Etiket arşivi: ıdyma

Bahar Turu 6. Gün

28 Mart 2022 Pazartesi

Akyaka – Kızılyaka – Köyceğiz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bir şarkı mırıldanarak

Ak derenin buz gibi akan sularını seyredecektim

Şadırvan da su içecektim devamlı akan çeşmesinden

Korzo da her akşam gezinip

Yeni bir tiyatro oyununu konuşacaktık arkadaşlarla

Urim Baba’CAN 18 Ağustos 1015

 

Öne çıkmış olan görsel, iki yanda okaliptus ağaçları, yolun ortasında turuncu çantalar yüklü KUZ park etmiş.

DSCN4047

Akyaka’nın dingin sabahı insanı erkenden uyandırıyor. Bu biraz da dün akşam çok erken yatmam nedeni ile de olabilir. Ama Akyaka sakin ve sessiz bir yer. Sakar geçidinin olduğu dağdaki çam ağaçları ta deniz dibine kadar iniyor. Akyaka da çamların içinde. Haliyle gece sabaha döndüğünde bol oksijen ağır ağır deniz seviyesine doğru inerken beni oksijen tedavisi yapıyor. Oksijen tedavisi sayesinde hücrelerim yenilenmiş olarak beni uyandırıyor. Otelin üst katında mutfak var. Burada otelde kalanlar yemeğini yapıyor, masada da yemeğini yiyorlar. Yatağımdan kalkar kalkmaz eşyaları toplayıp çatı katına çıkıyorum. Henüz kimseler yok ortalıkta, sessiz. Kahvemi yapıp içiyorum.

Kahvaltı yapmak için yumurta ve ekmek almaya iniyorum sahile doğru. Açık olan bir bakkaldan 6 yumurta ve 1 ekmek aldım. Otele geri dönüp çatı katına çıktım. çıkarken de kahvaltılık malzemeleri ve çaydanlığı da yanıma aldım. İlk önce çayı demledim. Çaydanlığı ocaktan alıp demlenmesi için kenara bıraktım. 6 yumurtayı haşlıyorum büyükçe bir kabın içinde. 11 dakikada yumurtalar haşlandı. Bu da çayın demlenmesi demek. Kahvaltı soframı kurup bir güzel yaptım afiyetle. Dediğim gibi kahvaltıyı her zaman kuvvetli yapacaksın.

Apart otelin bahçesini çekiyorum, burada 3 tane çam ağacı vardı. Geçen hafta meydana gelen fırtına 3 ağacı da devirmiş. Bir tanesi de sol tarafa, diğer evlerin bahçesine düşerek ne varsa yere yapıştırmış. Şimdi ise onarım çalışmaları sürüyor. Apart otelin girişini çekiyorum. Bahçe demir parmaklıkla çevrelenmiş. Bahçede piknik masası duruyor. Bir tane de çanak anten var.

IMG_20220328_085404

Kahvaltıyı yaptıktan sonra Esma aradı uyanık mısın, kahve içmeye geleceğim diye. Ben de gel kahve içelim deyince hemen yanıma geldi. İki kişilik kahve cezvesini ocağa sürüyorum. Kahve pişince de fincanlara dolduruyorum köpüklü olarak. Esma beni ocağın üstünde cezve, iki fincan içi kahve dolu ve beni çekiyor olduğu gibi.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 11.46.55 (1)

Esma ile muhabbet ederek sabah kahvelerini içtikten sonra kahve takımlarını toplayıp çantalarıma tam koymuştum ki Fırat telefon ile aradı. Bana “Kahve hakkımız duruyor mu Urim Baba?” Ben de ona “Her zaman, sana kahve içirmeden yola çıkar mıyım Fırat çığım” “O zaman hemen geliyorum” diyerek 5  dakika sonra otele geldi yanında arkadaşı ile birlikte. Aynı Esma’ya yaptığım gibi onlara da iki kahve pişirdim. Köpüklü kahveler fincanda, ocağın üstünde cezve. Bu kez Fırat yanımda çekiyorlar bizi.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 11.46.55

Onlar kahvelerini içerken muhabbet ediyoruz sağdan soldan, salgın nedeni ile 2 yıldır yapamadığımız Az bilinen antik kentler turundan. Yani ABAK turundan. Bir ara konu İzmir’deki vapurlarda bisikletçilerden alınan ücrete geldi. Vapurlara bisikletle binenlerden 5 kuruş ücret alıyorlar deyince Fırat ta bana “Oda ücreti de bu otelde 5 kuruş” deyince hemen cebimdeki 5 kuruşu Fırat’a uzattım; “Al bakalım otel ücreti olan 5 kuruşu” deyince kahkahalar koptu birden bire. Ne güzel böyle arkadaşlarımın olması. Sizleri seviyorum.

3 ABAK’lı olarak divanda oturup resim çekiliyoruz anı olsun diye. Esma, Ben ve Fırat yan yana. Kollarımı iki arkadaşımın omuzlarına atıyorum.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 12.10.08

Kahveler içildiğine göre artık yola çıkma zamanı deyip kahve takımlarını çantaya yerleştirip bisiklete yükledim. Esma ve Fırat ile vedalaşıyorum. Sevgili Fırat beni misafir ettiğin için çok teşekkürler. Fırat bana yola çıkmadan önce “Gökova köyünden devam et, daha az yokuş çıkarsın köy yolundan” diye rotayı çizdi. Ben de “Biliyorum o rotayı, daha önce bisikletle gelmiştim buralara” diye cevap verdim. Apart otelden yola çıktığımda saat 12’yi geçmişti.

Bu gün gideceğim yol 35 kilometre civarı, o yüzden acelem yok. Amacım fotoğraf makinem ile Kadın azmağından bir kaç resim çekmek. Otelden doğruca aşağıya, kadın azmağı kıyısına vardım. Kadın azmağının deniz ile birleştiği yeri çekiyorum. Sağda bağlı kayıklar, ileride azmağın önüne set  gibi girinti yapmışlar. Buraya da kayıklar bağlanmış. Çayın sol tarafı denize burun olarak uzamış kumsal var. Akan çayın üzeri çarşaf gibi görünse de yüksek bir debi ile akıyor. Çay burada genişlediği için yayılmış, sanki akmıyor görüntüsünde.

DSCN4019

Çayın karşı tarafı kumsal, bir tane iskele yapılmış tahtadan. İskelenin yanında da yuvarlak odunlar çakılmış kumsala. Burada başlayan sahil karşıdaki Datça yarımadasını oluşturan dağların dibine kadar gidiyor. Sahil Gökova körfezinin dibi ve yaklaşık 5 Kilometre kadar. Deniz de çarşaf gibi düz, sakin görünüyor.

DSCN4020

Su berrak, dibi görünüyor, sakin görünse de akıntı fazla ve buz gibi.

DSCN4021

Çayın iki yakasında da gezinti tekneleri bağlı. Bu gezinti tekneleri ile çayın diplerine doğru insanları ücret karşılığında gezdiriyorlar.

DSCN4022

Karşı tarafa geçmek için köprü yapılmış tahta ve demir ile. Bisikletim KUZ tahta köprünün başında çekiyorum. Daha önceleri buraya geldiğimde köprünün kenarlarında tel örgü yoktu. İnsanlar köprüden buz gibi çaya atlıyorlardı. Ben de atlamıştım bir kere. Herhalde boğulanlar oldu ki korkuluklara ilave tel çit çekilerek insanların atlaması için önlem alınmış. Köprüde merdiven ve rampa yapılmış.

DSCN4023

Köprünün üzerinden çayın denize döküldüğü tarafı çekiyorum, İki kıyıda da kayıklar bağlı.

DSCN4024

Çayda iki tane yeşil başlı dövel ördek yüzüyor .

DSCN4025

Beyaz kaz da dibi yeşil yosun tutmuş çayda geziniyor.

DSCN4026

Çayın sol tarafında kayıklar bağlı, sağ taraf ise sazlıklarla kaplı, bakir ve bir çok su kuşunun barınak yeri.

DSCN4027

Sakar geçidinin olduğu kayalık dağı çekiyorum. Denizden yüksekliği 700 metre olan bu dağ azametli görüntüsü ile Akyaka’ya muhteşem bir çay sunuyor. Hem de sodalı çay.

DSCN4028

Çayda yüzen beyaz renkli kazı yakınlaştırıp çekiyorum. Akıntı kuvvetli olmasına karşı iyi bir yüzücü.

DSCN4032

Çay pırıl pırıl, berrak olarak akıyor. İçinde yeşilin tonlarını barındıran yosunlar, akıntıyla beraber dans ediyor adeta. Akan çayın içindekileri görmek için iyice gözlerimi açarak gayet net olarak görüyorum. Böyle akan sudaki görüntü sanki gözlerimi tedavi ediyormuş gibi geliyor bana. Gözlerim dinleniyor.

DSCN4033

Çayın yukarılarında restoran yapılmış çayın dibinde. İki tane taş kemer altından sular akıyor. Aynı zamanda buradan da sular yer altından fışkırıp çayı oluşturmaya başlamış. Çay buralarda başlıyor oluşmaya. Daha ötesi az miktarda akan bir dere. Bu dere ta Ula’dan geliyor. İsmi de Çay deresi.

DSCN4034

İşte yeşilin tonlarına sahip yosunlar çayın dibinde. Suyun akıntısına göre oluşan yüzey kıvrımları ışık oyunları getiriyor yeşil yeşil. Sanki gözleri tedavi eden terapi gibi. Bakmaya doyamıyor insan Baktıkça gözlerimin daha da açıldığını hissediyorum. Ve daha net görmeye başlıyorum.

DSCN4035

Buralarda çıkan kaynaklardan çay meydana geliyor. Akıntı az ve derin değil. Yosunlar güneşe yakın olunca çoğalmış ve çayın dibini kaplamış neredeyse. Çay buradan başlayan kaynaklar ve denize yaklaştıkça görünmeyen diğer kaynaklarla çoğala çoğala nehir gibi denize akmakta.

DSCN4036

Buralarda bir antik kent olduğunu bilmiyordum. Sadece kaya mezarlarını görmüştüm daha önce. Şimdilerde ise yeni kazılmaya başlanmış ve kalıntılar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamış bile. Buranın adı bulunan yazıta göre İdyma antik kenti olduğu anlaşılmıştır. Buradaki kazı çalışmaları yaklaşık 10 ay önce başladığını öğreniyorum. Tel çit çekilerek kazı alanı korumaya alınmış.

DSCN4038

Yeni kazı çalışmalarının yapıldığı yeri geçtikten sonra daha önceleri de gördüğüm kaya mezarları yanında duruyorum. Düz duvar gibi kaya kare gibi oyulup mezar yapılmış. Giriş yeri zemin ile düz, içerisi karanlık.

DSCN4039

Bu daha geniş ama derin olmayan mezar. Üstteki alın çatısı belli belirsiz görülüyor. Mezar sahibi erken ölmüş olmalı ki kaya mezarı yarım kalmış sanki. Ya da parası bitmiş olabilir. Usta bedava çalışmaz.

DSCN4040

Yanında da girişi küçük mezar odası var.

DSCN4042

Bu mezar ise zengin birine yada ünlü komutana ait olmalı. Kayalar yanlar ve çatısı tamamen oyulup, girişinde sütun ve çatı alınlık olarak yapılmış. Yanlardaki boşluktan bir insan geçecek kadar. Daha önce çepeçevre geçmiştim. Kapısı küçük olsa da içerisi oda kadar geniş. mezarın içi tamamen boş.

DSCN4043

Yoluma devam edip Gökova köyüne geldim. Meşhur eski Marmaris yolu, şimdiki adıyla aşıklar yolunun başladığı yerdeyim. Buradaki yol beton kilitli taş ile kaplanmış. Yolun iki yanındaki okaliptus ağaçları acayip biçimde budanmış. Neredeyse dal yok.

DSCN4044

Köyün içinde kalan yolun pek önemi yok. asıl olan yer ise Marmaris – Fethiye kavşağından sonra başlayan yol. Aşıklar yolu olmasının nedeni okaliptus ağaçlarının budanmamış olması ve araç trafiğine kapalı olması. Yol kullanılmadığı için asfalt bozulmaya başlamış. Bisikletim KUZ’u yolun ortasına park edip uzaktan çekiyorum iki yandaki kalın gövdeli okaliptus ağaçları arasında. Yol düz olarak uzayıp gidiyor.

DSCN4046

Optik zoom ile bisikletimi yakınlaştırıp okaliptus ağaçlarının muhteşem güzel sarkan dalları ile yeşillikler içinde çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN4047

Optik zoomu daha da yakınlaştırıp yolu kimse olmadan çekiyorum. Öyle bir görüntüsü var ki sanki orman içinden geçen bir yol gibi. Ağaçların boyu çok yüksek ve gökyüzünü tamamen kapatmış durumda. Yeşil bir tünel görünümünde.

DSCN4049

Buraya aşıklar yolu denmesinin nedeni ise yanımdan geçen sevgililer yürüyüşe çıkmış. Yanımdan geçip gittikten sonra KUZ ile birlikte ileride yürürken çekiyorum.

IMG_20220328_130740

Aşıklar arkası dönük yürürken daha da yakınlaştırıp çekiyorum aşıklar yolunda.

DSCN4051

Aşıklar yolundan geri dönüp Gökova köyünde ilerlemeye başladım. Amacım Fırat’ın dediği yoldan gitmek. Köyün içinden geçerken Toros dağları beyaza bürünmüş halde görünce çekiyorum. Daha yeni bahar aylarına girmemize karşın yüksek Toros dağları kar örtüsü altında.

DSCN4052

Ovada da beyaza bürünmüş bahar çiçekleri ile. Erik ağacının dalları tamamen beyaz çiçeklerle kaplı.

IMG_20220328_143632

Gökova köyü içindeki yolu takip ederken bir de baktım ki ana yola çıkmışım! Hayret köy içinden giderek diğer köylerden geçecektim. Köy sokaklarında da herhangi bir yol sapağı da görmediğimden ana yola çıkmış oldum. Artık geri dönmenin anlamı yok deyip ana yola çıkıp gitmeye başladım. Henüz ovadayım, yol kıyısındaki emniyet şeridinden giderken az ileride birinin bana el salladığını gördüm. Yanlarına gelince bir de baktım ki bizim Fırat. Bana; “Hayırdır çok geç kalmışsın” deyince ben de ona bisikletimdeki küçük kaplumbağayı gösteriyorum. “Benim acelem yok, kaplumbağa gibi hareket ediyorum.” Fırat mermerciye gelmiş ama mermerci ortalarda yok. Fırat ile tekrar vedalaşıp yoluma devam ettim. Önümde uzun bir yokuş var. Bir kısmını yürüyerek çıktım, sonrası küçük inişler, çıkışlarla devam ediyorum. Bir ara sıkışınca bir yerde durup orman içine girdim. İşimi hallettikten sonra orman içinde bizim buralarda “Sarmaşık” ya da halk dilinde “Teldirgen” dediğimiz yenen bir bitki görüyorum. Bu bitki normalde ince dikenli bir bitki. Bahar aylarında yerden yeni filiz verir. Bir adı da “Filiz” olarak ta anılır. Bu filizleri çiğ olarak yiyebilirsiniz. Bu filizleri toplayıp satan da var, salata olarak yapıp yiyen de var. Ben de bu filizleri görünce çevredeki toplayıp yiyorum taze taze. Bu filizler büyüyüp dikenli bir bitkiye dönüşecek. Teldirgen filizini yakından çekiyorum kurumuş çam yaprakları arasında.

IMG_20220328_160906

Yola devam ediyorum, yol düz değiş, iniş çıkış var ama sert değil. Daha önce bu yoldan bir kaç kez geçmiştim, çam ağaçlarından başka görülecek bir şey olmadığından Köyceğiz’e karar resim çekmedim. Yolda Tuğba beni telefon ile arıyor “Neredesin, geç kaldın” diye. Ona “Saat 5 gibi gelirim, yanına gelince anlatırım” diye cevap veriyorum. Tuğba bana daha önce konum atmıştı. Bir de Köyceğiz’e girmeden düz devam edip son çıkıştan içeri girmemi söylemişti. Köyceğiz’e bir kaç kez geldiğimden evinin yerini tahmin edebiliyorum.

Yolda en güzel şey nedir biliyor musunuz? Bir ses duymak derim. Çok uzaklardan bir dostun sesi. Uzun süredir görmediğin, duymadığın sesi birden çalan telefondan duymak. Yol kısa olsa da yorgunluk baş gösterirken bana güç veren ses.

“Bir ses gelir ya uzaktan,

Sanki yakınınımdaymış gibi

Hani duymayı özlediğin ses

Bir türkü çığırır gibi

Tatlı, huzur dolu

İçim huzurla dolar

Duyduğum ses ile

Oturup dinlersin

Dünya yok olur

Bir martının ayaklarında

Masmavi deniz, bir kayık yelkenini açmış

Bir anda kavuşursun

El salladığına

Urim Baba’CAN Haziran 2022

Telefon çalınca yol kıyısında durup açıyorum. Sevgili arkadaşım Devrim’in telefonda sesini duyunca birden içime bir huzur geldi. Tüm yorgunluğum bir anda kayboldu. Ne kadar özlemişim, sesini duymayalı epey olmuştu. Haliyle ilk önce şaşırdım niye arıyor diye. Hem de yolda giderken. Beni Fırat’ın paylaştığı resimde görmüş sosyal medyada. Nerede olduğumu da öğrenince yolcuya moral vermek için telefonla arayayım demiş. Ne de güzel oldu araması. Bir süre muhabbet ediyoruz, ordan burdan, hal hatır. İnsanın sevdikleri olmalı, uzak ta olsa hal hatır soracak. Devrim’e teşekkür ediyorum aradığı için. Yolcunun başına gelebilecek en güzel şey bu olmalı. Ben de şanslı olmalıyım ki böyle şeylerle karşılaşıp anılıyorum. Moralim çok yüksek.

Hedefime çok yaklaşmışken birden enerjim yükseliyor ve kısa sürede başka bir dostların evine varıyorum. Tuğba ve Cüneyt beni bahçelerinden karşılıyorlar. Hasretle kucaklaşıyoruz. Bisikleti bahçeye alıyorum. Tuğba’ya neden geç kaldığımı bisikletimdeki kaplumbağayı gösteriyorum. “Kaplumbağa gibi yavaş hareket ediyorum, o yüzden geç kaldım ama varacağım yere de varmış oluyorum” diye açıklamada bulunuyorum. Bahçede yatar bez koltuklarda oturup bir süre dinlendim. Tuğba da hemen bir yorgunluk kahvesi yapıyor. Kahveyi içerken Tuğba bizi çekiyor Cüneyt ile. Ev sığla ormanının dibinde.

WhatsApp Image 2022-03-28 at 17.44.31

Gelmemi dört gözle bekleyen ev sahipleri hazırlıklarını yapmış. Ben duşa girerken Cüneyt balıkları pişiriyor. Üzerime temiz elbiseleri giydikten sonra mutfaktaki küçük masaya oturduk. Balıklar pişmiş, mideye indirmeden önce ön hazırlık yapıyoruz. Kadehler kaldırılıp tokuşturuluyor kavuşmamıza. Zaten balıklar boş midede ne yapsınlar ki! illaki rakı denizinde yüzmek isterler. Ondan sonra ne yersen ye. Cüneyt elçek resim çekiyor üçümüzün kadeh tokuşturmasını.

WhatsApp Image 2022-03-30 at 10.15.49

Yemek faslı muhabbetle uzun sürdü. Ne çok konumuz varmış konuşmak için. Mutfaktaki küçük masadan kalkmadan saatlerce muhabbet ediyoruz. Ne güzel dostlarım varmış, iyi ki varlar. Ben onlara yoldaki maceralarımı anlatıyorum. Onlar da dinliyorlar can kulağı ile. Gecenin geç vakitlerine kadar muhabbet devam ediyor. Mart ayının son günleri olmasına rağmen havalar henüz ısınmadı. Kapı, pencereyi kapattık, klimayı da çalıştırıyor Cüneyt. İnsan bir yere kadar dayanıyor, sonunda uyku kapı ardına geldi. Kaçırmadan yatmalı değil mi. Ben de kaçırmadan hazırlanmış yatağıma girip yatıyorum tatlı düşlerle.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 42 Kilometre civarı

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 1. Gün

17 Mayıs 2016 Salı

Muğla – Akyaka – Marmaris

( Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır )

 

Hissen yok bu akşamda senin
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, zakkum ağacının dalları, pembe çiçekleri ardında Gökova körfezi.

Eski ama yeni bir tur başlangıcı, daha önce gittiğim bir tura ikinci kez katılacağım. Aslında niyetim yoktu ama özel davet gelince kırmamak olmaz deyip hadi gideyim dedim.  Zaten hep Muhlis Dilmaç’ın başının altından kalkıyor ama yok ne yapayım. Muğla Bisiklet Derneği başkanı Levent Sevil bu yıl özel konuklar listesine beni de eklemiş sağ olsun. Zaten o sıralarda yapacak başka işlerim yoktu. Tur hazırlıklarına başladım. Her zamanki aldığım eşyaların yanına bu kez kahve takımlarımı, kahve değirmenimi ve kavrulmuş çekirdek aldım bolca. Akşamları kahve yapacağım elimden geldiği kadar. Zaten beni kahve için davet ettiler. Eh bende de kahve yapma gayreti içinde olunca seve seve yaparım dedim. Hazırlıkları bitirip gündüz vakti Muhlis Dilmaç ile buluşup oto gara kadar pedalladık. Otobüse bisikletleri sorunsuzca bindirdik. Muhlis Dilmaç’ın bisikleti elektrikli, onu biraz zahmetli sokabildik bagaja. ama sığdırabildik. İkimiz yan yana yolculuğumuza keyifli başladık. Hoş sohbetler bitince önümüzdeki ekranlardan kulaklıkları takıp filimler izlemeye başladık.

Arka kapının önünde ki koltukta, sehpası olan yerde Muhlis Dilmaç ve ben kafa kafaya sehpanın önünde elçek yaptık. Yüzlerimizin yansıması sehpanın parlak yüzeyine vurmuş. Kulaklıklar kulağımızda, benim yeşil, Muhlis Dilmaç’ın siyah bufları kafamızda.

Akşam olmadan Muğla’ya vardık, otobüsten bisikletleri ve eşyaları indirip bagaja yükledikten sonra ilk önce sevgili arkadaşım ve bisiklet turlarını Türkiye de başlatan sevgili Öğretmenim Serkan Taşdelen’in dükkanına uğradık. Dükkanın ismi Pedalla Bisiklet. Serkan Taşdelen ile sohbet ederken çayları da içiyoruz bu arada. Dükkanı açmıştı daha yenilerde ama ilk defa geliyorum dükkana, o yüzden bisikletime bir tek vuruşlu zil aldım siftah olarak. Serkan’ın dükkanından çıkıp kamp yerine doğru gittik. Katılımcılar kalabalık, herkes çadırını kurup yerleşme telaşında. Beni görenler hoş geldin Urim Baba diye selam veriyor. Ben de karşılık veriyorum hepsine. Çadırı kurmadan Muhlis beni aldı götürdü çarşıda bir restorana. Burada Muğla bisiklet derneği başkanı Levent Sevil ve derneğin diğer üyeleri oturmuşlar demleniyorlardı. Biz de masaya oturup onlara eşlik ettik kadehlerle. Şarkılar, türküler, sohbetler gırla gidiyor. Yemeğin sonunda sıra geldi kahve yapmaya. Takımları çıkarıp kahve pişirdim masadaki herkese. En son kahveler içildikten sonra ilk fincanım kırıldı yıkanırken. Muhlis Dilmaç fincanı yıkarken elinden yere düşürüp kırıldı. Eksik kalan bir fincanı restorandan alıp takımın içine tamamladım. Olur böyle vakalar dedik kalbimiz kırılmasın yeter ki. Gece geç olunca otele gidip orada yattık, sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı yapıp kamp yerine geldik. Burada eşyaları kamyona veriyorlardı bisikletçiler. Ben de sadece çadır, mat ve uyku tulumunun olduğu sosis çantayı verdim araca. Oradan Menteşe Belediyesinin Konakaltı kültür evine geldik. Eski bir konak olan bu yer restore edilip yenilenerek kültür binasına dönüştürmüş belediye.

Resimde Menteşe belediyesi Konakaltı İskender Alper kültür merkezi tabelası asılmış konağın giriş kapısındayız. Tabelanın altında da 17 – 21 Mayıs 10. Gökova Bisiklet Turu pankartı asılmış. Rengi de turkuaz mavi. Kapı girişinde kırmızı beyaz balonlar ile süslenmiş. Kasklı bisikletçiler de konağın önündeki sokakta toplaşmışlar.

Konağın içinde geniş bir avlu, avluya girip bisikletleri park ediyoruz bir yerlere. Avluda kahvaltıyı yapıyoruz. Kahvaltı bitimi Muhlis Dilmaç hadi kahve yap bakalım daha zamanımız var diyerek bir masa ve sandalye alıp avlunun tam ortasına tezgahı kurduk. Tabelamı da yerleştirdim masaya. Kahve kutumda da kahve az olduğu için kahve değirmenine kahve koyup çekmeye başladım. Tam o sırada ilgilerini çekmiş olmalı ki Muğla valisi, Büyükşehir belediye başkanı ve yanındakiler önüme geldiler. Merakla bana bakıyorlar ne yapıyorum diye. Muhlis Dilmaç ta beni tanıtıp ilk önce kahve değirmenini valiye veriyor. “Öyle seyretmekle olmaz değirmeni çekmek gerek. Bedava kahve yok” deyip valiye çektiriyor biraz. Sonra belediye başkanı çekiyor. Ardından yardımcıları da elden ele çekip durdular. Kahve çekildikten sonra 4 kişilik kahveyi cezveye koyup pişirmeye başladım protokol önünde. Masanın yanında oturan Muğla’nın eski hakimlerinden bisikletçilerin duayeni oturuyor. En yaşlı bisikletçi olarak aramızda. 83 yaşında maşallah diyoruz. Vali de onunla sohbet ediyor kahve pişesiye kadar. Kahve pişince ikram ediyorum vali, belediye başkanı ve yanındakilere. Onlar da afiyetle içiyorlar.

Muhlis Dilmaç ta bizlerin halini elçek ile çekiyor telefonunla. Kendi başı en önde kocaman arkasında ben, yanımda emekli hakim oturuyor masa kenarında. Vali yardımcıları, vali ve belediye başkanı masanın önünde.

Aramızda küçük katılımcı bir grup var. Gruptakilerin hepsi de çocuk, kafalarında kaskları takılı, mavi tişortlarını giymişler. Ellerinde üç tane mavi karton var. Kartonlarda Mavi Bulut 1A Pedallıyor yazıları yazılmış ayrı ayrı. İlkokul 1. sınıf öğrencileri çok şirinler. Mavi tişört giymiş erkekler, sadece bir kız çocuğu pembe tişört gitmiş. Tıpkı mavi şirinlere benziyorlar. Sadece kafalarında kukuleta yok kask var.

Protokol ve turu düzenleyen Levent Sevil açılış konuşmasını yaptıktan sonra Muğla büyükşehir belediye başkanının start vermesi ile tur resmen başladı. Kalabalık, 300 kişilik bisiklet ordusu Muğla caddelerinde adeta gövde gösterisi yaparak geçtikten sonra Muğla üniversitesinin kampüsleri olan yokuşu bir çırpıda çıkıp aşağıya son sürat indik. İlk mola yerimiz Ula, burada su ve çay ikramlarını alıp dinleniyoruz biraz.

Belediyeye ait park yerinde bisikletleri park edip ağaçların altındaki masalara oturduk.

Molanın ardı yine yol ve hareket başladı. Ula çukurda kalıyor, daha önce indik. Yine çıkış başladı Sakar geçidine doğru.

Bisikletler önümde yolun sağ şeridine taşmış olarak araç trafiği ile beraber sürüş yapıyoruz.

Henüz yokuşun başındayız, arkadan gelen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Şimdilik yola çıktığımız yerin rakım yüksekliğine göre fazla tırmanmasak da Sakar geçidine çıktık.

Tabelada Sakar Geçidi Rakım 670 yazıyor. Bisikletim KUZ ile turuncu renkli çantalarımla beraber resmini çekiyorum. Yoluna devam eden bir kaç bisikletçi de kareye giriyor.

Sakar geçidinin sağ tarafında yamaç paraşüt pisti var. Buradan paraşütçüler uçurumdan kendilerini Gökova körfezinin eşsiz güzelliklerine bırakıyorlar. Henüz o tarafa gitmedim ama bir gün girmek gerek. Çam ormanlarından geçmek gerekecek.

İnişe başlamadan önce bizi durduruyorlar. Parça parça gruplar halinde inişe izin veriyor görevliler. Trafik polisleri de trafiği kontrol ediyor bizlere yardımcı olmak için.

Ve 9.5 Kilometrelik iniş başlıyor. İniş Gökova körfez manzarası eşliğinde oluyor. Bu manzarayı çekebilmek için kontrollü olarak orta refüje geçtim. Bisikletçiler kendilerini bırakmış pedal çevirmeden iniyorlar.

İniş sert ve virajlı, fren yapmak gerekiyor bazen. Yoksa durmak zor bu yokuşta. İnerken dikkatli iniyorum ve güzellikleri kaçırmamak gerek diyerek durup sarı çiçek açmış ok yapraklı çalıların manzarasını çekiyorum.

İndikçe manzara değişiyor. Gökova körfezinin dibi düz bir kıyısı var. Küçük bir kumsal şeridinden sonra tarlalar başlıyor. Karşıda Datça yarımadası Ege ve Akdeniz’e doğru uzayıp gitmiş. Burun görünmüyor. Gökova körfezi Ege denizi, yarımadanın diğer tarafı da Akdeniz.

Zakkum çiçeklerinin pembe rengi yeşil bitki örtüsü ve denizin masmavi rengi ile uyum içinde bir fon oluşturmuş. Hava açık ve bu fonun açık tonlarını oluşturmuş. Resmi çektiğim yer daha alçak bir yer. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Sonunda Gökova körfezinin sahilinde kumsaldayım. Deniz dalgalı, beyaz köpükler saçarak kıyıya vuruyor belli aralıklarla.

Öğle yemeğini Akyaka da yiyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Grup kalabalık olunca erken gelen yemeğini yiyip Marmaris’e doğru yola çıkmışlar. Sonradan gelenler yemek kuyruğunda bekleyip alasıya ve yiyesiye kadar zaman geçiyor. O yüzden bisikletçi grubun ucu bucağı belli değil. Ben kendi halimde etrafı seyrederek ve resimler çekerek yola çıktım. Belki de Dünyanın en kısa nehri olan Azmak çayı beni her zaman cezbetmiştir. Pırıl pırıl akan berrak sodalı suyu, içindeki rengarenk su yosunlarının akıntıya kendini bırakmış halini izlemek doyumsuz. Kıyılarda sazlıklar ve durgun akan su yüzeyinde yansımaları göze çarpıyor.

Gözlüksüz su içindeki yosunları ve taşları çok net görüyorum.

Kavak ve söğüt ağaçları arasından akan çay su içindeki yosunlarla beraber akıyor.

Azmak nehrinin çıktığı yer deniz kıyısından yaklaşık 2 Kilometre civarı olmasına rağmen denize ulaşasıya kadar nehir boyutunda bir debiye ulaşıyor. Suyun çıktığı yerde akış az miktarda akıyor. Kıyılarda ağaçlar tek tük çınar ve çam ağaçları.

Azmaktan akan su temiz ama sodalı olunca içme suyunu kümbet sarnıçlarda biriken yağmur sularından karşılanıyor. Önümde kubbeli bir sarnıç görünüyor. Taş ile örülerek yapılmış hem kubbesi hem de yan duvarları.

Kayalara oyulmuş kral mezarlarını görünce durup resimlerini çekiyorum. Mezar kısmı kapısı küçük bir dikdörtgen, kıyılarda iki sütun oyulmuş. Mezarın içi tamamen kaya içine oyulmuş durumda. O zamanlarda böyle bir mezara sahip olmak için ya kral olacaksın, ya ünlü bir komutan ya da çok zengin olacaksın. Bu kadar kaya kütlesini oymak için çok işçilik gerektirir.

Akyaka, doğal güzellikleri kadar yüzlerce yıllık tarihi kalıntılarıyla da öne çıkar. Yaklaşık 2500 yıllık geçmişi olan Antik Idyma kentine ev sahipliği yapan Akyaka’daki tarihi eserler arasında kaya mezarları ve bir oda mezarı bulunur.

Kaya Mezarları

Likya bölgesinin başta gelen mezar tiplerinden biri olan tapınak görünüşlü kaya mezarlarının benzerleri, Karya bölgesinin güney kesimlerinde de görülür. Akyaka ile Gökova arasında kalan Kaya Mezarları bunlara bir örnektir. Tapınak görünüşlü mezarlar İon düzeninde ve templum in antis planında yapılmıştır.

Mezarlardan biri bitirilememiştir. Küçük olduğu için iki değil de tek sütuna sahiptir. Bu sütun korunmamıştır.

Kaya mezarlarının kapısı özel olarak biçimlendirilmiş taş kapılarla kolaylıkla açılamayacak şekilde kapatılırdı. Bu tip mezarlar çoğu zaman sıvanır ve boyanırdı. Akyaka’daki mezarlarda hala sıva ve kırmızı boya izleri seçilebilmektedir. Kaya mezarları varlıklı kişilerce bir prestij sembolü olarak inşa edilirdi.

Oda Mezarı

2001 yılında Akyaka’da gerçekleştirilen altyapı çalışmaları sırasında bir oda mezarı keşfedildi. Roma Devri’ne ait olan mezar, Idyma kentinde şu ana kadar hiç soyulmadan bulunan ilk ve tek oda mezarıdır. Üç metreye iki metre boyutlarındaki mezarın üç tarafında ölülerin ve sunuların konulduğu klineler yer almaktadır. Mezar girişinin sağ yanındaki blok taş üzerinde M.Ö. 2. yüzyıla ait bir yazıt bulunmaktadır. Yazıtta şöyle yazmaktadır: “Eudoros’un kızı Symbra’lı(Symbris’li) sevgili Menias, elveda.”

Mezardan yedi farklı insanın iskeletinin yanında kandiller, kaseler, testiler, bronz sikkeler, bronz kilit, strigilisler, bronz takılar, cam kaplar ve altın küpe çıkarılmıştır. Mezardan ele geçen en erken eser M.Ö. 3. yüzyıla, en geç eser ise M.S. 3. yüzyıla tarihlidir. Yani bu Oda Mezarı yaklaşık 600 yıllık dönem içerisinde farklı zamanlarda kullanılmıştır.

Gökova köyünden geçip kavşağa geliyorum. Fethiye – Marmaris yol kavşağı. Biz Marmaris’e doğru gideceğiz ama yeni yoldan değil. Kısa bir süreliğine eşsiz yollardan birinde okaliptüs ağaçlarının arasından gideceğiz. Eski Marmaris yolunun iki kıyısında sıralı okaliptüs ağaçları dikilmiş. Ağaçlar zamanla büyüyüp kalın gövdeli kocaman olunca yol tamamen gölgede kalıyor. Bu yol şimdi araç trafiğine kapalı, sadece yayalar ve biz bisikletçiler girebiliyoruz. Ağaçların gövde kalınlığına bakarsak 200 – 300 yıllık olması olası. Zemin kilitli beton parke taşı döşemiş belediye. Bu yol 3000 metre civarında.

Bisikletim KUZ sehpasında park edilmiş yol kıyısında ağaçlı yolun resmini çekiyorum.

Belli bir yere kadar, Fethiye – Marmaris yol kavşağına kadar parke taş döşeli. Kavşaktan sonra eski asfalt yol, kimi yer dağılmış durumda. Ağaçların boyu neredeyse 20 metreye ulaşarak gökyüzünü kapatmış durumda. Üst dallar birbirine girmiş göğü görmek imkansız hale getirmiş. Benim gibi bu yolda bisiklet sürmek isteyenler de var. Aracın olmadığı yerde üstelik tamamen gölgelik yolda bisiklet sürmenin keyfini yaşıyoruz.

Muhlis Dilmaç ta bunlardan birisi. Elektrikli bisikleti ile bana poz veriyor. Kafasına da iki tane tüy takmış.

Okaliptüs ağaçlı yol bitince mecburen ana yola çıkmak zorunda kaldık. Sağ tarafta ağaçlı yol, önümde geliş yeni asfalt yol ve tam karşıda Sakar yokuşu ve dönemeçli yolu.

Gökova ovası düzlüğü bitti, yavaş yavaş yükseliyoruz.

Akyaka dan bizimle beraber gelen bu siyah köpek o kadar kovalamamıza rağmen bizi takip etmeye devam ediyor. Dili bir karış dışarıda, bu sıcak havada üstelik siyah tüyleri var, susuzluktan geberecek haberi yok. Ne yaptıksa ikna edemedik. Kimisi su verdi matarası ile. Üstelik yoruldu da ama geri dönmeye niyeti yok.

Yokuşta yorulan bisikletçi bisikletinden inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Bisikleti katlanır olduğu için zorlanıyor. Siyah köpek onun yanında gidiyor. Yürüme hızında birini bulunca koşturmaya gerek görmüyor anlaşılan.

Yükseldikçe Gökova körfezi ve ovası daha güzel görünmeye başladı. Sakar yokuşu ve dağ muazzam görünüyor.

Tam bir yıl önce (24 Mayıs 2015) burada Marmaris’e giden 59 yaşındaki Fransız bisikletçi  Christian Jean Auguste Niaffe emniyet şeridinde !!! giderken 48 SK 338 plakalı arabayı kullanan dangalak bir sürücünün arkadan çarpması sonucu yaşamını yitirmişti. Tam da kazanın olduğu yere bisikletçi arkadaşlar anısına çam ağacının gövdesine BİSİKLETÇİ ÖLÜMLERİ DURSUN yazısını asmışlar. Burada durup talihsiz bisikletçiyi anıp dua okudum ruhuna. Dangalak sürücülere eğitim versen de fark etmez yine dangalak olmaya devam edecektir. Ülkemizde adam öldürmek kolay ve öldüren de tutuksuz yargılandı. Adalet olmayan bir yerde mahkemenin verdiği karar ise şöyle ;

“Yaşanan olayın ardından Marmaris 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın karar duruşması geçtiğimiz günlerde yapıldı. Mahkeme sanık sürücüye önce, “taksirle adam öldürme” suçundan 5 yıl hapis cezası verdi. Ancak cezada indirime giden mahkeme, “Sanığın sosyal ilişkileriyle cezanın sanığın geleceği üzerindeki etkileri lehine” gerekçesiyle cezayı 4 yıl 2 aya indirdi.

Verdiği bu cezayı da para cezasına çeviren mahkeme, sanığa günlüğü 25 TL’den 38 bin TL para cezası verdi. Cezanın 24 eşit taksitle ödenmesine karar veren mahkeme, sanığın parayı ödememesi halinde cezasın, hapse dönüştürüleceğini kararında belirtti. Ayrıca sanığın ehliyetine de 1 yıl süre ile el koyuldu. Dava kapsamında mahkemeye ulaşan iki bilirkişi raporunda da sanık tam ve asli kusurlu bulunurken, Niaffe ise kusursuz bulunmuştu.”

Ülkemizdeki insanlara verilen bu değere yazıklar olsun, adalete de……

Kazanın olduğu yer, belki de ben de olabilirdim Fransız bisikletçinin yerinde. Bu olaya sebebiyet veren sürücü ne hapis yattı ne de cezasını çekti. Para ise komik, acaba vicdanı rahat bırakacak mı?, yoksa hiç vicdanı yok mu? Peki mahkemenin vicdanı??? kararı veren hakimin vicdanı?

Neyse yola devam ediyorum. Sağ tarafımda küçük bir çay akmakta, çınar ağaçları çayın etrafını kaplamış durumda.

Demin akarken gördüğüm çayın adı Gelibolu çayı imiş. Çanakkale deki Gelibolu’yu biliyordum sadece. Burada çaya aynı ismi vermeleri bir garip. Çayın üzerindeki köprüde Gelibolu tabelası konulmuş. Bu köprüde emniyet şeridi yok. Köprünün korkuluk demirleri ve siyah beyaz fosforlu dik bir tabela konulmuş. Fransız bisikletçiye emniyet şeridinde çarpan dangalak sürücü bu köprüde emniyet şeridinde gitseydi de köprüden aşağı uçup geberseydi daha iyi olurdu. Hiç olmazsa başkalarına zarar vermez, mahkemeler de adaletsiz karar vermek zorunda kalmazdı !!!

Dağın yalçın kayalarının yamacından gidiyoruz.

Kimi bisikletçi yorulmuş, beton duvara nalları dikip pistonları soğutmaya çalışıyor. Ben de bu pozu kaçırmıyorum.

Son yokuşu çıktım, zirveden Marmaris’i ve denizin küçük bir parçasını görüyorum. Artık inişe geçebilirim.

Tam inişe geçeceğim sırada arka lastik inmiş, bisiklet sağa sola yalpalamaya başlayınca bir de baktım ki arka lastik asfalta yapışmış. Hal böyle olunca durup bagaj çantalarımı çıkarıp tekerleği söktüm. Dış lastiği kontrol edip batan pıtrak dikenini çıkarıyorum ilk önce.

Yolun kıyısında sehpasının üzerinde KUZ öylece sakin olarak duruyor. İki turuncu renkte bagaj çantam yerde. İnişe geçtiğim için rüzgarlığımı giymiştim terli olduğum için. Mavi rüzgarlık ta çantanın üzerinde. Arka tekerleğim yerde, iç lastik sökülü altta. Yedek lastik de henüz açılmamış.

Lastiğimi takıp işi bitirdikten sonra inişe kaldığım yerden devam ederek Marmaris’e giriyorum. Bundan sonra hiç resim çekmemişim. Lastiğimin patlaması sonucu epey geride olduğumdan kalacağımız yeri bilmediğimden Muhlis Dilmaç’a konum atmasını söylüyorum. Atığı konuma göre haritadan takip ederek otele vardım. Otelin havuzu vardı ama su donum kamyona verdiğim çantada olduğundan havuzu sadece seyrettim içim giderek. Çünkü kamyon nedense çok geç geldi. Sosisi kamyona verdiğime pişman oldum ama yok ne yapayım. Yarın onu da bagajımda taşırım artık. Bu akşam otelde odalarda kalacağımızdan çadır kurmaya gerek yok. Yemeği yiyip kahvemi de içtikten sonra fazla geç olmadan odama çekilip erkenden yattım.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 70 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc