Etiket arşivi: bafa

İki Sade Bir Ortaca Festivali Gidiş

18 – 19 Ekim 2017 Çarşamba – Perşembe

Gidiş

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

“Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
Sen ülkemin yaz geceleri gibisin
Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
Beni unutma
Ah! saklı gülüm
Sen hem zor hem güzelsin
Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
Sen memleketim kadar güzelsin
Ve güzel kal”

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, Bafa gölünde su durgun,  ipi karaya bağlı bir kayık, su yüzeyinde gökyüzü ve dağların yansıması.

Merhaba Sevgili Okurlar, yeni bir yazı dizisi daha başlıyor.

14 Günlük bir turun yorgunluğunu üzerimden atmaya çalışırken, Sevgi Kırak aradı telefonla. İlla ki geleceksin Hürpedal Bisiklet festivaline, davetlimsin deyince her ne kadar turdan daha yeni gelsem de Hürpedal festivalini kaçırmamaya niyetim vardı. Gitmeye karar verince nasıl gideceğim diye düşünüp dururken bizim Doktor Mete Güney de festivale katılacağını öğrenince onu aradım telefonla. “Nasıl gideceksin?” sorusuna “Kendi arabamla” cevabını aldım. O zaman beraber gideriz deyip kendimi yamadım. Koca Doktoru yalnız yolculuk yaptırmak ayıp olur değil mi? Festivalden iki gün önce yola çıkacağız. Köyceğiz’de Hakan Sevin’in misafiri olup biraz gezmeyi de düşündük. Gideceğimiz gün hazırlıklarımı yapıp gerekli malzemeleri çantama yerleştirdim. Bisikletim KUZ ve ben hazırız, Doktor Mete’nin gelmesini bekliyorum. Kendimi KUZ ile elçek resim çekiyorum apartmanın koridorunda. Arkada diğer 26 inç bisikletim var merdivenin yanında.

Mete Aliağa da oturuyor, Mete’ye konum atıyorum ve eve arabası ile geldi. Ben bisiklet taşıyıcı aparatı indiriyorum çatıdan. Mete gelince bakıyorum ki bisikletini içeri yerleştirmiş. Aparatı takmayalım deyip ben de bisikletin ön ve arka tekerleklerini söküp yerleştirdim. Arka koltuğu yatırmış Mete. Kolayca iki bisikleti yatık durumda alıyor. Çantaları da kenar, köşelere koyup yola çıkmaya hazırız. Arabanın arka bagajı açık durumda, bisikletler yan yatırılmış. Turuncu çantam da yanında.

Yola çıkıyoruz neşeyle, Doktor Mete sevimli, neşeli, esprili birisi. Çok iyi anlaşıyoruz, yol harika geçeceğe benziyor. Oturduğum sokağın bir alt sokağından doğruca çevre yoluna girdik, oradan paralı otobana bağlanıp Aydın’a doğru hızlıca gidiyoruz. Arabanın içinde elçek resim çekiyorum Mete arabayı kullanırken.

Aydın otobanına girdikten sonra Selatin tünellerini geçer geçmez bir yağmur indirdi sanki afat yaşıyoruz. Birden bire her şey kapandı, görüş alanı sıfır. Bir şey göremediğimizden kenara, emniyet şeridine yanaşıp yağmurun durmasını bekliyoruz. Ön cama vuran iri yağmur damlalarını çekiyorum. Kilometre hız göstergesi 0. Camdan bir şey görünmüyor, suyun içindeyiz adeta.

Yağmur bir süre sonra durdu ve yola devam ettik. Aydın’a varmadan Söke yoluna saptık ve otobandan çıkıp normal yolda gidiyoruz. Akşama daha çok var. Mete’ye hadi Bafa gölüne girelim deyince olur dedi ve Bafa kasabasından sola doğru Kapıkırı köyüne direksiyonu çevirdik. Burada Heraklia antik kenti var ve Bafa gölünü de yakından görürüz. Sonra kahve içeriz, olmaz mı? Olur elbette. Kapıkırı yoluna girdik, az ileride bir kahve var. Daha önce burada hep mola vermiştik. Kahveci ilginç bir tip, kahkaha ile gülmeye başlayınca o da gülmeye başlıyor kahkaha ile. Çayı da odun ateşinde pişiriyor, lezzetli. Birer duble çay ısmarladık. Yanımıza gevrek var, çayla birlikte atıştırıyoruz. Masada oturmuş, duble çaylar ve kahveci bize gazete getiriyor gevrekleri rahat yiyelim diye. Çay ocağının duvarları beyaz badana vurulmuş. Çatısı eternit kaplı. Türk bayrağı çatının ucuna iple bağlı.

Kahvedeki molayı bitirip yola çıkarak Kapıkırı’na vardık. Daha önce buraya gelip kamp attığımdan az çok biliyorum. Küçük bir ada üzerine yapılmış manastır tamamen adayı kaplamış durumda. Duvarların çoğu hala ayakta. Karaya çok yakın ama kayıkla geçmek gerek. Arkamızda kalan Beşparmak dağının volkanik yapısı buraya kadar yayılmış. Ada sanki yuvarlak taşların üzerinde, yansıması da göle düşmüş.

Buraya ilk geldiğimden beri çok beğendiğim yerlerden birisi. Büyüleyici bir doğa harikası beni çok etkiliyor. Altı mavi, üstü beyaz, küpeştesi kahverengi bir kayık ipe bağlı öylece duruyor sakince. Balıkçı teknesi olduğu arkasındaki naylon örtülü yığından anlamak mümkün. Küçük bir sopaya takılmış Türk bayrağı rüzgar olmadığı için dalgalanmıyor. Gökyüzü ile birlikte kayığın yansıması suya vurmuş durumda. Karşıda Dağın yuvarlak tüf kayalıkları göle kadar gelip içine girmiş. Kayığın ipi yosun tutmuş suda dura dura. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Doktor Mete’yi küçük adadaki manastır ile çekiyorum.

Kumsala oturup kahve takımlarını çıkarıp kahvemizi pişiriyorum.  Kahve ocakta pişerken elçek resim çekiyorum Mete ile. Mete kayanın üzerine oturmuş durumda.

Bu kez Mete kendi telefonu ile elçek resim çekiyor benimle birlikte. Kahve ocakta hala pişmeye devam ediyor. Göl kıyısında kayıklar bağlı.

Kahve pişiyor ve fincanlara döküyorum köpüklerinle birlikte.

Kahveyi cezveden fincanlara dökerken.

Bafa gölünden ayrılıp yola devam ettik. Muğla girişinde polis kontrolüne takıldık. Trafiği durdurmuşlar araçları tek tek kontrol ediyorlar. O yüzden konvoy oluşmuş durumda. Dur – kalk gidiyoruz kontrol noktasına doğru. Biraz hareket edip durduktan sonra arkadan bir araba güm diye çarptı. Tam da polis noktasına yaklaşmıştık. Eyvah diyerek hışımla arabadan indim. Bize çarpan bir kadın sürücü. Bizim arabada ve çarpan arabada bir şey yok şükür, küçük çizikler var sadece. “Abla ne yapıyorsun” diye biraz fırça attım o heyecanla. Polisler de elinde makineli tüfekle geldiler ne oldu diye. Durumu izah ettik, durduk yerde çarptı diye. Polisler kontrol ettiler, herhangi bir şey olmadığından geçip gittik polis noktasından. İyi ki bisiklet aparatını takıp gelmedik, yoksa arkadan vuran araba bisiklete zarar verebilirdi. Buna şükrediyorum. Sakar geçidinden inip Gökova dan Köyceğiz’e vardık.

Doğruca Hakan Sevin’in evine geldik, Hakan Sevin bizi karşılıyor. Hoş geldin, beş gittin dedikten sonra yarın ne yapalım, Sultaniye kaplıcalarına gidelim diye karar verdik. Biraz cildimizi tazelememiz gerek.

Ertesi gün arabayla Sultaniye kaplıcasına geldik, kendimizi hemen çamur havuzuna atıp çamura bulandık birden bire. Çamur havuzunun içinde Mete ve ben varız. Sanki çamur azalmış gibi, seviyesi düşük. Geçen hafta daha çok çamur vardı.

Çamura iyice bulaştıktan sonra dışarı çıkıp kurumaya bıraktık kendimizi Güneşin altında. Şevket Kaplan, ben ve Mete.

Kameraya poz veriyoruz şekil vererek. Solda göl, sağda çamur havuzu.

Çamur kuruduktan sonra kendimizi gölün sularına bırakıyoruz ilk önce. Sonra duş ve kapalı havuzdayız. Bizden başka kimse yok havuzda. Keyfimizi çıkarıyoruz.

Kurulanıp giyindikten sonra karnımızı doyurmak için pideciye girdik. Pideleri ısmarlayıp masada bekliyoruz. Pide yemenin handikabı bu; beklemek. Mete ile birlikte göl manzaralı elçek resim çekiyorum. Mete her zaman olduğu gibi güleç yüzünü yansıtıyor resme.

Mete de beni tek olarak çekiyor. Arkamda ağaçlar, sağımda gölün masmavi renkli suyu. Saçlarım omuzlarımda hala ıslak

Restoranda bir köpek koltukların arasından başını çıkarmış bir lokma pide vermelerini bekliyor müşterilerden.

Sultaniye kaplıcalarından ayrılıp Deniz Kızı feribotunun iskelesine geldik. Mete arabayı feribota bindirirken çekiyorum resmini. Daha geçen hafta Merve’nin arabasıyla binmiştik bu feribota. Dalyan kanalı, karşı kıyı 100 metre uzakta.

Arabamız feribotun içinde, feribot 2 araba alacak kapasitede. Biz bindikten sonra ikinci arabayı bekliyoruz. Bir motor daha binmiş feribota. Mete Beni araba ile çekiyor bir poz.

O beni çeker de ben onu çekmez miyim? Çekerim elbette. Mete de feribotun diğer tarafında iki kolunu açarak bana poz veriyor.

Karşı kıyıya vardık, küçük bir iskelede  bir tekne bağlı. Birisi de iskelede sandalyesine oturmuş balık tutuyor. Kanal denize doğru gidiyor. Karşıda dağlar.

Kamp yerine gelip arabayı park ediyoruz. Bisikletleri ve eşyalarımızı indirip kendimize yer beğenip çadırları kurduk. Eşyaları da yerleştirdikten sonra şöyle etrafa bir bakayım deyip ortalığı geziyorum. Kamp alanı, çadırla ve plastik sandalyeleri çekiyorum. Mavi boyalı bir varil ve yarım bir varil yerde. Yarım varilde ateş yanacak belli.

Beni gören tanıdıklar “Hoş geldin Urim Baba” diye karşılıyor. Dostları görmek güzel, bir arada olmanın muhabbetini yapıyoruz. Uzun süredir görmediğim arkadaşlarla karşılaşıyorum, hal hatırla geçiyor zaman. Bu akşam yemeğinde de sürüyor. Sonrası yarım varilde odunlar yanmaya başladı. Etrafında toplaşıyoruz, Sohbet, muhabbet gırla gidiyor. Eğlenceli ve kahkahalı geçiyor alevlerin ışığında. Varilin altında delikler delinmiş alttan hava alsın diye. Delikten ışıklar dışarı vuruyor alevin.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet ediyoruz. Uyku zamanı gelince kaçırmamak için izin istiyorum arkadaşlardan. Çadırıma girip tatlı düşlere dalıyorum.

Gökova Bisiklet Turu 3. Gün

18 Haziran 2013 Salı

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Öne çıkmış olan görsel, Bafa gölü manzarası, manastır adası.

180620132644

Sabah erkenden uyanıyoruz, güneş doğmuş güzel bir sabah, göl sakin ve dingin, bize mutluluk veriyor göl kıyısında uyanmanın. Elimizi yüzümüzü yıkayıp toplanmaya başlıyoruz. İrfan Akkaya erkenden yola çıkmış , bisikletleri yüklendikten sonra rehberimiz İrfan Özden bize rehberlik edip Herakliada bulunan Athena tapınağını gezdiriyor.

Athena tapınağı, duvarları yüksek, çatısı yok. Taş bloklar düzgün kesimli ve ip gibi örülü. İki zeytin ağacı kenarlarda.

180620132642

İrfan İle Hüseyin Bafa göl manzarasını kaçırmıyor. İkisi de yüksek duvarın dibinde, gölgelik yerde oturuyor. Arkada yuvarlakımsı kayalar silsilesi.

180620132643

Ben de onlara katılarak manzaranın keyfini çıkarıyorum. Aşağısı kamp kurduğumuz yer Heraklia Restoran. Bafa gölüne girinti yapmış gibi ama öndeki ağaçlar ada olduğunu saklıyor. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

180620132644

Elçek yapıyorum kendimi Bafa gölü manzarasına karşı. Kafamda mavi buff, gözümde güneş gözlüğü.

180620132647

Gölün sol tarafı, dün geldiğimiz yol tarafı. Kapıkırı köyündeki yeşillikler içinde kalmış evler zar zor görünüyor.

180620132645

Kapıkırı Köyü ve mavi külahlı minaresi olan cami.

180620132649

Athena ayak izi kayada oyuk biçiminde bırakmış.

180620132650

Altta Heraklia Antik Kenti Üstte Kapıkırı Köyü aynı resimde görüldüğü gibi antik dönemden kalan duvar üstüne çamur – taş karışımı ev.

180620132651

Yüksekte Athena tapınağının binası görünüyor.

180620132652

Kısa bir gezinin ardında yola çıkıyoruz , kahvaltılık alış verişi Gölyaka da bakkaldan yaptıktan sonra ilerideki kahveye varıyoruz. Kahvaltılıklarımızı çıkarıp duble çaylarımızı ısmarlayıp bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Kahveci de bize kendi yaptığı hurma zeytinden ikram ediyor.

Alper Güngör’ün dediği gibi  “Kahvaltının Mutlulukla Bir İlişkisi Olmalı” Masada üçümüz oturmuş durumda, masanın üstünde kahvaltılık malzemeler. Resmi çeken telefonu biraz titrettiğinden az bulanık çıkmışız.

180620132653

Kahveci çay ocağında odun ateşinde tavşan kanı gibi demlenen çayı bardaklara doldururken.

290620132976

Kahvecinin ilginç bir gülüşü var, eğer yolunuz buraya düşerse kahveciyi mutlaka güldürün. Tabi ki buraya kadar gelmeniz gerek. Güzelce bir kahvaltının ardından yola çıkma zamanı  geldi. Buralardaki yollardan hiç geçmediğimden yol durumunu bilmiyorum,  yol düz mü, yokuş var mı ? Artık ne çıkarsa bahtımıza. Bafa köyünden çıkıyoruz ve önümüze ilk rampa beliriyor, başlıyoruz tırmanmaya. Sıcak artmaya başlıyor, su içe içe tırmanırken arabanın biri yanımdan geçerken kornaya basıyor. Haliyle kim olduğunu çıkaramıyorum, araba az ilerde durup gelmemi bekliyor. Yanına varınca tanıyorum İzmir den bisikletçi bir arkadaşım Serdar. Selamlaşmadan sonra atla arabaya götüreyim diyor. Tabi ki ben kanmıyorum ona “arabadan in bisiklete bin” diyerek teklifini geri çeviriyorum. İş için Bodrum’a gidiyormuş. Uğurlar olsun diyerek yolumuza devam ediyoruz. Biraz daha tırmandıktan sonra Karacabel tüneline ulaşıyoruz. Tünel yeni yapılıyor, inşaat henüz tamamlanmamış.  Tünelin bir tanesi bitmiş, diğeri yapılıyor. Girişte tabelada yazan Karacabey tüneli 213 m.

180620132654

Bel deyince tırmanma da bitti bundan sonra iniş başlıyor, inişte bisikletlerimizi salıyoruz. 67 Km hıza ulaşıyorum, bu benim yeni hız rekorum. Önceki hız rekorum Belkahveden İzmir’e inişte 65 km hız yapmıştım. Bu hıza ulaşınca firenliyorum kendimi çünkü rüzgar sallamaya başlıyor, tehlikeye gerek yok. Düzlüğe inince karşımıza antik Euromos harabeleri beliriyor. Yolun solunda hemen girip bakıyoruz ki görevli ücretli deyince müze kartımın süresi dolmuştu biz de dışarından tapınağın muhteşem yapısının resimlerini çekmekle yetiniyoruz.

180620132655

Tapınağın uzun sütunları, kirişleri yüksekte tutuyor. Tam alttan çekiyorum sütunları.

180620132662

Sütunları yandan çekiyorum. Bu sütunlar dikine oyuklu yapılmış.

180620132660

Diğer yanda düz sütun üç tane, üstünde kiriş var. Daha önde bir sütun daha var ama sütun gibi yuvarlak değil. Sanki kirişi dikmişler gibi.

180620132661

Hazır tapınakta iken elçek resim çekiyorum üçümüzü. Hüseyin, ben ve İrfan yan yana. Gözlerimizde güneş gözlükleri takılı. Sütunlar yanda ve arkada.

180620132659

Kırık bir sütun parçasına yaslanıp resim çekiliyorum tapınak sütunları ile birlikte. Beni İrfan çekiyor.

180620132658

Aynı yerde bu kez ben İrfan’ı çekiyorum.

180620132657

Tapınağı tüm sütunları ile birlikte çekiyorum. Önde beş, yanda sekiz tane sütun var. Kirişler sağlam olarak sütunların üzerinde duruyor.

180620132656

Büyük sütunları ile ayakta kalmış tarihi eser az bulunur. Burada biraz oyalandıktan sonra yola devam ediyoruz. Bir süre gittikten sonra yol kenarında dut ağacı olan bir restoran  görüyoruz. Su da şarıl şarıl akıyor, hemen duruyoruz. Restoran sahibi yok, içeriye giriyoruz küçük bir havuza borudan su devamlı akıyor. Siyah dut ağacını şöyle bir silkeliyoruz ve düşen dutları toplayıp yıkıyoruz havuzda sonra afiyetle yiyoruz. Sularımızı tazeleyip dinlendikten sonra yola devam ediyoruz. Böylece Milas’a varıyoruz.

Milas giriş tabelasını çekiyorum. Tabelada Milas Nüfus : 54100

180620132664

Milas ta Karya bisiklet var sorarak nerede olduğunu öğreniyoruz. Ön lastiği yenilemem gerek. Sanayide olduğunu öğrenip oraya doğru devam ediyoruz. Sanayiye ulaşınca karnımız acıkıyor, bir lokantada duruyoruz. Canımız da kuru fasulye çekiyor, hemen ısmarlıyoruz. Gelen fasulye tabağını görseniz koca tabak içi fasulye dolu rahat doyarsınız. Bisiklet insanı bayağı acıktırıyor iştahı da kabarıyor yolda. Fasulyenin ardından az pilav yiyip anca karım doyuyor. Çaylarımızı içtikten sonra bisikletçiye gidiyoruz. Bisikletçi yok eşi bakıyor, telefonla çağırıyor eşini. Bize soğuk soda ısmarlıyor. Bir süre sonra bisikletçi gelip 28 inçlik dış lastik veriyor, hemen değiştiriyorum. Hoş beşten sonra yola çıkıyoruz.

Milas kasabası girişi, iki minareli bir cami sağda.

180620132665

Milas çıkışında Sağa giden yolu belirtir tabelada; Beçin, Ören. Altında da kahverengi zeminde Meçin kalesi 2, Keramos 42 kilometre yazılmış. Hüseyin ile çekiyorum tabelayı.

180620132666

Ufukta rampa görünüyor. Uzun mu uzun.

180620132667

Milas’tan sonra bir yokuş başlıyor akıllara zarar. Tam 9 km, yer yer yol yapım çalışmaları var. Ağır ağır çıkmaya başlıyoruz, hava iyice ısındı, asfalt yer yer erimiş. Zifte bulaşmadan kıyıdan gidiyorum yoksa lastiğe zift bulaştı mı hem zor çıkıyor hem de yolda ne denk gelirse taş, toprak, cam, diken ne varsa yapışıyor. Yokuş bitmek bilmiyor, suyumuz bitmek üzere. Tam bitmeye yakın yolu yapan işçilerden su istiyoruz, sağ olsunlar veriyorlar bir miktar su, onla idare ediyoruz. Benim 1.5 litrelik şişe de bitiyor, derken yokuş ta bitti nihayet. İniş başlıyor ve az ileride dinlenme yerine denk  geliyoruz. Çınarların altında kanalda su akıyor ve hemen 9 km çıkan ısınmış pistonları derede soğutmaya çalışıyorum.

Dere kıyısında masalar, sandalyeler. İki kişi oturmuş bir şeyler yiyor. Dere geniş, iki metre civarı. İki blok briket üstüne kalas üzerinde ben oturuyorum. Ayaklarım dere içinde. Dere geniş olduğu için su ayak bileklerime kadar anca geliyor.

180620132668

Pistonları soğuttuktan sonra bol bol duble çaylarımızı içiyoruz bisküvi ile. Sıcak havada harareti anca çay alır. Boş şişelerimizi su ile dolduruyoruz. Molayı bitirip yola çıktık. Yolun kıyısındaki emniyet şeridinde tek sıra gidiyoruz. Elçek ile kendimizi çekiyorum. Arkada İrfan ve Hüseyin.

180620132663

Bundan sonra Yatağan’a kadar tatlı tatlı iniş başlıyor. Güneş ufka dayandı, gölgelerimiz taş duvara vuruyor olduğu gibi. Üçümüzün yan yana gölgelerimizi çekiyorum duvarda.

180620132670

Yatağan’a yaklaşınca yol tek şeride düşüyor trafikte kalabalık olmaya başladı, kamyonlar vızır vızır. Burada termik santral var, tek bacasında duman çıkıyor. Tabelada; Yatağan Nüfus 18400 yazıyor. Tabelayı Hüseyin ile birlikte çekiyorum.

180620132671

Yatağan şehir merkezine doğru ilerliyoruz, hava kararmak üzere akşam oldu. Karnımız acıkmaya başladı, pilimiz de tükendi. Bakkalın birinden karpuz, peynir, ekmek alıp yan yolun kıyısında yiyoruz, karpuz kocaman 7 kg var ama öyle acıkmışız ki bir dilim kalıyor sadece, onu da Hüseyin naylon torbaya koyup bagajına bağlıyor. Karpuz peynir ekmeği yiyince kendimize geliyoruz ve Muğla’ya varmaya karar veriyoruz. Işıklarımızı yakıp gecenin serinliğinde pedal çevirerek Muğla’ya varıyoruz. Gecenin karanlığında Muğla tabelası Nüfus 62600 Rakım 625 yazıyor.

180620132674

Muğla’nın nüfusu bayağı azmış, gecenin ilerleyen saatlerinde şehrin merkezine varıyoruz. Şehrin parkında Gezi parkı  için platform oluşturmuşlar. Parktaki arkadaşlar bize çadır alanı olan parkı tarif ediyorlar. Biraz dinlenmek için dondurmacıda  oturup dondurma ile serinleyip  kalacağımız parka doğru gidiyoruz. Gece 12 de parka varınca uygun bir yer ararken Şafak Omaç’ın sesi geliyor Şafağın yanında diğer arkadaşları görüyoruz. Burada Ayşe Kuş ile tanışıyorum. Hoş geldin beş gittin muhabbetin ardından  çadırlarımızı kuruyoruz. Saat bir oldu ve yorgunluktan hemen uyuyoruz.

Horozlar bile sabah ötmesi için uykuya dalmışlar. Horoz kafesin üzerine tünemiş. Tüylerinin rengi sarı, kuyruğu ise siyah.

190620132675

Bu gün yaptığımız yol 104 Km civarı.

Bu günün yol haritası

Powered by Wikiloc