Etiket arşivi: hürpedal

Suyun Kaynağına Yolculuk Büyük Menderes 7. Gün

1 Mayıs 2018 Salı

Beyeli – Çıtak – Işıklı göl – Dinar

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdimen’e aittir)

 

“Kuşlar vardır, cana benzer havalarda;
Soğuksa kar, baharsa yaprak;
Bir başına büyür toprakta ömrümüz,
Güneşle yeşil elleriyle çıplak;

Nefeslerle sürüp giden yaşamamız
Bir su kenarına gelir durur;
Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır;
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.”

Can Yücel

 

Öne çıkmış olan görsel, Suyun Kaynağına Yolculuk Büyük Menderes Bisiklet turunu tamamlayan üç kişi; ben, Ferdimen ve Mehmet Aydın Dinar kasabasında Büyük Menderes nehrinin başlangıç yeri olan Suçıkan mesire yerindeki suyun kaynağı. Köprü üzerinde poz verdik. Arkamızda yapay şelale akıyor.

20180501_195719_HDR

Tatlı düşler görmenin verdiği mutluluğu gözlerimi açtıktan sonra da devam ediyor. Bir süre gördüğüm düşleri anımsayarak uyku tulumu içinden çıkmadım. Çadırımın tepesine bakarak yeni bir güne daha başlıyorum. Fazla oyalanmadan çadırımın fermuarını açıp dışarısının resmini çektim. Tam karşımda ilk gördüğüm çocukların oynadığı oyunların aletlerini gördüm. Renkli plastikten yapılmış oyuncaklar; merdiven ile çıkılan bir kuleden biri düz, diğeri döne döne aşağı inen iki kaydırak. Renkleri mavi, sarı ve kırmızı.

20180501_065430_HDR

Çadırdan çıkıp kamp yaptığımız yeri ve pankartımızı çekiyorum. Üç tane çadır, çam ağaçlarının gövdesine bağlı pankart, piknik masası ve bisikletim KUZ. Arkada iki bina var. Uzun çam ağaçlarının sadece gövdeleri görünüyor.

20180501_065856_HDR

Elimi, yüzümü yıkamak için camiye giderken köydeki eski kerpiç evlerin resimlerini çekiyorum. Çatısının bir kısmı çökmüş kerpiçten bir ev karşımda. Duvarda da bir delik açılmış. Evde kimse oturmuyor. Duvarın önünde kalın gövdeli dut ağacı var. Arkada caminin minaresinin bir kısmı görüntüye girmiş.

20180501_070051_HDR

Evlerin çoğu kerpiçten yapılmış, içinde oturanlar var. Kimi bina yeni.

20180501_070101_HDR

Cami avlusuna vardım, avluda tarihi eser olan sütun gövdesinde bir parça duruyor. Mermer parçanın bir kısmı kırık. Sütun dikine U kanallar açılmış

20180501_070455_HDR

Kamp yaptığımız yer ilk okul bahçesi. Okul taşımalı sistem yüzünde kapalı. Okul binasının bir kısmı bakkal dükkanı olarak kiraya verilmiş. Bakkal amca tatlı birisi. Kalın gözlük camları ile anca görüyor etrafı. Bakkal amca ile iyice samimi olduk. Sabah kahvaltısı için alışveriş ve ekmek aldık. Kahvaltıyı yaptıktan sonra çadırları ve eşyaları toparlayıp bisiklete yükledik. Sadece ağaca bağlı pankart duruyor. Suyun Kaynağına Yolculuk yazılı pankartın yanlarına geçip resim çekildik. Sol tarafta Köylü bir arkadaş, Mehmet ve ben. Sağda ise Ferdimen ve bakkal amca.

20180501_091113_HDR

Hazır pankart açılmışken tek tek resim çekilelim dedik. İlk önce Ferdimen’i çekiyorum pankart önünde.

20180501_091202_HDR

Sonra Mehmet’i çekiyorum çömelmiş durumda.

20180501_091225_HDR

Pankartın solunda da ben çekiliyorum bir poz. Böylece Suyun Kaynağına Yolculuk katılımcıları olarak birer anı kaldı yanımıza.

20180501_091256_HDR

Pankartı söküp bagajın üstündeki çantaya koyduktan sonra bakkal amca ile vedalaşıp yola çıktık. Kilit beton taşı döşeli bir yerde büyük kazanlar kaynıyordu. Bu gün keşkek pişirip dağıtacaklar köylülere. Bizi davet ettiler ama kazanlardaki buğday kaynatıp et konularak sopalarla dövülmesini bekleyecek zamanımız olmadığından keşkek yiyemedik. Yola çıkmamız gerek diyerek yolumuza devam ettik.

20180501_092817_HDR

Yolumuz düz denecek kadar var. Plato 800 metre yükseltide, hafif iniş – çıkış olabilir. Yolun solunda durup önde giden Mehmet’i ve Ferdimen’i çekiyorum uzayıp giden yolda. Solda afyon tarlaları var.

20180501_094619_HDR

Afyon tarlasında mor ve beyaz çiçekler açmış karışık olarak. İlerideki tarla sınırında dört tane top ağaç görünüyor.

20180501_094721_HDR

Köyün birinden geçerken tek katlı kerpiç bir ev görüyorum. Üzeri toprak dam, otlar bürümüş. Damı tutan odunlar dışarı taşmış durumda. Bir tane küçük pencere var duvarda.

20180501_095131_HDR

Çıtak kasabasına geldik, girişinde yeni traktörler dizilmiş sıralı satılacakları günü bekliyorlar. Ferdimen beni traktörlerin yanından geçerken çekiyor. Traktörler, biri mavi biri kırmızı renkli olarak sıralanmış beş tane.

IMG_2805

Bu gün için büyük bakkaldan (halk market diyor) alışverişi yapmak için durduk. Ferdimen aldığı buzlu, kırmızı – beyaz renkli dondurmayı bisikletlerimiz ile birlikte market camekanı önünde çekiyor. Dondurmanın çoğu bitmiş.

IMG_2807

Çıtak kasabasının meydanında Çanakkale kahramanı Koca Seyit heykelini görünce durup resim çekmeye başladık. Koca Seyit sırtında 250 kiloluk top mermisini taşırken. Heykel altın sarısı renge boyanmış tamamen. 7 Tane direkte Türk bayrakları dalgalanıyor.

IMG_2811

Üç bisikletçi, Koca Seyit heykeli etrafında resim çektiğimizi gören uzun bıyıkları ile meşhur Ali TAK yanımıza geldi. Tanıştık ve beraber resim çekildik heykel önünde. Ferdimen ve ben saçlarımızı saldık uzun bıyıklı Ali TAK’ın yanında. Yanımızda jandarma astsubayı da var sivil giyinmiş olarak. Ali Tak uzun bıyıklarını çözerek elimize verdi. Bıyıklar boydan boya elimizde tutuyoruz.

20180501_110041_HDR

Ali TAK ve jandarma bizi meydandaki kahveye çağırıyor soğuk bir şeyler içelim diye. Biz de hazır meşhur Ali TAK gibi uzun bıyıklı birini bulunca davetlerini kabul edip kahveye geldik. Ferdimen bizi, Mehmet, Ali TAK ve beni kahve içinde ayakta konuşurken çekiyor. Ali TAK beyaz takım elbise giymiş. İçine siyah bir gömlek, uzun bıyıkları ile tam bir asalet örneği. Başında beyaz bir kasket takmış.

IMG_2813

Ali Tak normalde uzun bıyıklarını başının üzerine sarıyor. O kadar uzun bıyık yerlere değer. Boyu tamamı ile iki ucu arası 215 santim uzunluğunda. Bizim için bıyıklarını açıp gösterdi sağ olsun. İki astsubay jandarma bıyıklarının ucundan tutmuş. Arkasında Ferdimen ve Mehmet. Ben de elçek resim çekiyorum hepimizi. İzmirli hemşerim jandarma bizlere soğuk zafer gazozu ısmarladı. Şişeler masanın üzerinde.

20180501_111607

Kahvede oturan yaşlı bir amca da yanımıza katıldı. Amcanın yaşı 83, yüzüne bakarsan o kadar göstermiyor ama baston ile yürüyor. Amca pek resim çekilmek istemediğinden sırtı dönük halde Ferdimen bizi çekiyor sohbet ederken. Sundurma demirine Atatürklü Türk bayrağı asılmış.

IMG_2812

Ali TAK ve jandarmalara bizi ağırladıkları için teşekkür edip yolumuza devam ettik. Benden çok resim çeken Ferdimen çeşmeleri hem çekiyor hem de haritada işaretliyor burada çeşme var diye. Gezginler de haritada nerede çeşme var hepsini görüyor Ferdimen sayesinde. Çeşme kısa, kalın bir çıkındı duvar şeklinde yukarıya kadar uzatılıp birleştirilmiş. Aynası beyaz mermer döşeli, diğer tarafı kırmızıya boyanmış. Musluğa krom bir tas bağlanmış sarkıyor. Çeşmenin üstünde sarmaşık var bahçe duvarından taşmış. Çeşmenin üstünü yeşil yaprakları ile süslemiş sarmaşık.

IMG_2815

Ferdimen’in çizdiği rotayı takip ediyoruz. Asfalt yoldan ayrılıp kanal yanında giden toprak yola saptık. Su kanalında su yok, akmıyor. Kanalın solunda toprak yolda beni çekiyor Ferdimen.

IMG_2817

Toprak yol kanalın bir sağından bir solunda gidiyor. Kısa köprülerden geçiyoruz karşı kıyıya. Kanalda demir kapak yapılmış suyu kesip yandaki kanallara yönlendirmek için. Sağda 150 – 200 metre yükseklikte sıradağ kanal ile birlikte gidiyor. Dağ kale duvarı gibi set oluşturmuş. Yaklaşık 14 Kilometre civarında uzunluğu. Haritadan baktığınızda düz arazide set halindeki sıra dağı görebilirsiniz. Sıradağ batı – doğu doğrultusunda.

20180501_115032_HDR

Kanalın bir yerinde DSİ (Devlet Su İşleri) pompa istasyonu ve binasını gördük. Kanallardan gelen su burada tarlalara kanallar yolu ile yönlendiriliyor.

20180501_120847_HDR

Hep Ferdimen çekecek değil ya, bu kez ben Ferdimen’i çekiyorum bisiklet sürerken. Ferdimen bana doğru gelirken aldığım pozda Mehmet Ferdimen’in arkasında kalmış.

20180501_123516_HDR

Karşıda yüksek bir dağ görünüyor uzaklarda. Sıradağ da o yöne doğru uzanmış. Sanki dağa kadar gideceğiz gibi bir his var içimde. İlk defa bu coğrafyada bisiklet sürüyorum. Nereye gidiyoruz, hedefimiz belli, yolu takip ediyoruz. Ama çevreyi ilk defa gördüğümden nereden gideceğimizi kestirmek güç. Artık tahminler üzerinde az çok rotayı anlamaya çalışıyorum.

20180501_124728_HDR

Toprak yolun solunda uçsuz bucaksız tarlalar var. Buraların rakımı yüksek olunca tarım olayları da ona göre daha geç oluyor. Tarlasını traktörle süren bir köylü tozu dumana katıp sürüyor. Daha önce ekip ürünü aldığı yeşillikleri sürüp toprağa karıştırıyor gübre olarak. Tarlada afyon ekili, belki de izinsiz ekilmiş afyonlar. Henüz çiçekte olan tarla niye sürülsün ki?

20180501_130745_HDR

Kanal biraz üstte kaldı. Yol aşağıda ve üstteki kanaldan aşağıya doğru bir kanal daha yapılmış.

20180501_131028_HDR

Tarla kıyısına yapılmış kerpiç bir dam. Üç tane kapısı var, üstü toprak dam ile kapatılmış.

20180501_131557_HDR

Sıradağın dibinden gidiyoruz. Bazen sıradağ bize geliyor bazen de biz sıradağa doğru gidiyoruz. Önde arkadaşlar gidiyor toprak yolda.

20180501_131600_HDR

Dağın dibinde giderken yamaçtaki kayalarda delikler, oyuk odalar görüyorum. Cep telefonumdan digital zoom yaparak yakınlaştırdım ama netlik bozuluyor. Dikdörtgen, düzgün yontulmuş kapı görüyorum. İçi tamamen oyulmuş bir oda olabilir.

20180501_131751_HDR

Sıra dağlar bitti, sola doğru ovada gitmeye başladık. Köylerden geçerken tek katlı kerpiç evleri görmek, yanından geçmek ve sizlerin görmesi için resim çekmek bana büyük bir mutluluk veriyor. Bu güzellikleri hep birlikte görelim.

20180501_132243_HDR

Ferdimen saçlarını salmış, bisiklet sürüyor aheste aheste. Bagajda yeşil çantalar yüklü, ön bagajında da çantalar ve üstünde hafif olan mat bağlı. Arka bagajda ince bir çubuğa Türk bayrağı bağlı. Otlar yeşil ama sararma belirtileri gösteriyor. Az ilerde yüksek olan set yol ile paralel gidiyor.

20180501_132246_HDR

Daha önce gördüğümüz set ile yol kesişti. Set kocaman bir kanal barındırıyor, üzerinden geçen köprünün korkuluk demirine tabelamızı bağlıyorum. Kanalın içinde su neredeyse ağzına kadar dolu. Nehir gibi akıyor. Kanal boyu tel örgü ile kapatılıp kanala girmesi engellenmiş. Her ne kadar Salihli de kanalda yüzmüş olsam da kanallarda yüzmek tehlikelidir her zaman. Her yıl kanallara giren gençler boğuluyor.

20180501_133328_HDR

Kanal boyundaki yolda gidiyoruz ileride görünen kavak koruluğuna doğru. Kanal tel örgüsü ile koruma altına alınmış solumuzda kalıyor.

20180501_133608_HDR

Kavakların olduğu yere varınca burasının Işıklı göl olduğunu anlıyoruz. Aynı zamanda piknik alanı da olarak kullanılıyor. Eski zamanlarda yapılmış beton masalar dökülmeye başlamış. Burada öğle yemeğini yeme kararı aldık. Beton piknik masasının birine yemek yapmak için malzemeleri çıkarıyoruz çantalardan. Piknik yapılan yer göl seviyesinden aşağıda olduğunu görüyorum. Yada hemen hemen aynı seviyede. Devlet su işleri göldeki suyu taşkınlarda kontrol altına almak için 5 metrelik toprak set yapmış. Set tüm gölü çevrelemiş durumda. Piknik alanından gölü görmek olası değil. Sadece toprak set görünüyor. İneklerini otlatan çoban yanımıza geldi. Tanışıp sohbet ediyoruz çoban ile. Çobanın vitessiz bisikleti var, inekleri bisikletle otlatıyor. Bisikletim KUZ önde, Mehmet çoban ile sohbet ederken Ferdimen de piknik masasında yemeği nasıl pişireceğini düşünüyor.

20180501_134708_HDR

Eldeki malzemeleri çıkarıp yemek yapmak için hazırlıklara başladık. Marketten aldığımız malzemeler poşetlerin içinde. Tencere ocak üstünde, rüzgarlık ocağı koruyor. Ferdimen domates doğruyor bıçak ile.

20180501_140621_HDR

Yemeği pişirip yedikten sonra gökyüzünde toplanan bulutlar çoğaldı ve yağmur yağmaya başladı. Bereket yağıyor, hemen tencereyi tavayı toplayıp binanın çatısının altına sığındık. Binanın içinde kimse yok, kapıları kapalı. Pembe badana boya ile boyanmış duvarları. Üzerinde de kiremit kaplı çatı. Devlet su işlerinin yönetim binası olmalı. Işıklı göl Büyük Menderes nehrinin gelip geçtiği göl. Göl baraj gibi kullanılıyor. Etrafı 5 metrelik set ile çevrelenip bulunduğumuz piknik alanında yapılmış. Burada kapaklarla sulama kanallarından tarım arazilerine ve nehre kontrollü su verilen istasyon. Çatısı binadan biraz taşmış ve bisikletlerimiz duvarın dibinde sıralanmış duruyor. Diğer tarafta yere, matı serip oturmuş durumda bekliyorum yağmurun dinmesini.

IMG_2844

Yağmur devam ediyor, ben de boş oturmadım kahve pişirip içmeye başladım. Önümde kahve takımları, yere serili mat üzerinde oturmuş, duvara yaslanarak fincandan kahve içerken Ferdimen beni çekiyor. Başımda mavi buff var.

IMG_2845

Kahveler bitti ama yağmur bitmedi, beklemeye devam ediyoruz. Hava da yağmurla birlikte serinlemeye başlayınca ceketimi giyiyorum. Ferdimen bizi çekiyor bina dibinde beklerken.

IMG_2846

Bina tel örgü ile çevrelenmiş, içinde bitişmiş otlar ve mor çiçek açmış zambaklar yağmuru içine sindiriyorlar.

20180501_154509_HDR

Bir ara yağmur azaldı, dışarı çıkıp Işıklı gölü görüp resmini çekeyim dedim ve set üstüne çıktım. Az miktarda su ve üzeri çim kaplı toprak düzlükleri görüyorum. Sanki kanal gibi bir yerden göle bağlantı var. Burada kanallara su geldiği belli oluyor. Az ilerde ondan fazla söğüt ağacı dağınık durumda.

20180501_154616_HDR

Set kıyılarının göl kısmı taşlarla kaplanmış, göl suyu toprağı çekip almasın diye.

20180501_154623_HDR

Piknik ağaçları tamamen ağaçlarla kaplanmış harika bir yer. Burada kamp yapmayı düşünmüştüm ama erkenden geldik o yüzden az bir yolumuz kaldı suyun kaynağına. Işıklı göle öğle zamanı varmıştık. Yemeği yedik ve yağmurun dinmesini bekliyoruz.

20180501_154632_HDR

Hava soğudu demiştim ya, soğuk hava tabakası dolu olarak yağmaya başladı ve yerler neredeyse buz halindeki dolu taneleri ile beyaza bürüdü.

20180501_154929_HDR

Dolu ve yağmur yağması bitecek gibi değil, yağmurlukları giyip yola çıkmaya karar verdik. Hava durumu yağmurun gelip geçeceğini belirtiyor. Ferdimen yağmurluk giymiş karşımda olunca kendi kamerası ile çekiyorum bir poz. Üstünde mont, altında pantolon tamamen yağmur geçirmez. Kapşonu da kafasına geçirip bağlamış. Yerlerde dolu taneleri ve kavak ağaçları içinde Ferdimen.

IMG_2847

Yerde dolu taneleri ve bisikletleri alarak yürümeye başladık. Ferdimen Mehmet ile beni çekiyor elimizde bisikletle yürürken. İkimiz de yağmurlukları giymişiz. Benim üzerimde mavi, Mehmet’in üzerinde kırmızı yağmurluk var. Bende kısa pantolon, Mehmet’te ise koyu gri pantolon giymiş.

IMG_2848

Yağmur altında bir süre gidiyoruz ve bulut üzerimizden çekip gitti. Böylece yağmur da dinmiş oldu. Göl kıyısından gidiyoruz. Set üzerinden gölü sonunda görebildim. Işıklı göl epey geniş bir araziye yayılmış Karşı kıyısı çok uzaklarda. Yüksek dağlar kıyısına kadar göl gidiyor. Büyük Menderes nehri burada geniş bir alana yayılmış, dağlardan aşmak için güç topluyor sanki.

Işıklı Gölü’nün maksimum yüzey alanı yaklaşık 64 km² olup, maksimum derinliği ise 8.7 m’ye ulaşmaktadır.

20180501_160843_HDR

Gölü takip ederek Dinar’a doğru gidiyoruz. Buralarda sık sık afyon tarlaları görüyoruz. Mor çiçek açmış afyon bitkileri arasında tohumlar karışmış olan beyaz çiçekler de bir kaç tane açmış. Tarlanın yola bakan kısmının kıyısında papatya çiçekleri açmış.

20180501_161737_HDR

Yol set kıyısı ile birlikte düz olarak devam ediyor. Ferdimen beni arkamdan çekiyor. Yağmur dinse de yağmurluk hala üzerimde. Ama asfalt ıslak.

IMG_2849

Set ve göl bitiyor ama yol düz olarak devam ediyor. Kimi yerde tarlalar, kimi yerde ağaçlar fışkırmış.

20180501_162851_HDR

Az yukarıda ana yol görünüyor, henüz köy yollarındayız. Yolun yanı çaya dönüşmüş Büyük Menderes nehri akıyor. Meyve bahçelerinde meyveler henüz olgunlaşmamış.

20180501_164306_HDR

Nehir bazen solda, bazen sağda akıyor. Nehirden çok sulama kanalından akıyor sanki.

20180501_164430_HDR

Köyün birinden geçerken yavru av köpeği görünce durup seviyoruz. Kahverengi benekli, kirli beyaz renginde olan yavru köpek anasını kaybetmiş olacak sığınacak bir koruyucu arıyor sanki. Ekmek veriyoruz ama oralı olmuyor. Peşimizden bir süre geldi, sonra hızlanınca yetişemedi ve geri kaldı. Köpeğin durumuna acıdım, küçük, korkmuş ve aç.

20180501_165105_HDR

Bazı köyler yoldan içerde olunca uğramadan geçip giderken resmini çekiyoruz sadece. Bir kaç ev ve köy camisi. Köye doğru giden yol ile birlikte manzarayı oluşturuyor.

20180501_173038_HDR

Tekke köyünü es geçmedik, çünkü yol köyün içinden geçiyor. Köyün girişine dikilen tabelada hem nüfus hem de rakım yazıyor. Nüfus 577, rakım 835 Metre olarak yazılmış. Rakım nüfustan fazla.

20180501_173041_HDR

Köyden geçerken eşekleri seven Ferdimen eşek bulunca kamerası ile elçek resim çekiliyor eşek ile. Eşeğin boynunda çan takılmış.

IMG_2869

Köy evleri kerpiçten olunca çekmeden edemiyorum. Beton, tuğla evler pek güzel görünmüyor göze. Kerpiç evin güzelliği, rengi bir başka. Rotayı navigasyondan takip eden ve kaydeden Ferdimen bizi götürüyor. Bazen Mehmet önden gidiyor ve gözden kayboluyor. Ferdimen de bazı köylerden geçmeyip düz giden yoldan beraber gidiyoruz zaman kaybetmemek için, o yüzden bizden ayrı giden Mehmet bizim arkamızdan çıkıp geliyor ve serzenişte bulunuyor. Ben de turu düzenleyen biziz, rotayı Ferdimen belirliyor. Bazı yerde kestirmeden gidip yolu kısaltıyoruz. Sen de yanımızda olmayınca bir süreliğine ayrıldık, nasıl olsa yine buluştuk. Bunda sezinlenecek bir şey yok. Kendi kendine gelin güvey olma.

20180501_173142_HDR

Küçülen Büyük Menderes nehri artık kanalda akan su gibi. Debisi yüksek olsa da sulama kanalı kadar boyutu. Yol sağa dönüyor ve nehrin üzerinde köprü var ama korkuluk gibi bir şey yok. Nehrin diğer tarafında demir yolu çakılları ve raylarını görüyorum.

20180501_180419_HDR

Tren yolundaki rayların tam ortasına bisikletim KUZ park halinde. Tren yolu İzmir’den başlayıp, Aydın, Denizli, Afyon, Ankara ve Türkiye’nin diğer bölgelerine gidiyor

20180501_180549_HDR

Mehmet beni ve Ferdimen’i tren yolu geçidi üzerinde çekiyor bir poz Ferdimen’in kamerası ile.

IMG_2875

Kanalda akan küçük nehir buralarda tarım yapanlar tarafından kirletilmeye başlıyor. Fidan yetiştirilen köpük kalıpları kanala atılmış ve bunlar kanal kapaklarında birikmiş. Görüntü kirliliği oluşmuş durumda. Yazık!

20180501_181707_HDR

Ekin tarlalarında buğday başakları sararmaya başlamış az da olsa.

20180501_181745_HDR

Ferdimen’in sürprizleri bitmiyor. Bisiklet sürerken çaktırmadan beni çekmiş, arkamda su kanalı. Su kanalı derken Büyük Menderes nehri olduğun unutmayalım. Başımda mavi buff , tişört siyah – mavi. Arka bagajda turuncu çantalarım yüklü. Ön bagajda sarı- siyah çantalarım bağlı. Kask gidona takılı, iki tüy, biri siyah biri beyaz ve gidon çantası. Sarı renkli mataramda su dolu.

IMG_2883

Mehmet’i de çekiyor Ferdimen, Mehmet’in çantaları, kıyafeti, kaskı tamamen koyu renk ve siyah. Renkli herhangi bir şey yok, kolları ve yüzü dışında. Arka bagajında mat ve çadırı ayrıca bağlı.

IMG_2884

Nehrin üzerinde kısa ve küçük köprüler var. Dikkat çekici trafik levhasına Büyük Menderes nehri temiz aksın levhamızı bağlıyorum ki buradan geçtiğimiz belli olsun. Bu köprüye korkuluk demiri takılmış devlet su işleri tarafından. Ayrıca uyarı levhası da konmuş. “Gölet sularına girmek tehlikeli ve yasaktır” diye de yazılmış. Ortalıkta gölet gibi bir şey yok, sadece küçük bir çay akıyor. Korkuluk demirleri ve levha yeşil renge boyanmış.

20180501_183251_HDR

Bisikletim KUZ köprü üzerinde park edilmiş durumda. Akan çay, yeşil otlakta otlayan koyun sürüsü ve çadırlar sıralı kurulmuş sağ tarafta.

20180501_183301_HDR

Gölet denilen yer azıcık genişleyen bir alanı belirtmişler herhalde. O da toplasan 5 – 6 metre civarı.

20180501_183318_HDR

Burada çingenelerin obası kurulmuş. Tek sıra çay boyunca yeşil alana büyük, bir odalı çadırlar kurulmuş. Çadırın birisinin önünde küçük bir direğe Tür bayrağı asılmış.

IMG_2887

Bisikletli çocuklar bizi görünce yanımıza gelip meraklı gözlerle bakıyorlar. Bizimle konuşmadan bir süre baktılar. Yolun karşı tarafında Ferdimen bisikletinden inmiş, yanında bir bisikletli çocuk ve başka bir çocuk ta yanlarında.

20180501_184455_HDR

Yolda giderken burnuma güzel kokular gelmeye başladı. Keskin çiçek kokusu etrafı sarmış. Biraz daha gidince çiçek açmış iğde ağaçları göründü. Bu güzel kokular iğde ağaçlarından geldiğini anladım ve durup kokuları ciğerlerime çektim doyasıya. Mayıs ayındayız, tam da çiçek açma zamanı. İğde kokusunu çok seviyorum, o yüzden evimin bahçesine iğde ağacı diktim. İğde ağacım henüz küçük, çiçek açmıyor. Ama biraz büyüyünce iğde kokularını içime çekip kahvaltımı yapacağım balkonda.

20180501_191601_HDR

İğde kokularını içime çeke çeke Dinar kasabasına girdiğimizi tabela gösteriyor. Nüfus 25.100 olarak yazılmış, rakım belirtilmemiş. Sonunda hedefimize ulaştık sayılır. Yolumuz çok az kaldı, neredeyse bitti. Ama İğde kokuları bitmiyor bir süre. Çünkü yolun sağına iğde ağaçları dikilmiş.

20180501_191711_HDR

Haritada ve gözle gördüğüm kadarı ile Büyük Menderes nehri küçük bir kanaldan aktığını görünce durup resmini çekiyorum. Kasabanın içinde nehir beton kanalın içinde kontrol altına alınıp akması sağlanmış. Kanalın bir tarafı yol, bir tarafı evler ve bahçeleri. Bahçelerde incir ağaçları kanalın üzerini örtmek üzere. Yolun dibinde de üç tane servi ağacı göğe uzamış. Eve giriş için tahta, demir karışık köprü var.

20180501_193506_HDR

Ben nehrin resmini çekerken yol kıyısında beni bekleyen arkadaşlar cep telefonundan gelen bildirimlere bakıyorlar. Karşıda kayalık bir tepe, dibinde üç katlı taş bina var.

20180501_193517_HDR

İşte nehri ilk kirleten tesis; alabalık havuzları. Kademe kademe havuzlarda alabalık yetiştiriyorlar. Elbette balıklar yiyecek yemeleri gerek büyümeleri için. Verdikleri yemlerin hepsini balıkların yiyecek hali yok. Suyla birlikte akanlar da nehre karışıyor. Arıtıldığını zannetmiyorum.

20180501_193852_HDR

Suçıkan mesire ve suyun kaynağı kasabanın çıkışında ve konumu yüksekte olunca yokuş çıkmak durumunda kaldık. Hedefe doğru ilerlerken Sağda yüksek bir kayalık ve çağlayanın aktığını görüyorum uzaktan. Çağlayanın solunda heykel dikilmiş. Önümde ağaçlar var.

20180501_194010_HDR

Suçıkan dinlenme tesislerine geldik. Belediye tabelasını asmış, önde de beyaz mermerden yapılmış heykel flüt çalıyor. Şelale yüksek kayalıktan akıyor ağaçlarla kaplı yeşil alana doğru. Burası Antik dönemlerde yan flüt çalan Marsyas, lir çalan Apollon ile müzik yarışmasını burada yapar. Yarışmanın hakemi de Kral Midas olur. Marsyas Tanrı Apollon dan daha iyi çalar ve yarışmayı kazanır. Tanrı Apollon bir ölümlü Tanrıdan nasıl daha iyi çalar diye Marsyas’ın derisini yüzüp mağaraya asar. Kral Midas Tanrıya karşı bir şey yapamaz ama Marsyas için sikke basar. Arka yüzünde flüt çalan Marsyas kabartması vardır. İşte Büyük Menderes nehri burada doğar ve ismi trajik biçimde öldürülen Marsyas – Maeander – Menderes olarak verilir.

20180501_194107_HDR

Ve Suçıkan denilen yerdeyiz. Büyük menderes nehrinin başladığı yer burası. Yüksek kayalığın dibinden sular çıkıyor. Suyun aktığı yer kapatılıp havuz görünümü yapmış belediye. Ortasına da bir köprü yaparak karşıya geçmeyi sağlıyor. Havuzun içinde bir kaç beyaz ördek yüzüyor korkusuzca. Çağlayan kayalığın yukarısından havuza dökülüyor. Havuzun içi pırıl pırıl tertemiz ve berrak bir suyu var. Havuzun yanında lokanta var. Bir çocuk elindeki biberonu havuza attı ve ailesi engel olamadı. Daha kaynağında kirlenmeye başlayan nehir nasıl temiz akacak ki. Yazık ki ne yazık.

IMG_2906

Şelaleyi komple çekmeye çalıştım göründüğü kadarı ile. Az miktarda aksa da görüntüsü güzel. Bu şelalede akan su doğal değil. Pompa yardımı ile borulardan yukarı basılıp akması sağlandığını görevlilerden öğreniyoruz. Aktığı yerlere dağılan su tüm yamaçtaki bitkileri besliyor ve yamaç yeşil bitkilerle kaplanmış. Su hayattır. Şelale üç kademeli akıyor köpürerek.

20180501_194443_HDR

Köprüden karşıya geçip oyulan ve düzeltilen kayalar balkon şekline getirilmiş az yüksek yere, korkuluk çubuklarına tabelamızı bağlıyorum. Ferdimen benim cep telefonumla çekiyor.

20180501_195400_HDR

Köprüden geçen birine rica edip bizi çekmesini istedik. Suyun Kaynağına Yolculuk Büyük Menderes Nehri Temiz Aksın Bisiklet Turu etkinliğini başarı ile 6 günde tamamlayan üç kişi; Urim Babacan, Ferdi Kızıl Ve Mehmet Aydın. Büyük Menderes nehrinin denize kirli olarak aktığı yerden aldığımız toprağı nehrin aktığı yerlerden geçerek suyun kaynağına ulaşmanın keyfini yaşıyoruz. Bir turun daha sonuna geldik ve mutluyuz. Köprü üzerinde korkuluk demirine yaslanmış olarak arkamızda çağlayan ve sağda tabelamız asılı olarak resim çekildik.

20180501_195719_HDR

İlk önce Ferdimen taşıdığı toprağı suyun kaynağına dökerken ben de onu çekiyorum.

20180501_200438_HDR

Sonra Ferdimen beni çekiyor toprağı suyun kaynağına dökerken. Toprağı dökerken dilek diliyorum. Dileğim 396 Kilometre taşıdığım kirli toprak denize ulaşasıya kadar arınıp temiz olarak akması. Bıkmadan, usanmadan insanlara bu gerçeği sürekli hatırlatmalıyız. Geleceğimize temiz bir dünya bırakmak elimizde. O halde ne duruyoruz, harekete geçme zamanı. Bizim kuşağımızdan hayır yok ama çocuklarımıza çevre bilincini şimdiden anlatmalıyız ki yaşanılabilir bir dünya ortaya çıkaralım. Umarım bu dileklerim gerçek olur.

20180501_200507_HDR

Aslında niyetim Suçıkan tesislerinde çadır kurup gecelemek ama arkadaşlar bir an önce evine dönme düşüncesinde oldukları için ben de tek başıma kalmanın anlamı yok dedim. Akşam yemeğimizi tesislerdeki lokantada yedikten sonra otogara doğru cadde lambalarının ışığı altında gitmeye başladık. Hava neredeyse karardı.

IMG_2914

Mehmet bu gece otelde kalıp yarın gideceğini belirterek ayrıldı. Mehmet ile vedalaşıp katıldığı için teşekkür ettim kendisine. Ferdimen ile yolumuza devam edip otogara vardık. Rakım 860 metre olunca akşam serinliği başladı. Ceketimi giydim üşümemek için. Otogarda otobüs firmalarına baktık, gideceğimiz yöne biletleri aldık. Ferdimen İstanbul’a biletini aldı, ben de Hürpedal bisiklet festivaline katılacağımdan Fethiye otobüsünden biletimi aldım. Hareket saati gece 02. Epey zaman var otobüsün hareket saatine. Otogar pek kalabalık değil, o yüzden kapalı alanda bankın birine yerleşip kahve takımlarımı çıkardım ve kahve pişirdim. Ferdimen ile karşılıklı afiyetle içtik kahvelerimizi. İçerken birine rica ettik ve o da bizim resmimizi çekti. Solda bisikletim KUZ da görüntüye girdi.

IMG_2918

Kahveleri içtik, takımları toplayıp çantaya yerleştirdim. Bir süre daha bekledik ve Ferdimen’in otobüsünün hareket saati yaklaştı. Otobüs peronunda Ferdimen bisikletindeki çantaları indirdi, ön tekerleği de söktü. Artık otobüsün bagajına girmeyi bekliyor. Çantalar ve bisikletler yerde, ben de içeriden çıkarken Ferdimen beni çekiyor.

IMG_2921

Ferdimen ile vedalaşıp otobüse bindirdim. Suyun kaynağına yolculuk turuna katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Ferdimen’in otobüsü hareket etti ve otogarda tek başına kaldım. Benim bisikletim ve çantalarım ve bisiklet içeride idi. Ben de çantaları ve ön tekerleği söküp hazır hale getirdim. Otobüsün gelme saatine yakın çantaları ve bisikleti dışarı çıkardım. Otobüs geldi, bisikleti ve çantaları sorunsuzca bagaja yerleştirdim ve koltuğuma oturdum. Otobüs hareket etti gecenin karanlığında. Dinar geride kaldı. Yaklaşık 4 saat civarında yolculuk ettikten sonra Sakar geçidinden aşağı inip Gökova düzlüğüne inince otobüsü durdurup indim.

Bagajdaki bisikletimi ve çantaları indirince acı bir gerçekle yüzleştim. Bisiklet ve dört çantamı indirdim, İçinde çadır, uyku tulumu, mat, ceketim, pankart ve bazı eşyaların olduğu sosis çantası yoktu. Sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bagajın içine baktım, herhangi bir turuncu renkli çanta görünürde yoktu. Otobüs yoluna devam etti, bense o anlarda hiç bir şey düşünemedim. Sonra toparlandım, beynim şimendifer makinası gibi çalışmaya başladı. Pistonlar ileri geri hareket edince kulaklarımdan buharlar fışkırmaya başladı sanki. Çantayı nerede bıraktım? Otogarda. Nasıl ulaşacağım? Nasıl alacağım? Bir anda buharlar içinde bir yüz belirdi. Mehmet Aydın belirdi gözümün önünde. Mehmet hala Dinar’da olabilir, hemen telefon ile aradım. Henüz oteldeydi. Çantamın durumunu anlattım, otogara gidince Muğla’ya gönderebilir misin diye? O da bana acı gelen bir söz söyledi. “Bak nasıl bana muhtaç oldun gördün mü!” diye bir laf eti. İçime dokundu, yok ne yapayım. Tanrıma dua ettim, beni başkasına muhtaç eyleme diye. Neyse sağ olsun garaja gidip çantayı buldu. Kamil Koç firmasının otobüsü ile yolladı. Bisikleti toplayıp çantaları yükledim. Akyaka da bulunan arkadaşım Fırat Okutucu’nun apart oteline gidip yerleştim. Otobüsün geleceği saatlerde Muğla otogarına dolmuşla gittim ve otobüsün gelmesini bekledim. Otobüs geldi bir tane ama perona girmedi, kenarda durunca yanına gidip muavine çantayı sordum. İlk başlarda ilgilenmedi ama bagajda çantam turuncu rengi ile kendini gösteriyordu. İçim birden bire ferahladı, rahatladım ve sevindim. Hemen çantamı alıp Akyaka dolmuşuna bindim. Akşam da olmak üzere, o yüzden bu gece Fırat’ın misafiri olacağım.

Ertesi sabah Köyceğiz’e bisiklet ile giderek Hürpedal bisiklet festivaline katıldım.

Böylece bir turun sonuna geldik. Yaptığımız Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turuna bir çok kişi geliyorum demesine karşı sadece 4 kişi ile başlayıp 3 kişi ile bitirdik. Öylede olsa, böylede olsa tur gerçekleşti ve birazcık olsa da insanlara nehirlerin temiz akması için katkıda bulunduğumuza inanıyorum. Baştan sona kadar kendi gücümüzle çevreye zarar vermeden çevreyi koruma bilincini birazcık olsa da gerçekleştirdik. Sevincim bu. Bir nehrin daha yollarında pedal çevirip rotayı çizdik ve yolu açtık gelecek için.

Başka bisiklet turlarında görüşmek üzere

Bugün yaptığımız yol yaklaşık 75 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

İki Sade Bir Ortaca Festivali 3. Gün

22 Ekim 2017 Pazar

Dalyan – İztuzu Tekne Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Gözlerine bakarken,

güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma.

bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde,

kayboluyorum…

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,

Durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

 

sırrını her gün bir parça veren.

fakat hiç bir zaman;

büsbütün teslim olmayacak olan…”

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkmış olan görsel, İztuzu kumsalında denize girinti yapmış ortası delik kayalık.

Sabah erkenden kalkıp dün su pınarında, kaynağından aldığım su ile kahvemi içiyorum. Yanımda şanslı olanlar da kahvesini içiyor. Kahvenin tadı bir başka oluyor kaynaktan alıp pişirdiğim su ile. Sürekli kahve pişiriyorum ve sürekli kahve değirmeni ile kahve çekiyoruz. Kahveyi de sevgili Doktorumuz Mete çekiyor. Kahveyi çekerken de ayakta dolaşırken bu işi yapıyor. Bir ara Doktor Mete’ye baktım ve sordum; “Ne yapıyorsun?” diye. O da farkında değil cevap verdi; “Kahve çekiyorum ya.” “Peki eline bak bakalım nereye çekiyorsun” dedim. Mete kahvenin öğütülen alt kısmını yere düşürmüş, diğer yarısı elinde toprağa kahve ekiyor. Neyse ki dik düşmüş hazneden fazla kahve yere dökülmemiş. Bu duruma hep beraber kahkahaları bastık. Güne böylece başlamış oluk neşe ve kahkaha ile. Bu gün kahvaltıyı kamp alanında yapıyoruz. Bisiklet sürmeyeceğiz, tekne turu var. Yanımıza su donları ve havluları alıp teknelerin kalktığı yere doğru yürümeye başladık. Eşpedal üyeleri tren misali birbirlerine tutunarak yürüyor kayıklara doğru.

Güneşin ilk ışıkları kayalık Kaunos dağının tepesine vuruyor. Dağ kanalın karşı kıyısında.

Belli sayıda teknelere biniyoruz. Eşpedal üyeleri bir tekneye biniyor sadece. Bir arada olmalıyız ve birbirimizi tanıyoruz, birlikte hareket ediyoruz. Tekneye biner binmez gözüme tavla ilişti. Hemen alıp yere oturdum ve Hakan Sevin’i oyuna davet ettim. Kaçacak yeri yok ki, haliyle karşıma oturdu. Başladık oynamaya, zarlar atıldı, pullar oynadı yerinden. Kapılar alındı, pullar kırıldı. Kıyasıya, çekişmeli bir oyun oynanıyor. Şanslı olan kazanacak. Hakan Sevin ile tavlayı yerde oynarken bizi Seferi Keskin çekiyor. Bizi bir tek Baattin izliyor, o da meraklı tavlaya. Teknenin yanlarında oturma yerinde Eşpedal üyeleri oturuyor.

Durum benim için vahim, çok açık oynadığımdan Hakan beni sürekli kırıyor. İnsan hiç arkadaşını kırar mı? Vicdansız Hakan’da acıma yok ki! Kırdı geçirdi sürekli. Üç pulum onun sahasında ve pullarımın çoğu da dışarıda. Hakan da kendi pullarını üst üste dört ve yanında dokuz pulu dizmiş minare boyu. Bu büyük bir beceri ve ustalık isteyen bir durum. Açık vermeden, kaçak oynayıp bir de şanslı olarak istediği zarı gelince mars oluyorum haliyle.  Ama biraz şans olsaydı çok fena dağıtmıştım Hakan’ı ama zarlar ondan yanaydı. Böylece yenildim ve tavlayı koltuğumun altına almak zorunda kaldım. Kader, ne yaparsın, elbet bunun rövanşı olacak.

Teknede Eşpedaldan  olmayan bir kaç kişi daha var. Onlar da tekneyi süren kaptan gibi sessizler. Kaptan pek yüksek olmayan köşkünde sürekli etrafına bakıyor ve gideceği rotadan çıkmamaya çalışıyor. Dalyan kanalından sonra geniş bir alana çıktık. Burası sazlıklardan kocaman adacıklardan oluşmuş. Sadece kanaldan gelen sular denize doğru kendine genişçe bir akış kanalı oluşturmuş. Tekneler de bu geniş kanallardan gidiyor.

Tekne bir sağa, bir sola devamlı dönerek sazlık alandan çıkıyor ve İztuzu kumsalına gelmeden geniş bir alana çıktık.

Geniş alanda kumsalın olduğu yerdeki iskeleye gidiyoruz. Önümüzdeki tekneyi çekiyorum bir poz. Teknenin arkasında Türk bayrağı dalgalanıyor.

Tekne iskeleye yanaştı, bizler indik karaya. İztuzu geniş ve uzun bir kumsal. Sağ tarafımı çekiyorum Solda deniz, kayalıklı bir ada, daha uzaklarda yüksek bir dağ görünüyor. Kumsalda bezden çardaklar yapılmış.

Burası da sol taraf. Kumsal burada daha uzun ve dağlar epey uzakta. İlk gün bu dağların ardına gitmiştik.

Rüzgar pek esmiyor, deniz sakin. Sadece dip dalgaları kumsalı yalıyor köpürerek.

Dijital zom yaparak adayı yakınlaştırıyorum. Tepesinde bir deniz feneri yapılmış. Tepenin alt solunda kayalıkta kocaman bir delik var. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçtim.

Hepimiz su donlarımızı giyip denize girmeye hazırlanıyoruz. Kumlar çok güzel ve incecik, en ufak taş bile yok.

İztuzu kumsalı deniz kaplumbağalarının (Caretta Caretta) yumurtlama alanı. Her yıl Mayıs aylarında deniz kaplumbağaları buraya gelip çiftleşiyorlar. Sonrasında kumu kazıyıp yumurtalarını bırakarak gidiyorlar. Burada çevrecilerin bireysel çabaları ile yumurta bırakılan yerler işaretlenip bir direk dikiyorlar başlarına. İnsanların buralara yaklaşmasına izin vermiyorlar. Yumurtadan çıkan binlerce yavru gece boyu büyük bir mücadele ile denize ulaşmaya çalışıyorlar. Başaranlar soylarını devam ettirmek için tekrar buralara gelip yumurtalarını bırakacaklar. Geçmiş yıllarda buraya otel yapmayı planlamışlar ve çevrecilerin büyük protestoları sayesinde geri adım atılarak bu doğal güzelliği kurtarmışlar. Aslında bizler buraya gelmekle büyük hata yapıyoruz. Dalyan kanalından itibaren sazlık alan ve bu kumsala insanların girmesi önlenmelidir. Her şeyi ile doğal olarak bırakılmalı. Kimse denize girmemeli, denizden gelen tekneleri de yanaştırmamalı. Turizm ayağına giderek kirlenecek doğal üreme yerleri. Sazlıklarda kuşlar, kumsalda deniz kaplumbağaları insan yüzü görmemeli.

Denizin tadını çıkarıyoruz birlikte. Herkes suyun içinde yüzüyor.

Deniz sefamızı bitirip karaya çıkıyoruz carettalar gibi. Ben, Hakan ve Mete.

Sadece bir farkımız var; yumurta bırakmak için değil. Koluma görme engelli Özgür’ü alıp teknelerin olduğu iskeleye giderken Sevgi bizi çekiyor bir poz.

Teknelere binip geri dönüşe geçtik. Sazlıkların arasından dolanarak giden önümdeki iki tekneyi çekiyorum. Karşıda yüksek bir dağ tüm heybetiyle görünüyor.

Tekne fazla süratli gitmeden suları yara yara gidiyor. Teknenin burnu suları yararken karıştırıp duruyor girdap örneği.

Arkamızdan gelenler de var, tekne konvoyu oluşturduk. İki tekne sazlıkların arasından bizi takip ediyor.

Teknelerde can simitleri asılmış, rengi de turuncu. Can simidinin orta deliğinden arkadan gelen teknenin bir kısmı görüntüye giriyor.

Teknenin yanlarında oturma yerlerinde oturuyoruz. Ben, Suat, Baattin ve Doktor Mete yan yanayız.

Karşımızda da çoğu görme engelli arkadaşlar oturmakta. Pınar, Berktuğ ve Gündüz.

Böyle tembel tembel otururken aklıma birlikte türkü söyleyelim fikri  geldi. Karşılıklı koro halinde atışmalı olsun. Buna en uygun türkü de “Bilmem şu feleğin bende nesi var” Her satırını bir taraf söyleyecek, tekrarını karşı taraf söyleyecek. Hakan Sevin ile beraber cep telefonumda kayıtlı şarkı sözlerini açıp söylemeye başladık avazımız çıktığı kadar. Sağ olsun sevgili Sevgi de bizi cep telefonu ile videoya kayıt etmiş.

Teknede koro halinde “Bilmem Şu Feleğin Bende Nesi Var” türküsünü karşılıklı iki grup koro halinde söylediğimiz video aşağıda. İyi seyirler

Bu da youtube deki video

Biz türküyü söyledikçe diğer tekneler bize gıpta ile bakıyorlardı. Teknenin ismi ilginç; “Negündü” Teknedekiler bize el sallıyor.

Doktorumuz Mete Güney’in elinden çekilen elçek resim. Mete teknenin içindekiler, kaptanı ve bizi takip eden diğer tekneleri çekiyor.

Dalyan kanalına geldik ve teknenin kaptanı kıyıya yaklaşırken sadece onu çekiyorum çaktırmadan. Kaptan bana bakmıyor yapacağı manevrayı yaparak tekneyi iskeleye yanaştırmakla meşgul.

Karaya çıkıp çadırların olduğu yere geldik. Öğle yemeği yendi ve bu günkü programa göre Sultanbeyli kaplıcalarına gidilecek. Gitmek isteyenler bisikletine bindiler ve kamptan ayrılırken festivalin pankartlarını gördüm. Bunları belgelemek gerek diyerek ilkinin resmini çekiyorum. Pankartta bisiklete binen bisikletçilerin resminin yanında “Hürpedal Ortaca bisiklet festivali 11 – 14 Mayıs 2017” yazılmış yeşil zemin üzerine.

Başka bir pankartta “3. Hürpedal Ortaca bisiklet Festivali’ne hoş geldiniz” yazısı yazılmış Pankart beyaz renkte.

Başka bir pankartta “Dalyan Hürpedal camping. Soran olursa kamp yapıyor dersiniz” yazısı var. Pankart siyah renkte. Pankartın solunda pembe çiçeklerle süslenmiş iki bisiklet var. Biri tamamen mavi, diğeri beyaz renge boyanmış.

Başka bir bisiklet girişte tel çite asılmış. Rengi beyaz, pembe çiçeklerle süslenmiş. Küçük bir tabelada “#DalyanHürpedalCamping” yazılmış. Beni ve Eşpedal grubunu davet eden sevgili Sevgi Kırak ile bizleri davet ettiği için teşekkür edip vedalaştık.

Eşpedal grubu da festivali sonlandırdı. Çadırları söküp eşyaları toparladık. Bu gün bisikletim KUZ sakin durdu hiç hareket etmeden. Ben ve Mete bisikletlerin tekerleklerini söküp arabanın arka koltuğu yatırılmış şekilde yan olarak yükledik. Arabalara binip Köyceğiz’e geldik. Vedalaşıp ayrılmadan önce birer dondurma yiyelim dedik. Köyceğiz de nefis dondurma yapan dondurmacıdan meyveli dondurmaları külaha dizdirdik. Renkli çiçeklerle süslenmiş küçük havuzla birlikte resmini çekiyor Mete dondurma külahı ile. Külahta; krem, beyaz ,sarı ve mor renkte meyveli dondurma var üst üste. Sardunya çiçekleri kırmızı ve pembe açmış. Yeşil yapraklar arasından maviye boyalı havuz ağzına kadar su dolu. Ortasından su akıyor havuzun içinde kendiliğinden. Bu su artezyen suyu, Köyceğiz de her yerden sular fışkırıyor kendiliğinden.

Havuzun başında Baattin elinde dondurma külahı ile poz veriyor Mete’ye.

Dondurmaları yalayıp bitirdik. Havuzdaki artezyen suyundan da birer bardak su içerek tadına vardık dondurmaların. Yakında olan Köyceğiz gölünün kıyısına gelip bir hatıra resmi çektik kordonda göl manzaralı. Soldan sağa; Berktuğ, Pınar, Hakan, Ben, Özgür, Mete, Baattin ve Suat. Gündüz önde, yere çömelmiş durumda.

Eşpedaldaki arkadaşlarla vedalaşıyoruz. En son olarak Hakan Sevin ile vedalaştık. Bizleri ağırladığı için teşekkürlerimizin en yükseğini bildirdik Mete ile. Arabamıza binip yola koyulduk. Yaklaşık 4 saatlik bir yolculuktan sonra İzmir’e vardık. Mete sağ olsun eve kadar bıraktı beni.

Böylece güzel bir festivalin sonuna geldik. Yeni dostlar edindim, yeni hikayeleri hazine torbalarıma doldurdum. Bazen ilham perileri geldi, kaybolmadan tutup dolmak bilmeyen hazine çantama özenle yerleştirdim ki ilerde gerektiğinde kullanayım diye.

Bu gün tekne ile yaptığımız yol yaklaşık 16.82 Deniz Mili civarı.

Aşağıda tekne ile yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

 

 

 

 

 

 

İki Sade Bir Ortaca Festivali 2. Gün

21 Ekim 2017 Cumartesi

Hürpedal Bisiklet Festivali 2. Gün Dalyan – Yuvarlakçay

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

“Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,

belini sarmayalı,

gözünün içinde durmayalı,

aklının aydınlığına sorular sorular sormayalı,

dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekliyor beni

                   bir şehirde bir kadın.

Aynı, daldaydık, aynı daldaydık

Aynı daldan düştük ayrıldık.

Aramızda yüz yıllık zaman,

                         yol yüzyıllık.”

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkmış olan görsel, Sığla ormanında sık ağaç gövdeleri, parlayan Güneş ışıkları

Güzel bir güne daha uyanıyorum, sonbaharın ılık sabahında kahvaltımızı yapmak için yola çıktık. Kahvaltı yeri her sabah olduğu gibi sığla ormanı içinde. Eşpedal ile yolda bisiklet sürerken.

Gündüz pilot, eşpedalı Berktuğ tandem kullanıyorlar. Liderimiz Hakan ve ben kareye giriyoruz. Resmi çeken Süleyman Seniz.

Kahvaltı yapacağımız yere geldik Sıraya girip kahvaltılık tabaklarını alıp masalara oturduk. Eşpedal üyeleri ile birlikte kahvaltıyı güle oynaya yiyoruz.  Masada 10 kişi varız. En önde Doktorumuz Mete, En arkada liderimiz Hakan bana poz veriyor. Yanımızda ismini hatırladıklarımdan Berktuğ, Baattin, Şevket ve Elif Öğretmen var.

Çay bol olunca biten çayları almaya giden Gündüz ve eşpedalı Berktuğ çayları almışlar masalara doğru giderken çekiliyorlar resmi. Gündüz’ün başında kenarlı şapkası kovboy gibi giymiş. Bir de güneş gözlükleri ile sanki artiz. Gündüz’ün elinde iki bardak çay plastik bardağında taşıyor. Gündüz’ün koluna da Bertuğ takılmış.

Baattin ve eşpedalı Furkan yan yana oturmuş masada. Üzerlerinde kırmızı forma.

Kahvaltıyı bitirip bisikletlerin başına gidip elimize aldık, Hareket zamanını bekliyoruz. Bu arada tandem bisikleti deniyorum, Eşpedal olarak yanıma Pınar Öğretmeni aldım. Kendisi az kilolu olduğundan daha rahat kontrol edebilirim dedim. Ne de olsa ilk defa tandem kullanıyorum ve arkamda birisi var. Korkum ona zarar gelmesi. Aslında onlar korkmadan arkamıza biniyorlar bize güvenip. Bir kaç tur atıyorum Pınar ile birlikte. Gayet kolaymış ve ağır yüklü bisiklet kullanmaya alışığım. Kontrolü kısa sürede öğrendim, bundan sonra tandem sürebilirim. Bu cesaret bana geldi. (7 Ay sonra buralarda Eşpedal ile tandem kullandım festival boyunca. Yardımcı pilotum Nevin Garip İle beraber sürdük.) Hareket zamanını bekleyen yüzlerce bisikletçi yola çıkmaya hazır.

Ana yoldan değil de ara yollardan gidiyoruz, bir süre sonra toprak yola girdik. Geridekileri beklemek için sık sık durup bekliyoruz ormanın içinde.

Ormanın içinde akan bir çay görüyorum. Su berrak ve temiz, buralarda her yerden su fışkırıyor resmen.

Kaybolanları, geride kalanları çayın köprüsünde bekliyoruz. Beklerken de kimisi ayakkabılarını çıkarıp pistonları soğutuyor çayın serin sularında. Çayı karşıya geçmek için tahta köprü yapmışlar.

Ana yola çıktık sığla ormanından, jandarma trafik bizim için yolu kapattı. Yol boş olarak ters yönden bir süre kavşağa kadar gittik. Kavşaktan köy yoluna saptık ve Beyobası köyünde çay molası veriyor grup. Biz de takılıyoruz köyde. Çay içerek arkadaşlarla sohbet ediyoruz ayakta. Elimde çay bardağı, Mete, Baattin, Şevket ve Özer yanımda. Tam da tabelada yazdığı gibi Beyobası mahalle muhtarlığı önündeyiz. Köyler artık mahalle deniyor resmi dilde.

Biraz zorlu bir yoldan yokuş çıkarak Yuvarlakçay’a vardık. Burası meşhur bir yer ve çok gelen var. O yüzden bir çok restoran, piknik yeri, işletme açılmış açıkgözler tarafından. En güzel yerleri de kapmışlar. Çaydan berrak ve yeşilimtırak bir renkte su akıyor. Zaten berrak su akması insanları buraya çekmeye yetiyor. Haliyle gelenlerin hepsi arabası ile geliyorlar. Yiyip içip çöplerini etrafa bırakarak geri dönüyorlar. İşletmeler de burayı temiz tutmak için sürekli temiz ve bakımlı tutuyorlar. Çevre düzenlemesi güzel, tahta çitlerle sınırlar belirlenmiş çayın kenarında. Karşı tarafa geçmek için demir destekli tahta köprüler yapılmış.

İnsanların çaya rahatça girebilmeleri ve daha çok su alanına sahip olmak için bentler yapılmış. İşte o bentlerden birisi karşımda. Taş ve odun parçalarınla destek yapılarak 1.5 metre yüksekliğinde  bir duvar çekilmiş boydan boya. Çayda akan su bu bendin üzerinden akarak beyaz köpükler oluşturmuş. Öğle yemeğini burada, çayın kenarındaki çardaklarda yiyoruz.

Yemeği yedikten sonra sıra geldi yüzmeye.  Doktor Mete’ye beni çekmesini söylüyorum. Kolayca çıkılabilen çınar ağacının kalın dalına çıktım. Sudan 3 metre yüksekteyim.

Mete beni aşağı atlarken çekiyor. Ayaklarım hala dalda.

Sonrasında buz gibi suya dalıp çıkıyorum. Koca bir havuzun içindeyim.

Kollarımı açıp Mete’ye poz veriyorum. Su harika ve serin, beni kendime getiriyor.

Yuvarlakçay da bir süre zaman geçirdik, Yemeğimizi yedik, kimimiz bu gibi çayın sularına attı kendini, kimi seyretti. Kimi çardakta oturup dinlendi. Herkes kendine göre takıldı demek daha doğru olur. Daha önce buraya değil de kimselerin olmadığı yere, daha yukarılara gitmiştim Hakan Sevin ve Cem Tabanlı ile. Daha geçen hafta buradaydık. İşletmelerin olduğu yerleri görmemiştim. Burası çok güzel, bakımlı ve temiz ama bana göre pek kalabalık.

Dönüş yolu değişik yerden yapıyoruz. Sadece iniş ve kısa sürede ana yola geldik bile. Ana yoldan karşıya geçtik, hemen sığla ormanının içinde yol almaya başladık. Burada yol toprak. Önümde giden bisikletliler.

Toprak yola girince haliyle lastikler de patlıyor. Lastiği patlamış bir kişi lastiğini söküp yamamaya uğraşıyor. Yanında da birisi ona yardım ediyor. Herhangi bir yardıma gereksinim var mı diye soruyorum. Onlar da hallediyoruz deyince yoluma devam ediyorum.

Sığla ormanında giderken birden bire Köyceğiz göl kıyısına vardık. Karşı kıyı çok uzakta. Göl rüzgar olmadığı için çarşaf gibi. Karşıda dağlar, eteklerinde köyler görünüyor.

Göl ormanla bütünleşmiş sanki. Orman bitiyor, göl başlıyor birden bire.

Göl kıyısında resimler göl manzaralı, Mete çekiyor cep telefonu ile. İlk resimde Baattin, Berktuğ, Suat  ve Pınar poz veriyor.

Resim çekildiğini gören kareye girince 8 kişi olduk ben de dahil.

Bizi gören çoğaldı ve 17 kişi olduk.

Olay gittikçe çığırından çıkınca topluca resim çekiliyoruz tüm katılımcılarla birlikte. Arkamızda iki çam ağacı ve göl manzaralı. Önde yerde bir tandem bisiklet yatırılmış.

Etrafta resim çeken Hakan elinde cep telefonuyla birlikte onu çekiyorum bir poz. Yanında da Doktor Mete ve sağda Furkan tek başına duruyor.

Orman içinde tekrar yol almaya başladık. Ağaçların dalları yolu tamamen kaplamış. Yol gölgelik, güneş ışıkları çok az vuruyor asfalta.

Küçük bir derenin üzerinden tek bisikletçini geçebileceği darlıkta demir bir köprüden geçiyoruz. Her geçeni çeken festivallerin gönüllü fotoğrafçısı Mustafa benim cep telefonumla çekiyor. ben köprüden geçerken.

Festivalde görevli arkadaşlar yolda kaybolmayalım diye yol ayrımlarında durup bizleri doğru yola yönlendiriyorlar. Sığla ormanında kaybolmadan ilerlemek olası değil. Bilmeyenler kaybolma olasılığı yüksek.

Orman yolu sık ağaçlarla kaplı ve yol düz değil. Önüm görünmüyor, sadece önde giden bisikletçiyi takip ediyorum.

Sık ormanın içinde Güneşi çok az görebiliyorum. Bazen Güneş seyrek ağaçların arasından kendini gösteriyor. O da parlak ışıklarını vuruyor yüzüme. Sanki ihtiyacımız olan Güneşi az gördüğümüzden dolayı kendini gösterince fazlası ile ışıklarını fışkırıyor üstüme. Bu resim sarmaşıklarla kaplı sığla ağaçlarının gövdeleri arasında parlak Güneş ışıkları ile öne çıkmış resim olarak seçiyorum.

Kimi sığla ağacının gövdesi kabukları sıyrılmış. Sığla yağı elde ediliyor sanırım sızan suyundan. Nasıl elde edilir bilmiyorum ama böyle topladıkları kesin.

Yine bir yol ayrımında görevli arkadaş sola gideceğimizi belirtiyor.

Ormanın içinden çıktık ama sanki hala ormanın içindeymişiz gibi. Asfalt yolda ilerliyorum, önümde bir kaç kişi gidiyor.

Akşam üzeri, herkes bir an önce kamp alanına varmak için var gücü ile pedala basıyor. Benim acelem yok, sakince kendi tempomda pedal basıyorum. Bir yere yetişme gibi bir telaşım da yok. Zaten akşama varacağım. Etrafı izliyorum, daha önce buradan geçmiştim bisikletle ve Tepearası köyü yakınlarında bir su kaynağı olduğunu bildiğimden kaçırmak istemiyorum. Biraz da bu kaynaktan su almak için yavaş gidiyorum. Tam neresi olduğunu kestirmeye çalışırken yeri buluyorum. Yolun hemen sağında bir yere girince beton kanal içinde akan suyu gördüm. Daha önce burada mola verip bu kanalın içine yatmıştım boydan boya.

Su pınarı Sığla ağacının kökleri arasından çıkıyor yer yüzüne. Saf, berrak, süzülmüş kaynak suyunun tadı da çok güzel. Daha önce tattığım bu kaynak suyundan şişelerimin hepsini dolduruyorum. Ben buraya girince üç kişi bir yere oturmuş çilingir sofrasında şarap içiyorlardı. Beni de davet ettiler şaraba ama ilk önce sularımı doldurdum. Şişeleri yerine koyduktan sonra aralarına katıldım. Bisikletimin sele demirine takılı olan krom tasımı uzatıyorum şarap şişesine. Saki de dolduruyor tasımı toprak dolmadan. Ben de onlara çantamdan elma çıkarıp veriyorum. Elma, şarap ve sohbet mükemmel bir ortamda içiliyor. Kimse karşılık beklemeden, sadece geçen bir yolcuya bir tas şarap ikram ve bölüşülen elma. Böyle bir zamanı, şarabı ve sohbeti hiç bir yerde bulamazsın. Şarap bildiğimiz en ucuz şaraplardan. Hani Can Yücel’in içtiği köpek öldüren şarabı Evin. Ama o an içtiğim şarap kıymetliydi ve en güzel, yıllanmış şaraplardan bile daha lezzetliydi. Şanslıyım bu akşam üzerinde içtiğim bir bardak şarap için. Karnım biraz aç ve içtiğim şarap biraz başımı döndürse de aklıma Ömer Hayyam tarafından yazılan şu Rubai aklıma geldi;

“- Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan,” – dedi Hayyam.

 Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam:

 “- Ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım,” – dedi,

 “şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param…”

Ömer Hayyam

Sığla ağacının kökleri, suyun kaynağından çıkan küçük bir pınar kendine küçük bir kanal açmış. Uzun sürecek bir yolculuktan sonra engin denize kavuşacak.

Şarabın ve elmanın tadı ağzımda, çilingir alemi yapan üç kişiye ikramı için teşekkür edip ayrılıyorum o güzel yerden. Burası Tepearası köyü, tabelada öyle yazıyor. Hafif çakırkeyf ile yolda gidiyorum neresi olursa, yol beni iyi yerlere götüreceğine eminim.

Kamp alanına en son ben vardım herhalde, akşam yemeğine yetiştim sayılır. Bisikletimi bırakıp Eşpedal ile yemek kuyruğuna giriyorum. Suat’ın ardına takılmış üç görme engelli arkadaş ve ben kuyrukta beklerken sevgili Sevgi bizi çekiyor. Kamp alanında plastik masa ve sandalyeler.

Yemek sonrası eğlence başladı. Sizlere bunları anlatmak yerine 7 ay sonra gerçekleştirilen Hürpedal Ortaca bisiklet festivalinde yapılan eğlence ve masal dinletisinin videosunu izlemenizi öneririm. O festivalde Eşpedal derneği adına katıldım ve tandem sürdüm pilot olarak. Yardımcı pilotum da Nevin Garip vardı. Sevgili masalcı Esma bize esmavi masallar anlattı. Biz de şarkılar eşliğinde büyülenmiş olarak masalları uslu çocuklar gibi dinledik. Ne güzel masallardı. Aşağıdaki videosunu izleyebilirsiniz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Sade Bir Ortaca Festivali 1. Gün

20 Ekim 2017 Cuma

Hürpedal Bisiklet Festivali 1. Gün Dalyan – Ortaca – Dalaman – Sarsala koyu

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

“Ruhum

gözlerini yumuşacık yum

kucağımdaymışsın gibi bırak kendini

ninni,

uykunda unutma beni

ninni…

Gözlerini yumuşacık yum

yeşil ela gözlerini

ninni ruhum ninni

Sen yukarda yemişli dalların içindesin,

yeşil gözlerin güneş dolu,

dudakların bala bulanmış

ben ağacın dibindeyim,

bir ayağım çukurda…

Ben senden çok önce gideceğim,

sen bensiz kalacaksın ihtiyarlığında…”

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkmış olan görsel Sarsala koyu, deniz ve adalar karşıda.

Sabah erkenden uyanmaya alışmışım bisiklet turlarında, festivallerde, gezilerimde. Evde de aynı şekilde erkenden uyanma alışkanlığım var. Nedenine gelince sabah içilen bir fincan kahve güne daha iyi başlamama neden oluyor. Hem Güneş ışığından ne kadar çok yararlanırsam o kadar günüm uzun geçiyor. Bir çok şeyi bir güne sığdırabiliyorum. Hepsi bir fincan kahve ile oluyor. Sabah kalkar kalkmaz ilk önce kahvemi pişirip içiyorum. Şanslı olan da benimle birlikte içiyor. Yanımda üç cezve var. Biri tek fincanlık, biri iki fincanlık, diğeri ise dört fincanlık. Yanımda olan kişi sayısına göre cezvelerimden uygun olanı kullanıyorum. Kimse olmazsa kendi damak tadıma göre çay kaşığının ucunda az şekerle kahvemi yapıp içiyorum. Kahvenin yanında da dut kurusu olmazsa olmazlardan. Bir kaç tane dut kurusu kahvenin yanında çok güzel oluyor. Dut kurusunu bir arkadaşım memleketinden bana yolluyor. Kahvemi içerken dut kurusunu ağzıma atınca arkadaşımı da anıyorum. Güzel sesli, Dünyalar tatlısı arkadaşımı.

Festival alanındaki tabelalar ve beyaza boyanmış bisiklet ilgimi çekti. Bisikletin arkasında pembe güller açmış.

Tabelada yazanlar sırasıyla;

“Soran olursa festivalde dersiniz”

“Soran  olursa kamp yapıyor dersiniz”

“Dikkat konum bildiriyorum”

“#dalyanhürpedalcamping”

Altında da maviye boyanmış bir bisiklet var.

Güne kahveyle başladım, kahvaltıyı kamp alanında değil de başka bir yerde yapacağız belli bir saate kadar. Kahvaltı yapılacak yeri bilmiyorum, bilmeme de gerek yok. Bisikletçileri takip etmem yeterli. Zaten kolay bir yerdeymiş. Yola koyulduk hep beraber. Eşpedal ile birlikte sürmeye çalışıyoruz. Liderimiz Hakan Sevin. Eşpedal Eşpedal nakaratlı sloganımızı sürekli tekrarlıyoruz. Üç tane tandem bisiklet ve Hakan sevin.

Ben de aralarında Eşpedal grubuna yancılık yapıp eşlik ediyorum.

Sığla ormanı içinde, ana yola yakın bir yerde. Sığla ağaçlarının gövdeleri sarmaşıklarla kaplanmış, kabuk rengi yerine yeşil yapraklar görünüyor. Ağaçlar çok sık, o yüzden güneş ışığı pek vurmuyor toprağa. Tamamen gölgelik.

Sığla ormanının koyu gölgelik alanında kahvaltımızı yapıyoruz. Benimle resim çekilmek isteyen arkadaşları kırmayıp resim çekiliyoruz. Mustafa Çetin bizi elçek ile çekiyor bir poz, yanımızda Doktor Mete de var.

Kahvaltıyı hep birlikte yapıyoruz, beni gören selam veriyor, epeydir görmediğim arkadaşlarla hasret gideriyorum. Kalabalık olunca uzun kuyrukların bitmesi zaman alıyor. Hürpedal Ortaca Bisiklet festivali başlıyor. Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra yola çıktık. Rota ve yol hakkında hiç bir bilgim yok. Bu festivalde Eşpedal üyeleri de var. Onlara yancı destek olarak yanlarındayım ve birlikte grup olarak hareket edeceğiz. Liderimiz Hakan sevin bizleri yönlendiriyor. Yani buraları hem çok iyi biliyor ve kaybolma riskimiz da kalmadı sayılır. Yolda kanalın yanında giderken eskilerden kalmış bir taş köprü gözüme ilişince durup resmini çekiyorum. Hala sağlam ve üzerinden geçebiliyor insanlar. Ana yoldan Ortaca ‘ya vardık, Oradan Dalaman’a. Hava alanına gelmeden sola saptık.

Sakin yollardan gidiyoruz ikişer, beşer. Yolun bir tarafı dağın yamacı ve kayalık.

Dağın yamacında kimi yerde küçük kanyonlardan birini görüyorum. Kayalık sanki yarılmış. Buraların ormanlarında daha çok çam ağaçları görmek olası.

Grup olarak çok iyiyiz. Tandem bisikleti süren pilotlar ve copilotlar yani sürücü ve yardımcısı ile birlikte neşe içinde ormanın içinde yol alıyoruz.

Birbirimizden kopmadan uyum içinde olmak neşemize neşe katıyor. Bir tandem bisiklet ve sürücüsü ile yardımcısı pedal çeviriyor eş olarak. Zaten derneğin adı “Eşpedal” değil mi?

Yamaç o kadar dik ki Güneş ışıkları dibine vurmuyor. Hüzme biçiminde yola vuruyor. Yolun kıyısında beton elektrik direği boyunca yatıyor. Demek ki elektrik hattı çekilecek.

Dağın kıyısından giderken sol taraf yamaç, sağ taraf ta uçurum ama derin değil. Bu tarafta sığla ağaçları var.

Geçtiğimiz yer dağın dibi ve Köyceğiz gölünün uzantısı olan dalyanın lagünlerini görmek olası. Zamanla tabiat şartlarıyla denizden bağlantısı kopmuş olan lagünler doğal yaşam alanları oluşturmuş kendine. Kıyılarında kuşların sığınıp yuva yapması için sazlıklarla kaplanmış.

Lagün göleti tek kareye sığmadığından diğer yanını, düzlük olan yeri çekiyorum. Biraz yüksekte olsam da deniz ile bağlantısı var mı göremiyorum. Karşıda tepeler görünüyor.

Tandem sürerken yardımcı pilot yeni adıyla Berktuğ tek elinle gidona tutunmuş, diğer eliyle video çekiyor cep telefonuyla. Her ne kadar çevresini göremese de hisleriyle çekimleri çok iyi. Sürücüsü de Gündüz kafasında şapkası ile.

Bir süre sonra başka bir gölet göründü. Burası da deniz ile bağını kopartmış lagünlerden birisi. Gerçi buradan göründüğüne göre göl derin ve büyükçe biraz.

Önderimiz Hakan sevin liderliğinde Eşpedal derneği üyelerinden Gündüz ve yardımcı pilotu ile birlikte resimlerini çekiyorum.

Denizi dağları yüksekten görüntülemek bir başka. Hafif rüzgarla kımıldanmaya başlamış dalgalar deniz yüzeyini kırılganlaştırılmış. Her ne kadar deniz rengini gökyüzünden alsa da yeşil orman ile kaplı sık koyda suyun rengi az biraz yeşile dönmüş gibi.

Sevgi’nin çektiği resimlerden birisi, aşağıda Sarsala koyu. Hakan Sevin ve Baattin Şimşek, yanında da görme engelli Furkan.

Yüksekten Sarsala koyu, adaları ile birlikte muhteşem görünüyor. Çam ormanları da mavi denize güzelliğini yeşil örtüsüyle katkıda bulunmuş. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

Sarsala koyuna yukarıdan kuş bakışı görünümü. Tekneler kıyıya yakın yerde bağlı duruyor. Dar kumsalında şemsiye ve şezlonglar sıralanmış.

Doktor Mete beni çekiyor bisiklet sürerken. Üzerimde festival forması var kırmızı renkte.

Ben, Hakan Sevin ve Doktor Mete birlikte Sarsala koyuna inerken nerden aklına geldiyse Hakan bir türkü tutturdu;

“Oy tabip şu yaramı sar sarabilirsen, sevda ateşten bir gömlek giy giyebilirsen” diye.

Sürekli bu türküyü bağıra çağıra söylüyoruz. Doktor Mete de gülüyor bize, ne  de olsa kendisi bir Tabip. Sarsala koyuna hala inmeye devam ediyoruz. Aşağıda ineceğimiz yolda bir kaç bisikletli var. O kadar yüksekteyiz ki Sarsala koyu daha da aşağıda.

Sonunda Sarsala koyuna indik, hemen su donlarımızı giyip cup denize daldık. Kumsalı ve denizi çok güzel, kumu çok ince, çakıl pek yok.

Koy çok korunaklı, etrafında ve karşısı neredeyse tamamen kapalı bir alan. Kenarlar yüksek dağlarla çevrili, karşıda da adaların yüksek tepeleri ile çevrili. Neredeyse rüzgar bile almayacak. Koyun maviliği ve etraf insanı büyülüyor. Küçük bir iskele var kıyıda taş örülerek yapılmış. İskelede küçük bir kayık bağlı. Her yerde olduğu gibi burada da bir uyarı tabelası var; “İskeleden atlamak tehlikeli ve yasaktır”

Birer kahve içelim diyerek kuytu bir yerde kahve içtik. Biz kahve içerken millet yola çıkmış bile. Fazla gecikmeden indiğimiz dönemeçli yoldan tekrar çıkmaya başladık. Zaten başka yol da yok, tek çıkış geldiğimiz yol. Çıkarken de üzerimizde formalar yok ve yine “Oy Tabip” türküsünü söylüyoruz avazımız çıktığı kadar. İnişte birbirimizi kaybettik ve gölet manzaralı ormanı çekiyorum.

Öğle yemeğini  Dalamancık köyünde bir restoranda yiyoruz. Düze inince bizlere yolumuzu gösteren yol kesiciler nereden gideceğimizi göstermese kaybolacağız yaban ellerde. Koca bir okaliptüs ağacının kalın gövdesinin dibinde kocaman bir yumru oluşmuş. İlginç bir görüntü.

Yolda kimse kalmadı, tek başıma gidiyorum gittiği yere kadar.

Önümde dağlar, yol yukarı doğru gidiyor. Buraları bilmiyorum, yol nereye götürürse gideceğim artık. Bisikletim KUZ park edilmiş durumda binmemi bekliyor sakince. Bakalım kaybolduğum yerden çıkacak mıyım. Kaybolmak güzeldir, bazen kaybolmalı hiç bir şeyi düşünmeden.

Kaybolmadan kamp alanını buluyorum zar zor. Akşam yemeğine yetiştim zamanında. Bisikletimi bırakıp arkadaşların yanına gelip yemek kuyruğunda sohbet ederek günü değerlendiriyoruz. Görme engelli arkadaşları paylaşıyoruz yemek alırken. Onlar kolumuza tutunup bizi takip ediyorlar. Aynı şekilde tuvalet ihtiyaçlarında da tutunup takip ederek hallediyoruz. Sadece söylemeleri yeter.

Ateş başında sohbet ederek zamanı geçirdik yatasıya kadar. Bu gün epey yol kat ettik, haliyle yorgunluk çöküyor ve erkenden yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 82 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Sade Bir Ortaca Festivali Gidiş

18 – 19 Ekim 2017 Çarşamba – Perşembe

Gidiş

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

“Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
Sen ülkemin yaz geceleri gibisin
Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
Beni unutma
Ah! saklı gülüm
Sen hem zor hem güzelsin
Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
Sen memleketim kadar güzelsin
Ve güzel kal”

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, Bafa gölünde su durgun,  ipi karaya bağlı bir kayık, su yüzeyinde gökyüzü ve dağların yansıması.

Merhaba Sevgili Okurlar, yeni bir yazı dizisi daha başlıyor.

14 Günlük bir turun yorgunluğunu üzerimden atmaya çalışırken, Sevgi Kırak aradı telefonla. İlla ki geleceksin Hürpedal Bisiklet festivaline, davetlimsin deyince her ne kadar turdan daha yeni gelsem de Hürpedal festivalini kaçırmamaya niyetim vardı. Gitmeye karar verince nasıl gideceğim diye düşünüp dururken bizim Doktor Mete Güney de festivale katılacağını öğrenince onu aradım telefonla. “Nasıl gideceksin?” sorusuna “Kendi arabamla” cevabını aldım. O zaman beraber gideriz deyip kendimi yamadım. Koca Doktoru yalnız yolculuk yaptırmak ayıp olur değil mi? Festivalden iki gün önce yola çıkacağız. Köyceğiz’de Hakan Sevin’in misafiri olup biraz gezmeyi de düşündük. Gideceğimiz gün hazırlıklarımı yapıp gerekli malzemeleri çantama yerleştirdim. Bisikletim KUZ ve ben hazırız, Doktor Mete’nin gelmesini bekliyorum. Kendimi KUZ ile elçek resim çekiyorum apartmanın koridorunda. Arkada diğer 26 inç bisikletim var merdivenin yanında.

Mete Aliağa da oturuyor, Mete’ye konum atıyorum ve eve arabası ile geldi. Ben bisiklet taşıyıcı aparatı indiriyorum çatıdan. Mete gelince bakıyorum ki bisikletini içeri yerleştirmiş. Aparatı takmayalım deyip ben de bisikletin ön ve arka tekerleklerini söküp yerleştirdim. Arka koltuğu yatırmış Mete. Kolayca iki bisikleti yatık durumda alıyor. Çantaları da kenar, köşelere koyup yola çıkmaya hazırız. Arabanın arka bagajı açık durumda, bisikletler yan yatırılmış. Turuncu çantam da yanında.

Yola çıkıyoruz neşeyle, Doktor Mete sevimli, neşeli, esprili birisi. Çok iyi anlaşıyoruz, yol harika geçeceğe benziyor. Oturduğum sokağın bir alt sokağından doğruca çevre yoluna girdik, oradan paralı otobana bağlanıp Aydın’a doğru hızlıca gidiyoruz. Arabanın içinde elçek resim çekiyorum Mete arabayı kullanırken.

Aydın otobanına girdikten sonra Selatin tünellerini geçer geçmez bir yağmur indirdi sanki afat yaşıyoruz. Birden bire her şey kapandı, görüş alanı sıfır. Bir şey göremediğimizden kenara, emniyet şeridine yanaşıp yağmurun durmasını bekliyoruz. Ön cama vuran iri yağmur damlalarını çekiyorum. Kilometre hız göstergesi 0. Camdan bir şey görünmüyor, suyun içindeyiz adeta.

Yağmur bir süre sonra durdu ve yola devam ettik. Aydın’a varmadan Söke yoluna saptık ve otobandan çıkıp normal yolda gidiyoruz. Akşama daha çok var. Mete’ye hadi Bafa gölüne girelim deyince olur dedi ve Bafa kasabasından sola doğru Kapıkırı köyüne direksiyonu çevirdik. Burada Heraklia antik kenti var ve Bafa gölünü de yakından görürüz. Sonra kahve içeriz, olmaz mı? Olur elbette. Kapıkırı yoluna girdik, az ileride bir kahve var. Daha önce burada hep mola vermiştik. Kahveci ilginç bir tip, kahkaha ile gülmeye başlayınca o da gülmeye başlıyor kahkaha ile. Çayı da odun ateşinde pişiriyor, lezzetli. Birer duble çay ısmarladık. Yanımıza gevrek var, çayla birlikte atıştırıyoruz. Masada oturmuş, duble çaylar ve kahveci bize gazete getiriyor gevrekleri rahat yiyelim diye. Çay ocağının duvarları beyaz badana vurulmuş. Çatısı eternit kaplı. Türk bayrağı çatının ucuna iple bağlı.

Kahvedeki molayı bitirip yola çıkarak Kapıkırı’na vardık. Daha önce buraya gelip kamp attığımdan az çok biliyorum. Küçük bir ada üzerine yapılmış manastır tamamen adayı kaplamış durumda. Duvarların çoğu hala ayakta. Karaya çok yakın ama kayıkla geçmek gerek. Arkamızda kalan Beşparmak dağının volkanik yapısı buraya kadar yayılmış. Ada sanki yuvarlak taşların üzerinde, yansıması da göle düşmüş.

Buraya ilk geldiğimden beri çok beğendiğim yerlerden birisi. Büyüleyici bir doğa harikası beni çok etkiliyor. Altı mavi, üstü beyaz, küpeştesi kahverengi bir kayık ipe bağlı öylece duruyor sakince. Balıkçı teknesi olduğu arkasındaki naylon örtülü yığından anlamak mümkün. Küçük bir sopaya takılmış Türk bayrağı rüzgar olmadığı için dalgalanmıyor. Gökyüzü ile birlikte kayığın yansıması suya vurmuş durumda. Karşıda Dağın yuvarlak tüf kayalıkları göle kadar gelip içine girmiş. Kayığın ipi yosun tutmuş suda dura dura. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Doktor Mete’yi küçük adadaki manastır ile çekiyorum.

Kumsala oturup kahve takımlarını çıkarıp kahvemizi pişiriyorum.  Kahve ocakta pişerken elçek resim çekiyorum Mete ile. Mete kayanın üzerine oturmuş durumda.

Bu kez Mete kendi telefonu ile elçek resim çekiyor benimle birlikte. Kahve ocakta hala pişmeye devam ediyor. Göl kıyısında kayıklar bağlı.

Kahve pişiyor ve fincanlara döküyorum köpüklerinle birlikte.

Kahveyi cezveden fincanlara dökerken.

Bafa gölünden ayrılıp yola devam ettik. Muğla girişinde polis kontrolüne takıldık. Trafiği durdurmuşlar araçları tek tek kontrol ediyorlar. O yüzden konvoy oluşmuş durumda. Dur – kalk gidiyoruz kontrol noktasına doğru. Biraz hareket edip durduktan sonra arkadan bir araba güm diye çarptı. Tam da polis noktasına yaklaşmıştık. Eyvah diyerek hışımla arabadan indim. Bize çarpan bir kadın sürücü. Bizim arabada ve çarpan arabada bir şey yok şükür, küçük çizikler var sadece. “Abla ne yapıyorsun” diye biraz fırça attım o heyecanla. Polisler de elinde makineli tüfekle geldiler ne oldu diye. Durumu izah ettik, durduk yerde çarptı diye. Polisler kontrol ettiler, herhangi bir şey olmadığından geçip gittik polis noktasından. İyi ki bisiklet aparatını takıp gelmedik, yoksa arkadan vuran araba bisiklete zarar verebilirdi. Buna şükrediyorum. Sakar geçidinden inip Gökova dan Köyceğiz’e vardık.

Doğruca Hakan Sevin’in evine geldik, Hakan Sevin bizi karşılıyor. Hoş geldin, beş gittin dedikten sonra yarın ne yapalım, Sultaniye kaplıcalarına gidelim diye karar verdik. Biraz cildimizi tazelememiz gerek.

Ertesi gün arabayla Sultaniye kaplıcasına geldik, kendimizi hemen çamur havuzuna atıp çamura bulandık birden bire. Çamur havuzunun içinde Mete ve ben varız. Sanki çamur azalmış gibi, seviyesi düşük. Geçen hafta daha çok çamur vardı.

Çamura iyice bulaştıktan sonra dışarı çıkıp kurumaya bıraktık kendimizi Güneşin altında. Şevket Kaplan, ben ve Mete.

Kameraya poz veriyoruz şekil vererek. Solda göl, sağda çamur havuzu.

Çamur kuruduktan sonra kendimizi gölün sularına bırakıyoruz ilk önce. Sonra duş ve kapalı havuzdayız. Bizden başka kimse yok havuzda. Keyfimizi çıkarıyoruz.

Kurulanıp giyindikten sonra karnımızı doyurmak için pideciye girdik. Pideleri ısmarlayıp masada bekliyoruz. Pide yemenin handikabı bu; beklemek. Mete ile birlikte göl manzaralı elçek resim çekiyorum. Mete her zaman olduğu gibi güleç yüzünü yansıtıyor resme.

Mete de beni tek olarak çekiyor. Arkamda ağaçlar, sağımda gölün masmavi renkli suyu. Saçlarım omuzlarımda hala ıslak

Restoranda bir köpek koltukların arasından başını çıkarmış bir lokma pide vermelerini bekliyor müşterilerden.

Sultaniye kaplıcalarından ayrılıp Deniz Kızı feribotunun iskelesine geldik. Mete arabayı feribota bindirirken çekiyorum resmini. Daha geçen hafta Merve’nin arabasıyla binmiştik bu feribota. Dalyan kanalı, karşı kıyı 100 metre uzakta.

Arabamız feribotun içinde, feribot 2 araba alacak kapasitede. Biz bindikten sonra ikinci arabayı bekliyoruz. Bir motor daha binmiş feribota. Mete Beni araba ile çekiyor bir poz.

O beni çeker de ben onu çekmez miyim? Çekerim elbette. Mete de feribotun diğer tarafında iki kolunu açarak bana poz veriyor.

Karşı kıyıya vardık, küçük bir iskelede  bir tekne bağlı. Birisi de iskelede sandalyesine oturmuş balık tutuyor. Kanal denize doğru gidiyor. Karşıda dağlar.

Kamp yerine gelip arabayı park ediyoruz. Bisikletleri ve eşyalarımızı indirip kendimize yer beğenip çadırları kurduk. Eşyaları da yerleştirdikten sonra şöyle etrafa bir bakayım deyip ortalığı geziyorum. Kamp alanı, çadırla ve plastik sandalyeleri çekiyorum. Mavi boyalı bir varil ve yarım bir varil yerde. Yarım varilde ateş yanacak belli.

Beni gören tanıdıklar “Hoş geldin Urim Baba” diye karşılıyor. Dostları görmek güzel, bir arada olmanın muhabbetini yapıyoruz. Uzun süredir görmediğim arkadaşlarla karşılaşıyorum, hal hatırla geçiyor zaman. Bu akşam yemeğinde de sürüyor. Sonrası yarım varilde odunlar yanmaya başladı. Etrafında toplaşıyoruz, Sohbet, muhabbet gırla gidiyor. Eğlenceli ve kahkahalı geçiyor alevlerin ışığında. Varilin altında delikler delinmiş alttan hava alsın diye. Delikten ışıklar dışarı vuruyor alevin.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet ediyoruz. Uyku zamanı gelince kaçırmamak için izin istiyorum arkadaşlardan. Çadırıma girip tatlı düşlere dalıyorum.