8 Haziran 2015 Pazartesi
21. Gün
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
(Resimlerim bir kısmı Ferdimen’e aittir)
Toros Dağları – Karaman Civler
Yeni sözler demeye geldim yeni seslerle,
Bağırmalarla değil, canımdan nefeslerle..
Sana kalacak ne var dersen, anlamı derim;
Susmalarında bile bulur seni seslerle
Özdemir Asaf
Öne çıkmış olan görsel, Sağda yol, Solda yolun altı derin uçurum. Yol dağların eteklerinde tepelere doğru gidiyor.
Dumanlı dağlarda uyumanın rahatlığı ile sabahın erken saatlerinde yanımıza kadar gelen bir motorun sesi ile uyanıyorum. Bu gece de harika bir uyku çektim. Motor durduktan sonra bir kadın ve adamın sesleri duyuldu ilk önce. Sonrasında iki çocuğun kendi aralarında konuştuklarını duydum. Çadırımın fermuarını açınca iki kafa, dört meraklı göz ile burun buruna geldim. İşte resmi çekilmeyen anlardan birini yaşadım. Bazı şeylerin resmi çekilmez ya! O anın resmini çekmek istemezsin de sadece sen görürsün. Çocukların kocaman kafaları çadırıma uzanmış merakla; “Acaba içinden ne çıkacak, kim çıkacak?” diye gülüşerek beklerken göz göze gelmek. Sabahın bana sunduğu sürpriz ile güne başlamak harika.
Dışarı çıkınca, aile ile tanışıyorum. Kadın hemen kuzineyi yaktı ve gözleme için hazırlıklara başladı. Bu arada çay da hemen demlenmeye başladı. Ailenin reisi Hüseyin ile sohbete başladık. İlk önce kimse olmadığından burada izinsiz kaldığımız için özür diledik. Yolda sisten dolayı çardağa sığınmamızı anlattık. Hüseyin de önemli değil diyerek ailesini ve dün niye gelmediğini anlattı. Dün hem seçim vardı hem de çocuklar hasta olduğu için doktora götürmüş. O yüzden gelememişler. Çocuklar biraz zayıf görünüşlü ve sık sık hasta oluyorlar. Tek geçim kaynağı da burası ve pek para kazanamıyor anlaşılan. Köydeki uğraşı anca boğaz tokluğuna. Biraz para kazanayım diye karısı ile birlikte bazlama, çay gibi şeyler satmaya çalışıyorlar. Hüseyin tatlı ve sakin bir yapıya sahip.
Sohbetten sonra çay olasıya kadar çadırları ve eşyaları toplayıp bisikletlere yükledik. Kahvaltı malzemelerini hazırlayıp çayı da Hüseyin den aldık. Katkımız olsun diye ilk müşteri olarak birer bazlama da ısmarlayıp sıcak sıcak yedik. Kahvaltının ardından kahveler benden deyip kahve pişirip Hüseyin ve karısına ikram ederek içtik bir güzel. Sonrasında da yediğimiz bazlamanın ve çayların ücretini verdim Hüseyin’e. Bir miktar para da çocuklara vererek sevindirdim. Çok tatlılar ya, utanarak aldılar parayı. İki çocuk, plastik sandalyede oturuyorlar.
İşte kaldığımız bazlamacı ve çardağı. Derme çatma, kendi olanakları ile yapmış Hüseyin. Bisikletler yola çıkmaya hazır bekliyorlar.
Hüseyin ile yola çıkmadan birer resim çekiliyoruz. Bir ben çekiliyorum.
Ardından Ferdi çekiliyor. Ferdimen’in boyu Hüseyin’den bir baştan fazla.
Hüseyin ve ailesi ile vedalaşarak yola çıktık. Dün akşamki bulut dağın tepesinden kalkmış. Hava pırıl pırıl güneş ışığı ile masmavi. Mis gibi çam kokusu ortalığa yayılmış. Taze oksijen ciğerlerime doluyor. Yol bir süre daha tırmanacağımızı gösteriyor. Dik yamaç ve çam ağaçları.
Sıradağlar sıralanıp gitmiş, etrafta bir tane bile bulut yok. Güneşin ilk ışıkları ile ısınmaya başlayan toprak hafif buharlaşmanın etkisi ile serinliğini hissettiriyor.
Toros dağları muhteşem ve heybetli. Bir çok yaşama hayat veriyor bereketi ile. Buraları gezebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Görüyorum ve yaşıyorum uzaktaki dağlardan çam ağaçlarına kadar.
Vadi çok derin ve dibi görünmüyor.
Yola ilk çıkışımızda tırmanışla başlamak biraz zorluyor. Sıkça durup dinleniyoruz. Bisikletim KUZ ve Ferdimen. Yol dik kayalıkta kıvrılarak gidiyor.
Dinlenirken elçek ile bir resim çekmeden olmaz. Arkada dağların heybetli manzarası da kareye giriyor.
Yükseldikçe ağaçların yapısı değişiyor ve daha da yükseklerde seyrelmiş durumda. Zaten ortalık kayalık.
Bir çam türü olan Katran ağacı gözüme ilişiyor, durup resmini çekiyorum. Ağacın tepesi kırılıp yana doğru uzamaya başlamış. Katran ağaçları değişik biçimde dalları yere paralel üzeri de yayılmış bir düzlük gibi. Seyretmesi bile insana terapi gibi bir etki yaratıyor.
Yolun sağ tarafı yüksek ve dikine kesilmiş kayalıklar. Yolu nasıl yapmışlar acaba bu dik ve çetin yerde. Epey uğraştıkları, zor şartlar altında çalıştıkları belli.
Sağda, dağların kıvrımları aşağıdaki derin vadiye çıkıyor.
İşte bitkilerin yaşam savaşı ve bir çam ağacının en uç noktada yaşama tutunması. İnsanı hayretler içinde bırakıyor. Doğa müthiş bir şekilde yaşamı devam kılmakta. Doğanın bu yaşam gücünü hayranlıkla ve anlamaya çalışarak izliyorum sadece. Çam ağacı, dik kayalığın ucunda göğe doğru yükselmiş.
Kimi yerlerde toprak kayması olmuş koca çam ağaçları toprakla beraber aşağıya kaymış durumda. Kimisi devrilmiş, tutunacak toprak altında kalmayınca.
Yamaçta toprakla beraber kaymış çam ağaçları.
Toprak kaymaları yüzünden tünel yapım çalışmaları başlamış. Henüz inşaat halinde tüneller var.
Tünel yapılırken yol da genişletiyorlar.
Toros dağlarını izlemek muhteşem.
Bir taraftan tünel yapım çalışmaları devam ediyor, diğer taraftan toprak kaymaları sürekli olmakta. Kayan toprak yığınları kaldırmak ta kepçe ile sürekli çalışılıyor. Toprak kaymasın diye beton ile önlemeye çalışıyorlar ama o da yeterli gelmemiş anlaşılan. Dağ hareket etti mi karşısında hiç bir şey duramaz bunu görüyorum.
İş makinaları ve kamyonların arasından dikkatlice geçiyoruz. Hafriyat nedeni ile kamyonlar asfalt filan kalmamış. Yol toprak ve düz değil.
Büyük bir olasılıkla tüneller bitince buralardan geçemeyeceğiz anlaşılan. Hele bisikletle geçmek zorlaşacak. Çünkü tüneli sadece arabalar için yaptıklarından bisiklet için yer yok ve tehlikeli. Yol yamacı ikiye bölmüş.
İşte yolun durumu bu, biraz ileride “Kuş Yuvası” denen yer varmış. Köylüler öyle söylemişti. Yol çok tehlikeli olduğunu, her yıl bir kaç arabaya yukarılardan kaya parçaları düşerek uçuruma sürüklüyormuş. Aylar sonra araba bulunup haberleri oluyor insanların. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Biz de anlatılanlardan etkilenip riske girmeden yeni açılmış tünelden gitmeye karar verdik. Tünelin ağzı görünüyor.
Tünelin içindeki yolu görüyorsunuz değil mi? Sağda hiç pay bırakılmamış bisiklet için. Belki kaldırımdan yürüyerek bisiklet elde geçilebilir.
Tüneli rahat geçtik, pek te araç yok denecek kadar az. Tünel çıkışında iki yabancı bisikletli gezgin ile karşılaştık. Onlar da tünele girmeye hazırlanıyorlardı. Tarzancam çok iyi olduğu için yolun tarifini verdim. Sadece tünel çalışmalarının olduğu yerde dikkat etmelerini söyledim. Yollarının hep iniş olduğunu, akşama Alanya’ya çabuk varacaklarını anlattım Tarzanca. Tüneli ucunda güneş ışığı ile yüzlerimize vuran yolcu mutluluğunu bir anı olarak yakalıyorum. Elçek ile dördümüzü çekiyorum.
Yokuş tünelin çıkışında bitti, artık pedal çevirmeden ineceğiz. Kendimizi bırakıyoruz ağırlığımızın ivmesi ile.
İnişimiz hızlı oluyor düzlüğe kadar. Petrol istasyonuna denk gelince biraz mola vermeli deyip duruyoruz. Hazır da çay varmış. Çay iyi geldi, bakkaldan bisküvi takviyesi ile atıştırdık ara öğün olarak.
Etrafta evler var ve dağınık yapılmış durumda.
Fazla düz yerde gidemiyoruz. En aşağı seviyeye inip Toros dağlarının ikinci dağ sırasını aşacağız ve tırmanış hemen başladı hafif te olsa.
Yalçın kayalar burada yine var ama yola yakın değil ve tehlike yaratmıyorlar. Buranın hakim bitki örtüsü Katran ağacı. Lübnan dan yayıldığı için adı Lübnan sediri olarak ta bilinmekte. Akdeniz bitki örtüsüne ait bir ağaç olarak daha çok Toros dağlarında yetiştirilmektedir. Katran ağacı denmesinin nedeni yakılınca katran gibi bir yağa dönüşüp doğal ilaç olarak kullanılmakta.
Karapınar köyüne geldik, Köy dere kenarında dağınık olarak yerleşilmiş. Kahve, bakkal gibi bir şey bulamadığımızdan durmadan yola devam ediyoruz.
Dere yatağı çınar ağaçları ile kaplı, Toros dağları arasında çukur olarak oluşmuş. Sanki dağların arasına sıkışmış bir yayla. Kış aylarında iki yöndeki dağların tepelerinde oluşan kar soğuğu aşağıdaki sıcak dere yatağını ayaz içinde bıraktığı kesin.
Meşhur Gevne köprüsündeyiz. Neden meşhur olduğu belli değil ama harita öyle gösteriyor. Magandanın birisi de atış talimi yapmış arabanın camını açarak. Erkek ya, tabancası belinde olacak. Canı istediğinde tabancasını çekip rast gele ateş edecek. Kime gelirse gelsin önemli değil onun için. Belki de en yakın birisini öldürmüştür maganda kurşunuyla. Ağlayıp sızlamıştır bile, acısı geçince adam olmaz. Erkek ya Allah’ın magandası! olarak yine aynı şeyleri yapar.
Gevne köprüsünden sonra Gevne çayının geldiği yöne doğru gitmeye başladık. Eğim fazla değil, çay da akan su miktarı fazla. Ama sakin akıyor.
Çay, KUZ, kıytırık ve dağlar hepsi uyum içinde güzel bir manzaranın parçası.
Meşe ağaçlarının altına girip biraz dinleniyoruz. Burası piknik alanı, insanlar gelip mangal yakarak kültürümüzü devam ettiriyorlar. Haliyle çöplerini alıp götürme gibi bir huyları da olmayınca ortalık her piknik alanında olduğu gibi çöp içinde. Cam içki şişeleri de nedense hiç birisi sağlam değil. Şişe toplayıcılar burada aç kalır.
Bisikletim KUZ ve kıytırık, meşe ağaçlarının dibindeki gölgede dinleniyor.
Buralarda Mut kelimesi yaygın olarak kullanılıyor. Gevne çayı ile birleşen küçük bir kol olan Sarımut çayı.
Gerçek yayla kirazı henüz oluşmakta. Pembe kimisi, olgunlaşan kırmızıya dönüşmüş koparılmayı bekliyor. Biz de kirazların bu isteğini yerine getirdik. Yoksa kiraz küser bizi koparmadınız diye, karalar bağlar olduğu yerde çürürler. Kirazlar naziktir ve nazlanır. O yüzden biri baktı mı pembeleşir önce. Elini uzatınca utancından kızarır. Kiraz bilir dudakların kırmızı olduğunu. Kendini hazırlar, dudaklara değmeden dudak kırmızısı rengine bürünür.
Kayalar yerden öyle bir hışımla fırlamış ki şaşılacak derecede muhteşem heybeti ile akan çayı korumak için sanki nöbet tutuyor.
Kayalık vadiden coşkun akan çay zamanla toprağı alıp götürmüş kendine göre yatağını bulduktan sonra sakince akmakta.
Katran ağacı, yada Libya sediri. Sonradan açılan yolun kıyısında kalmış tek başına ormandan koparılarak. Şimdi kavak ağaçları ile birlikte yaşayıp gidiyor. Yaşlı gövdesi asırlara dayanmış bilge bir ağaç. Genç kavaklar daha bir şey görmeden bir süre sonra kesilip işlenecek. Kavaklar kesildikçe yerine yenisi dikiliyor. Köylüye bir miktar da olsa gelir getiriyor kavak ağaçları. Köyde yaşam zor, sürekli çalışmak durumundasın.
Çınar ağaçları çayın kıyısında her zaman görmek olası.
Çayın solunda bir minare görüyorum. Bir köye yaklaştığımızı zannediyorum. Gidince göreceğiz bakalım nasıl bir yer?
Çay bazı yerde sakin akıyor.
Bazı yerde ise coşkulu akmakta.
O da çay yatağına göre değişmekte, bir coşkun, bir sakin.
Minaresini gördüğüm yere geldik, burası iki çayın birleştiği yer. Çayın önüne taşlardan set yapılarak geniş bir su havuzuna dönüştürülmüş.
Burası Çayarası köyü, evler dağınık yapılmış küçük şirin bir köy. Akdeniz’i Anadolu’ya bağlayan yollardan birisi olduğu için gelen geçen için çay bahçeleri, aşevleri, dükkanlar yapılarak satabildikleri şeylerden geçiniyor. Öyle alışmışlar ki kıytırığın tekerleğine biraz hava bastım sadece ve borcumuz ne diye sorunca utanmadan 1 Lira diyerek aldı. Parasından değil de sineğin kanadından yağ çıkarmaları beni üzdü. O yüzden burada durulmaz deyip yola devam etme kararı aldık.
Bir süre giderek köyden uzaklaşınca alabalık pişiren bir yere geldik. İlk önce fiyatları sordum ne kadar diye? Sonradan kazık yemeyelim ne ödeyeceğimizi bilmek gerek. Kesemize uygun olunca birer kiremitte alabalık ısmarladık.
Tesisin arka kısmında, çayın aktığı yere oturup balıkların pişmesini beklerken manzaramızın hidrolik santralın olduğunu gördüm. Kısaca HES denen yerdeyiz. Yıllık debileri yüksek çayların içine yapılan hidroelektrik santralları yapılmış. İlk defa görüyorum bu santralleri. Balıklar pişince afiyetle salata ile yiyip karnımızı doyurduk. Balık ile birer de bira gazoz niyetine soğuk iyi gidiyor. Böylece balığı üzmüyoruz.
Yemeği yedik karnımız doydu yola çıkma zamanı diyerek yola koyulduk. Yol çayın geldiği yöne doğru, şimdilik hafif tırmanışlarda ilerliyoruz.
Çeşme bulunca durup şişelerdeki suları tazeliyorum. Bir miktar da içmek gerek diyerek içiyorum kana kana. Ferdimen çeşme başında sularını dolduruyor.
Yolu öyle bir yapmışlar ki genç katran ağacı öylece kalakalmış. Eğer toprak kayarsa ağaca yazık olacak. Ağaç tam da yamacın ucunda kalmış.
Bir ara eğim artmaya başladı, dağların tepeleri sıralı gidiyor.
O kadar yükseğe çıktık ki çayın dibi epey aşağılarda kaldı. KUZ ve kıytırık yolun kıyısında.
Derin kayalık vadide kanyon oluşturan çay, kendine yol açmış. İşte HES’lerin yarattığı durum açıkça görülüyor. Borulardan geçen su çayın yatağından akmadığı için su miktarı çok az. Şimdilik akıyor ama yaz sıcaklarında kuruduğu kesin. Hayvanların ve bitkilerin susuz kalacak. Doğal yaşam alanı dengesini kaybediyor bu tür yapılan santrallerde. Su akmazsa yaşam da yok olacak.
HES’lerin bir özelliği de baraj duvarı yapıp suyu tutmuyorlar. Su debisi sürekli fazla olunca belli yerlerdeki yükseklikte bent yapılarak suyun boruların içine girmesi sağlanıyor. Çaydan akan tüm suyu tutup boruya yönlendirdiklerinden bundan sonra su akmıyor çayın yatağında. Neredeyse çayın dibi elektrik türbininin olduğu santrala kadar kuru. Böylece hem santrali gördüm hem de suyun tutulup borulara yönlendirdiği yeri gördüm. HES’lerin nasıl olduğunu, nasıl elektrik üretildiğini anladım.
Bir süre suyun akmadığı çayda gittikten sonra çağlayarak akan coşkun sular beni mutlu ediyor. Suyun akışı beni etkilediği kadar diğer canlıları da etkilediği kesin.
Ferdimen önde ben arkada tıngır mıngır gidiyoruz yukarı doğru. Bazen vadi genişliyor ve görüş alanı iyice çoğalınca durup resim çekmeden olmaz.
Önemli bir kavşağa geldik, Konya yolu düz gidiyor, tabela yön işaretlerinden bunu anlıyoruz. Geldiğimiz yön ise zaten Alanya yolu. Biz ise Sarıveliler yolundan Ermenek tarafına gideceğiz.
Köprüden karşıya geçmemiz gerek. Köprü üzerinden geçerken durup bir kaç resim çekeyim dedim. Önümüzde yokuş başlıyor ve akan suyu bir daha ne zaman görürüz belli değil. Doyasıya seyretmek gerek değil mi?
Yokuş başlayacak dedik ya hadi bir de çimelim diyerek coşkun akan çaya şöyle bir girelim bakalım. Ama o da ne su buz gibi soğuk. Soğuktan öte bir şey çivi gibi. Çivi gibi sulara çok girdim. Çayın suyu o kadar soğuk ki iğne gibi desem yeridir. Yavaş yavaş giriyorum, ayaklarım buz kesti sanki.
Alıştırmaya çalışıyorum ama çok soğuk, kendimi bırakamıyorum sulara.
Neyse nefesimi tutup salıyorum kendimi, donmaya fırsat bulamamış buzdan öte, soğukluktaki coşkun akan çaya.
Suyun içinde kalmak kolay değil, bir dakika bile duramadan çıkıyorum suyun içinden. Ben böyle soğuk su görmedim şimdiye kadar.
Su hızlı aktığı için fazla ileri gidemiyorum, akıntıya kapılmamak gerek. Onun için temkinli olarak bitkilere tutunmaya çalışıyorum.
Fazla duramasam da kollarımı açarak, zafer kazanmış biri olarak poz veriyorum. Üzerimdeki ter gitti çay ile birlikte. Gevne çayına girmek öyle herkesin harcı değil galiba, bunu anladım. Suyun bu kadar soğuk olmasının nedeni de HES santrallerinin burada olması. Boruların içinden geçen su toprak altından geçerken toprağın soğuğunu alıp santraldan geçtikten sonra güneş altına çıkıyor. Coşkun akan su da ısınmadan tekrar boru içine girince katmerli soğuyor.
Fazla durmanın anlamı yok diyerek çaydan çıkıyorum. Terli olan forma ve atleti yıkayıp suyunu sıktıktan sonra Ferdi de bağıra çağıra suya şöyle bir dalıp çıkıyor hemencecik.
Kurulandıktan sonra giyindim. Yıkadığım çamaşırları da bagajın üstüne, lastiklerle sabitleyerek kurumaya bıraktım. Yolcu yolunda gerek diyerek tırmanma bölümüne başladık. Çıktıkça manzara artmakta, görüş alanım genişlemekte. Geldiğimiz vadiyi gözlemliyorum bir süre. Pek tırmanış görünmese de bayağı çıkmışız. Durum öyle gösteriyor.
Eğim yer yer değişiyor, bazen %10 dan fazla olduğu kesin.
Bazen değişik anıt taşlar gözüme çarpıyor. Öylece tak başına, dimdik ayakta bekler gibi beni selamlıyor. Ben de selamımı çakıp bir resmini çekerek anılarıma kaydediyorum.
Çıktıkça çıkıyoruz, ağaçlar seyrek olsa da görsel güzelliği seyredilmeye değer. Hele bir kaç ağaç katran ağacı olunca bambaşka bir güzellik katıyor yelpaze gibi dallarıyla.
Kış aylarında buralardan geçmek imkansız gibi. Belki de yollar kardan dolayı kapanıyordur. O kadar kar yağıyor ki buralara çığ tehlikesi olasılığı fazla olunca uyarıcı tabela konulmuş dikkat çekmek için. Çığ tehlikesi 3 Km boyunca devam ediyor.
Kendimi çok şanslı hissederim ger zaman. Yolun getirdiği güzellikler hep karşıma çıkar. Ben de şansımın bana sunduğu bu güzellikleri kaçırmadan seyrederim, tadına varırım doyasıya. Ve Tanrıma dua ederim bu güzellikleri bana yaşattığı için. Bazı dinlerdeki inanışlara göre Tanrı yukarılarda, dağların tepesinde daha yakın olarak inanırlar. Bana göre Tanrı her yerdedir, gökte de, yerde de. Bakmasını bildikten sonra.
Derin vadi manzarası çekiyorum, epey çıkmışız.
Çetin kış şartlarına direnen yaşam, işe bu ağaçta görüyorum. Kış aylarında gecenin ayazına dayanan, yaz güneşi altında kavurucu güneş ışınlarına aldırmayan bu ağaç. Her fırtınaya dayanan güçlü gövdesiyle yaşama tutunmasını bilmiş. Orada tek başına orman olamamış, kardeşleri uzakta, yapayalnız dimdik ayakta. Bu ağaçta yaşamın gücün görüyorum. Pek toprak olmasa da kayaların çatlaklarına köklerini daldırıp az toprak parçası ile yaşama tutunmuş.
Ben ağacı seyrederken KUZ ve kıytırık sakince beni bekliyor mızmızlık etmeden.
Bazı ağaçların tepesi yok, belli ki yağan karların ağırlığına dayanamayıp kırılmış. 100 yıldan fazla olduğu belli gövdesinin kalınlığına bakarak. Üç çam ağacı görünüyor.
Tırmanış sürekli olunca artık bir şey düşünmeden gidiyorum. Nasıl olsa bir an gelecek ve inişe başlayacağım. Bunu düşünmek bana yetiyor ve yılmadan çıkmaya devam ediyorum. Hedef zirve, Toros dağları öyle kolay aşılmıyor. Bunu terleyerek ödüyorum bedelini. Alın terinden öte bir şey, tüm vücudum terliyor. Ben de memnunum bu durumdan. Vücudumdaki zararlı tüm mikropları terleyerek atıyorum. Bazen de kaslarıma enerji olsun diye mikropları yakıt olarak kullanıp yakıyorum bile.
Yolun yeni yapıldığı belli, çeşmenin sadece plastik hortumu kalmış ama nereden geliyorsa su hala akmakta. Temiz su olduğu belli, hemen şişelerimi tazeliyorum akan sudan.
Sularımı tazelediğim çeşmesi olmayan borudan su doldururken sanki zirveye gelmişiz gibi. Öyle hissettim birden bire. Arazi öyle gösteriyor. Bisikletim KUZ ve kıytırık zirveye doğru çıkmaya hazır gibi duruyor.
Aşağısı geldiğimiz vadi, epey çıkmışız anlaşılan.
Zirvede bir süre dinlenip son yokuşu da tırmanmak gerek diyerek yola devam ediyor Ferdimen.
Tam da burası Antalya – Konya – Karaman sınırı olan dağların tepesi. Yaklaşık 2 Kilometre Konya sınırları içinde gideceğiz. Kısa da olsa Konya’ya ayak bastım ya bu bana şimdilik yeter.
Bir süre daha Konya’da olmanın tadını çıkarıyorum. Kim bilir bir daha ne zaman gelirim Konya’ya. Ferdimen kendini aşağı saldı gitti. Nasıl olsa ona yetişirim. KUZ ve kıytırık, zirvede poz veriyor.
Konya toprakları, arazi yapısı daha bir başka. Tepelerde ki kayalıklar değişik yapıda. Sanki masa gibi üzeri dümdüz.
Rahmetli Barış Manço’nun TV programı geldi aklıma. 7 den 70 e diye gezip gördüğü yerlerde çocuklardan yaşlılara hazırladığı neşeli, eğlenceli, sohbetli, şarkılı program. Kendine has sunumuyla el kol hareketleri ile öne çıkan, her parmağındaki değişik yüzüklerle dikkatimizi çekerek geçmişten geleceği anlatırdı. Yani 70 yaşındaki geçmişten geleceğimiz olan çocukların yaşı 7 ye. Severek, ilgiyle, Pazar günlerini sabırsızlıkla beklerdim. O günlerde zaten tek kanal vardı. Evde başka eğlence yoktu, hem de siyah beyaz. Barış Manço ve 7 den 70 e bir an aklıma geldi. Neden derseniz Antalya’nın plaka numarası 07, Karaman’ın plaka numarası sonradan il olması dolayısı ile 70. Ben de bu sınırda 7 den 70 e geçmekteyim. Antalya il sınır tabelası.
Burası da Karaman il sınır tabelası. Ferdimen poz veriyor bana, bisikletlerle birlikte.
Zirveden sonra kendimizi yokuş aşağı bırakıyoruz, iniş harika ve çabuk oluyor. Ama zevkli, bunun tadına doyum olmaz. Kısa da olsa.
İnişten sonra yine kısa bir çıkış yapmamız gerek diyerek sarıyoruz pedalla yokuşu. Çıkmadan zirvesini göremeyiz ki! Küçük bir vadide, çam ormanı içinde kendimizi salıyoruz.
Kısa bir yokuştan sonra uzun bir iniş oldu. Bu inişte hız rekorumu kırdım. Şimdiye kadar en fazla yapabildiğim hız 69.5 Km/h. Arkada kıytırık ta olunca onun ağırlığı ve itmesi ile hızım biraz daha arttı. Yol uygun olunca hızın artması kaçınılmaz oluyor. Kilometre saatine bir baktım 60’ı geçtim ve kıytırık arkamda ip gibi beni takip ediyor. Denge mükemmel, savurma falan yok ve hızım 71.5 Km/h olunca kısa bir an öyle gittim. Sonrasında fazla abartmaya gerek yok diyerek frenlere yavaşça asılarak hızımı 50 Km/h düşürerek inişimi gerçekleştirdim. Bu kadar hızlı inersen kısa sürede yolu bitirirsin. Ama bisiklet için tehlikeli, en ufak bir hata kötü sonuçlar getirebilir. Siz dikkatli olun ve bu kadar hız yapmayın derim. Bundan sonra ben de yapmam artık bu kadar hız. Hem sonra gerek yok değil mi?
Neyse kısa sürede inince Civandere köyünde bir çay molası verdik. Köyün kahvesinde otururken kahvedeki köylüler ile sohbete başladık. Köylüler pek alışkın değil bisikletlilere. Hele bir de yerli turisti sanki hiç görmemiş gibi merakla bakıp habire sorular soruyorlar. Biz de uygun cevapları veriyoruz Ferdimen ile birlikte. Bir süre konu hep aynı olunca hemen değişik bir konu açarak muhabbeti renklendirdim. Köydeki durum, seçimler, geçim derdi derken benim hız rekoru yaptığım yerde olan bir kazayı anlatıyor köylünün biri. Aslında tehlikeli bir iniş ve bir çok kaza oluyormuş inerken. İstanbul da silahlı çatışmada sağ olarak ele geçen Hizbullah lideri cezaevinden nakledilirken cezaevi arabası yokuştan inerken kaza yapıyor. Jandarmaların hiçbirisi kurtulamıyor. Sadece hükümlü sağ kurtuluyor arabayı bulduklarında. Tabi bu anlatılanları bizler bilmiyorduk ve kaza beni biraz ürküttü doğrusu. Bir daha o kadar hız yapmam artık. Temkinli olmak gerek. Çaylarımızı tatlı sohbetle içtik ve bizlere para ödetmedi köylüler. Biz ordayken arabalı seyyar manav geldi. Hazır manav geldi bari biraz sebze, meyve alalım diyerek biraz soğan, domates, salatalık, elma, armut, kiraz ve 4 tane muz alarak erzağımızı zenginleştirdik. Fırından da ekmeğimizi alarak en önemli yiyeceğimizi de aldıktan sonra yolumuza devam ettik. Köy olunca ağaçlar kavak oluyor haliyle. Yolun kıyısında kavak ağaçları var.
Düzlük bitti, artık yine rampa başladı. Karşıki yamaçta çam ağaçları var., yol sağa dönemeç.
Güneş batarken durup batışını her zaman olduğu gibi izlemeye başladım. Bu muhteşem olayı kaçırmam. Güneşin son ışıkları bana enerji verir hep. Ben de depolarım bu enerjiyi sabaha kadar idare eder. Kıytırığın arkasından, batan güneşi izliyorum.
Konya – Mersin ana yoluna çıkıyoruz. Artık buradan sonra fazla trafik var ve gürültülü. Ana yola çıktıktan sonra kamyonun biri yanımdan geçip az ileride durdu. Hurda toplayanlara beziyordu kamyonun içindekilere bakarak. Bana “Nereye gittiğimizi “sorunca ben de “Mersin’e” gittiğimizi söyledim. “İsterseniz sizi götürelim” diye söyleyince “Arkadaşım var ona söyleyeyim” diyerek Ferdimen’i bekledik bir süre. Ferdimen’e sordum gidelim mi kamyonetle. Ferdimen kamyona bir de adamlara şöyle bir baktıktan sonra “Olmaz deyip tekliflerini nazikçe geri çevirdik. Anlaşılan Ferdimen’in gözü tutmamıştı adamları. Kamyon gidince yolumuza devam ettik. Sonradan düşündüm de iyi ki binmedik kamyona, yolda ne olur bilinmez. Üç kuruşluk bisiklete göz koymuş olabilirler. Tabelada; Konya, Mersin yoluna bağlanacağımızı işaret etmiş.
Tekrar çıkmaya başlayınca güneş yine doğdu ama kısa bir süreliğine. Dağların ardına batmaya başlayınca ikinci defa güneşin ışıklarını topluyorum.
Yol kıyısında yaban mersini çiçek açmış beyaz gelinliğini giyerek. Bu güzelliğe bakmadan geçersen çok şey kaçırmışsındır demektir yaşamında. Ben tadını çıkarmayı yeğlerim her zaman. Çiçeğin taç yaprakları ince ve zarif. Beni cezbettiği gibi arıları da kendine çekiyor bu görüntüsü ile. Doğanın döngüsünde ilk önce böcekler çiçeklerden faydalanıyor, sonra çiçekten meyveye dönüşünce kuşlar ve diğer hayvanlar faydalanıyor. Sonrasında birbirini yiyerek en sonunda toprağa karıştıktan sonra gübre olarak bitkiye geçip tekrar çiçek açarak döngüyü başlatıyor. İşte yaşamın sırrını burada çiçeğin taç yapraklarında ve yaydığı cezbedici kokusunda saklı.
Güneş batınca hava kararması uzun sürmez, hemen hava kararmadan çadır kurabileceğimiz bir yer bakmaya başladık. Gözümüze bir kiraz bahçesini kestirerek hemen daldık. Kiraz bahçesinde bir tane bile kiraz yoktu, yeni toplanmış. Yoldan ve gözden biraz uzakta çadırları kurup yerleşiyoruz. Akşam yemeğini beraber hazırlayıp yiyerek karnımızı doyurduktan sonra serinleyen havanın etkisinden giyinerek ve sıcak çay demleyerek kurtuluyoruz. Kamp yaptığımız yer 1500 metrenin üzerinde olunca geceler Haziran ayı olsa bile soğuk oluyor. Sıkı giyinmek gerek. Yol boyunca dinamodan şarj ettiğim batarya şimdi telefonumu şarj etmede kullanacağım.
Fazla geç olmadan yol yorgunluğunun getirdiği ağırlık ile erkenden yatmaya karar verdik ve çadırlara girip yattık.
Bu gün yaptığımız yol 58 Kilometre civarı.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda