Etiket arşivi: serkan taşdelen

10. Gökova Bisiklet Turu 1. Gün

17 Mayıs 2016 Salı

Muğla – Akyaka – Marmaris

( Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır )

 

Hissen yok bu akşamda senin
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, zakkum ağacının dalları, pembe çiçekleri ardında Gökova körfezi.

Eski ama yeni bir tur başlangıcı, daha önce gittiğim bir tura ikinci kez katılacağım. Aslında niyetim yoktu ama özel davet gelince kırmamak olmaz deyip hadi gideyim dedim.  Zaten hep Muhlis Dilmaç’ın başının altından kalkıyor ama yok ne yapayım. Muğla Bisiklet Derneği başkanı Levent Sevil bu yıl özel konuklar listesine beni de eklemiş sağ olsun. Zaten o sıralarda yapacak başka işlerim yoktu. Tur hazırlıklarına başladım. Her zamanki aldığım eşyaların yanına bu kez kahve takımlarımı, kahve değirmenimi ve kavrulmuş çekirdek aldım bolca. Akşamları kahve yapacağım elimden geldiği kadar. Zaten beni kahve için davet ettiler. Eh bende de kahve yapma gayreti içinde olunca seve seve yaparım dedim. Hazırlıkları bitirip gündüz vakti Muhlis Dilmaç ile buluşup oto gara kadar pedalladık. Otobüse bisikletleri sorunsuzca bindirdik. Muhlis Dilmaç’ın bisikleti elektrikli, onu biraz zahmetli sokabildik bagaja. ama sığdırabildik. İkimiz yan yana yolculuğumuza keyifli başladık. Hoş sohbetler bitince önümüzdeki ekranlardan kulaklıkları takıp filimler izlemeye başladık.

Arka kapının önünde ki koltukta, sehpası olan yerde Muhlis Dilmaç ve ben kafa kafaya sehpanın önünde elçek yaptık. Yüzlerimizin yansıması sehpanın parlak yüzeyine vurmuş. Kulaklıklar kulağımızda, benim yeşil, Muhlis Dilmaç’ın siyah bufları kafamızda.

Akşam olmadan Muğla’ya vardık, otobüsten bisikletleri ve eşyaları indirip bagaja yükledikten sonra ilk önce sevgili arkadaşım ve bisiklet turlarını Türkiye de başlatan sevgili Öğretmenim Serkan Taşdelen’in dükkanına uğradık. Dükkanın ismi Pedalla Bisiklet. Serkan Taşdelen ile sohbet ederken çayları da içiyoruz bu arada. Dükkanı açmıştı daha yenilerde ama ilk defa geliyorum dükkana, o yüzden bisikletime bir tek vuruşlu zil aldım siftah olarak. Serkan’ın dükkanından çıkıp kamp yerine doğru gittik. Katılımcılar kalabalık, herkes çadırını kurup yerleşme telaşında. Beni görenler hoş geldin Urim Baba diye selam veriyor. Ben de karşılık veriyorum hepsine. Çadırı kurmadan Muhlis beni aldı götürdü çarşıda bir restorana. Burada Muğla bisiklet derneği başkanı Levent Sevil ve derneğin diğer üyeleri oturmuşlar demleniyorlardı. Biz de masaya oturup onlara eşlik ettik kadehlerle. Şarkılar, türküler, sohbetler gırla gidiyor. Yemeğin sonunda sıra geldi kahve yapmaya. Takımları çıkarıp kahve pişirdim masadaki herkese. En son kahveler içildikten sonra ilk fincanım kırıldı yıkanırken. Muhlis Dilmaç fincanı yıkarken elinden yere düşürüp kırıldı. Eksik kalan bir fincanı restorandan alıp takımın içine tamamladım. Olur böyle vakalar dedik kalbimiz kırılmasın yeter ki. Gece geç olunca otele gidip orada yattık, sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı yapıp kamp yerine geldik. Burada eşyaları kamyona veriyorlardı bisikletçiler. Ben de sadece çadır, mat ve uyku tulumunun olduğu sosis çantayı verdim araca. Oradan Menteşe Belediyesinin Konakaltı kültür evine geldik. Eski bir konak olan bu yer restore edilip yenilenerek kültür binasına dönüştürmüş belediye.

Resimde Menteşe belediyesi Konakaltı İskender Alper kültür merkezi tabelası asılmış konağın giriş kapısındayız. Tabelanın altında da 17 – 21 Mayıs 10. Gökova Bisiklet Turu pankartı asılmış. Rengi de turkuaz mavi. Kapı girişinde kırmızı beyaz balonlar ile süslenmiş. Kasklı bisikletçiler de konağın önündeki sokakta toplaşmışlar.

Konağın içinde geniş bir avlu, avluya girip bisikletleri park ediyoruz bir yerlere. Avluda kahvaltıyı yapıyoruz. Kahvaltı bitimi Muhlis Dilmaç hadi kahve yap bakalım daha zamanımız var diyerek bir masa ve sandalye alıp avlunun tam ortasına tezgahı kurduk. Tabelamı da yerleştirdim masaya. Kahve kutumda da kahve az olduğu için kahve değirmenine kahve koyup çekmeye başladım. Tam o sırada ilgilerini çekmiş olmalı ki Muğla valisi, Büyükşehir belediye başkanı ve yanındakiler önüme geldiler. Merakla bana bakıyorlar ne yapıyorum diye. Muhlis Dilmaç ta beni tanıtıp ilk önce kahve değirmenini valiye veriyor. “Öyle seyretmekle olmaz değirmeni çekmek gerek. Bedava kahve yok” deyip valiye çektiriyor biraz. Sonra belediye başkanı çekiyor. Ardından yardımcıları da elden ele çekip durdular. Kahve çekildikten sonra 4 kişilik kahveyi cezveye koyup pişirmeye başladım protokol önünde. Masanın yanında oturan Muğla’nın eski hakimlerinden bisikletçilerin duayeni oturuyor. En yaşlı bisikletçi olarak aramızda. 83 yaşında maşallah diyoruz. Vali de onunla sohbet ediyor kahve pişesiye kadar. Kahve pişince ikram ediyorum vali, belediye başkanı ve yanındakilere. Onlar da afiyetle içiyorlar.

Muhlis Dilmaç ta bizlerin halini elçek ile çekiyor telefonunla. Kendi başı en önde kocaman arkasında ben, yanımda emekli hakim oturuyor masa kenarında. Vali yardımcıları, vali ve belediye başkanı masanın önünde.

Aramızda küçük katılımcı bir grup var. Gruptakilerin hepsi de çocuk, kafalarında kaskları takılı, mavi tişortlarını giymişler. Ellerinde üç tane mavi karton var. Kartonlarda Mavi Bulut 1A Pedallıyor yazıları yazılmış ayrı ayrı. İlkokul 1. sınıf öğrencileri çok şirinler. Mavi tişört giymiş erkekler, sadece bir kız çocuğu pembe tişört gitmiş. Tıpkı mavi şirinlere benziyorlar. Sadece kafalarında kukuleta yok kask var.

Protokol ve turu düzenleyen Levent Sevil açılış konuşmasını yaptıktan sonra Muğla büyükşehir belediye başkanının start vermesi ile tur resmen başladı. Kalabalık, 300 kişilik bisiklet ordusu Muğla caddelerinde adeta gövde gösterisi yaparak geçtikten sonra Muğla üniversitesinin kampüsleri olan yokuşu bir çırpıda çıkıp aşağıya son sürat indik. İlk mola yerimiz Ula, burada su ve çay ikramlarını alıp dinleniyoruz biraz.

Belediyeye ait park yerinde bisikletleri park edip ağaçların altındaki masalara oturduk.

Molanın ardı yine yol ve hareket başladı. Ula çukurda kalıyor, daha önce indik. Yine çıkış başladı Sakar geçidine doğru.

Bisikletler önümde yolun sağ şeridine taşmış olarak araç trafiği ile beraber sürüş yapıyoruz.

Henüz yokuşun başındayız, arkadan gelen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Şimdilik yola çıktığımız yerin rakım yüksekliğine göre fazla tırmanmasak da Sakar geçidine çıktık.

Tabelada Sakar Geçidi Rakım 670 yazıyor. Bisikletim KUZ ile turuncu renkli çantalarımla beraber resmini çekiyorum. Yoluna devam eden bir kaç bisikletçi de kareye giriyor.

Sakar geçidinin sağ tarafında yamaç paraşüt pisti var. Buradan paraşütçüler uçurumdan kendilerini Gökova körfezinin eşsiz güzelliklerine bırakıyorlar. Henüz o tarafa gitmedim ama bir gün girmek gerek. Çam ormanlarından geçmek gerekecek.

İnişe başlamadan önce bizi durduruyorlar. Parça parça gruplar halinde inişe izin veriyor görevliler. Trafik polisleri de trafiği kontrol ediyor bizlere yardımcı olmak için.

Ve 9.5 Kilometrelik iniş başlıyor. İniş Gökova körfez manzarası eşliğinde oluyor. Bu manzarayı çekebilmek için kontrollü olarak orta refüje geçtim. Bisikletçiler kendilerini bırakmış pedal çevirmeden iniyorlar.

İniş sert ve virajlı, fren yapmak gerekiyor bazen. Yoksa durmak zor bu yokuşta. İnerken dikkatli iniyorum ve güzellikleri kaçırmamak gerek diyerek durup sarı çiçek açmış ok yapraklı çalıların manzarasını çekiyorum.

İndikçe manzara değişiyor. Gökova körfezinin dibi düz bir kıyısı var. Küçük bir kumsal şeridinden sonra tarlalar başlıyor. Karşıda Datça yarımadası Ege ve Akdeniz’e doğru uzayıp gitmiş. Burun görünmüyor. Gökova körfezi Ege denizi, yarımadanın diğer tarafı da Akdeniz.

Zakkum çiçeklerinin pembe rengi yeşil bitki örtüsü ve denizin masmavi rengi ile uyum içinde bir fon oluşturmuş. Hava açık ve bu fonun açık tonlarını oluşturmuş. Resmi çektiğim yer daha alçak bir yer. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Sonunda Gökova körfezinin sahilinde kumsaldayım. Deniz dalgalı, beyaz köpükler saçarak kıyıya vuruyor belli aralıklarla.

Öğle yemeğini Akyaka da yiyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Grup kalabalık olunca erken gelen yemeğini yiyip Marmaris’e doğru yola çıkmışlar. Sonradan gelenler yemek kuyruğunda bekleyip alasıya ve yiyesiye kadar zaman geçiyor. O yüzden bisikletçi grubun ucu bucağı belli değil. Ben kendi halimde etrafı seyrederek ve resimler çekerek yola çıktım. Belki de Dünyanın en kısa nehri olan Azmak çayı beni her zaman cezbetmiştir. Pırıl pırıl akan berrak sodalı suyu, içindeki rengarenk su yosunlarının akıntıya kendini bırakmış halini izlemek doyumsuz. Kıyılarda sazlıklar ve durgun akan su yüzeyinde yansımaları göze çarpıyor.

Gözlüksüz su içindeki yosunları ve taşları çok net görüyorum.

Kavak ve söğüt ağaçları arasından akan çay su içindeki yosunlarla beraber akıyor.

Azmak nehrinin çıktığı yer deniz kıyısından yaklaşık 2 Kilometre civarı olmasına rağmen denize ulaşasıya kadar nehir boyutunda bir debiye ulaşıyor. Suyun çıktığı yerde akış az miktarda akıyor. Kıyılarda ağaçlar tek tük çınar ve çam ağaçları.

Azmaktan akan su temiz ama sodalı olunca içme suyunu kümbet sarnıçlarda biriken yağmur sularından karşılanıyor. Önümde kubbeli bir sarnıç görünüyor. Taş ile örülerek yapılmış hem kubbesi hem de yan duvarları.

Kayalara oyulmuş kral mezarlarını görünce durup resimlerini çekiyorum. Mezar kısmı kapısı küçük bir dikdörtgen, kıyılarda iki sütun oyulmuş. Mezarın içi tamamen kaya içine oyulmuş durumda. O zamanlarda böyle bir mezara sahip olmak için ya kral olacaksın, ya ünlü bir komutan ya da çok zengin olacaksın. Bu kadar kaya kütlesini oymak için çok işçilik gerektirir.

Akyaka, doğal güzellikleri kadar yüzlerce yıllık tarihi kalıntılarıyla da öne çıkar. Yaklaşık 2500 yıllık geçmişi olan Antik Idyma kentine ev sahipliği yapan Akyaka’daki tarihi eserler arasında kaya mezarları ve bir oda mezarı bulunur.

Kaya Mezarları

Likya bölgesinin başta gelen mezar tiplerinden biri olan tapınak görünüşlü kaya mezarlarının benzerleri, Karya bölgesinin güney kesimlerinde de görülür. Akyaka ile Gökova arasında kalan Kaya Mezarları bunlara bir örnektir. Tapınak görünüşlü mezarlar İon düzeninde ve templum in antis planında yapılmıştır.

Mezarlardan biri bitirilememiştir. Küçük olduğu için iki değil de tek sütuna sahiptir. Bu sütun korunmamıştır.

Kaya mezarlarının kapısı özel olarak biçimlendirilmiş taş kapılarla kolaylıkla açılamayacak şekilde kapatılırdı. Bu tip mezarlar çoğu zaman sıvanır ve boyanırdı. Akyaka’daki mezarlarda hala sıva ve kırmızı boya izleri seçilebilmektedir. Kaya mezarları varlıklı kişilerce bir prestij sembolü olarak inşa edilirdi.

Oda Mezarı

2001 yılında Akyaka’da gerçekleştirilen altyapı çalışmaları sırasında bir oda mezarı keşfedildi. Roma Devri’ne ait olan mezar, Idyma kentinde şu ana kadar hiç soyulmadan bulunan ilk ve tek oda mezarıdır. Üç metreye iki metre boyutlarındaki mezarın üç tarafında ölülerin ve sunuların konulduğu klineler yer almaktadır. Mezar girişinin sağ yanındaki blok taş üzerinde M.Ö. 2. yüzyıla ait bir yazıt bulunmaktadır. Yazıtta şöyle yazmaktadır: “Eudoros’un kızı Symbra’lı(Symbris’li) sevgili Menias, elveda.”

Mezardan yedi farklı insanın iskeletinin yanında kandiller, kaseler, testiler, bronz sikkeler, bronz kilit, strigilisler, bronz takılar, cam kaplar ve altın küpe çıkarılmıştır. Mezardan ele geçen en erken eser M.Ö. 3. yüzyıla, en geç eser ise M.S. 3. yüzyıla tarihlidir. Yani bu Oda Mezarı yaklaşık 600 yıllık dönem içerisinde farklı zamanlarda kullanılmıştır.

Gökova köyünden geçip kavşağa geliyorum. Fethiye – Marmaris yol kavşağı. Biz Marmaris’e doğru gideceğiz ama yeni yoldan değil. Kısa bir süreliğine eşsiz yollardan birinde okaliptüs ağaçlarının arasından gideceğiz. Eski Marmaris yolunun iki kıyısında sıralı okaliptüs ağaçları dikilmiş. Ağaçlar zamanla büyüyüp kalın gövdeli kocaman olunca yol tamamen gölgede kalıyor. Bu yol şimdi araç trafiğine kapalı, sadece yayalar ve biz bisikletçiler girebiliyoruz. Ağaçların gövde kalınlığına bakarsak 200 – 300 yıllık olması olası. Zemin kilitli beton parke taşı döşemiş belediye. Bu yol 3000 metre civarında.

Bisikletim KUZ sehpasında park edilmiş yol kıyısında ağaçlı yolun resmini çekiyorum.

Belli bir yere kadar, Fethiye – Marmaris yol kavşağına kadar parke taş döşeli. Kavşaktan sonra eski asfalt yol, kimi yer dağılmış durumda. Ağaçların boyu neredeyse 20 metreye ulaşarak gökyüzünü kapatmış durumda. Üst dallar birbirine girmiş göğü görmek imkansız hale getirmiş. Benim gibi bu yolda bisiklet sürmek isteyenler de var. Aracın olmadığı yerde üstelik tamamen gölgelik yolda bisiklet sürmenin keyfini yaşıyoruz.

Muhlis Dilmaç ta bunlardan birisi. Elektrikli bisikleti ile bana poz veriyor. Kafasına da iki tane tüy takmış.

Okaliptüs ağaçlı yol bitince mecburen ana yola çıkmak zorunda kaldık. Sağ tarafta ağaçlı yol, önümde geliş yeni asfalt yol ve tam karşıda Sakar yokuşu ve dönemeçli yolu.

Gökova ovası düzlüğü bitti, yavaş yavaş yükseliyoruz.

Akyaka dan bizimle beraber gelen bu siyah köpek o kadar kovalamamıza rağmen bizi takip etmeye devam ediyor. Dili bir karış dışarıda, bu sıcak havada üstelik siyah tüyleri var, susuzluktan geberecek haberi yok. Ne yaptıksa ikna edemedik. Kimisi su verdi matarası ile. Üstelik yoruldu da ama geri dönmeye niyeti yok.

Yokuşta yorulan bisikletçi bisikletinden inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Bisikleti katlanır olduğu için zorlanıyor. Siyah köpek onun yanında gidiyor. Yürüme hızında birini bulunca koşturmaya gerek görmüyor anlaşılan.

Yükseldikçe Gökova körfezi ve ovası daha güzel görünmeye başladı. Sakar yokuşu ve dağ muazzam görünüyor.

Tam bir yıl önce (24 Mayıs 2015) burada Marmaris’e giden 59 yaşındaki Fransız bisikletçi  Christian Jean Auguste Niaffe emniyet şeridinde !!! giderken 48 SK 338 plakalı arabayı kullanan dangalak bir sürücünün arkadan çarpması sonucu yaşamını yitirmişti. Tam da kazanın olduğu yere bisikletçi arkadaşlar anısına çam ağacının gövdesine BİSİKLETÇİ ÖLÜMLERİ DURSUN yazısını asmışlar. Burada durup talihsiz bisikletçiyi anıp dua okudum ruhuna. Dangalak sürücülere eğitim versen de fark etmez yine dangalak olmaya devam edecektir. Ülkemizde adam öldürmek kolay ve öldüren de tutuksuz yargılandı. Adalet olmayan bir yerde mahkemenin verdiği karar ise şöyle ;

“Yaşanan olayın ardından Marmaris 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın karar duruşması geçtiğimiz günlerde yapıldı. Mahkeme sanık sürücüye önce, “taksirle adam öldürme” suçundan 5 yıl hapis cezası verdi. Ancak cezada indirime giden mahkeme, “Sanığın sosyal ilişkileriyle cezanın sanığın geleceği üzerindeki etkileri lehine” gerekçesiyle cezayı 4 yıl 2 aya indirdi.

Verdiği bu cezayı da para cezasına çeviren mahkeme, sanığa günlüğü 25 TL’den 38 bin TL para cezası verdi. Cezanın 24 eşit taksitle ödenmesine karar veren mahkeme, sanığın parayı ödememesi halinde cezasın, hapse dönüştürüleceğini kararında belirtti. Ayrıca sanığın ehliyetine de 1 yıl süre ile el koyuldu. Dava kapsamında mahkemeye ulaşan iki bilirkişi raporunda da sanık tam ve asli kusurlu bulunurken, Niaffe ise kusursuz bulunmuştu.”

Ülkemizdeki insanlara verilen bu değere yazıklar olsun, adalete de……

Kazanın olduğu yer, belki de ben de olabilirdim Fransız bisikletçinin yerinde. Bu olaya sebebiyet veren sürücü ne hapis yattı ne de cezasını çekti. Para ise komik, acaba vicdanı rahat bırakacak mı?, yoksa hiç vicdanı yok mu? Peki mahkemenin vicdanı??? kararı veren hakimin vicdanı?

Neyse yola devam ediyorum. Sağ tarafımda küçük bir çay akmakta, çınar ağaçları çayın etrafını kaplamış durumda.

Demin akarken gördüğüm çayın adı Gelibolu çayı imiş. Çanakkale deki Gelibolu’yu biliyordum sadece. Burada çaya aynı ismi vermeleri bir garip. Çayın üzerindeki köprüde Gelibolu tabelası konulmuş. Bu köprüde emniyet şeridi yok. Köprünün korkuluk demirleri ve siyah beyaz fosforlu dik bir tabela konulmuş. Fransız bisikletçiye emniyet şeridinde çarpan dangalak sürücü bu köprüde emniyet şeridinde gitseydi de köprüden aşağı uçup geberseydi daha iyi olurdu. Hiç olmazsa başkalarına zarar vermez, mahkemeler de adaletsiz karar vermek zorunda kalmazdı !!!

Dağın yalçın kayalarının yamacından gidiyoruz.

Kimi bisikletçi yorulmuş, beton duvara nalları dikip pistonları soğutmaya çalışıyor. Ben de bu pozu kaçırmıyorum.

Son yokuşu çıktım, zirveden Marmaris’i ve denizin küçük bir parçasını görüyorum. Artık inişe geçebilirim.

Tam inişe geçeceğim sırada arka lastik inmiş, bisiklet sağa sola yalpalamaya başlayınca bir de baktım ki arka lastik asfalta yapışmış. Hal böyle olunca durup bagaj çantalarımı çıkarıp tekerleği söktüm. Dış lastiği kontrol edip batan pıtrak dikenini çıkarıyorum ilk önce.

Yolun kıyısında sehpasının üzerinde KUZ öylece sakin olarak duruyor. İki turuncu renkte bagaj çantam yerde. İnişe geçtiğim için rüzgarlığımı giymiştim terli olduğum için. Mavi rüzgarlık ta çantanın üzerinde. Arka tekerleğim yerde, iç lastik sökülü altta. Yedek lastik de henüz açılmamış.

Lastiğimi takıp işi bitirdikten sonra inişe kaldığım yerden devam ederek Marmaris’e giriyorum. Bundan sonra hiç resim çekmemişim. Lastiğimin patlaması sonucu epey geride olduğumdan kalacağımız yeri bilmediğimden Muhlis Dilmaç’a konum atmasını söylüyorum. Atığı konuma göre haritadan takip ederek otele vardım. Otelin havuzu vardı ama su donum kamyona verdiğim çantada olduğundan havuzu sadece seyrettim içim giderek. Çünkü kamyon nedense çok geç geldi. Sosisi kamyona verdiğime pişman oldum ama yok ne yapayım. Yarın onu da bagajımda taşırım artık. Bu akşam otelde odalarda kalacağımızdan çadır kurmaya gerek yok. Yemeği yiyip kahvemi de içtikten sonra fazla geç olmadan odama çekilip erkenden yattım.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 70 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

KUZ’un Yeniden Doğuşu

KUZ’un Yeniden Doğuşu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

 Uzaklardan çağırıyorsa

Yolcu yolunda olmalı,

Götürmeli heybesindeki hazineyi

Dostlara.

Kahve de içilmeliydi, 40 yılın hatırına.

urimbaba’can

 

Öne çıkmış olan görsel, İ harfinin noktası nazar boncuklu, İzmir yazısı önünde KUZ park etmiş durumda.

20150723_164608

Bisiklet  yaşamıma girmeye başladığı yıllarda mavi renkli Bianchi 26 jant bisikletle hafta sonu günü birlik turlara gidiyordum. Bisikletim demirden, 21 vitesli, azıcık ağırca ama iyi de gidebilen bana göre iyi bir bisikletti. Bisiklete binmem iyice yaşamıma girdikçe tecrübelerim artarak devam ediyordu. Mahallemizde bisiklet tamircisi Mevlüt Ustanın dükkanında bir bisiklet gördüm. Bisikleti toplamışlar, bir de altın rengine alacalı boyayıp satılığa çıkarmışlardı. Bir tur atayım diye bisiklete binerek şöyle bir dolandım. Kadro 52 cm boyunda tam boyuma uygun, çelik kadro, gidişi rahat ve hızlı, 24 vitesli. Bisikletin kullanışı da rahat geldi bana. Mevlüt Ustanın yeğeni Hakan işletiyordu dükkanı. Bisikletin fiyatını sordum

” Hakan bisiklet kaç para” diye. Hakan da

“Sana 200 TL olur Urim baba” dedi.

Şöyle bir düşündüm 200 TL çok para diyerek almaktan vaz geçtim. Bir bisiklete o kadar para veremem.

Bisiklete binmem artıkça yeni arkadaşlarla tanışmaya başladım. Arkadaşlar bana şehirler arası uzun turlar yapanlar var deyince internetten aramalarımda uzun turcuları buldum. Serkan Taşdelen ve Feyyaz Alaçam. Serkan Taşdelen kendi web sitesinde yazılarını yazıyordu. www.pedalla.com

Serkan ile Feyyaz İzmir Çeşme ilçesinden başlayıp ta Van Kapıköy sınır kapısına kadar giden D 300 kara yolu turunu okumaya başladım. Yol 2000 km civarında. Yazıları okudukça uzun tur yapma isteğim başladı. Ardından Feyyaz’ın web sitesini www.feyyazalacam.com  keşfederek onun yazılarını da okuyunca tur bisikleti şart diyerek Mevlüt ustada gördüğüm bisiklet aklıma geldi. Feyyaz da tüm Türkiye kıyılarını 4.000 kilometre 17 yaşında tek başına dolaşmış.

Aradan aylar geçmişti, acaba bisiklet satıldı mı ? Heyecanla bisiklet dükkanına gidip sordum bisiklet duruyor mu diye. Mevlüt usta depoda duruyor, hakana gidip depodan getirmesini söyledi. Hakan da bisikleti getirdikten sonra yine;

” Kaç para?” dedim Hakan da “Aynı fiyatı değişmedi sana 200 TL” deyince pazarlığa başladım.

“Bende eski bir bisiklet var onu verirsem kaça olur”

“Eski bisiklete 25 TL sayarız üstüne de 175 TL verirsen bu iş olur” dedi.

Tamam anlaştık” diyerek evde duran eskimiş bisikleti getirip Hakan’a verdim. Bisikleti alarak hemen sahile giderek dolaşmaya başladım. Boyası hoşuma gitmemişti. İlk önce tüm ekipmanları Hakan ile söktüm. Tüm boyalarını tel fırçayı canavara takıp kadroyu tertemiz yaparak Karabağlar da fırın boya yapan atölyeye götürerek siyah renge boyattım. Parlak siyah renk pırıl pırıl görünmesine neden oldu. Ardından Hakan ile beraber bisikleti topladık. Artık bisikletim hazırdı. Sadece bir isim bulmam gerekti. Aklıma bisikletin siyah renginden dolayı Kuzgun, Kuzey, anlamı da gölgede kalan, siyah olan KUZ geldiğinden bisikletimin bundan sonra ismi KUZ olacak.

Türkiye’nin bir çok yerini KUZ sayesinde dolaştım. Dere, tepe, dağ, bayır. Taşlı yollar, kaymak gibi asfalt yollar. her yerde beni taşıdı. Kilometre saatim 37.000 kilometre gösteriyordu. Kuz ile epey yol yapmıştım. Ön ayna kol hariç  tüm ekipmanlar da değişmişti şimdiye kadar. Ayna kolda en küçük dişli 24 diş. Kaset dişlisi de 1. vites dişlisi 34 diş. Yılbaşından önce bir arkadaşımdan bisiklet römorku almıştım. Römorkun adını da KIYTIRIK olarak verdim. Onun hikayesi başka yazımda olacak. Son turlarımda Kıytırığı kullanmıştım. Her ne kadar bana rahatlık verse de yokuşlarda epey zorladı. Bisikletimin kadroda bazı yerlerde boyalar atmaya başlamıştı.

Artık KUZ şöyle iyi bir bakım gerekti. Son Mersin turundan geldikten sonra Ramazan ayında nasıl olsa bisiklete binmediğimden boya yapmaya karar verdim. Bisikletteki tüm ekipmanları söktüm. Ardından boyanması için Muhlis Dilmaç’a kadroyu verdim. Fabrikada boyanan ve isim yazdırılan kadro pırıl pırıl elimdeydi. Emektar mavi bisikletim ile kadroyu almaya gittim Muhlis abinin evine. Kadroyu dikkatlice havlu ile sararak bagaja sıkıca bağladım. Ardından eve getirip odaya şimdilik durması için bıraktım. Teşekkürler Muhlis Dilmaç…

Mavi bisikletin arka bagajında yeni boyalı kadroyu taşırken.

20150716_132827

Gördüğünüz gibi harika boyandı, KUZ da bunu hakketti doğrusu. Kadro maşa ile birlikte yandan çekilmiş hali. Kadro alt demirinde URİMBABA’CAN yazıyor.

20150716_134952

Kadroyu bir de önden çekiyorum Önde nedense iki tane KUZ yazılmış.

20150716_135021

Bayramdan sonra Selim usta ile konuşarak bisikleti toplamam için  ne zaman getireyim diye konuştuktan sonra Arkadaşım Can Küçükler’in arabası ile Selim ustanın dükkanına getirdik. Yeni boyanmış bisikletime hangi donanım takılacak, fiyatları neler diye daha önce konuşup anlaşmıştık. İşte Selim ustanın dükkanı. Bana biraz uzak, ben Balçova da oturuyorum. Selim ustanın dükkanı Bornova da. Uzak muzak fark etmez benim için. Hem arkadaşım hem de iyi bir usta olduğu için Selim ustayı her zaman tercih ederim. Selim ustanın dükkanının önü. Tabelasında Özge Bike Bisiklet servisi yazıyor.

20150723_095019

Kadroyu aparata taktık, toplanmaya hazır. Metrik 5 kılavuz ile tüm cıvata deliklerini açıyorum ilk önce. Sonra Hurçları takıyor Selim usta.

20150723_095059

Ardından maşa takılıyor bir güzel. Maşa biraz önden darbe aldığı için arkaya doğru yamuktu. Bunu fabrikada düzeltmişlerdi. Düzeltirken hafif ezilmeleri zımpara yaparak düzeltmek durumunda kaldık. Bu işler fazla sürmedi. Maşa yerine takıldı.

20150723_102043

Ayna kol Shimano 391 Atera 22 -42 dişli. Küçük dişli 22 olması benim için uygun. Önceki 24 dişli idi, şimdiden 2 diş kazandım yokuşlarda.

20150723_102058

Sıra geldi arka aktarıcıya ; Deore aktarıcı taktık. Arka aktarıcı en çok hareket eden parça olduğu için biraz kaliteli ve iyi olmalı.

20150723_102107

Ön aktarıcı da takılıyor.

20150723_102207

Arkada oturan bir çırak görüyorsunuz. Dükkanda ufak tefek işleri yapıyor Selim ustaya yardım ediyor. İşte bu çırak ne çay yapmasını biliyor, ne kahve yapmasını. Dükkana gelen müşterilere hiç bir ikramı yok. Kalkın kendiniz yapın diyerek başından savıyor. Dükkanda da çay yapmak için her şey var ama tembel çırak oralı bile değil bu konularda. Varsa yoksa yama, jant örme gibi işlere bakıyor. Yakında Selim ustanın işini elinden alacak gibi. Neyse madem çay yapmıyor biz de kendimiz demleriz, ne olacak.

Ön ve arka tekerlekler takılıyor, ön tekerlekte dinamo var göbekli. Arka tekerlekte de yeni değiştirmiştim göbeği. İşte turcuların kullandığı  kelebek gidon. Kelebek gidon da takılıyor. Altına beyaz boyun iyi renk uyumu oldu. Siyah – Beyazın uyumu.

20150723_115149

Tekerlekler takıldıktan sonra yer sehpasına alındı bisiklet. Selim usta fren pabuçlarını takıyor. V fren benim tercihim, hem kolay ayarlanıyor hem de arızasını daha çabuk halledebiliyorum. Sadece fren pabuçları iyi bir marka olsun yeter. Fren pabuçları takıldıktan sonra ayarlarını yaptı Selim usta. Vites kolları ve fren elcikleri Shimano Alivio takıldı. Fren ve vites tellerine beyaz renkli kablo takılarak renk uyumu sağlandı.

Arka kaset dişlisi de Shimano Alivio marka 12 – 36 dişli 9 vites takıldı.  Eski kasetim 8 vites 11 – 34 dişli idi. Arkada da 2 diş kazandım. Etti 4 diş, artık yokuşlar beni durduramaz.

Zincir de 9 vitese uygun Shimano Deore zincir takıldı.

Tüm parçalar takıldıktan sonra vites ayarları yapılıp işi bitirildi bisikletin.

20150723_125856

Sele, bagaj ve bagaj çantasını yerine takınca KUZ hazır hale geliyor. Kornayı da takıyorum. Kendimi araçlara ve insanlara en iyi duyurmanın yolu korna. Kornayı çalınca araçlar durup sesin nereden geldiğini anlayasıya kadar ben yanından geçiyorum. Yada beni kornanın sesinden görüp duruyor. İnsanlar da kimi dalgın yada cep telefonunla konuşurken korna sesi ile kendine geliyor. Korna mutlaka gerekli bisiklette.

Bisiklet donanımları kaliteli, iyi ve dayanıklı olmak zorunda. Uzun turlarda gerekli bu. Binlerce kilometre yol yapıyorsanız biraz masraf etmeli. Yada yeni bisiklet alıyorsanız donanımlara dikkat etmeli. Bir de kaliteli alacağım diye de dünyanın parasını da vermeye gerek yok. Daha uygun fiyata kaliteli donanım da alabilirsiniz. Bunu araştırıp sorarak bütçenize en uygun olanını seçmelisiniz. Bisikletim KUZ dükkanın önünde park etmiş durumda, yola çıkmaya hazır demir a gibi duruyor.

20150723_144022

İşimiz bittikten sonra cep telefonumu çırağa verip Selim usta ve Gürcan Yılmaz ile resim çekiliyoruz. Çırak resim çekmekten pek anlamıyor. Bir kaç kez resim çektiriyorum. Çektikleri arasında en iyi resim bu oldu. Gürcan Yılmaz da bisiklet turuna çıkacağı için bisikletine bakım yaptırmaya gelmiş. Tren ile Kars’a gidip oradan dolaşa dolaşa Gürcistan, İran turu yapacaklar. Şimdiden iyi turlar dilerim arkadaşım.

20150723_144141

Kuz’un yeniden doğuşu böyle oldu. Beni yıllarca taşıdı, yenilenmiş haliyle taşımaya devam edecek. KUZ İzmir’e yakıştı doğrusu, Allah nazardan saklasın. Kuz’un yeniden doğuşu böyle oldu. Beni yıllarca taşıdı, yenilenmiş haliyle taşımaya devam edecek. KUZ İzmir’e yakıştı doğrusu, Allah nazardan saklasın. İ harfinin noktası nazar boncuklu İzmir yazısı önünde KUZ park etmiş durumda.

20150723_164608

Artık yeni maceralara çıkmaya hazır. Yeni yerler, yeni turlar, yeni dostlar. Hikayeler oluşacak, hikayeleri hazine torbamda toplayacağım sizlere anlatmak için.

III. AzBilinenAntikKentlerBisikletTuru 2. Gün

20 Nisan 2014 Pazar

Malkoç – Balıklıova – Ildır – Barbaros – Malkoç

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

kuşlar göç zamanı geldiğinde

k

u

ş

l

a

r

yürek atışı gibi kanat çırpar

özlem nereye, kiminle

ya

gittiğin yerde de

aşk

varsa

…..

 

Öne çıkmış olan görsel, seyirci oturma yerinin alt kısımları içe doğru yontulmuş.

200420146780

Gece yatmadan önce hava açık ve yıldızlı olmasına rağmen yağmurun çadırımın üstüne vuran damlaları beni uyandırıyor gecenin geç zamanında. Çadırın havalandırma örtüsünü takmamıştım. Hemen çıkıp takıyorum örtüyü yoksa çadırın içi epey ıslanacak. Bir süre yağmur yağdı gece boyu. Yağmurun sesiyle güzel bir uyku çekiyorum sabaha kadar. Saat 07:00 de uyanıp dışarıya çıkıyorum. Yerler ıslanmış gece yağan yağmurla. Çadırımın altında branda su toplamış azıcık uyku tulumum ıslanmıştı. Neyse yapacak bir şey yok, ıslaklığın kuruması için uyku tulumunu seriyorum matın üstüne. Akşama kadar kurur. Kalkıp hazırlanmaları için diğer çadırda yatanları kaldırıyorum. Gece bizimle kalan Ketring Osman eşi ve turumuzun şef garsonu Selahattin usta ile birlikte bizlere sabah kahvaltısı hazırlıyorlar. Bizlere kahvaltıyı verdikten sonra Osman arabasıyla Bergama’nın İsmailler köyüne gidecek. Akşama yemekle beraber geriye buraya dönecek. Masa üstünde domates, salatalık, tepsiler.

200420146725

Hava parçalı bulutlu, yağmur görünmüyor ufukta. Ördeklerin denizde yüzüşünden anlıyorum bu gün yağmur yağmayacağını. Akşama ne olur belli olmaz. Ördekler neşe içinde denizde yüzüyorlar.

200420146726

12 Gün boyunca  Çanakkale’ye birlikte pedal bastığım arkadaşım Mustafa deniz kıyısında sandalyeye oturmuş, evini özlemiş bir halde düşüncelere dalmış. 3 haftadır evden uzak ve hala gezmeye devam edecek.

200420146727

Kahvaltının ardından telsizleri açıp hazır hale getiriyoruz. Ardından grup yola çıkıyor, ben, Ahmet Mumcu ve Doktorumuz Burcu kampta kalanları yola çıkarıyoruz. Dün bir türlü gidemeyen Burcu Uçurum arkadaşımız bana ön tekerleğinin dönmediğini söylüyor. Bakıyorum bisikletin ön tekerleği sıkışmış dönmüyor. Fren ayarı bozuk olduğundan fren papucu  janta sürttüğünden tekerlek sıkışmış. Hemen fren ayarını yapıp tekerleğin sürtmemesini sağlıyorum. Kızcağız ta Konaktan buraya kadar böyle sürterek pedal basmış. Biz de söylenince bozulmuştu biraz. Kendi de görünce tekerleğin zor döndüğünü ve hemen hallettiğimizi bizlerden özür diliyor. Önemli olmadığını söylüyorum, eğer dün farkına varsaydı zorlanmazdı şimdiye kadar. İşimiz bittikten sonra herkesi yola çıkarıp ben de en son çıkıyorum kamp alanından. Kamp alanında çadırlarımız duruyor, çünkü tekrar buraya geleceğiz. Önümde Doktor Burcu ve Ahmet mumcu gidiyor.

200420146728

Grup önde olduğu için henüz yetişemiyorum, Karaburun kavşağına geldim. Buradan Balıklıova’ya doğru gideceğiz. Balıklıova da çay molamız var orada toplanacağız. Tabelada Alaçatı ,Çeşme düz olarak devam ettiğini, sağa doğru ise İ.Y.T.E kampüsü, Mordoğan ve Karaburun gittiğini gösteriyor.

200420146729

Grubun arkasında kalan bir kaç kişiye Gülbahçe köyüne girerken yakalıyorum. Karaburun kavşağından sonra hemen ilk köy Gülbahçe yazan tabela ve köy.

200420146731

Ardından Gümüşkoy köyüne varıyorum. Buralar daha çok yazlıkçıların oluşturdukları köyler. Yolumuz boyunca bir çok girinti çıkıntı arasında güzel koylara denk geleceğiz. Ve her koyda insanların yaptığı yazlıkların giderek çoğalan bir yapılaşmanın içinde kalması beni hep üzmüştür. Koy manzarası resmi çekeyim diyorum her birinde bir kaç yazlık yüzünden manzaranın bozulduğunu görüyorum. Tabelada Gümüşköy yazıyor, önümde bir bisikletçi gidiyor.

200420146732

Karapınar köyüne varıyorum, burası da yazlıkçıların kalabalıklaştırdıkları köylerden biri. Yalnız daha önce geçtim buralardan araba ile, bu kadar köy gördüğümü hatırlamıyorum. Amma da çok köy varmış art arda.

200420146733

Köyde genç delikanlı bizleri görünce çeşitli hareketler yapmaya başlıyor. Bizlere özendiğinden köyün çıkışına kadar eşlik ediyor bize.

200420146734

Bakir demeyelim de yazlık yapılmamış ender koylardan biri. Bir kaç baraka türü yapı var sadece. Üst tarafta gördüğünüz yol yeni yapıldı ve fazla olmadı açılalı araç trafiğine. Bizim gittiğimiz yol eski yol, gidiş geliş, dar ve çok virajlı yol. Yeni yapılan yol duble ve virajı olmayan yol. Bir kaç yıla kalmaz buraların bakirliği kalmaz. Yol güzel olmadığından insanlar arabalarını böyle yollara sürmek istemiyordu. Şimdi ise yeni yolda güzel olunca araba trafiği artacak ve buralardan rant elde edecek emlakçılar talan edecek ta Karaburun’a kadar tüm kıyıyı. Biz şanslıyız, henüz doğal haliyle güzel koyların yanında bisikletlerimizle gezip görüyoruz.

200420146735

Güzel deniz manzaralı yolda kıvrıla kıvrıla gidiyoruz. Önümde Gözde ve Abdurrahman gidiyor bisikletleriyle. Yol denizden biraz yüksekte.

200420146736

Ve ilk lastik patlağına geliyoruz. Hemen teknik ekip olarak Ahmet Mumcu patlağa girişerek çarçabuk hallediyoruz.

200420146737

Patlak yamandıktan sonra iç lastik yerine takılıyor. Tamir işinden anlamayanlar Ahmet Mumcu’ya bakıyorlar öylece.

200420146738

Biz lastik tamiri ile uğraşırken Devrim de kamerası ile hepimizi çekiyor. Yerde bir kişi, beş kişi de ayakta toplam altı kişi varız.

10252120_10152403548082369_1615348403924880920_n

Patlak işini hallettikten sonra yola devam ediyoruz. Mola yeri olan Balıklıova uzaktan görününce daha hızlı pedala basıyoruz. Bir an önce çay içmeli.

200420146739

İşte Balıklıova köyü, deniz kıyısında, güzel ve geniş bir koyda kurulmuş eski bir köy. Adından da anlaşılacağı gibi eskiden balık kaynıyormuş burası. Bilinçsiz balık avlanma balıklar büyümeden, üremeden avlandıkları için balık bulmak mucizelere kalmış durumda. Balıklıova Köyü’nün tarihteki ilk ismi Polikhne dir. Yerleşim yerinin ismi tarihte komşuları Klazomenai’nin MÖ 413’deki istila girişiminde geçmektedir. Yakın tarihte, Osmanlı zamanında da bu isimle anılagelmiş bir Rum köyüdür. Cumhuriyet sonrası Rumların göce zorlanması ve mübadele ile köy boşalmış, köyün eski yerleşim yeri terk edilmiştir. Şu anki ismi Polikne den Türkçe ye Balıklı ve Balıklıova olarak geçmiştir.

200420146740

Balıklıova böyle kalabalık bisikletli grubu 2 yıl önce görmüştü. Bu yıl da aynı bisikletli kalabalığı görünce pek şaşırmamışlardır. Köyün kahveleri bisikletçiler tarafından işgal edilmiş durumda. Ben de arkayı toplayıp geldikten sonra grup tamamlanmış oluyor. Önde bisikletler park etmiş, arkada kahvede kalabalık bisikletçiler masalara oturmuş.

200420146743

Balıklıova da balık kalmazsa bile esas ünlü olanı Un Kurabiyesi. Her yerde Un Kurabiyesi yapılır ama buranın Un Kurabiyelerinin tadı bir başka oluyor. Her zaman gelip yiyebilirsiniz. Un Kurabiyesinin tadı eskiden Rumlar tarafından yapıldığından şimdiki ustalar Rumların tarifi ile yaptıklarından bu kadar lezzetli oluyor. Fırınlar sürekli pişiriyor Un Kurabiyesi taze taze her zaman yiyebilirsiniz.

1-1

Un Kurabiyesi canavarları ortaya çıkarmış durumda. Enes’i zaten canavar olarak biliyorduk. Doktor Serhat, Burcu ve Onur’un Kurabiye canavarı olduklarını bilmiyorduk. Kurabiyeleri görünce asıl kimlikleri ortaya çıkmış oldu böylece. Bundan sonra kendimizi bu arkadaşlardan sakınacağız, demedi demeyin. Gerçi beni de davet ettiler ama sadece 2 tane yedim. Daha fazla aralarında bulunmak hayati tehlike yaratabilir.

1-3

Yol kıyısında enginar satıcısı  amcam kavalı almış eline öttürüyor kimseye beş para vermeden. Kendi havasında kendi havalarını çalıyor.

200420146742

Kaval sesinden yayılan türküler Ahmet Mumcu’yu türkü sever olarak enginar satıcısı amcanın yanına gelerek türkü çığırmaya başlıyor. Bizlere bir türkü söyleyerek kulaklarımızın pasını biraz olsun silinmesine neden oluyor.

200420146741

Mola yeter deyip grubu Doktor Serhat yola çıkarıyor. Yolumuz Balıklıova dan sola doğru Ildır da bulunan Eritrai antik kentine. En sonda olarak herkesi yola çıkardıktan sonra tam köyden çıkacağım ki cep telefonum çalıyor. Telefonda kahvede şarjda bir telefon unutulmuş olduğunu söylüyorlar. Geri dönüp telefonu şarj aletiyle birlikten kahveciden alıyorum. Ardından yola tekrar çıkıyorum.

Dağın yamacında gördüğünüz eski Polikne köyü. Evlerin tamamı taştan yapılmış eski bir Rum köyü. Mübadelede Rumlar gidince köy terkedilip deniz kıyısına taşınmış. Kim bilir taş evlerde ne anılar yaşanmıştır. Acı, tatlı ve hüzünlü hikayeler.

200420146744

Balıklıova’nın bir diğer ünlüsü de Enginar. Tam mevsimindeyiz Enginarın, tarlalarda Enginar başları yeni olgunlaşmış toplanmayı bekliyor. İnsanların sağlıklı besinlerinden olan Enginar Ege bölgesi kıyı şeridine ait bir bitki. Doktorların yalancısıyım her derde deva hatta kanseri bile önlüyormuş. Yalnız Enginarı yerken başındaki taç yaprakları yemeyin yoksa boğazınızda kalır. Taç yaprakları gayet sert, taç yaprağının iç kısmında dibinde beyaz olan kısmı yeniyor. Enginarın esas yenen kısmı göbeği. Zeytinyağlı dolması çok lezzetli olur. İnsanın ömrüne ömür katar.

200420146745

Az bilinen antik kentler turunda bisikletçileri serbest bırakıyoruz. Buraları ve yolu bilmeyenleri kaybolmasınlar diye  önemli yerlerde yola işaretler yaparak doğru yola gitmelerini sağlıyoruz. Bu işaretleme işini dünya turunu yapan arkadaşımız Gürkan Genç ile 3 ay boyunca pedalladıktan sonra yeni Türkiye ye gelmiş Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’a vermiştik. Enes 3 ay boyunca Gürkan Genç’in ekipmanlarını ve kendi ekipmanlarını mahvettikten sonra daha fazla zarar olmasın diye Türkiye ye gelerek Gürkan’ın rahat nefes almasını sağlamış oldu. Yoksa Gürkan dünya turunu yarıda kesmek zorunda kalacaktı. Enes canavarı motorlu olarak önden gidip sprey boya ile yola gideceğimiz işaretleri yaparak bize yardımcı oluyor. Enes ile birlikte ekibimizde Emin Mengüaslan da motorlu olarak gruba yardımcı oluyor. İkisinde de sprey boya olunca iki tane ok değişik renkte görüyoruz asfaltta.

200420146746

Enes canavarı kurabiyeleri fazlasıyla yedi herhalde yolda garip yönlendirme ok işaretlerini görüyorum. Acaba yediği Un Kurabiyesi canavara ters etki mi yaptı, yoksa kafayı mı buldu bunu anlayamadık. Doktor Serhat hocaya bu durumu sormak gerek. Böyle işaret dünyada ilk defa görünüyor. Sarı renkte olan çizgi alttan yukarı düz gidiyor biraz. Sola dönüp yuvarlak çizdikten sonra sağa çiziyor. Orda da bir yuvarlak çizdikten sonra ileri doğru ok işareti ile bitiyor.

200420146747

Karaburun yarım adasının tam ortasında, en dar yerinde, doğu yönünden batı yönüne doğru gidiyoruz. Burası yarım adanın en alçak geçiş yeri. Yarım adanın diğer yerleri yüksek dağlar geçit vermiyor.

200420146748

Zeytin ağaçları altında kocaman bir boğayı görüyorum otlarken. Etrafında inekler usul usul otluyorlar. Boğanın azameti ineklerde güven oluşturmuş durumda. Taze yeşil çimenler leziz olmalı ki bizlere bakmıyorlar bile. Daha önce ineklerin önünden sırayla bisikletlerle geçerken nedense trene benzetip bize bakıyorlardı. Bu boğa hiç tren görmemiş anlaşılan.

200420146749

İnekler da sakin sakin boğanın gözetiminde otluyorlar. Kimisi genç boğa, yani dana.

200420146750

Yolun sağ tarafında mermer ocağı var. Buradan önemli miktarda mermer blok kesip işlenmek üzere fabrikalara götürülüyorlar devamlı olarak.

200420146751

Nihayet yarımadanın sırtına varıyorum, bundan sonrası iniş. En son süpürücü olarak en arkada geldiğimden tek başıma ilerliyorum. Ahmet Mumcu ve Doktor Burcu görünürde yoklar.

200420146752

Yol kıyısında çeşme görüyorum, mataralarımı tazeliyorum burada. Çeşmenin taşlarına yazı yazmasalar daha güzel görünecekti. Nedense insanlar mağara duvarlarına yazı yazar gibi yazı yazıyorlar. Sanki önemli bir şey yazmışlar gibi. Görüntü kirliliği yaptıklarının farkında olamayacaklar hiç bir zaman.

200420146753

Asfaltta yazı yazmaya başladı Enes canavarı, Un kurabiyeleri insanlaştırmış canavarı. İşaretlerden yazıya geçmiş baksanıza. Yerde Alayına gider yazılmış.

200420146754

Deniz kıyısına gelmeden yol ikiye ayrılıyor. Tabela nereye gideceğimizi gösteriyor, sola doğru. Yardımcılarım Ahmet Mumcu ve Doktor Burcu burada beni bekliyorlardı. Ben geldikten sonra hareket etik Ildır’a doğru. Tabelalarda; Küçükbahçe ve Karaburun sağ tarafa, Ildır ve Çeşme sol tarafa gidileceğini ok işareti ile belirtmişler.

200420146755

Artık yarım adanın diğer tarafında, batı kısmındayım. Deniz ve Ildır’ın koyu göründü. Resimde gördüğünüz gibi her koyda siteler oluşturmuşlar. Beton yığınına dönüşmüş güzelim koy, yazık buraya ve yatırılan paraya.

200420146756

Idırı köyüne az kaldı, karşıda göründü alçak tepeler arasından.

200420146757

Tepelerden sahile iniyoruz, sahil yolu denize sıfır. Bu yolda bisiklet sürmenin keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Her yerde böyle deniz kıyısında, yeşillikler içinde temiz hava ve iyot kokusunda bulamazsınız. Sağda deniz, önümde üç kişi gidiyor bisikletleriyle.

200420146758

Artçı olarak geride kalanları süpürerek ilerliyorum. Solumuzda bir yel değirmeni, biz de Don Kişot’luk yapıyoruz yel değirmenine karşı bisiklet sürerek. Önümde Gözde, Esma ve Apo var.

200420146759

İzmir dışından gelenler resim çeke çeke bisiklet sürüyorlar. Buraları ilk defa gördükleri için hem manzaraları seyrediyorlar hem de resim çekiyorlar. Bunlardan biri de Devrim, Antalya’dan geldi ve buralara hayran kaldı. Kamerası elinde habire resim çeke çeke grubun en arkasında gidiyor. Arada benim de resmimi çekiyor bir kaç poz. Bisikletim KUZ ve ben üstündeyim.

2-1

Devrim beni bisiklet sürerken deniz ve kayıkların manzarasında çekiyor. Bagajda sarı yelek dikkat çekmek için.

2-2

Yolda bisikletle gelirken Devrim beni ve Ahmet Mumcu’yu çekiyor. Arkamızda birisi daha var.

2-3

Köyde taş evler güzel yapılmış, fakat bazı taşların antik kentten olduğu görülüyor. Her antik kentin yanında olan yerleşim yerlerinde olduğu gibi hazır yontulmuş bir kaç taşı evlerin duvarlarında görüyoruz.

200420146762

Evlerin bahçeleri, duvarları rengarenk çiçekler ve güllerle donatılmış. Baharın coşkusunu yaşıyor taş evler. Evin sahibi olan kadın güllerin altında çekiyorum bir poz.

200420146763

Devrim’i kendi kamerası ile çekiyorum güllerin önünde. Güller kırmızı, duvar dibinde sarı çiçekler var.

2-5

Devrim bu kez beni çekiyor çiçekler arasında.

2-8

Köyün merkezi azıcık yukarıda, biraz tırmanıyoruz haliyle. Tırmanırken Devrim beni çekiyor. Yokuş bayağı sert.

2-10

Köylü amca dağlardan topladığı şifalı otları satmaya çalışıyor. Ildırı köyünde öğle yemeği yiyoruz. Telefonunu unutan Esra’ya telefonunu veriyorum bu arada.  Bir süre dinlendikten sonra Antik kente doğru yürümeye başlıyoruz hep birlikte. Yaşlı adam başında kırmızı başörtüsü takmış, önündeki kasada taze kekik demetleri var.

200420146765

Eritrai köyün yukarısında, bisikletleri aşağıda yemek yediğimiz alanda bırakıyoruz. Kahverengi tabelada Ildırı (Erythrai) yazılarak gideceğimiz yönü belirtiyor. Sola doğru gideceğiz.

200420146768

Antik kente tırmanırken köyün duvarlarındaki mor çiçekleri çekmeden edemiyorum.  Katırtırnağı mor çiçekler açarak yüksek duvardan aşağı sarkmış.

200420146766

Köyde eski taş evler görmek mümkün. Yüksek tavanlı, düzgün taşlardan olan evler Rumlardan kalma.

200420146767

Ildırı köyünün genç muhtarı antik kentin girişinde bizlere hem köy hakkında bilgi veriyor hem de antik kenti anlatıyor. Muhtar genç, dinamik, köye bir şeyler yapmaya çalışan biri. Konaklamalı turizm, olta balıkçılığı ve zeytinciliği anlatıyor heyecanla.

200420146771

Muhtarın konuşması bittikten sonra antik kenti dolaşmaya başlıyoruz. Tabelada sola doğru; Akropol, Tiyatro (Theater) yazılmış.

200420146769

Daha çok turistlere gezilecek yerleri yazan tabelada; Tiyatro The Theatre, Agora, Akropol Acropole, Athena tapınağı Temple Of Athena, Matrone  Kilisesi The Matrone Church yazılmış Bizlerin pek yazılanlara dikkat ettiğimizi zannetmiyorum. (Örnek olarak tabelada yazdığı halde okumayan birisi “Tiyatro ne tarafta? diye sorması gibi) Gidilecek yön sağ tarafı işaret ediyor.

200420146772

Erythrai

Ildırı köyünün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai sözcüğünün Yunanca’da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmaktadır. Bir başka varsayıma göre ise kent adını ilk kurucu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros’tan almıştır.

Kentte ele geçen bulgular, bu yörede ilk Tunç Çağ’ından bu yana yerleşimin olduğunu göstermiştir. İkinci kolonileşme döneminde kent, Atina Kralı Kadros soyundan gelen Knopos yönetimindeydi. Başlangıçta krallık ile yönetilen kent sonraları yine kral soyundan olan ancak halkın seçtiği Basileuslar tarafından yönetildi. Ion kentlerinin aralarında kurdukları Panionion dinsel ve siyasal birliğe katıldılar. Kent Pythagoras’la birlikte kısa süreli tiranlık dönemi yaşamış, bu dönemde üreterek dışarı sattığı değirmen taşlarıyla önem kazanmıştır.

Erythrai, Lidya ve daha sonra da Persler’in eline geçer. Pers boyunduruğuna karşı diğer Ion kentleri gibi ayaklanmaya katılan kente, bütün Ion kentleriyle birlikte M.Ö. 334’te İskender, bağımsızlığını kazandırır. İskender’in ölümünden sonra çıkan kargaşalar sonucu birçok el değiştiren Erythrai Pergamon (Bergama) Krallığı’nın eline geçer. M.Ö.133′ te Roma İmparatorluğu içinde özgür bir kent statüsü kazanır. Bu dönemde şarabı, keçileri, değirmen taşları ve kadın kahinleri Sibyl ile Herophile ile ün kazandı.

M.Ö.1 yy.’da depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden büyük yıkıma uğrayan yöre; 16.yy’dan sonra Ilderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başladı.

Şehirde 1963-1966 yılları arasında Prof.Hakkı Gültekin ve sonraları Prof. Ekrem Akurgal tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk önce M.Ö. 3.yy. sonlarında yapıldığı sanılan akrapolün kuzey yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarıldı. Akrapol’ün en yüksek düzlüğünde yapılan araştırmalarda da Athena tapınağına ait kalıntılar bulundu. Şehrin etrafının 5 km. uzunluğunda surla çevrili olduğu anlaşıldı. Tiyatro kısmen açığa çıkarıldı ve restorasyon çalışmaları yarım kaldı. Araştırmalarda akrapolde M.Ö. 6. ve 7.yy’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulundu. Bunlar Erythrai şehrinin en eski tarihi buluntularıdır.

Erythrai harabelerinin bulunduğu bölgede, tarlalarda bulunan eserler, ören yeri bekçisi Hüseyin Yavuz tarafından toplanarak, orada bulunan bir bina da muhafaza edilmeye çalışılmaktadır. Hüseyin Yavuz bu yıl aramızdan ayrılmıştır, Nur içinde yatsın. Kapı içinde, elinde şapkası ile yaslanmış Hüseyin Yavuz.

575945_10150764519966170_191596698_n

Zeytin’in Masalı

I

Tek göz taş evin kapısını buruşmuş elleriyle açtı yaşlanmış parlak zeytin yeşili gözlü kadın. Yine sabah olmuş yine yine, lakin gelmemişti yıllar yıllar sabahı beklediği. “Bekle…” demişti bekliyordu, “Gelecem…” demişti inanıyordu, “Seviyom…” demişti daha çok seviyordu. Kapının hemen yanında koca bir zeytin ağacı dibinde çeşmeye gitti yüzünü yıkadı sarıdan Beyaza dönmüş saçlarını boynunun kıvrımlarını yıkadı baharın yağmuruyla gecede yıkanmış bahçesi esintiyle hışırdadı yıkanan yüzünü dondurdu. Omzundaki şalına sarındı. Kapının önündeki sekide kurulmuş beyaz ferfoje küçük masa iki sandalyeden birine oturdu. Kahvaltısını dışarıda yapacaktı içeri girmeye niyeti yoktu “hayat dışarıda” idi –hayatı dışarıda idi- küçük evinde asma katının altında kurduğu mutfağında çayını demledi yaptığı ekmeği zeytini çıkardı dışarıya masaya yerleştirdi. Yıllardır yemeği buydu sabah akşam. Zeytin, ekmek, çay… hiç değişmedi, beklemek gibi… Kapının önünde üşüyen kuru bedenini sıcak çay ile ısıttı içinin üşümesine çare değildi. Neydi çay, sevdiğinin muhabbeti, kapkara gözleri, dem-di dem kokusu sevdiğinin kokusu. Neydi ekmek? Kavuşturandı umuttu elleri bir gün evet bir gün tutuşturan-dı. Sabır dı yoğrulmaktı, pişmekti, kıvamdı… Neydi zeytin? Bakmaktı o tepeye, Gözdü gönüldü kutsanmaktı aşk ile…

 

Demir atlar yükünü tutmuş geliyordu, aramaktaydı taşın sütunun altında… Geçmişten geleceğe şahitlik eden taş şehirlerde gömütleri, dikitleri limanları dolaşarak araya araya geldiler. Kâh dedesinden öğrendiğini anlattırdı köyün yaşlısına, ya da muhtarına bildiklerini saydırdı. Demir atlılar geliyordu şarkılarla türkülerle, Aradıkları- anlam – dı. Yaşamanın anlamı, çiçeğin böceğin, mavinin yeşilin anlamı. Her iklimden her satıhtan basıp pedala gelmiş birlikte bilmek istemişler.”

Lider Serhat sürati dengeleyerek ekibi dağıtmıyor, en süratli süvarileri bakışlarıyla yönetip yol açtırıyor. Akşamları onları ödüllendirip onurlandırıyor yiğitliklerini ilan ediyordu. Olcay ise iletişimi ile önü arkayı araları kontrol edip ekip birliği sağlıyor. En geç yatıp en erken kalkıyor. Bazen türküler söylüyor dolunaya, bazen susuyor denizin dibine…

Urim Baba ise ardını toplayandı demir atlıların geride bıraktıklarını toparlayıp, yorulanı bekliyor “aartık aydeee” diye en geride yol alıyordu. Grubun hekimi Burcu ve tekniği Ahmet Urim Baba ile aynı hareket edip grubun ihtiyaçlarını yerinde görüp inceleyip raporluyorlardı. Akşamları grup toplanıp aradıklarının peşine düşüp gördüklerini anlatıyor, Ateşin başında türküler söylenip ozan gibi atışılıyordu.

Grup gene koca sütunların başına gelmiş antik devirin masallarını genç Arkeolog Ali Burak paylaşırken sütuna dayanmış yalın ayak başı kaçak bir adam bilmediğiniz masalların peşine düştünüz bunca insan dedi. Doğruldu dinlendiği taştan ağarmış saçları dağınıktı, kararmış gözlerini kapatmadan. Karanlık bir mağara gibi açtı  ağzını yaşlı adam.

Hüseyin Yavuz yakından yüzü görünüyor.

548335_10150764519746170_176263664_n

Bu kadar insan düşmüşsünüz yola bir nedeni olmalı. Kızlı erkekli, genci yaşlısı nedir aradığınız.

“Bir derdimiz var” dedi sözü aldı Lider Serhat. “Paylaşmak!” Biz bildiklerimizi gördüklerimizi paylaşırız dedi”

Olcay. “Senin paylaşacağın var mıdır? desen, dinlesek ?” dedi, artçı Urim Baba. “Nedir Senin yaşamanın anlamı” diye sordular.

Urim Baba; “ Biz bu kaa insan sözü paylaşmaya geldik. Bilirsin masallar söz ilen paylaşılır bu güne gelir. Bu koca taşlarda şahittir zamana karşı.”

Peşimden gelirsiniz benim yol hikaye mi, benim yaşamımın anlamını görürsünüz dedi yolcu ihtiyar.

Devam edecek…

 

Esma Eser Açıkgöz

 

Amfi tiyatrodayız, tiyatronun seyircilerin oturduğu taşların çoğu yerinden sökülüp alınmış. Çok az taş var, merdiven olan yerde ve üst kısımlarda. Taş merdivenin solunda otların içinde iz var, işte orada demir raylar var. Büyük bir ihtimalle taşları raylardan aşağıya taşıyıp götürmüşler. Antik kentlerde korumasız olduğundan bu kadar büyük yağmalara rağmen yine de hepsini götürememişler. Bizlerin görebileceği kadar taş eserler var.

200420146779

Amfi tiyatronun seyirci oturma yerlerindeki yontulmuş taşlar bir sanat eseri gerçekten. Adamlar sanata, estetiğe, güzelliğe önem vermişler ta o zamanlarda. Bir tiyatro eserini seyretmek için oturulan yerin alt tarafı. Ama insan otururken ayakları alta sallamak için taşları içe doğru yontmuşlar. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

200420146780

Tiyatronun en üstüne çıkıp Akropol, Athena Tapınağı ve Matrone Kilisesini dolaşacağız. Bu yapılar antik kentin en tepesindeler. Tabelalar gideceğimiz yönü belirtiyor sağa doğru.

200420146781

Bahar ayında olmamızdan dolayı tabiat yeşil elbisesini giymiş, en güzel çiçeklerle başına taç yapmış, arılar ve böceklerin vızıltıları içinde bizi karşılıyor. Otların ve çiçeklerin yaydığı kokular, havada uçuşan polenler insanın aklının bir karış havada olmasına neden oluyor. Hele gençleri bir başka yapıyor bahar ayları. Soludukları havada bolca olan polenler kana karıştıktan sonra beyne ulaşınca akıl bir karış havaya çıkarak yerine AŞK nöronları doluyor beyinde. Sadece AŞK’ı düşünmekten kan dolaşımı yavaşlayıp tembelliğe doğru giderek bahar yorgunluğu yaşıyorlar. Ama suçları yok ki! doğa zaten AŞK tan oluşmuş. Doğa bütün canlılara bunu aşılamış, kaçacak yerimiz yok AŞK tan yana. Mor çiçekler açmış otlar yeşillik içinde.

200420146782

Sarı çiçekler de insanları Aşk’a davet ediyor. Patikada yürüyenlerin ayakları.

200420146783

Papatya gibisin beyaz ve ince,

Deli oluyorum seni böyle görünce,

İsmin dudaklarımı yakıyor, neden ?

Papatyam seni özlüyorum…

Bahar aylarında açan iri papatyalar içinde bir adam.

200420146784

Kilisenin iki duvarı hariç diğer yerleri yıkılmış. Burası Matrone kilisesi.

200420146785

Athena tapınağının temel duvarları kalmış sadece.

200420146786

Antik kent yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş. Körfezin manzarası harika. Batı, Güney ve kuzey rüzgarlarına açık olduğu için devamlı olarak esinti var. Yükseklikten dolayı da biraz sert esiyor rüzgar. Hani aşağıda rüzgar ekersen burada fırtına biçersin o derece yani. Tepenin batı kısmı yamacı dik bir uçurumla oluşmuş. Denizde bir çok irili ufaklı ada görünüyor buradan.

200420146789

Körfezde 12 ada var irili ufaklı, üzerinde yapı yapılmamış olması çok güzel görünmelerine neden oluyor. Umarım bundan sonra turizm diye adaların doğal güzelliklerini bozmazlar. Sağ tarafımda Ildırı köyü ve büyük bir ada var.

200420146790

Duvarların görünen yüzlerini Poligonal (Beşgen) şekilde yontulup örmüşler taşlardan. Böyle taş örme biçimi diğer İyon kentlerinde görmek mümkün. Bu duvar biçimi saraylar ya da zenginlerin evinde oluyor.

200420146787

Papatya çiçekleri ile adalardan oluşmuş körfez manzarası, daha ne olsun ki. Hele bahar ayında iseniz !

Seviyor,

Sevmiyor!

Papatya fallarında…

200420146788

Uçurumun kenarında oturup hem dinleniyoruz hem de manzaranın tadına doyum olmaz seyrini gerçekleştiriyoruz hep birlikte.

200420146794

Rüzgar bayağı kuvvetli esiyor, insanı üşütecek serinlikte.

Yorulmuş pistonları dinlendiren Abdullah keyfini çıkarıyor manzaranın.

200420146795

Bulunduğum tepede düşüncelere dalıyorum. Martı kuşu olmak istiyorum, şöyle kanatlarımı açıp kendimi rüzgara bırakmak, hiç kanat çırpmadan rüzgara karşı durdukça beni havada tutmasını istiyorum. Hayat ta böyle sanki, nasıl kuşlar rüzgara karşı kanatlarını açıp durdukça havada kalıyorlarsa, yaşamda da zorluklara karşı durdukça ayakta kalabiliyoruz. Zorluklara karşı durmazsak bir anda yere düşer yaşamdan koparız. Bisiklete binmek gibi devamlı pedala basmak gerek gidebilmen için. Kendimi bir an kollarımı açıp uçurumdan aşağıya bırakmak geçiyor, sadece bir an öyle düşünüyorum. Bıraksam kuşlar gibi rüzgara karşı süzülsem. Ta bulutlara çıkıp körfezi baştan başa dolaşsam, engin denizlerin üzerinde uçsam, uçsam. Sınırlar olmadan, pasaportsuz diğer ülkeleri gezsem. Hem de vize parası ödemeden! Bu düşüncelerden sıyrılıp kendime geliyorum. Demek ki bir an düşüncelerde kalsam kendimi uçurumdan boşluğa bırakacaktım. Yaşam bu mudur, pamuk ipliğine bağlı…

2-4

Bisikletçilerin ağır topları Ahmet Mumcu, Hakan Kayışlıgil, Bekir Kocamaz ve ben. Bekir Kocamaz açmış ellerini kocaman soyadı gibi. Doktor Burcu arada kalmış garibim.

2-6

Erytrai antik kentini bitirip bisikletlerin yanına dönmeye başlıyoruz. Elimde pankart katlanmış olarak önde ben, Arkamda Hakan Kayışlıgil, ve Ahmet Mumcu adalar manzarasında yürüyoruz.

2-9

Balıkçıların demirledikleri kayıklara selam verip aşağıya, sahile inmeye başlıyoruz. Denizde bir çok tekne demirlemiş, karada ise yazlık evler kaplamış yamacı.

548558_10150764532971170_2054027807_n

Köyden bisikletleri aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Elinde fotoğraf makinesi ile habire resim çeken Devrim artık artçı fotoğrafçı olarak görevlendiriyorum. Zaten resim çekmekten hep geride kalıyor bari bir ünvanı olsun turumuzda. Devrim’e Barbaros köyünde bir süprizim olduğunu söylüyorum. Herkes yola çıktıktan sonra ben de yola çıkarak grubun en arkasında yol alıyorum. Kıyıda balıkçı tekneleri eşliğinde gidiyorum. Kayıklara ulaşmak için küçük iskeleler yapmışlar aralıklı. Kıyıda ters olarak konmuş polyester kayıklar duruyor üç tane.

200420146797

Yolumuz bundan sonrası biraz tırmanış olacak. En sert tırmanışlar ve en çok bu gün yol alacağız. Çadırlarımız kamp alanında olduğu için yüksüz daha hızlı hareket ediyor grubumuz. Arkada kalanları toplaya toplaya ilerliyorum. Önümde iki kişi tırmanırken yokuşu çekiyorum.

200420146798

Aslında çıktığımız yokuş %10 eğimden fazla ama moralimiz bozulmasın diye %10 yazmış sevimli canavarımız. Böyle yazmazsan turu yarım bırakanlar bile olabilirdi. Bizim canavar Enes normale döndü anlaşılan. yediği Un Kurabiyelerin etkisi geçmiş olmalı. Baksanıza yere sevimli 🙂 işaretleri yapmaya başlamış.

200420146800

Nihayet yokuş bitiyor ve tepedeyiz, aşağıda Kadıovacık köyü görünüyor. Barbaros köyüne kadar iniş olacak. Daha sonra biraz rampa var ama çıkacağız. Burada biraz soluklanıyorum, Henüz gelmemiş bir kaç kişi var. Onları da bekliyorum, ağır aksak çıkıyorlardı yokuşu. Geride kalanlar geldikten sonra terli gövdem rüzgar almasın diye yeleğimin fermuarını yukarı çekiyorum. Siz siz olun ne kadar terli olursanız olun yokuşun sonunda durup rüzgarlık yada yeleğinizi giyin. Terli bölgeniz rüzgar almasın yeter. Fermuarı da çektikten sonra kendinizi yokuş aşağıya rahatça bırakabilirsiniz. Hiç bir şey olmaz. Ben turlarımda böyle yapıyorum ve hiç bir zaman üşütmedim, hasta olmadım bisiklet üzerinde. Termal içliğim de yok, her zaman pamuklu atlet giyerim.

200420146801

Köye gelince yavaşlamamız konusunda uyarı yazısını canavarımız yazmış “Yavaş” diye. Onu dikkate almak gerek. Tabi ki ben durup resim çekiyorum. Gölgem yere düşmüş.

200420146802

Grubun en arkasında teknik eleman Ahmet Mumcu ile birlikte gidiyoruz.

200420146803

Barbaros köyü göründü ufukta. Dağın yamacında, en altta kurulmuş köy.

200420146804

Köy de yaşayan insan az. Köyün girişinde kültür evi var, burada sanatçı biri bir kültür sanat evi yapmış taş bina olarak. Doğada topladığı renkli taşları kum haline getirip resim üzerine yapıştırarak harika resimler yapıyor. Yalnız bu gün açık değil, o yüzden ziyaret edemiyoruz. Urla belediyesi tarafından yapılmış tabela köyün girişine dikilmiş. Tabelaya; Urla belediyesi Barbaros köyü, Nüfus 555, Hane 260 olarak yazılmış. İki yanda yeşil çam ağacı, sol üst köşede Türk bayrağı var.

200420146805

Yokuşlar yordu bizi çay molası vermek gerek. Köyün içinde kahvelerde çay molası vereceğiz. Canavar Enes yere Çay ve ok işareti çizmiş sarı boya ile.

200420146806

Enes Çalışkan kapmış çocuğun elinden bisikleti kendi binmeye çalışıyor. Köyün meydanında bir kaç tur atıyor en sevimli haliyle.

200420146807

Köyün meydanında kaldırımda gölgelik ağacın altına oturup kahve takımını, ocağı çıkarıp kuruluyorum. Cezveye kahveyi koyup ocağın üstünde pişirmeye başladım. Diğerleri kahvede oturmuş, kimi köfte ekmek yiyor, kimi çay içiyor. Benim kahvem var ve kahve içme zamanım geldi. Kahve takımlarım ve ocak kaldırımda. Ben de oturmuş kahve pişirmek için hazırlık yapıyorum.

3-6

Devrimi yanıma çağırıyorum, kahveyi, cezveyi görünce hem şaşırıyor hem de seviniyor. Süprizimi görünce ne diyeceğini bilemiyor. Canı kahve istemiş ama içememiş, şimdi ise sokakta, kaldırımda kahvenin pişmesini bekliyor. Cezvem ve fincanım 4 kişilik olunca bizimle beraber Olcay ve Emin de kahve içmeye hakketti. Onlara da veriyorum birer fincan kahve. Devrim karşımda oturmuş sohbet ederken cezvede kahve pişiriyorum.

3-3

Çay, kahve molasının ardından grubu yola çıkarıyorum, yol biraz yokuş. Çeşme İzmir yol ayrımına kadar çıkacağız, ondan sonra uzun bir iniş bizleri bekliyor. Devrim bizi çekiyor, ben ve önümde dört bisikletçi yokuşu çıkarken.

10294375_10152403673877369_3552891525844951191_n

Yol ayrımlarında işaretler bizi gideceğimi yeri belirtiyor “Düz” olarak. Canavar Enes iyi çalışıyor grubun önünde. Kutlamayı hak etti bu gün.

200420146808

Nihayet yokuşun sonuna Çeşme İzmir yol ayırımına varıyoruz. Burası manzarası olan bir yer ve adı manzara kahvesi. Aşağıda göletler var ve manzarayı daha görsel yapıyor.

200420146812

Yokuşun bittiğini söylüyor yer işaretleri, yaşasın…

200420146810

Ve sola dönüş ok işareti yere çizilmiş.

200420146811

Yol tabelaları nereye gideceğimizi belirtiyor. Biz İzmir yönüne gideceğiz. Bu yol D300 karayolu. Çeşmeden başlıyor Van’ın Saray ilçesine İran sınırına kadar gidiyor. 2000 km kadar bir karayolu. Bu yolu www.pedalla.com da Serkan Taşdelen ve Feyyaz Alaçam beraber D300 karayolunda yaptıkları turun hikayesini okumuştum. Bu yazıdan sonra bisikletçi olmuştum tam anlamıyla Serkan Taşdelen bu turda beraber pedallıyoruz aynı zamanda. Sağa Çeşme, sola İzmir yönünü gösteriyor tabelalar.

200420146813

Geldiğimiz yönü belirtir tabelalarda; Kahverengi tabelada Ildırı (Erythraı) Beyaz tabelaya Barbaros ve Kadıovacık yazılmış. Tabelalar sol tarafı gösteriyor. Tabelaların üstündeki yüksek yerde mavi tabelada ise; İzmir teknoloji geliştirme bölgesi. Burası İzmir yüksek teknoloji üniversitesinin arazisi başlıyor. Yaklaşık 7 Kilometre uzunluğunda bir arazi.

200420146814

Yaklaşık 7 km yokuş aşağı iniyoruz, bayağı uzun bir iniş oldu bizim için. Sadece iniş olduğu için İçmeler kamp alanına çabucak varıyoruz. Solda deniz görünüyor.

200420146815

Arka kadro oluşmaya başlıyor yavaş yavaş. Afyon Başmakçıdan  Esma Eser Açıkgöz, acele etmeden beraber kamp alanına varıyoruz. Çok güzel türkü de söyler, sesi kadife gibi. Türküler söyleyerek bisiklet sürüyoruz. Geçen yıl Az bilinen antik kentler turunda Küçük Yamanlar dağında gençlik kampında tanışmıştık. Tanışmamız da ilginç olmuştu doğrusu. 2013 yılının Az bilinen antik kentler turunun ilk gününde yaklaşık 22 km tırmanışlı günün ardından 1000 metre yükseklikte yemeği yedikten sonra buz gibi esen deli poyrazdan kaçarak gençlik merkezinin barakaların birinde sıcak çaylarımızı içerek muhabbet ediyorduk. Arkadaşlarla Afyon Başmakçı bisiklet festivalinden bahsederken Esma da oradaymış. Başmakçı sözünü duyunca heyecandan oturduğu tahta sandalyeden düşüverdi. Biz de tabi bu düşüşe anlam veremedik, ne oluyor diyerekten Esma’yı yerde görünce kahkahayı basıverdik hep birlikte. Meğerse Başmakçı bisiklet festivalini düzenleyen Esma imiş. Biz tabi bunu bilmeden öylesine nasıl gideceğimizi konuşuyorduk. Tanışmamız böyle oldu Esma ile ve güzel bir dostluğun temeli atıldı böylece. Başka festivallerde de beraber bisiklet sürdük. Esma bisiklet üzerinde çekiyorum bir poz.

200420146816

Kamp alanına geldik, herkes akşam yemeğine kadar serbest dolaşıp hazırlıklarını yapıyor çadırlarında. Bu akşamdan itibaren her akşam bir olay için kutlama yapacağız. Bu gün grubun artçıları ödüllendirildi, şerefine kadeh kaldırıldı. Yaşasın artçılar Doktor Burcu Koçay, Teknik destek Ahmet Mumcu ve süpürücü olarak ben. Resimde Burcu Koçay, Ahmet Mumcu, Olcay Ormankıran, Ben, Doktor Serhat Ferahi Değimli, Ahmet Yıldırım ve Berna Külahçı var. Elimizde kırmızı şarap kadehlerini tokuşturuyoruz.

1897817_10152403675417369_1502793782226024624_n

Akşam yemeğinde Ketring Osman’ın getirdiği nefis yemeklerle karnımızı doyuruyoruz. Yemekten sonra sınırsız çay eşliğinde gece sunumunda sevimli canavarımız Enes Şensoy bize anılarını resimlerle sunarak anlatıyor. Enes dünyayı dolaşmakta olan arkadaşımız Gürkan Genç ile İspanyada buluşup Cebelitarık boğazını geçerek Fas ta 3 ay kadar beraber bisiklet sürdüler. Çöllerde, okyanus kıyısında yaşadıkları maceraları bizlere anlattı. Bu turunda bisikletinde, notbook’unda ve telefonun da olmadık arızalar meydana gelmiş. Çölde gezen bahtsız Bedevi gibi bir macera yaşamışlar. Çektiği resimler çok olunca ve kamp ateşi yanmaya başlayınca çoğu resmi geç geç diye geçiştirdi sadece.

200420146819

Sunumun ardından şaraplarımızı alıp sahilde kamp ateşi etrafında toplanıyoruz. Karşılıklı iki grup oluşturduk, şarkılar türküler söyleyerek kahkahalar içinde gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam ediyor eğlencemiz. Ateşin kızıl rengi şarabın kırmızı rengine karışıyor.

10177432_10152263781143046_1677443648840957073_n

Artık ateşin üstünden atlamaya başlıyoruz. Şarabın verdiği coşkuyla bağıra bağıra türküler söylüyoruz. Ben ateşin üzerinden atlarken Cem Yatman beni çekiyor gecenin karanlığında.

10270561_10152263781013046_8807135107348367130_n

Gece epey ilerledi, uyku uyumak gerek, yarın erkenden kalkacağız. Yavaş yavaş sesimiz azalıyor, birer ikişer yatmaya gidiyorlar. Ben de uykum iyice gelince çadırıma yatmaya giderek derin bir uykuya dalıyorum.

Resimlerin bir kısmı Devrim Dağ’a aittir.

Bu gün yaptığımız yol 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 3. Gün

4 Eylül 2013 Çarşamba

Kayalar köyü – Ayvacık – Ezine – Çanakkale

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“gitmekle gidilmiyor ki.
gitmekle gitmiş olamazsın;
gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır.”

Cemal Süreya

Öne çıkmış olan görsel, Bisikletinin ön tekerleğini kaldırmış bir genç bize hava atıyor.

3-34

İyi bir uyku, güvenli bir yer. Sabahın 5’inde ekmekçi kahvenin kapısından içeri girip ekmekleri ekmek dolabına dizerken uyanıyorum. “Günaydın” diyerek kalkıyorum yattığım masanın üzerinden. Ekmekçi de “günaydın” diyerek ekmekleri dizmeye devam ediyor. Hava henüz karanlık, aşağıdaki tuvalete giderek gece içtiğim çay ve biraları boşaltıyorum. Ortalık sessiz, ekmekçi işini bitirmiş, kamyonetine binip diğer köylere ekmeklerini dağıtmak için gidiyor. Kayalar köyünde ekmeği Recep dayı kahvede satıyor, bakkalda bulamazsın. Saat henüz 5 olduğundan diğer arkadaşlar uyuyorlar. Ben de uyku tulumuna girip biraz daha kestiriyorum. Hava ışımaya başlayınca kalkıyorum, daha fazla uyumanın anlamı yok. Gün güzel olacağa benziyor. Elimi yüzümü yıkamaya giderken köydeki taş evin resmini çekiyorum. Eve giriş düz olarak duvar çekilip yapılmış. Bahçe duvarı da yüksek taşla örülerek giriş kapısı kondurulmuş. Yol aşağı eğimli, eve giriş yukarıya eğimli. Evin üç penceresi var.

3-3

Kahvenin dışında köyün ihtiyarları camiden çıkmış dolanıp duruyorlar. Kahvede bizleri görünce kahve açık zannedip içeri girmeye hazırlanırken onlara; “Daha kahve hazır değil biraz bekleyin, arkadaşlar toparlansın, çayı demledikten sonra sizi çağırırım” deyip kahveye girmelerine engel oluyorum. Normalde Recep dayı kahveyi 9 civarında açıyor. Arkadaşları uyandırıp toplanmalarını söylüyorum. Eşyaları masanın üzerinden toplarken. Ben iki masayı birleştirip üzerinde yattım.

3-1

Can 8 tane sandalyeyi yan yana karşılıklı olarak dizip tahta divan gibi yapmış. Gece matı serip sandalyelerin üzerinde yatmış.

3-2

Çay ocağının termostatını 100 dereceye getirip suyun kaynamasını sağlıyorum. Ardından çayı demleyip oturmasını beklerken masaları ve sandalyeleri yerlerine yerleştirip bir de içerisini süpürdükten sonra kahveyi açıyoruz. Köyün ihtiyarlarına çay doldurup veriyorum, ardından çaylarımızı terasın köşesinde masaya oturup Kayalar köyünden güzel manzara ile içmeye başlıyoruz. Manzara harika, deniz mavisiyle yeşil ağaçların arasından, ufukta Midilli adasının puslu, bulanık dağları, tavşan kanı çaylar.  Burcu manzarayı görünce nasıl ve nereye geldiğimizi anlıyor, manzaraya bayılıyor. Sabah güneşi yüzüne vurmuş öylece bir resmini teras manzarasında çekiyorum.  Burcu duş olmadan geçen bir gecenin ardından yoldaki birinci sınavı geçmiş oluyor.

3-9-1

Karşımızda ege denizi masmavi sularıyla günün ilk ışıklarıyla muhteşem görünüyor. Kayalar köyü 324 metre yükseklikte. Gece bayağı zorladı bizleri. Bu güzel manzarada çaylarımızı içiyoruz, ve sabah keyfini yaşıyoruz resmen. Nasıl olsa kahve bizim, kahveye gelenlere çay ısmarlıyoruz. Neyse ki Recep dayının oğlu gelince kahvecilik işini ona devrederek sabah kahvaltısını hazırlamaya başlıyoruz. Çayları ocakta Can dolduruyor. Adnan da divana oturmuş durumda.

3-13

Kahvede domates var, bir kaç domates doğruyoruz tabağa. Ardından doğal köy zeytinyağını bolca domateslerin üzerine döküyoruz. Midemize kolayca  girsin diye. Bakkaldan biraz peynir alıp çantamdaki kahvaltılıkları çıkarıp terasta  sofrayı hazırlıyoruz. Kocaman nefis taze köy ekmeğini dolaptan alıp dilimliyorum. İsteyene iki yumurta isteyene bir yumurta haşlayıp soframızı zenginleştirdikten sonra kahvaltımızı terasın köşesinde güzel manzara eşliğinde yapmaya başladık. Cemal Süreya herhalde ünlü şiirini burada yazmış diye düşünmeden kendimi alamadım.

“Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”

Cemal Süreya

Masada manzara eşliğinde Adnan, Burcu, ben ve Cem oturmuşuz. Bizi Çağrı çekiyor.

3-11

Kahvaltıdan sonra Recep dayı geliyor, beraber birer sabah kahvesi içiyoruz. Bizlere köyü anlatıyor, köyde hırsızlar barınamadığından hırsızlık olmuyor. Bisikletlerimizi kilitlememiştik bile gece. Köydeki evlerin hepsi taş ev, kendim her şeyiyle bir taş ev yapmak istiyorum ama ilk önce taş ev yapan birisinin yanında çalışmalıyım. Burada zeytincilik, bal ve hayvancılık yapıp geçimini sağlıyor köylüler. Taylar başı boş dolaşıyor köyün içinde. Biri siyah, biri kahverengi donlu. (Don atların rengine deniyor)

3-5

Güzel bir tay görüyorum incir ağacının altında, hemen resmini çekiyorum çaktırmadan.

SAN

Kırmızı bir kuştur soluğum kumral

Göklerinde saçlarının

Seni kucağıma alıyorum

Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor

Soluğum

Yüzümün yanmasından anlıyorum

Yoksuluz gecelerimiz çok kısa

Dörtnala sevişmek lazım

Cemal Süreya

Duvarın dibinde, incir ağacının altında kahverengi donu olan at. Alın kısmında dar bir yer, kulakları hizasından burnuna kadar beyaz renkli.

3-5-1

Bu da benim tayım; KUZ.  Uzaklara, denizler ötesinde ki  Midilli adasına bir gün mutlaka gideceğini bilerek gidonu dik, hadi desen pedalına basıp buradan karşıdaki Midilli adasına atlayacakmış gibi duruyor. Bir gün mutlaka… KUZ balkonda park etmiş durumda. Aşağılarda deniz ve Midilli adası.

3-6

Recep dayı ile birlikte resim çekiliyorum. Kahvesini bizlere açan ve kahve sizindir deyip evinde rahat yatan, teklifsiz buzdolabındaki yiyecekleri bizlerle paylaşan, sınırsız çay içtiğimiz, zeytin domates ve ekmeğini yediğimiz Recep dayı sana sonsuz teşekkürler. Bizleri kahvesinde ağırlayan büyük insan.

3-8

Köyde herkes işinle uğraşıyor, Amcam baltasını, nacağını yüklemiş atın sırtına kışlık odun kesmeye ormana gidiyor. Kahvenin terasında Burcunun kelebek gidonlu bisikleti, açık olan pencereden köylü atı ile birlikte yürüyor. Parmaklıklar yanında küçük sehpa ve iki sandalye.

3-4

Sıra geldi burcunun patlamış lastiğine. Lastiği hemen onarıp şişiriyoruz. Aramızda para toplayıp Recep dayıya her şey için teşekkür ederek parayı veriyorum. Almak istemese de zorla vererek yediğimiz içtiğimiz şeylerin karşılığını veriyorum. O da bizden çok memnun olduğunu belirterek her zaman bizleri misafir edeceğini söyleyerek vedalaşıyoruz. Akamızda sağlam bir kapı bırakarak yola çıkıyoruz. Köy yamaçta kurulu olduğundan pistonlar ısınmadan rampaya sarıyoruz yavaş yavaş. İlk metreler zorluyor.

3-151

Köy yollarından giderek ne kadar güzel yollardan geçtiğimizin farkına varıyoruz. Kavşaktaki tabela köy yollarını belirtmiş. Can tabelanın yanında çekiyorum. Sola, Kayalar 2, Hüseyinfakı 4. Sola Sazlı 2, Koclu 4, By. Hüsün 5 yazılmış.( By. Hüsün yazan yer Büyükhüsün köyü.)

3-18

Hiç bir araç geçmiyor, ormanın içi, çam ağaçlarının verdiği bol oksijen bizleri gayet memnun ediyor. Burcu panoramik resim çekiyor ormanı ve yolu. Sağda Can duruyor.

3-19

Ormanın içinden bir kısımda deniz manzarasında KUZ ‘un resmini çekiyorum.

3-21

Yolda sık sık çeşmelere rastlıyoruz, aklıma İrfan Özden geliyor. O der ki ” Her çeşmeden su içeceksin” ben de onun sözünü her zaman yerine getiriyorum her çeşmede. Demek ki bir bildiği var öyle söylüyor, ne de olsa 40 yıllık dağcı. Çam ormanı içinde giden yolda iki bisikletçi.

3-22

Köyden çıkarak orman içinde dik yokuşta Burcu vites düşüreyim derken arka dişlide zinciri atıyor. Uğraşıp kurtarmaya çalışıyor ama yapamayınca bisikletimden inip yardım ediyorum. Zincir arka büyük dişliden çıkmış jant telleri arasına girerek sıkışmış, bir türlü çıkmıyor. Baktım olacak gibi değil pense ve tornavida gerekli. Hemen ileride park ettiğim bisikletimden takımları alıp geliyorum. İleri geri pense ve tornavida yardımıyla epey uğraşarak zinciri aradan çıkarıp dişliye takıyorum. Zincir yağı ile yağlanan ellerimizi ıslak mendil ile siliyoruz. Bu ıslak mendiller her yerde çok işimize yarıyor. Arka aktarıcı vites sonlandırıcı vidaları ayarlayıp işimi bitiriyorum. Öndekiler epey arayı açıyor, Burcu’yla yola devam ederek ilerliyoruz. Bir yol sapağına gelince ne tarafa gideceğimizi kestiremeyince Burcu telefondaki haritaya bakarak hangi yola sapacağımızı görerek soldaki yola sapıyoruz. Diğer bir sapağa gelince arkadaşlar bizi beklerken görüyoruz. Neden geç kaldığımızı anlatıyorum, onlar da merak etmişler bizleri.

3-23

Buluştuğumuz yer dağın zirvesi, bundan sonra iniş başlıyor. İnişler de ne çabuk bitiyor anlamıyorum. Hemen  düzlük araziye varıyoruz. Karşımıza Ayvacık çayı çıkıyor. Köprü başı ve akan çay yeşillikler içinde.

3-25

Yine benim üçayak ile beşimiz de resim çekiliyoruz zaman ayarlı. Ayvacık çayının üzerindeki köprüdeyiz.

3-25-1

Öğlen yemeğini Ezine’de yemeyi planladıktan sonra Ayvacık’a pedallamaya başlıyoruz. Düzlüğe inince yol genişliyor ve turistlik Asos kentine bağlantısı olduğu için trafik artmaya başlıyor. Yol kıyısında bir çiftlikte deve ve at yan yana görünce burada durup bir resim çekiliyorum. Deve çömelmiş geviş getirmekle meşgul. Bisikletim KUZ’un yanında ayaktayım.

3-26

Çanakkale’yi gösterir yol tabelası kavşakta. Biz sola, yani Çanakkale’ye doğru gideceğiz.

3-27

Ayvacık şehir meydanında kahvede oturarak soda ve çaylarımızı içiyoruz afiyetle. Meydan dediğim, bir metrelik daire duvar içine çiçekler dikilmiş. Ortasında uzun demir direk konulmuş.

3-27-4

Kahvede çayları içerken Adnan Serkan Taşdelen’i telefonla arıyor, konuştuktan sonra telefonu bana verdi. Serkan’la hal hatır muhabbetten sonra neler yaptığını sorunca Kaunos bisiklet festivalinin hazırlıklarını yaptığını söylüyor. Kolay gelsin diyerek telefonu Adnan’a geri veriyorum. Ayvacık ta bir süre dinlendikten sonra yola çıktık. Ana yolda araç trafiğinde ilerlemeye başladık, yol tek şerit gidiş geliş olunca dikkatli ilerliyoruz. Benim düşüncem Çanakkale ye vardıktan sonra karşıya Gelibolu tarafına geçip nereye kadar gidebilirsek orada kamp atmak, belki Gelibolu ya kadar gitmek. Şöyle bir şık ta vardı Çanakkale’den Lapseki yapmak, oradan karşıya Gelibolu’ya geçmek. Bakalım Çanakkale’ye bir varalım da duruma göre hareket ederiz. Adnan ve Çağrı önden gidiyorlar, Çağrı Ezine’ye  gelmeden Bozcaada’ya gidecek, onunla yolumuz buraya kadar.  Bir tepede su molası verirken Çağrı beni arıyor telefonla. Vapura yetişmesi gerekli olduğundan bizi beklemeden yola devam edeceğini söylüyor. Ben de olur tabi ki diyerek iyi yolculuklar diyerek vedalaşıyorum telefonda. Su molası verdiğimiz yer ile Bozcaada kavşağı hemen aşağımızdaymış, bunu tepeden aşağı inince anlıyoruz ama Çağrı gitmiş Adnan’ı bizi beklerken buluyoruz tabelaların yanında. Tabelada Bozcaada 18, kahverengi tabelada Gülpınar (Apollon Smintheus) 50 yazıyor.

3-56

Adnan bize katıldıktan sonra Ezine’ye çabuk varıyoruz. Ezine Tabelası önünde Burcu bisikletinin üzerinden dönüp arkaya, bana bakıyor. Tabelada Ezine Nüfus 13.600 yazıyor.

3-28

Az daha yol aldıktan sonra önümüze kavşak tabelası çıkıyor. Düz olarak Çanakkale, Sağa Bayramiç, sola şehir merkezine gidileceğini belirtmiş.

3-30

Ezine’de yemek yiyeceğimizden şehir merkezine sapıyoruz, burası küçük şirin bir kasaba. Daha öce Çanakkale ye giderken buradan geçmemiştim. Buraya uğramamız iyi oldu. Şehrin sokaklarında ilerlerken genç bir bisikletçi  bizleri görünce ön tekerleğini kaldırarak bizlere hava atmaya çalışıyor. Ben de cep telefonumu hazır ederek bir daha ön tekerleğini kaldırmasını söyleyerek hazır beklerken o da ön tekerleğini kaldırınca anında resmini çekiyorum. İlerde iyi bisikletçi olacağa benziyor delikanlı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

3-34

Derken şehir merkezine varıyoruz. Kaide üstünde bronz üç heykel, ellerinde bayrakla. Yanlarda iki direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Sağda iki minare, ikişer şerefeli cami.

3-35

Karnımız da iyice acıktı yani, sulu yemek yiyeceğimiz bir lokanta arıyoruz. Uygun bir yer bulunca hemen kuru, pilav ve yoğurt siparişlerini vererek yemeğimizi yiyoruz. Yerken daha çok acıktığımı hissediyorum nedense. Bisiklet üzerinde olunca harcadığımız enerji normal günlerimden fazla olunca hücrelerim bile acıkıyor demek ki. Yemeğimizi yedikten sonra üstüne birer kahve ısmarlayıp içerken içeriye iyi giyimli biri girerek bize selam veriyor. Biz de selam vererek yanımıza oturuyor ve kendini tanıtıyor. İsmi Levent Çakıcı, kendisinin bizim gibi bisikletçi olduğunu, bizleri kasabada görünce arabasıyla takip ederek nereye girdiğimizi gördükten sonra arabasını park edip yanımıza gelip bizlerle tanışmak istemiş. Bunları konuşurken öyle heyecanlı, gözleri ışıl ışıl parıltılarla anlattı ki. 7 aydır bisikletçi olduğunu, Çanakkale 18 Mart bisikletçi grubu ile birlikte pedal çevirdiğini anlattı. Biz de bu ara kahvelerimizi içtik. Çalıştığı bankaya bizleri davet ederek birer kahve ısmarlamak istediğini söyleyince onun heyecanına kapılarak davetini kabul ediyoruz. Lokantaya hesabı ödeyip Levent beyi takip ederek bankaya varıyoruz. Bizi üst kata kendi odasına çıkarıp kahveleri ısmarlıyor. Levent bey bankanın müdürü. Sohbetimizde nereye gittiğimizi öğrenince kendisinin de Keşan dağ bisiklet festivaline katılacağını söylüyor. Kahveleri içip hoş sohbetten sonra izin isteyerek aşağıya iniyoruz. Bisikletlerimizi bankanın güvenlik görevlisi bakıyor bu arada, aşağı inince topluca bir resim çekiliyoruz Levent beyle birlikte. Resmi de güvenlik görevlisi çekiyor. Solda Can, Levent Çakıcı, ben, Adnan ve Burcu.

3-36-1

Bisikletçi olmasak üst üste iki kahve ağır gelebilirdi ama nasıl olsa yolda kahve mahve kalmaz hepsini eritiriz. Levent beyle vedalaşıp Keşan’da görüşme dileği ile ayrılıyoruz. Yine Çanakkale yoluna çıkarak gürültülü trafikte yol almaya başladık. Bundan her ne kadar hoşlanmasak ta gideceğimiz başka yol olmadığından kıyıdan ilerliyoruz. Bir süre gittikten sonra Sarımsakçı nehrine vardık.

3-37

Köprü üstünde durup arkadan gelen Burcu ve Cem’i çekiyorum.

3-38

Köprünün altına bent yapmışlar, nehrin geldiği taraf göl gibi. Köprüden sonra su akıntısı çok az. Herhalde sulama amaçlı yapılmış, tarım bölgesindeyiz. Etrafımızda tarlalar ekili biçili.

3-39

Yine ormanlık alanda kazı çalışmaları yapıyorlar çamların arasında çirkin bir görüntü oluşturmuş. Umarım doğayı katletme sevdasına girip bütün ormanı işgal etmezler. Böyle ortam görünce üzülüyorum. Yeşil orman içinde krem rengi taş ocağı.

3-41

Yol kıyısında bir çeşme görünce her çeşmeden su içme sevdasıyla çeşmeye yanaşıyorum. Fakat çeşmenin yazısında belirttiği gibi çeşmenin haline sadece baka kalıyorum.

3-43

Çeşmede mermerde yazan yazı :

Şu çeşmenin

haline bak

su içecek

tası yok

kırma kimsenin

kalbini

yapacak

ustası yok

Çeşmenin yerine kör tapa ve biz su içemiyoruz iyi mi. Usta güzel bir çeşme yapmış ama usta olmayanlar çeşmenin suyunu kesmiş. Kare gövdeli çeşme, 2 santimlik kare seramik ile kaplanmış.

3-44

Hayal kırıklığı ile çeşmenin başından ayrılıyorum. Yanımda yeterli su var ama ya olmasa idi ne yapardım bilmem. Bu yüzden ana yollarda fazla çeşme yok ve böyle su olmayan çeşmelerden karşımıza çıkabileceğini düşünerek he zaman çantamda 1.5 litrelik bir şişe su taşırım. Biraz ağırlık artıyor ama yolda susuz kalmaktan iyidir değil mi ? Bunları düşünerek ilerlerken yolun kıyısında hendeğin içinde karpuzu görünce hemen duruyorum. Bakıyorum karpuz tarla tel örgüsü ile yolun arasında kendiliğinden çıkmış. Karpuzu anca yayan yada benim gibi bisikletçi görebilir. En büyüğünü koparıp alarak yolun kıyısında kesip afiyetle yiyoruz. Karpuzu yediğimiz yerin yanında üzüm bağını görünce bir salkım kopararak karpuzun üstüne cila niyetine yiyoruz. Üzümü yıkamadan hem de. Ben ve Can elimde üzüm yerken Burcu bizi çekiyor.

3-48

Bu dinlenmenin ardından yola devam ediyoruz, yolumuz inişli çıkışlı. Çıkarken yavaş çıksak ta inerken hızla indiğimizden ortalamamız gayet iyi. Yol kıyısında fazla benzin istasyonlarına rastlamadığımızdan ilk gördüğümüz istasyona girerek birer soda içiyoruz. Hazır durmuşken hepimiz zincirleri yağlıyoruz, Can da bisikletini yağlarken bir poz yakalıyorum.

3-49

Bazı yerlerde yol yapım çalışmaları devam ediyor, buralardan geçerken dikkatli geçiyoruz. Araçların çoğu bizi geçerken yavaş, açıktan ve dikkatli geçtiklerini gözlemliyorum. Duble yol olsa da emniyet şeridinden giderken tırlar orta yada sol şeritten geçiyorlar. Aralarında tek tük te olsa dibimizden geçenler de olmuyor değil ama çok az böyle durumda karşılaşıyoruz. Cem bisikletin üzerinde.

3-51

Adnan yine kopup gidiyor ve gözden kaybediyorum. Biz resim çekerek, sık sık küçük molalar vererek gittiğimizden bize ayak uyduramıyor. Yavaş gitmeyi sevmiyor anlaşılan, ama böyle gidince beraber yolda paylaştığımız şeylerden nasibini alamıyor. Yine de aramızda olmasından mutluluk duydum. Adnan’la pedallemek güzeldi, her zaman pedalleriz birlikte. Adnan’ı Çanakkal’ye kadar bir daha göremiyorum. Burcu ayağını yere sağlam basanlardan. Kendi bacağını çekiyor, ayağında spor ayakkabısı.

3-54

Böyle durunca hadi kendi gölgemi de çekeyim diyerek bir kaç resim çekiyor Burcu. Ön tekerleğinin gölgesi.

Adnan yine kopup gidiyor ve gözden kaybediyorum. Biz resim çekerek, sık sık küçük molalar vererek gittiğimizden bize ayak uyduramıyor. Yavaş gitmeyi sevmiyor anlaşılan, ama böyle gidince beraber yolda paylaştığımız şeylerden nasibini alamıyor. Yine de aramızda olmasından mutluluk duydum. Adnan’la pedallemek güzeldi, her zaman pedalleriz birlikte. Adnan’ı Çanakkal’ye kadar bir daha göremiyorum. Burcu ayağını yere sağlam basanlardan. Kendi bacağını çekiyor, ayağında spor ayakkabısı.3-53

Kendini ve bisikletinin gölgesini çekiyor.

3-58

Yolda bir su birikintisinin yanından geçiyoruz.

3-57

Tarihi Troya antik kentine giden kavşağa gelince sadece tabelasının resmini çekiyorum. Troya antik kentine girmeye zamanımız yok, akşam olmak üzere ve yolumuz epey var. Başka bir zamanda gelip görmem gerekli diye düşünerek burayı ileri bir tarihe erteliyorum. Tabela sola Troia (Troya) 5 Kilometre gidileceğini belirtmiş. Üstünde kare tabelada Troia Dünya kültür mirasıdır yazılmış.

3-59

Nihayet Çanakkale boğazını uzaktan gördük, yüksekteyiz, demek ki  epey iniş bizi bekliyor. Ortada kavşağın yuvarlak kısmı, arkada deniz.

3-60

Güneş batıya iyice yaklaşmaya başladı, gölgelerimiz de bunu doğruluyor. Burcu ve benim gölgemi taş duvara vurmuş şekilde çekiyorum.

3-61

Biraz daha iyi manzaralı yere gelince yol kenarından resim çekiyorum Çanakkale boğazını Gelibolu yarımadası ile birlikte. Ege denizi de tüm muhteşemliği ile göz alabildiğine önümüzde. Güneş parıldıyor. Ortada demir bariyerler var.

3-62

Gelibolu yarımadasında yarımadanın ucuna doğru ufukta Çanakkale Şehitleri Abidesini görünce daha güzel resim çekmek için yolun karşı tarafına geçiyorum. Yarımada ve şehitlik abidesi siulet olarak görünüyor.

3-64-1

Bazı yerde yol deniz kıyısına yakınlaşmış. Kıyıda yazlık sitelerle dolmaya başlamış bile.

3-63

Resimleri çektikten sonra bisikletimin olduğu tarafa dönünce bisikletimin yerinde olmadığını görüyorum. Ardından Can bisikletimi aşağıdan yola çıkarmaya çalışırken görünce yoldaki araçları kontrol ederek karşıya Can’a yardım etmeye koşuyorum. Çünkü bisikletim yüklü ve ağır. Bisikleti yukarı yola çıkarınca ne olduğunu Can anlatıyor. Ben karşıya geçince yoldan geçen kamyonun rüzgarıyla bisikletim üç takla atarak hendeğe yuvarlanıyor. Bisikletimi kontrol ediyorum, herhangi bir şey görünmüyor. Ön ve arka bagaj çantalarım bisiklete zarar vermesini önlemiş, şanslıyım! Boş bırakmaya gelmiyor KUZ ‘u. Yola devam ediyoruz hep birlikte. Ana yolda az rastladığımız çeşmelerden bir tane görünce boşalan su şişelerimi doldurmak amacı ile duruyorum.

3-65

Çeşmenin yanına gelince çeşmenin açık olduğunu ve aktığını görüyorum. Çeşmenin ağzında onlarca bal arısını toplanmış. Etraf çam ormanı olunca demek ki yakınlarda kovan var ve akşam olmadan işçi bal arıları su taşıma görevini yerine getirmek için suyu akan çeşmenin temiz suyundan alıyorlar. Arıları rahatsız etmeden çeşmeyi biraz daha açarak sularımı dolduruyorum. Doldururken de arıları inceliyorum bir yandan. Çeşmenin ağzına gelip ters dönerek akan sudan suyunu dolduruyor. Suyunu dolduran arı gidiyor, yerine diğer arı gelip aynı şekilde su alıyor. Müthiş bir çalışma içinde işlerini yapıyorlar, bıkmadan usanmadan. Balda su oranı çok olunca kovana sürekli su taşımak zorunda arılar.

Çocukluğum aklıma geliyor,” Balçova da ilk yıllarımızda baraj yokken kuyulardan gelen su yetmediğinden bütün yaz boyunca çeşmelerimizden hiç akmazdı. Biz de suyumuzu belediyenin mahallemize getirdiği su tankerinden kullanma suyunu bidonlarla, kap kaçakları doldurarak temin ediyorduk. Bazı zaman su bittiğinde Annem aşağı sokakta komşunun evinde bulunan tulumbadan su almamı isterdi. Bazen su almak istemezdim, Annem yalvar yakar yada zorla su almaya yollardı”. O zaman zoruma giderdi su taşımak ama arıları görünce… Nur içinde uyu Anam.

3-66

Onlarca arının arasında suyumu doldurduktan sonra çeşmeyi açık bırakarak yola iniyorum. Ben arıları rahatsız etmedim, arılar beni rahatsız etmedi. Durup dururken dalaşmanın anlamı yok. Yolumuz bundan sonra iniş olduğundan Çanakkale ye çabucak varıyoruz. Çanakkale tabelasında Burcu beni çekiyor. Tabelada; Çanakkale, Nüfus: 104.000, Rakım: 2. Altında da Kepez’den çıktığımızı belirtir tabela var. Üzeri çapraz kırmızı şerit çekilmiş.

3-67

Şehir merkezine yaklaştıkça trafik iyicene artıyor. Belediye yol kenarına sözde yayalar için kaldırım yapmış ama nedense karayollarının yaptığı gibi emniyet şeridi bırakmamış. Böylece bizim gibi bisikletçiler için yolda herhangi bir boşluk bırakmamış. Trafiğin içinde ilerlemek zorunda kalıyoruz. Bir de mazgallar var evlere şenlik, zeminden 5 cm yukarıda. Yağmur yağdığında yağmur suları mazgaldan içeriye dökülebilmesi için yolun göl olması gerekiyor. Yağmurda buradan geçmek istemem doğrusu. Yolun en sağından giderken mazgal yüksek olduğundan bisikletle mecburen solundan geçmemiz gerektiğinden tehlike artıyor.

3-68

Nihayet Çanakkale iskelesine sora sora varıyoruz. Adnan’ı arıyorum telefonla ;

” Neredesin Adnan?”

“Aynalı çarşıdayım urimbaba”

“Ne yapıyorsun Aynalı çarşıda?”

“Sizleri bekliyorum”

“Neden Aynalı çarşıda bekliyorsun?”

“Sen demedin mi Aynalı çarşıda diye”

“Hemen iskeleye gel seni bekliyoruz”

diyerek Adnan’ı beklemeye başladık iskeleye yakın. Bisikletler park edilmiş, ileride vapur iskelesinde vapur var. Arabalar sırayla vapura biniyorlar.

3-69

Tarihi Truva filminde kullanılan modern Truva atı. Bizim öğrendiğimiz tahta at tipinde değil, biraz fantastik bir at yapmış filmin yapımcısı. Ne demeli.

3-68-1

Vapur saatlerini soruyoruz gişeden, saat 21:00 de olduğunu öğrendik. Adnan’ı beklerken bisikletli biri yaklaşıyor yanımıza. Adını hatırlayamıyorum, biraz sohbet ettikten sonra nerede yemek yiyebiliriz diye soruyoruz, o da karşıda pizzacı var diyor. Pizza yeme fikri hoşumuza gitmediğinden başka yerleri sorunca arkadaş bize çarşıda çorbacılar, lokantalar var diyerek tarif ediyor. Adnan geldikten sonra yemek için çarşıya gidiyoruz. Lokantaların olduğu yere giderken Çanakkale’nin saat kulesini görünce resmini çekiyorum. Kule dört katlı ve üzerinde pencereli kubbe var. İçi lambalarla aydınlatılmış.

3-72

Saat kulesini bu kez Burcu çekiyor. Onun cep telefonu daha iyi çekiyor benim telefonuma kıyasla.

3-73

Bir lokantaya oturup siparişlerimizi veriyoruz. Siparişleri beklerken Burcu etrafı dolaşıyor ve çektiği resimler. Çarşıdan estantaneler. Dükkanlar yan yana iki yanda, vitrinler lambalarla aydınlatılmış ışıl ışıl. Çarşının üstü kapalı.

3-71

Burcu tiyatro simgesi olan maskeleri çekiyor. Soldaki maske ağlayan, sağdaki gülen yüz. İkisini gözleri kapalı, yüzleri beyaza boyalı. Dudakları kırmızıya boyanmış. Ağlaya yüzde kaşlar yok, göz kapakları mavi boyalı.

3-75

Yemeğimizi yedikten sonra iskelede  biletleri alıp vapura biniyoruz,. Bisikletleri uygun bir yere bırakarak yukarı kata kapalı bölümde oturuyoruz. Vapur Eceabat iskelesine yaklaşırken bisikletlerin yanına inip karaya çıkmak için hazırlanıyoruz.

3-76

Eceabat’a vapur yanaşınca bisikletlerin alıp vapuru terk ediyoruz. Karaya çıkınca hemen yola çıkarak zaman kaybetmiyoruz. Hava karardı, ön arka ışıklarımızı takıyoruz. Burcu’nun ön lambası kötü, kendini bile aydınlatmıyor.  Ona benim önümde git lambamın ışığında gidelim diyerek önüme katıyorum. Burcu’nun telefonunda benzin istasyonlarını da gösteriyor, nede olsa akıllı telefon. En yakın istasyon 10 km ileride, istasyonda  gecelemeyi karar verip yolumuza devam ediyoruz. İstasyona varınca görevlilerden burada çadır kurup burada kalabilir miyiz diye izin istiyorum. Aldığımız cevap “Burada kalmak yasak!” oldu. Oped benzin istasyonları ağız birliği yapmışçasına bisikletçilere hiç yardımcı olmuyorlar nedense. Hele “YASAK” kelimesi akşam saatinde canımızı sıkıyor. Opedin ikinci ayıbı.  Biz de yolumuza devam ederek önümüzde başka bir istasyona varıyoruz. Burası da kalınacak uygun bir yer olmadığından yolumuza durmadan devam ediyoruz. Gece sürüşü çok hoş oluyor, Avrupa kıtasına geçtiğimizden Akdeniz iklimi değişip serin Balkan ikliminde pedallıyoruz. Haliyle hava serin, rüzgarlığımı giyiyorum. Yarım saat arayla bir grup araba yanımızdan geçiyor eşek arısı sürüsü gibi. Bunlar Eceabat’a arabalı vapurla geçenler. Çoğu da gurbetçi arabaları, yıllık izinleri bitmiş çalıştıkları ülkelere geri dönüş yapıyorlar. Bunları sığırcık kuşlarına benzetiyorum. Yazın sıcak ülkelere göç ediyorlar, kışında soğuk ülkelere. Her yıl bu tekrarlanıyor. Araba grubu gittikten sonra yol sessizleşiyor.

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur

Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi

Şu son dönemecini de aşınca gecenin

Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil

Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir

Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil

Tutsaksan ellerini sıyırır gibi zincirlerinden

Ve balyozla vursalar mısralarına

Soylu bir demir sesi yükselir

Soylu büyük ve mavi bir demir sesi

Ellerim gece yatısına çağrılmış

Ve

Telaşsız görünmeye çalışan bir

Kafka gibi

Yüzüm giyotine abone

 

Cemal Süreya

Burcu önümde giderken, çantalarındaki fosforlar parlıyor. Arka stop lambası kırmızı. Gece zifiri karanlık.

3-77

Hava iyice karardı ve hala kalacak bir yer bulamamıştık. Ama uygun bir yer bulacağımdan eminim. Ve yolun sağında büyük çınar ağaçlarının olduğu bir alandan geçerken duruyorum. Fenerlerin ışığında inceleyince burasının  piknik alanı olduğunu görüyoruz. Bir de tulumba var, burada kamp yapılabilir. Burası Bigalı kalesi olduğunu fenerlerimizin ışığıyla tabelayı okuyunca anlıyoruz. Çınarların altına çadırlarımızı kurduk. Burcu yine huzursuz, böyle bir ortamda ilk defa kalıyor. Onu rahatlatmaya  çalışıyorum, kolay değil tabi ki. Duş haricinde tuvalet de yok, ama böyle doğanın içinde alışması gerek. Bu saatten sonra yapacak bir şeyi  olmadığından mecburen katlanıyor,  Burcunun ikinci sınavı. Çadırları kurup yerleştikten sonra kahve yapıp içiyoruz. Deniz kıyısındayız ama  etraf karanlık olduğundan nasıl bir yerdeyiz tam olarak anlamıyorum. Sadece yağmurun yağmayacağını  biliyorum ve tulumbada suyumuz var,  bunu kullanma suyu olarak kullanabiliriz. Yanımızda bol miktarda içme suyu var. Bundan iyisi can sağlığı diyerek güzel bir geceye yavaş yavaş giriyoruz. Yorgunluk uykumuzu getirince iyi geceler diyerek herkes çadırına girip yatıyor yeni bir güne uyanmak üzere.

Fotoğrafların Bir kısmı Burcu, Adnan ve Çağrı’ya aittir.

Kayalar köyünden Bigalı kalesine kadar toplam 92 km yapmışız Kilometre saatime göre.

Süre : sabah 09:00 , akşam 22:00  yolda 13 saat olmuş

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 93 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 13. Gün

28 Haziran 2013 Cuma

Muğla kent ormanı – Muğla – Belen kahvesi – Beçin kalesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları.

 

“Geleceği hayal ediyorsun çünkü şimdi ki anı tatmadın.”

 

Öne çıkmış olan görsel, sol taraf az ağaçlı dik yamaç, sağda ise pembe çiçekler açarak coşmuş zakkum.

280620132942

Ormanın derinliğinde uyanıyoruz, ortalık sessiz sadece kuş sesleri var. Kamp attığımız yer piknik alanı, mangal için yerler yapmışlar, gündüz ışığında orman farklı görünüyor. Toplandıktan sonra ormandan çıkıp ana yola geliyoruz, girerken resim çekemediğimden ormanın girişinin resmini çekiyorum.

280620132906

Güneş yeni doğmuş tam arkamızda günün ilk ışıklarını cömertçe dünyaya gönderiyor. Güneş arkamda, gölgem asfalt üzerine düşüyor.

280620132907

Muğla’ya 12 km uzaklıktayız, kahvaltıyı Muğla’da yapacağız. Giriş tabelasındayım. Tabelada; Muğla: Nüfus 62.600 Rakım 625

280620132908

Muğla’ya varınca bakkaldan kahvaltılık alıyoruz. Kahvaltıyı uygun bir çay ocağında yapıp karnımızı doyurduk. Kahvaltıyı yaparken bu günkü rotamızı çıkarıp nereden gideceğimizi belirliyoruz. Yatağan’a uğramadan Belen kahvesinden, dağ yollarından gideceğiz. Rehberimiz her zamanki gibi İrfan öne düşüyor biz de ardından takip ediyoruz. İrfan çok iyi bir rehber, yolları okumayı, nereden gideceğimizi o belirliyor. Bir süre ana yoldan gidip Belen kahvesini sapağına varınca sola dönüyoruz. Tabelada yazan Belen Kahvesi 9. Yani Belen kahvesine 9 Kilometre olduğunu belirtiyor. Tarihi ve turistik olduğu için kahverengi tabelaya yazılmış.

280620132909

Kısa sürede Çaybükü köyüne vardık. Burada Belen kahvesi. Tabelada yazdığına göre Belen değirmeni de burada olduğunu belirtiyor.

280620132910

Kahve az yukarıda, ağaçlar arasında Türk bayrağı ve kahvenin çatısı görünüyor.

280620132911

Belen kahvesine giderken yol kenarında armut ağacı görünce bir kaç tane kopartıp çantama koyuyorum. İrfan ile Yıldız önde oldukları için armutları yemiyorum. Türküsü yakılan dramatik Belen kahvesine varıyorum. Bisikletimi park edip resim çekmeye başladım. Kahve taş bina, giriş kapısı üzerine Belen Kahvesi yazılmış. Kapı pervazları geniş çerçeveli mermerden. İki yanda da gece lambaları, nedense gündüz feneri gibi yanıyorlar. Işıkları kapatmayı unutmuşlar sanki, lambalar yanıyor gündüz aydınlığında. Kapının solunda yakılan Ormancı türküsünün sözleri, sağında ise türküsü yakılan olayın hikayesi sarı plakete yazılmış.

280620132912

Bu kahvede olan olayları halk türkü yakarak belgelemiş. Tabelada yazılan türkünün orijinal sözleri;

Ormancı Türküsü

Çıktım Belen Kahvesi’ne baktım ovaya

Bay Mustafa çağırdı dama oynamaya

Ormancı da gelir gelmez yıkar masaya(ı)

Söz anlama Ormancı çekmiş kafaya(ı)

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktı yoktan bir acı

 

Gevene’in ortasında değirmen döner

Değirmenin taşları dağından iner

Ormancıya atılan kurşun Tevfik’e değer

Tevfik’imin acıları yürekleri deler.

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

 

Gevenes’in suları hoştur içmeye

İçinde köprüsü var gelip geçmeye

Tevfik’imi vurdular hiç mi hiçine

Yazık ettin Ormancı köyün iki gencine

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

280620132913

Bu tabelada da olayın Ormancı türküsünün hikayesi hikayesi;

Muğla’nın Gevenes ve Kozağaç köyleri civarındaki ormanlarında bir yangın çıkar. Yangın kısa sürede kontrol altına alını ve etrafı çevrilir. O sırada Mustafa Şahbudak ve Tevfik Cezayir adlı iki arkadaş Belen Kahvesinde oturmuş dama oynamaktadır. Tevfik Cezayir Gevenes köyünün muhtarıdır. Aynı zamanda yörede herkesin yardımına koşan, sevilen biridir. Orman koruma ve bakım memuru olan Sarı Mehmet lakaplı Mehmet İn, etrafı çevrilen yangının söndürülmesi için Belen Kahvesine gelir ve Muhtar Tevfik Cezayir’den bekçi ister. Muhtar, iş zamanı olduğu için bekçi vermek istemez. Bu konuda Ormancı Mehmet İn tuttuğu zaptı Muhtar Tevfik Cezayir’e İmzalatmak ister. Muhtar Tefvik Cezayir oyunun kritik anı olduğu için tutulan zaptı imzalamak istemez. Olaya kızan Ormancı masaya vurur ve dama taşları dağılır.

280620132914

Yazının diğer bölümü kareye sığmadığı için ikinci bir resim daha çektim. Hikayenin devamı;

Diğer oyuncu Mustafa Şahbudak, dökülen taşları toplar ve Ormancı ile tartışırlar. Ormancı inatlaşır, söz anlamaz, ikinci kez masayı devirir. Bu kez Ormancı ile Mustafa Şahbudak arasında tartışma çıkar. Mustafa Şahbudak sinirlenerek Ormancıya tokat atar. Ormancı Mehmet İn, belinden kamasını çıkararak Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. Mustafa Şahbudak olayın şoku ile belinden tabancasını çeker. Bu sırada Muhtar Tevfik Cezayir yapma diyerek, silahın önüne atlar. Silah iki kez patlar. Çıkan kurşunlar Muhtar Tevfik Cezayir’e rastgelir, Mustafa Şahbudak arkadaşı Muhtar Cezayir’i kazayla vurur. Mustafa Şahbudak, arkadaşıyla ilgilenirken Ormancı kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçan Ormancıyı silahıyla topuğundan ve kalçasından yaralar. Köylüler Mustafa Şahbudak’ı yatıştırır ve elinden silahı alır. muhtar Tevfik Cezayir Muğla devlet hastanesine kaldırılır, ancak aldığı yaralar sonucu kan kaybından ölür.

280620132915

Çıktım Belen Kahvesine baktım ovaayaaaa baktım ovayaa. Dama masası, üzerinde dama taşları dizili. Masa ve sandalyeler sundurmanın altında, Duvar üstünde tahta çit ve aşağıda Belen ovası.

280620132917

Bir müze haline gelmiş Belen kahvesinin odasını müzeye çevirmişler.  Mankenlerle Ormancı ayakta, Bay Mustafa ve Muhtar Tevfik sandalyede oturmuş dama oynarlarken. Dama taşları masa üzerinde dağınık.

280620132919

Odanın bir duvarında ocak, içinde odunlar, sacayağı. Yanmaya hazır durumda. Ocağın yanında Dövülerek ayran yapılan ahşap yayık.

280620132920

Belen kahvesinde oturup ovaya bakarak çaylarımızı içiyoruz. Aslında kahve içmek gerekti ya neyse çay ile idare edelim. Masada; ben , Yıldız ve İrfan oturmuş çay içerken, arkamızda Belen ovası.

280620132916

Çay içerken sandalyeni tahtasına konmuş çekirgeyi görünce yakından resmini çekiyorum.

280620132921

Belen kahvesinde dinlenip çay içerken kahveciden yol durumunu soruyoruz. Yol toprak, tenha olduğunu söyleyip dere kenarını takip etmemizi söylüyor. Gerekli yol bilgilerini aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Bir süre sonra asfalt yol toprak yola dönüşüyor ama bizi etkilemeden yolumuza devam ediyoruz. Trafik olmasın yeter, sonra ormanın içi gayet güzel. Yalnız yokuş ve biraz tırmanma var. Ayrıca ana yollardan farkı da yol kenarındaki su kaynaklarını, çeşme ve derelere rastlıyorsun, böylece yol boyunca susuz kalmıyor ve sıcaktan bunalırken serinliyorsun. Çam ormanı içindeyiz, solda dere yatağı ve pembe çiçekler açmış zakkumlar.

280620132923

Ormanın içinden geçen toprak yol, yokuşu çıkan Yıldız bana doğru gelirken çam ormanı ile yolu birlikte çekiyorum.

280620132924

Dağa tırmanmamız devam ediyor, zakkum çiçekleri ormana renk katıyor. Üçümüz kendi temposunda tırmanıyor, birbirimizi gözden kaybettiğimizde bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Arada kendi mi de çekiyorum elçek ile, önümde Yıldız bisiklet sürüyor. Başımda mavi buuf, gözümde sarı renkli güneş gözlüğü var.

280620132926

Yol bazen aşağıya doğru gidiyormuş gibi görünse de kısa sürüyor ve çıkmaya devam ediyoruz. Karşıda yüksek dağlar var.

280620132927

Yokuş bitmiyor hala tırmanıyoruz, rastladığımız keçi çobanına yolu sorup doğru yolda olduğumuzu öğrenince tırmanmaya devam. Keçi çobanı yolu başı ile tarif ederken, ileride İrfan keçi sürüsüne ulaşmış bile.

280620132929

Yıkık viran evler de görüyoruz arada. Taş ve çamurdan yapılmış duvarları bir kısım çatıyı ayakta tutuyor. İçeride bal arısı kovanlarını görüyorum.

280620132931

Yamaçta uzun çam ağaçları ve yola yakın yerlerde, dere kıyısında kavak ağaçları göğe ulaşmaya çalışıyor.

280620132934

Solda zakkum çiçekleri açmış, önümde İrfan bisikletle gidiyor.

280620132932

Nereye baksan manzara değişiyor, ben de durup durup resim çekerek tırmanmaya devam ediyorum, durunca da bir nebze dinlenmiş oluyorum çaktırmadan ama bu sefer geride kalınca arkadaşlar beni ileride bir ağacın gölgesinde beklerken buluyorum. Resim çekerken ilginç olan çam ağaçlarına denk geliyorum, çamın dalında bir yumru oluşmuş. Beni bekledikleri yerde çıkarıp armutları yiyoruz, biraz meyve iyi olur.

280620132935

Önümde Yıldız bisikletin üzerinde giderken, daha ileride İrfan bisikletten inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Yolda iri taşlar var, o yüzden rahat süremiyor. Ne de olsa acemi, ilk bisiklet turu.

280620132937

Bazen dere yatağından epey yukarılardan gidiyoruz. Yol kıyısında köy evleri dağınık. Aslında doğru dürüst köy de yok ortalıkta.

280620132938

İrfan yokuşu yürüyerek çıkmaya devam ediyor çam ormanı içinde.

280620132939

Yıldız ise alışkın yokuşları çıkmaya. O yüzden bisikletinden hiç inmedi.

280620132940

Bazı yerlerde yol çok taşlı oluyor ama durmak yok, yola devam.

280620132941

İşte güzel bir manzara, Sol taraf seyrek çam ormanı yamaçta. Sağda ise pembe çiçek açmış zakkumlar yol boyu gidiyor. Önümde İrfan. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

280620132942

Köylülerin iş hayvanı olarak kullandıkları at ve katır ağacın gölgesinde bağlanmış ot yiyorlar.

280620132946

Bazı yamaçlar kel kalmış, belki de çabuk tutuşan çam ağaçları yanmıştır bir zaman. Dere yatağında çalılar ve zakkumlar kaplamış.

280620132947

Önümde İrfan ve Yıldız giderken solda yükseltide taş ev görüyorum. Kavak ağaçları yol kıyısında. Bu ev benim hayal ettiğim bir şekilde, yerden 5 metre yükseltide, tek katlı. Önü düz ve az da olsa manzaralı. Böyle bir ev yapmak isterim kendi ellerimle.

280620132948

İrfanın diline bir şarkı dolanıyor, aklına geldikçe söylüyor.

“deli diyorlar bana

desinler değişemem”

Biraz da Yıldıza takılmak için söylüyor. Neyse çıka çıka bitiriyoruz rampaları. Benim bildiğim zakkum bitkisi 800 metre yüksekliğe kadar görülüyor. Zirvede hiç bir zakkum ağacı yok demek ki 800 metrenin üzerindeyiz. Artık inişe geçiyoruz ama inişte taşlı toprak yolda olduğumuz için bisikletimi salamıyorum, dikkatli inmek zorundayım. Haliyle düşmek istemem durduk yerde, yavaş inerim ama sağlam inerim. Ben yavaş indiğimden Yıldız ve İrfan beni bekliyor yolun kıyısında. Bekledikleri yer yol kenarı gölge ve düzlük, karınları da acıkınca oturup ocağı, kap kacağı çıkarıp makarna yapmaya başlıyorlar. Ben de gelince çaydanlığı çıkarıp çay demliyorum. Makarnayı yiyip çayımızı içerek dinleniyoruz İnerken de yoruluyorum fren sıkmaktan ve düz maşadan kollarım tutmaz oldu. Yıldız tencerede makarna pişirirken çömelmiş. 280620132950

Dinlendikten sonra yola çıkıyoruz.

280620132951

Asırlık meşe ağacının gövdesi kalınlaşmış, toprağa iyi tutunuyor.

280620132953

Önümüze bir çam ağacı çıkıyor devasa bir şey, 300 yıllık olabilir. resmini çekebilmem için bayağı geriden çekiyorum, başka türlü kadraja girmiyor çam ağacı.

280620132954

Dar bir vadinin dibinden inmeye devam ediyoruz. Solda küçük dere yatağı yol ile birlikte, çam kokuları içinde Milas ovasına doğru akıyor.

280620132955

Dediğim gibi çeşmesiz kalmıyoruz yol boyunca, yine bir çeşmede duruyoruz. Çeşmenin yalağı var, yalağın içinde yosunlar, su kurbağaları, suyun içinde dalgıç böcekler, anlayacağınız yarım metrekarelik yalağın içinde çeşitli canlıların yaşadığı bir yer olmuş ilgiyle izleyip inceledim. Yaşamak güçlü bir şey canlılarda, düşündürücü.

“Yaşamak tek başına bir ağaç gibi hür ve orman gibi kardeşçesine” demişti Nazım usta.

Nazım usta deyince şair kardeşim Feyyaz aklıma geliyor. Benim ustalarımdan sayılır, Serkan Taşdelen ile bu ikisini D300 karayolunu boydan boya geçen (Çeşmeden başlayıp Ağrıya kadar uzayıp giden yol ) iki bisikletçi. Gezgin virüsü  bulaştırmışlardı maceralarını okurken. Serkan ve Feyyazdan çok şeyler öğrendim, o yüzden ustalarım olarak sayarım ikisini de. Feyyaz daha sonra Türkiye’nin tüm kıyılarını 4000 km dolaşıp bu da yetmezmiş gibi güney Amerika da dolaşıp Fernando adını almış olup en son da Nazım ustanın Moskova ya giderken gittiği yoldan giden ve Yol kitabını çıkarıp bizlerle paylaşan genç şair dostumu andım bir an yaşam dolu su yalağında. Fernando Feyyaz Alaçamın kendi web sitesinden takip edebilirsiniz. www.feyyazalacam.com Serkan Taşdelen’in web sitesi http://www.pedalla.com

280620132956

“Deli diyorlar bana

desinler değişemem…”

Dengesiz İrfan uçurumun kenarında durmuş bana poz veriyor.

280620132957

Dengesiz İrfan bir türlü dengeyi sağlayamıyor. Artık düzlüğe geldik, ilerlerken durduk yerde İrfan yine düşüyor bisikletten. Ya bir dur arkadaş ne oluyor. Arkasında olduğum için yetişip kaldırıyorum, neyse durduğu yerde olduğu için herhangi bir şeyi yok şükür, düşmesi yorgunluktan olabilir.

280620132958

Çamköy’e geliyoruz, uygun olursa buraya kamp atmayı planlamıştık. Yiyecek bir şeyler bakınırken sadece tost yapan bir dükkandaki elemanın ters davranışı bu köyde kalmadan geçip gitmemize neden oldu. Yola devam ederek güzel bir iniş ve asfalt biraz dinlendiriyor bisiklet üzerinde. Milas’a varıyoruz, daha önce yemek yediğimiz sanayideki lokantaya girip akşam yemeğini yiyoruz. Kuru fasulye kalmamış, biz de olanı yiyoruz. Yemekte nerede kalacağımızı konuşurken Yıldız Beçin kalesinde kalalım diyor, Beçin beldesi 4 km geride. Haliyle Yıldızı’n kararına uyup geriye doğru Beçin’e geliyoruz. Havada karardı,  Resmi ertesi sabah çekiyorum. Kahverengi tabelada yazan Beçin kalesi 1.

290620132970

Tabelada görüldüğü gibi Beçin kalesi 1 km yazıyor ama bir kaç yüz metre çıktıktan sonra dikleşen yokuşun ve yorgun olmamızın verdiği zorluktan bisikletten İrfanla ben inip iterek çıkıyoruz yokuşu. Yıldız inmeden kaleye kadar çıkıyor, bıravo. Hava karanlık, sokak lambaları yeterli aydınlatmıyor yokuşu öyle çıkıyoruz. Kaleye gelince başlıyor köpekler havlamaya, tabi ki aldırmadan yanlarına kadar gelince havlamayı kesip yılışmaya başlıyorlar. Anlayacağınız yaygaracı tipler. Arka ayağı sakat bir anne, geçen sonbahardan üç  ve bu bahardan dört toplam yedi tane yavru köpek etrafımızda yılışıyorlar. Ağaç altında piknik masasının yanında duruyoruz. Burada küçük bir kanal var içinde gürül gürül su akıyor, eh daha ne isteyelim kampımızı atıyoruz. Çayımızı demleyip bir güzel sohbet ederek içiyoruz. Köpekler de bizim bekçiliğimizi yapıyorlar sabaha kadar. Terli eşyalarımızı kanalda yıkayıp asıyoruz. Daha sonra çadırlarımıza girip yatıyoruz ama köpeklerin bütün gece her şeye havlamaları bizi derin bir uykudan mahrum ediyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 93 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc