21 Mayıs 2015 Perşembe
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
(Resimlerin bir kısmı Ferdiye aittir)
3. Gün
Kiraz – İğdeli – Buldan – Denizli
Gitmek.
Bir büyü gibi saran
Ağrılar yumağı, kışkırtılmış
Düşlerdir ki sen şimdi
Esirgeme kendini
Kederin o derin yalnızlığından
Ahmet Telli
Öne çıkmış olan görsel, Bisikletim KUZ ve kıytırık yol kıyısında park etmiş, az ilerinde siyah bir at duruyor.
Ormanda uyumanın en güzel tarafı sabah kuş seslerinin erken saatlerde rüyama girmesi. Rüyaların hatırlanması uyanmadan önce son anlarda gördüğümüz rüyalardır. Filimler de, romanlarda bizlere anlatılan ve öyle hissetmemizi sağlayan korkunç canavarlar, hayvanlar, zebaniler falan öyle bir şey yok. Rüyalarıma da hiçbirisi girmiyor. Ormanın dinginliğinde kabus bile görmüyorum. Ormanda yaşayan canlılar doğal yaşamlarına devam ediyor. Bizlerin yolcu olduğunu bildiklerinden kokumuzdan anlayıp yaklaşmıyorlar bile. İşte böyle bir ortamda uyumanın zevkine doyum olmuyor. Kuşların tatlı ötüşlerini dinlemek orman terapisi etkisini gösteriyor. Uyandıktan sonra bahar ayında aşkla kuş cıvıltılarını dinleyip tatlı hayallere dalmak gibisi yok. Yaşadıklarım, yaşayacaklarım, sevdiklerim, dostlar. Yeni yerler, yeni insanlar, yeni sohbetler hepsi aklımdan geçiyor. Hele hasret duyduklarım kavuşmayı bekleyen hasretler. Dinlenmiş beynimde taze düşünceler oluşuyor. Güne iyi düşüncelerle ve gülümseyerek başlamalı.
Çadırımın içinden dışarısı, düz çayırlık ve çam ormanı.
Bir süre çadırımın içinde tatlı hülyalara daldıktan sonra çadırımdan dışarı çıkıp akan dereden elimi yüzümü yıkadım. Bisikletleri ne olur ne olmaz diye birbirine kilitlemiştik. Üzerine de yağmurluğumu atmıştım. Gece bıraktığım gibi duruyor. Çaydanlığı akan dereden doldurup ocakta kaynaması için bıraktım.
Sabahın erken saatlerinde kamp yaptığımız yerin etrafını şöyle bir kolaçan etmeye başladım. Dere kıyısında geniş bir otlak, neredeyse düz.
Oradan dere yatağına giriyorum, dere pek coşkulu akmıyor. Herhalde gece pek yağmur yağmamış olacak.
Derenin aşağı tarafı, az aksa da temiz görünüyor.
Alanın diğer ucunda bir kuyu olduğunu gördüm. Üzeri çalılarla örtülmüş, içinde elektrikli su pompası var. Demek ki yazın dere akmıyor ve bahçelerini bu kuyudan çektikleri su ile suluyorlar.
Epey geniş bir alan, burası köylülerin ortak kullanım alanı olarak kullanıldığı uygun bir yer. Belki düğün dernek yapılıyordur burada.
Kısa gezintim bittikten sonra çadırların yanına gelip kahvaltılıkları çıkarıp bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Güne iyi bir kahvaltı ile başlamalı. Kahve de üstüne iyi gitti doğrusu. Keyifli miyiz? keyifliyiz, keyfimiz yerinde mi? yerinde. Daha ne olsun ki ! Mutluluk her zaman yanımızda. Önemli olan o anı iyi değerlendirip yaşamak. Ocak üstünde cezvede ikinci taşımı bekliyor. Yanda iki fincan içi köpüklü.
Kahvenin ardından toparlanıp yola çıkıyoruz. Gece karanlığında pek göremediğim iniş epey dikmiş. Bisikleti elde çıkarıyorum ta yola kadar. Ferdi beni arkadan çekiyor yokuşu çıkarken.
Ana yola çıktıktan bir süre sonra, yakınlarda bize tarif edilen çeşmeyi görüyoruz. Suyu devamlı akıyor borusundan hemen tüm şişeleri tazeliyorum. Burada kalınır mıydı ? kalınırdı ama pek rahat edeceğimizi sanmıyorum. Çeşme yola yakın ve burada durup su alabilirlerdi gece boyu. Belli mi olur. Sonra ormanın sesi burada yoktu ki!
Yolcu yolunda gerek diyerek yola koyulduk tekrar.
Hava bulutlu, üzerimiz açık, Bulutlar yüksek dağların tepelerine çekilmiş. Tepeler boyu meyve ağaçları ve bahçeler, arada tek tük evler yapılmış. İnsanlar bir şekilde toprağı işleyerek yaşam mücadelesinde geçimini sağlamaya çalışıyor.
Yağmur etrafı yıkamış, paklamış, durulamış tertemiz hale getirmiş. İşte hıyarın biri içtiği sigarasını izmaritini güzelliğin ortasına atıp gitmiş. Ne demeli bilmem…
Çıkışlar bir süre daha devam ediyor, yol kıyısında ki kar çubukları buraya güzel kar yağışı olduğunun göstergesi. 1 metreyi geçtiği kesin.
Heybetli çınar ağacı tüm görkemiyle burada su olduğunu belirtiyor. Yakından kadraja girmediğinden biraz uzaktan anca sığdırabildim. Bisikletim bariyere dayalı duruyor.
At ve demir at, ikisi de siyah, ikisi de KUZ. İkisi de yavuz. Birlikte poz veriyorlar bana. At şimdilik dinlenmede ve otlamak için bağlanmış. KUZ da dinleniyor ama yoldaşım yemez, içmez. Sadece bakım ister, çamurları silinsin, zinciri yağlansın. Lastiklere gerektiğinde hava basılsın yeter. KUZ beni her yere sessizce götürür. Buralara kadar getirdi daha da ileriye götürecek. Hani bisikletçiler arasında söylenir ya “Demir Atlara binelim” diye sakın ola inanmayın söylenenlere. Çünkü bisikletlerin çoğunluğu alüminyumdan yapılma ve demir değil. KUZ gibi tur bisikletleri demirden yapıldığı için “Demir At” olarak söylenmesi yerindedir. Alüminyum at uymuyor söylemlere. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Bulutlar üzerimizde fıldır fıldır dolaşıyor. Bazı yerlerde üzerimize yağmaktan da geri kalmıyor yağmur. Ne de olsa bahar yağmuru, yağıp geçiyor çisentili olarak. Yolumuzdan da alı koymuyor bizi.
Yine bir At görüyorum, resim çekesiye kadar at kafasını otlara gömerek yemeğine devam ediyor. Bisikletim ile atı çekiyorum.
Kimsenin olmadığı kocaman bir ceviz ağacı ve küçük bir ev. Betondan banklar ve masa, dinlenmek için biraz mola vermeli.
Pistonlar iyice ısındı, ceviz ağacının gövdesine pistonları dayayıp kanın başıma doğru akmasına yardım ediyorum. Kan devamlı ayaklarımın ucunda olunca ara sıra dengeyi sağlamak gerek. Sadece ayaklarımı ağaca dayalı olarak çekiyorum.
Hem dinleniyoruz hem de kuru yemişle enerji depoluyoruz. Bir taraftan da gideceğimiz rotayı belirlemeye çalışıyoruz Ferdi ile. Çünkü Uluderbent köyünden sonra yol gösterici navigasyon yolu bayağı uzatıyor. O kadar dolaşmaya gerek yok diyerek dağlardan giden kestirme yoldan gitmeye karar verdik. Beton masa üzerinde sarı su matarası, çerezlerin poşetleri ve Ferdi. Kahramanımız Ferdimen.
Bir süre daha gittikten sonra tam da tepenin üzerinde Ferdi çay içilebilecek bir yer bulmuş. Burası da hareketli bir mekan, hemen duble çayları içerek terimizi soğuttuk. Hem bakkal hem de çayhane. Barakadan yapılmış. Bisikletlerimiz park halinde, ben sandalyede oturuyorum.
Çay molasının ardından bisikletleri kendi ataletine bırakarak Uluderbent köyüne kadar geldik pedal çevirmeden. Öğle zamanı, fazla yol gelmesek te çıktığımız yokuş enerjiyi bitirdi. Hazır sulu yemek yapan lokanta bulmuşuz. Bir kuru pilav yemeden geçmek olmaz deyip bir de bir baş soğan ve acı biber. Önümüzde bir süre daha tırmanış var Derbent’e kadar. Ondan sonrası da uzun bir iniş bekliyor bizleri. Köy geçiş yeri ve uğrak bir yer olduğundan dünden kalan yemek yok. Her gün pişirilip bitiyor ve yemekler leziz.Ferdi lokantayı çekiyor, üzerinde 4 daire de var.
Yemekten sonra birden yokuş çıkmak karnımızdaki fasulyeler henüz öğütülmediği için kana karışmamış. Karın şişliğinden kendimi zorlamaya gerek yok. Bisikletten inerek sert olanları yürüyerek çıktım. Ferdi de beni çekiyor yürürken.
Bir süre sonra hazım başladı ve normale dönünce yol almaya başladık. Bahçelerde kiraz ağaçlarından meyve gereksinimini henüz pişmemiş kirazlardan karşılayamıyoruz. Buraları yüksek rakım olduğundan henüz pişmemiş kirazlar. Sadece bakmakla yetiniyoruz. Henüz olgunlaşmamış kiraz ağacını yakından çekiyorum.
Tatlı bir iniş başladı ve kilometreler hızla tükeniyor. Denizli il sınırına giriverdik birden bire. Bir günde üç il topraklarından geçtik. İzmir, Manisa Ve Denizli. Aydın sınırlarına bir kaç kilometre yakınından geçtik. Yol olsaydı dört ilin topraklarını görmüş olacaktık. Böyle her zaman yolumuza denk gelmez. Denizli il sınırını gösterir tabela. Yanında Ferdimen.
Bayırlar ekin tarlaları ile kaplanmış, henüz yeşil ortalık.
Buldan çatağına geldik, sadece girişinde biraz yukarı çıkıp marketten ve tuvaletten yararlanıyoruz fazla oyalanmadan. Daha gidilecek epey yolumuz var. Tabelada düz olarak; Sarayköy, Denizli, Antalya. Sağ tarafa ise; Buldan yazılmış.
Denizli’nin dağları ufukta göründü.
Buralarda tam da erik zamanı, bir kaç eriğin tadına bakmak gerek. Ben erik ağacından erik toplarken.
Buldan dan sonra dik bir iniş yapıyoruz. Yol kaymak gibi olunca bir ara hız göstergesine bakınca 71 Km/hıza ulaşmışım. Daha önce 69.5 olan hız rekorum 71 Km/hıza çıkarmış oldum. İnsan bu kadar hıza ulaştığını fark edemiyor. Haliyle dikkatli bir şekilde ip gibi akıyorum. Fazla gitmedim bu hızda, hemen frenlere asılıp hızımı 50 Km/hızlara düşürdüm. Römorkum kıytırık hiç sorun çıkarmadan KUZ’u takip etti iniş boyunca yüksek hızlarda. Her zaman olduğu gibi bu kadar hızlı inersen düzlüğe çabucak varıyorsun. Güneş ufukta alçalmaya başladı. Ferdi beni inerken çekiyor, arkamda Güneş bulutların arkasında batmak üzere. Asfalta kızıl rengini yansıtmış.
Güneşin son ışıkları üzerime vururken gölgemi de uzatmakta asfaltın üzerinde. Gölgeme bakarken korna çalarak az ilerimde bir araba duruyor. Arkasında da iki bisiklet. İzmir den arkadaşlar Gönül ve Bülent Karadağ çifti. Yolda karşılaşmanın heyecanı ile kucaklaşıyoruz. Bir süre sohbet ediyoruz, yükünüzü alalım diyorlar ama kabul etmiyorum. Kendimi test etmem gerek kıytırık ile. Arkadaşlar arabaya binip gittiler. Ben de yoluma devam ettim. Bir süre durunca Ferdi merak etmiş haliyle, yol kıyısında durup beni beklemiş. Arkadaşların arabasını görünce neden geciktiğimi biraz tahmin etmiş. Beni beklerken bulunca durumu açıkladım. Yol arkadaşlığı bu işte; biri ile karşılaşıp hasret giderdikten sonra yol arkadaşının seni merak edip beklemesi. Asfalta vurmuş gölgemi çekiyorum.
Denizli’ye vardık hava kararmadan. Kamp alanı Denizli’nin diğer ucunda, daha epey yolumuz var. Bu arada gideceğimi yönde ufukta bulutun aşağı indiğini gördüm. Umarım biz gidene kadar bulut kalkar ve ıslanmayız. Rüzgarın yönüne bakacak olursan lodos ve yağmur bulutunun uzaklaşacağını tahmin ediyorum. Yukarıda bulutlar bizden daha hızlı hareket ediyorlar. Denizli şehir tabelasını çekiyorum. Üzerinde; Denizli, nüfus: 574000, rakım: 354 yazılı.
Denizli’nin berbat trafiğinde dikkatlice ilerliyoruz, hava karardı ve aydınlatmaları yakıp fosforlu yeleği giydim. Ana yolda arabalar hızlı gittiğinden yan yolda gidiyoruz. İşte esas tehlike buradaki yolda, sağa giriş yollarında arabalar aniden önümüzü kesiyor. Dikkat etmezsek halimiz harap. Bir de yan yoldan gelip önümüzü kesmeleri yok mu. Bisikletlere alışkın olmadıkları belli. Trafik ışıkları, kavşaklar tam bir curcuna. Bu yoğun trafik ve gürültüsü enerjimizi tüketiyor resmen. Arkadaşlardan kamp yerini öğrendikten sonra navigasyona işaretleyip yol tarifi aldım. Bakalım yeri bulacak mı ? Bir süre iyi tarif etti ama sonunda kafası karışınca ters yöne götürdü. Baktık olmayacak canlı navigasyona baş vurduk. Bakkalın birine tenis kulübünü sorup yol tarifi alarak kamp yerini bulduk. Yollarda çareler tükenmez, hep bir çıkar yol bulunur. Gerçi canlı navigasyonlar yolu tarif ederken bazen kendileri şaşırınca yol tutmuyor haliyle. Yol tariflerine alışığız zaten. Buralarda yollar ıslaktı, kamp alanı da yağmur görmüş. Bizler ıslanmadık yol boyunca. Bizden önce arabaları ile yada otobüsle gelenler çadırlarını kurmuş bile. Biz de çadırları kurmadan önce son kalan akşam yemeğini yiyerek doyduk. Ardından uygun bir yere çadırları kurup eşyaları içine atıyoruz. Kıytırığı da bisikletten ayırıp çadırın yanına koyuyorum. Çadır kamp alanı sabit olduğundan fazlalık yük çadırın içinde olacak üç gün boyunca.
Daha önce tanıdığım dostlarla hasret gideriyorum, beni tanıyan ama benim henüz tanıyamadığım arkadaşlarla tanışıp kaynaşıyoruz. Festivali düzenleyen Pamukkale bisiklet derneği başkanı Yavuz Öge ve Halil İbrahim Kurt bize hoş geldin diyerek kayıtları alıp formaları veriyor.
Daha önceki yıllarda Denizli’ye 2 günde gelmiştim ana yoldan. Bu kez biraz yolu uzatarak 3 günde Denizli’ye ulaştım. Geldiğim yolu daha önce kullanmadığımdan yeni yollardan gelmek beni mutlu etmişti. Dostları görmek mutluluğumu kat kat artırdı. Daha ne isteyeyim ki?
Bu gün biraz abarttık galiba 118 Kilometre den fazla yaptım.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda