonra batacak. Üç bisikletçi yol kıyısında durmuş batan güneşin meydana getirdiği muhteşem manzarayı izliyor.

Kapıdağı yarımadasının belirli yerlerine deniz fenerleri konulmuş. Onlardan birinin yakınından geçerken durup fener kulesinin arkasında kalan güneş ile beraber çekiyorum. Fenerin etrafı tel örgü ile çevrelenmiş. Dışardan kimse giremiyor.

Bulunduğum yer rüzgarı çokça alan yer. Rüzgar türbinleri yerleştirilmiş yamaca. Rüzgarın döndürdüğü kanatlar sürekli elektrik üretiyor.

Yamacın ta ucuna kadar türbinler sokulmuş. Burası yarımadanın burnu sayılır.

Biraz dik bir yamaçtan aşağısı küçük bir koya iniyor. Küt bir tepe burun olarak denize doğru girinti yapmış.

Rüzgar türbininin en yakınında bisikletim KUZ ile resmini çekiyorum. Türbin kanatlarının uçlarına doğru iki şerit kırmızı renk çekilmiş. Güneşin son ışıkları bisikletimin turuncu çantalarına vuruyor.

Marmara adasında Saraylar tarafında batmakta olan güneşi bisikletim KUZ ile deniz manzaralı çekiyorum.

Küçük bir limanı olan İlhanköy’e geldik. Yol koyların girinti ve çıkıntılarından dolayı sürekli deniz seviyesine inip tekrar tepelere çıkıyoruz. Yine tepeden aşağı inerken İlhanköy manzarasını izlemek yetiyor.

Köyün içinden geçerken bahçelerin yeşilliği, meyve ağaçları. kabak ve çam ağacı tünelinden geçiyoruz.

Köy olur da eşek olmaz mı? Olur tabi ki. Boş bir tarlada bağlı olan eşek ben resim çekerken bana bakıyor acaba ne yapıyorum diye.

Kısa adı İlhan olan İlhanköy’den çıkış yapıyoruz tabelasını görünce. Gidonumdaki kartal tüyü de tabelalarla birlikte çekiliyor.

Bisikletin arka çantalarının üzerinde güneş panelini açmışım. Güneş paneli bataryamı dolduruyor yavaş yavaş. Gece de bataryadan cep telefonumu şarj edeceğim. Bisikletim KUZ park halinde ve güneşin batışını izliyorum. Tam gidonumun üstünde, tüylerin yanında güneş Marmara adasının Saraylar tarafındaki burunda batıyor. Marmara adasından daha da ilerde silik olarak Tekirdağ, Şarköy tarafları görünüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Güneşin batışını izledikten sonra hava kararmadan bir süre daha gidelim ve kendimize uygun kamp alanı bulalım diye gidiyoruz. Sol tarafta beton duvar, üzerinde bir o kadar yeşil plastik çit takılmış. Ne olduğu görülmüyor. Bu kadar kapalı bir alan yaptıklarına göre gizli saklı bir şeyler yaptıkları kesin. Yoksan neyi saklayacaklar. Duvarın yanında elektrik direkleri, lambaları yanmaya başlamış bile hava kararmadan. Sağda yamaçta yüksek voltaj elektrik hatları demir direkler üzerinde yolu takip ediyor.

Deniz kıyısı dik kayalık, inmesi olanaksız. Küçük bir ada ise tamamen kayalıktan oluşmuş. Üzerinde ağaç gibi bir bitki görünmüyor.

Yol bazen daralıyor. Bunu tabelada belirtmişler. Yuvarlak kırmızı daire içinde siyah ok geliş yönünü, Kırmızı ok gidiş yönünü belirtmiş. Yani, inişte olan kırmızı ok yönü, çıkışta olan gelişteki araçlara yol vermek zorunda.

Yol girintilere göre içeriye alabildiğine  düz yol olarak gidiyor. Girintinin sonunda deniz seviyesine yakın iniş olduktan sonra çıkış başlıyor denize doğru olan çıkıntıda. Yolda pek araç ta geçmiyor. Nadir olarak bir, iki araç geçiyor bir saatte. o da bize yetiyor rahatça gidebilmemiz için.

Güzel bir kumsal ve koy gördük biraz yüksekçe bir yerden. Hava kararmadan kamp yapmalıyız. Deniz kıyısındaki kumsaldan sonra düzlük içerilere kadar devam ediyor.

Toprak yoldan aşağı inip kumların üstünde bisikletleri yürüterek deniz kıyısındaki kayalığın dibine geldik. Buradaki kayalık rüzgarı da kesiyor. Kayalığın üstünden kamp yapacağımız yerin resmini çekiyorum. Bisikletim ve Yıldız kayaların dibinde. Cem ise kumlarla cebelleşiyor yanımıza varmak için.

Rüzgardan korunaklı yerimizde çadırları kurup içine yerleşiyoruz. Hava kararırken yemeğimizi ortaklaşa pişirip yiyoruz. Ardından kahve ve birer bardaklık çay. Fazla suyumuz yok. O yüzden idareli kullanıyoruz. Buralarda çeşme gibi bir şey de yok. Hava iyice kararmaya başladı. Güneşin battığı batı tarafında kızıllık ve biraz aydınlık kalmış. Geri kalan yerler karanlık.

Artık hava iyice karardı ve ay yarım da olsa biraz aydınlatıyor ortalığı.

Fazla geç olmadan çadırlara girip yatıyoruz dinlenmek için. Bu gün hareketli bir gün oldu ve kendimize uygun bir kamp yeri bulmanın verdiği rahatlıkla uyuyoruz.

Bu gün yaptığımız yol toplam olarak yaklaşık 29 Kilometre civarı.

Piknik alanı – Saraylar yol haritası

Powered by Wikiloc

Erdek – Doğanlar köyü yol hartiası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 4. Gün

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Çınarlı – Saraylar

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan

Seyir defterini başkası yazsın

Çınarlı, kubbeli mavi bir liman

Beni o limana çıkaramazsın

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan

Seyir defterini başkası yazsın

Çınarlı, kubbeli mavi bir liman

Beni o limana çıkaramazsın

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, dev gövdeli çınarlar. Uzun dalları alanı kaplayıp gölgede bırakmış, Çadırlar çınarların altında kurulu.

Deniz kıyısında olmamıza rağmen nemsiz havada uyumanın rahatlığı ile rahat uyudum çadırımda. Sabah erkenden uyanıp kahvemi pişiriyorum. Ama tek başına değilim. Yanımda içecek olanlar da var. Bunların en başında Hakan Sevin. Gün ağarınca o da erkenden ayağa kalkmış. Gece verdiğim hamakta yatmış yatmasına da hamağı cart diye ikiye ayırıp yırtmış boydan boya. Hakan’a sağlık olsun diyerek ünlü pasajı söylüyorum; “Yırtılmış bir hamak her zaman hamaktır. Onun için sahibi pekala ağlayabilir” diyerek teselli ettim. Hamaktan sadece ipleri ve karabinaları aldım. Hamak bezi işe yaramaz deyip doğru çöpe. Bunun üstüne kahveler iyi gitti doğrusu. Asırlık çınar ağaçları ve ileride çadırlar, bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Çadırları toplayıp eşyaları çantalara yükledik. Kahvaltıyı Marmara kasabasında yapacağız. Artık tur başlıyor, yola çıkma zamanı. Yola çıkıyoruz, bir tarafı kayalık duvar, diğer tarafı deniz manzaralı bir yolda Marmara kasabasına doğru gidiyoruz. Gidonumdaki tüyler de yerinde duruyor.

Güneş henüz yükselmeden çatısı olmayan taş bir binadan geçerken benden tarafta olan pencereden güneşi görünce durup resmini çekiyorum.  Güneş tüm parlaklığı ile pencere boşluğunda ışıldıyor.

Kısa sürede Marmara kasabasına geldik. Kasabayı yüksekçe bir yerden çekiyorum. Küçük limanı ve kırmızı kiremitli çatılı evler ile doğal manzarada bir süre izliyorum sabahın seherinde. Solda caminin minaresi ve az üstünde güneş parıldıyor.

Kahvaltıyı kafenin birinde yapıyoruz. Kahvaltı sonrası çay keyfini kırmızı örtülü masada denizi ve liman iskelesini izleyerek içiyorum kağıt bardaktan. Bardağın içinde ahşap karıştırıcı var.

Katılımcılara verilen Marmara adası haritası, gideceğimiz iki günlük rota bilgileri. Birinci gün için yeşil yol, ikinci gün için kırmızı yol ve isteyenler dağın zirvesine çıkacakları mavi çizgili yol. Hepsi bir yere çizili.

Hazır buluşmuşken Ferdimen, ben ve Cem birlikte festivalin sarı formaları  ile elçek resim çekiliyoruz.

Festivale desteği olan Marmara Adalar belediyesi önünde toplanıyoruz. Belediye başkanı bize konuşuma yapıp festivali başlatacak. Herkes festival formasını giymiş arkası dönük olarak belediye binasına doğru bakıyor. Formanın arkasında Marmara Adası yazıyor. Bir kişi balkona çıkmış resim çekiyor.

Heykeltıraşın birisi ilginç bir heykel yapmış Marmara mermerinden. Koca sakallı bir ihtiyarı canlandırmış. Sağ elinde bidon, sol elinde de bastonu var. Sanki çeşmeden su doldurmaya gitmiş gibi.

Festival startı verilmeden önlere geçip video çekeyim dedim. Harekete geçmeden önce resim çekiyorum bisikletim KUZ ile. Sağda traktör park etmiş.

Aşağıda turun başlangıç ve tırmanış videosu.

Tırmanmaya başladık ve deniz seviyesinden yükseldikçe manzara daha da güzelleşiyor. Dağ ve deniz kıyısındaki Marmara kasabası. Küçük limanında bir gemi bağlı duruyor.

Avşa, Balıklı ve Paşalimanı adaları manzarayı güzelleştiriyor.

Birisine zor gelmiş olmalı, bir kamyon plastik çöpü buraya dökmüş. Doğayı katletmeye devam ediyor insanlar.

Yokuş dik olunca antrenmansız ve kondisyonsuz olanlar yürümeye başladılar. Bisikletleri elde yürüyerek sert olan yerleri çıkıyorlar. Dağın tepesinde nato gözetleme tesisleri var. Amerikalılar yolu yaparken eşeklerden yardım almamış. Dikine dağa doğru yolu yapmışlar.

Bazıları küçük te olsa bir ağacın gölgesinde dinlenip nefesini kontrol etmeye çalışıyor.

En tepeye yakın yerde çöp dökme ve depolama alanı yapmışlar. Aslında çok yanlış yerde çöpleri atıyorlar. Yağmur yağdığında tüm pislik yağmur suları ile kirli olarak aşağıya akıyor. Toprağı bilmeden zehirliyorlar. Çöpler zamanla metan gazı üretmeye başlar.

Çıkmaya devam ediyoruz.

Bisikletim KUZ ile aşağıda bekleyen grubun resmini çekiyorum. burada öne geçtim gruptan. Video çekmeyi düşünüyorum.

Beni geçenlerin resmini çekiyorum arkalarından.

Denizden epey yükseklerdeyim. Yolun en yüksek rakımı 291 metre civarı. Marmara denizi ve adalar küçük görünüyor. Adalar minyatür görünümünde, elini uzatıp değecekmişim gibi görünüyor gözüme. Havada bir kaç parçalı bulut mavi gökyüzünü pamuk tarlasına çevirmiş.

Zirvedeyiz ve zirvede karayollarının çakıl taş yığınları yolun sağ tarafında depolanmış.

Çakıl yığınının tepesine biri çıkmış onu resmediyorum.

Zirvede herkese yavaş ve dikkatli inmelerini söylüyorlar.

El değmemiş bakir koylar yüksekten gözüme harika görünüyor. Seyretmesi büyük bir haz veriyor. Yüksekte esen hafif rüzgarın etkisiyle bir süre bu manzarayı izliyorum doyasıya. Karşıda adalar siluet gibi.

Çıkış bizi yorsa da iniş o kadar zevkli oluyor bizler için. Pedal çevirmeden kendimizi salıyoruz aşağıya doğru. Aşağıda bir köy görünüyor. Etraf ağaçlarla kaplı yeşil alan.

Kısa sürede deniz seviyesinde olan Topağaç köyüne geldik. Köyün giriş tabelasının resmini çekiyorum. Arkada köy evleri ve bir ağaç. Adada tek düz yeri olan buraları. Biraz geniş düzlüklerde tarlalar var. Köy deniz kıyısında düzlükte kurulu.

Topağaç ta öğle yemeği yiyoruz.. Köyün meydanında yüzlerce bisiklet park etmiş durumda. Ortalıkta Ferdimen dolaşıyor avare avare.

Kahvede yemekleri yiyip tavla oynuyorum Hakan ile. Bu kez tavlayı oynayanlar değil izleyenler çayların parasını ödüyor. Uzun bir dinlenmenin ardından yola çıkıyoruz. Deniz seviyesine yakın yerlerde bisiklet sürüyoruz. Deniz hemen yolun altında.

Yine biraz yokuşa sardık ama burası daha kısa ve fazla dik değil. Yokuşun bitiminde grubu durdurup toplamaya başlamışlar. İnişte hep birlikte hareket edeceğiz. Yine birileri buraya inşat artıkları molozları dökmüş kimseye çaktırmadan.

İnişe geçtik, karşıda Kapıdağı yarımadasının yüksek tepeleri görünüyor. Tepelerin üzerinde bulutlar toplanmış.

Çabucak kamp yapacağımız piknik alanına geldik. Burası kuru bir dere yatağının geniş alanı kaplayan çınar ağaçlarının altı. Ağaçlar gölgelik yapmış ortalığı.

Burada insanlar piknik yapıyor. Geleneksel mangal ocakları yer yer konulmuş sabit olarak. Genel kültürümüzde piknikle mangaldan başka yapacak bir şeyimiz yok ki! Çınarların gölgesinde yürüyen bir kişi.

Herkes kendine göre yer seçip çadırını kuruyor. Alan o kadar geniş ki bisikletçiler kayboluyor.

Dere yatağının olduğu yer, dere akmıyor. Demek ki kaynağı yeterli değil. Yağmurlar da yağmadı henüz. Marmara adasına ismini veren mermer burada kocaman bir kaya parçası olarak duruyor. Bir tarafı kırık olan mermer blok enine siyah füme ve beyaz damarlardan oluşmuş.

Çevrede ağacın gövdesine yapışmış ağaç mantarı görüyorum. Mantarın üst kısmı kahverengi bir tabaka. Alt kısmı sarıya yakın krem renginde. Mantar gövdeye takılmış balkon gibi tutunmuş.

Çadırları kurup eşyaları içine yerleştirdikten sonra deniz donlarını ve havluyu alıp minibüse biniyoruz. Minibüs bizi Saraylar da bulunan kumsala götürecek. Burada denize gireceğiz. Minibüs şoförü ilginç bir koleksiyoncu. Şoför mahallinde tavana iplerle tutturduğu onlarca oyuncak hayvanlar sarkıyor. Hepsi de değişik renkte. Dikiz aynasına koleksiyoncu şoförün yüzü yansımış.

Saraylarda deniz kıyısına vardık. Su donumu giyip cep telefonumu Ferdimen’e veriyorum beni çekmesi için. Artık cep telefonumdaki özellikten dolayı denize atlarken havada yakalama uğraşı sona erdi. Resim düğmesine parmağını sürekli basılı tutarsan sürekli çekimle 20 – 30 kare çekiyor. O yüzden tek seferde istediğim resimleri elde ediyorum. Kıyıdan biraz uzaklaşıp denize doğru koşmaya başladım. Tam zıplamışken havada bir poz.

Ardından ileriye doğru uzamışken denize paralel konumda bir poz daha. Henüz ıslanmadım havada öylece duruyorum. Kıyıdan iki karış denize atlamasını bilmeyenler bunu denemesin. Yoksa kafasını kumlara sürtebilir. Aman dikkat!

Denize değince mecburen ıslanıyorum. Kaçarı yok. Bir süre denizde yüzüp eğleniyoruz. Sonra duşumuzu alıp giyindik. Minibüs bizleri alıp kamp alanına götürüyor çabucak. Akşam olmak üzere. Şoförün koleksiyon oyuncakları tekrar bütününü çekiyorum.

Kamp alanına geldik, akşam oldu. Yemek zamanı olunca kuyruğa girip yemeği alıyoruz. Yemeği aldıktan sonra çadırların olduğu yere giderken beş kişi yemek tepsisini duvara koymuş ayakta yiyorlar. Duvar biraz yüksek göğüs hizasında. Cep telefonumun kamerasını ayarlanıp yemek yiyenlere seslendim. Onlar tam kafasını çevirip bakarken resimlerini çekiyorum. Duvar kırık dökük mermer parçalarından örülmüş.

Yemeği yiyip kahvelerimizi içiyoruz. Sonrası bol muhabbet ve şakalaşmalar. Ferdimen’in tanıdığı Osman abi ile tanışıyorum. Osman abi kahve sever birisi ve kendi kahvesini kendisi kavuruyor. Ondan kahveyi nasıl kavurduğunu soruyorum. O da tamburu Hatay’dan aldığını, yeşil kahve çekirdeği alıp evde ocağın üstüne tamburu koyup yavaş yavaş tamburu döndürerek pişirdiğini anlattı. Bu kahve pişirme olayı kafama iyice yattı. Eve gidince kahve pişirme çalışmalarına başlamalıyım. Daha önce demiştim “Öğrenmenin ve Öğretmenin yaşı yoktur” diye. Bunu bir kez daha öğreniyorum.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturduk muhabbet ettik. Yarın tura katılmayıp doğru Saraylara giderek gemiye binip Erdek’e gitmeye karar verdik Ben, Cem ve Yıldız. Kapıdağı yarımada turunu yapmaya başlayacağız. Bize Hakan ve Demet te katılacak ama Erdek’e kadar bizimle gelecekler. Erdek’te yollarımız ayrılacak. Bu karar kesinleştikten sonra yatıyoruz. Ben Cem den hamağını ödünç alıyorum. Hamakta yatacağım bu gece.

Bu gün yaptığımız yol toplam 26 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 1. Gün

23 Ağustos 2017 Çarşamba

İzmir – Bursa gidiş

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Biliyorum, kolay değil yaşamak,
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine…
-Bin türlü mavi akar Boğaz\’dan-
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hâlâ yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil;

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Gölyazı köyündeki çınar ağacının devasa gözdesi. Üstte yaprakları görünüyor.

İnsan hayaller kurar ya ben de hayaller kuruyorum ve hayallerimin peşinden gidiyorum. Daha öncelerinden Kapıdağı yarımadasını bisikletimle turlamak istemiştim ama kısmet olmadı. O da bu günlere denk geldi. İstanbul Büyükçekmece bisiklet grubunun düzenlediği Marmara adası bisiklet turunu facebooktan duyunca katılma kararı aldım. Eh madem Marmara adasına gideceğim gitmişken bir taşla üç kuş vurayım dedim. Kafamda oluşan tur rotası şöyle; İlk önce Avşa adası, ardından Marmara adası festivali ve dönüşte Kapıdağı yarımada turunu birlikte çıkarmak. İsmi de hazır; İki ada bir yarımada. Cem Tabanlı ile durumu konuştuk, o da Marmara adası festivaline katılacağından hazırladığım tur planını beraberce konuşup ayarladık. Erdek tarafına Cem Tabanlı’nın arabası ile gideceğiz. Sonra Avşa adasına geçip adayı dolaşacağız. Ardından Marmara adasına geçerek festivale katılacağız. Festivalden sonra Erdeğe geçip Kapıdağı yarımadasını dolanıp turu noktalayacağız. Cem sonradan karar verdi. Erdek’ten sonra bisiklet sürerek İzmir’ dönecek. Aramıza Yıldız Uyulgan da katılacak. Yıldız ve Cem bisiklet sürerek döneceklerinden ben arabayı İzmir’e getireceğim.

Planımızı yaptık ve yola çıkmaya hazırız. Bu arada Bursa da düzenlenecek olan Eşpedal Bursa çalıştayına da katılacağız. O yüzden bir gün erkenden yola çıkacağız. Hazırlıkları yapıp sabah erkenden Cem’in arabasına bisikletleri yükleyip yola çıktık. Benim bisikletimin arka tekerlek ruble dişlisi kaydırma yaptığından Bornova da Selim ustanın dükkanına uğradık ilk önce. Ruble dişlisini alıp çantama koydum. Uygun bir zamanda değiştiririm.

Bornova da Selim ustanın dükkanının olduğu yerde bisikletlerimiz arabanın arkasında askı demirine yüklü durumda iken yola çıkan üç kişi poz veriyoruz kameraya. Bizi Selim usta çekiyor. Solda Cem, ortada ben ve sağda Yıldız. Selim usta bizi yolcu ediyor kazasız belası diye.

Bornova sokaklarında yola çıktık. Bir yerde trafik sıkışıktı ve dur kalk ilerliyoruz yavaş yavaş. Yolun sağında bir çekici araba yüklediğinden yolu daraltmış, o yüzden trafik sıkışmış. Tam trafik lambalarında bize kırmızı ışık yandığında durunca arkadan biri bize güm diye vurdu. Başlarımız vurmanın etkisi ile ileri geri sertçe sallandı. Neyse ki fazla şiddetli vurmamıştı arkadan çarpan araba. O anda sanki kafamdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Bisikletler pert oldu ve tur başlamadan bitti diye düşündüm. Arkadan yediğimiz darbe bisikletleri ezmiş olmalı endişesi ile hışımla arabadan indim. Hemen arkada bağlı olan bisikletlere baktım ki bisikletler zarar görmemiş. Vuran arabanın burnu bisikletlerin tekerleğinden alçak. Bizim arabada ve bisikletlerde bir şey yok. Vuran arabanın kaportası pedalın birisi biraz çizmiş. İçime soğuk sular serpildi ve rahatladım. Vuran genç adam biraz şaşkındı. Büyük bir olasılıkla dur kalk ilerleyen trafikte cep telefonuna bakarken bizim durduğumuzu göremeyip çarpmıştı. Bizde bir şey olmayınca gevşeyen kayışları gerip tekrar yola koyulduk. Bu küçük kazayı fazla önemsemeden daha beterinden korusun duaları ile atlatıp neşemiz yerinde Susurluk tarafına geldik. Şimdiye kadar hep otobüs firmalarının durduğu alışveriş ve kazık işletme tesislerinde durmayıp daha önce keşfettiğimiz Çaylak mesire  piknik alanına geldik. Nasıl olsa yanımızda atıştırmalıklarımız ve kahve var. Tuvalet  bedava, daha ne olsun.

Çınar ağaçları altında piknik masasına oturup kahve takımlarını çıkarıp yedekte kahve olmayınca değirmende kahve öğütmeye başladı Yıldız. Elçek ile resmimizi çekiyorum. Cem ve Yıldız karşımda oturmuş, Yıldız’ın elinde kahve değirmeni. Masada, kahve, cezve, fincanlar ve su şişesi çuvalın içinde. Resmin sağ kısmında yüzüm daha önde.

Susurluk molası iyi oldu, biraz dinlendik ve serinledik. Kahvemizi de beleş içip para ödemeden tuvalet ihtiyacımızı giderdi. Tekrar yola koyulup bir süre gittikten sonra bu kez Bursa’ya gelmeden önce Gölyazı’ya girdik. Ana yoldan 5 Kilometre içeride Gölyazı. Arabayı uygun bir yere park edip Ağlayan çınar ağacının olduğu yere yürümeye başladık. Karşımda asırlık tarihi Ağlayan çınar, sağda Gölyazı adasına giden köprülü yol.

Kocaman gövdesi ve yerden fazla yüksek olmayan dalı altından desteklenmiş. İç kısmı çürüyüp boşluk oluşmuş gövdenin içi. Ağacın önünde kahverengi zemine beyaz çınar figürü ve Ağlayan Çınar yazısı. Altında da tarihi ile ilgili açıklama tabelası var. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ada tarafına gidip çınarların altındaki çay bahçesine oturup çay ısmarladık birer tane. Gölyazı gidilip görülmesi gereken yerlerden birisi. Tarihi, doğal güzellikleri ile insanı huzur içinde bırakan bir havası var. Ulubat gölünün durgun suları, ördekler, leylekler harika bir yer. Turizm potansiyeli iyice gelişen Gölyazı belediye destekli çay bahçelerinin masaları ve sandalyeleri yenilenip oturulacak duruma gelmiş. Sandalyeler dökümden yapılmış ve yerinden kaldırmak için epey bir güç ister. Masada üç kişi oturmuş çayları içmiş olarak elçek çekiyorum

Gölyazı da bir çay içimi durup dinlendikten sonra yola devam edip Bursa’nın ilk ilçesi Nilüfer’e girişte trafik tıkandı ve durduk. Dur kalk gitmeye başladık yine. Gideceğimiz yer belli ama Nilüfer içinde trafik iyice durdu. Arabadan inip yürüdüm ileriye doğru ama faydası yok. Ne olduğu da belli değil. Bu arada Eşpedal Bursa çalıştayına Ankara dan gelen Merve Eroğlu ve arkadaşı ile karşılaştım. O da trafikte kalmış birkaç araba önümüzde buldum. Gideceğimiz yer karşı şeritte bir yer ama trafik hiç ilerlemediği için gidemiyoruz ki! Eşpedal ile bisiklet sürüşü var, ona yetişmemiz olanaksız. Akşam olmak üzere ve biz hedefe ulaşamadan yerimizde çakıldık. Bu böyle olmayacak deyip sağ tarafta bir benzin istasyonuna araçlardan güç bela yol açarak vardık. Arabayı park edip bisikletleri indirerek elde karşı şeride geçerek çalıştayın yapılacağı yere geldik. Bizi Mehmet Doğancı karşılayıp götürdü. Hava da kararmıştı. Toplantı başlamış durumda içeriye girdik. Sunumu yapan İzmir’den arkadaşım Muhlis Dilmaç. Dinleyiciler koltuklara oturmuş anlatılanları dinliyorlar.

Sahnede Muhlis Dilmaç ve Rabia Özdilli var. Ortada perdede gösterim var projeksiyonla. Sağda Türk bayrağı ve Nilüfer belediyesine ait olan Dernekler Yerleşkesi tabelası.

Elçek ile İzmir’den gelen bizleri çekiyorum. Yanında Yıldız ve Cem oturuyor.

Sahneye Mehmet Doğancı ve Merve Eroğlu çıkıp Eşpedal ile ilgili bir şeyler anlatıyorlar dinleyicilere.

Sunum bitiminde salonda olan herkes sahneye çıkıp poz veriyor. Ben de onları toplu halde çekiyorum.

Çalıştay bitti, herkes dağıldı. Biz de bisikletlere binip arabanın olduğu yere geldik. Trafikte tıkanıp kalmamız ve çalıştaya gitmemiz nedeni ile akşam yemeğini de yememiştik. Karnımız zil çalıyordu ve şeker iyice düştü. Bursalı arkadaşlar bizi arabayı park ettiğimiz yerin yakınındaki kafeye götürdü. Gece 12’yi geçmişti ve yiyecek pek yoktu kapanma saatine yakın. Neyse ki melemen yapıyorlarmış. Melemen ile karnımızı doyurup kendimize geldik. Hesabı ödedikten sonra kalacağımız yer olan daha önce kaldığımız Gümüştepe deki Mysia kamp alanına geldik. Merve Eroğlu de bizimle beraber kamp atacak. Onlar da çadırlarını getirmişler. Çadırları kurup yerleştik ve herkes birbirlerine iyi geceler dilekleri ile yatıp uyuduk.