Etiket arşivi: yastık

10. Gökova Bisiklet Turu 4. Gün

20 Mayıs 2016 Cuma

Bodrum – Ören

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kime ne desem 
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Düşünmeden biliyordum deniz ılıdı
Dökülen çelik katı
Yürüyenler yan yana

Yüzümü güneşte dinlendirsem
Dağın dağ olduğunu bilsem ovanın ova ağacın ağaç
Kurtulurdum

Çok köprülü sular gibi git git bitmedi
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Saat sekizi geç vurdu
Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna
Düşünmeden biliyordum

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Yokuş yukarı çıkan yol U dönemecinde bisikletim KUZ ve bir bisikletçi yokuşu çıkarken.

Sabaha kadar cıstaklar dinmedi, bölük porçük bir uyku ile uyanıyorum. Şimdi elime davulu alıp tokmağı var gücümle gerilmiş deriye vurarak ramazan davulcusu gibi otellerde daha yeni uyumuş olan gürültücüleri uyandırmak istedi bir an. Nasıl bir hayat yaşıyorlar anlamak mümkün değil. Gece doğal olarak uyumak varken eğleniyoruz diye sadece gürültülü ortamlarda yüksek sesli (Kesinlikle müzik değil) gürültüde dans edip enerjilerini boşaltıyorlar. Tabi bu arada cepleri de bayağı boşalmış oluyor.

Uyku sersemi de olsam kalkıp çadırı, eşyaları toplayıp hemen kahve pişirmeye başladım. Bir kahve  beni kendime getirir. Hazır yaparken dört kişilik kahve yapıyorum. Kaldırım taşına oturup ocağın üzerinde cezve, fincanlarım, su ve tabelam da yanımda.

Kahvenin kokusunu alanlar yanıma geliyor. Bunlardan birisi Muammer Erdem.

Bisikletçiler toparlanıp hazır olduktan sonra yola çıkıyoruz. Bodrum’un kalabalık caddelerinden yukarılara doğru bisikletleri sürmeye başladık. Meydanın birinde Ata binmiş Atatürk heykeli, ada etrafında dönen arabalar. Yamaçlarda ise beyaz boyalı kutu gibi evler kaplamış.

Bodrum amfi tiyatrosuna geldik, burada kısa bir mola vereceğiz. Tiyatro demir çitlerle çevrilmiş durumda.. Yarım yuvarlak oturma yerler basamak şeklinde yamaçta.

Bodrum Antik Tiyatrosu

Antik Tiyatro, Klasik çağdaki Bodrum’dan günümüze ulaşabilen tek yapıdır. Bodrum’un ortasındaki Göktepe dağının güney eteklerindeki bu tiyatro, Anadolu’nun en eski tiyatrolarından biridir. 1960’larda bir grup Türk tarafından restore edilen bu tiyatro günümüzde de Bodrum’daki birçok festivale sahne olmaktadır. Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında, oyunlardan önce Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağı ve bazı koltukların arasındaki, belki de gölgelik olarak kullanılmış olabilecek delikler vardır. Her koltuk arasında 40 cm’lik bir mesafe bırakılmış olan tiyatro 13.000 kişi kapasitelidir.

Bodrum da tek antik eserden tarihi yok etmek uğruna burada yapılan konserler sayesinde yok olacağa benziyor. Tiyatronun genel görünüşü, üst taraf zeytinlik.

İnleyen nağmeler ruhumu sardı
Bir rûyâ ki orda hep şarkılar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı

Arzular orada, zevk oradaydı
Bir deniz ki aşk dolu dalgalar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı

Zeynettin Maraş

1931 Yılında Bursa da başlayan hayatı 1996 yılında İzmir de sahnede, mikrofonuyla son bulan Türkiye’nin sanat güneşi Zeki Müren son yıllarını Bodrum da ki evinde dinlenerek geçirmiştir. Yol kıyısındaki terastan Bodrum kalesi ve Bodrum’u şöyle bir göz gezdirirken Zeki Müren’in kendi sesinden dinlediğim “İnleyen Nağmeler” şarkısını söyleyerek andım, ruhu şad olsun.

Yol kıyısından Bodrum kalesi ve yat limanı, önde de beyaz kutu evler. Az ileride bir ada görünmekte.

Oturma yerleri taş işçiliği çok güzel. Şimdiye kadar sağlam kalmasının bir nedeni olmalı ama çözemedim. Her blok tarak biçiminde yontulmuş.

Restore edilen blok taşlar üst üste konularak duvar örülmüş. Düzgün görünüyorlar.

Sahne bölümü yüksek taş bloklardan yapılmış.

Taş bloklar dikdörtgen düzgün yontulup, ayrıca köşe taşları oynamasın diye iki santimlik çıkıntı oyularak aralıksız, düzgün konulmuş.

Sahne arkası mermer dikdörtgen prizma bloklar dik olarak duruyor.

Taş bloklar arasında Muhlis Dilmaç ile yan yana durup Bekir kocamaz elçek resmimizi çekiyor. Arkada bisikletçiler oturma yerlerine oturmuş.

Yukarılara çıkarak sahne ve oturma yerlerindeki bisikletçilerin bir resmini çekiyorum.

Android Gökay Terzi de aramızda, Bodrum kale manzaralı beraber resim çekiliyoruz yan yana. Şafak Omaç’ı anıyoruz ve anarken İzmir deki arkadaşlardan Şafak hakkında bilgi alıyorum. Sevgili arkadaşım hayata tutunup kendine gelmiş. Kafası biraz bulanık ama olsun uyandığına sevindim. Sık sık haber gelmesi içimi ferahlatıyor. Dualarım kabul oldu sonunda, sevinçliyim.

Bir tek benim bisikletimde yük var. Diğerleri yüklerini kamyonete vermiş boş bisikletlere biniyorlar. Turuncu renkli çantalarım uzaktan dikkat çekiyor. Artık yola çıkma zamanı diyerek yola çıkıyoruz.

Hedef köy yollarından Ören. Bodrum’un kalabalık ve gürültülü ortamından çıktıktan sonra doğada bisiklet sürmenin keyfini yaşıyorum. Bodrum taraflarında sık sık karşıma su sarnıçları çıkıyor. Kaya yapısı nedeni ile yeraltı suları pek yok. O yüzden yağmur sularını bu su sarnıçlarında biriktirilip gerektiğinde kullanılıyor. Kümbet şeklinde yapılan su sarnıcının üzeri kubbe şeklinde kapatılmış.

Kimi su sarnıcı da yarım yuvarlak uzun baraka şeklinde.

Kimi yerde iki tane yan yana görmek olası.

Fazla araçların olmadığı yollarda bisiklet sürüyoruz. Herkes kendi temposunda bisiklet sürüyor.

Her su sarnıcı ayrı bir yapıya sahip. Ağaçların arasına tek başına öylece duruyorlar. İçleri su dolu sıcak yaz mevsimine hazır olarak bekliyorlar.

Yarımadanın kimi yerlerinde güzel koylar görmek içimi ferahlatıyor. Sezon başlamadığından kumsalda fazla kimse görünmüyor.

Geçtiğimiz yol çok eski olmalı ki sarnıçlar hep yol kıyısında yapılmış.

Arazide toprak olarak ince bir tabakaya sahip. Çam ağaçları için yeterli ölçüde. Çam ağaçlarının kökleri kendine çatlak arasa da taşlar buna pek izin vermiyor. Kayalık ve toprak yapısı bir dere yatağında daha iyi görülebilir. Yağmurun bir kısmı toprak yüzeyinde kalıp çoğu derelerden denize doğru hızla akmakta.

Köylerden birinde sanki minare caminin kubbesinden ayrı yere yapılmış gibi. Ama önde görünen kubbe su sarnıcına ait.

Bu yıl Türkiye 1. lig şampiyonu Beşiktaş olunca taraftarları Beşiktaş bayrağını balkonuna asmış. Evin hem balkonunda hem de alt kata iki bayrak asılı. Üst kattakinde Şampiyon Beşiktaş, alt kattakinde ise Şampiyon Karakartal yazılı. Gönlümün takımı ne de olsa.

Yan yana iki direk, biri ağaç telefon direği, diğeri beton elektrik direği. Beton direğe birisi “AŞK” yazıp altına da ok işareti ile yönünü belirtmiş. Acaba gerçekten de “AŞK”a mı gidiyor?

Yorulan birisi bisikleti yere bırakıp çam ağacının gölgesinde gövdeye yaslanıp ayaklarını dinlendiriyor.

Bazı yerlerde tarihi eser olmasa da eski taş yapılar görüyorum. Yapıda dükkan şeklinde nişler olarak yapılı. Beş tane niş kalmış sadece.

Zorlu yollar bisikletçileri yoruyor. Çoğu pek bisiklete binen değil. O yüzden çam ağaçları gölgesinde dinleniyorlar.

Bazı yerler orman kesim sahası. Kesilmiş çam tomrukları yolun kıyısına istiflenmiş. Tomrukların kabukları burada soyulmuş. Kabukları yerde görüyorum.

Yol düz değil, dağlar tepeler ve dik yamaçlara çıkmak gerek. Yol dönemeçli ve çıkış olunca U dönüşle yukarıya giden yolun görünümü ayrı bir güzellikte. Bisikletim KUZ yol kıyısında yüklü çantalarımla beraber duruyor. Bir bisikletçi de tam önümden geçiyor bu arada. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ağaçların gölgesinde küçük bir su sarnıcı beyaz boyalı kubbesi ile yol kıyısında.

Tarlasını dikenli tel ile çevirmiş. Sınırları, duvarları zorlayan bir bitki buna isyan edercesine kırmızı mor bordo renkli çiçeğini dikenli telin dışarısına doğru uzatabildiği kadar uzatmış.

Yol kıyısında su sarnıcı görünce duruyorum. Zeytin ağaçları, ardı çam ormanı arasında öylece duruyor tek başına.

Sarnıcın içine bakıyorum, içi su dolu. İçeride su olunca örümcek ağlarını girişe örerek suya gelen böcekleri avlıyor.

Dağlar tepeler yol vermiş gidiyoruz bisikletliler olarak. Bizlerden gürültü çıkmıyor çünkü motorlu değiliz. Çevreyi ve yeşili de koruyoruz böylece.

Buralarda yamaç kazılınca koyu gri renkli kaya ve toprak görüyorum.

Diğerlerinde ayrı kalmış iki çam ağacı. Alt kısımları budanıp kel bırakılmış. Soldaki ağaçta sol tarafı tamamen budanmış. Bu iki ağaç bana iki sevgilinin kaçışını anımsattı. Çökertme türküsündeki Halil ve Gülsüm’ün hikayesi. Hikaye şöyle;

Çökertme türküsünün kahramanı olan Halil, babası tarafından Van ili , Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’ e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler.

Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir.

Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir. Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır.

Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır.

Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü , Dertlinin Ali’nin Karabağda ki evinden alarak dağa kaldırır.

Yalıkavak karşısındaki Güdür de bir in bulur ve Gülsüm’ le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey , Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır.

Halil uyarıları dinleyerek buradan kaçar ve Gülsüm’ le birlikte Yalıkavak yakınındaki Çökertmeye gelir. Amacı bir kayıkla adalara kaçmaktır. Rum gemicilerden ‘Kosta Paho’ ( Kos’lu İstanköylü Paho) ile anlaşır.

Rumlarla aralarındaki husumetten dolayı Paho, tayfa Andon vasıtasıyla Halil’i Çerkes kaymakam’a ihbar eder. Kaymakamın emriyle denizden kol kayığı ile kolcubaşı Barka’nın Ali harekete geçer.

Ayrıca Paho’ nun demir atacağı karaya yakın yerde de jandarma komutanı Ömer Çavuş önceden pusuya yatırılır. Halil’i adalara götürecek kayık yola çıkar. Paho, Halil’i yakalatabilmek için dalgaları bahane ederek Aspat’a gitmeyi teklif eder ve deniz durulunca adalara rahat geçebileceklerini söyler.

Halil bu teklife inanır. Tekne ; Aspat ‘tan Bitez koyuna gelerek Hırsız Yatağı denen yere yakın olarak açıkta demir atar. Akşam olduğunda teknede içki faslı başlar. Paho, Halil ve Gülsüm’ ün içkilerine ‘Balık Ağısı’ denilen bir bitkinin sersemletici zehrini koyar.

Bu zehrin etkisi ile Halil ve Gülsüm uykuya dalarlar. Ömer Çavuş karada pusudadır. Paho, Halil ve Gülsüm’ ü uyuttuktan sonra demir alır ve teknesini yavaş yavaş kıyıya yanaştırmaya başlar . Ömer Çavuş tam kıyıya yanaşmadan tekneye ateş edilmesi emrini verir. Kurşunların kendisine isabet edeceğinden korkan Paho tekneyi açığa bırakır.

Tam bu sırada Kolcu başı Barka’nın Ali de kol kayığı ile Paho’ nun teknesini sarar. Paho Halil’den çekindiği için onu uyandırır. Geçen süre içerisinde Barka’nın Ali tekneye girmiştir. Halil ve Gülsüm sersemlemiş bir vaziyette güverteye çıkartılırlar.

Güvertede Halil’in ayağı kayar , Barka’nın Ali Halil’i bacağından yaralar. Halil yaralı bir vaziyette Bodrum’a getirilir ve kaymakamlık binası önünden karaya çıkartılır. Halk kaymakamlık binası önünde toplanmıştır.

O sırada ‘Kel Mülazım’ adı verilen jandarma komutanı ‘Hükümete karşı gelenlerin sonu budur’ gibilerden konuşma yapar Halil yaralı bir vaziyette kaymakamlık binası önünde bulunan bir mahzene atılır. Yaraları tımar edilmez.

Burada bir süre acı içinde inler. Daha sonra Ömer Çavuş tarafından boğazına çökülerek öldürülür ve sırtındaki elbiseleriyle birlikte alel acele gömülür. Bu olay üzerine Bodrum’dan ‘Üçlü Saçayağı’ olarak adlandırılan türkülerin ikincisi olan ‘Çökertme’ yakılır.

Çökertmeden çıktım da Halil’ im aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet
Arkideşim İbram Çavuş Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerimi ateş sardı aman kurşun yarası
Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım
Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım
Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Güvertede gezer iken aman kunduram kaydı
İpeklide mandilimi aman örüzger aldı
Çakırda gözlü Gülsüm’ümü Çerkes kaymakam aldı
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası

Yol kıyısında iki çam ağacı ta yukarılara kadar budanmış, arkası çam ormanı. Bisikletim KUZ yol kıyısında park etmiş.

Yol ormanın içinden tepeye doğru gidiyor. Birazdan o tepeyi aşacağım. Yüklü olsam da fark etmez, alışkınım böyle tepe, dağ, bayır dolaşmaya.

Yavaş yavaş tepeye doğru çıkmaya başladım. Etrafta genç çam ağaçları, ormancılar sürekli ormanı gençleştiriyorlar.

Sonunda zirve göründü ve birazdan o muhteşem iniş başlayacak. Bir bisikletçinin yokuşu çıkarken düşündüğü tek şeyin inişin olması. Kendi rüzgarını hissetmek gibisi yok. Ben böyle düşünürüm yokuşları çıkarken. Burası Mazı geçidi, rakım 482 metre. Demek ki epey çıkmışız deniz seviyesinden.

Ve inişe geçtim Gökova körfez manzarası ile. Deniz masmavi, karşıda dün geçtiğimiz Datça yarımadası.

İşte hayalimdeki yerlerden birisi, yamaçta zeytin ağaçları ve en tepede küçük bir ev. Ev Taş bina iki katlı, çatısı kiremitli. Burada yaşamalı, belki bir gün belli mi olur?

Derin bir kanyon, besbelli ki dibinde çay akıyor. Ağaçlardan belli yemyeşil bir cangıl olmuş kanyonun içi.

Onca yolu rampa çıktıktan sonra kısa sürede deniz seviyesine indik. İndiğimiz yer ise Çökertme, hani önceden türküsünü yazdığım Halil ve Gülsüm’ün Çökertme de başlayan türkünün öyküsü. İkisi de buradan binmişler kayığa ve macera buradan başlamış. Burada bir işletme var ve çenebaz bir papağan sürekli konuşuyor. Çok geveze.

Kafesin içinde yanda ters asılmış papağan su kabından suyunu içerken.

Yatların bağlanıp karaya çıkmaları için T şeklinde uzun bir iskele var denizde. İskeleye bir tekne kıçtan bağlamış. Az ilerde demir atmış başka bir tekne duruyor. İskelenin T olan yerin ortasında Türk bayrağı dalgalanıyor. Kara girintisi denize doğru uzantı yaptığından doğal olarak rüzgardan koruyor tekneleri. Daha önce katıldığım turda büyük havlumu burada unutmuştum.

Denize iskeleden atlayıp biraz yüzdükten sonra çıkıp kurulanıyorum. Denizin serinliği iyi geldi. Ferahlamış olarak bisikletime binip yola çıkıyorum. Daha ileride kıyıda kayık ve teknelerin onarıldığı ve yenisinin yapıldığı bir tersaneyi görüyorum. Büyük bir baraka ve takozlara alınmış tekneler kıyıda. Tersanenin önü açık, herhangi bir dalgakıran yok.

Dağlardan akan yağmur suları dere yataklarından hızlıca denize ulaşırken taşkın izlerini görmek olası. Dere yatağının etrafı çam ormanı ile kaplı.

Önümde bir kaç bisikletçi var, sürekli bisiklet sürüyorlar. Durup resim çekeni görmedim. Sadece köylerde kahvede çay, soda içmek için duruyorlar.

Yaşlı bir su sarnıcı, sanki yorulmuş doğaya karışmaya başlamış gibi. Hani saçı sakalı birbirine karışmış birisi gibi, öyle yaşlı duruyor. Kubbesi ot kaplamış. Solunda büyük bir zeytin ağacı ona yarenlik yapar gibi.

Dere yatağı getirdiği alüvyonlarla bataklığa çevirmiş dere yatağını. Düz arazi olunca yayılmış bataklık.

Dereden su akmakta, demek ki dağlarda su var.

Derenin deniz ile kavuştuğu yer. Bisikletim KUZ yol kıyısında turuncu çantalarıyla öylece duruyor.

Deniz kıyısına çok yakınım, 10 metre sonra deniz. kumsala vuran dalganın sesi kulaklarıma geliyor.

Bir süre yol deniz kıyısından kıvrıntılı olarak devam ediyor.

Yolun sol tarafında yamaçlar başlıyor. Burada iki tane çeşme görünmekte. Birisi eski çeşme yamacın dibinde. Eski çeşmeye ulaşmanın olanağı yok, etrafını otlar, çalılar kapatmış. Yeni çeşme ise yola daha yakın ve önü çakıl taşı döşenmiş. Ulaşılması kolay. Mavi desenli fayans ile döşeli. Aralarında okaliptüs ağaçları çıkmış. Sanki eski yol eski çeşmenin önünden geçiyor.

Çeşmelerin üstünde dere yatağı görünüyor, görünen başka bir şey daha var. Geçtiğimiz yıl buraları yanıp kül olmuş, izleri hala görülüyor Yanık ağaçların gövdeleri simsiyah. Bu kış yeni otlar çıkıp ortalığı yeşertip yangın izlerinin bir kısmını kapatmış. Yaşam bir şekilde sürmekte.

Dere yamaçtan akarken derin yarıklar oluşturmuş. Toprak yağmur sularını yangın nedeniyle çoraklaşmış olduğundan tutamadığı için hızlıca akarak toprakları önüne katmış.

Enerjiye ihtiyacımız var bu kesin. Çünkü her şeyimizi elektrikle yapıyoruz. Hatta aramızda elektrikli bisikletler bile var. Ama çevreye verdiği zararı düşünürsek turizm ve denizi çok kirleten bir duman ve kül etrafa yayılıyor. Uzun zamanda etraf çölleşecek. Termik santralın uzun bacası sürekli zehirli duman salmakta ve etrafı kül saçmakta. Ülkemizde yasaları, mahkeme kararlarını dinlemeyen fabrika patronları, işletmeciler bacalara pahalı olan filtrele sistemlerini kurmadan etrafa zehir saçmaya devam ediyorlar. Üç yıl önce Ören de kamp attığımızda sabah baca dumanlarının üzerimizde bir sis perdesi gibi asılı kaldığını görmüştüm. Havada ki zehirli gazlar genzimi yakmıştı. Sabahın erken saatlerinde hava durgun olunca dumanlar Ören’in üzerine çöküyor. Zamanla kansere yakalananlar çoğalacak buraya yazlığa gelen tatilciler. Sürekli oturan kasabalılar zaten kanserle boğuşmaya mahkum.

Termik santralın uzun bacası, santral binası, daha ileride Ören kasabası ve deniz. Yüksek kayalıklı iki dağ daha arkalarda.

Bu turda bir çeşit Karia Yolu’nu takip ediyormuşçasına bisiklet sürüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda gönüllü bisikletçi ve yürüyüşçülerin hazırlayıp hayata geçirdiği yolda tabelalarla işaretlenmiş. Solu gösteren tabelada Bozalan 13 km, sağı gösteren tabelada ise Ören 8 km yazıyor. Demek ki önümde 8 km yol kalmış kamp yerine.

Termik santralın yanından geçen çay, tüm suyu santralda kullanıldığı için geçtiğim köprüden bir damla bile su akmıyor. Dere yatağı beton ile kaplanmış.

Köprünün az aşağısında sağ tarafta santraldan çıkan suyu borularla bırakıyorlar. Dere yatağı buralarda da beton kaplı. Az ileride de de deniz görünüyor.

Yakınlarda olan kömür yataklarında buralara kadar bantlardan kömürler geliyor. Yamaçta rulolarla döndürülen bant sistemi görünmekte.

İlerledikçe başka dere yatakları da görüyorum ama su hiç akmıyor, kupkuru. Düzlükte ise zeytinlik var.

Ören tabelası Ören’e geldiğimi belirtiyor. Grup çoktan varmış kamp alanına çadırları bile kurmuşlar. Ben ise aheste aheste, etrafı gözlemleyerek, resim çekerek en son olarak geldim. Karşımda devasa Ören kayalığı görünüyor.

Yamaçlarda taş evleri görüyorum ama terk edilip başka yerde beton binaya taşındıkları kesin.

Keramos

Bodrum-Milas yolu üzerinde, Beçin yoluyla ayrılan 45 km’lik asfaltla ulaşılan eski adıyla Gereme, yeni adıyla Ören Gökova Körfezi kıyısındadır. Şehir merkezi kıyıdan biraz içeridedir. Ören’e Gökova/Akyaka köyünden 48 km’lik toprak yol ile Gökova Körfezi’nin kuzey kıyısını geçerek, Kıran Dağları’nın önünden de ulaşılmaktadır. Ören-Akyaka arasında antik Keramos kenti kalıntıları ziyaret edilebilmektedir.

Keramos’un adının anlamı çömlektir. Hellenistik çağda, Rodos egemenliği altında bulunan kent, bu dönemde kuzey komşusu Stratonikea ile bağlaşıklık imzalamıştır. MÖ 129 yılında Roma’nın küçük Asya eyaleti içinde yer alan Keramos, bundan sonraki evrede önemini giderek yitirmiştir. Ören’in arkasında yer alan Meşekayası Dağı üstündeki sur duvarları günümüze kadar gelebilmiştir. Surların alt kesimleri çokgen taş dizilerinden oluşurken, üst kesimlerde düzenli çizgi katları yapan duvar tekniği gözlenmektedir. Kayalık bir terasta yer alan ve halk dilinde Bakıcak diye bilinen yerde, 25 metreye varan uzunlukları ile kentin iki önemli tapınağı görülür. Kurşunlu yapı adını, taşları birleştirmek için kullanılan kurşun zıvanalardan almıştır. Güney ve batıda özgün biçimini korumuş olan bu güzel teras duvarlarının doğusu yıkılmıştır. Terasın üstündeki düzlemde ise Korint ve İyon düzeninde yapı parçaları bulunur. Söz konusu tapınak alanının olasılıkla Zeus Krysaoreus’a ilişkin olduğu ileri sürülmektedir.

Kasaba içinde bulunan Akyapı, Roma Dönemi’ne ilişkin büyük bir yapı kompleksidir. Gökova yoluyla gelenler, Ören’e ulaşmadan Meşekayası Dağı’nın arka kesimlerinde su kemerleriyle karşılaşmaktadır.

http://www.muglakulturturizm.gov.tr/TR,158110/oren–keramos.html

Keramos antik kentinin bazı kalıntıları yamaçlarda görünüyor.

Ören kasabasının sahiline ulaşıyorum, geldiğimde Muhlis Dilmaç benim resmimi çekiyor. Üzerimde mavi yağmurluğum var. Bisikletim yüklü halde palmiye ekili caddenin kıyısında kamp yapılacak yere doğru gidiyorum.

Hemen kendime bir yer seçip çadırımı kurduktan sonra su donumu giyip denize dalıyorum balıklama. Biraz yüzdükten sonra park hortumu ile duşumu aldım. Kurulanıp üzerime yeni eşyalarımı giydim. Terli olan çamaşırları su ile durulayıp asıyorum kuruması için. Ardından yemek için sıraya girip yemek tabağımı alıp belediye başkanının oturduğu masada yerimi alarak aç olan karnımı doyurdum. Ardından sohbetler başladı gece yarısına kadar. Uykum gelince izin isteyerek çadırıma gelip yastığa kafamı koymadan uykuya dalıyorum. Ne yazık ki yanımda yastık taşımıyorum. O yüzden yastıksız yatıyorum çadırda. Tüm gün boyu İzmir deki arkadaşlarda Şafak Omaç hakkında sağlık durumu ile bilgiler geliyor. Durumu giderek iyiye gittiğinin haberini alınca içim biraz ferahlıyor. Uykuya huzur içinde yorgun olarak dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 76 Kilometre civarı.

Powered by Wikiloc