28 Eylül 2013
Güzelçamlı – Kalamaki koyu – Güzelçamlı
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır.
Yiğitliğine yiğittir bilirim onu (Zeus’u)
Ama beni küçümsemekte ne oluyor eşitim ben onunla,
Bana zorla baş eğdirecek olan o mu?
Rhea doğurdu Zeus’u, beni, ölülere hükmeden Hades’i
Dünya üçe bölündü, üçümüzde aldık payımızı,
Kura çekildi, köpüklü deniz düştü bana,
Her zaman orada oturayım diye…
Zeus’a bulutlar arasında engin gök düştü
Ama topraklarda koca Olympos’tan herkesin payı var, Bu yüzden yaşamak ben Zeus’un keyfince Gücü varsa, rahat otursun kendi payında, ülkesinde,
Korkutmasın elleriyle, alçak elleriyle koymasın beni.
http://www.guzelcamli.com/zeusmagarasi/zeus.htm
Öne çıkmış olan görsel, Güzelçamlı bisiklet festivalinin afişi 28 – 29 Eylül 2013 yazılış. Altta da bisiklete binenler deniz kıyısında.
Güzel bir uykunun ardından güneş doğmadan uyanıyorum. Hava sakin, buradaki çamların ürettiği oksijen, deniz seviyesinde olduğumuzdan o kadar bol ki insanı gençleştiriyor. Böyle bir yerde uyanmak her zaman hoşuma gitmiştir. Bir de sakin denizin dip dalgalarının çakıl taşlarını sahilde sürükleyerek çıkardığı ses tatlı bir uyku uyumamı sağlıyor bütün gece. Henüz uyanan yok, güneş daha doğmadı. Sahile gelip etrafı seyrediyorum. Samson dağı kanyon civarında kendi sisini meydana getirmiş öylece güneşin doğmasını bekliyor benim gibi.
Sağ tarafım da sakin görünüyor.
Çadırdakiler henüz uyanmamış derin uykudalar, güneş doğmak üzere.
İşte güneş ilk ışıklarını üzerime vurmaya başlıyor. Ben her çadırda kalışımda güneşin doğuşunu seyretmeye doyamıyorum doğrusu. Sanki her sabah bir başka doğuyor. Her gün bizi ısıtarak yaşam kaynağı vermesi, dünyada ki büyün yaşam kaynağını sıcak ışınlarıyla can katması. Boşuna ilk insanlar güneşi tanrı yapmamış.
Güneş iyice yükselip çadırları iyice ısıtınca içindekiler yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Ortalık hareketleniyor bir anda. Herkes birbirine günaydın diyerek gülümsemelerini eksik etmiyor. Çoğumuz gece geldiğimizden birbirimize hoş geldin diyerek muhabbet etmeye başlıyoruz. Türkiye’nin her yerinden gelenler var, çoğu da beni tanıyor.
Kimisi yeni gelmiş çadırını kurmaya çalışıyor. İki kişi boş çadırı taşıyor.
İzmir den gelen arkadaşlarla buluşup sabah kahvesini içiyoruz. Cem Yatman ve Ertuğrul Arda araba ile gelmişler. Lazoğlu kampingi işletenler bize 2 gün için 5’er liradan 10 lira karşılığında sabah kahvaltısı için para topluyor. Kahvaltı henüz hazır olmadığından kahvemizi sohbet ederek içiyoruz.
Sabah kahvaltısı için kuyruk oluşmaya başlamış. Acıkanlar ilk önce sıraya girmişler. Biz de sıraya doğru yürümeye başladık, nasıl olsa başka yapacak işimiz yok. Kahvaltı parasını da vermiştik.
Kahvaltı hazırlanıp dağıtılmaya başlandı, bir süre sıranın gelmesini bekledikten sonra kahvaltılıkları alıp masala oturarak karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Sonbaharda olmamıza rağmen hava güzel ve sıcak. Açık havada kahvaltı yapmak mutlulukla bir ilişkisi olmalı mutlaka. Bir de arkadaşlarla beraber olunca katlanıyor mutluluğumuz. Güzel sohbet eşliğinde kahvaltıyı yapıyoruz.
Her yıl düzenlenen Güzelçamlı Bisiklet Festivali yine beldenin meydanında toplanmamız ile başlayacak. Bu yıl son kez olması ayrı bir hava katıyor sanki. Türkiye’nin en güzel yerinde en güzel bisiklet festivali artık resimlerde kalacak. Yine de gelsek buralara sadece anılarımızı canlandıracağız. Festivalin tadı, havası, ve Türkiye’nin her tarafından gelen yüzlerce bisikletçi ile bulunmanın rengi olmayacak bir daha. Güzelçamlı belediyesinin festival afişi. Afişte; V. Güzelçamlı Bisiklet Festivali 28 – 29 Eylül 2013 yazılmış. Altta deniz kıyısında bisiklete binenler resmedilmiş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
İstanbul dan sevgili Ergun Oskay, beraber resim çekiliyoruz pankartın önünde. Renkli kişiliği ile festivallere ayrı bir hava katıyor canlı hareketleriyle.
Güzelçamlı’ya bir çok arkadaş gelmiş, nereye baksam tanıdık biri karşımda. Bu da Nagehan Topuz, elçek ile birlikte resim çekiyorum pankart önünde. Kendisi güzel resim çeker, makinesi profesyonel ama henüz resimlerini göremedik.
Henüz tören başlamadı, ben de etrafı dolaşarak resim çekmeye başlıyorum. Ne de çok tanıdık varmış burada. Herkes bana selam veriyor “Günaydın Urim Baba” diye. Ben de “Günaydın” diye karşılık veriyorum.
Kahvede oturanlar kalabalık.
Çekmeye devam oturanları.
Afyon’dan Aykut Sığındık.
Kahvenin masalarında oturanlar kendi aralarında muhabbet ediyor.
Ceren edalı bana bakarken çekiyorum.
Bunlar da İzmir’den arkadaşlar.
Dengesiz İrfan ile beni masada otururken çekiyorlar.
İzmir’den Mukaddes ve Asaf ile elçek çekiyorum.
İzmir’den Ceren Edalı gelmiş, resim çekilmeden olmaz.
İstiklal Marşı ile tören başlıyor. Ardından Belediye başkanı kürsüye çıkıp bizleri selamlayıp önümüzdeki seçimlere kadar Güzelçamlı belediyesi görevini yapacak. Seçimden sonra Güzelçamlı mahalleye dönüşeceğinden son defa düzenlenen Güzelçamlı Bisiklet Festivaline katıldığımız için teşekkür ediyor tüm bisikletçilere. Bizler de alkışlarla cevap veriyoruz karşılık olarak. Konuşmaların ardından festivale katılan dernek başkanlarına plaket verilerek tören sona eriyor.
Törenin ardından topluca resim çekiliyoruz hep beraber. Resimleri Güzelçamlı’dan foto Tuncay çekiyor.
Foto Tuncay benim bir resmimi çekerken ben de pozumu veriyorum. Saçlarım salınık ve keçi sakallıyım.
Tören ve resim çekilme olayları bittikten sonra Belediye başkanı önde diğerleri arkada sıralanıyor tüm bisikletçiler. Güzelçamlı halkından da aramıza bisikletleriyle katılan oluyor. En başta sabırsızlıkla bekleyen bisikletçi çocuklar. Böyle kalabalıkta bizlerle bisiklet sürmek için can atıyorlar.
Ve tur resmen başlıyor, en öndekileri çekiyorum.
Ardından gelenler çok.
Burcu da önümden geçerken selam veriyor.
Bisikletler önümden geçmeye davam ediyorlar.
Ergun Oskay geçerken selam veriyor.
Deniz kıyısına geldik, Asaf ve İrfan bisiklet sürerken. 2 Dengesiz sohbet ederek Güzelçamlı sahilinin tadını çıkararak bisiklet sürüyorlar. Güzelçamlı’nın küçük balıkçı limanından geçiyoruz. Balıkçı teknelerinin yanında gezinti tekneleri de var. Dilek yarımadasının güzel ve eşsiz koylarını denizden tekne ile gezdiriyorlar turistleri. Biz koyları karadan bisiklet ile gezeceğiz.
Sahilden Dilek yarımadası Milli park yoluna girdik. Yolda iki elektrik direği arasına belediye pankart asmış. Güzelçamlı belediyesi 5. bisiklet festivali 28 – 29 Eylül 2013 yazılmış afişe.
Kamp yaptığımız yerden hep beraber geçip Dilek yarımadası milli park kapısına doğru gidiyoruz.
Burcu yanımdan geçerken şöyle kafasını çevirip, gözünde Güneş gözlükleri ardından bana bakıyor.
Milli parkın kapısında bekliyoruz, arkada kalanlar geldikten sonra toplu halde gideceğiz. Beklerken arkadaşlarla sohbet edip resim çekiliyoruz. Yanımda Emre ile çekiyorlar bir poz.
Sonra da Emre’nin babası Selahattin ustayı çekiyorum.
Giriş kapısında arkadan gelenleri bekliyoruz, ortalık ana baba günü.
Ahmet ve Mukaddes’i korkuluğa oturmuş durumda çekiyorum.
Giriş kapısı o kadar kalabalık ki arabalar zar zor geçiyor aramızdan. Aslında özel arabaların hiç birini Milli parka sokmayacaksın. Getirdikleri pisliklerin çoğunu bu arabalar bırakıp doğayı kirletiyorlar.
İzmir’den bisikletçilerin duayeni Günay abi ve Cem’i çekiyorum.
Milli parkın içine girişimiz başlıyor. Parkın güvenliği Jandarma sağlıyor o yüzden bize rehberlik ediyorlar. Yol asfalt ve düzgün, etraf çam ormanı. Tertemiz bir hava içinde bisiklet sürmek, denizin iyot kokusu çam kokusu ile birleşince nefes almaya doyamıyorum. Derin derin, ciğerlerimin en küçük bronşlarına kadar bu karışım havanın gittiğini hissediyorum. 35 Yıldır içtiğim sigaraların dumanlarının kapattığı bronşlar sanki açıldı gibi. Buradaki çam ağaçlarının yanında giderken arıların uğultusunu duyuyorum. Etraftaki arı kovanlarında bulunan bal arıları sonbahar çiçeklerinden toplayabildikleri bal nektarlarını durmadan kovanlara taşıyorlar. Arada arılar ter kokumuza gelip bizi takip ediyor. Bazen de kimimizi şöyle bir küçük iğnesi ile aşı yapıyor. Bal arılarının olduğu çamlık yerden eğer geçecekseniz sakın ola parfüm gibi kokular sürmeyin ha. Arılar parfüm kokusuna bayılırlar. Hazır güzel koku varken bir de iğnelerinin tadına bakıyorsunuz. Arı sokmalarına karşı alerjiniz varsa böyle yerlerde bisiklet sürmeyiniz, tehlikeli olabilir sizin için. Yanımda burcu olduğu halde arkamızdan gelen bisikletçileri çekiyorlar.
Yol çıkış ve inişli, epey yükseğe çıkmışız. Küçük bir koy manzarasında durup güzel manzaranın tadını çıkarıyoruz. Eşsiz manzarada resim çekilmeden olmaz. Karşımızda Samos adası denizin puslu havasında hayalet gibi görünüyor. Yarımadanın sonunda küçük bir boğaz var. Türkiye ve Yunanistan sınırı da boğazda. Yarımadanın belli bir yerine kadar gidebiliyoruz. Ötesine girmek askeri bölge olduğu için yasak.
Öğretmen arkadaşım Mehmet Savaşçıoğlu, İyi bir bisikletçidir kendisi. Yanında bisikletim KUZ duruyor.
Burcu ile manzarayı kaçırmıyoruz, yol arkadaşım benim. Birlikte resim çekiliyoruz, arkamızda deniz manzaralı.
Burcu, Melih Aslan, Abdurrahman Yurduseven ve ben.
Liseden arkadaşım Metin Sadıç, yıllar sonra bisiklete başladıktan sonra buluştuk. İzmir Çınarlı Meslek lisesinde 12 Eylül’den önce okumuştuk aynı okulda. Fırtınalı günlerimiz olmuştu o gençlik yıllarımızda.
Bisikletçilerin çoğu buranın manzarasını kaçırmak istemediğinden durup resim çekilerek manzarayı seyrediyorlar. 7 kişiyi çekiyorum terasta.
Dilek yarımadasının kuzeye bakan tarafındayız. Manzara süper, yarımadanın girintili çıkıntılı yeşil koyları alabildiğine uzanıyor.
Manzara keyfinden sonra yola devam ediyoruz. Kalamaki koyunda mola verip aynı zamanda denize girdikten sonra öğle yemeği de yiyeceğiz. Önden bir grup giderken çekiyorlar bizi.
Deniz ve çam ağaçlarının birleştiği yer. Denizin mavisi, çam ağaçlarının yeşili birbirine kavuşmuşlar iki sevgili gibi. Antik çağlarda iki kardeşin kavga ettiği yerden eser kalmamış.
Güzelçamlı beldesinin fotoğrafçısı Foto Tuncay, hem resim çekiyor hem de gireceğimiz koya yönlendiriyor. Tuncay resim çekecek değil ya bir de ben onun resmini çekiyorum. Her festivalde binlerce birbirinden güzel resimler çekiyor. Elinde kırmızı bayrakla sağa gireceğimizi belirtiyor.
Kavaklıburun, diğer bildiğim adıyla Kalamaki koyu. Dilek yarımadasının en güzel koylarından biri. Tahta tabelada 200 metre kaldığını belirtmiş.
Deniz kıyısında, çakılda giden bisikletçiler. Deniz sakin, rüzgar yok.
Tuvaletlerin bulunduğu yere giderek deniz şortumu giyiyorum. Dışarı çıkınca sevimli canavarı görüyorum karşımda. Zamanı olmadığı için motoru ile gelmiş. Motorun bagajına katlanır bisikleti yüklemiş öylece gelmiş festivale. Katlanır bisikleti test ediyor burada. Kendi web sitesinde yazısını okuyabilirsiniz. www.canavarkesifte.com Fazla güneş görmediği için bacakları hala süt gibi beyaz. Katlanır bisikleti ile poz veriyor bana. Üstünde yeşil tişört ve kırmızı don var.
Öğlen yemeği olarak tavuklu, nohutlu pilav bizlere plastik tabaklarda veriyorlar. Ayranla takviye ederek karnımızı biraz olsun doyuruyoruz. Ne yapalım bununla yetinmeliyiz, fazla bir şey de beklemiyorum. Belediye kendi bütçesinden karşılıyor bütün bunları. Bunu bildiğimden Güzelçamlı da olmak bana yetiyor. Kalamaki koyuna her gün piknikçiler gelip piknik yapıyorlar. Doğal yaşamlarına girdiğimiz yaban yaşamın parçalarından olan domuzlar buraya kadar gelip piknikçilerin bıraktığı yiyecekleri yiyorlar. Domuzlar öyle alışmışlar ki ta dibimize kadar gelip verdikleri yiyecekleri afiyetle midelerine indiriyorlar çekinmeden. İşte onlardan biri aheste aheste geziniyor.
Muhteşem denizin keyfini çıkarmaya başlıyoruz hep birlikte. Denize girip sahilde sohbet ederek güneşleniyoruz. Kahvem cezvede, keyfimizin kahyasını bekliyoruz. Resimde ben, Ergun, Asaf ve dengesiz İrfan var.
Kahve içmek için millet sıraya giriyor, böyle yerde Türk kahvesi nerede görülmüş. Haliyle cezve 4 kişilik olunca sırasını beklediler. Kahveyi birkaç kez pişirip bir güzel afiyetle içtik. Cezve ocağın üstünde pişerken fincanlar kapak üstünde bekliyor kahvenin pişmesini.
Sıra geldi ünlü atlayışıma. Çevremizde resim çekmekle uğraşan Foto Tuncay’ı görünce benim resmimi çekmesini söylüyorum. O da seve seve kabul ediyor bu teklifimi. Tuncay’a nereden resim çekeceğini, benim nereden denize atlayacağımı kısaca açıkladıktan sonra yerimi alarak hazırlanıyorum. Biraz geriden koşarak denizin başlangıcında zıplayıp hop denizin içine. Foto Tuncay da 5 karede işi hallediyor. Gerçekten sanatkar olduğu çektiği resimlerden belli oluyor. Denklanşöre nerede basacağını çok iyi biliyor, kutlarım kendisini. Denizin tadı Eylül ayında bir başka oluyor doğrusu. Yıllardır denizle haşır neşir olduğumdan denize girilecek en uygun zamanı Haziren ve Eylül aylarının olduğunu öğrendim. Diğer aylarda böyle denizin keyfi olmuyor. Deniz ve hava ne çok sıcak ne de çok soğuk. Hani derler ya iki arada bir derede diye. İşte öyle bir şey. Denizde biraz yüzerek keyfini çıkarıyorum Kalamakinin güzel koyunda.
Henüz koşu halinde, denizin dibindeyim.
Denizin içinde 1 metre kadar iki ayağımla yaylanıyorum. Kollarımı geriye atarak kuvvet kazanıyorum birazcık.
İyice yaylandıktan sonra havaya zıplayıp ileriye doğru uçmaya başladım. Kanatsız uçmak diye buna derim. Uçmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum kısa bir an olsa da. Ama bana çok uzun gibi geliyor bu an. Kısacası An’ı yaşıyorum. Henüz ıslanmadım.
Ve o kısa an bitiyor ve cup denizin içinde tamamen kayboluyorum bir anda. Zıpladığım yerdeki köpük hala duruyor, dağılmamış. Ben 1.5 metre ileride suları sıçratmış halde deniz içindeyim.
Denizin içinde bir süre gittikten sonra yüzüm kameraya dönük olarak su üstünde başım görünüyor. Ayaklarımı çırpıp beyaz köpükler çıkarıyorum.
Bir süre deniz kıyısında Eylül ayının son günlerinde yakmayan güneşin altında tembeller gibi güneşlenip sohbet ederek dinleniyoruz. İyice dinlendikten sonra öylece bisiklete binip dönüşe geçiyoruz kampa doğru. Üstüm çıplak, sadece su donum var. Elimde bisikletim KUZ ile yürüyorum. Ayakkabılarım öndeki çantaların üstünde.
Kamp yaptığımız alanın karşısında Zeus mağarası bulunuyor. Deniz keyfinden sonra mağaranın soğuk mavi karanlık suyuna girmeden olmaz. Hep beraber mağaranın olduğu yere gelip bisikletleri park ederek biraz yüksekte olan mağaraya doğru patikadan tırmanıyoruz.
Zeus Mağarası Kuşadası Güzelçamlı da Milli Parka gelmeden hemen girişe yakın soldadır. Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın giriş kapısının sol tarafında, 200 m. İçeridedir. Mağaranın girişi, 20 metre kadar kayrak (kaygan) taşlı patikadan sağlanır. Dilek Milli parkının adından dolayı mağaranın sağında ve solunda bulunan ağaçlara gelenler Dilek için bez parçaları bağlamaktadırlar.
Mağaraya girildiğinde, O haşmetli tanrı Zeus’un yüzünü görür gibi olursunuz. 10 – 15 metre derinliğindeki su adeta burayı bir havuz haline dönüştürmüştür. Mağaranın suyu yaz kış yaklaşık 5 derece sıcaklıktadır. Yazın içerisi serin, kışın ise ılıktır. Suyunun bayanların cildinde güzelleştirici bir etkisi olduğuna inanılır. Mavi Yeşil renkli su dağdan gelen tatlı suyun ve denizden gelen tuzlu suyun karışımı ile yavan bir maden suyu haline dönüşmüştür. Kışın yöredeki gençlerin yazında turistlerin yüzme havuzu haline dönüşen mağara muhteşemdir.
Zeus mağarasının içindeki büyük kayanın dibinden çıkarılan çamuru, tarihten buyana bayanlar yüzlerine sürerek güzelliklerine güzellik katarlar. Yüze sürülen çamur kuruyuncaya kadar beklenir kuruduktan sonra tekrar mağaranın serin sularında yıkanır. Fakat çamur çok az çıktığından her yıl sadece yetişen, çamur bulabilen ancak bu çamuru kullanabiliyor. Çamuru çıkarmak için mağaranın serin sularına en az 4 metrelik bir dalış yapmak gerekiyor.
Mitolojide Göktanrısı Zeus, kardesi Poseidon’u kızdırdığında elindeki üçlü yabasını kaldırarak dalgaları kabartıp, denizi altüst eden Poseidon’un gazabından kaçıp sakinleşmesini beklemek için bu mağaraya sığınır. Dinlenir ve yıkanırdı. Güzelçamlı sakinleri ve yabancı turistler, denizin çok dalgalı olduğu günlerde ve havanın denize elvermediği günlerde tıpkı Zeus gibi burada yüzerler, o mitolojik havayı teneffüs ederler.
Zeus mağarası girişindeki tabelayı çekiyorum. Yazılar çok küçük göründüğünden resimde okunmuyor. Mağara içinde bir kaç resim ve Dilek yarımadası haritası yerleştirilmiş.
Bisikletleri aşağıda bırakarak patikadan yukarıya çıkmaya hazırlanıyoruz.
İşte Zeus mağarasının ağzı, patikadan tırmanarak mağaranın bulunduğu yere geliyorum. Ziyaretçiler eksik olmuyor, devamlı insanları görmek mümkün.
Mağaranın girişi biraz aydınlık, iç kısımları loş bir karanlık içinde. Suya girenler var, ben de zaten hazırlıklıyım. Şortum ve havlum hazır öylece gelerek buz gibi suya girmek gerek.
Mağaranın hikayesi büyük bir olasılıkla şöyle ;
Baş tanrı Zeus Tiranlarla olan savaşı kazandıktan sonra babasının yuttuğu kardeşlerini kurtarıp babası da dahil tüm Tiranları yer altı cehennemi olan Tartaros’a sürüyor. Daha sonra zaferin verdiği güç ile tanrıların kralı olarak kendini ilan ediyor Dünyaya. Diğer tanrılara kendisini kral olarak görmelerini ve saygı duymalarını istiyor. Haliyle yer altı ölülerin tanrısı kardeşi Hades ve denizler ve deprem tanrısı Poseidon pek önemsemiyorlarmış Zeus’u ama Tiranları yenmesi dolayısı ile biraz çekiniyorlar. Yine bu konuda Poseidon ile tartışmaya başlamış bir gün. Tartışma kavgaya dönüşmüş. Eeee Tanrıların kavgası da öyle sakin olmaz.
Zeus Poseidon’u buyruklarına boyun eğdirmek için güçlü yıldırımlarını yağdırmaya başlamış. Poseidon da altında kalır mı hiç! O da denizi hallaç pamuğu gibi savurarak Zeus’un yıldırımlarına karşı kendini savunuyormuş. Kavga Midilli adasında başlamış İzmir yarımadasında devam ederken Poseidon iyice kızmaya başlamış. Elindeki güçlü yabası ile denize vurarak dev dalgalarla Zeus’u bir o yana savuruyor. Bir de toprağa değdirdi mi depremler olmaya başlıyor yer yarılıyormuş adeta. Zeus’un yıldırımları Poseidon’un canını yaktıkça öfkesinin daha da büyümesine neden oluyormuş. İzmir yarımadasında kavga iyice kızışınca o zamanlarda Sakız adası ile Çeşme – Karaburun karası bir imiş. Kavga iyice şiddetlenince Poseidon Zeus’u Çeşme tarafında köşeye sıkıştırıp elindeki yabasıyla toprağa şiddetli vurunca toprak yarılıp ikiye ayrılıyor. Bir tarafta Çeşme karası bir tarafta Sakız adası oluşuyor. Bu şiddetli darbenin etkisiyle Zeus ta Dilek yarımadasına düşüyor.
Poseidon bakıyor Zeus ortalarda yok onu aramaya başlıyor. Öfkesi hala şiddetli. Etrafa şöyle bir göz gezdirince Zeus’u dilek yarımadasında görüyor. Atlı arabası ile o tarafa dört nala gidiyor. Zeus Poseidon’un çılgınca denizi allak bullak ederek üzerine geldiğini görünce Dilek yarımadası ile bir olan Samos’a doğru kaçıyor. Bunu gören Poseidon yabası ile tekrar karaya vurunca bu sefer Dilek yarımadası ile Samos birbirinden ayrılıyor. Böylece Samos adası meydana geliyor. Samos adasında kalan Zeus denize atlayarak deniz altından Güzel çamlıya kadar yüzüp deniz ile bağlantısı olan mağaraya çıkıyor. Poseidon Zeusun kaçtığını görmediğinden her tarafı aramaya başlıyor ama Zeus ortalarda yok. Zeus’u bulamayan Poseidon iyice çılgına dönerek rast gele yabasını etrafa vurmaya başlıyor. Dilek yarımadasını Samson dağına bir vuruyor dağ ikiye ayrılıyor. İki dağın arasında derin bir kanyon oluşuyor.
Zeus mağaradan dışarı çıkmadan günlerce Poseidon’un öfkesinin geçmesini beklemiş. Dağları, toprağı hallaç pamuğu gibi ayıran Poseidon artık iyice yorulunca Zeus’u aramaktan vaz geçerek at arabasını denizin altında olan sarayına doğru sürmüş. Zevki sefasında olan Zeus mağarada buz gibi suda yıkanarak gününü gün ediyormuş Nymphler (su perisi) kızlarla birlikte. Ortalık sakinleşince bir süre daha bekleyen Zeus mağaradan dışarı çıkınca Poseidon’u ortalarda görmemiş. Etrafı şöyle bir gezince Dilek yarımadası çam ormanına dönüşmüş, dağın ikiye ayrıldığını, çok güzel bir kanyonun oluşmuş olduğunu, Samos’un adaya dönüştüğünü görmüş. Sanki cennete dönüşmüş Güzelçamlı ve Dilek yarımadası. Dev dalgaların karada meydana getirdiği birbirinde güzel koylar saklı bir cennet bahçesine dönüşüvermiş. Zeus Olimpos dağındaki sarayına giderek bir daha düşünmüş; Poseidon’u kızdırmamak gerek bundan sonra.
Bundan böyle mağaraya Zeus mağarası denmiş bu güne kadar. Mağaranın içini çekiyorum, kıyıda insanlar suda yüzenleri seyrediyor.
Suyun soğuk olmasına aldırmadan kayaların üzerinden balıklama atlıyorum, coooozz. Biraz serinlik geliyor ama suyun 5 oC sıcaklığına hemen alışarak mağaranın havuzunda yüzmeye başlıyorum. Suyun soğuk olması kaslarıma iyi geliyor, sanki masaj yapıyormuşum gibi. Tüm yorgunluğum gidiveriyor birden bire. Loş mağaranın soğuk mavi sularında bir süre yüzerek dışarıya çıkıyorum, yoksa belli bir süre sonunda üşümeye başlıyorum. Erkekliğin gereği yok değil mi? Ferdimen beni su içinde çekiyor yüzerken.
Mağaradan çıkarak havlu ile kurulanıyorum. Daha sonra kamp alanına gelerek giyinip akşam yemeğini beklemeye başlıyoruz Lazoğlu kampingin bahçesinde. Beklerken de birer tane bira iyi geliyor günün yorgunluğuna. Arkadaşlarla sohbet ederek biraları yudumluyoruz. Masada; ben, Asaf, Mehmet ve İrfan var.
Akşam yemeğini yedikten sonra güneşin batışını izlemek için deniz kıyısına geliyorum. Güneş burada Samos adasının dağlarının ardında batıyor. Tam dağın ardına gelen Güneş sanki batmak istemez gibi ortalığı kızıla boyuyor birden bire. Battıkça daha da kızıl oluyor. Havanın sakinliğinde deniz Güneşe gitme der gibi dipten getirdiği dalgaları kıyıya boca ediyor. Sadece dalganın kıyıya vurduğunda çıkan ses var. Zaman sanki duruyor öylece. Güneş, dağlar ve deniz kırmızı rengin her tonuyla birbirine karışıyor. İçimde yine sevinç var, bu gün de sağlıkla Güneşin yarın doğacağını bilerek batışını güzel bir tablo gibi seyrediyorum ya en büyük mutluluk benim için.
Hava sakin, rüzgar yol ama dip dalgaları ardı sıra geliyor. Dalgaları ve batan Güneşi kızıla boyadığı Samos adasını çekiyorum.
Güneş batıp hava karardıktan sonra hep beraber oturup sohbet ediyoruz. Daha sonra yakında olan diskoya giderek bir bakınıyoruz. Müzik sesi öyle abartılı ki yanındakinin ne dediğini anlamıyorsun. Bağırsan da hiç bir şey duyulmuyor korkunç müzik her şeyi bastırıyor. Yaşadığım güzel bir günün sonunda böyle bir yerde mahvetmek istemediğimden hemen uzaklaşıyorum diskodan. Bir süre daha kamp alanında sohbetten sonra çadıra girip yatıyorum.
Resimlerin bir kısmı arkadaşlara ait. Bir kısmı da Güzelçamlı’dan Foto Tuncay’a aittir
Benim resimlerimde urimbaba.com yazıyor.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 16 Kilometre civarı.
Taptığım yolun haritası aşağıda