Etiket arşivi: hades

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 9. Gün

9 Ekim 2015 Cuma

9. Gün

Mersin Bisiklet festivali 2. Gün

Adam Kayalar – Cennet Cehennem ve Narlıkuyu Astım Mağarası

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Astım mağarasında damlalarla oluşmuş ilginç şekiller, ruhları andırıyor.

Pırıl pırıp bir güne daha merhaba dedim. Bu sabah ufukta güneş yine bulutların arasından çıkıyor ama bulutlar ufuk çizgisine yakın ve çok uzaktalar. Her sabah olduğu gibi kahvemi yudumlarken güneş doğuyor. Benim gibi erkenciler de var kahveyi seven. Birisi Gültekin Yıldız, Manavgat festival komitesinden. Geçtiğimiz günlerde beraber pedallamıştım. Diğeri de henüz yeni tanıştığım Halk sağlığı uzmanı, çevreci Doktor Umur Gürsoy. Facebooktan arkadaşız ama yeni tanıştık ve daha önceden yıllarca tanışıyormuş gibi samimi bir dost olduk. Fikirlerimiz ve zevklerimiz uyuşuyor. Beraber güneşin doğuşunu izliyoruz Gültekin Yıldız, Dr. Umur Gürsoy ve ben. Bu sabah ufukta alçak bir bulut tabakası var. O yüzden güneşi bu sabah ta denizin üzerinde göremedim.

İki tarafta birer ucu olan dalgakıran, ağzı geniş çıkışı olan bir gemilerin ve kayıkların sığınma limanı. Deniz hafif çalkantılı.

Güneşin doğuşu belli bir süre, kahve keyfi bitiyor. Sıra geldi festival havalarına. Herkes hazır olunca keyifle tura başladık. Bir süre ana yoldan gittik, elbette sıkıcı ana yolda gitmek ama mecburen trafik gürültüsünde gitmek zorundayız. İlk durağımız Ayaş ta bulunan antik kent Kanlı Divane kalesi. Daha eski adıyla Elaiussa kalıntıları. Ana yola yakın olduğu için giriş yapıp geziyoruz antik kenti

Toprak bir yol, yolun solunda taş bina. Binanın giriş kapısı üç kalın mermer blok. Kapının içine kocaman taşla kapatılmış. Ama soyguncular kapının sol yan tarafı ve üst kısmı tavana kadar taşlar sökmüşler. Bu bina mezar anıt olarak yapılmış. Mezar soyguncuları talan etmiş tarih boyunca ve hala talan edilmekte. Taş mezar anıtın yanında normal boyutta taş mezar lahit. Yolun sonu, ufukta apartmanlar görünüyor.

Antik kentin girişi Nekropol, yani mezar lahitleri karşımıza çıkıyor.

Bozulmamış dev bir mezar bina. Yüksekliği 6 metre civarı, taş bloklar gayet düzgün yontulup örülmüş. Giriş kapısı geniş ve yüksek kemerli. Çatısı ise üçgen alın işlemeli taş kirişlerle kaplanmış. Çatının anlı üçgen taş blok. Toprak yolda bir bisikletçi kadraja girmiş.

Kanlıdivane (Eski Yunanca: Κανυτελής;, günümüzde Mersin’in Erdemli ilçesinde yer alan antik kent. MÖ 3. yüzyılda kurulan ve MS 4. yüzyılda adı Neapolis olarak değişen kentin Elaiussa Sebaste’nin sur dışında yer alan uzantısı olduğu tahmin edilmektedir.

19. yüzyıl ortalarında Fransız gezgin Victor Langlois tarafından keşfedilen kent, 1970’li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Yöredeki ilk arkeolojik araştırmaları ise Semavi Eyice gerçekleştirmiştir.

Kent, doğal bir çökük olan 30 metre derinliğindeki geniş bir obruk etrafında kurulmuştur. Semavi Eyice’ye göre Kanlıdivane isminin kökeni hakkında iki ihtimal vardır. İlk ihtimal isimdeki “kanlı” kısmının kentin antik ismi olan Kanitellis’ten ya da obruğun içinde yağmur sularıyla toprak rengine bulanan kabartmaların kırmızıya çalan renginden, “divane” kısmının ise burada dağınık olarak yaşayan Türkmen topluluklarının zaman zaman divan adı verdikleri toplantılarından gelebileceğidir. İkinci ihtimal ise Roma döneminde suçluların obruğa atılıp vahşi hayvanlara yem edildiği için kente Kanlıdivane denildiğidir.

Kanlıdivane, akustiği çok iyi olduğu için günümüzde konserlere ev sahipliği yapmaktadır

Tarihçe Olba Krallığı’nın kutsal yerleşim yeri olan kentin tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar gitmektedir. İlk kez Helenistik Dönem’de yerleşim gören kent Roma ve Geç antik dönemlerde en yoğun dönemini yaşamış ve MS 4. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştır. Ayrıca obruğun içerisinde yer alan merdivenler ve mağaralardan obruk içerisinin de yerleşim yeri olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Merdivenlerle inilen obruğun büyüklüğünden ötürü tanrısal olduğu düşünülmüş ve kent tarihi boyunca dinsel bir merkez olmuştur. Son olarak ise Bizans İmparatoru II. Theodosius burada kutsal bir Hristiyanlık merkezi kurmuştur.

Kentte gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında tespit edilen 15 atölye ile presler, pres yatakları, vida ağırlıkları, pres ağırlık taşları, kırma tekneleri ve kırma taşları gibi üretim araçları kentin özellikle geç antik dönemde önemli bir zeytinyağı üretimi merkezi olduğunu ortaya çıkarmıştır.

https://tr.wikipedia.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvS2FubMSxZGl2YW5l

Antik kent girişine geldim. Kentin binalarının duvarları yıkık dökük. Tam karşımda kemerli bir duvar tek göz olarak kalmış.

Aynı yerin biraz yukarıdan görüntüsü. Solda harabelerden çıkan taş bloklar sıralanmış. Diğer tarafta yıkık duvarlar.

Amfi tiyatro seyirci oturma yerleri. Neredeyse tamamen kırılıp oturulamaz halde. Solda iki demir boru ve üç sıra dikenli tel çekilmiş, teller sarkıyor. Tiyatronun üstünde evler görünüyor.

Tiyatro sahnesi, taş duvar sahnenin önünde. Arka kısmında küçük kemerli, üzeri düz sahne altını oluşturmuş.

Seyircilerin inip çıktığı merdivenler.

Tiyatronun üst yandan görünüşü. Seyirci oturma yerleri yarım yuvarlak kademe kademe basamak şeklinde.

Kimi yere beton dökülmüş, beton tarihi dokuyu bozmuş durumda.

Tek kemerli duvarlı yapının tiyatrodan üstten görünümü. Bu yapı kilise kalıntıları. Sadece kıyıdaki duvarlar ve zemin taşlarının bir kısmı duruyor.

Tiyatrodan manzara güzel. Aşağıda ambulans ve belediyenin bize verdiği minibüs ve kamyonet. Yolda bizi takip ediyor. Yol L biçiminde yıkıntıların arasında.

Tiyatro seyirci bölümünün üst kısmında kanal diz boyunda. Oturma yerleri taşlık ve kırık dökük.

Tiyatronun en tepesinden aşağıdaki sahne görüntüsü. Seyirci bölümünün sağ tarafı beton, merdiven şeklinde çirkin bir şekilde.

Amfi tiyatronun en üst basamağında meyvesi olgunlaşmaya başlamış kaynana dili. Meyvesine de dikenli incir denmekte. Tadı nefis bir meyve ama dikkat etmek gerek, soyarken ellerinize dikenler batabilir. Ben de tadına bakıyorum bir kaç dikenli incirin.

Üst basamaklarda ayrıca üstü kapalı tüneller de var.

Tiyatronun yan tarafında kazıları tam olarak tamamlanmamış mozaikler görünüyor. Mozaikler Bizans dönemine ait.

Mozaikler.

Mozaikler, kazı bitmemiş hala devam ediyor. Mozaiklerin desenleri ilginç. 10 cm genişliğinde kenarları siyah mozaik taş, ortadaki mozaik taşlar beyaz renkte. Mozaikler hasır örgüsü gibi alt üst şeklinde çapraz desen yapılmış. Kıyıda 10 cm siyah mozaik taş şerit desenleri çerçevelemiş.

Değişik motifler dikkatimi çekiyor. İki sıra siyah mozaik taş altıgen arı peteği gibi döşenmiş. Ortası beyaz mozaik taş döşeli.

Her köşesi ayrı bir yapı, Resmen tarihin içindeyim. Gruptan  ayrı tek başıma tarihte yolculuk yapıyorum sanki. Tiyatro sahnesinin altı dar ve derin bir yer. Çıkış tarafı kemerli dar girişli taş duvar örülmüş.

Taş döşeli antik yol. Kıyılarda yuvarlak kırık sütunlar sıralanmış. Yol tek basamaklı kademe kademe yükseliyor. Basamaklar geniş.

Temelleri üstünde bir kaç sıra kalmış kalıntılar burada güçlü bir medeniyetin yaşadığını gösteriyor.

Düzgün bir duvarın alt kısmında duvarın yıkılmasıyla yerde taş bloklar sıralanmış yatıyor. Arada bir tane sütun kalıntısı var.

İlla da sanat çalışmaları yapılmış süs olarak. Kiriş bir blok taş, kabartma aslan başı.

Bizans dönemine ait bazilika kalıntıları.

Antik kent ziyaretimiz bitti, tekrar yola koyulduk. Bir süre daha ana yoldayız ama fazla sürmüyor. Sağa toprak yola saptık, önümüz yokuş. İşaretlemeler de yapılmış festivali düzenleyenler.

Solda 2 metre yüksekliğinde taş duvarda sprey yeşil boya ile bisiklet resmi yapılmış. Yanında da Merbisder yazısı.

Yokuş başlayınca haliyle hızımız düşüyor. Önümde bir grup bisikletçi tırmanıyor.

Karşımıza yine antik bir kent çıkıyor. Korykos antik kenti. Önümde kırık taş yığını, sol tarafta taş bina kalıntısı. Bir göz penceresi var binanın duvarında. tam ortada anıt gibi dikdörtgen bir sütun tek başına kalmış. Etrafta zeytin ağaçları.

Kalenin sur duvarları olan bir yapı kalıntıları. Arazi kayalık ve çalı çırpıdan oluşmuş.

Korykos Antik kenti

Hitit dönemiyle başlayıp, Helenistik, Roma, Bizans ve Ermeni dönemleriyle devam eden tarihsel süreç içinde Korykos, Akdeniz’deki önemli liman kentlerinden biri olmuştur. Helenistik dönemde başlayan kentleşme ile içinde bulunduğu coğrafyanın avantajı kullanılarak güvenli bir şehir yaratılmış ve bölgede başka bir örneği bulunmayan deniz ve kara kalesinden oluşan ikili bir savunma sistemi oluşturulmuştur. Stratejik konumu nedeniyle zamanla önem kazanan limanı sayesinde Roma döneminde 500 yıl boyunca zeytin üretiminde ve zeytinyağı ve şarap ticaretinde öne çıkan bir kent konumuna gelmiştir. Bugün ise Dağlık Kilikya’nın en iyi korunmuş antik kentlerinden biridir.
Korikos şehri, İ.Ö. 4.yy’larda, şimdi limon bahçelerinin bulunduğu yerde, Yunanistan’dan gelenler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulmuş. Herodot ise,  şehri Gorgos adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar. Korikos, adını, o çağlarda bu yörede çok bulunan zagferan (safran) çiçeğinden almış ve zagferanın, Yunanca karşılığı korikosmuş. Korikos halkı daha fazla, “ticaret, yolcu ve habercilerin tanrısı Merkür”e (Yunanlılar’daki Hermes) taptıkları için “Merkür Şehri” de denmiştir. Korykos’ta Yapılı İn’de, ötekisi ise Çatıören’de iki tane Hermes tapınağı vardır. Hermes’in işareti Kerykeion (kanatlı pabuç)tur ve  çevredeki yıkıntıda bu sembol görülebilir.. Tapınakların kapısının üstünde ve yanında da Kerykeion (kanatlı babuç) bulunmaktadır.
Alana yayılmış 14 adet kilise bölgedeki mimari üsluplardan etkilenmiş olmalarının yanı sıra kendilerine özgü yerel bir karakter taşımaları; surların 10 km kuzeyinde yer alan ve yönetici sınıfın anıt mezarları niteliğindeki Adamkayalar ise dönemin günlük yaşantısına ışık tutan 11 adet rölyefi nedeniyle Korykos’u benzer nitelikli diğer antik kentlerden ayıran en önemli unsurlardır.
Taş bir binanın önünde çalılar, binanın duvarları yer yer yıkılmış. İki kemerli pencere görüntüsü arkadaki duvarda da aynı kemerli pencere görünüyor.

Kız  kalesi buradan zar zor görünmekte.

Büyük bir olasılıkla hazine arazisini çevirip bir ev ve cennet gibi bir bahçe yapmış vatandaşın biri.

Binanın bahçesinde mor begonvil çiçek açmış. Evin damı toprak yol ile aynı seviyede. Arkada dik kayalıklar görünüyor.

Yükseldikçe Kızkalesi daha iyi görünmekte. Taşlık arazi, iki ev, deniz kıyısına yakın yerlerde apartman blokları.

Yakın zamanda yol kıyısındaki çalılık yanmış. Yanık dal parçaları siyah, uçları kömürleşmiş. Yandıktan sonra taze otlar bitişmiş, yeşillik ayrı bir renk katıp diğer yerlerden ayrı bir görünüm kazandırmış. Ölüm ve yaşam ardı ardına gelmiş.

Yanık yerdeki yeşil otlar, solda az bir yol görüntüsü ve bisikletçiler bunun farkında olmadan bisiklet sürmeye çalışıyor.

Tepeye çıktık, yol düzleşti. Etraf tipik Akdeniz bitki örtüsü, maki bitki örtüsüne sahip. Ağaç neredeyse hiç yok, sert granit kayalar ağaç yetişmesine fırsat vermiyor sanki.

Adamkayalar tabelasını gördük, neredeyse vardık sayılır nasıl olsa tabelayı gördük.

Önümüzde derin bir kanyon görüntüsü varmış hissine kapılıyorum dik kayaları görünce.

Bisikletleri düzlük bir yere park ediyoruz.

Adamkayalar kabartmalarını anlatan yazı.

Adam kayalar kanyonun aşağılarında, yol yok. Patika gibi bir yerden dik kayaların arasından gitmek gerek.

Yağmur sularının biriktirildiği sarnıçlar. Bu oyuklar doğal olarak oluşmuş, insanlar da bu doğal oyukları biraz oyarak kullanabilecekleri duruma getirip su deposu olarak kullanmışlar yıllar boyu.

Bunu en iyi şekilde karşıdaki kayalıklardaki açıkta kalmış oyuklardan anlayabiliriz. Kayaların oluşumu sırasında yer yer duruma göre boşluklar kalmış. Kimisi tepede, kimisi tabanda görebiliriz. Bir de göremediğimiz boşluklar da var onları bilemeyiz nerede olduklarını.

Henüz aşağıya inmedim, uçurumun kıyısında manzara eşliğinde resim çekilenler var. Ben de onları çekiyorum.

Ben de derin kanyon manzaralı resim çekiliyorum Devrim ile. Resim çekilirken de dikkat etmek gerek yoksa aşağı düştün mü parçan kalmaz.

İnmeye başladım aşağı doğru, kayalar dik. Çıkıntılara tutunarak dikkatlice inmek gerek. Bazı yerler merdiven gibi basamak çıkıntıları yontulmuş ama her yerde yok. Ulaşılması güç bir yer ama merak insanları keçi gibi kayalarda sekerek gitmesini sağlıyor.

İndikçe irili ufaklı oyuklar, mağaralar görüyorum.

Dik kayalıkların alt bölümünde içeriye doğru girintiler oluşmuş.

Kanyonun yukarı kısmı, tabanı görünmüyor bile. Gerçi derenin etrafını ağaçlar kaplamış. Çayın ismi Karyağdı deresi olarak geçiyor. Diğer bir adlandırma da Şeytan deresi halk tarafından isimlendirmiştir.

Kanyonun aşağısı ise derin ve dik kayalıklarından oluşmuş. Burada bağırınca ses karşı kayalıklara çarpıp geri dönerek tekrar kayalara çarptıkça yankılanıyor. Kendi sesimi tekrar tekrar dinlemek harika bir olay. Bu olaya Yankı, diğer bir deyişle Yunanca EKO diyoruz. Mitolojide bunun hikayesi de var;

Baş tanrı Zeus çapkın birisi. Evli olmasına rağmen karısı Hera dan gizli kaçamaklar yapmaktan geri kalmazmış. Karısı Hera’yı oyalamak için çok geveze birisi olan nehir perisi Echo’yu gönderir. Echo da Hera’yı lafa tutarak oyalarmış saatlerce. Günlerden bir gün Zeus nehir perileri Nympalarla gönül eğlendirmeye gitmek için Echo’yu görevlendirir. Echo da Hera’nın yanına giderek konuşmaya başlamış. Echo o karar çok konuşmuş ki Hera sıkılıp ve bunda bir iş olduğunu anlamış. Çaktırmadan adamlarına Zeus’un nerede olduğunu bulmalarını söylemiş. Gelen haberler hiç te iyi değil. Hera Echo’nun kendini Zeus’un gönderdiğini anlayınca Echo’yu cezalandırır. Tekrar konuşamaması için karşısındaki ne konuşursa konuşsun aynısını tekrar etsin. Böylece Echo bu ceza ile gevezelik yapamamış. Günlerden bir gün Echo ormanda dolaşırken kendini beğenmiş Narcissus karşısına çıkıp güzel yüzünü görünce o anda aşık olmuş Narcissus’a. Ama aşkını söyleyememiş bir türlü. Hera’nın verdiği ceza yüzünden konuşamadığından öylece hayran aşık olarak Narcissus’a bakmaktaymış. Narcissus her kelimesini tekrar eden bu kıza kendini beğenmişliğinden yüz vermemiş. Aşkını söyleyememesi ve karşılık alamaması yüzünden Echo günden güne eriyip gitmiş. Zeus bunu görünce Echo’ya vefa borcu dolayısı ile acıyıp kayalara dönüştürmüş. Kim bağırırsa bağırsın kayalıklar sesleri tekrar eder olmuş. Sonrasında kendini beğenmiş Narcissus cezasız kalmaması için kendi yüzünü suda yansımasını göstermiş. Kendi yüzünü Gören Narcissus kendine aşık olunca o da kendine aşkından eriyip gitmiş. Aşk tanrıçası Afrodit buna dayanamayıp Narcissus’u Nergiz çiçeğine dönüştürerek ölümsüzleştirmiş. Böylece Mimas dağındaki nehirde bağıran bir kişi kayalıklardan yankılanan sesini dinlemeye başlamış. Nergiz çiçeği de bu yankılanan sesleri kendine aşık olan Echo dan geldiğini dinleyerek bu güne gelmiş.

Kayalık yüksek duvarlı kanyonun aşağıya bakan kısmı. Bir parça deniz görünüyor.

Yine yerde bir sarnıç oyuğu görüyorum. İçi derin ve karanlık.

Sonunda ine ine Adamkayalar denilen yere geldik. Buraya bu ismi vereni merak ediyorum. Adamkayalar nerden aklına gelmiş kim bilir. Kısaca tarihçesi şöyle;

Kızkalesi’nden Silifke’nin Hüseyinler Köyü’ne giden asfalt yolun 5. Km. sinde batıya ayrılan 2 Km. lik taşlık yolun sonunda Şeytan Deresi vadisine varılır.
Bu vadinin dik yamacında, kayaların yüzünde 9 niş içerisinde M.S II. yüzyıldan kalma 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk ve bir dağ keçisi kabartması vardır. Bazı nişlerin alınlığında Roma kartalı kabartması görülür.
Stilistik incelemeler, kabartmaların M.Ö 4. yüzyıldan Roma’ya kadar uzanan zaman dilimi içinde yapılmış olduklarını göstermektedir. Kabartma sırasının ortasında 5 basamaktan oluşan oturma kademelerine sahip niş şeklinde bir sunak bulunmaktadır. Soldaki figür, bir elindeki testiden diğer elindeki kaseye sıvı dökerken betimlenmiştir. Bu tasvir anma törenleri için yapılmış olan bu mekanda, antik dönem gelenekleri arasında bulunan sıvı sunusunun yapıldığına işaret eden önemli bir ipucudur.

Adamkayalar hakkında fazla yazılı bir eser olmadığından isimlerden başka bir bilgi yok.

Kabartmada yere döşeli bir şilteye yan yatmış birisi kolunu dirsekten bir yastığa dayamış olarak durmuş vaziyette.. Yüzü kırılarak tahrip edilmiş adamın.

Bir eli önde ayakta durmuş adam kabartması. Kabartmanın kenarları dikdörtgen sütun, üzeri üçgen çıkıntı ile tamamlanmış. Bütün kabartmalar aynı biçimde.

Başka bir kabartmada döşeğe uzanmış bir kadın ve kucağında bebeği. Yanında da bir adam ayakta dinelmiş duruyor.

Böyle bir kaç yazıdan başka bilgi yok. Belki de mezar soyguncularının yere batasıca zengin olma hırsı yüzünden önemli bilgileri yazan yazıtlar tahrip edilerek yok olmuş olabilir.

Kayalara kazılmış yazıt Yunanca.

Yazıların devamı.

Bir çok oyuk, mağara etrafta görünmekte.

Kimi yerde oyuklar yontularak kaya mezarları yapılmış.

Yukarısı görünmüyor bile, kayalar dikine kesilmiş gibi.

Bir mağara daha.

Belli bir kısım oyulmuş, belli ki bir zamanlar buraya gelenler kalmış buralarda.

Bir süre etrafı seyredip görülecek bir yer kalmayınca dönüş için tırmanmaya başladık. Dik yamaçlarda keçi boynuzu ağaçları görüyorum. Üzerinde bir kaç keçi boynuzu kalmış. Bir tanesini koparıp yiyorum, bu bana yukarıya çıkasıya kadar enerji verir.

Yukarı çıktıkça kayalık kanyon manzarası değişiyor. Keçi boynuzu ağacının budanmış gövdesi sol tarafta.

Acele etmeden çıkıyoruz, arada dinlenmek için oturup mola vermek iyi oluyor. Atalay Yumul ve Umur Gürsoy ile dinlenirken sohbet ediyorum.

Üçümüzü elçek ile çekiyorum bir poz.

Tepeye çıktım sonunda, çıkanları da resim çekerek hoş geldiniz diyerek karşılamak güzel.

Hala gelenler var.

Herkes geldikten sonra yola çıktık. Bundan sonra iniş ama toprak yoldan ve taş ocaklarının arasından oluyor. İnerken dikkatli olmamız konusunda uyarıldık. Kaya kütlesi var önümde, aşağısı uzayıp giden toprak yol ve deniz kenarında binalar. Kıyıya yakın Kızkalesi küçücük görünmekte. Deniz mavi uçsuz bucaksız, havada bulut yok. Pırıl pırıl bir gökyüzü.

Yolda gördüğüm en güzel izlerden birisi iki tekerleğin izleri. Bir tane de aynı, yüzlercesi de. Her bisikletin lastiği de değişik iz bırakmış. Kimisi dağ bisiklet lastiği, kimisi yol bisiklet lastiği, kimi düz, kimi traktör lastiği gibi.

Toprak yolda tozlaşmış toprakta bisiklet lastik izleri.

Yol toprak ve taşlı, eğim de fazla olunca fren tutmuyor. İki tarafı kayalık bir geçitten inen yol. Bisikletim KUZ ve inen iki bisikletçi biraz aşağıda.

Bazı yerlerde inmek için tecrübeli olmak gerek. Tecrübeli olmayanlar bisikletinden inmek zorunda kalıyor. Kayaların yanında açılmış yol ve çok dik. Çoğu elde iniyor yürüyerek. Kayalık geçit devam ediyor.

Kayalar öyle bir şekil almış ki neredeyse kemer olmuş doğal olarak.

İnenleri çekiyorum aşağıdan, ben böyle yerlere alışık olduğumdan kolayca ve dikkatlice indim.

Bisikletim KUZ kadro üçgeninden inen iki kişinin resmini çekiyorum. Kadronun alt borusunda URİMBABA’CAN yazısı ve önde maşa borusunun anlında KUZ yazısı var. Suluk sarı renkte üstte bir kısmı görünüyor. Diğer suluğum ise 1.5 Litrelik pet şişe. Şişe kahverengi çuvalın içinde. Çuval güneş ışınlarından koruyor, aynı zamanda ıslatırsan sıcak havalarda su bir süre serin olarak kalıyor. Bu şişe kahve için daha çok kullanıyorum ve yedek suyum.

Dik inişler bitti, daha az eğimli yolda gidiyoruz. Neredeyse kanyonun tabanına inmiş durumdayız.

Düzlüğe ve asfalt yola gelince öğle yemeğini yiyoruz hep birlikte. Yemekten sonra kıyıya gelerek Kız kalesine bakmak için kumsala geldik. Kıyı geniş kumsal, denize giriyor kimisi. Kum yatağı ve güneşlikler görüyorum deniz kıyısında.

Mahallenin adını aldığı ve Deniz Kalesi olarak da anılan Kızkalesi, Mahalle sahilindeki küçük bir adacığın üzerinde kurulmuştur. Kıyıya uzaklığı bulunduğunuz yere göre değişmekle birlikte ortalama 600 m. kadardır. Burada bulunan bir yazıttan 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmış olduğunu öğreniyoruz. 1361’de Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilmiştir. Strabon , Roma Dönemi’nde korsanların burasını barınak olarak kullandıklarından bahsetmektedir. Bu kalede Bizans ve Ermeniler tarafından karadaki kale kadar önemsenmiştir.

Hikayesi ;

Vaktiyle bir kral varmış. Çok sevdiği tek kızının geleceğini öğrenmek için bir falcıya danışmış. Kızının yılan tarafından sokularak öleceğini öğrenince , Prenses için bu kaleyi yaptırmış. Böylece onun can güvencesini sağladığını zanneden kral, bir gün kızına bir sepet üzüm göndermiş. Ne var ki sepette gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş. Nedense Kız kalesi yada kız kulesi yapılarda hepsinin aynı hikayesi olması ilginç. Hepsinde kızını koruyan kralların yaptırdığı korunaklı yerler ve hazin son olarak ta üzüm sepetinde gelen yılan tarafından sokulması. Gerçek midir yoksa başka bir hikaye bulamadıklarından duydukları benzer hikayeleri kendilerine mal etmişler mi bilinmez.

Geniş ve uzun bir kumsal, mavi deniz ve kara ile bağlantısı olmayan Kızkalesi’nin surları. Kumsalda bir kaç güneş şemsiyesi ve az sayıda insan var.

Buranın kumsalı epey geniş, yaz tatillerinde iğne atsan yere düşmez. Yaz sezonu bittiği için pek kimse yok. Gerçi turist te yok ortalarda.

Sıra geldi ünlü Cennet Cehennem ve Astım mağaralarına. Buraya gelmek için bir süre ana yolda pedal bastık. 2 Kilometre yolumuz ve 140 metre yüksekliğe çıkacağız.

Kahverengi tabelalarda Cennet – Cehennem, diğerinde Narlıkuyu Astım Mağarası, üçüncüsü daha küçük bir tabela Mancınıkkale yazısı var.

Tırmanmaya başladık, tırmanırken de yol kıyısında Yürük Kadınlarının sattığı kaynana dili meyvesinin tadına da baktık. Uzun olmayan pazarlıkların ardından 1 Lira olan fiyatı 50 Kuruşa indirip sürümden kazanmasını sağladık. Kalabalık olunca satış çok olur. Kadınlar alışmış olacak meyveleri soyarken ellerine dikenleri batmıyor. Meyveler de buzdolabında soğutulmuş mayhoş tadı ile serin bir tat bıraktı damağımızda.

Kaynana dili dikenli yaprağı ve yaprağın uçlarında dikenli incir meyveleri 5 tane, pembeleşmiş. İplere bağlanmış keçi boynuzları da aşağılara kadar sarkıtılmış. Kaynana dili yaprağı arkasında ise bisikletiyle yeni gelen Devrim ve Doktor Umur bizleri görünce duruyorlar.

Devrim bizi çekiyor, Yörük kadını ile elinde dikenli incir tepside poz veriyoruz. Önde bisikletler. Yörük kadını tezgahını koyu yeşil yapraklı keçiboynuzu ağacı altına kurmuş. Tezgahta bal, keçiboynuzu reçeli, zeytinyağı, zeytin tanesi ve dikenli incir satıyor.

Meyve yerken zaman geçmiş farkında olmadan. Cennet Cehennem mağaralarını dolaşmaya fırsatım olamayacağından girmekten vaz geçtim. Bir dahaki sefere bıraktım. Benim niyetim Astım mağarasını görmek. Onun yerine dışarıda bulunan Antik ve Roma kalıntılarının resimlerini çekmeye başladım.

Zeus tapınağının sadece bir duvarı ayakta kalmış öylece duruyor.

Duvarın olduğu yer Zeus tapınağı, sonradan kiliseye dönüştürülmüş.

Yakınında ise daha eski döneme ait Kral yada ünlü komutanlara ait olduğu anlaşılan saraydaki Poligonal ( Beşgen ) taş duvarı gördüm. Taşlar özel yontularak beşgen bicimde kıyıları düz biçimde örülmüş. Böyle duvarlar zenginliğin sanata yansıması olarak karşımıza çıkar.

Binanın diğer duvarı az yandan görünüşü.

 

Poligonal yani beşgen kenarlı taşların dizilişi yakından çekilmiş resmi. Kimisi altıgen. Her taşın boyutu farklı ve kenar ölçüleri de birbirini tutmuyor. Büyük bir olasılıkla duvarı ören usta her duvar taşını koyduktan sonra duruma göre yeni taşı ona göre yontup örmeye devam ediyor. Nakış işler gibi. Bu duvarda taşların üzeri siyah renk kaplanmış. Taşların orijinal rendi krem.

Duvarda bulunan taş bloklar sağ tarafta, ortadaki taş 15 cm kadar içeride üst ve alt taşa göre. Duvarın ucu olduğu için resimde geri kalan arazi görünümü. Ağaçlar, çalılar ve sararmış otlarla kaplı.

Harabenin ortasında 100 yıldan fazla olduğunu sandığım çitlembik ağacı gövdesi. Harabenin giriş kapısı 4 sıra blok taş kalın ve geniş tak parçalardan üst üste. Dikdörtgen kesitli blok taşların dış kısmında yana doğru çıkıntı bırakılarak pervaz olarak yontulmuş. Bu bloklardan sonra poligonal taş duvar başlamış. Duvar 5 metre sonra bitiyor, gerisi yok ve asfalt yol yapılmış.

Zeus tapınağı ve tapınağın kiliseye dönüştürme hakkında pek bilgi yok. Paperon antik kenti kalıntıları olarak Zeus tapınağı görülmektedir. Arkeolojik çalışma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kısa bir bilgi koca bir tabela için fazlaca yer tutmadığını resimde görebilirsiniz.

Tabelada yazanlar : Türkiye logosu kırmızı laleli.

“Zeus tapınağı ve kilise

Genç Helenistik çağdan kalma, dor nizamındaki bu Zeus tapınağı 5. Yy’da kiliseye çevrilmiştir. Kuzey duvarının dar yüzüne Helenistik ve Roma Dönemlerinde hizmet etmiş 130 Din adamının isimleri yazılıdır.”

Cennet mağarası nedense pek ilgimi çekmemişti, beni çeken 300 metre yakındaki Astım mağarası. Astım mağarasının olduğu yere kısa sürede vardık.

Astım Mağarası

Narlıkuyu Kasabası, Hasanaliler Mahallesinde Cennet-Cehennem Çöküklerinin kuzey-batısındadır. İçine helezonik bir merdivenle inilen mağaranın oluşumu 3. jeolojik döneme kadar uzanır. Birbirine bağlantılı, 20 metre derinliği, toplam uzunluğu 200 metreyi bulan galeriler silis minerallerinin birikmesiyle oluşmuş çok ilginç şekilli dev sarkıt ve dikitlerle süslüdür. Mağara nem oranı yazın % 85, kışın % 95′ e kadar ulaşmaktadır.

Dik inen merdiven ve kenardaki kayalık resmi.

Mağaranın girişi dar bir kuyu ağzı gibi, döner merdivenlerden 20 metre civarı iniş yapılıyor. İnmeye başladıktan sonra havadaki nemden ötürü nefes alışım rahatlıyor. Astım olmasam da havası iyi geldi.

Merdivenlerin sonu, altta ışık genişleyen kısmı aydınlatıyor.

Tabana ulaştıktan sonra yatay olarak iniş ve çıkışlarla mağara devam ediyor.

Mağara tavanı kimi yerde yüksek kimi yerde iyice alçak durumda.

Binlerce yıldan beri yağmur suları mağaranın tavanından süzülürken damlalar sarkıtları oluşturmuş. Damladığı yer de ise dikitler. Zamanla sarkıtlar ve dikitler birleşerek sütun oluşturmuş durumda.

Sarkıtlar tavandan aşağı doğru sarkmış.

Mağara uzayıp gidiyor lambaların loş ışığı altında.

Sarkıtlar, her biri değişik.

Sarkıtlar.

Daha kalın sarkıtlar, neredeyse yere değecekler.

Bazı yerlerde sarkıt uçları kırılıp alınmış nedense. Bunu anlamak zor benim için. Güzellikten, estetikten, sanat yoksunu dar kafalı beyinler bir parça kırılıp alınsa bir şey olmaz deyip kırıp dökmüşler binlerce yılda oluşmuş doğal sanat eserini.

Sarkıtlar değişik boyutta.

Nereye baksam ayrı bir eser karşımda. Onun için bol bol resim çekiyorum. Telefonumun hafızası hepsini almaya yeter de artar bile.

Kimi yerler dar bir geçit olarak kalmış doğal yapı olarak. Geçidin ucunda Devrim eğilerek bana poz veriyor.

Hayranlıkla izliyorum her sarkıtı. Kimi yerler yosun tutup yeşillenmiş. O da içerisini aydınlatan lambaların ışığından oluşan bir durum. Işık olunca yosunlar damlayan suyun içinde kendine yaşam formu oluşturarak yer bulmuş.

Sarkıtların altında oluşan dikitlerin şekli değişmeye başladı birden bire. Sanki kafatası görünümünde, hayaleti andırır biçimde.

Bir bakıma insan gövdesi gibi öylece taşlaşmış.

Hani Cennet Cehennem çukurları vardı az önce bahsettiğim. Bu çukurları oluşturan yer altı nehri sanki Astım mağarası ile bir bağlantısı var gibi. Cennet Cehennem çukurları zamanla tavanı çöküp oluşmuş. Astım mağarası ise daha küçük boyutta olduğundan tavan sağlam durumda. Neyse bunların bağlantılarını mitolojik boyutlara taşıyacağım.

Yunan mitlerinden bildiğimiz kadarı ile Cennet Cehennem ve Astım mağaralarının içinden geçen Styx nehri bu dünya ile ölüler dünyasını ayıran bir nehir. Hadesin ülkesinin başladığı yer olarak ta bilinir. Hermes ölen kişiyi buraya getirerek nehrin kayıkçısı Charoon yada Kharoon’a teslim eder. İnsanlar öldükten sonra ağızlarına bir metelik bırakırlar. Kharon’a ölmüş kişi bu parayı verip kayıkla karşıya geçermiş. İyi olan kişiler Cennete giriş yaparlar. Eğer kötü kişiler yada ölmemiş kişiler girmeye kalkarlarsa 3 başlı köpek Cerberus engel olur içeri salmazmış. Yer altı ülkesi, ölülerin tanrısı Hades buralara hükmeder. Ölüler ülkesi üç kısımdan oluşur. Birinci kısım Cennet yani Elysium. İyi insanları Styx nehrinin kayıkçısı Kharon kayıkla Cennete getirip bırakırmış. Cennet obruğu Az ilerde 300 metre ötede. İkinci kısım İçinde bulunduğumuz Astım mağarası Asphodel. Buraya da ne iyi nede kötü insanları Kharon getirir bırakırmış. Üçüncü kısım ise Cehennem Tartarus. Cehennem obruğu şimdiki, haliyle girilip çıkılamayan yer. Kayıkçı Kharon kötü, katil insanlar ve tanrıları buraya getirip atarak sonsuza dek hapsedermiş.

Birbirleri ile bağlantılı yer altı mağaraları Styx nehri sağlıyor. Cennet ve Cehennem mağaralarını görmedim, sadece uzaktan resimlerini çektim. Astım mağarası daha cazibeli olduğunu söylemişlerdi. İyi ki buraya gelip gördüm.

Asphodel denilen yere getirilen ne iyi ne kötü insanların ruhları sanki taşlaşmış zamanla damlayan damlaların altında. Hapsolmuş ruhlar çığlık atıyormuş gibi korkunç görünümündeler. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bir çok yerde aynı oluşumlar meydana gelmiş. Buradakiler de gri renkte kayıp ruhları temsil ediyor sanki.

Kimi sarkıtlar yaprak gibi oluşmuş aşağıya kadar.

Mağara duvarlarında oluşmuş sarkıtlar.

Her tarafta farklı renkte ve şekilde sarkıtlar oluşmuş.

Mağaralar zincirinde birbirine dar geçitler ile bağlanmış. Yer altında 20 metre dikine aşağı indikten sonra hafif engebeli 200 metre uzunluğunda bir yerde o kadar sarkıt ve dikit oluşmuş ki insan hayret etmeden kendini alamıyor.

Binlerce yılda her damlada bir miktar erimiş kireç mineralleri oluşturmuş. 20 metre kalınlıkta bu kadar kireçtaşı mineralleri ne kadar daha sarkıt oluşturacak acaba? Düşünmeden edemedim. Yağan yağmur suları sızarak bulunduğumuz mağaraya gelirken tavanın üst katmanlarında erittiği kireç mineralleri yukarılarda boşluklar oluşturduğu kesin. Belki ileriki zamanlarda eriyen kireç boşlukları o hale gelecek ki Cennet Cehennem obrukları gibi çökebilir. Kim bilir?

Bazı yerde yeni oluşmuş sarkıtlar incecik.

Bunlar da değişik renkte ve ince sarkıtlar.

Sarkıt ve dikit birleşmiş, kalın bir sütun oluşmuş.

Sanki salonlardan oluşmuş kırk odalı bir evde gibi odalar birbirine geçitlerle bağlanmış.

Bu geniş odalarda kayıp ruhlar taşlaşmış damlaların altında öylece ne kadar ceza aldığını bilmeden. Bu ruhlar dünyada hiç bir şey yapmamış ne iyi ne de kötü. Basit yaşamış insanlar buraya hapsedilmiş tekrar dünyaya geleceği günü beklemek zorunda. Kimseye iyilik yapmamış, zalimlere karşı gelmeden boyun eğmiş. Güçlülerin zorbalıklarına karşı sessiz kalmış kayıp ruhlar. Belki bir daha dünyaya gelirse cesaretle zorbalığa isyan edip dünyayı yaşanabilir kılar. Kayıp ruhlar için ikinci bir şans gerek.

Kireç taşları ruhları öyle yakalamış ki taşlaşmış halden çıkması olanaksız gibi.

Köşeye sıkıştırılmış ruhlar.

Duvarda sarkıtlar.

Yeşil renkli ve beyaz kristal sarkıtlar.

Kayıp ruhları kurtarmaya çalışan biri. Güzel şarkılar söyleyerek belki ikinci bir şans olabilir kayıp ruhlar için. Devrim bize kollarını iki yana açarak bir şarkı seslendiriyor güzel sesiyle.

O da ne mağara adamı çıkageldi eski çağlardan. Yoksa Herakles bizi Hades ülkesinden almaya mı geldi. Yarı tanrı Herakles bizi kurtarmak için mağaranın tavanını omuzları ile kaldırarak geçit açıyor. Hades buna kızsa da bir şey diyemiyor. Herakles’in öfkesinden çekinmek gerek.  Hades biliyor ki bir süreliğine Atlas’tan Dünyayı omuzlarında taşıdığına şahit olmuştur. Herakles bize geçit açınca İlk önce Mersin bisiklet derneğinin başkanı Zerrin Aslantaş’ı kurtarıyor. Zerrin Aslantaş çıktıktan sonra teker teker geçitten geçiyoruz.

Ben yarı çıplak uzun saçlarımla mağaranın üst tavan taşını kollarımı iki yana açarak omuzlamış durumdayım. Zerrin de kollarını öne doğru hafifçe uzatmış çömelmiş haliyle.

Nihayetinde hepimiz sağ salim kurtuluyoruz. Halk kahramanı Herakles’e minnet borcumuzu el sallayıp teşekkür ederek karşılık verdik. Artık yer yüzüne çıkabiliriz.

Arkamızda ince sarkıtlar fon oluşturmuş. Merdivende 9 kişi aşağıdan yukarı sıralanıp kolları yana açarak sevincimizi belirtiyoruz. Merdivenin metal korkuluğu da görüntüde.

Kayıp ruhlar ülkesi Asphodel den kurtuluyoruz ve merdivenlerden yukarı çıkıyoruz.

Astım mağarası gerçekten çok güzeldi ve iyi ki buraya gelip doyasıya binlerce yılda oluşup meydana gelmiş bu güzellikleri gördüm. İçeride sanki çok uzun zaman geçirmiş gibiyim. Zaman durdu sanki içeride. Belki de Hades bizi binlerce yıl hapsetti yer altı dünyasında kayıp ruhlar olarak. Herakles gelip bize ikinci bir şans verdi ve dünyaya geri döndük. Masmavi gökyüzü ve pırıl pırıl Güneş ikinci şaşımızda bizi ilk önce karşılıyor. İkinci şansımızda iyi şeyler yapmalı, dünyayı zalimlerden kurtarıp yaşanabilir kılmalı.

Solda ağaç dalları ve karşıda uçsuz bucaksız Akdeniz. Kızkalesi kıyıya yakın demirlemiş bir gemi gibi. Ağaçlar ve binalar alt kısımda.

Mor çiçek açmış bir bitkinin ardında manzara resmi. Elektrik direği ve sarkan telleri, zeytin ağaçları ve denize yakın yerlerde binalar. Bahçenin sonunda demir parmaklık, aşağısı yol ve diğer zeytinliğin kıyısında parmaklık var.

Dışarıda köylüler yeşil zeytin toplamış çekiç zeytin kuruyorlardı. Bizlerden de iki kişi oturup kırmaya çalışıyor tahta tokmakla. Çiçekli pazen mintanı, donu ve baş örtüsü ile yaşlı nene elinde tokmakla tahtanın üzerinde yeşil zeytinleri kırmakta.

Bizler de çekiç ile zeytinleri kırarak bir nebze olsun ilk iyiliğimizi yapıyoruz. Yaptığımız iyilik karşılıksız olmalı ikinci yaşamımızda.

Zeytini kırdığımız çekiç odundan yapılmış. Yargıçların çekicine benziyor.

Elimde çekiç çömelmişim, dikdörtgen bir suntanın üzerinde yeşil zeytinler. Beyaz plastik kasa, içinde yeşil zeytin, dibinde az kalmış.

Yaşlı kadın ve oğlu tezgahlarını kurmuş önlerinde yere serdikleri naylon örtü üzerinde zeytin kasaları, yeşil zeytinler. Kırdıkları zeytinleri 5 Litrelik plastik su şişesine dolduruyor. Arkada sıralanmış su şişeleri zeytin dolu.

Çekiç zeytin kuran köylülere bir süre yardım ettikten sonra Cennet Cehennem mağarasının olduğu yere geldik.

Cennet Mağarası

Bir yeraltı deresinin yolaçtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m. ve 110 m. olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m. uzunluğunda ve en derin noktası 135 m. olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.

Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V. yüzyılda Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana’ya ithafen yaptırılmış olduğu yazılmaktadır. Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.

Cehennem Mağarası

Cennet mağarasının az yukarısında Yaklaşık 110 m derinliğine sahip olan cehennem çukuru, Cennet Obruğu’nun oluşumuna yol açan bir karstik yeraltı akarsuyunun, yine açmış olduğu bir yeraltı mağara sistemi tavanını aşındırıp, çökmesi süreci sonucunda oluşmuştur. Obruğun tabanından, batıdaki Cennet Obruğu’nun altına yönelen bir yeraltı akarsuyu geçmektedir. Cehennem çukuru kenarları iç bükey olduğu için ve Cennet çöküğüne göre daha dar ve dik olmasından dolayı tabanına inmek mümkün değildir, özel dağcı ipi veya esnek merdivenle inilip çıkılabilir.

Mitolojide baş tanrı Zeus yüz başlı Typhon ile savaşırken Zeus yenilir. Typhon Zeus’u kolları ile hareketsiz bırakıp sinirlerini keserek alır. Kestiği bu sinirlerini bir ayı postuna  koyduktan sonra Cehennem çukuruna kardeşi Delphyne’ye veriyor.  Sinirleri olmayan Zeus hareketsiz kalınca diğer tanrılar endişeye kapılmış. Durum kötü olunca Hermes ve Pan Korykeion daki Cehennem mağarasına gelerek  Zeusu’u kurtarmaya çalışır. Pan flüt çalarak Delphyne’yi oyalarken Hermes göz açıp kapanasıya kadar hızlıca ayı postundaki sinirleri çalarak Zeus’a dikiyor. Böylece Zeus hareket etmeye başlar normal olarak. Daha sonra Typhon’u yenerek Etna yanardağına gömer.

Cennet çukurunun resmi, 50 metre boyunda dik kayalıklar derin bir çukurun duvarı. Dibi ve bulunduğum taraf çalı çırpı yeşillik.

Cennet obruğuna iniş merdivenleri. Burayı henüz görmedim, ileriye bırakıyorum buranın gezmesini. Öyle değil midir?

“En güzel yer henüz görmediğimiz yerdir!” Ben de en güzeli sonraya bırakıyorum.

Diğer arkadaşların olduğu yere geldik. Çoğunluğu Cennet mağarasını gezdi.

Daha önce gördüğüm Zeus tapınağının duvarı. Duvarın dibine kadar asfalt dökülerek yol yapılmış. Kaldırım yok, ileride bisikletliler toplanmış bizleri bekliyor hareket için.

Hareket verildi, iniş çabuk oldu. Güneş batıya devrilmiş, gölgeler uzamaya başlamış bile.

Kendi gölgemi bisikletimle beraber hareket halinde çekiyorum.

Narlıkuyu ya inince burada mola vereceğimizi söylediler 45 dakika civarı. Aldığımız duyumlara göre 2 koy ötede güzel bir deniz bizi bekliyormuş. Bir kaç kişi deniz sevdalısı olarak mola yerinde durmayıp gidiyoruz denize girmek için.

Küçük bir koy, önümde restoranların çatısı. Deniz ve karşı kıyı yakın, kıyıda prefabrik restoranlar parsellemiş. İki katlı bir kaç ev ve ağaçlar küçük tepeyi kaplamış.

İşte Cennet koylardan birisi, soyunma kabinleri de var. Hemen mayoları, şortları giyip Akdeniz’in pek serin olmayan sularında günün yorgunluğunu atıyorum kulaçları atarak. İkinci şansımızda suda arınmalı yeni hayatımızda değil mi? Aklanıp paklanıyorum.

Burası daha küçük bir koy ve daha çok kayalık bir burun görüntüsü. Ağaçlar çalı boyutunda, makilik.

Dönüş yolunda Kız kalesi yakınında Kara kalesinin surlarını görüyorum. Burası aynı zamanda denize girilen geniş bir kumsal.

Denizde aklanıp paklandıktan sonra kamp alanına dönüyoruz hep birlikte. Akşam yemeğini sohbet, muhabbet ile birlikte yapıyoruz. Dostum Feyyaz da bizi görmeye geleceğinden yerimizi bildiriyorum. Yanında da bir kaç kitap getirecek. Dostlarıma hediye vereceğim. Feyyaz geliyor kitapları ile birlikte. Kamp alanına gelirken Devrim ile karşılaşınca Devrim Feyyazı tanıyor, Feyyaz da Devrim’i. Karşılaştıklarında Devrim “Siz Feyyaz olmalısınız” deyince Feyyaz da “Tek yol Devrim” diyerek karşılık veriyor. Dostlar buluşunca çadırların olduğu yerde piknik odun masasında oturup sohbete başladık. Her zaman olduğu gibi kahve pişirmeye başladım. Feyyaz da kitaplarını imzalayıp veriyor. Bir tanesi de Devrim için. Devrim de  Ürgüp ten aldığı şarabı bu akşam bize açıyor. Şarap ta nefis, kahve fincanlarında içiyoruz. Devrim Feyyaz için bir türkü okuyor Karadeniz yöresinden güzel sesi ile.

Samistal Yaylasinun
Samistal Yaylasinun

Neden Erimez Karı
Neden Erimez Karı

Ben,Sevdum Alamadum
Sevdumda Alamadum
Böyledur Dünya Halı
Böyledur Dünya Halı

Ben,Sevdum Alamadum
Sevdumda Alamadum
Böyledur Dünya Halı
Böyledur Dünya Halı

Yüksek Dağların Karı
Yüksek Dağların Karı
Erimeden Akarmi?
Erimeden Akarmi?

Ben Yürekten Yanmışum
Yüreğimden Yanmışum
Ateş Beni Yakarmı?
Ben Yürekten Yanmışım
Yüreğimden Yanmışım
Ateş Beni Yakarmı?

Çamlihemşin Deresi
Pazar Hemşin Deresi
Yine Öyle Akarmi?
Yine Öyle Akarmi?

Akşamdan Doğan Aya
Akşamdan Doğan Aya
Nazlı Yarum Bakar mi?

Akşamdan Doğan Aya
Akşamdan Doğan Aya
Nazlı Yarum Bakar mi?

Yaşar Kurt

Devrim’e bu güzel türküyü seslendirdiği için teşekkür ediyoruz. Feyyaz bizimle vedalaşıp Mersin’e dönüyor. Biz de bisikletin manifestosunu yazan Aydan Çelik söyleşisine katılmak için yemek yediğimiz yere gelip dinlemeye başladık. Söyleşi sonunda yazdığı kitabı Bir Tur Versene imzalamaya başladı. Ben Manavgat ta alıp imzalatmıştım. Söyleşiden sonra Mersin üniversitesinden öğrencilerin yayınladığı radyo için söyleşi yaptık birer turcu olarak. Söyleşiyi radyodan dinleme şansım olmadı.

Söyleşi yapan Aydan Çelik ve ismini hatırlayamadığım birisi katlanır masa ardına oturmuş bizlere anlatıyor bir şeyler.

Bu gün çok hareketli, çok yer, ve uzun bir günü yaşadık. Artık dinlenme zamanı diyerek çadırıma geçip mutlu bir insan olarak yaşadıklarımı, ikinci hayatımı düşünerek tatlı bir uykuya daldım.

Bu gün yaptığım yol 44 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

V. Güzelçamlı Bisiklet Festivali 2. Gün

28 Eylül 2013

Güzelçamlı – Kalamaki koyu – Güzelçamlı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır.

 

Yiğitliğine yiğittir bilirim onu  (Zeus’u)
Ama beni küçümsemekte ne oluyor  eşitim ben onunla,
Bana zorla baş eğdirecek olan o  mu?
Rhea doğurdu Zeus’u, beni, ölülere  hükmeden Hades’i
Dünya üçe bölündü, üçümüzde aldık  payımızı,
Kura çekildi, köpüklü deniz düştü  bana,
Her zaman orada oturayım diye…
Zeus’a bulutlar arasında engin  gök düştü
Ama topraklarda koca Olympos’tan herkesin payı var, Bu yüzden yaşamak ben Zeus’un  keyfince Gücü varsa, rahat otursun kendi  payında, ülkesinde,
Korkutmasın elleriyle, alçak  elleriyle koymasın beni.

http://www.guzelcamli.com/zeusmagarasi/zeus.htm

Öne çıkmış olan görsel, Güzelçamlı bisiklet festivalinin afişi 28 – 29 Eylül 2013 yazılış. Altta da bisiklete binenler deniz kıyısında.

280920134102

Güzel bir uykunun ardından güneş doğmadan uyanıyorum. Hava sakin, buradaki çamların ürettiği oksijen, deniz seviyesinde olduğumuzdan o kadar bol ki insanı gençleştiriyor. Böyle bir yerde uyanmak her zaman hoşuma gitmiştir. Bir de sakin denizin dip dalgalarının çakıl taşlarını sahilde sürükleyerek çıkardığı ses tatlı bir uyku uyumamı sağlıyor bütün gece. Henüz uyanan yok, güneş daha doğmadı. Sahile gelip etrafı seyrediyorum. Samson dağı kanyon civarında kendi sisini meydana getirmiş öylece güneşin doğmasını bekliyor benim gibi.

280920134092

Sağ tarafım da sakin görünüyor.

280920134093

Çadırdakiler henüz uyanmamış derin uykudalar, güneş doğmak üzere.

280920134094

İşte güneş ilk ışıklarını üzerime vurmaya başlıyor. Ben her çadırda kalışımda güneşin doğuşunu seyretmeye doyamıyorum doğrusu. Sanki her sabah bir başka doğuyor. Her gün bizi ısıtarak yaşam kaynağı vermesi, dünyada ki büyün yaşam kaynağını sıcak ışınlarıyla can katması. Boşuna ilk insanlar güneşi tanrı yapmamış.

280920134095

Güneş iyice yükselip çadırları iyice ısıtınca içindekiler yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Ortalık hareketleniyor bir anda. Herkes birbirine günaydın diyerek gülümsemelerini eksik etmiyor. Çoğumuz gece geldiğimizden birbirimize hoş geldin diyerek muhabbet etmeye başlıyoruz. Türkiye’nin her yerinden gelenler var, çoğu da beni tanıyor.

280920134097

Kimisi yeni gelmiş çadırını kurmaya çalışıyor. İki kişi boş çadırı taşıyor.

280920134098

İzmir den gelen arkadaşlarla buluşup sabah kahvesini içiyoruz. Cem Yatman ve Ertuğrul Arda araba ile gelmişler. Lazoğlu kampingi işletenler bize 2 gün için 5’er liradan 10 lira karşılığında sabah kahvaltısı için para topluyor. Kahvaltı henüz hazır olmadığından kahvemizi sohbet ederek içiyoruz.

280920134099

Sabah kahvaltısı için kuyruk oluşmaya başlamış. Acıkanlar ilk önce sıraya girmişler. Biz de sıraya doğru yürümeye başladık, nasıl olsa başka yapacak işimiz yok. Kahvaltı parasını da vermiştik.

280920134100

Kahvaltı hazırlanıp dağıtılmaya başlandı, bir süre sıranın gelmesini bekledikten sonra kahvaltılıkları alıp masala oturarak karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Sonbaharda olmamıza rağmen hava güzel ve sıcak. Açık havada kahvaltı yapmak mutlulukla bir ilişkisi olmalı mutlaka. Bir de arkadaşlarla beraber olunca katlanıyor mutluluğumuz. Güzel sohbet eşliğinde kahvaltıyı yapıyoruz.

892531_10151955133641842_2049623556_o

Her yıl düzenlenen Güzelçamlı Bisiklet Festivali yine beldenin meydanında toplanmamız ile başlayacak. Bu yıl son kez olması ayrı bir hava katıyor sanki. Türkiye’nin en güzel yerinde en güzel bisiklet festivali artık resimlerde kalacak. Yine de gelsek buralara sadece anılarımızı canlandıracağız. Festivalin tadı, havası, ve Türkiye’nin her tarafından gelen yüzlerce bisikletçi ile bulunmanın rengi olmayacak bir daha. Güzelçamlı belediyesinin festival afişi. Afişte; V. Güzelçamlı Bisiklet Festivali 28 – 29 Eylül 2013 yazılmış. Altta deniz kıyısında bisiklete binenler resmedilmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

280920134102

İstanbul dan sevgili Ergun Oskay, beraber resim çekiliyoruz pankartın önünde. Renkli kişiliği ile festivallere ayrı bir hava katıyor canlı hareketleriyle.

280920134103

Güzelçamlı’ya bir çok arkadaş gelmiş, nereye baksam tanıdık biri karşımda. Bu da Nagehan Topuz, elçek ile birlikte resim çekiyorum pankart önünde. Kendisi güzel resim çeker, makinesi profesyonel ama henüz resimlerini göremedik.

280920134104

Henüz tören başlamadı, ben de etrafı dolaşarak resim çekmeye başlıyorum. Ne de çok tanıdık varmış burada. Herkes bana selam veriyor “Günaydın Urim Baba” diye. Ben de “Günaydın” diye karşılık veriyorum.

280920134105

Kahvede oturanlar kalabalık.

280920134106

Çekmeye devam oturanları.

280920134108

Afyon’dan Aykut Sığındık.

280920134110

Kahvenin masalarında oturanlar kendi aralarında muhabbet ediyor.

280920134111

Ceren edalı bana bakarken çekiyorum.

280920134112

Bunlar da İzmir’den arkadaşlar.

280920134114

Dengesiz İrfan ile beni masada otururken çekiyorlar.

1374949_10151639473896924_2138401687_n

İzmir’den Mukaddes ve Asaf ile elçek çekiyorum.

280920134116

İzmir’den Ceren Edalı gelmiş, resim çekilmeden olmaz.

280920134113

İstiklal Marşı ile tören başlıyor. Ardından Belediye başkanı kürsüye çıkıp bizleri selamlayıp önümüzdeki seçimlere kadar Güzelçamlı belediyesi görevini yapacak. Seçimden sonra Güzelçamlı mahalleye dönüşeceğinden son defa düzenlenen Güzelçamlı Bisiklet Festivaline katıldığımız için teşekkür ediyor tüm bisikletçilere. Bizler de alkışlarla cevap veriyoruz karşılık olarak. Konuşmaların ardından festivale katılan dernek başkanlarına plaket verilerek tören sona eriyor.

DSC_0264

Törenin ardından topluca resim çekiliyoruz hep beraber. Resimleri Güzelçamlı’dan foto Tuncay çekiyor.

DSC_0308

Foto Tuncay benim bir resmimi çekerken ben de pozumu veriyorum. Saçlarım salınık ve keçi sakallıyım.

DSC_0122

Tören ve resim çekilme olayları bittikten sonra Belediye başkanı önde diğerleri arkada sıralanıyor tüm bisikletçiler. Güzelçamlı halkından da aramıza bisikletleriyle katılan oluyor. En başta sabırsızlıkla bekleyen bisikletçi çocuklar. Böyle kalabalıkta bizlerle bisiklet sürmek için can atıyorlar.

280920134117

Ve tur resmen başlıyor, en öndekileri çekiyorum.

280920134118

Ardından gelenler çok.

280920134120

Burcu da önümden geçerken selam veriyor.

280920134125

Bisikletler önümden geçmeye davam ediyorlar.

280920134133

Ergun Oskay geçerken selam veriyor.

280920134137

Deniz kıyısına geldik, Asaf ve İrfan bisiklet sürerken. 2 Dengesiz sohbet ederek Güzelçamlı sahilinin tadını çıkararak bisiklet sürüyorlar. Güzelçamlı’nın küçük balıkçı limanından geçiyoruz. Balıkçı teknelerinin yanında gezinti tekneleri de var. Dilek yarımadasının güzel ve eşsiz  koylarını denizden tekne ile gezdiriyorlar turistleri. Biz koyları karadan bisiklet ile gezeceğiz.

DSC_0452

Sahilden Dilek yarımadası Milli park yoluna girdik. Yolda iki elektrik direği arasına belediye pankart asmış. Güzelçamlı belediyesi 5. bisiklet festivali 28 – 29 Eylül 2013 yazılmış afişe.

280920134142

Kamp yaptığımız yerden hep beraber geçip Dilek yarımadası milli park kapısına doğru gidiyoruz.

280920134143

Burcu yanımdan geçerken şöyle kafasını çevirip, gözünde Güneş gözlükleri ardından bana bakıyor.

280920134144

Milli parkın kapısında bekliyoruz, arkada kalanlar geldikten sonra toplu halde gideceğiz. Beklerken arkadaşlarla sohbet edip resim çekiliyoruz. Yanımda Emre ile çekiyorlar bir poz.

1264231_10151870921013011_523381394_o

Sonra da Emre’nin babası Selahattin ustayı çekiyorum.

280920134145

Giriş kapısında arkadan gelenleri bekliyoruz, ortalık ana baba günü.

280920134146

Ahmet ve Mukaddes’i korkuluğa oturmuş durumda çekiyorum.

280920134147

Giriş kapısı o kadar kalabalık ki arabalar zar zor geçiyor aramızdan. Aslında özel arabaların hiç birini Milli parka sokmayacaksın. Getirdikleri pisliklerin çoğunu bu arabalar bırakıp doğayı kirletiyorlar.

280920134148

İzmir’den bisikletçilerin duayeni Günay abi ve Cem’i çekiyorum.

280920134149

Milli parkın içine girişimiz başlıyor. Parkın güvenliği Jandarma sağlıyor o yüzden bize rehberlik ediyorlar. Yol asfalt ve düzgün, etraf çam ormanı. Tertemiz bir hava içinde bisiklet sürmek, denizin iyot kokusu çam kokusu ile birleşince nefes almaya doyamıyorum. Derin derin, ciğerlerimin en küçük bronşlarına kadar bu karışım havanın gittiğini hissediyorum. 35 Yıldır içtiğim sigaraların dumanlarının kapattığı bronşlar sanki açıldı gibi. Buradaki çam ağaçlarının yanında giderken arıların uğultusunu duyuyorum. Etraftaki arı kovanlarında bulunan bal arıları sonbahar çiçeklerinden toplayabildikleri bal nektarlarını durmadan kovanlara taşıyorlar. Arada arılar ter kokumuza gelip bizi takip ediyor. Bazen de kimimizi şöyle bir küçük iğnesi ile aşı yapıyor. Bal arılarının olduğu çamlık yerden eğer geçecekseniz sakın ola parfüm gibi kokular sürmeyin ha. Arılar parfüm kokusuna bayılırlar. Hazır güzel koku varken bir de iğnelerinin tadına bakıyorsunuz. Arı sokmalarına karşı alerjiniz varsa böyle yerlerde bisiklet sürmeyiniz, tehlikeli olabilir sizin için. Yanımda burcu olduğu halde arkamızdan gelen bisikletçileri çekiyorlar.

1383679_10151894398454233_1528812333_n

Yol çıkış ve inişli, epey yükseğe çıkmışız. Küçük bir koy manzarasında durup güzel manzaranın tadını çıkarıyoruz. Eşsiz manzarada resim çekilmeden olmaz. Karşımızda Samos adası denizin puslu havasında hayalet gibi görünüyor.  Yarımadanın sonunda küçük bir boğaz var. Türkiye ve Yunanistan sınırı da boğazda. Yarımadanın belli bir yerine kadar gidebiliyoruz. Ötesine girmek askeri bölge olduğu için yasak.

280920134152

Öğretmen arkadaşım Mehmet Savaşçıoğlu, İyi bir bisikletçidir kendisi. Yanında bisikletim KUZ duruyor.

280920134151

Burcu ile manzarayı kaçırmıyoruz, yol arkadaşım benim. Birlikte resim çekiliyoruz, arkamızda deniz manzaralı.

1374756_10151639474246924_1816876290_n

Burcu, Melih Aslan, Abdurrahman Yurduseven ve ben.

280920134153

Liseden arkadaşım Metin Sadıç, yıllar sonra bisiklete başladıktan sonra buluştuk. İzmir Çınarlı Meslek lisesinde 12 Eylül’den önce okumuştuk aynı okulda. Fırtınalı günlerimiz olmuştu o gençlik yıllarımızda.

280920134154

Bisikletçilerin çoğu buranın manzarasını kaçırmak istemediğinden durup resim çekilerek manzarayı seyrediyorlar. 7 kişiyi çekiyorum terasta.

280920134157

Dilek yarımadasının kuzeye bakan tarafındayız. Manzara süper, yarımadanın girintili çıkıntılı yeşil koyları alabildiğine uzanıyor.

280920134155

Manzara keyfinden sonra yola devam ediyoruz. Kalamaki koyunda mola verip aynı zamanda denize girdikten sonra öğle yemeği de yiyeceğiz. Önden bir grup giderken çekiyorlar bizi.

DSC_0575

Deniz ve çam ağaçlarının birleştiği yer. Denizin mavisi, çam ağaçlarının yeşili birbirine kavuşmuşlar iki sevgili gibi. Antik çağlarda iki kardeşin kavga ettiği yerden eser kalmamış.

280920134158

Güzelçamlı beldesinin fotoğrafçısı Foto Tuncay, hem resim çekiyor hem de gireceğimiz koya yönlendiriyor. Tuncay resim çekecek değil ya bir de ben onun resmini çekiyorum. Her festivalde binlerce birbirinden güzel resimler çekiyor. Elinde kırmızı bayrakla sağa gireceğimizi belirtiyor.

280920134159

Kavaklıburun, diğer bildiğim adıyla Kalamaki koyu. Dilek yarımadasının en güzel koylarından biri. Tahta tabelada 200 metre kaldığını belirtmiş.

280920134160

Deniz kıyısında, çakılda giden bisikletçiler. Deniz sakin, rüzgar yok.

1230027_678001545563067_1145133472_n

Tuvaletlerin bulunduğu yere giderek deniz şortumu giyiyorum. Dışarı çıkınca sevimli canavarı görüyorum karşımda. Zamanı olmadığı için motoru ile gelmiş. Motorun bagajına katlanır bisikleti yüklemiş öylece gelmiş festivale. Katlanır bisikleti test ediyor burada. Kendi web sitesinde yazısını okuyabilirsiniz. www.canavarkesifte.com Fazla güneş görmediği için bacakları hala süt gibi beyaz. Katlanır bisikleti ile poz veriyor bana. Üstünde yeşil tişört ve kırmızı don var.

280920134161

Öğlen yemeği olarak tavuklu, nohutlu pilav bizlere plastik tabaklarda veriyorlar. Ayranla takviye ederek karnımızı biraz olsun doyuruyoruz. Ne yapalım bununla yetinmeliyiz, fazla bir şey de beklemiyorum. Belediye kendi bütçesinden karşılıyor bütün bunları. Bunu bildiğimden Güzelçamlı da olmak bana yetiyor. Kalamaki koyuna her gün piknikçiler gelip piknik yapıyorlar. Doğal yaşamlarına girdiğimiz yaban yaşamın parçalarından olan domuzlar buraya kadar gelip piknikçilerin bıraktığı yiyecekleri yiyorlar. Domuzlar öyle alışmışlar ki ta dibimize kadar gelip verdikleri yiyecekleri afiyetle midelerine indiriyorlar çekinmeden. İşte onlardan biri aheste aheste geziniyor.

280920134162

Muhteşem denizin keyfini çıkarmaya başlıyoruz hep birlikte. Denize girip sahilde sohbet ederek güneşleniyoruz. Kahvem cezvede, keyfimizin kahyasını bekliyoruz. Resimde ben, Ergun, Asaf ve dengesiz İrfan var.

DSC_0766

Kahve içmek için millet sıraya giriyor, böyle yerde Türk kahvesi nerede görülmüş. Haliyle cezve 4 kişilik olunca sırasını beklediler. Kahveyi birkaç kez pişirip bir güzel afiyetle içtik. Cezve ocağın üstünde pişerken fincanlar kapak üstünde bekliyor kahvenin pişmesini.

DSC_0767

Sıra geldi ünlü atlayışıma. Çevremizde resim çekmekle uğraşan Foto Tuncay’ı görünce benim resmimi çekmesini söylüyorum. O da seve seve kabul ediyor bu teklifimi. Tuncay’a nereden resim çekeceğini, benim nereden denize atlayacağımı kısaca açıkladıktan sonra yerimi alarak hazırlanıyorum. Biraz geriden koşarak denizin başlangıcında zıplayıp hop denizin içine. Foto Tuncay da 5 karede işi hallediyor. Gerçekten sanatkar olduğu çektiği resimlerden belli oluyor. Denklanşöre nerede basacağını çok iyi biliyor, kutlarım kendisini. Denizin tadı Eylül ayında bir başka oluyor doğrusu. Yıllardır denizle haşır neşir olduğumdan denize girilecek en uygun zamanı Haziren ve Eylül aylarının olduğunu öğrendim. Diğer aylarda böyle denizin keyfi olmuyor. Deniz ve hava ne çok sıcak ne de çok soğuk. Hani derler ya iki arada bir derede diye. İşte öyle bir şey. Denizde biraz yüzerek keyfini çıkarıyorum Kalamakinin güzel koyunda.

Henüz koşu halinde, denizin dibindeyim.

DSC_0781

Denizin içinde 1 metre kadar iki ayağımla yaylanıyorum. Kollarımı geriye atarak kuvvet kazanıyorum birazcık.

DSC_0782

İyice yaylandıktan sonra havaya zıplayıp ileriye doğru uçmaya başladım. Kanatsız uçmak diye buna derim. Uçmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum kısa bir an olsa da. Ama bana çok uzun gibi geliyor bu an. Kısacası An’ı yaşıyorum. Henüz ıslanmadım.

DSC_0783

Ve o kısa an bitiyor ve cup denizin içinde tamamen kayboluyorum bir anda. Zıpladığım yerdeki köpük hala duruyor, dağılmamış. Ben 1.5 metre ileride suları sıçratmış halde  deniz içindeyim.

DSC_0784

Denizin içinde bir süre gittikten sonra yüzüm kameraya dönük olarak su üstünde başım görünüyor. Ayaklarımı çırpıp beyaz köpükler çıkarıyorum.

DSC_0790

Bir süre deniz kıyısında Eylül ayının son günlerinde yakmayan güneşin altında tembeller gibi güneşlenip sohbet ederek dinleniyoruz. İyice dinlendikten sonra öylece bisiklete binip dönüşe geçiyoruz kampa doğru. Üstüm çıplak, sadece su donum var. Elimde bisikletim KUZ ile yürüyorum. Ayakkabılarım öndeki çantaların üstünde.

1374306_10201135848773240_570632464_n

Kamp yaptığımız alanın karşısında Zeus mağarası bulunuyor. Deniz keyfinden sonra mağaranın soğuk mavi karanlık suyuna girmeden olmaz. Hep beraber mağaranın olduğu yere gelip bisikletleri park ederek biraz yüksekte olan mağaraya doğru patikadan tırmanıyoruz.

Zeus Mağarası Kuşadası Güzelçamlı da Milli Parka gelmeden hemen girişe yakın soldadır. Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın giriş kapısının sol tarafında, 200 m. İçeridedir. Mağaranın girişi, 20 metre kadar kayrak (kaygan) taşlı patikadan sağlanır. Dilek Milli parkının adından dolayı mağaranın sağında ve solunda bulunan ağaçlara gelenler Dilek için bez parçaları bağlamaktadırlar.

Mağaraya girildiğinde, O haşmetli tanrı Zeus’un yüzünü görür gibi olursunuz. 10 – 15 metre derinliğindeki su adeta burayı bir havuz haline dönüştürmüştür. Mağaranın suyu yaz kış yaklaşık 5 derece sıcaklıktadır. Yazın içerisi serin, kışın ise ılıktır. Suyunun bayanların cildinde güzelleştirici bir etkisi olduğuna inanılır. Mavi Yeşil renkli su dağdan gelen tatlı suyun ve denizden gelen tuzlu suyun karışımı ile yavan bir maden suyu haline dönüşmüştür. Kışın yöredeki gençlerin yazında turistlerin yüzme havuzu haline dönüşen mağara muhteşemdir.

Zeus mağarasının içindeki büyük kayanın dibinden çıkarılan çamuru, tarihten buyana bayanlar yüzlerine sürerek güzelliklerine güzellik katarlar. Yüze sürülen çamur kuruyuncaya kadar beklenir kuruduktan sonra tekrar mağaranın serin sularında yıkanır. Fakat çamur çok az çıktığından her yıl sadece yetişen, çamur bulabilen ancak bu çamuru kullanabiliyor. Çamuru çıkarmak için mağaranın serin sularına en az 4 metrelik bir dalış yapmak gerekiyor.

Mitolojide Göktanrısı Zeus, kardesi Poseidon’u kızdırdığında elindeki üçlü yabasını kaldırarak dalgaları kabartıp, denizi altüst eden Poseidon’un gazabından kaçıp sakinleşmesini beklemek için bu mağaraya sığınır. Dinlenir ve yıkanırdı. Güzelçamlı sakinleri ve yabancı turistler, denizin çok dalgalı olduğu günlerde ve havanın denize elvermediği günlerde tıpkı Zeus gibi burada yüzerler, o mitolojik havayı teneffüs ederler.

Zeus mağarası girişindeki tabelayı çekiyorum. Yazılar çok küçük göründüğünden resimde okunmuyor. Mağara içinde bir kaç resim ve Dilek yarımadası haritası yerleştirilmiş.

280920134164

Bisikletleri aşağıda bırakarak patikadan yukarıya çıkmaya hazırlanıyoruz.

280920134163

İşte Zeus mağarasının ağzı, patikadan tırmanarak mağaranın bulunduğu yere geliyorum. Ziyaretçiler eksik olmuyor, devamlı insanları görmek mümkün.

280920134165

Mağaranın girişi biraz aydınlık, iç kısımları loş bir karanlık içinde. Suya girenler var, ben de zaten hazırlıklıyım. Şortum ve havlum hazır öylece gelerek buz gibi suya girmek gerek.

Mağaranın hikayesi büyük bir olasılıkla şöyle ;

Baş tanrı Zeus Tiranlarla olan savaşı kazandıktan sonra babasının yuttuğu kardeşlerini kurtarıp babası da dahil tüm Tiranları yer altı cehennemi olan Tartaros’a sürüyor. Daha sonra zaferin verdiği güç ile tanrıların kralı olarak kendini ilan ediyor Dünyaya. Diğer tanrılara kendisini kral olarak görmelerini ve saygı duymalarını istiyor. Haliyle yer altı ölülerin tanrısı kardeşi Hades ve denizler ve deprem tanrısı Poseidon pek önemsemiyorlarmış Zeus’u ama Tiranları yenmesi dolayısı ile biraz çekiniyorlar. Yine bu konuda Poseidon ile tartışmaya başlamış bir gün. Tartışma kavgaya dönüşmüş. Eeee Tanrıların kavgası da öyle sakin olmaz.

Zeus Poseidon’u buyruklarına boyun eğdirmek için güçlü yıldırımlarını yağdırmaya başlamış. Poseidon da altında kalır mı hiç! O da denizi hallaç pamuğu gibi savurarak Zeus’un yıldırımlarına karşı kendini savunuyormuş. Kavga Midilli adasında başlamış İzmir yarımadasında devam ederken Poseidon iyice kızmaya başlamış. Elindeki güçlü yabası ile denize vurarak dev dalgalarla Zeus’u bir o yana savuruyor. Bir de toprağa değdirdi mi depremler olmaya başlıyor yer yarılıyormuş adeta. Zeus’un yıldırımları Poseidon’un canını yaktıkça öfkesinin daha da büyümesine neden oluyormuş. İzmir yarımadasında kavga iyice kızışınca o zamanlarda Sakız adası ile Çeşme – Karaburun karası bir imiş. Kavga iyice şiddetlenince Poseidon Zeus’u Çeşme tarafında köşeye sıkıştırıp elindeki yabasıyla toprağa şiddetli vurunca toprak yarılıp ikiye ayrılıyor. Bir tarafta Çeşme karası bir tarafta Sakız adası oluşuyor. Bu şiddetli darbenin etkisiyle Zeus ta Dilek yarımadasına düşüyor.

Poseidon bakıyor Zeus ortalarda yok  onu aramaya başlıyor. Öfkesi hala şiddetli. Etrafa şöyle bir göz gezdirince Zeus’u dilek yarımadasında görüyor. Atlı arabası ile o tarafa dört nala gidiyor. Zeus Poseidon’un çılgınca denizi allak bullak ederek üzerine geldiğini görünce Dilek yarımadası ile bir olan Samos’a doğru kaçıyor. Bunu gören Poseidon yabası ile tekrar karaya vurunca bu sefer Dilek yarımadası ile Samos birbirinden ayrılıyor. Böylece Samos adası meydana geliyor. Samos adasında kalan Zeus denize atlayarak deniz altından Güzel çamlıya kadar yüzüp deniz ile bağlantısı olan mağaraya çıkıyor. Poseidon Zeusun kaçtığını görmediğinden her tarafı aramaya başlıyor ama Zeus ortalarda yok. Zeus’u bulamayan Poseidon iyice çılgına dönerek rast gele yabasını etrafa vurmaya başlıyor. Dilek yarımadasını Samson dağına bir vuruyor dağ ikiye ayrılıyor. İki dağın arasında derin bir kanyon oluşuyor.

Zeus mağaradan dışarı çıkmadan günlerce Poseidon’un öfkesinin geçmesini beklemiş. Dağları, toprağı hallaç pamuğu gibi ayıran Poseidon artık iyice yorulunca Zeus’u aramaktan vaz geçerek at arabasını denizin altında olan sarayına doğru sürmüş. Zevki sefasında olan Zeus mağarada buz gibi suda yıkanarak gününü gün ediyormuş Nymphler (su perisi) kızlarla birlikte. Ortalık sakinleşince bir süre daha bekleyen Zeus mağaradan dışarı çıkınca Poseidon’u ortalarda görmemiş. Etrafı şöyle bir gezince Dilek yarımadası çam ormanına dönüşmüş, dağın ikiye ayrıldığını, çok güzel bir kanyonun oluşmuş olduğunu, Samos’un adaya dönüştüğünü görmüş. Sanki cennete dönüşmüş Güzelçamlı ve Dilek yarımadası. Dev dalgaların karada meydana getirdiği birbirinde güzel koylar saklı bir cennet bahçesine dönüşüvermiş. Zeus Olimpos dağındaki sarayına giderek bir daha düşünmüş; Poseidon’u kızdırmamak gerek bundan sonra.

Bundan böyle mağaraya Zeus mağarası denmiş bu güne kadar. Mağaranın içini çekiyorum, kıyıda insanlar suda yüzenleri seyrediyor.

280920134166

Suyun soğuk olmasına aldırmadan kayaların üzerinden balıklama atlıyorum, coooozz. Biraz serinlik geliyor ama suyun 5 oC sıcaklığına hemen alışarak mağaranın havuzunda yüzmeye başlıyorum. Suyun soğuk olması kaslarıma iyi geliyor, sanki masaj yapıyormuşum gibi. Tüm yorgunluğum gidiveriyor birden bire. Loş mağaranın soğuk mavi sularında bir süre yüzerek dışarıya çıkıyorum, yoksa belli bir süre sonunda üşümeye başlıyorum. Erkekliğin gereği yok değil mi? Ferdimen beni su içinde çekiyor yüzerken.

1382239_10201135847173200_1985055380_n

Mağaradan çıkarak havlu ile kurulanıyorum. Daha sonra kamp alanına gelerek giyinip akşam yemeğini beklemeye başlıyoruz Lazoğlu kampingin bahçesinde. Beklerken de birer tane bira iyi geliyor günün yorgunluğuna. Arkadaşlarla sohbet ederek biraları yudumluyoruz. Masada; ben, Asaf, Mehmet ve İrfan var.

1382438_10151639474836924_382723491_n

Akşam yemeğini yedikten sonra güneşin batışını izlemek için deniz kıyısına geliyorum. Güneş burada Samos adasının dağlarının ardında batıyor. Tam dağın ardına gelen Güneş sanki batmak istemez gibi ortalığı kızıla boyuyor birden bire. Battıkça daha da kızıl oluyor. Havanın sakinliğinde deniz Güneşe gitme der gibi dipten getirdiği dalgaları kıyıya boca ediyor. Sadece dalganın kıyıya vurduğunda çıkan ses var. Zaman sanki duruyor öylece. Güneş, dağlar ve deniz kırmızı rengin her tonuyla birbirine karışıyor. İçimde yine sevinç var, bu gün de sağlıkla Güneşin yarın doğacağını bilerek batışını güzel bir tablo gibi seyrediyorum ya en büyük mutluluk benim için.

280920134167

Hava sakin, rüzgar yol ama dip dalgaları ardı sıra geliyor. Dalgaları ve batan Güneşi kızıla boyadığı Samos adasını çekiyorum.

280920134170

Güneş batıp hava karardıktan sonra hep beraber oturup sohbet ediyoruz. Daha sonra yakında olan diskoya giderek bir bakınıyoruz. Müzik sesi öyle abartılı ki yanındakinin ne dediğini anlamıyorsun. Bağırsan da hiç bir şey duyulmuyor korkunç müzik her şeyi bastırıyor. Yaşadığım güzel bir günün sonunda böyle bir yerde mahvetmek istemediğimden hemen uzaklaşıyorum diskodan. Bir süre daha kamp alanında sohbetten sonra çadıra girip yatıyorum.

Resimlerin bir kısmı arkadaşlara ait. Bir kısmı da Güzelçamlı’dan Foto Tuncay’a aittir

Benim resimlerimde urimbaba.com yazıyor.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 16 Kilometre civarı.

Taptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc