Etiket arşivi: ula

Bahar Turu 5. Gün

27 Mart 2022 Pazar

Gölköy – Muğla – Ula – Akyaka

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Belki de Şair olacaktım

Kaleye çıkıp şiirlerimi fısıldayaçaktım tüm Prizren’e

Kimseyi ayırt etmeden, eşit olarak

Zengin ya da fakir hepsi duyacaktı şiirlerimi

Şar dağlarında gezinecektim orman patikalarında

Bir şarkı mırıldanarak

Ağustos 2015

 

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ çantaları yüklü, park etmiş durumda. Muğla – Fethiye kara yolunda sakar geçidindeyim. Tabelada; Sakar geçidi Rakım: 670 yazılmış.

IMG_20220327_163625

“Güne nasıl başlarsan öyle gidermiş” derler. Ben buna inanırım. O yüzden erken kalkmaya özen gösteririm. Gün ışığından ne kadar yararlanırsam o kadar enerjik ve iş bitirici olurum. Böylece daha çok zamanım olur. Zaman önemli, an’ı yaşamak için zamana gereksinim var. Zaman sürekli akıp gider hayatımızdan ve an’ları alıp götürür geri gelmemecesine. Bir daha o an’ı yakalayamazsın. İşte o an’lardan birisi de sabah kahvesi. Bunun tadına doyamıyorum. Nerde olursam olayım, ister çadırda, ister evde sabah kalkar kalkmaz ilk işim kahve pişirmek. Günün hiç bir saati sabah kahvesini içtiğim an gibi olmuyor. O an geldi çattı ve sabah kahvemi pişiriyorum. Ayhan henüz kalmamış, tek başıma içiyorum. Bu tura yalnız çıkmam biraz zor olsa da iyi ki çıkmışım ve ruhum dinlendiğini hissediyorum yavaş yavaş. Hani daha önceki tur yazılarımda yazmıştım ya “Ruhu beklemek gerek bazen” Ben de bekliyorum ruhumu ve geldiğini hissediyorum. Yalnız olmanın huzuru içindeyim.

Kahvemi içip fincanı ve cezveyi yıkadım. Bir süre cep telefonumdan sosyal medyaya bakmaya başladım ne var ne yok diye. İşin sevindirici yanı cep telefonundan kimsenin yaş gününü göremediğimden kutlamıyorum. Böylece kimsenin duvarına toslamıyorum. Sosyal medya kullanıcılarının bazıları nedense yaş gününü yazmış ama kimseye cevap vermemek için yaş gününde duvarını kapatıyor. Bir şey yazamıyorsun o gün. Sadece mesaj atman gerek yaş günü kutlamak için. Benim hoşuma gitmeyen bu durum karşısında çaresiz duvarına toslamış oluyorum. Mesaj atma huyum da yok. Böyle seyahat durumlarında kafam biraz rahatlıyor. Nedeni ise kapalı olan duvarlara toslamamış olmak. Ohh içim rahat, ne güzel. Bisiklet turlarında sosyal medyayı fazla kullanmıyorum. Zamanım da olmuyor. Sadece şöyle bir göz gezdiriyorum o kadar. Fazla bir şey de paylaşmıyorum. Sadece açtığım albüme bir yada iki tane resim atıyorum o gün çektiklerimden merak edip beni takip edenler için.

Ayhan Akın uyandı, salon ile mutfak bir. İkisini ayıran banko gibi bir masa. Burada yemek, kahvaltı yapılıyor. Ben mutfak düzenini bilmediğim için kahvaltıyı Ayhan uyandıktan sonraya bıraktım. Ayhan kahvaltıyı hazırlıyor, sanki köy kahvaltısı gibi serpme kahvaltı. Yok yok, bir kuş sütü eksik. Neyse ki kuşun sütü olmuyor. Yoksa kuşu nasıl tutup sağacaksın. Hem bir kuştan ne kadar süt sağabilirsin ki. Tanrı bunu düşünmüş olmalı ki kuşlara süt vermemiş. Bir tek uçan memeli yarasa var. Onu da kimse tutup sağmıyor bir damla süt için.

Zengin kahvaltı sofrasında neler yok ki? Kızarmış ekmek, çay, iki çeşit zeytin, iki çeşit peynir, sucuk, salam, yumurta, çoban salatası, tereyağı ve bal. Böyle zengin kahvaltıyı her yerde yiyemezsin. Sofraya Ayhan’ın kahkahası zenginlik katıyor. Ayhan beni cep telefonu ile kahvaltılıklarla birlikte çekiyor. Üzerimde uzun kollu sarı tişört, yelek ve başımda mavi buff var.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 16.50.42

Kahvaltıdan sonra kahve pişirip içiyoruz. Kahveyi bu kez Ayhan pişiriyor. Kahveyi evin arka bahçesinde, yeşillikler arasında sarı çiçeklerin yanında içiyoruz. Sarı çiçekleri yakından çekiyorum. Sabah güneşi altında kahveleri içtik. Ardından eve girip eşyalarımı ve kahve takımlarımı çantalara yükledim. Çantalar yola çıkmaya hazır.

IMG_20220327_105223

Ayhan madem geldin şöyle kısa bir tur yapalım deyip evden çıkıyoruz. Çantaları bisiklete yüklemeden boş olarak yakın olan sahile indik. Deniz çarşaf gibi, kumsalda Ayhan’ı bisikleti ile çekiyorum. Ayhan Üzerine dikkat çekici renk olan turuncu bir rüzgarlık giymiş. Küçük bir dere kendine kumsalda yol açmış denize akıyor. Siyah bir köpek kıyıda. Karşıdaki burunda yüksek bir tepe var.

DSCN3997

Denize kavuşan derenin ağzını, yay gibi kumsal ile denizin durgunluğunu çekiyorum. Denizin ve buraların en güzel zamanı. Sessiz, sakin, insan yok. Bu görüntü bana huzuru anlatıyor, sanki ruhum tazeleniyormuş gibi. Tıpkı derenin denize kavuşması gibi, sessiz ve sakin birleşmesi gibi.

“Nasıl anlatmalı bilmem

Suyun kaynağından çıkan

Küçük derenin denize kavuşmasını

Yolu kısa olsa da

Anlatacak çok şeyi olması gerek

Küçük çağlamalarla akıp giden hayatı

Nasıl da heyecanlı

Sabırsız

Ama doyasıya yaşamışlık

Hele denize kavuştuğu anı

Nasıl anlatmalı

Aşkı, sevdayı

Kavuşmayı

Nasıl anlatmalı bilmem!”

Urim Baba’CAN 12 Haziran 2022 Pazar

DSCN3998

Dereyi tam denize döküldüğü yerden geldiği yeri çekiyorum Yolu o kadar uzak değil gibi. Karşıdaki tepelerden geliyor olmalı. Dere her ne kadar küçük olsa da temiz ve berrak akıyor. Henüz insanlar tarafından kirletilmemiş.

DSCN3999

Derenin denize döküldüğü yerden biraz içerideki köprüden derenin deniz ile birleşmesini çekiyorum. Dere kumsala yakın yerde dipte yosunlarla kaplı. Saçaklı saç gibi uzamış yosunları akan su sürekli tarıyor. Bizi takip eden siyah köpek te suyun içinde oynuyor aklı sıra bize hava atacak. Ayhan denizin kıyısında poz vermiş bisikleti ile. Solda denize uzanan küçük bir iskele var.

DSCN4000

Bulunduğum yerden optik zoom ile Ayhan’ı yakınlaştırıp çekiyorum Turuncu rüzgarlık, yeşil bisikleti ile kollarını açmış bana poz veriyor tam deniz kıyısında.

DSCN4001

Siyah köpek akan derede sürekli oyun peşinde. Bir o yana, bir bu yana koşturup dereye girip oyun oynuyor. Köpeği tam derenin denize kavuştuğu yerde iken çekiyorum.

DSCN4003

Ve kimsenin olmadığı kumsalda hasretle denize kavuşan dereyi yakınlaştırıp çekiyorum. Hani derler ya “Su akar, yolunu bulur” diye. İşte yolunu bulup akan dere mutlu sona ulaştığı an. Dere küçük coşkuyla çağlayışı ve denizin dinginliği. Belki de küçük dere dinginliğe doğru sabırsızlığı bu yüzden.

DSCN4005

Ayhan ile yakında olduğunu söylediği cennet koyuna götürüyor beni. Bir küçük rampayı aşıp diğer koya ulaştık. Kıyıya iniyorum dikkatlice. Amacım bir kaç resim çekmek. Ayhan beni yukarıdan çekiyor. Başımda sarı kask var. Deniz kıyısındayım, kıyı kayalık.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 16.50.34

Koyun denize açılan yan kıyısı tamamen kayalık. Buraya hiç dalga vurmadığı için kaya parçaları kuma dönüşmemiş. Herhalde burası hiç bir zaman kumsala dönüşmeyecek gibi sert kayalıklar kendini gösteriyor.

DSCN4006

İnsanların “Cennet” kavramını anlayamıyorum. Herhalde cennete hiç gitmemişler. Ya da cenneti hayal edemiyorlar gitmedikleri halde. Buraya neden “Cennet koyu” dediklerini bir türlü anlayamadım. Benim hayal ettiğim cennete hiç benzemiyor. Sadece koyun dibinde biraz kumsal ve tepelerden kıyıya kadar kızıl çam ormanı olan bir yer. Ne çağlayanlar, ne söğüt ağaçları, ne kevser şarabı akan çeşmeler. Huriler ve gılmanlar da yok. Yanı burası cennete hiç benzemiyor. Buradan daha güzel yerler gördüm. Hiç birine cennet dediklerini de duymadım. İlginç.

DSCN4007

Hani burası cennet koyu ya, insanlar her gittiği yeri cehenneme çevirmede üstüne yok. Burası denize girilecek bir yer değil. Kıyı ve deniz tamamen kayalık. Kıyıda taşlarda oturulacak bir alan, ya da yer de yok. Koyun kumsalı küçük olduğu için gelenler sığmayınca her yerde piknik yapmışlar. Piknik yaptıktan sonra geride bıraktıkları çöpleri kimse toplamadığı için sözde cennet olan yeri cehenneme çevirmişler. Taşların arasında çöpler ve plastik şişeleri çekiyorum.

DSCN4008

Neyse geziyi fazla uzatmadan oradan ayrılıp eve geldik. Fazla zaman geçirmeden çantaları bagaja yerleştirdim. Yola çıkmaya hazırım. Ayhan ile vedalaşıyorum yola çıkmadan önce. Her şey için teşekkür ederim beni en güzel şekilde ağırladığı için. Buraya gelirken çektiğim işkenceye değdi doğrusu. Yola çıktım, ilk rampada bu kamyon trafiğinde nasıl gideceğim otogara kadar düşünceleri içinde aklıma Ayhan’ın bahsettiği araç aklıma geldi. Ayhan’ı aradım bana bir araç bulabilir misin diye. O da bulunduğun yerde dur, ben sana bir araç ayarlarım. Ben de bir süre olduğum yerde bekledim. Ayhan beni aradı telefonla, bekle sana bir araç yolluyorum diye. Buna sevindim. Fazla sürmedi beklemem. Küçük bir minibüs gelip yanımda durdu. Daha önce çantaları çıkartıp yere koymuştum. Gelen arkadaşla selamlaştım. Hemen bisikleti ve çantaları aracın içine yerleştirdik ve yola çıktık. 12 Kilometreyi çabucak geçip otogara ulaştık. Ayhan bana ücret ödemememi, kendisinin hallettiğini bildirdi. Beni getiren arkadaşa teşekkür edip çantaları ve bisikletimi indiriyorum araçtan. Sorunsuzca otogara varmıştım ya buna sevindim.

Amacım otobüs ile Köyceğiz’e varmak bir an önce. Otogar girişindeki kontrol yerinden içeri gireceğim. İlk önce güvenlik görevlisi tüm çantaları makineden geçirmemi söyledi. Ben de olur mu öyle şey, sadece bir bilet alıp otobüse bineceğim. Neyse güvenlik görevlisi sorumluluk almak istemedi, yoksa bisikleti tam yanına bırakacaktım. Geçmeme izin verdi. Şehirler arası otobüsler üst katta. Yürüyen rampa üst kata çıkıyor. Bisikletimle üst kata çıkıp yazıhanenin birine soruyorum “Köyceğiz’e bir bilet verir misin?” diye. Bilet satıcısı da bana “Alınan bir karar ile Muğla il içinde bilet satamıyoruz. Şehirler arası bilet satabiliyoruz. Onun için ilçeler arası dolmuşlarla gitmen gerek” diye söyleyince. “Bisikletle nasıl giderim ki, hem de bu yükle.” Satıcı bana “Arkası geniş minibüse denk gelirsen bisikletini alabilirler” dedi. Alt kattaki ilçeler arası minibüslerin olduğu yere geldim. Buradan Köyceğiz’e minibüs yok. Onun için ilk önce Muğla minibüsüne binmem gerek. O da hemen önüme çıktı, tam da istediğim tipte, arkası geniş yeri olan minibüs. Şoför soruyorum “Nasıl binebilirim? diye. Şoför bir bana baktı, bir de bisikletime. “Aracın kalmasına 45 dakika var, herkes binsin ondan sonra bisikletini alırız” deyince içime su serpildi. Rahatlamıştım. Şoför bana “Kent kartın var mı? Yoksa para ile ücreti 75 Lira, kent kart ile 48 Lira” deyince gidip bir kent kart çıkardım, üstüne 100 lira da para yükledim. Ve hareket saatini beklemeye başladım. Zaman çabuk geçti sanki. Hareket saatine yakın şoför bana çantaları “Arkada koltuk altına yükle” deyince hiç zaman geçirmeden hemen dediğini yaptım. Hareket etmeden önce de boş olan arka kısma bisikleti öylece bindirip lastikli kanca ile demire sıkıca bağladım Ben de yandaki açılır koltuğa oturuyorum ve böylece Bodrum – Muğla yolculuğumuz başladı. Yolculuk 1 saat 45 dakika süreceğini şoför söylemişti daha önce. Yolumuz; Milas, Yatağan, Muğla.

Bisikletim KUZ minibüsün arkasında bağlı halde

IMG_20220327_133026

1 Saat 45 dakikalık uzun bir yolculuktan sonra Muğla’ya vardık. Muğla merkezdeki dolmuş duraklarından bisikleti ve çantalarımı indiriyorum minibüsten. Çevre ilçelere minibüsler buradan kalkıyor. Minibüslerin değnekçisine soruyorum beni bisikletimle alırlar mı diye aldığım cevap olumsuz. Minibüsler küçük tip, pek bisikletleri alma taraftarı değiller. Eh ne yapalım bisiklete çantaları yükleyip yola çıkmaya karar verdim. Hedefim Akyaka, artık yarın Köyceğiz’e varırım. Bu gün epey zaman kazandım sayılır. Böylece aldığım karar doğrultusunda yola çıktım. İlk rampa karşıma çıktı, kaçar yanı olmadığı için rampaya sardım. Ama ağır ama yürüyerek. Benden kaçmaz yokuşlar. Bir baktım ki tepeye varmışım. Buralarda bir kaç kez bisiklet sürünce az çok yolu ve yokuşları biliyorum. Şimdi Ula’ya kadar iniş olacak. Bu kolay ve hızlı oluyor pedal çevirmeden. Ama biliyorum ki bir yokuş daha var. O da Sakar geçidi. Onu da çıktım mı uzun ve dönemeçli bir yoldan yaklaşık 9.5 Kilometrelik bir iniş olacak. Ula düzlüğüne indim, vitesi 1’e taktım ağır ağır çıkmaya başladım. Bazen de yürüdüm dinlenmek için. Acıkmaya da başladım sanki.  Şunun şurasında 1100 metrelik bir tırmanış sonunda Sakar geçidi tepesinde öğle yemeği yerim. Gerçi öğle zamanı çoktan geçti bile. Nedense öğle zamanı acıkmıyorum. Herhalde sabah kahvaltısını çok yiyorum ondan.

Yokuşun sonlarına doğru, emniyet şeridinde ağır tempoda çıkarken birden sağımdan bir bisikletçi geçti. Geçerken de hafif çarptı. Biraz daha sert çarpsa adam sağdaki beton kanala düşebilirdi. O an verdiğim tepki ile “Ne yapıyorsun, habersiz geçip ikimizi de tehlikeye atıyorsun?” Adamı tanımıyorum. Sonrasında arkamdan bir ses; “Merhaba Urim Baba” diye seslendi. Yanıma gelince ben de ona “Merhaba” diye cevap verdim. Bana selam veren arkadaşı pek tanımıyorum. Neyse ki o kendini tanıttı. İsmi Feridun Şahin. Beni daha önceden tanıyormuş. Gökova turunda birlikte pedallamıştık. Çarpan arkadaşı tanımıyorum. O da beni tanımıyor. Herhalde bisiklette yeni sanki. İkisi Muğla’dan çıkmışlar, akşam antrenmanı yapıyorlar. Sakar geçidine kadar gidip geri döneceklermiş. Bir süre birlikte sürdük sohbet ederek. Bu sohbet fazla sürmedi ve bastırıp gittiler. Altlarındaki yarış bisikleti, yükleri de yok. Sadece içmek için su taşıyorlar. Onları uğurlayıp ağır tempoda Sakar geçidinin tepesine vardım. Tabelanın önünde beni buraya kadar çıkaran bisikletim KUZ bir resim çekilmeyi hak etti doğrusu. Tabelada; Sakar geçidi Rakım 670 yazılı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20220327_163625

Sakar geçidi düzlük bir alana sahip. İnşaat şirketleri sürekli doğayı beton binalarla kapladıklarından beton kamyonlarında arta kalan az miktardaki betonları bu düzlükte boşaltmaktan çekinmiyorlar. Ben de bu beton üstünde öğle yemeği yiyeceğim. Yanımda taşıdığım son barbunya konservesini çıkardım. İçine de et kavurma, kavurmayı tavada ısıtıyorum birazcık, yanında bir baş soğan, yarım ekmekle nefis öğle yemeğimi yedim. Hani acıkmıyorum dedim ya öğle zamanları, oturup yemeğe başlayınca ne kadar acıktığımı anlıyorum. Kuru soğan da iyi gidiyor barbunyanın yanında. Ne de olsa kuru fasulyenin kardeşi sayılır. Kuru soğan mutlaka olmalı. Yemeği yerken arkadaşım Fırat Okutucu’yu arıyorum telefon ile. Bu akşam sendeyim diye haber veriyorum. O da buyur gel demekten başka çaresi olmadı. Fırat Okutucu birlikte Az bilinen antik kentler bisiklet turunu birlikte yaptığım arkadaşım. Kendisinin Akyaka’da apart oteli var. Bu akşam otelde misafirim. Fırat Muğla’da işi olduğunu, Esma’ya haber vermemi söyledi. Ben de Esma’yı aradım telefon ile, geleceğimi bildirdim. Esma bizim Masalcı Esma. (Daha önceki günlerde anlattığım hikayedeki Masalcı Esmavi). Akşam kalacak yerimi ayarlayınca rahat bir şekilde yemeğime devam ettim. Haliyle iki yokuş biraz yordu. Yemekten sonra ne gider? Tabii ki kahve, kendime kahve pişirip keyfimi sürüyorum. Bisikletim KUZ beton üzerinde park etmiş, kahve takımım, ocak ve tava yerde. Oturduğum katlanır sandalye ve sosis çantam yerde.

Ben dinlemek için otururken bir kadın ve çocuk arabanın birinden indiler. Araba yoluna devam etti. Kadın orman içinde bir şeyler toplamaya başladı. Çocuğa seslendim gel biraz diye. Cebimde taşıdığım çikolatalı gofreti verdim çocuğa. O da çekinerek te olsa alıp bir şey demeden annesinin yanına gitti. Çocukları sevindirmeli. Küçük bir şeyle de olsa.

IMG_20220327_165850

Yemekten sonra eşyaları toparlayıp çantalarıma yükledim. Artık uzun bir inişe geçeceğim. Önümde 9 tane sert dönemeç var. Buralarda çok yavaş dönmek gerek, çünkü  U dönüşü çok sert. O yüzden kendimi salmıyorum ve dönemece gelince frenlere asılıp iyice yavaşlıyorum. Gerçi fazla hızlı gitmemem gerek. Kafam hala sallantıda. Gökova körfezi görününce Bodrum yönündeki yamaç ve deniz kıyısının akşam görüntüsünü çekiyorum. Deniz kıyısı girintili çıkıntılı. Görüntü pek net olmasa da siyah – beyaz olarak güzel bir manzara.

DSCN4010

Bulunduğum yerden resim çekmeye devam ediyorum. Epey yüksekteyim, Gökova körfezinin dibi ve ova. Buradan sanki uçaktaymışım  gibi hissediyorum.

DSCN4011

Ovanın iç kısımlarındaki eski Marmaris yolunun bir kısmı okaliptus ağaçları kendini gösteriyor. Bu yola Aşıklar yolu diyorlar. Burada gelin ve damatlar düğünden önce gelip resim çektiriyorlar. Yol araç trafiğine tamamen kapalı. Yol yaklaşık olarak 3 Kilometre kadar ve cetvelle çizilmiş gibi düz. Tek şerit olan yolun iki kıyısında okaliptus ağaçları hem bataklığı kurutmak için hem de sivrisineklerden kurtulmak için 1938 yılında dikilmiş. Avustralya’dan getirilen bu ağaçlar 84 yıllık ve gövdeleri iyice kalınlaşmış, boyu 20 metreyi geçmiştir. Eski yolun yanına paralel olarak yeni duble yol yapılarak Marmaris’e aşırı araç trafiğine hizmet vermektedir. Yani ipini koparan arabasıyla yeni yolu işgal etmekteler.. Yolun iki yanı da bereketli tarlalar ekili, yemyeşil görünüyor buradan. Yolun bittiği yerde, dağın yamacında Akçapınar köyü var. Köylüler evlerini tarlaya ve düz yere yapmamışlar.

DSCN4014

Gökova körfezinin ova başlangıcı olan yer, yani sahil kısmı yaklaşık 4 yada 5 Kilometre kadar. Ovanın iki yanı da yüksek dağlar var. Bu dağlardaki su ovanın iki yanında da birer çay oluşturmuş. İki çayın kaynağı da fazla uzak değil. 5 Kilometre kadar. Bunlardan birisi Akyaka tarafında olan Kadın Azmağı çayı. Bu çayın debisi denize yaklaştıkça çoğalıp bir nehir gibi dökülmekte. Akçapınar tarafındaki çayın adı sanı yok, o da kısa bir çay ama Kadın Azmağı kadar çok akmıyor. Her iki çayın getirdiği alüvyonlar denizi doldurmakta yavaş yavaş. Bizler bunu fark etmesek te kanıtlarını görebiliriz. Optik zoom ile kıyıdaki oluşan küçük adacıkları çekiyorum iyice yakınlaştırıp. Çaylar toprak taşıdıkça deniz de dalgalarla toprağı kıyıya sıkıştırıp doldurmakta. Uzun zaman sonra buraları tarla olacağı kesin. Belki de bizler göremeyiz, buna ömrümüz yetmez.

DSCN4015

Sakar geçidinden dönemeçli yolda dikkatli iniyorum. Dağın yamacı dik ve buralarda ceylanların çıkabileceğini gösterir üçgen uyarı levhası koymuşlar. Kırmızı şerit içinde şaha kalkmış ceylan resmi var. Şimdiye kadar bir çok yerde bu uyarı levhası görsem de henüz bir ceylan göremedim daha. Belki de görmek için bir yerde kamp atıp beklemek gerek uzun süre. Benim ise öyle zamanım olmadığı için bekleyemiyorum ve yoluma devam etmek zorundayım.

IMG_20220327_180511

Dönemeçleri bitirmeden Akyaka’ya yeni yapılan kestirme yoldan vardım. Daha önceleri yol Gökova köyüne kadar gidip geri dönerek Akyaka’ya ulaşıyorduk. Fırat’ın işlettiği Esen Apart oteli çabucak buluyorum. Daha önceleri gelmiştim bir kaç kez. Apart otelin bahçesinde, kapının dibinde Fırat’ın yaşlı köpeği Odio yatmış uyuyor. İçeri girmek için uyandırmam gerek. Neyse ki yaşlı Odio ağır hareketlerle, yaşının getirdiği kadarı ile kalkıp başka yere yatıyor. Bisikleti bahçeye alıp kapıyı kapattım. Esma beni karşıladı. Bir süre bahçedeki piknik masasında oturup muhabbet ediyoruz. Esma ile uzun zamandır görüşmemiştik. Birbirimize anlatacak çok anılarımız varmış. Bir kaç gün öncesinde gördüğüm düşü Esma’ya anlattım, çok beğendi. Bu düşü masal olarak yazacağımı da söyledim. Esma Muğla üniversitesinde okuyor. Bitirme sınavlarına çalışıyor, bu yaşta üniversite bitirip rehber olacak. Konuştuğumuz konulardan birisi de İzmir’e gelip masal anlatması kahve yaptığım yerde. Tarihi de belli; Süslü kadınlar bisiklet turundan bir gün önce. Yani Eylül ayının üçüncü haftası. O da söz verdi mutlaka gelecek diye. Bakalım! Kısmet. Temmuz ayında da düğüne geleceğini, belki de gelip masal anlatabilirim deyince notunu aldım geleceği tarihin.

Fırat geliyor ve bana kalacağım odayı gösteriyor. Odaya yerleşiyorum. Karnım tok olduğu için akşam yemeğini de yemeyeceğim. Esma ile Fırat’a akşam gelin kahve içelim diye davet ettim. Çok yorulmuşum, neyse ki kahve içmeye gelmediler. Uykum iyice gelmeden önce kendime kahve pişirdim. Fazla geç olmadan temiz çarşaflı yatağa girip yatıyorum. Yorgunluktan hemen rüyalara dalmışım bir anda.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 28 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 1. Gün

17 Mayıs 2016 Salı

Muğla – Akyaka – Marmaris

( Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır )

 

Hissen yok bu akşamda senin
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, zakkum ağacının dalları, pembe çiçekleri ardında Gökova körfezi.

Eski ama yeni bir tur başlangıcı, daha önce gittiğim bir tura ikinci kez katılacağım. Aslında niyetim yoktu ama özel davet gelince kırmamak olmaz deyip hadi gideyim dedim.  Zaten hep Muhlis Dilmaç’ın başının altından kalkıyor ama yok ne yapayım. Muğla Bisiklet Derneği başkanı Levent Sevil bu yıl özel konuklar listesine beni de eklemiş sağ olsun. Zaten o sıralarda yapacak başka işlerim yoktu. Tur hazırlıklarına başladım. Her zamanki aldığım eşyaların yanına bu kez kahve takımlarımı, kahve değirmenimi ve kavrulmuş çekirdek aldım bolca. Akşamları kahve yapacağım elimden geldiği kadar. Zaten beni kahve için davet ettiler. Eh bende de kahve yapma gayreti içinde olunca seve seve yaparım dedim. Hazırlıkları bitirip gündüz vakti Muhlis Dilmaç ile buluşup oto gara kadar pedalladık. Otobüse bisikletleri sorunsuzca bindirdik. Muhlis Dilmaç’ın bisikleti elektrikli, onu biraz zahmetli sokabildik bagaja. ama sığdırabildik. İkimiz yan yana yolculuğumuza keyifli başladık. Hoş sohbetler bitince önümüzdeki ekranlardan kulaklıkları takıp filimler izlemeye başladık.

Arka kapının önünde ki koltukta, sehpası olan yerde Muhlis Dilmaç ve ben kafa kafaya sehpanın önünde elçek yaptık. Yüzlerimizin yansıması sehpanın parlak yüzeyine vurmuş. Kulaklıklar kulağımızda, benim yeşil, Muhlis Dilmaç’ın siyah bufları kafamızda.

Akşam olmadan Muğla’ya vardık, otobüsten bisikletleri ve eşyaları indirip bagaja yükledikten sonra ilk önce sevgili arkadaşım ve bisiklet turlarını Türkiye de başlatan sevgili Öğretmenim Serkan Taşdelen’in dükkanına uğradık. Dükkanın ismi Pedalla Bisiklet. Serkan Taşdelen ile sohbet ederken çayları da içiyoruz bu arada. Dükkanı açmıştı daha yenilerde ama ilk defa geliyorum dükkana, o yüzden bisikletime bir tek vuruşlu zil aldım siftah olarak. Serkan’ın dükkanından çıkıp kamp yerine doğru gittik. Katılımcılar kalabalık, herkes çadırını kurup yerleşme telaşında. Beni görenler hoş geldin Urim Baba diye selam veriyor. Ben de karşılık veriyorum hepsine. Çadırı kurmadan Muhlis beni aldı götürdü çarşıda bir restorana. Burada Muğla bisiklet derneği başkanı Levent Sevil ve derneğin diğer üyeleri oturmuşlar demleniyorlardı. Biz de masaya oturup onlara eşlik ettik kadehlerle. Şarkılar, türküler, sohbetler gırla gidiyor. Yemeğin sonunda sıra geldi kahve yapmaya. Takımları çıkarıp kahve pişirdim masadaki herkese. En son kahveler içildikten sonra ilk fincanım kırıldı yıkanırken. Muhlis Dilmaç fincanı yıkarken elinden yere düşürüp kırıldı. Eksik kalan bir fincanı restorandan alıp takımın içine tamamladım. Olur böyle vakalar dedik kalbimiz kırılmasın yeter ki. Gece geç olunca otele gidip orada yattık, sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı yapıp kamp yerine geldik. Burada eşyaları kamyona veriyorlardı bisikletçiler. Ben de sadece çadır, mat ve uyku tulumunun olduğu sosis çantayı verdim araca. Oradan Menteşe Belediyesinin Konakaltı kültür evine geldik. Eski bir konak olan bu yer restore edilip yenilenerek kültür binasına dönüştürmüş belediye.

Resimde Menteşe belediyesi Konakaltı İskender Alper kültür merkezi tabelası asılmış konağın giriş kapısındayız. Tabelanın altında da 17 – 21 Mayıs 10. Gökova Bisiklet Turu pankartı asılmış. Rengi de turkuaz mavi. Kapı girişinde kırmızı beyaz balonlar ile süslenmiş. Kasklı bisikletçiler de konağın önündeki sokakta toplaşmışlar.

Konağın içinde geniş bir avlu, avluya girip bisikletleri park ediyoruz bir yerlere. Avluda kahvaltıyı yapıyoruz. Kahvaltı bitimi Muhlis Dilmaç hadi kahve yap bakalım daha zamanımız var diyerek bir masa ve sandalye alıp avlunun tam ortasına tezgahı kurduk. Tabelamı da yerleştirdim masaya. Kahve kutumda da kahve az olduğu için kahve değirmenine kahve koyup çekmeye başladım. Tam o sırada ilgilerini çekmiş olmalı ki Muğla valisi, Büyükşehir belediye başkanı ve yanındakiler önüme geldiler. Merakla bana bakıyorlar ne yapıyorum diye. Muhlis Dilmaç ta beni tanıtıp ilk önce kahve değirmenini valiye veriyor. “Öyle seyretmekle olmaz değirmeni çekmek gerek. Bedava kahve yok” deyip valiye çektiriyor biraz. Sonra belediye başkanı çekiyor. Ardından yardımcıları da elden ele çekip durdular. Kahve çekildikten sonra 4 kişilik kahveyi cezveye koyup pişirmeye başladım protokol önünde. Masanın yanında oturan Muğla’nın eski hakimlerinden bisikletçilerin duayeni oturuyor. En yaşlı bisikletçi olarak aramızda. 83 yaşında maşallah diyoruz. Vali de onunla sohbet ediyor kahve pişesiye kadar. Kahve pişince ikram ediyorum vali, belediye başkanı ve yanındakilere. Onlar da afiyetle içiyorlar.

Muhlis Dilmaç ta bizlerin halini elçek ile çekiyor telefonunla. Kendi başı en önde kocaman arkasında ben, yanımda emekli hakim oturuyor masa kenarında. Vali yardımcıları, vali ve belediye başkanı masanın önünde.

Aramızda küçük katılımcı bir grup var. Gruptakilerin hepsi de çocuk, kafalarında kaskları takılı, mavi tişortlarını giymişler. Ellerinde üç tane mavi karton var. Kartonlarda Mavi Bulut 1A Pedallıyor yazıları yazılmış ayrı ayrı. İlkokul 1. sınıf öğrencileri çok şirinler. Mavi tişört giymiş erkekler, sadece bir kız çocuğu pembe tişört gitmiş. Tıpkı mavi şirinlere benziyorlar. Sadece kafalarında kukuleta yok kask var.

Protokol ve turu düzenleyen Levent Sevil açılış konuşmasını yaptıktan sonra Muğla büyükşehir belediye başkanının start vermesi ile tur resmen başladı. Kalabalık, 300 kişilik bisiklet ordusu Muğla caddelerinde adeta gövde gösterisi yaparak geçtikten sonra Muğla üniversitesinin kampüsleri olan yokuşu bir çırpıda çıkıp aşağıya son sürat indik. İlk mola yerimiz Ula, burada su ve çay ikramlarını alıp dinleniyoruz biraz.

Belediyeye ait park yerinde bisikletleri park edip ağaçların altındaki masalara oturduk.

Molanın ardı yine yol ve hareket başladı. Ula çukurda kalıyor, daha önce indik. Yine çıkış başladı Sakar geçidine doğru.

Bisikletler önümde yolun sağ şeridine taşmış olarak araç trafiği ile beraber sürüş yapıyoruz.

Henüz yokuşun başındayız, arkadan gelen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Şimdilik yola çıktığımız yerin rakım yüksekliğine göre fazla tırmanmasak da Sakar geçidine çıktık.

Tabelada Sakar Geçidi Rakım 670 yazıyor. Bisikletim KUZ ile turuncu renkli çantalarımla beraber resmini çekiyorum. Yoluna devam eden bir kaç bisikletçi de kareye giriyor.

Sakar geçidinin sağ tarafında yamaç paraşüt pisti var. Buradan paraşütçüler uçurumdan kendilerini Gökova körfezinin eşsiz güzelliklerine bırakıyorlar. Henüz o tarafa gitmedim ama bir gün girmek gerek. Çam ormanlarından geçmek gerekecek.

İnişe başlamadan önce bizi durduruyorlar. Parça parça gruplar halinde inişe izin veriyor görevliler. Trafik polisleri de trafiği kontrol ediyor bizlere yardımcı olmak için.

Ve 9.5 Kilometrelik iniş başlıyor. İniş Gökova körfez manzarası eşliğinde oluyor. Bu manzarayı çekebilmek için kontrollü olarak orta refüje geçtim. Bisikletçiler kendilerini bırakmış pedal çevirmeden iniyorlar.

İniş sert ve virajlı, fren yapmak gerekiyor bazen. Yoksa durmak zor bu yokuşta. İnerken dikkatli iniyorum ve güzellikleri kaçırmamak gerek diyerek durup sarı çiçek açmış ok yapraklı çalıların manzarasını çekiyorum.

İndikçe manzara değişiyor. Gökova körfezinin dibi düz bir kıyısı var. Küçük bir kumsal şeridinden sonra tarlalar başlıyor. Karşıda Datça yarımadası Ege ve Akdeniz’e doğru uzayıp gitmiş. Burun görünmüyor. Gökova körfezi Ege denizi, yarımadanın diğer tarafı da Akdeniz.

Zakkum çiçeklerinin pembe rengi yeşil bitki örtüsü ve denizin masmavi rengi ile uyum içinde bir fon oluşturmuş. Hava açık ve bu fonun açık tonlarını oluşturmuş. Resmi çektiğim yer daha alçak bir yer. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Sonunda Gökova körfezinin sahilinde kumsaldayım. Deniz dalgalı, beyaz köpükler saçarak kıyıya vuruyor belli aralıklarla.

Öğle yemeğini Akyaka da yiyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Grup kalabalık olunca erken gelen yemeğini yiyip Marmaris’e doğru yola çıkmışlar. Sonradan gelenler yemek kuyruğunda bekleyip alasıya ve yiyesiye kadar zaman geçiyor. O yüzden bisikletçi grubun ucu bucağı belli değil. Ben kendi halimde etrafı seyrederek ve resimler çekerek yola çıktım. Belki de Dünyanın en kısa nehri olan Azmak çayı beni her zaman cezbetmiştir. Pırıl pırıl akan berrak sodalı suyu, içindeki rengarenk su yosunlarının akıntıya kendini bırakmış halini izlemek doyumsuz. Kıyılarda sazlıklar ve durgun akan su yüzeyinde yansımaları göze çarpıyor.

Gözlüksüz su içindeki yosunları ve taşları çok net görüyorum.

Kavak ve söğüt ağaçları arasından akan çay su içindeki yosunlarla beraber akıyor.

Azmak nehrinin çıktığı yer deniz kıyısından yaklaşık 2 Kilometre civarı olmasına rağmen denize ulaşasıya kadar nehir boyutunda bir debiye ulaşıyor. Suyun çıktığı yerde akış az miktarda akıyor. Kıyılarda ağaçlar tek tük çınar ve çam ağaçları.

Azmaktan akan su temiz ama sodalı olunca içme suyunu kümbet sarnıçlarda biriken yağmur sularından karşılanıyor. Önümde kubbeli bir sarnıç görünüyor. Taş ile örülerek yapılmış hem kubbesi hem de yan duvarları.

Kayalara oyulmuş kral mezarlarını görünce durup resimlerini çekiyorum. Mezar kısmı kapısı küçük bir dikdörtgen, kıyılarda iki sütun oyulmuş. Mezarın içi tamamen kaya içine oyulmuş durumda. O zamanlarda böyle bir mezara sahip olmak için ya kral olacaksın, ya ünlü bir komutan ya da çok zengin olacaksın. Bu kadar kaya kütlesini oymak için çok işçilik gerektirir.

Akyaka, doğal güzellikleri kadar yüzlerce yıllık tarihi kalıntılarıyla da öne çıkar. Yaklaşık 2500 yıllık geçmişi olan Antik Idyma kentine ev sahipliği yapan Akyaka’daki tarihi eserler arasında kaya mezarları ve bir oda mezarı bulunur.

Kaya Mezarları

Likya bölgesinin başta gelen mezar tiplerinden biri olan tapınak görünüşlü kaya mezarlarının benzerleri, Karya bölgesinin güney kesimlerinde de görülür. Akyaka ile Gökova arasında kalan Kaya Mezarları bunlara bir örnektir. Tapınak görünüşlü mezarlar İon düzeninde ve templum in antis planında yapılmıştır.

Mezarlardan biri bitirilememiştir. Küçük olduğu için iki değil de tek sütuna sahiptir. Bu sütun korunmamıştır.

Kaya mezarlarının kapısı özel olarak biçimlendirilmiş taş kapılarla kolaylıkla açılamayacak şekilde kapatılırdı. Bu tip mezarlar çoğu zaman sıvanır ve boyanırdı. Akyaka’daki mezarlarda hala sıva ve kırmızı boya izleri seçilebilmektedir. Kaya mezarları varlıklı kişilerce bir prestij sembolü olarak inşa edilirdi.

Oda Mezarı

2001 yılında Akyaka’da gerçekleştirilen altyapı çalışmaları sırasında bir oda mezarı keşfedildi. Roma Devri’ne ait olan mezar, Idyma kentinde şu ana kadar hiç soyulmadan bulunan ilk ve tek oda mezarıdır. Üç metreye iki metre boyutlarındaki mezarın üç tarafında ölülerin ve sunuların konulduğu klineler yer almaktadır. Mezar girişinin sağ yanındaki blok taş üzerinde M.Ö. 2. yüzyıla ait bir yazıt bulunmaktadır. Yazıtta şöyle yazmaktadır: “Eudoros’un kızı Symbra’lı(Symbris’li) sevgili Menias, elveda.”

Mezardan yedi farklı insanın iskeletinin yanında kandiller, kaseler, testiler, bronz sikkeler, bronz kilit, strigilisler, bronz takılar, cam kaplar ve altın küpe çıkarılmıştır. Mezardan ele geçen en erken eser M.Ö. 3. yüzyıla, en geç eser ise M.S. 3. yüzyıla tarihlidir. Yani bu Oda Mezarı yaklaşık 600 yıllık dönem içerisinde farklı zamanlarda kullanılmıştır.

Gökova köyünden geçip kavşağa geliyorum. Fethiye – Marmaris yol kavşağı. Biz Marmaris’e doğru gideceğiz ama yeni yoldan değil. Kısa bir süreliğine eşsiz yollardan birinde okaliptüs ağaçlarının arasından gideceğiz. Eski Marmaris yolunun iki kıyısında sıralı okaliptüs ağaçları dikilmiş. Ağaçlar zamanla büyüyüp kalın gövdeli kocaman olunca yol tamamen gölgede kalıyor. Bu yol şimdi araç trafiğine kapalı, sadece yayalar ve biz bisikletçiler girebiliyoruz. Ağaçların gövde kalınlığına bakarsak 200 – 300 yıllık olması olası. Zemin kilitli beton parke taşı döşemiş belediye. Bu yol 3000 metre civarında.

Bisikletim KUZ sehpasında park edilmiş yol kıyısında ağaçlı yolun resmini çekiyorum.

Belli bir yere kadar, Fethiye – Marmaris yol kavşağına kadar parke taş döşeli. Kavşaktan sonra eski asfalt yol, kimi yer dağılmış durumda. Ağaçların boyu neredeyse 20 metreye ulaşarak gökyüzünü kapatmış durumda. Üst dallar birbirine girmiş göğü görmek imkansız hale getirmiş. Benim gibi bu yolda bisiklet sürmek isteyenler de var. Aracın olmadığı yerde üstelik tamamen gölgelik yolda bisiklet sürmenin keyfini yaşıyoruz.

Muhlis Dilmaç ta bunlardan birisi. Elektrikli bisikleti ile bana poz veriyor. Kafasına da iki tane tüy takmış.

Okaliptüs ağaçlı yol bitince mecburen ana yola çıkmak zorunda kaldık. Sağ tarafta ağaçlı yol, önümde geliş yeni asfalt yol ve tam karşıda Sakar yokuşu ve dönemeçli yolu.

Gökova ovası düzlüğü bitti, yavaş yavaş yükseliyoruz.

Akyaka dan bizimle beraber gelen bu siyah köpek o kadar kovalamamıza rağmen bizi takip etmeye devam ediyor. Dili bir karış dışarıda, bu sıcak havada üstelik siyah tüyleri var, susuzluktan geberecek haberi yok. Ne yaptıksa ikna edemedik. Kimisi su verdi matarası ile. Üstelik yoruldu da ama geri dönmeye niyeti yok.

Yokuşta yorulan bisikletçi bisikletinden inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Bisikleti katlanır olduğu için zorlanıyor. Siyah köpek onun yanında gidiyor. Yürüme hızında birini bulunca koşturmaya gerek görmüyor anlaşılan.

Yükseldikçe Gökova körfezi ve ovası daha güzel görünmeye başladı. Sakar yokuşu ve dağ muazzam görünüyor.

Tam bir yıl önce (24 Mayıs 2015) burada Marmaris’e giden 59 yaşındaki Fransız bisikletçi  Christian Jean Auguste Niaffe emniyet şeridinde !!! giderken 48 SK 338 plakalı arabayı kullanan dangalak bir sürücünün arkadan çarpması sonucu yaşamını yitirmişti. Tam da kazanın olduğu yere bisikletçi arkadaşlar anısına çam ağacının gövdesine BİSİKLETÇİ ÖLÜMLERİ DURSUN yazısını asmışlar. Burada durup talihsiz bisikletçiyi anıp dua okudum ruhuna. Dangalak sürücülere eğitim versen de fark etmez yine dangalak olmaya devam edecektir. Ülkemizde adam öldürmek kolay ve öldüren de tutuksuz yargılandı. Adalet olmayan bir yerde mahkemenin verdiği karar ise şöyle ;

“Yaşanan olayın ardından Marmaris 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın karar duruşması geçtiğimiz günlerde yapıldı. Mahkeme sanık sürücüye önce, “taksirle adam öldürme” suçundan 5 yıl hapis cezası verdi. Ancak cezada indirime giden mahkeme, “Sanığın sosyal ilişkileriyle cezanın sanığın geleceği üzerindeki etkileri lehine” gerekçesiyle cezayı 4 yıl 2 aya indirdi.

Verdiği bu cezayı da para cezasına çeviren mahkeme, sanığa günlüğü 25 TL’den 38 bin TL para cezası verdi. Cezanın 24 eşit taksitle ödenmesine karar veren mahkeme, sanığın parayı ödememesi halinde cezasın, hapse dönüştürüleceğini kararında belirtti. Ayrıca sanığın ehliyetine de 1 yıl süre ile el koyuldu. Dava kapsamında mahkemeye ulaşan iki bilirkişi raporunda da sanık tam ve asli kusurlu bulunurken, Niaffe ise kusursuz bulunmuştu.”

Ülkemizdeki insanlara verilen bu değere yazıklar olsun, adalete de……

Kazanın olduğu yer, belki de ben de olabilirdim Fransız bisikletçinin yerinde. Bu olaya sebebiyet veren sürücü ne hapis yattı ne de cezasını çekti. Para ise komik, acaba vicdanı rahat bırakacak mı?, yoksa hiç vicdanı yok mu? Peki mahkemenin vicdanı??? kararı veren hakimin vicdanı?

Neyse yola devam ediyorum. Sağ tarafımda küçük bir çay akmakta, çınar ağaçları çayın etrafını kaplamış durumda.

Demin akarken gördüğüm çayın adı Gelibolu çayı imiş. Çanakkale deki Gelibolu’yu biliyordum sadece. Burada çaya aynı ismi vermeleri bir garip. Çayın üzerindeki köprüde Gelibolu tabelası konulmuş. Bu köprüde emniyet şeridi yok. Köprünün korkuluk demirleri ve siyah beyaz fosforlu dik bir tabela konulmuş. Fransız bisikletçiye emniyet şeridinde çarpan dangalak sürücü bu köprüde emniyet şeridinde gitseydi de köprüden aşağı uçup geberseydi daha iyi olurdu. Hiç olmazsa başkalarına zarar vermez, mahkemeler de adaletsiz karar vermek zorunda kalmazdı !!!

Dağın yalçın kayalarının yamacından gidiyoruz.

Kimi bisikletçi yorulmuş, beton duvara nalları dikip pistonları soğutmaya çalışıyor. Ben de bu pozu kaçırmıyorum.

Son yokuşu çıktım, zirveden Marmaris’i ve denizin küçük bir parçasını görüyorum. Artık inişe geçebilirim.

Tam inişe geçeceğim sırada arka lastik inmiş, bisiklet sağa sola yalpalamaya başlayınca bir de baktım ki arka lastik asfalta yapışmış. Hal böyle olunca durup bagaj çantalarımı çıkarıp tekerleği söktüm. Dış lastiği kontrol edip batan pıtrak dikenini çıkarıyorum ilk önce.

Yolun kıyısında sehpasının üzerinde KUZ öylece sakin olarak duruyor. İki turuncu renkte bagaj çantam yerde. İnişe geçtiğim için rüzgarlığımı giymiştim terli olduğum için. Mavi rüzgarlık ta çantanın üzerinde. Arka tekerleğim yerde, iç lastik sökülü altta. Yedek lastik de henüz açılmamış.

Lastiğimi takıp işi bitirdikten sonra inişe kaldığım yerden devam ederek Marmaris’e giriyorum. Bundan sonra hiç resim çekmemişim. Lastiğimin patlaması sonucu epey geride olduğumdan kalacağımız yeri bilmediğimden Muhlis Dilmaç’a konum atmasını söylüyorum. Atığı konuma göre haritadan takip ederek otele vardım. Otelin havuzu vardı ama su donum kamyona verdiğim çantada olduğundan havuzu sadece seyrettim içim giderek. Çünkü kamyon nedense çok geç geldi. Sosisi kamyona verdiğime pişman oldum ama yok ne yapayım. Yarın onu da bagajımda taşırım artık. Bu akşam otelde odalarda kalacağımızdan çadır kurmaya gerek yok. Yemeği yiyip kahvemi de içtikten sonra fazla geç olmadan odama çekilip erkenden yattım.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 70 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 4. Gün

19 Haziran 2013 Çarşamba

( Görme engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır )

Öne çıkmış olan görsel, iki yanda dev okaliptus ağaçlı yolda giden bisikletçiler.

190620132685

Gökova Bisiklet Turu afişini hazırlayan arkadaşım H. Gürcan YILMAZ’a teşekkürler. Gökova haritası, Muğla, Akyaka, Ören, Bodrum, Datça, Marmaris.

967318_10151530123299773_1011453730_o

Gökova Bisiklet Turu 1. Gün

Sabah erkenden kalkıyoruz, kalmamanın da imkanı yok. Eğer Şafak Omaç  kampta ise sabahın köründe uyuyanları ayağa kaldırıyor, ne de olsa asker emeklisi. Bu gün sevinçliyim, Gökova Bisiklet Turuna bu gün başlıyoruz. Bu yıl 5. bisiklet turu, Muğla bisiklet derneği düzenliyor ve yıllardır katılmayı düşündüğüm bu tura daha önce katılamamanın verdiği eksiklikle içim içime sığmıyor. Bu turda ve diğer turlarda her zaman yaptığım gibi eşyalarımı araca vermiyorum. 20-30 kilo yük kamyonun yükünü artıracağı için daha fazla enerji harcayacak, böylelikle daha fazla gaz salınımı atmosfere yayacak hava kirliliğine sebep olacaktı. Ben de eşyalarımı kendim bisikletimle taşıyıp 10 miligram daha az gaz salınımı yapacaktım.

Kalkıp elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra çadırlarımızı ve eşyalarımızı toparlamaya başlıyoruz. Bir yandan da gece gelenler olmuş, onlarla da hoş geldin, hal hatırımızı sorarak toparlanıyoruz. Toplanma bittikten sonra kahvaltı yapacağımız Konağa gidiyoruz. Konak restore edilmiş geniş avlusu olan bir yer, burada ilk önce kaydımızı yaptırıp formalarımızı alıyoruz. Daha sonra kahvaltı için kuyruğa girip kahvaltımızı alıyoruz, kahvaltımızı arkadaşlarla sohbet ederek yapıyoruz. Kahvaltıyı yaparken Zeybek havası eşliğinde Efenin biri zeybek oynayıp ortama renk katıyor.

Yüksek ve yuvarlak masada ayakta 5 kişi kahvaltı yaparken bir arkadaş bizi çekiyor. İrfan Akkaya, Hüseyin Dölçek, İrfan Özden, Ben ve İsmini bilmediğim kadın.

965611_10151634566232870_1223498330_o

Resim çekildiğimizi gören Ragıp Özserim ve Sadi abi de katılıyor aramıza.

1013528_664575203558018_649677853_n

Kahvaltıdan sonra toplantı salonuna iniyoruz. Muğla bisiklet derneği başkanı Dr. Bülent Savran bizlere hoş geldin diyerek açılış konuşmasını yapıyor. Ardından Muğla valisi ve Muğla belediye başkanı birer konuşma yapıyor. Amerikalı karı- koca tura katıldıkları için konuşma yaparak toplantı sona eriyor. Tüm bisikletçiler bisikletlerine binip Muğla meydanında toplanıyoruz. Herkes geldikten sonra tur startı veriliyor. 259 bisikletçinin hepsi önümden geçiyorlar, çünkü video çekimi için uygun bir yerde bekliyordum. Bu kadar bisikletçinin  önümden geçmesi harika oldu. Polis ve Jandarmanın yönlendirmeleriyle Muğla’dan çıkıyoruz. Ve ilk rampa başlıyor, yokuşun ortalarında kondisyonu zayıf olanlar gerilerde kalıyor. Haliyle ben de video çekeceğim diye durunca sık sık geride kalıyorum. Fakat antrenmanlı olduğum için öndekilerle fazla arayı açmıyorum fazla, yani kendimi formda hissediyorum.

Turun en genç katılımcısı babasının çektiği römorkta  keyif çatıyor. Römorkun yanlarında bayrak sopaları var, altta üçer beyaz, üstte birer turuncu üçgen bayrak var. Yol tabelasında Marmaris 51, Köyceğiz 56 Kilometre olduğunu belirtiyor.

190620132676

Ula ilçesine vardık, tabelada 5600 nüfus yazıyor.

190620132679

Rampayı çıktıktan sonra inişli çıkışlı yolda pedal basarak nihayet bisikletlilerin en çok olduğu Ula’ya varıyoruz. Burada bizi Zeybek oyunları ile karşılıyorlar. Öğlen yemeğini burada parkın içinde yiyoruz. Bir masada 6 kişi oturmuşuz.

190620132680

Dinlendikten sonra yola çıkıyoruz, yol gayet iyi durumda, bir süre gittikten sonra meşhur Sakar beline geliyoruz. Bayağı meşhurmuş hani insan aşağıya bakmaktan korkar, yükseklik korkusu olanların başı dönebilir, yani o derece yüksekteyiz. İniş gayet dik ve virajlı olduğundan belirli aralıklarla bizi bırakıyorlar grup halinde.

Resimde görüldüğü gibi yüksekteyiz, aşağısı Gökova körfezi. Tabeladaki hız sınırını aşmıyoruz aşağıya inerken. Yol kıyısında bisikletim ile durmuş poz veriyorum Gökova körfezi manzarasında. Bisikletimin bagajı yüklü, sarı yelek ile bağlı.

190620132682

İniş 9.5 Km, hızlı bir şekilde Gökova’ya iniyoruz, inerken yaptığımız hız bize mutluluk veriyor. İnsanın geninde var hız yapmak ve hız yaparken adrenalin salgısı beynimizde tatlı bir huzur veriyor. Gökova’ya varıyoruz bir çırpıda. Gökova tabelası ve  ova 4 kilometre civarı bir genişlik görünüyor.

190620132684

İndiğimiz yoldan Akyaka dönmemiz için bayağı bir geniş çember yapmamız gerekiyor. Aşağıdaki resimde görünen eski Muğla – Marmaris yolu, bu yoldan 1980 yılında geçmiştim. Keşke bütün yollar böyle olsa ne güzel olurdu. Okaliptüs ağaçları yolun iki kıyısında ve gövdeleri çok kalın. Boyları 20 metre kadar var ve üst dalları birleşerek yolu tamamen gölgede bırakıyor. Önümde üç bisikletli gidiyor.

Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

190620132685

Geniş çemberi çizdikten sonra indiğimiz yolun altından geçip Akyaka yönüne döndük. Akyaka’ya gidebilmek için yolu gereksiz uzatmışlar. Karşımıza kaya mezarları çıkıyor ilk etapta, mezar odasının yanları, arkası ve üstünü kazımışlar ortaya bir oda çıkmış sanki dışarıdan getirip oraya yerleştirmişler gibi.

190620132687

Yanda daha küçük, kare bir oyuk olan kaya mezarı görünüyor. Bisikletliler durmuş kaya mezarlarını inceliyorlar.

190620132688

Kaya mezarının yanı bir insan geçecek kadar geniş kazılmış. Arkasına dolanıp diğer yandan çıkılabiliyor.

190620132689

Bir süre sonra yolun solunda akan bir nehir görüyorum, hemen yanaşıp nehre baka kalıyorum. Böyle gür ve berrak akan nehir görmemiştim, suyun içinde yosunların akıntıda meydana getirdiği hareketleri seyrederken cennete geldiğimi sandım. Etrafta ağaçlar, nehrin içindeki yosunlar yeşilin her tonunu fışkırıyor adeta, çakıl taşları suyun berraklığında güneş ışınları vurdukça ışıl ışıl parıldıyor. Manzara beni büyüledi adete, bir süre doğanın bize sunduğu güzelliklerini seyredip kendime yüksek oranda moral ve enerji depoluyorum. Suyun içi yeşil olduğu gibi dışarıda da ağaçlar kaplamış nehri.

190620132691

Ardından nehre giriyorum, bir süre nehirde durunca ayaklarım buz kesiyor. Hemen şortlarımı giyip kendimi akan suya bırakıyorum. Bir süre sonra vücudum soğuğa alışıyor, artık üşümüyorum. Bütün yorgunluğum gidiyor bedenim rahatlatıp kendine geliyor bir süre sonra. Suyun akıntısı güçlü bıraksam denize kadar götürür. Nehir bulunduğumuz yerden çıkıyor, tadı sodalı, belki de dünyanın en kısa nehri diyebilirim. Aşağılara doğru nehrin genişliği derinliği ve debisi artarak denize ulaşıyor. Kurulanıp üzerimi giymeden Akyaka’ya doğru yola devam ediyoruz. Yol kıyısında su sarnıcı olan kümbet karşıma çıkıyor. Yağmur sularını biriktirip kullanmak için kullanılıyor. Kümbetin üstü kubbe olarak taş ile örülmüş.

190620132690

Bir süre sonra Akyaka’ya varıyoruz. Kamp alanı Azmak kenarında düz bir alanda , çadırlarımızı boş bir yere kuruyoruz. Akşam yemeğine daha var, arkadaşlarla ne yapacağımızı oturup kararlaştırıyoruz. Biraz denize gireceğiz ama plaj kalabalık,

İleride kayalıklarda denize girelim deyip oraya doğru gidiyoruz. Kayalıklar dik olarak denize iniyor, yürüyecek kadar alan düz ardından denizin içinde tekrar dik iniyor. Kayalara bir tane merdiven yapmışlar yoksa denizden çıkmanın imkanı yok, bayağı yüzmemiz gerek. Burada denize balıklama atlayıp yüzüyoruz, su soğuk herhalde buralardan da su çıkıyor büyük ihtimalle. İrfan bir girip hemen çıkıyor denizde fazla kalmıyor, ben açılıyorum biraz sonra geriye dönüp merdivenden kayalığa çıkıyorum. Şafak Omaç, Ayşe Kuş, Mukaddes Akbulut daha önce gelmişler buruna doğru gidip bir süre sonra geliyorlar bulunduğumuz yere. Hep birlikte kamp alanına dönüyoruz.

Duş almak için  sodalı akan azmağın ucunda nehre giriyoruz . Burası bile soğuk ama bizi etkilemiyor habire dalıp dalıp çıkıyoruz. Nehrin akıntısı bizi alıp götürecek neredeyse ama yüzüp karaya çıkabiliyoruz. Duş işi bittikten sonra terli eşyalarımı yıkıyorum ve kuruması için ağaca bir ip bağlayıp çamaşırları mandallayıp asıyorum.

Yeğenim  Dr. Eylin Akyaka’da oturuyor, Muğla Üniversitesinde öğretim görevlisi. Dr. deyince tıp doktoru değil. Doktorasını vermiş bu yıl yardımcı doçent olacak. Yeğenime telefon ediyorum, seviniyor Akyaka’da olduğum için, hemen geliyor. Tam da kendi ocağımda kahve yapıyordum, hep beraber Türk kahvesi içiyoruz sohbet eşliğinde. Daha sonra akşam yemeği dağıtımına başlanıyor yakın olduğumuz için hemen kuyruğun başında yemekleri alıp yiyoruz. Yemekten sonra hep birlikte bakkaldan biralarımızı alıp tahta bir iskelede oturuyoruz. Tatlı bir  sohbet eşliğinde biralarımızı yudumluyoruz parlak ay ışığında. Akyaka’ya hayran kaldım, benim gözümde bir cennet.

Gece 12 ye doğru çadırlarımıza gidip bir güzel uyku çekiyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 40 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc