Etiket arşivi: ılgın

İki Garip Bir Akdeniz 5. Gün

2 Ekim 2017 Pazartesi

Tekirova – Adrasan – Kumluca Sahil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Artık hiç olmasa da sonbahar penceresinde o
Camların buğulanması her akşam nefesinden

Kimsesiz bahçelerde besbelli yalnız dolaştığı

Rüzgârsız akşamüstleri yaprakların ürpermesinden

Duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü
Sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, güneş yolun ucunda, çamların ardında batarken.

Bu gece daha rahat uyudum. Kamptakilerin çoğu gitmiş ve ortalık sessizliğe bürünmüştü. O yüzden fazla gürültü olmadı gece boyu. Uyandığımda etraf sessiz, bizim gibi bir kaç çadır haricinde kimse yoktu. Elimi yüzümü yıkayıp zaman geçirmeden çadırı topluyorum. 4 Gündür çadır sabit olarak durduğundan altı ıslanmıştı. Kuruması için ipe asıyorum hem çadırı hem de altına serdiğim brandayı. Yerde kırmızı şeritli yol kalmış, bisikletim KUZ, yanında topladığım eşyalar, Cem’in bisikleti solda, KUZ sağda, yerde eşyalarım ve ipe asılmış çadır ve branda.

Bizim gibi festivali düzenleyen Antalyalı Perşembe akşamı bisikletçileri ekibi de bu gece buradaydı. Hep birlikte kahvaltıyı yaptık, ardından veda kahvesini içtik. Beni festivale davet ettikleri için hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Birlikte olmasak ta güzel bir kaç gün yaşadık. Onlar görevleri icabı festivale katılanları yönlendirip, yeme, içme, yol, konaklama, eğlence işleri ile uğraştıkları için pek bir arada olma fırsatı olmamıştı. Bu eksikliği kahvaltıda ve kahve içerken sohbet ederek giderdik sayılır. Festival ekibi gayet başarılı bir şekilde sorunsuz olarak bitirmenin yorgunluğu ve sonrasında rahatlamanın etkisi yüzlerine yansımış. Hepsi de arkadaşım, birlikte bir çok yerde beraber bisiklet sürdük. Akdeniz’in sıcakkanlılığı hepsinin içinde. Bizler de bunun etkisini festivalde yaşadık. Güleç yüzleri hiç eksik olmadı. Teşekkürler, iyi ki sizin gibi dostlarım var.

Cem ile uzun bir yolculuğumuz var. Buradan İzmir’e kadar bisikletle gitme planımızı gerçekleştireceğiz. İkimizin bisikletleri yüklü durumda. Antalyalı arkadaşlarla vedalaşıp birlikte hatıra resmi çekiliyoruz. Önde iki bisiklet yüklü  ve 11 kişi ve solda resmi çeken kişinin parmağının bir kısmı.

Bisiklete başladığım ilk zamanlarda işim olmamasına rağmen katıldığım festivallerden hep eve dönme telaşı yaşamıştım. Festivalden sonra yola devam eden arkadaşları imrenmişimdir her zaman. Şimdi ise festival sonrası tura devam etmenin sevincini yaşıyorum. Bu heyecanla kamp alanından arkadaşla vedalaşıp yola çıktık. Henüz Tekirova içine olduğumuzdan yolluk olarak marketten alış verişi yapıyoruz Cem ile. Gerekli olanları alıp paylaşarak çantalara yerleştirdik. Ara sokaklarda ilerlerken karşıma bir ağaç çıktı. Bu ağacı sarmaşıklar öyle bir sarmıştı ki aklıma Yunan mitolojisindeki yarı tanrı Herakles geldi.

Herakles’in o muhteşem gücü olmasına rağmen ölümüne bir şey yapamaması, sonu bu ağaç gibi hüzün ve acıyla bitmesi beni çok etkilemişti. Olay mitlerde şöyle yazar;

Herakles’in kıskanç karısı Deianeira kocasının metresi İole ile aldatmasına karşın Nessos’un kendisine aşk iksiri diye verdiği iksiri kullanmaya karar verir. Herakles Zeus için adadığı kurban kesme törenlerinde giyeceği kazağı alması için elçisini gönderir. Deianeira Aşk iksiri diye bildiği şeyi yün ile kazağa sürer. Ardından bir sandığa kilitleyip elçiye bunu açmamasını ve güneş görmemesi için sıkı sıkıya tembih eder ve gönderir. Elçi yoldayken iksiri bulaştırdığı yünü güneş altında bir kayanın üzerine koyar. Güneş ışığı altında olan yün parçası kayayı eritip toz haline getirmişti çoktan. Bunu gören Deianeira iksir konusunda aldatıldığını anlar ve pişman olur. Arkasından haberci gönderse de Herakles kazağı çoktan giymiş ve sunağa döktüğü şarabı alevlendirdikten sonra ışığı gören zehirli iksir etkisini göstermeye başlar. Kazak ışık altında Herakles’in vücuduna yapışıp etlerini eritmeye başlar. İş işten geçmiş acı ve ıstırap içinde ölür Herakles. Bilmeyerek yaptığı şeyden dolayı Deianeira intihar eder. Zeus oğlunu tanrılar katına alıp ölümsüzleştirir.

Çam ağacını kaplayan sarmaşık aynı Herakles’in giydiği kazağa benzettim. Tüm gövdeyi kaplamış durumda ve çam ağacını yavaş yavaş yok ediyor.

Çiçeklerle bezenmiş Tekirova girişindeki kavşağa geldik. Pembe çiçekler açmış begonvil, ana yola çıkan Cem. Kumluca, Finike, Muğla tabelası solu işaret etmiş. Sağı ise Kemer, Antalya olarak belirtilmiş. Biz Kumluca tarafına doğru gideceğiz. Cem de o yöne doğru yönelmiş.

Ana yola çıkınca yokuş başladı, ağır tempoda daha önce çıktığımız yeri tekrar çıkmaya başladık. Yalnız bu kez yüklü olarak. Yarıkpınar dinlenme yerine geldik. Burada daha önce durmadığımdan çeşmeden sularımı tazeliyorum. Çeşme mermer kaplı, çatısının solunda Yarıkpınar içme suyudur. Sağında da araç yıkamak yasaktır yazısı yazılmış büyük harflerle. Aynasında çeşmeyi yaptıranın ismi; Gülüzar ve Münir Solumaz hayratı yazılı.

Burada araçlar mola veriyor, çeşmede su akıyor bedava. Dinlenme tesisleri çınar ağaçları altında gölgelik yerde. Burayı Orman bakanlığı yaptırmış. İki oduna tabelasını yerleştirerek burasının Beydağları sahil milli parkı Yarıkpınar mola noktası olarak yazıp belirtmişler.

Yola yeni çıktığımızdan burada mola vermiyoruz. Sadece suları çeşmeden doldurdum. Ardından yokuşu tırmanmaya devam ederken yerde gördüğüm arabalar tarafından ezilmiş bir yengeç görünce duruyorum. Yakınlarda akan bir çay olmalı. Bu cesur yengeç macera aramak için çaydan uzaklaşıp asfalta çıkınca beklenmedik son ile hayatı bitiyor. Macera arayan cesur yengeci saygı ile selamlayıp elimle yerden alarak çalılıkların içine doğaya karışması için bırakıyorum.

Çay boyu yukarı çıkıyoruz, daha önce mola verdiğimiz yerde duruyorum. Burada da küçük bir çeşme var. Bisikletim KUZ ile birlikte resmini çekiyorum çeşmenin. Çınar ağaçları arkada ve yürüyüş rotalarını belirten tabela direği solda.

İkinci mola yerine geldik. Yerde sağa ok işareti, bisiklet figürü ve Mola yazısını asfaltta görünce biraz dinlenmek için duruyorum. Cem benden önde olduğu için burada durup bisikletini park etmiş.

Bu dinlenme yerinde mavi boyalı bir tabela var. Yapıştırma harfler güneşin etkisi ile kalkıp bozulmaya başlamış. Tabelada yazan; Beycik köyü ( 6 km ) 6 Rakamı yerinden kalkmış, sadece güneşten dolayı izi kalmış. Tahtalı ( Olimpos ) dağı ( 2366 m ) Laodikeia, Likya yolu, Üç oluk yaylası. Altta yemek, yatak, kahve, market ve antik olduğunu belirtir işaretler yapılmış her biri ayrı kare içinde.

Burada çeşme var ama suyu akmıyor. Havuzunun duvarında bisiklet figürü yapılmış. Etrafta geçen günde su molası verdiğimizde dağıtılan plastik su şişelerini görüp üzülüyorum. Bisikletçi olsak ta bazı arkadaşlar nedense doğayı sevmiyorlar. Bu şişeleri atanlar eğer tekrar buraya gelseler gördükleri manzara karşısında ne diyeceklerini biliyorum. “İnsanlar niye bu şişeleri buraya atmış?” diye söyleneceklerini gayet iyi biliyorum. Kendi pisliklerini tanımazlar ve ukalalık yapmaktan da çekinmezler. Su şişeleri sararmış çınar yaprakları üzerinde. Yapraklar bir yıla kalmaz çürüyüp gider de plastik şişeler ne kadar zamanda yok olacak? Kim bilir?

Ağır tempo olsa da tırmanışı bitirip zirveye vardık. Ana yol düz devam ediyor Kumluca’ya doğru. Biz Çıralı’ya doğru gideceğiz ama buradan değil az ileriden sola sapacağız. Gerçi Kumluca tarafına doğru gitmemiz gerek ama sahilden gideceğimizden bu yolu tercih ettik. Hem sahilde Adrasan var görülmesi gereken yer. Tabelada düz olarak Kumluca, Muğla yönü belirtilmiş. Sağa ise Çıralı, Yanartaş (Chimaera) kahverengi olarak tarihi yer olduğunu belirtmiş. Bu yol karayollarının D 400 olarak numaralandırdığı yol olarak belirtilmiş.

Sola gireceğimiz az ilerdeki kavşağa geldik Tabelada kahverengi olarak Olimpos 11 (Antik kenti) yazan yerden sola sapıyoruz.

Buradan sıkı bir iniş yapacağız 7 Kilometre civarı. 394 metrelik yüksekteyiz. Altımızda dağlar ve Akdeniz lacivert olarak görünüyor manzarada.

İniş başlar başlamaz daha önce ana yola çıkmak için kestirme dediğimiz toprak yolu görünce durup resmini çektim. Kestirme diye saptığımız yol çok dik, ellerimizle kan ter içinde çıkmıştık bir zamanlar. Aslında böyle kestirme yol diye bir kaç kez girmiştim ama çok zorluklar yaşamıştım çıkarken. Atalarımızın dediği “Bildiğin yol en kestirme yoldur” sözü kulağıma küpe olmasını diliyorum burayı görünce. (Gerçi zorlukları, bilinmeyenleri keşfetme arzusu beni yine böyle yollara sokacağına eminim. Huy değişmez.) Yolun üstünde tek katlı bir ev var. Ardında kayalıklı dağlar.

İnişte gözlemecide duruyoruz. Çay içeceğiz ama önceden pazarlık yapıyoruz yörüklerle çay kaç para diye. Daha önce bisikletçilere verdikleri fiyatta anlaşıp oturduk. Bir tane de gözleme yap dedik peynirli, otlu. Cem ile yarı yarıya bölüşeceğiz. Bisikletim KUZ önde park etmiş, arkada bölümlü oturma yerleri. Minderler, yastıklar yörük işi. Cem minderlere oturmuş ayakkabılarını çıkarıyor. Solda bir adam heykeli, üzerine uzun kollu kareli mintan giydirilmiş. Yörük evi gözleme pankartı asılmış. Pankartta burada gözleme yemiş ünlülerin resimleri basılı.

Minderlere oturup semaverde odun ateşinde demlenen çayları içiyoruz afiyetle. Elçek resim çekiyorum Cem ile beraber. Tepside iki çay duruyor. Arkada bisikletim KUZ ve semaver. Semaverin üzerinde iki mavi renkli emaye çaydanlık var.

Yorgunluğumuzu çay , atıştırmalık bir şeyler ve bir gözlemeyi ikiye bölerek giderdikten sonra kendimizi yokuşun inen kısmında bırakıyoruz aşağıya doğru. Neredeyse hiç pedal çevirmedik desem yeridir. Düzlüğe inince karşıma evini sürekli taşıyan kaplumbağa çıktı. Yolun karşı tarafına doğru seyahat ediyor. Yeni yerler görecek, oradaki otların tadına bakacak. Hiç acelesi yok, karnını doyurmak için her taraf yiyecek dolu. Öyle bizim gibi marketten alış veriş yapmasına gerek yok. Dünyanın en yavaş hayvanı en uzun yaşayan hayvanı olmasını insanlar bir türlü kavrayamadan hızlı biçimde yaşıyorlar. Her şey bir an önce olsun, hemen varayım. Tokyo da kahvaltı, öğlen Paris te ıstakoz yemeğine yetişmeli. Akşam da New York ta baloya katılmak gibi hızlı yaşamaya çalışmak ömrü kısaltır. O kadar hızlı yaşarlar ki! Ömürlerinin nasıl bittiğini anlamadan ölüp gider. Kaplumbağanın öyle bir derdi olmadığı için acele etmeden hedefine varır. Nerde akşam orda sabah yaşayıp gider. Tıpkı bizim şu an yaptığımız tur gibi. Evimiz bagajda yolculuk yapıyoruz. Nerde akşam orda sabah yapa yapa gideceğiz.

Kaplumbağa emin adımlarla asfaltta karşı tarafa doğru gidiyor.

Düzlüğe çabucak indik sayılır, sürekli yokuş inersen böyle olur. Olimpos antik kentine doğru giden kavşaktayız. Burada Yamaç köyü var. Kavşağın köşesinde de camisi çam ağaçları içinde kalmış. Burada caminin tuvaletinde ihtiyaçlarımızı karşıladık. Caminin avlusu çok geniş, taş duvar örülmüş çepeçevre. Minare görünüyor ama binasını çamlar örtmüş pek görünmüyor. Tuvalet binası küçük, sarı boyalı. Avluda çocukların oyun parkında kaydırak, salıncak gibi renkli aletler var.

Yola çıkıyoruz kavşaktan, hedefimiz Adrasan. Tabela yönü gösteriyor. 7 Kilometre yolumuz kaldığını yazıyor. Sağ tarafa ise Kumluca ve Yazır tarafına gidileceğini oklarla belirtilmiş. Cem bisikleti ile yolda tek başına giderken bir kare çekiyorum. Etraf çam ormanı.

Yolun sağında bir çiftlik görüyorum. Çiftlik bildiğiniz gibi değil. Amerikan özentisi yaşatılmaya çalışılmış. İçeride sundurmanın altında Amerikan arabaları, tır çekicileri ve bir pervaneli uçak. Uçak sarı boyalı. Çiftlik sahibi özentili olmasına karşı meraklı olmalı.

Yol eğimi pek yok, düz devam ediyor. Yakın zamanda yolun sol tarafında yangın çam ağaçlarını yakıp geçmiş. Sağdaki çamlar yeşil rengi ve soldaki ağaçların kapkara rengi birbirine uymuyor. Orman yangınlarının çoğu insan eliyle çıktığı kesin. Kimi bilmeyerek, kimi de bilerek ormanı yakıyor. Manzara üzücü. Cem önümdeki manzarada bisiklet sürerken.

Kavşağın birine geldik. İki tabela zıt yönü gösteriyor. Sol tarafta Olimpos 10, sağ tarafta Adrasan yazılı tabelalar kahverengi boyalı. Arkada sararmış otların olduğu yamaç. Solda tel çitle ayrılmış zeytin ağaçları.

Adrasan içinde bisiklet sürüyoruz. Karşımda koca bir dağ var. Buralarda kıyılar engebeli ve dağlık. Köyün tek katlı evleri bahçelerindeki meyve ağaçları ile daha şirin görünüyor.

Meşhur Adrasan sahiline geldik. Burası doğal bir liman gibi. Tekneler kıyıya kadar getirilip demir atmışlar kıçtankara biçiminde. Kumsalda şezlong ve şemsiyeler düzgün, sıralı konulmuş. Koyun karşı tarafındaki burun kısmı çam ormanı ile kaplı. Kumu çok güzel görünüyor, denizi de öyle. Burası bulunduğumun yerin sağ tarafı.

Koyun sol tarafını da çekiyorum bir poz. Burada da tekneler kıyıda bağlı, kumsalda şemsiye ve bir kaç şezlong duruyor. Koy küçük, dip tarafı kumsal. Kenarlar kayalık ve dağlık. Sol taraftaki dağ sivri ve yüksek.

Adrasan bu güzel denizin tadına bakmak gerek diyerek su donumu giyip denize dalıyorum. Etrafta kimseler yok. Sadece ben denizdeyim. Bir süre yüzüp çıkarak kurulandıktan sonra öğle yemeğini yiyoruz. Taksi durağının çardağında taksicilerle muhabbet edip kahve içtik. Bizleri bisikletli görünce nerden nereye? Nasıl? Bisikletle mi? Bu kadar yolu bir milyar versen hayatta gitmem! Lastiğiniz patlamıyor mu? Nerde kalıyorsunuz? Çadırda mı? Yok artık gibi soru cevap şeklinde oluyor. Muhabbet meraklı ve hararetli olunca çay ısmarlıyorlar bize. Cem ve ben sıkılmadan her soruya gerekli cevabı verdik. Çaylar bitince artık yola çıkmamız gerektiğini, bize izin deyip yola çıktık. Akdeniz’in narenciyeden sonra en çok yetişen narları meşhur. Her bahçede bir iki nar ağacı görmemiz mümkün. Ekim ayında olmamızdan dolayı tam da olgunlaşmış meyveleri insanı cezbediyor. Narın kırmızı rengi közleşmiş ateşin kor rengine benziyor. Hani derler ya “Nar gibi kızarmış” diye işte tam da öyle narlar. Bahçeni kenarında nar ağaçları, üzeri nar dolu ve olgunlaşmış. Aynı zamanda kocaman nar meyveleri ağırlıktan dolayı dalların altlarına ağaç destek koymuşlar. İncecik dallar koca narları taşıyacak güçte değil.

En sevdiğim evlerden birisi olan bahçe duvarı olmayan ev. İki de nar ağacı dikilmiş. Üzerinde kızarmış narlar al beni diyor. Daha önce iki nar koparmıştım bahçenin birinden, onlar hala çantamda duruyor.

Adrasan köyünün merkezinden geçiyoruz. Köyün meydanında Atatürk heykeli var. İki direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. İleride Cem yol tabelalarına bakıyor nereye doğru gideceğiz diye.

Demin Cem’in olduğu yerdeki tabelaların önündeyim. Köşede, elektrik direğinin dibine konan tabelada düz ok işareti ile Karaöz, Mavikent, Beykonak yönlerine giden yolu gösteriyor.

Yola girer girmez bizi takip etmeye başlayan tarçın renginde bir köpek önümde gidiyor. Köyün çıkışında yokuş başladı, önümde azametli dağ bize geçit vermiş ama ne kadar belli değil. Yokuşun sonunda belli olacak. Solda çoğu yerini ağaçlar kaplamış bir ev var.

Yokuşu çıkmaya devam ediyoruz, köydeki inşaatların molozları yol kıyısına dökmüş kamyonun birisi. İnsanların vurdumduymazlığının bir örneği. Benden öte olsun da nerede olursa olsun. Gören, duyan, karışan da yok. Ceza yazan olmuyor, çünkü tenha yol. Görmesinler diye ortada kimseler olmadığından rahatça molozları döküyorlar. Dökende vicdan olmayınca elden ne gelir ki. Güzel çam ormanının manzarasını çirkinleştirmiş moloz yığını.

Yokuşta Cem önde, köpek onu takip ediyor koşturarak.

Yokuş devam ettiği için arada durup resim çekiyorum, hem dinleniyorum hem de etrafı, manzarayı izliyorum. Epe yükselmişiz, bulunduğum yerden Adrasan köyünü kuş bakışı izliyorum. Karşıda Toros dağlarının tüm heybeti göğe yükselmiş.

Yokuş nereye kadar devam ediyor bilmiyorum. Çık çık bitmiyor, Yeşilköy sapağında durup tabelasını çekiyorum. Yukarıya doğru bakınca yokuşun az kaldığını tahmin ediyorum.

Artık yokuşun sonuna geldiğimi önümde başka yükselti olmadığını görünce anladım. Son yokuştayım, Cem önümde tıngır mıngır çıkıyor. Yokuşlarda Cem’in avantajı var bana göre. Onda kilitli pedal var, bir ayağı ile pedala basarken diğer ayağı ile çekerek daha verimli bisikleti kullanıyor. Yokuşta bu fark ediliyor. Bende ise burunluk var ve yarım pedal güç verebiliyorum.

Az ileride gördüğüm beyaz toprağın içinde kırmızı toprağın olduğu yerde durup inceliyorum. İki farklı toprak yapısı acaba nasıl bir araya geldi? İlginç!

Yolda değişik manzaralar görmek olası. Bu manzara kötü olabilir, hep iyi olacak değil ya. Dünyada yaşıyoruz ve üzerinde milyarlarca insan var. Bu insanların bir kısmının yarattığı pislik karşımda duruyor. Yol kenarına atılan bu çöpler doğaya karışasıya kadar çok uzun zaman geçecek. Bir insan ömründen daha çok. Çok yazık!

Yaklaşık 5 Kilometre bir tırmanış yaptık. Tarçın rengindeki köpek te bizi takip etti tepeye kadar. O kadar kovalamamıza rağmen peşimizi bırakmadı. Bir ara nerden bulduysa keçi ayağı bulup ağzıyla taşıdı bir süre. Sonra keçi ayağını bıraktı bir yerlerde ya da sakladı daha sonra yemek için. Tepeyi çıkıp inişe başladığımızda hızımız arttı, köpek takibi bırakmış olmalı. Yetişmesi olanaksız bizim hızımıza. Güneş bu arada ufka iyice yaklaştı. Durup batmasını bekliyorum bir kaç dakika. Cem önde, bulunduğum yerden az yüksek tepelerin üzerinde Güneş son ışıklarını çam ağaçlarının arasından bana sunuyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Adrasan yarımadasının diğer tarafına geçtik, deniz kendini gösteriyor. Yarımadanın burnuna doğru dağ kütlesinin yalçın kıyıları güzel girinti – çıkıntı ve sivri tepeli küçük bir ada yüksekten güzel görünüyor. Önümde dikenli sararmış otlar, arkasında yeşil ağaçlar da manzaramda.

Zayıf saplı, narin görünümünde sarı çiçeklerin boyu epey uzun. Önceden açıp kurumaya durmuş çiçeklerle beraber yeni açmış sarı çiçeklerin rengi görülmeye değer. Ben de olduğu gibi resmediyorum.

Yol asfalt olsa da tam bir orman yolundayız sanki. Koca çam ağaçları, çalılarla kaplı dipleri ve çam ağaçlarından düşen iğne yapraklar yerde kahverengi halı  oluşturmuş durumda. Yolun üzeri çam dalları ile çatı olmuş, Cem de durup yanlamasına bana poz veriyor bu güzel tablonun içinde. Bu yoldan pek araç geçmiyor, sakin yolda rahat sürüş yapıyoruz. Güneş çoktan battı, hedefimiz Kumluca sahili.

Çam ormanı içinde giden yolun bir bölümünde sazlık görüyorum. Bu demektir ki yakınlarda sıcak su kaynağı var. Orman yoluna ayrı bir güzellik katmış sazlar. Yolun iki tarafında var.

Deniz seviyesinde bisiklet sürüyoruz, kıyıda piknik alanında iki çadır kurulmuş. Aslında burada kamp atılabilir, piknik masaları, deniz kıyısında. Alan düz, tuvalet ve çeşme var. Denize küçük bir çıkıntı yapmış olan yerde kocaman bir kaya kütlesi toparlak olarak duruyor. Henüz aydınlık olduğundan gidebildiğimiz kadar gidip Kumluca sahilinde kamp atacağız.

Güneş battı, yerine yolumuzu aydınlatacak olan ay çıktı. Karşıdaki yarımadanın dağlarının üzerinde ay parlıyor. Henüz hava kararmadığı için gökyüzü mavi hala. Denizin maviliği biraz daha koyu gökyüzünden.

Deniz kıyısında dönemeçli yoldan gidiyoruz. Henüz ortalık aydınlık.

Güzel koylar görüyorum çam ağaçlarının denize ulaştığı yerde. Alaca karanlıkta görebiliyorum denizi.

Orman yolu tam alacakaranlık zamanında bir poz çekiyorum. Çam ağaçları solgun görünmeye başladı. Tam da beyaz iplikle siyah ipliğin ayırt edilemeyeceği andayız.

Bisikleti KUZ ile Ay bir arada resim çekeyim dedim. Ay parlak olduğu için görünüyor ama KUZ kararmış ayırt edilmiyor.

Kameranın flaşını açıp çekiyorum bir poz. Ay yine aynı parlaklığında. KUZ olduğu gibi aydınlandı. Turuncu çantalarım, kadronun siyah rengi, beyaz yazılı URİMBABA’CAN yazısı, kelebek gidonum kahverengi sargı ile sarılı. Gidon çantam ve aydınlatma lambasının yanında duran tüy. Flaşın patlaması ile arka tekerleğimde bulunan şerit fosfor çok parlak görünüyor çember şeklinde. Koyu lacivert gökyüzü ile flaşın aydınlattığı bisikletim uyum içinde.

Hava iyice karardı, aydınlatma lambaları ışığında gecenin serinliğinde yol alıyoruz. Kampı Cem’in bildiği Kumluca sahilinde, ağaçların olduğu yerde kuracağız. Kumluca seraları bol bir yer, seraların arasından ilerlerken Cem paniklemeye başladı. Acaba doğru yolda mıyız diye. Karşıdan gelen bir dolmuşta yazan Kumluca yazısı yüzünden bana ters yöne gidiyoruz deyince ben de haritayı açıp gideceğimiz yolu gösterdim. Doğru yoldayız diye de sakin olmasını, yola devam etmesini söyledim. Ama Cem ısrarla daha önce araba ile geçtiğinden hatırladığı biçimde yolu göremeyince hayır, yol böyle değildi, yok Kumluca’dan aşağı düz bir yol vardı diye saçmalamaya başladı. Bir insan panikledi mi sakinleşmesi zorlaşıyor. Haritada konumumuzu gösterip yolu da, gideceğimiz yönü de gösterdim zar zor ikna oldu. Kumluca dan inen yola çıkıp bir süre düz yolda giderek piknik alanı olarak kullanılan ağaçlı yere gelince durduk. Cem panik halini atlatmıştı şükür. Daha önce arabayla geçtiği yerlerden ilk defa kendi gücü ile ve bisikletle seyahat etmesi kafasının karışmasına neden oldu. Neyse ki fazla uzatmadı da normale döndü ana yola çıkınca.

Okaliptüs ağaçlarından oluşan piknik alanına girip kendimize uygun bir yerde kampı attık. Çadırları kurup yerleştikten sonra akşam yemeği için hazırlıklara başladık. Neşesi yerine gelen Cem aşçı olarak yemek yapma görevini başarıyla yerine getirdi. Yemek yapmaktan zevk alıyor ve güzel yemekler de yapıyor. Bana yemek düşüyor sadece. Bulaşıkları da ben yıkıyorum. Kumların üzerinde serdiğimiz brandanın üzerinde oturmuş Cem yemek yaparken elçek resim çekiyorum. Cem’in önünde ocakta tencere var, elinde kaşıkla yemeği karıştırıyor.

Akşam saat 21:00 gibi kamp attığımızdan epey acıkmışız. Bir çırpıda yemeği yedik, ardından kahve ve çay ile keyfimizi sürdük. Buraya Kumluca demelerinin nedeni yaklaşık 12 kilometre kadar bir sahil ve tamamen kumlu olması. Çadırları da ılgın ağaçlarının dibinde, kumların üzerine kurduk. Buraya gelmek, çadır kurmak, yemek yapmak, kahve, çay derken zaman epey ilerledi. Zaten yorgunuz, o yüzden fazla geç olmadan çadıra giriyorum. Çadırın içinden dışarıdaki Aydede’yi çekiyorum, Aydede her yerde.

Güzel bir günün sonunda tatlı bir yorgunlukla çadırın içinde yatıp uykuya daldım.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 72 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Mysia Bisiklet Turu 2. Gün

13 Mayıs 2017 Cumartesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Kederlendiğim günler olmuş
Naçar dolaşmışım sokaklarında,
Sevinçli günlerim olmuş
Başım havalarda gezmişim.
Bağrımı açıp ılgın ılgın
Esen serin rüzgarlarına,
İlk defa kıyılarından
Denizi seyretmişim.
Issız çorak ovalarında
Günlerce yolculuk etmişim.

Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin.

Cahit Külebi

 

Öne çıkan görsel, Kartal tüyünün ucu ve meşe ormanında kıvrılarak giden yol.

Güzel bir uyku çekmek gibisi yok, günlerdir yolda olmamın ve çadırda uyumanın verdiği rahatlığı hiç bir yerde bulamadım. Artık vücut iyice alıştı erkenden uyanmaya. Sabahın körü oldu mu ister istemez uyku kendiliğinden bitiyor. Görülmesi gereken yerler görmenin huzuru var içimde. Asıl önemli olan yeni göreceklerim. Ben her zaman yeni göreceklerimin iyi olacağını düşünürüm. Ve her zaman iyi şeyler başıma gelmiştir. Belki de iyi şeyler düşünmenin getirdiği şeyler olabilir. Her zaman yaşama iyi gözle baktığımdan olacak yaşamayı sevmeyi öğrendim. Yaşarken de paylaşmayı, hem öğrenmeyi, hem de öğretmeyi. Yaşadığım tecrübeleri paylaşıyorum, bilmediğim konuları arkadaşlardan öğreniyorum. Bu sürekli olan şeyler ve sonu yok. “Öğrenmenin ve Öğretmenin yaşı yoktur” derim her zaman.

Erkenden kalkıp çadırımın kapısını açıp bir süre dışarısını izleyip bunları düşündüm. Solda bisikletim KUZ ön tekerleği ve gidon çantama bağlı katılımcı numaram. Mavi plakada 049 siyah rakamla yazılmış. Futbol sahasının yeşil çimen zemini. Karşıda toprak yükseltide çam ağaçları. Sahanın karşı tarafında, duvar dibinde kurulu çadırlar.

Eşyaları, çadırı toplayıp kamyona verdikten sonra kahvaltıyı yapıp karnımızı doyurduk. Bisikletlerimiz yola çıkmaya hazır durumda. Hareket saatini bekliyoruz.

Mysia Yolları Bisiklet Turu yazılı pankart önünde İzmir den buraya kadar pedal çeviren dostlar bir arada resim çekiliyoruz. Soldan; Mehmet Ali Akyüz, Cem Tabanlı, Urim Babacan, Nafiz Sağdur ve Ceyhun Altın.

Bizi çeken Özcan kendisi de kareye girsin diye elçek yapıyor kendini ve bizi çekiyor bir poz.

Başka bir pankartta ise “Mysia Yolları Bisiklet Turu Hatırası” yazısı altında biri kadın, biri erkek iki bisiklete binerken resmedilmiş. İki bisikletli birbirine doğru dönük durumda. Sadece kafa yerleri kesilmiş. Biz de yaramaz çocuklar gibi pankartı ele geçirip çeşitli resimler çekildik. Erkek kısmında Cem Tabanlı kafasını çıkarmış kameraya doğru bakıyor güneş gözlüğü ile. Kadında ise Nafiz Sağdur, Cem’in tarafına bakıyor kafasında kaskı ile. Ben sağda Ceyhun Altı solda sadece kafaları yandan dışarı çıkarmış durumdayız.

Cem çıkıyor, yerine ben giriyorum uzun saçlarım salık durumda. Nafiz kafasını bisikletlinin durumuna göre ters tarafa doğru çevirmiş. Cem yandan kafasını çıkarıp bize bakıyor.

Bu kez Cem kadın tarafından kafasını çıkarıp kollarımız da dışarıda sanki bisikletin gidonunu tutuyormuşuz gibi. İkimizin yüzleri birbirimize dönük.

Bu kez Mehmet Ali kadın yerinde, Ceyhun Altın erkek yerinden başını çıkardı. Ben ve Nafiz sağda, Cem solda öylece poz veriyoruz.

Sonunda hareket edip yola çıktık, dünkü geldiğimiz yolun tersine, gölete doğru diğer yoldan tırmanmaya başladık ve manzara yine karşıma çıktı. Ulubat gölü göründü.

Tırmanma devam ediyor ve yol sola dönerken yeni ufuklara doğru gidiyorum.

Yol kıyısında, ormanın içinde siyah – beyaz bir köpek durmuş geçen bisikletçilere bakarken fark ediyorum. Durup resmini çekiyorum. Yerleşim yerinden uzaktayız, ne işi var burada ormanın içinde. Sanırım bu sevimli köpek dişi ve yavruları var. Yavruları ormana gizlemiş, kendisi geçen bisikletçilerden zarar gelir mi gelmez mi diye tetikte. Sadece bizleri izliyor, ormana girersek harekete geçer sanırım ama bizler yoldan geçip gittiğimiz için oturmuş izlemekle yetiniyor. Kulakları ve sırtı siyah, yüzü ve göğsü beyaz renkte. Sol gözü siyah renk tarafında kalmış.

Geniş dallı servi ağacı yukarıya doğru dalları kısalarak üçgen olmuş. Ağacı daha da güzelleştiren mor çiçekler açmış otları dibinde barındırması.

Çay yoğun bitki örtüsü altında sakince akıyor kendini göstermeden. Sadece dikkatli dinlersen su sesini duyabilirsin.

Anlayacağınız her taraf yeşil bitki örtüsü etrafı sarmış durumda. İstanbul’dan sonra en yoğun araç trafiği olan Bursa yaklaşık 50 Kilometre ötede. İnsanlar beton yığınlarında yoğun trafik içinde cebelleşirken biz doğanın içinde Yeşil Bursa’ya yakışır durumda bisiklet sürme şansına sahibiz. Ve öyle yapıyoruz; bisiklet sürerken ormanın içinden kuş seslerini dinleyerek geçiyoruz. Etrafı kirletmeden, sessizce pedal basarak tırmanmaya devam ediyoruz. Yol kıvrılarak yukarı çıkıyor. Sağ ,sol ormanı oluşturan ağaçlarla kaplı.

Bisiklet sürdüğümüz yollar, yürüyüş yolu ve bisiklet yolu rotaları. Bazı rotalar çakışıyor. Hem yürüyüş, hem de bisiklet yolu. Gönüllülerin yaptığı çalışmalar ve Nilüfer belediyesinin katkıları ile kavşaklara rota tabelaları dikilmiş. Solu gösteren kahverengi boyalı yürüyüş yolu tabelasında Maksempınarı 3.5 Km, Sağı gösteren tabelada üstte yürüyüş rotası Akçalar 5.5 Km, altında sarı boyalı bisiklet rotası 5. 5 Km göstermekte.

Yeşil ağaçlar arasından Gölyazı ve Ulubat gölü. Yüksekten ve uzaktan görünümü harika. Daha dün sabah oradaydım ve şimdi uzaktan izliyorum. Manzara süper.

Diğer yönde ise sıradağlar ve meşe ormanları yeşil bir deniz gibi. Sadece yol kıyıları, bazı yerlerde biraz derinde tarla açılarak ekilip biçiliyor.

Ormanın içinde bol oksijen soluyup bisiklet sürmenin keyfini yaşıyoruz. Yolun iki tarafı meşe ağaçları ve bisiklet sürenler.

Buralara özgü şakayık çiçekleri yine karşıma çıktı. Ben de ormanın yeşil bitki örtüsünde kırmızı taç yaprakları ile desen yaparak sanki nakış işlenmiş yeşil atlasa.

Yeşil alanda bazı yerde yeşil yerine krem renginde taş ve toprak olan yerler var. Burası mermer ocağı, mermer bloklar kesilip alındıktan sonra atıkları gelişi güzel etrafa saçılıyor ve çirkin bir görüntü ile insanın zevkini bozuyor.

Üstteki resim ile alttaki resim arasında bir tezat oluşmuş durumda. Üstteki resimde mermer ocağından çıkan moloz yığınlarının çirkin görüntüsü alttaki resimde yok. Ormandan kesilen ağaçların gövdeleri istiflenmiş yol kıyısına. Odun istifi göze daha hoş geliyor ve beynimdeki algı beni rahatsız etmiyor bu görüntü. Bir metre boyundaki odunlar iki metre yüksekliğe kadar odundan bir duvar oluşturulmuş. Odun duvar da elli metreyi geçkin. Yeşillikler arasına gizlenmiş bir köy de görünüyor. Asfaltta bisikletliler için Mysia yazısı ve gidilecek yönü belirten ok işareti mavi renkli sprey boya ile belirtilmiş. Dün akşam turu düzenleyenlere yerlere işaret yaparsanız herkes yolu kolaylıkla takip edebilir diye tavsiyelerde bulunmuştum. Bu tavsiyelere uymaları hem beni hem de katılımcıları sevindirdi.

Uzaktan gördüğüm köye geldik. Köy evlerinden birinin önüne gelince durdum ve resmini çektim. Karkas olarak yapılmış evin dış görünümü ilgimi çekti. Köşede kalın dikme ve arada daha ince dikmeler, köşedeki dikmeye çapraz çakılmış kalaslar ve atkılarla iskeleti oluşturmuş. Araları da kerpiç örülüp duvarlar tamamlanarak çatıyı da üzerine kondurulmuş. Evin kapısı ve arka kısımda duvarın bir kısmı blok tuğla örülüp onarıldığı belli oluyor. Kapı demir saçtan yapılmış. Evin penceresi yok ve sadece yerden bir, bir buçuk metre kadar olan kısmı çamurla sıvalı. Kalaslar ve kerpiç duvar dış etkenlerden etkilenerek eskiyip dökülmek üzere.

Bir tarla, 30 yada 40 dönüm bayırda ekin ekilmiş yemyeşil. Tarla sınırı meşe ağaçları ile çevrelenmiş durumda. Bisikletimdeki kartal tüyü de görüntüye girmiş.

Arazide kayalıklı bir alana gelince şakayık çiçeklerinin o muhteşem kırmızı renkleri ile açıp görsel olarak bizlere sunmuş olarak görünce durup bisikletimden inerek yakından görmeye gittim.

Cep telefonumun kamerasına en yakın olan şakayık çiçeği ile bir çok şakayık çiçeğini birlikte çektim.

Şakayık tarlasında başka küçük çiçekler de var. Beyaza yakın pembe renkli, beş taç yapraklı küçük çiçekler şakayık çiçekleri altında halı deseni gibi olmuş.

Şakayık çiçekleri arasında daha açmamış tomurcuklar da var. Demek doğayı bir süre daha güzel görünümde tutacaklar.

Yeşilin coşmuş hali, meşe yaprakları ve şakayık çiçeklerinin yaprakları birbirine karışmış. Taze, canlı ve parlak yeşilinde şakayıkların kırmızı rengi, çiçeklerin içindeki sarı organları ile doğanın ne kadar muhteşem olduğunu gözlerimin önüne seriyor. Bir süre bu güzelliği seyre dalıyorum. Beni dinlendiriyor adeta. Ruhum orman derinliklerinde yeşil renge bürünüp huzura ermiş durumda.

Ortası delik bir kaya ilgimi çekiyor. Yakından çekiyorum arkada görünen ağaç ile beraber. Kayadaki delik yandan yarılmış, küp şeklinde. Yanları düz, sanki yontulmuş ama görünümü doğal.

Şakayık tarlasında benimle beraber dinlenen bir kaç bisikletli daha var. Onların bir kısmı bizi takip eden ambulanstaki görevliler. Koca gövdeli, büyük bir meşe ağacının gölgesinde dinleniyorlar.

Asfalt yoldan ormanın içinden geçen toprak yola saptık. Önümde iki bisikletli durmuş bir şeylere bakıyorlar. Orman meşe ağaçları içinden geçen toprak yol çok güzel. Yerde de Mysia ve ok işareti yazılıp gideceğimiz yönü belirtmişler. Artık kaybolmadan grubu takip edeceğim.

Ormanın içinden giden toprak yol biraz çukurda olan yere inip tekrar çıkarak uzayıp gidiyor. Solda ileride mermer ocağından çıkan atıklar bir tepe oluşturmuş. Yeşil meşe ormanı içinde krem rengi ile doğanın ahengini bozmuş sanki. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Meşe ağacının kabuklu gövdesinin yanından fışkırmış meşe dalları coşkulu yeşil ve iri yaprakları arasında kendini gösteren şakayık çiçekleri üç tane. Yeşil zemine üç kırmızı rengi kondurmuş ressam güneş ışıkları altında tablo yapmış gibi.

Hep şakayık çiçeklerini çekecek değilim ya. Diğer çiçekler de alınmasın diye onları da çekiyorum. Orman içinde birbirine karışmış bitkilerin olduğu yerde beyaza yakın pembe çiçekler açmış çalıyı çekiyorum.

Yabani gül filizi taze açmış, büyümekte ormanın içinde. Henüz çiçeklerini açmamış. Meşe yaprakları arasında boy göstererek büyümekte.

Daha önce uzaktan gördüğüm krem renkli yığına geldim. İşe yaramaz moloz taşlarını getirip buraya yığıyorlar ormanın içinde. Meşe ağaçları ve moloz yığınları yanına bir de doğaya atılmış karyola, çekyat atıkları manzarayı tamamlamış. Doğayı katletmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

Biraz ileride, ağaçların arasına getirilip bırakılmış kırmızı renkli hurda bir araba sorumsuzluğun daniskasını oluşturmuş.

Mermer ocağını görüyorum sol tarafımda. Blok olarak kesilen mermer kayaları işe yararlar alınıp kenara istiflenmiş. İşe yaramaz molozlar da kenarda yığın tepeleri oluşturmaya başlamış.

Çıkarılan bloklar kenarda bir yerde konularak kesilmek üzere yüklenmeyi bekliyorlar. Buradan kamyonlarla alınıp mermer kesme atölyesinde 2 yada 3 santim kalınlığında plakalar halinde kesilecek.

Atlas köyüne geldik ve karşıma eski bir ev çıkıyor. Ev iki katlı, kagir olarak yapılmış. Alt kat taş duvar, çamur sıva ile kapatılmış. Sıvaların bir kısmı dökülerek taşlar görünüyor. Üst kat ise çoğu yer dikdörtgen çerçeve tahtalar içinde pişmiş tuğla ile duvarlar yapılmış. Üst kat hiç sıvanmamış, olduğu gibi sıvasız. Çatı kiremitli, omurga kalasları dışarıya taşmış durumda. Pencereler camsız, çeşitli malzemelerle örtülü. Evin tam köşesinde asma dikilmiş ve evin birinci katından itibaren köşeden iki yana doğru uzatılmış. Yeni yaprak açmış olan filizler az da olsa eve renk katmaya başlamış. Sağ arkada yeni evler görünüyor.

Başka bir eski evi de köşeden çekiyorum. Ev çamur ile sıvalı, pencereler perişan, kapısı gelişi güzel tahtalardan derme çatma. Eve güzellik katan pencerenin üstünden bağlanmış asma gövdesi ve yeni filizlenmiş yapraklar. Evin iki cephesinden dolaştırmışlar asmayı. Eski evleri görmek hoşuma gidiyor. Kim bilir neler yaşanmıştır, neler görmüştür tarih kokan ev. Sağda, karşıda görünen yeni yapılmış betonarme iki katlı ev aynı asma dikilse de pek sevimli değil.

Bahçede tavukları ve başlarında horozu görünce resim çekeyim derken cep telefonumu çıkarasıya kadar benden uzaklaştılar. Ama yine de görüntüye alabildim. Bahçe bitiminde meşe ormanı başlıyor.

Yürüyüş tabelalarını daha önce görmüştüm. Şimdi ise yürüyüşçülerin işareti olan kırmızı – beyaz boyalı şerit işareti kayada gördüm. Bisiklet ve yürüyüş rotası kesişiyor burada. İşaretli kaya yerde.

Ben habire resim çekmekle uğraşırken çok gerilerde kaldım. Grup haldır huldur gidince en arkada teknik destek aracını kullanan hemşerim Rıfat Küçükler bana “Urim Baba çok geride kaldın, öğle yemeğine yetişmek gerek. Hadi arabaya bin de öğle yemeğini kaçırmayalım” dedi. Ben de “İlk defa gördüğüm yerlerden bisikletle geçiyorum ve bu güzellikleri görüp te resimlerini çekmeden olmaz ki! Turun amacı hiç durmamak mı?” diyerek karşılık verdim. “Şimdi yemeğe başlamışlardır, yemeği dağıtan firma beklemez bizi” deyince  ben de “Eh ne yapalım grubu yakalayalım” diyerek bisikletimle arabaya binip kısa sürede gölete geldik. Göletin başlangıcında arabadan indim bisikletimle.

Burası Dağyenice göleti. Gölet’in başlangıç yerine yasakların bolca yazıldığı üç tabela dikkat çekici bir şekilde karşıma çıktı. Tabelalardaki yazılarda karar verilememiş. Baraj mı yoksa gölet mi? diye. Artık sizin yorumunuza kalmış bir şey. Arkada göletin suları, önde üç tabela. Soldaki tabela kırmızı zemine beyaz yazılarla “Baraja girmek tehlikeli ve yasaktır” Devlet su işlerinin etiketi DSİ amblemi var. Altına da brandaya elle yazılmış “Ördekleri avlamak yasaktır” yazısı yeşil renkte tazılı. Bence en doğru ve gerekli olan bu uyarı yazısı. Bilinçsiz avcılar yüzünden neredeyse yaban ördekleri bitmek üzere. Keklik kuşlarını bitirdikleri gibi. Soldaki tabelada “Gölete girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısı yeşil zemine beyaz yazı ile yazılmış. Üstte DSİ ve orman bakanlığının amblemi. Altta da dört uyarı işareti, mangal yakmak, balık tutmak, kayıkla gezmek ve yüzmek yasak ibareli işaret. Kırmızı daire içinde ve soldan kırmızı şeritle çizilmiş. Anlayacağınız her şey yasak, böyle yasakçı zihniyetle bir yere varılmaz. “Yasak” yazılacağına “Tehlikeli” yazılsa insanlar belki daha iyi algılar. Gerçi bizim toplumda pek okuma alışkanlığı yok denecek kadar az, neyse artık.

Yürüyüş yolu tabelaları burada var, bisiklet tabelası yok. Bizler bisikletle geldiğimize göre bisiklet yolu tabelası konulmalı. Sola Kadriye 8 Km, Misi 28 Km olduğunu belirtmiş. Sağa doğru ise Güngören 1 Km olduğunu belirtmiş. Biz Misi yazan yere doğru gideceğiz. Öğle yemeğini baraj göletinin yanında yiyoruz ve bir süre dinlendik. 28 Km yolumuz kalmış. Tabelanın arkasında toprak yol ve ağaçlar.

Meşe ormanı dibinde ve taze otlar çiçek açmak üzere, kimi açmış.

Göletin kıyısında öğle yemeği yedik, biraz dinlendik, yorgunluğumuzu aldık sohbet ederek. Harekete geçmeden önce topluca resim çekilelim deyip gölet arkada kalacak şekilde poz verdiler. Ben de karşıdan resimlerini çektim. Pankart önlerinde, birisi sağda bisikletini kaldırmış başının üzerinde. Soldaki de ön tekeri havada poz veriyor.

Yola çıkan grup ile beraber inmeye başladık orman içinde. Güzel bir alan görünce akan çayın dibinde durup kahve molası verdik arkadaşlarla. Kahve molası iyi geldi. Akan çayın berraklığı güneş ışıklarıyla parıldıyor. Yosun tutmuş taşların arasından usulca akıyor yolumuzla beraber. Su yüzeyine oturduğumuz ağaçların gölgeleri yansımış.

Akan çaya başka dereler de karışıyor. Çayın aktığı yerler yeşil bitkiler, ağaçlar ve her yerde olduğu gibi çınar ağaçları boy gösteriyor.

Görülmesi gereken yerlerde bisikletle dolaşmak ve durup ormanın bu güzelliğini içime sindire sindire izlemek gibisi yok. Toprak ve ağaç gövdeleri kahverengi – gri tonda, yapraklar ise yemyeşil. Suluboya tablosu gibi olmuş. Doğada gözümün önünde canlı izliyorum. Sanat galerisinde, dört duvar beton binada izlemeye gerek yok ressamın görüp te boyadığı hayalleri.

Kahve olayını çabuk halledip toplandık ve yolun akışına bıraktık kendimizi yokuş aşağıya. Etraf meşe ağaçları ile dolu ormanın yeşilliği büyülüyor adeta. Ve sarmaşıklar kalın ağaç gövdelerini sarmış yukarı doğru.

Akan bir çeşmenin başında durup su içiyorum biraz. Tüm şişelerimi de taze su ile dolduruyorum. Çeşmenin aynası yamaçta taş duvar olarak yapılmış, akan çeşme borusu ve üstünde kare bir boşluk bırakılmış. Yalak betondan dikdörtgen olarak ağzına kadar su dolu. Yalak tamamen yosunlarla kaplı. Duvarın etrafı yeşil bitkilerle renklendirilmiş doğal olarak. Yan orta solda kartal tüyüm de resme girmiş.

Dağların arasından iniyoruz. Açık alanda dağın tepesini ve yukarı doğru giden orman yolu hattını görüyorum.

Büyüleyici meşe ormanında sık gövdeler o kadar kalın değil. Çapları 25 – 30 santim kadar. Hemen hemen aynı kalınlıkta olmalarının nedeni belli bir kalınlığa geldi mi ağaç kesilip odun yapılıyor. Köylerde evi ısıtmak için sobalarda yakacak olarak kullanılıyor. Ayrıca taş fırınlarda odun ateşinde ekmek te pişirmek için meşe odunu kullanılıyor. Bunun yanında odun kömürü yapımında da kullanılmakta. Odun kömürü mangal yakılıyor. Meşe odununun sık dokusu köz ateşinin daha çok ısı ve yanma süresi, yavaş yanması nedeni ile tercih ediliyor. Ormanın zenginliklerinden insanlar faydalanıyor sürekli. Bu devinim içinde meşe ağaçları sürekli yenileniyor. Kesilenin yerine hemen yenisi filizlenmiş hazır bekliyor. Kendine yer buldu mu uzayıp gidiyor göğe doğru.

Biri kadın biri erkek bana poz veriyor bisikletlerle yanımdan geçerken. İkisi de az önce kahvemi içmişlerdi, selamları sol elleri ile verdiler.

Yolda giderken birden karşıma yolun yarısını kaplamış toprak yığını karşıma çıktı. Büyük bir olasılıkla gece döktüklerini zannediyorum. Karanlıkta öylece toprağı döküp kaçmış kimse görmeden. Büyük bir sorumsuzluk örneği olarak dökülen bu toprak yığını gece hızlı giden bir araç dönemeçten hemen sonra karşısına çıkınca ne olacağı belli değil. Ya direksiyonu ani reflekse kırıp uçuruma düşebilir. Ya da toprak yığınına çarpıp ters dönme olasılığı var. Gece karanlıkta ise direk toprak yığınına çarpar.

Ormanın bitki örtüsü meşe ağaçları yerini çam ağaçlarına bıraktı. Asfalt yola çıkıp göl seviyesine yaklaştık sayılır.

Asfalt yola çıkınca varacağımız yere az kaldı, Çalı ve Demirci köylerini geçip şimdiki adı Gümüştepe olan Misi’ye geldik. Burada Nilüfer belediyesinin kamp karavan tesislerinde çadırları kurduk. Hiç zaman geçirmeden daha aşağıda olan duş yerine gelip duşumuzu aldık. Çamaşırları terden arındırdıktan sonra çadırlara eşyaları yerleştirdik. Islak çamaşırları kurusun diye tellere astım. Kamp yeri çimenlik bir alan, ortalık curcuna yerine döndü birden bire. Herkes yerleşmeye çalışırken Keşan’dan gelen Muammer Taşkıran şortunu giyip üstü çıplak ısınma hareketleri yapıyor duş kuyruğuna girmeden önce.

Buradaki evler restore edilerek boyanmış. Mor renkli, iki katlı bir ev karşında. Pencereleri kahverengi renginde boyalı. Sola doğru giden sokağın başında Nilüfer Belediyesi yazılı branda iki direğin üstüne konulmuş. Yerler Arnavut kaldırımı taş döşeli. Köy turistlik olarak ziyarete gelenler var ve bütün evler restorasyondan geçirilip yenilenmiş. Köylere has ürünler sergilenip satılıyor. Bunlardan birisi ise tam buğday ekmek ve köy kahvesi yazılarından anlaşılıyor. Biz akşam yemeğini belediyenin tesislerinde yiyoruz. Köy kadınları burada nefis yemekler pişirip ikram ediyorlar.

Daha yeni hayata geçirilen Myisia Yolları yürüyüş ve bisiklet rotalarını ilk defa bizler bisiklet sürerek başlattık. Belediye kocaman bir tabelada büyük bir alanı gösterir coğrafi harita ve yolları gösterir biçimde köyün meydanına koymuş. Haritada rotalarda işaretler ve açıklamalarını yazıp gezginlere yollarının nereler olduğunu belirtmiş.

Akşam karanlığı çökünce müzik grubu gelip bizlere rock tarzında Türkçesi sert müzik çalmaya başladılar. Sert yokuşlara iyi oldu sert müzik. İki gitar, iki mikrofon ve arkalarında bateri. Buraya kadar beraber geldiğimiz Ceyhun, Mehmet Ali, Nafiz, Cem ve ben çadırlarımızın önünde oturup Nafiz’in 500 Kilometreden fazladır taşıdığı bir litrelik votkayı içmeye başladık. Bu bizim için ödül oldu sanki ve yarınki tura gitmeyip eve dönmeye karar verdik. Evlerimizin hasreti alkolle daha da belirginleşti. Uzaktan gelen sert müziğin etkisi de olabilir. Uzun süredir yollardayız ve artık yeter dedik bardaklarımızı tokuştururken. Önemli olan bir şey vardı; o da yaptığımız bu turdan hepimiz de memnunduk, mutluyduk ve çok güze zaman geçirdik birlikte. Hepimiz de uyumlu olunca bir daha yaparız böyle uzun turlar diye kararlaştırdık. Vedat Karakaya aramızda olmasa da onu da anarak yad ettik. Hiç program yapmadan anı yaşayarak yolun getirdiği güzelliklerle beraber yolun nasıl geçtiğini anlamadan 500 Kilometreden fazla birlikte bisiklet sürdük.

İki gitarcı ve bir baterist müzik yapıyor gecenin karanlığında.

İçkinin verdiği güzel kafa ile çadırlara çekilip ninni gibi gelen müzik eşliğinde yatıp uyudum bir güzel.

Ertesi gün çektiğim videoyu aşağıda izleyebilirsiniz. Bisikletçiler kamp alanından çıkıyor.

Bu gün yaptığımız tol yaklaşık olarak 46 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

 

Ertesi gün, eve dönüş;

Sabah erkenden uyanmadım bu gün, tembellik hakkımı kullanıyorum. Güneş çıkmış çoktan ve bisikletin gölgesi çadırıma vuruyor güneşle beraber. Yol bisikletinin boynuz gibi gidonu, üstte fren kolları ile şekil oluşturmuş. Ön tekerleğin bir kısmı da gölge olarak vuruyor. Böyle bir manzarada uyanıp tembellik yaptım bir süre. Çadırım iyice ısınmış güneş ışıkları altında.

20170514_085122_HDR

Fazla yanmadan çadırımdan çıkıp temiz havayı ciğerlerime çekiyorum. Dere kenarı, köyün yeşilliği, bozulmamış dokusu harika. Sabah kahvaltısını birlikte yapıyoruz. Turu düzenleyen arkadaşlara bizi otogara bırakmalarını rica ettik. Artık dönme zamanı deyip toplanmaya başladık. Sağ olsun arkadaşlar bizim için belediyeden bir kamyonet gelip otogara bırakacağını söyleyince içimiz ferahladı. Kalan arkadaşlarla vedalaştım görebildiğim kadarı ile. Kalanlar yapacakları tura başlarken vidosunu çekip uğurladım.

Aşağıda videosu var.

İçimiz ferahlayınca kamyoneti beklerken parkın girişinde köylü kadını dikkatimi çekti. Koyu renkli ve siyah çarşaf giymiş yaşlı kadın başına da siyah örtüyü bağlamadan atmış yerde oturmuş durumda topladığı kiraz ve erikleri satmaya çalışıyor. Kilosu kaça demeden bir kilo kiraz alıp parasını verdim. Halinden anladığım kadarı ile oturup pazarlık yapılacak durum yoktu. Sattığı kirazlar pahalı olsa da almak gerektiğini düşündüm.

Ağacın dibinde kaldırıma oturmuş kadın, kaldırımda iki kasa kiraz, yeşil erikler plastik kapaklı kaplarda sergilenmiş. Bez bir pazar çantası ve sepet ağacın dibinde. Parkın giriş kapısı çit olarak yapılmış.

20170514_111823_HDR

Uzun süredir yolda olduğumuzdan Cem Tabanlı’nın ayağı iyice kötüleşti. Pek bisiklete binemedi son gün, araçla kamp yerine geldi.  Kamyonet gelince bisikletleri ve çantaları kasaya yükleyip otogar yolunu tuttuk. Otogar Bursa’nın diğer yanında. Bursa’nın korkunç trafiğinde bisiklet sürmenin anlamı yok. Şehri boydan boya geçmek gerek otogara gidebilmek için. O yüzden araçla gitmek daha mantıklı. Kamyonet bizi otogara bıraktı, bisikletleri ve çantaları indirip yazıhanelerin olduğu yere geldik. Ben ve Cem İzmir için Kamil Koç firmasından biletleri aldık. Biletleri alırken bisikletli olduğumuzu belirttik özellikle. Şimdiye kadar hiç sorun çıkmamıştı, şimdi de sorun çıkarmadılar. Kamil Koç firması bisikletçi dostu oldu her zaman. Antalya’ya gidecek olan Ceyhun, Nafiz ve Mehmet Ali biletleri anca geceye bulabildiler. Bizim otobüs bir saat sonra kalkacak. İzmir’e saat başı araba kalkıyor o yüzden yer bulmakta sıkıntı çekmedik. Antalya’ya gidecek arkadaşlarla vedalaştık kucaklaşarak. Otobüs hareket saatinden önce perona gidip ön tekerlekleri söküp otobüsü bekledik bir süre. Otobüs gelince dikkatlice bisikletleri ve çantaları yerleştirip koltuklarımıza oturduk Cem ile birlikte. Otobüs hareket ettikten sonra hatıra olsun diye elçek resmini çekiyorum Cem ile.

20170514_154352

Yaklaşık 6 saat gibi bir zamanda rahat bir yolculukla İzmir’e vardık. Bisikletleri ve çantaları indirip ön tekerlekleri taktık. Cem’in ayağı kötü olduğundan bisikletini Uluğ Cem Balkanlı otogara geldi bisikleti almak için. Çantalarını da bir arkadaşı araba ile Cem ile birlikte alıp götürdü. Çantaları da bagaja yükleyip dosdoğru bir yol ve korkunç bir trafikte bisiklet sürüp Alsancak yeşil çimenlerine attık kendimizi. Oh dünya varmış deyip çimenlere yayıldık.  Çimlerde bizi Gülşah Ongun ve Habibe karşıladı. Avrupa şehirleri bisiklet yarışması için hazırlanan tabelanın dibinde oturduk. Tabelada yazan “Kendim için Kentim için Sürüyorum” ve #eccizmir yazısı, İzmir siuleti ile İzmir büyükşehir belediyesi saat kulesi logosu var. Avrupa şehirleri bisiklet sürme yarışları devam ediyor Mayıs ayı boyunca. Tabelanın dibinde yeşil çimenlere oturup yorgunluk kahvesi pişiriyorum. Hak ettik sayılır. Uzun bir turun sonunda eve kavuşmanın sevinci ve yaptığımız yolculuğun tadı henüz damağımda iken kahve ile birlikte arkadaşlarla paylaşıyorum.

Çimenlerin üzerine oturmuş kahve pişirirken yanımda iki güzel kadın da eşlik ediyor. Arkada belediyenin tabelası ve apartmanlar var. Kahve takımları önümde serili durumda. Sağ alt köşede bisiklet gidonu ve asılı sarı renkli bir kask var.

20170501_114612_HDR

Böylece 10 günlük bir turun daha sonuna geldik sevgili okurlar. Turda bir çok yer gördüm, yaşadım, yedik, içtik, yorulduk, terledik, kahve içtik, sohbet ettik, paylaştık, kavuştuk, ayrıldık. Bolca resim çektim tur boyunca, bunların hepsini sizlerle paylaştım, gördüklerimi anlattım. Herkes gittiğim yoldan gitme olanağını yakalamayabilir ama ben yolu açıyorum, bu yol hepimizin ve paylaşalım. Ben paylaşıyorum her zaman olduğu gibi. Paylaştıkça dostlarım artıyor sürekli. Hazine torbam dolmak bilmedi yol boyu. Dostlar, hikayeler doldukça sevindim. Mutlu bir duyguyla turu bitiriyorum ama başka turlarda yine görüşeceğiz. Durmak yok, yola devam derim her zaman. Bu yazı biraz geç oldu ama yazmak kolay değil, zaman yetmiyor.

Sağlıcakla kalın, başka turlarda görüşmek üzere

Otogar – Fahrettin Altay yaklaşık 17 Kilometre civarı.

Aşağıda haritası var

Powered by Wikiloc