21 Nisan 2019 Pazar
( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )
Foça – Karaburun – Balıklıova – Ildırı
Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden
Ruhi Su
Öne çıkmış olan görsel. Üç kişi bisikleti sürerken, birbirine kolları omuzlarda tutuşmuş halde.
Gece biraz serin olsa da rahat bir uyku uyudum sayılır. Her zamanki gibi erkenden kalkıp eşyaları ve çadırı toplayıp kıytırığa yükledim. İlk işim fotoğraf makinemi boynuma asmak oldu. Bazen umulmadık manzaralar çıkıyor karşıma. Havada pek rüzgar yok, ortalık sakin. Yelkenli tekne denizde yelkeni açık olarak demirlemiş.
Sabah kahvaltısını birlikte yaptık, herkesin çadırlarını toplayıp hazır hale gelmesi için uyarıları yaptıktan sonra vapur hareket saatine kadar Foça kalesini gezmek için yola çıktık. Foça’da mendirekli liman yok, gerek te duyulmamış, çünkü doğal bir liman durumunda. Bu yüzden denizden gelecek dalgalar olmayınca yelkenli yatlar kıyıda bağlanıp demirlemiş.
Foça belediyesi kordondaki gezinti yerine bir tekne koymuş. Hem yelkenli hem de birer düzineli kürekle gidebilen eski bir tekne. Tekne siyah boyalı tamamen ve yerde sabit duruyor. Kıyıya bağlı bir çok tekne de var. Sahiplerinin gelip binmesini bekliyorlar.
Tarihi Foça kalesine geldik. Onarılmış kale surları yeni gibi duruyor. Sur kare biçiminde, burçları dört yanda. Kale duvarları yüksek, içerisi görünmüyor.
Kale kapıları kemerli taşlarla yapılmış deniz tarafına.
Yukarıda gördüğümüz kapılar toplam beş tane. Buraya Beşkapılar olarak isim verilmiş. Denizdeki kayıklar burada karaya çekilip tamir edilirmiş. Aynı zamanda kayıkhane olarak ta kullanılmış. Kapılardan içeri girip malzeme, erzak alımı yapılıyormuş zamanında. Beşkapıların olduğu yere tabela konulmuş, üzerinde;
Beşkapılar
Foça’nın bekçisi Beşkapılar
Önünden zümrüt bir derya akıyor
Gözünü dört açmak yetmemiş ona
Denize beş gözle bakıyor
Ataol Behramoğlu
Foça, Ağustos 2016
Hakan elinde fotoğraf makinesi ile otu, boku, böceği çekerken ben de onu çekiyorum.
Kalenin deniz tarafındaki burçları.
Merve önünde kucaklıkta oğlu ile birlikte Mustafa Güven ile sohbet ederken deniz manzaralı çekiyorum.
Arkeolog etrafında toplanıp Foça tarihini, kaleyi ve antik dönemi anlatıyor kale dışında, deniz kıyısında.
Beşkapılardan birindin içinden resim çeken bir kadını resmediyorum. Kafasında kırmızı kaskı var, nedense çıkarmamış, çok seviyor olmalı kaskını.
İçeri girip yüksek kale duvarını, burçları ve dibindeki Beşkapıları çekiyorum. Ortadaki kapı diğerlerinden daha geniş.
Kapıların birisinin içinde eski bir top kaya blok üzerinde öylece duruyor.
Görme engelli İso (İsmail) Kıyıda birisi ile konuşurken çekiyorum çaktırmadan.
Deniz tarafındaki surların dibinde hendek kazılmış, Eskiden hendeği atlamak zordu, içerisi su ile doldurulup düşmanı bir derece tutuyor. İçinde çok az miktarda su birikintisi var.
Kale dibinde beton dökülerek yürüme yolu yapılmış. Demir korkuluk sadece hendek tarafında. Deniz tarafında dolgu kayalıkları var.
Foça’nın dağında, yamaçtaki orman içinde doğal kayalıklar fışkırmış. Sanki kale gibi yüksek kayalıkların bir tarafı düz. Buraya büyük bir direk konulmuş ve Türk bayrağı dalgalanıyor.
Foça tipik bir balıkçı kasabası, şimdilerde balıkçılardan çok dışarıdan gelmiş ve yerleşmiş olanların ikişer, üçer katlı evleri sahil boyunca gidiyor. Bakalım nereye kadar talan edecekler güzelim kıyıyı.
Kale sağlam kayaların üzerine kurulmuş. Denizin dibinde kocaman kaya kütlesi bunu belirtiyor.
Uzaktan gördüğüm cami minaresini yakınlaştırıp çekiyorum. Çekmemin nedeni minarenin tarihi ve tamamen kesme taştan yapılması. Minarenin şerefesi demir korkulukla çevrelenmiş. Üstünde 6 penceresi, kubbesi ve üzerinde alem kondurulmuş. Alemin yanına da yıldırımı çeken paratoner takılmış.
Kale içini geziyoruz, kazı çalışmaları hala devam ediyor. Kazıya İzmir büyükşehir belediyesi bünyesinde yapılmakta. Kazı alanı kafes çit teli ile çevrelenmiş.
Kazı yapılan yer derin bir çukur.
Kalenin içinde tek olarak kalmış çam ağacı zamana ve denize karşı direniyor.
Çam ağacına doğru tek sıra yürüyen arkadaşları uzaktan çekiyorum.
Çukurdaki kazı alanının ötesinde toplanan grup ve çukurda iri papatyalar açmış durumda.
Kazı başkanı bizlere bilgilerini anlatıyor.
Çakıl, kum, kaya da olsa bitkiler kendilerine yaşam alanları buluyor. Onlardan birisi iri papatya çiçeği. Bunun gibi bir çok bitki ve papatya seyrek olsa da alanı kaplamış.
İki Selahattin, bir Mesut, üçünü bir çekiyorum.
Saat 11:30 civarında Foça kalesini bitirip vapurun olduğu iskeleye geldik. Katılımcılar bisikletlerini vapura yerleştiriyorlar. Belediyenin Foça iskelesine yaz aylarında seferler düzenleniyor İzmir’den ve Karaburun’dan.
ABAK gönüllülerinden İlknur bisikletinin üzerinde iken zafer işareti yapıyor eli ile.
Herkes binip bisikletini vapura yerleştirdi.
En son olarak ben vapura binmeden önce aşağıdan iskelede duranları çekiyorum bir poz.
Bisikletimi içeri yerleştirdikten sonra vapurun üst güvertesinden iskelede toplanmış ABAK turcularını topluca çekiyorum.
İskelenin karşısındaki binanın terasından bizleri çeken kameraman ve fotoğrafçıları ben bir poz çekiyorum karşılık olarak.
İskeledekiler vapura binmeye başladılar. Saat 12:00 de vapur hareket etti.
Bisikletim KUZ elimi uzatabileceğim bir yere park ettim. Vapur hareket etti, kahve takımlarımı çıkarıp kahve pişirmeye başladım ikili koltuğa oturup. Bacanağım beni çekiyor kahve pişirirken. Ocak, cezve ve fincanlar yerde.
Bacanağım yanımdan ayrılmıyor, kahve içecek illaki. Bizi çekenler var ne de olsa. Üst kata çıkan merdivenler yanımızda, bisikletler kenarda park etmiş, güvertede gezinenler var.
Yaklaşık 27 Kilometrelik deniz yolculuğu 1 saat sürdü. Deniz bize izin verdi ve fazla dalgalı olmadan Mordoğan iskelesine vardık. Vapurdan indik, Çocuklar arkada bağlı olarak koltuklarına oturmuş hareket saatini beklerken bana bakıyorlar. Öndeki çocuğun ağzında kocaman su matarası var.
İskelede toplanıp harekete geçince tüm katılımcıların videosunu çektim, videoyu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz. İyi seyirler.
Yeşil bir ormanın içinde bisiklet sürmesi gibi yoktur Dünyada. Önümde kaybolan bir yol var ve ben kaybolmuşum sanki. Bazen öyle anlar olur ki kaybolduğunuzu hissedersiniz. Önümde, arkamda kimseler yok. Yeşil bir sessizlik içindeyim. Sadece kuş cıvıltılarına izin veriyor doğa. Ben de huzur içinde bisiklet sürüyorum gelecek kaygısı olmadan.
Neyse yolu bildiğimden kaybolmadım. Yolda giderken bir de baktım haylaz çetesi yol kıyısında bir ağacın gölgesinde piknik masasına oturmuş kahve pişiriyorlar. Hep ben yapacak değilim ya, başkaları da kahve yapıyor. Ama benim gibi Türk kahvesi değil de filtre kahve pişiriyorlar. Beni davet ediyorlar ve davetlerine katılıp kendi tasım ile biraz filtre kahve içiyorum.
Kahve molasını bitirip arkadaşları yola çıkardım. Derin bir deniz mavilikte pedal çeviriyoruz. Yol biraz yüksekte, deniz manzarası bisiklet sürmeye değer. Önümde iki kişi gidiyor, Mustafa ve evleneceği kadın Pınar ile dönemeci dönerken çekiyorum.
Karaburun yarımadası bakir, el değmemiş hali yavaş yavaş bozulmaya başlamış bile. Deniz kıyısını takip eden yol hem dar hem de çokça dönemeçli olduğundan doğa bozguncuları bu yola pek girmek istemiyorlar. Yakın zamanda yapılan Çeşme yolu ile Mordoğan arasındaki yeni yol hem düz hem de geniş olması buralara daha çok arabanın girmesi demek. Araba girdi mi bakir olan yerler giderek yok olacak. Karşıdaki koyun yamacına yapılan yüzlerce ev gibi. Şimdiden kıyı şeridi yok olmaya başlamış bile.
Yeni yoldan eski yola girerek daha sakin bir trafikte gitmeye başladık. Öğle zamanı da geldi de geçti bile, daha önce deniz kıyısındaki bir sitenin kafesi ile anlaşmıştık. Buraya girip öğle kumanyalarımızı yiyeceğiz. Ben en son geldiğimden arkadaşla çoktan çimenlere oturup kumanyalarını yemeğe başlamışlar bile. 6 Kişi oturmuş kumanyalarını yerken bana bakıyorlar.
Kimisin yanında pratik koltuklarını taşıyor benim gibi. Hemen kurup oturmuşlar bile. Kimi yere uzanmış sosyal medya ile uğraşıyor.
Bacanağım ve Mesut koltuklarına oturmuş dinleniyorlar.
Grup grup küme halinde kumanyalarını yiyenleri çekiyorum.
Kumanyaları yiyip dinlendikten sonra yola çıktık, Deniz tarafında bitik bir taş bina var. Yüksek duvarlı, çokça penceresi olan taş binanın çatısı yok. Ne olduğunu, ne amaçla kullanıldığını bilmiyorum, kaderine terkedilmiş olarak öylece duruyor.
Dönemeçli sakin yollardan bisiklet sürerek geçiyoruz. Balıklıova’ya vardık. Burada çay ve un kurabiyesi molası verdik bir süre. İnsanları yola çıkarmak ne de zormuş. Dağınık oturanları yola çıkarıp peşlerinden ben de yola çıktım. Karaburun yarımadasının ortalarında en alçak yeri aşıp Ildırı yoluna saptık. Burada çam ormanları var ve en arkada kalmış olanları hafif yokuşa tırmanırken çekiyorum.
Tam yokuşun başında resim çekerken bir da baktım arkadan gelen delifişek tayfası çıka geldi. Hem de birer elini omuzlarına atmış olarak gelirken bir poz yakalıyorum. Üç kişiler, kıyıdakiler birer eli, ortadaki iki eli yanlarındakinde değmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Bana pozlarını verdikten sonra sertleşen yokuşta normal olarak çıkmaya başladılar.
Ildırı yol ayrımı denize gelmeden sola sapıyor. Biraz yokuş çıkınca denizi ara sıra görüyorum çalıların arasından.
Şimdiki adı Akdağ, antik dönemdeki adı Mimas dağını çekiyorum. Karaburun yarımadasının en yüksek dağı. Denizde karaya yakın küçük bir adayı görüyorum.
Adayı yakınlaştırıp çekiyorum, karşı kıyılara Gerence adı veriliyor. Bir zamanlarda çok çipura tutmuştuk kıyıdan.
Bu da Mimas dağı, yani Ak dağ 1212 metre yüksekliğe sahiptir.
Ildırı koyunda bir çok adacık var. Bunlar ıssız olarak koyda demirlemiş gemi gibi.
Ekilmemiş tarla nadasa bırakılmış. Haliyle yabani otlar da tarlayı işgal etmiş. Bu tarlayı ise sarı çiçekli bir bitki tamamen kaplamış durumda. Sarı bir halı gibi.
Havada martılar uçuyor, denizden içerideler. Havada uçarken yakalıyorum.
Denizden yiyeceği balıktan umudu kesmiş martılar tarladaki böcekleri, solucanları yemek için gelmişler. İki martı tarlaya konmuş, sanki benim varlığımı hissetmişler, tedirgin bakıyorlar başını havaya kaldırıp.
Ildırı da günü birlik olta balıkçı tekneleri var. Bir kaç arkadaş toplanıp tekneyi kiralıyorsun. Oltalarını, yemlerini alıp tekneye binerek balıkların olduğu yere götürüyor kaptan. Burada akşama kadar balık tutup stres atabiliyorsun. İşte o teknelerden birisi akşam üzeri balıktan dönüyor limana. Tekne adanın yanından geçerken.
Yassı bir ada, tamamen rüzgarlara açık ve korumasız.
Koyun rüzgarı eksik olmaz, rüzgar olunca da yel değirmenleri de olmalı. Eski bir yel değirmeni, değirmenin rüzgar kanatları ve çatısı yok.
Ildırı köyü göründü, köy evleri, camisi tipik balıkçı kasabası. Daha uzakta düzgün, sıralı yapılmış çirkin sitelere hiç benzemiyor. Deniz kıyısında demirli tekneler var. Solda yüksek bir tepe görünüyor. Orası antik kentin bulunduğu Eritrai. Yarın antik kenti gezeceğiz.
Uzakta olsam da fotoğraf makinem yakınlaştırıyor gördüğüm yerleri. Onlardan birisi Eritrai deki en yüksek yapı olan kilise kalıntıları. Sadece kilise görünüyor, diğer yapıları çalılar, ağaçlar kapatmış durumda.
Eritrai tepesini tamamen görünecek şekilde çekiyorum. Kilise görünüyor tam tepede. Köy evleri tepenin yamacında.
Köyün içine okul bahçesine geldik. Daha önce muhtar ile konuşup kamp için izin almıştık. Okulda eğitim yok maalesef diğer köylerdeki gibi. Benden önce geldikleri için kimisi çadırını çoktan kurmuş bahçedeki taş döşeli yolda çocuklarını gezdiriyor.
Okul bahçesi denize yakın, rengarenk çadırlar da düz alana kurulmuş bir oba gibi.
Henüz daha yeni yürümeye başlamış bir çocuğu yürüme antrenmanı yapan bir baba. Aferin babaya, kollarından tutmuş yürütüyor bir güzel.
Selahattin Tavkaya beni görünce elini kaldırıp hoş geldin diye selamlıyor. Ben de karşılık veriyorum. Başındaki kaskı çıkarmayı unutmuş nedense.
Eline megafonu alan Olcay kamptakilere anons geçiyor. Yemek saatinin yaklaştığını, yemeği köyün kahvesinde yiyeceğimizi belirtiyor. Ketring Ayşe Aliağa dan ta buralara bizi doyurmak için yemek getiriyor üşenmeden. Hem de sabah kahvaltısı dahil.
Duygu da boş durmuyor, şimdiden çocuk yürütmesini öğreniyor. Güneş’i iki elinden tutmuş yürütürken çekiyorum. Güneş henüz yaşını doldurmamış, 1 hafta sonra 1 yaşına basacak 1 Mayıs’ta.
Çadırı kurup eşyaları içine yerleştirdim. Sonrasında yemek için kahveye gittim. Tabldot usulü yemekleri gönüllüler dağıtıyor. Leziz yemekleri yiyoruz masalarda. Yemek olayı bittikten sonra havanın serin olması nedeni ile kahvedeki yerimizi bırakmıyoruz. Burada oturup şarkılar türküler çalıp söyleyeceğiz. Benim sazım, kabak kemane ve flüt Olcay’ın arabasında, kabak kemane ustası Özgür Tekeli ve Öğretmen olan usta flüt sanatçısı Burak Çardak. Saz ustasını da yanımda getirdim; Hakan Sevin. Bizlere saz çalacak. Akşam boyu türküler, şarkılar çaldılar biz söyledik hep birlikte.
ABAK Şarkıları videosu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
Belli bir saate kadar şarkılar, türküler çalıp söyledikten sonra hep birlikte çadırlara gidip yattık.
Bugün yaptığımız yol yaklaşık 72 Kilometre civarı. 21 Kilometresi denizde, 51 Kilometresi karada.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda
https://tr.wikiloc.com/bisiklet-turu-rotalari/foca-mordogan-balikliova-ildir-83474175
<iframe frameBorder=”0″ scrolling=”no” src=”https://tr.wikiloc.com/wikiloc/embedv2.do?id=83474175&elevation=off&images=off&maptype=H” width=”600″ height=”500″></iframe><div style=”color:#777;font-size:11px;line-height:16px;”>Powered by <a style=”color:#4C8C2B;font-size:11px;line-height:16px;” target=”_blank” href=”https://tr.wikiloc.com”>Wikiloc</a></div>