Etiket arşivi: papağan

Eskişehir Bisiklet Festivali 2. Gün

29 Haziran 2018 Cuma

Eskişehir Kültür Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle

Ataol Behramoğlu

 

Öne çıkmış olan görsel, akvaryum içinde kapalı geniş cam bölme. Bölmeye alttan giriliyor. Akvaryumda yüzen balıklar ve ben de cam bölme içinde. Beni Ferdimen çekiyor dış kısımdan.

20180629_155338_HDR

Sabah erkenden kalkıyorum, Güneşli güzel bir güne başlarken İzmir’den arkadaşlar minibüs ile gelmişler festivale. Minibüsün arkasında üç, üstünde iki bisiklet var. Arka yan camda hippilerin barış sembolü yapılmış.

DSCN3711

Çadır alanında henüz çadırlar  tam olarak dolmamış. Çoğu yer boş, benim çadırımın yanında Ferdimen ayakta duruyor. Çadır alanı şeritlerle bölünmüş parsel parsel.

DSCN3712

Çadırımın arkasında bisikletim KUZ duruyor park halinde. Arka bagajında sadece bir çantayı taktım, tamir takımları ve kahve takımları var içerisinde. Ferdimen karşımda sağ eli ile bisikletimi gösteriyor.

DSCN3713

Sabah kahvesini işgal ettiğimiz çardak altında yapıyoruz. Bu çardak artık Eşpedal derneğine ait. Ve Urim Baba’nın Kahvesi olarak tabelamı da astık. Eşpedal derneğinde aktif görev alan ve organize eden Hakan Sevin kahve içmesini seviyor. Gülü seven dikenine katlanır sözünden yola çıkarak eline kahve değirmenini veriyorum. O da seve seve kahve çekiyor. Sabah Güneşi çardağın altından Hakan Sevin’in yüzüne vuruyor.

DSCN3714

Mavi buff, mavi tişörtü ile Ferdimen bana eliyle iki kesme şeker uzatırken çekiyorum yakından bir poz.

DSCN3716

Çardakta otururken yanımıza İzmir’den sabah gelen arkadaşım Ahmet ve Duygu geldi. Onlara da kahve pişirip ikram ediyorum.

DSCN3717

Haliyle ilk kahveyi ben içiyorum. Kahve fincanımda Urim Baba’nın Kahvesi logo basılı, içi köpüklü kahve içmeye hazır. Ferdimen’in verdiği kesme şekerlerden birisi fincanın yanında. Geçmiş yıllarda İstanbul kahve kültüründe kahve sade pişerdi. Kahveci de fincanın yanına bir kesme şeker koyar müşterilerine böyle sunardı kahveyi. Bu sunuma “Yandan Çarklı” kahve  olarak adlandırıldı. Yandan çarklı denmesinin nedeni eskiden vapurların yanında çark yardımı ile hareket ediyorlarmış. Fincan vapur, yanındaki kesme şeker de çark olarak betimlenip söylenmeye başlanmış.

DSCN3718

Kahvaltıyı yaptık, sonrasında hep birlikte köy yollarından Eskişehir merkezine bisikletlerle geldik. Merkezde bulunan geniş ve uzun tuğladan yapılmış. Bacayı komple yan olarak çekiyorum gökteki bulutlara değercesine. Bacanın dibinde park etmiş bisikletler duruyor. Baca dipten başlayıp yukarıya doğru 2 metrede bir demir çember sarılmış.

DSCN3719

Burada kayıt yapılıyor, bisikletin önüne takacağımız tabelalar, forma ve bufflar veriliyor. Ben de tabelamı gidon çantasının önüne takıyorum plastik cırt ile. Tabelada el ile çizilmiş bisiklet evi resmi, Urim Babacan İzmir A +, Eskişehir VelESBİT Bisiklet evi festivali 29 / 30 Haziran – 1 Temmuz 2018 yazılmış.

DSCN3720

Eşpedal derneğinden Didem Turan, Hakan Sevin ile birlikte kayıt masasında kaydını yaptırırken.

DSCN3722

İsmail Odabaşı da bulunduğumuz yere geldi. Ferdimen ile birlikte tandem bisiklet sürecekler. Ferdimen pilot, İsmail copilotluk yapacak. İkisinin yanında Nil Koray Yılmaz var.

DSCN3723

Bir çok ünlü ve futbolcunun dökümden plakası yere konulmuş. İçlerinden sadece Beşiktaşlı olarak efsanevi futbolcu Hakkı Yeten plakasının resmini çekiyorum. Sol üst köşede BJK logosu, altında 1931 – 1948 futbol dönemi yazılmış. Yanında Hakkı Yeten 1910 – 1989. Altında iki defne dalı arasına Baba Hakkı’yı saygıyla anıyoruz kabartma olarak yazılı. Sol altta Tepebaşı belediyesi 2011 ve logosu. Defne yapraklarının altında Altın Ayaklar yazılmış.

DSCN3724

Tramvay hattı buradan geçiyor çanını çala çala. Eskişehir’de her taraf tramvay hatları ile ağ örülmüş. Her yere tramvay ile ulaşabilirsiniz.

DSCN3725

Elimde iyi resim çeken makine olunca ister istemez sanatsal çekimler yapmak zorumda kalıyorum. Tuğladan örülmüş uzun bacayı dibinden göğe yükselmiş halde çekiyorum. Tuğlalar tek tek ve gayet net biçimde görünüyor.

DSCN3729

İzmir’den sabah minibüsle gelenler içinde arkadaşım Yılmaz Murat Bilican bisikleti ile bana poz veriyor. Saçı yok ama sakalı uzamış, üzerinde mavi tişört, altında siyah şort var.

DSCN3732

Eskişehir’de eskiden uçak fabrikası vardı, şimdi ise tüm uçakları dışarıdan alıyoruz maalesef. Fabrika kapatıldı, sadece eğitim pistleri var. Gökyüzünde dolaşan küçük, çift pervaneli bir uçağı optik zom yaparak bacanın ucu ile yakından çekiyorum.

DSCN3733

Zemine velESBİD Eskişehir bisiklet dermeği pankartı seriliyor, ardına da festival katılımcıları dizildi. Ben de bir poz çekiyorum toplu olarak.

DSCN3736

Kayıt işlemi bitince bisikletlere binip yakınlardaki bisiklet temalı sanat sokağına geldik. Burada durunca sokağı kaplamış tüm bisikletçilerini çekiyorum.

DSCN3738

Evin duvarına sadece ön tekerleği, gidonu olan yarım bisiklet duvara vidalanmış. Bisikletin pedalları yok. Gidonda sepet takılmış, içinde de saksı konulmuş. Saksıda bitki büyümeye başlamış.

DSCN3739

Burası Kırık Pedal Sokak olarak adlandırılmış. Siyaha boyanmış kapı panjuruna kırmızı sprey boya ile Kırık Pedal Sokak Hatırası yazılmış. Yanlara da karman çorman beyaz yazılar yazılmış sprey boya ile.

DSCN3741

Başka bir evin duvarına küçük jantlı beyaz boyalı, gidonu kırmızıya boyanmış bir bisiklet asılmış. Duvara astronot resmini bisiklete biner gibi çizilmiş. Yanlara da halkalı gezegen ve diğer gezegenler resmedilmiş. Bisikletin altına da kocaman sarı renkli Güneş var.

DSCN3742

Binanın iç köşeli kısmına renkli kelebekler, iple bisikleti havalandırmış durumda. Bisikletin altında da tam köşede açılan fermuar çizilmiş.

DSCN3744

Evin penceresinin altında üstte küçük, altında büyük jant, sivri kulakları ve kuyruk ilave edilerek kedi resmedilmiş. Altta da duvara kadrosu dallardan, tekerlekleri yeşil yapraklardan yapılmış bisiklet boyalı.

DSCN3745

Binanın köşesine eğri büğrü bisikletler renkli olarak boyanmış.

DSCN3746

Trafo binasının duvarına tandem bisiklete binen iki çılgın ihtiyar kadın resmedilmiş. Eşpedal üyelerinden iki kadın da tandem bisikletiyle resim önünden geçerken üç kişi onları izliyor. Hakan sevin de eliyle işaret ediyor tandemdekileri. Tandemi Rabia ile Didem sürüyor.

DSCN3748

Büyükşehir belediyesinin Odunpazarı evlerinin olduğu yere geldik. Buradaki evler iki yada üç katlı, sarı badanalı. Pencere kıyıları belirgin bir şekilde kahverengi renge boyanınca evler kendini gösteriyor. Bisikletliler evlerin önündeki istinat duvarının dibinde bekliyor.

DSCN3752

Bisikletçiler mumya müzesine girdi, ben girmedim. Nedenine gelince 6 ay önce girip dolaşmıştım mumya müzesini. İçeride bazı mumyaların resmini para ile çektiklerinden kızıp tüm çektiğim resimleri silmiştim müzeden çıkmadan.

DSCN3754

Odunpazarı merkezindeki açık alan parkına geldik. Buraya ismini veren odunları öne çıkarıp pazarda satılan odunlar eşek arabası heykeli ile belirtmişler.

DSCN3755

Başka bir yerde iki at koşulu odun araba heykeli var. Atlar gerçekmiş gibi duruyor. Sanki canlıymış gibi.

DSCN3756

İki atı başlarından çekiyorum. Koşum takımları tam, iki atın arasındaki uzun direk önden ve arkadan kayışlarla bağlı. Bu at arabası iki beygir gücünde. Yani 1460 Watt ediyor.

DSCN3757

Diğer yandaki eşek arabasında bir tane eşek var. Eşek beygirlerden küçük olduğundan eşeğin Watt olarak 600 Watt olması gerek. Eşeğe haksızlık yapılmış sanki. Aynı oranda odunu eşek tek başına çekiyor.

DSCN3758

Odunpazarı meydanındaki çay bahçesine oturduk. Masalar kare ve küçük olduğu için iki masayı birleştirdik.

DSCN3759

Karşımda oturan görme engelli Sadriye Görece ve Hakan bana poz veriyorlar başlarını birbirine dayamış olarak.

DSCN3760

Odunpazarı meydanındaki evler de restore edilerek boyanmış. Soldaki beyaz, sağdaki sarı renge boyanmış. Ortak rengi kapılar ve pencereler kahverengi. Binaların altında dükkanlar var.

DSCN3762

Başka bir sokağın girişinde seyyar tezgahlar kurulmuş. Burada resim tabloları, lületaşı ve hediyelik eşya satıyorlar. Binalar diğer sokaktaki rengin aynısı.

DSCN3763

Şimdi de arkeoloji müzesine geldik. Müzenin dışında bisikletleri bıraktık, içeri girmeyi bekliyoruz.

DSCN3764

Müzenin dışında yeşil çimenlerin olduğu yere dikili taş konulmuş bir kaç tane. Taşlarda değişik şekiller ve işaretler var.

DSCN3765

Bahçenin diğer yanında lahit mezar sandukası konulmuş. Küçük boyutta hayvan heykelleri lahidin etrafına serpiştirilmiş.

DSCN3768

Sanırım bu küçük heykeller lahitte yatan ölüyü korumak için konulmuş. O zamanlarda ölümden ve kötü ruhlardan korkanlar heykellerle kendini koruyacaklarına inanırlarmış.

DSCN3769

Pembe ve kırmızı gül açmış, ardında lahit mezar.

DSCN3770

Hitit uygarlığının aletlerinden olan Güneş Kursu bronz erken tunç çağı III M. Ö. 2400- 2200 Çorum Alacahöyük civarında bulunmuş. Aslında bu eser daha eski uygarlık olan Hattilere aittir. Daire içine çapraz olarak düz çubuklar yerleştirilmiş dini sembol.

DSCN3771

Müzenin ortasında dört köşe koltuğa yorulmuş olan Ferdimen ve İsmail oturmuş dinleniyor. Gerçi İsmail görme engelli olduğundan gezip yorulacağına bizim ziyaretimizin bitmesini bekliyorlar sanki.

DSCN3808

Mermer bir kaideye yerleştirilmiş  üç yüzlü kadın baş heykeli.

DSCN3818

Küçük, tamamı ile altından yapılmış insan eli. El bilekten başlıyor, bilek kısmında zincir takılması için halka konulmuş. Heykeli ilginç kılan işaret ve orta parmak arasına baş parmak olarak nah işareti betimlenmiş. Her halde zengin tüccar karşısındaki kişi ile pazarlık yaparken boynundaki bu nah işaretini göstererek pazarlıktaki duygularını açıkça ifade etmesi için yapılmış.

DSCN3826

Eskiden insanlar içine sığabilecekleri küp içinde gömülüyorlarmış. Sadece alt kısmı kalmış kırık bir küp içinde insan iskeleti toprakla beraber duruyor.

DSCN3837

Basit yapılmış geyik heykeli, ayakları alttan birleştirilmiş. Gövde ince, boynuzları ileriye, arkaya doğru kıvrık olarak uzamış. Başı ve ağzı boru biçiminde.

DSCN3843

Beklemekten sıkılmış olan İsmail dört köşe koltuğa sırt üstü uzanmış. Ferdi bacak bacak üstüne atmış öylece oturuyor.

DSCN3891

Müze ziyareti bitti, Eskişehir sokaklarından geçip Porsuk çayının dibindeki yoldan gidiyoruz. Bir yerde bisikletçiler durmuş arkadan gelenleri bekliyorlar.

DSCN3894

Porsuk çayının yanında durmamızın nedeni anlaşıldı. Burada topluca resim çekileceğiz. Çay kıyısında diziliyorlar yan yana. Sponsor olan bir firmanın pankartını açıyorlar. Ben de topluca çekiyorum hepsini. Ön tarafta yaprak açmış yeşil bitkiler fışkırmış. Çayın yüzeyine ağaçların yansıması vurmuş bir tablo gibi.

DSCN3897

İzmir’li hippi çetesini çekiyorum, Yılmaz, Sencer, Ahmet ve Enis.

DSCN3902

Sazova parkına geldik. Burası çok geniş bir alana yayılmış yemyeşil bir park. Ağaçlar her tarafta, yerler yeşil çimenlerle kaplı. Bu kadar geniş arazide küçük bir tren ziyaretçileri dolaştırıyor yeşillikler arasında. Sazova parkında Masal şatosu, bilim parkı, hayvanat bahçesi ve sualtı akvaryum parkı var.

DSCN3904

Parkın içinde ortaçağ benzeri kuleleri olan Masal Şatosu. Kuleler beyaz, sivri çatıları mavi renge boyanmış. Buraya Masal Şatosu ismi verilmiş. Uzaktan resmini çekiyorum sadece ağaçların arasından. Çünkü Masal Şatosunu ziyaret etmeyeceğiz.

DSCN3911

Parkın içinde mermerden yapılmış çıplak kadın heykeli kaideye oturmuş, sağ omuzu üstünde testiye benzer bir şey tutmuş.

DSCN3912

Bahçede büyük kaldıraç yapılmış, uzun bir direk. Kaldırma noktası kaldırılacak yere yakın, diğer taraf uzun.

DSCN3913

Kaldırılacak yük ise Anadol marka bir araba. Araba sarı renkte, bir kaide üstünde demirlerle kaldıraca yukarıdan bağlanmış. 1000 Kiloluk arabayı bir insan gücü ile kaldıraç sistemi ile kaldırabilir. Bu park aynı zamanda bilim parkı.

DSCN3914

Parkta çeşitli uçaklar sergileniyor. Bu uçaklar ömrünü dolmuş parkta yerini almış ziyaretçiler için. Pervaneli küçük uçar solda, jet uçağı sağda daha heybetli duruyor.

DSCN3915

Ucu çatal iki direkten oluşan değişik rüzgar gülü. Çatalın iki ucunda daire, içi desenli kesilmiş. Kayış ve kasnaklarla hareket aşağıya aktarılıyor. Dibinde yuvarlak, geniş bir havuz, havuzdaki suyu, pompayı çalıştırarak yukarıya çıkarmayı amaçlıyor.

DSCN3916

Yeşil çimenlere kocaman, beyaz makas saplanmış. Arka tarafta ağaçlar görsel yeşil fon oluşturmuş. Önde değişik çalışılmış mermer yapı var.

DSCN3917

Kocaman bir küre, kürenin içine giriş merdiveni ve kapısı var. Burası uzay merkezi.

DSCN3918

Sualtı dünyasını olduğu yere geldik. Binanın dışındayım.

DSCN3919

Binaya giriş ücretli, 10 TL karşılığında bilet alıp içeri gireceğim. İçeriye girmeden dış camlar ayna görünümünde olunca kamera ile kendi yansımamı çekiyorum.

DSCN3921

İçeri girip devasa akvaryumların içinde yüzen kocaman balıkları merakla izlemeye, resimlerini çekmeye başladım. Kocaman turna balıkları yüzüyor akvaryum içinde. Kalın cam arkasında yüzen balıklar geniş bir alanda rahatça yüzüyorlar. Akvaryum bir insan boyundan fazla yüksekliği var.

DSCN3936

Büyük balıklara büyük akvaryum yapılsa da küçük balıklar için de küçük akvaryum yapılmış. Yassı, beyaz desenli sarı balıklar yüzüyor.

DSCN3940

Vatoz balıkları yelpaze şeklinde akvaryum camına yakın alt kısmından çekiyorum bir poz. Solungaçları ve ağzı görünür biçimde.

DSCN3944

Camdan bir tünelin içinden geçiyorum. vatoz balıkları tünelin üstünden diğer tarafa geçiyor. Biz de bu görsel şöleni izleyerek tünelde yürümekteyiz.

DSCN3946

Silindir biçiminde yapılmış akvaryumun içinde silindir cam konularak orta bölüme geçip akvaryumu içeriden görebiliyoruz. Sadece bir kişinin girebileceği boşluğa girerek resim çekiliyorum. Beni Ferdimen çekiyor dışarıdan. Sanki akvaryumun içindeymişim gibi, etrafımda balıklar yüzüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20180629_155338_HDR

Vatozlarla birlikte köpek balıkları da yüzüyor.

20180629_155803_HDR

Küçük akvaryumlarda kırmızı renkli deniz kestaneleri üç tane kumda duruyor.

20180629_155908_HDR

Tombul ve yassı balıklar sürü halinde geziniyor bir o yana bir bu yana.

20180629_160028_HDR

Balıklar kocaman, ilk defa bu kadar kocaman balığı akvaryumda görüyorum.

20180629_160108_HDR

Beyaz, yassı bir balık, anlı şiş biçiminde balon yapmış. Alt ve üst yüzgeci arka kısımda arkasına doğru kuyruk gibi uzamış.

20180629_160307_HDR

Akvaryum kısmından çıkıp sürüngenlerin olduğu bölüme geldik. Değişik boyutta taşlardan örülmüş duvardaki çıkıntı kayada üç tane kocaman kulaklı, minik hayvan yan yana oturmuş insanları izliyorlar.

20180629_162933_HDR

Sarmal camlı ampulde baş aşağı duran renkli kertenkele hemen yanında yanan normal ampulün ısısından faydalanıyor. Burada Güneş olmadığından soğuk kanlı olan kertenkelelere ısı kaynağı oluşturulmuş.

20180629_163006_HDR

Küçük bir semender kertenkelesi

20180629_163048_HDR

Fareden büyük, ismini bilmediğim bir hayvanı çekiyorum.

20180629_163129_HDR

Her ne kadar kendisi görünmese de derisi dallarda duruyor yılanın. Boyu epey uzun olan yılan eski derisinden çıkmış ama gizlenmiş kim bilir nerede.

20180629_163302_HDR

Kuru ağaç dalına serilmiş değişik kertenkele hareketsiz duruyor. Yanakları şişik durumda. Sırtında sivri boynuzlar kuyruğuna kadar sıralanmış. Hareketsiz durmasının sebebi ekmek elden su gölden olduğu için. Avlanmasına gerek yok, karnı acıkınca yiyecekleri hazır nasıl olsa.

20180629_163330_HDR

Gagası kalın, küt ve başından daha büyük olan kuş dalda duruyor. Tüyleri tamamen siyah, sadece yüz kısmı beyaz renkte.

20180629_163338_HDR

Geniş bir alanda kanguru yere çömelmiş bir şeyler yiyor sanki.

DSCN3949

Deve kuşunun değişik cinsi, yavru da olabilir, tamamen tüyle kaplı, boynu da dahil.

DSCN3950

Diğer tarafta iki tane siyah beyaz tüyleri olan deve kuşu var.

DSCN3951

Boynuzları burgu biçiminde olan ceylanlar yere oturmuş geviş getiriyorlar.

DSCN3952

Zebra, siyah beyaz pijamasını giymiş, aynı renkteki deve kuşları ile birlikte bahçeyi paylaşmış.

DSCN3954

Tahta bir duvarın ortasında uzun pencereden bakan deve karşımda vesikalık resim çekiliyor sanki.

DSCN3955

İki lama yere oturmuş, biri beyaz, biri siyah tüylü.

DSCN3956

Salkım söğütler büyümüş kocaman. Dalları ince, aşağıya kadar sarkıyor.

DSCN3957

Oklu kirpiler duvar dibinde dinleniyor.

DSCN3958

İçi boş, kuru bir kütük üzerinde arka ayakları üzerinde dikelmiş kemirgen bir hayvan. İsmini bilmiyorum.

DSCN3959

Sadece kuyrukları siyah – beyaz halkaları olan lamurlar bir o yana, bir bu yana dolaşıp duruyorlar.

DSCN3961

Beyaz renkli pelikan kuşları da hayvanat bahçesinde yerini almış.

DSCN3962

Fok balığı havuzunda bir fok hızla yüzüyor. Duvarında cam bölmeye ara sıra dokunup uzaklaşıyor. Havuzun içindeki su yeşil renginde olduğundan fok balığını görmemiz zor. Sadece cam bölmeye gelince bir an için görünüyor. Ben de epey bekledim ve tam cam bölmeden geçerken resmini çekebildim. Karnı bize dönük şekilde iki yüzgeci açık olarak camın önünden yan olarak geçiyor.

DSCN3963

Uzun çeneli dişi geyikler yere oturmuş geviş getiriyorlar.

DSCN3964

İki tane kivi kuşu beyaz benekleri ile yan yana.

DSCN3965

Bembeyaz zarif kuğu kuşu suda değil de çimenlere oturmuş bizleri izliyor.

DSCN3967

Kuğunun yeri havuz olmalı, havuzda yüzen kuğuyu çekiyorum.

DSCN3968

Sırtı mavi, alt kısmı sarı renkli papağanlar. Sırtını bana dönmüş iki papağan aşağıda bir şeylere bakıyorlar.

DSCN3969

Başı ve göğsü kırmızı, kanatları mavi papağan tek ayağı ile dala tutunmuş, diğer ayağını el olarak bir yaprak parçasını ağzına götürmüş yemeğe çalışıyor.

DSCN3970

Çeşitli renklere değişik papağan bir arada.

DSCN3971

Koyun büyüklüğünde, küt kafalı tapir yere oturmuş tembellik yapıyor.

DSCN3973

Sazova parkı geniş bir alana yayılmış, yemyeşil bir yer. Değişik ağaç türleri dikilip yerler çimen ekilerek güzel bir görünümde insanı dinlendiriyor. Park tertemiz ve bakımlı.

DSCN3974

Parkın içini tamamen gezip dışarıda bulunan bisikletlerin yanına geldim. Burada yorulanlar kaldırım taşına oturmuş dinleniyor. İsmail ve Ferdimen çimenlere uzanmış uyuyorlar.

DSCN3975

Bu gün ki Eskişehir turunu bitirdik, kamp alanına dönüyoruz. Hava henüz aydınlık, Güneşin batmasına epey zaman var. Bisiklet evi girişindeki kapıyı çekiyorum bahçe ile birlikte.

20180629_190342_HDR

Güneş batmadan terasta kurulu tezgah üzerinde yemek dağıtımına başlandı. Güzel aşçılarımız aşçı şapkasını başlarına takmış, beyaz önlüklerini de giyip yemek dağıtıyorlar.

20180629_191015_HDR

Nefis yemekleri yedikten sonra aşağıya inip akşam olmasını bekledik. Bahçede sahne hazırlandı, ses sistemi, hoparlörler takıldı. Hava kararmadan dans grubu şarkı eşliğinde başladı. Beyaz giymiş kadınlar ve siyah pantolonlu bir erkek dans ediyor grup olarak.

DSCN3976

Seyirciler de sandalyelere oturup izliyorlar dans gösterilerini.

DSCN3977

Dört kadın, bir erkekten oluşan dans grubu danslarını bitirip seyircileri selamlıyorlar. Erkek bir dizi yerde, kadınlar kollarını açmış durumda.

DSCN3985

Sonra hava karardı ve müzik grubu sahnede yerini alıp güzel şarkılar söyleyerek bizleri coşturmaya başladılar.

DSCN3986

Bu ara Dolunay çıkıp gök yüzüne yükselmeye başlarken ağacın siuleti ile birlikte çekiyorum. Ay parlak ışıklarını biz saçıyor.

DSCN3987

Müzik öğretmeni olan Eser Büyükcan İlhan ve 13 yaşındaki kızı Ada sahneye çıkıp bizlere şarkılar söylemeye başladı.

DSCN3990

Aşağıda şarkıların videosu, iyi seyirler.

https://youtu.be/PA02TWknYmw

Saatler ilerlemeye başlayınca çılgın danslar başladı. Bahçede dans etmeyen yok gibi.

DSCN3996

Danslar coştukça coştu, horon teperek tamamlıyorlar geceyi.

DSCN4003

Görme engelli Sadriye ve Kayseri’den Meliha yan yana bir sandalyeye oturmuş halde. Meliha ile Gökova turunda tanışmıştım, o da tesadüfen. Kendime kahve pişiriyordum bir köşede. Meliha da yanımda oturuyordu. Haliyle dört fincan kahve pişirince birini de Meliha’ya ikram ettim. Şanslı kişilerden birisi. Meliha Eskişehir bisiklet festivaline katılmış. Unutmuşum Meliha’yı. Beni görünce kendini tanıttı, kahve içtiğini hatırlatınca anımsadım. İkinci kez tanıştık böylece. Bu yaz, Ağustos ayında Kayseri de festival düzenleyecekler. Beni davet etti Kayseri’ye. Ben de seve seve gelirim dedim bu davet karşısında. Eşpedal derneğini de davet etti.

DSCN4006

Akşamın geç saatlerine kadar şarkılar dinleyip dans ettik. Güzel bir organizasyon bizleri eğlendirdi, neşelendirdi. Eskişehir’e geldiğim için şanslıyım ve mutluyum. VelESBİD bisiklet derneğine teşekkür ederim.

Fazla geç olmadan çadırıma girip yatıyorum

Bu gün yaptığımız yol  yaklaşık olarak32 Km civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 5. Gün

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Ören – Akyaka

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

İnsanları sevmek kolay değil, 
bir hürriyet bu; 
çetindir memleketimde.

Ben, ille varım dersen, 
bir gün pusuya düşersen, 
insanları sevmek 
büyük hüner…

Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl, 
gerçek’ten, güzellikten, yiğitlikten, 
payına düşeni alabilmişsen, 
vermişsen, payına düşeni; 
gerçek için, güzellik için, 
gücüne karşı konmaz, 
korkusuz, direnirsin…

Bilirsin, 
bir kere korku düşerse adamın içine, 
bir kere koparsa sevdiklerinden, 
mümkünü yok, 
gitti gider…

Söner gözlerinde güzelim ışık, 
kararır, çirkinleşir yüzü.
Önceleri, utanır belki, 
sonra vız gelir, 
umurunda olmaz dünya.

İnsanları sevmek büyük hüner, 
İnsanlarla beraber! …

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Üç kemerli su yolu, etraf çam ormanı.

İki gecedir düzgün uyumadığımdan bu gece derin bir uyku ile dinlenip sabahın erken saatlerinde uyandım. Gördüğüm rüyaları bile hatırlamıyorum, o kadar dalmışım demek ki. Ören de uyumanın bedeli termik santralın bacasından çıkan zehirli gazları solumak. Havada görünmese de genzimi yakmasından dolayı anlıyorum. Kalkar kalkmaz ilk iş olarak eşyaları ve çadırı toparlayıp bisikletimin bagajına bağlamak oluyor. Sonrası kendime okkalı bir kahve pişiriyorum. Yanımda şanslı olan üç kişi de kahvemden içiyor. Kahvaltıya başlamadan önce yola çıkmaya hazırım. Kahvaltıda verilen küçük reçel, bal, tereyağı gibi şeyler pek iyi değil. İçinde ne olduğunu okuyamadığımız, bilmediğimiz maddeler var. Doğal olmayan yapma tatlandırıcılar ile yapılan kahvaltılıkları almıyorum bile. Peynir, zeytin, domates gibi yiyecekleri alıp çay ile, daha çok ekmek yiyerek karnımı doyurdum. Kahvaltıyı veren firma kar etmek için ucuza kaçıyor anladığım kadarıyla. Neyse hareket saati gelince yola çıkıyorum. Meşekayası dağının geçit vermeyen kayalıkları yolu dağın etrafından dolaştırarak biraz uzatmış oluyor.

Henüz düzlükteyiz, önüme bir tabela önümüzde ki yerlerin kilometresini yazıyor. Tabelada yazan ; Yerkesik 43 altta ise Muğla 62 Kilometre kaldığını belirtiyor. Tabelanın arkasında zeytinlik bahçesi. Yolun sonunda dağlar görünmekte.

Sağımdaki kayalıklarda oluşmuş mağaralar dikkatimi çekiyor. Durup resimlerini çekiyorum.

Herkes kendi temposunda gidiyor. Arkamdan gelen üç bisikletçi var. Birisi daha önde. Yolun sağı solu çam ağaçları kaplamış.

Çam ormanının dibinde kendine yer açıp zeytin bahçesine dönüştüren birisi küçük tekgöz bir oda yapmış. Bina kapısı, penceresi ve küçük çatısı ile çok sevimli görünüyor. Bahçe yol kıyısında tel çit ile kapatılmış. Sahiplenmek bu olsa gerek.

Keramos antik kentin kemerli surlarını görüyorum kayalığın dibinde çam ağaçları arasında.

Surdan çok su kemeri yapısına benziyor. Çünkü kemerler kayalıklara yapışık şekilde yüksek olarak örülmüş. Kemerli sur duvarları su kemeri olarak kullanılmış olabilir.

Daha ileride düzlük yerde üç gözü kalmış su kemerinin kalıntılarını görüyorum. Dağlarda kente suyu bu kemerler sayesinde getiriyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Dağın arkasında yokuş başlıyor, yokuşu çıkan bisikletçiler sanki zorlanıyorlarmış gibi bisiklet sürüyorlar.

Önümde bir grup bisikletçi kenarda durmuş olarak beklerken görüyorum,  acaba bir şey mi oldu?

Yanlarına varınca yokuşta yorulan, tıkanmış olanların dinlendiklerini görünce yoluma devam ediyorum.

Zeytin ağaçları çamların alanını daraltmış. Arada bir kaç çam ağacı kalmış, zamanla onları da yok edeceklerini biliyorum.

Meşekayası dağının etrafını dolaşmak biraz zorlu oluyor. Dağın arkası inişli, çıkışlı tepelerden oluşmuş. Önümde tek bir çam ağacı ve ardı tepeler uzanıp gidiyor.

Önümde iki bisikletçi gidiyor ve hala çıkmaktayız yokuşu.

Sonunda ismini de alan Alatepe köyüne geldik. Yokuş burada bitiyor, rakım 425 metre.

Bir zamanlar deniz kıyısında kumsal olan bu yer zamanla depremlerin etkisiyle 400 metreleri aşmış. Yolun yamacında kumul kayalıkları görüyorum.

Alatepe köyünde mola veriyoruz, burada çay ucuz; 50 kuruş. Bakkaldan atıştırmalık bir şeyler alıp sabah pek içemediğim çayı bolca içiyorum. Karia Yolu tabelası Akbük’e 10 Kilometre kaldığını belirtiyor. Bu arada İzmir deki arkadaşları arayıp Şafak Omaç’ın sağlığı hakkında bilgi alıyorum telefondan. Durumu iyiye gidiyor olması beni sevindirdi. Artık yarın ziyaretine giderim sevgili arkadaşımın.

Köyün iç yolu, kıyılarda evler ve üç tane beton direk. Direğin birinin tepesinde köyün elektrik trafosu var. Sağda ise kendi direği olan Karia Yolu tabelası var. Karia yolu yeşil boyalı, diğer yer sarı renkte.

Geriden gelen bisikletçiler gelmeye devam ediyor.

Molada aldığım çay takviyesi ile yola çıktım. Büyük bir bayrak direğinin yanında dut ağacından dut yiyenleri görünce ben de durup biraz dut yiyorum.

Yol sürekli inişte, neredeyse pedal çevirmeden gidiyorum. Önümde dağlar ve kayalıklar görünüyor.

Akbük kumsalı ve denize çıkıntı yapmış burnu tepeden güzel görünüyor. Ben de durup resim çekerek manzarayı izliyorum. Karşıda Datça yarımadası siyah bir hayalet gibi duruyor.

Akbük te öğle yemeği yiyoruz. Yemeğin ardından köşede bir yer bulup duvarın dibine oturarak kahve yapmaya başladım. Daha önce burada oturan iki kişi de kahvemden yararlanıyor. İlk defa kahvemi içenlerden erkek olanı tanımıyorum. Kadını da tanımıyorum ama sohbet sırasında adının Meliha Tekin olduğunu sonradan öğrendim. Hatırımda kalan bu kadın Kayseri de oturduğunu söyleyince benim Kayseri de askerlik yaptığımı, anılarımın olduğunu söyledim. Kayseri Perşembe akşamı bisikletçileri’ni kuran Türker Ergene’yi tanıdığını söyledi. Demek bir ortak tanıdık arkadaşımız var. Belki o yüzden hatırımda kalmış olabilir. İsmi aklımda kalmamıştı, sonraki festivalerde karşılaşınca ismini ezberleyebildim. Sonradan anlattığına göre kahve hoşuna gitmiş ve bu anı unutamamış.

Meliha ben ve bir kişi yere oturmuş kahveleri içiyoruz.

Ulaşılması araba ile ve sapa yerde olması aynı zamanda sezon da açılmadığından temiz bir deniz görünümünde. Deniz masmavi turkuaz rengi, kıyıya vuran dalgaların beyaz köpükleri çakıl taşlarını sürekli yuvarlıyor bir ileri bir geri. Zamanla çakıl taşları kum tanelerine kadar küçülecek ama bizler bunu göremeyiz. Kum tanelerine dönüşmesi binlerce yıl sürer. Denizin ötesinde kayalıklı koca bir dağ.

Sağ tarafımda da çakıllı deniz ve buruna doğru çam ormanları. İleride bir kaç yelkenli demirlemiş doğal limanda.

Mola bittikten sonra yola çıktık. Bundan sonra hep deniz kıyısından küçük iniş ve çıkışları olan düz bir yolda gideceğiz ta Akyaka’ya kadar. Uzayıp giden yol ve solda dik yamaçlı kayalıklar.

Etraf çam ormanları ile kaplı. Buralarda arıcılık yapan çok. Çam balı üretimi en çok bu bölgede oluyor.

Yol bazen yükseliyor, çam ağaçlarından deniz aşağıda görünmekte.

Pek araçların geçmediği çam ormanının içinde sessiz ve sakin gidiyorum. Bol oksijeni ciğerlerime doldurarak.

Bazı yerlerde yamaçlar öylesine dik ki neredeyse 30 – 40 metre yükseklikte. Kayaların çatlaklarında çam fidanları kendine yer bulmaya çalışıyor.

Buraların bitkileri arasında keçi boynuzu ağaçları da var. Sallanan keçi boynuzları henüz yeşil, olgunlaşmamış. Keçi boynuzlarının hepsi düz olarak sarkmış durumda. Demek ki olgunlaşınca boynuz gibi eğriliyorlar ve kahverengine dönüşüyorlar.

Akyaka’ya geldik sayılır, evler görünmeye başladı. Bunlar Akyaka dışındaki yayılan evler. Ormanın içine yapılmış iki katlı bir ev ve yanında tahtadan yapılmış bir tesis. Zamanla buraları dolacağı kesin.

Yol kıyısında küçük bir su havuzu görüyorum. Havuzda nilüfer bitkisi var. Yaprakları geniş bir tabak gibi su yüzeyinde. Kimi açmış, kimisi de açmakta olan nilüfer çiçekleri havuzun dibinden su yüzeyine çıkmış.

Akyaka’ya vardım bir de ne göreyim Muhlis Dilmaç Bekir Kocamaz’ın arabasına binmiş gidiyor. Bir de bana el sallaması garibime gitti. Demek ki ekildik. Ne yapayım onun bileceği iş, kafama bile takmıyorum. Ben kendi yoluma kendim giderim, kimseye muhtaç değilim.. O kadar katılımcı birbirleriyle vedalaşmadan alelacele gitmeye çalışıyor. Sadece bu turda tanıştığım Sevil Doğrugüven gelip benimle vedalaştı. Bisikleti kamyonete yükleyip minibüs ile Muğla garajının olduğu yere vardık. Minibüs önceden geldiği için bisikletlerin olduğu kamyonet henüz gelmemişti. Kamyoneti beklerken yakında olan tesisin bahçesini dolaşıyorum. Bahçede müşterileri çekmek için uyguladıkları çocuk psikolojisini iyi kullanmışlar. Kafeslerde çeşitli hayvanları koyup çocukların ilgisini çekmişler. Çocuklar da anne -babalarını hayvanların olduğu yere gidelim diye tutturunca buraya gelip hem hayvanları görüyorlar hem de yiyip içiyorlar. Böylece daha çok müşteri gelip kazanıyorlar işletmeciler.

Kafeslerdeki hayvanlardan birisi peruk takmış bir horoz. Tepesindeki tüylerden ibiği görünmüyor.

Omuzların aşağısından başına kadar kırmızı, ortası yeşil. Kuyruğa kadar olan yer mavi. Kuyruktan çıkmış bir tüy gövdesi boyunda. Üçte ikisi kırmızı, üçte biri mavi renkte papağan. Papağan ayakları ile kafesin tellerine tutunmuş arkası bize dönük olarak duruyor. Aşağıda profil demire de diğer papağan konmuş, aynı renklerde bize dönük durumda.

Tamamen beyaz renkli tavus kuşu benzeri bir kuş. Kuyruk tüylerini tamamen yelpaze gibi açmış.

Kafesin içinde hapis hayatı olarak yaşayan sincap durmuş bana bakıyor siyah gözleri ile. Artık insanlara alışmış, benden kaçmıyor. Yuva olarak yaptıkları tahta kutunun üzerinde duruyor sincap.

Sonunda bisikletlerin yüklü olduğu kamyonet geliyor. 16 tane bisiklet yüklü ve eşyalarımız üzerinde.

Kamyoneti beklerken Manisa dan biri ile tanışıyorum. İsmini bir türlü ezberleyemediğim bir arkadaş. Kendi arabası ile tek başına gelmiş, beni de İzmir’e kadar götürebileceğini söyleyince seviniyorum. Otobüs ile gitmektense yoldaşlık yaparım. Bu benim için çok iyi oldu. Bisikletleri ve eşyaları kamyonetten indirdik. Ön ve arka tekerlekleri söküp arabanın arka koltuğunu yatırdıktan sonra iki bisikleti dikkatlice yerleştirdik. Çantaları da yükledikten sonra yola çıktık. Akşam yemeği için bir yerde mola verdik, haliyle hesabı ben ödedim. O kadar arabasına bindik, yemek ısmarlamak iyi olur. Güzel bir yolculuk ettik ama ismini bir türlü ezberleyemediğim Manisalı arkadaştan özür dilerim. Unutkanlık başa bela, ezberim çok kötü. Arkadaş beni Bornova kavşağında bıraktı. Hava kararmıştı, arkadaşa teşekkür edip bisikletimin tekerleklerini takıp bagaj çantalarımı da yerleştirdikten sonra evin yolunu tuttum. Alsancak tarafına kadar trafikte gittikten sonra bisiklet yolundan ağır ağır eve vardım.

Bir tur daha bitti, yeni arkadaşlarla tanıştım, keyifli olduğu anlar olduğu kadar arkadaşım Şafak Omaç’ın geçirdiği kaza beni çok endişelendirmişti. Neyse ki kuvvetli bünye yapısında dolayı iyileşti. Buna çok sevindim, beraber bir çok tur yapmıştık. Çok güzel anılarımız olmuştu, eğer kötü bir şey olsaydı kahrolurdum. Ben yanında olmasam da dostlarım onu hastanede yalnız bırakmadı ve bana sürekli sağlık durumu hakkında bilgi verdiler. Yarın ilk işim onu ziyaret etmek olacak.

Başka turlarda görüşmek dileği ile.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 72 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Bornova – Üçkuyular yol haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 4. Gün

20 Mayıs 2016 Cuma

Bodrum – Ören

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kime ne desem 
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Düşünmeden biliyordum deniz ılıdı
Dökülen çelik katı
Yürüyenler yan yana

Yüzümü güneşte dinlendirsem
Dağın dağ olduğunu bilsem ovanın ova ağacın ağaç
Kurtulurdum

Çok köprülü sular gibi git git bitmedi
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Saat sekizi geç vurdu
Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna
Düşünmeden biliyordum

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Yokuş yukarı çıkan yol U dönemecinde bisikletim KUZ ve bir bisikletçi yokuşu çıkarken.

Sabaha kadar cıstaklar dinmedi, bölük porçük bir uyku ile uyanıyorum. Şimdi elime davulu alıp tokmağı var gücümle gerilmiş deriye vurarak ramazan davulcusu gibi otellerde daha yeni uyumuş olan gürültücüleri uyandırmak istedi bir an. Nasıl bir hayat yaşıyorlar anlamak mümkün değil. Gece doğal olarak uyumak varken eğleniyoruz diye sadece gürültülü ortamlarda yüksek sesli (Kesinlikle müzik değil) gürültüde dans edip enerjilerini boşaltıyorlar. Tabi bu arada cepleri de bayağı boşalmış oluyor.

Uyku sersemi de olsam kalkıp çadırı, eşyaları toplayıp hemen kahve pişirmeye başladım. Bir kahve  beni kendime getirir. Hazır yaparken dört kişilik kahve yapıyorum. Kaldırım taşına oturup ocağın üzerinde cezve, fincanlarım, su ve tabelam da yanımda.

Kahvenin kokusunu alanlar yanıma geliyor. Bunlardan birisi Muammer Erdem.

Bisikletçiler toparlanıp hazır olduktan sonra yola çıkıyoruz. Bodrum’un kalabalık caddelerinden yukarılara doğru bisikletleri sürmeye başladık. Meydanın birinde Ata binmiş Atatürk heykeli, ada etrafında dönen arabalar. Yamaçlarda ise beyaz boyalı kutu gibi evler kaplamış.

Bodrum amfi tiyatrosuna geldik, burada kısa bir mola vereceğiz. Tiyatro demir çitlerle çevrilmiş durumda.. Yarım yuvarlak oturma yerler basamak şeklinde yamaçta.

Bodrum Antik Tiyatrosu

Antik Tiyatro, Klasik çağdaki Bodrum’dan günümüze ulaşabilen tek yapıdır. Bodrum’un ortasındaki Göktepe dağının güney eteklerindeki bu tiyatro, Anadolu’nun en eski tiyatrolarından biridir. 1960’larda bir grup Türk tarafından restore edilen bu tiyatro günümüzde de Bodrum’daki birçok festivale sahne olmaktadır. Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında, oyunlardan önce Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağı ve bazı koltukların arasındaki, belki de gölgelik olarak kullanılmış olabilecek delikler vardır. Her koltuk arasında 40 cm’lik bir mesafe bırakılmış olan tiyatro 13.000 kişi kapasitelidir.

Bodrum da tek antik eserden tarihi yok etmek uğruna burada yapılan konserler sayesinde yok olacağa benziyor. Tiyatronun genel görünüşü, üst taraf zeytinlik.

İnleyen nağmeler ruhumu sardı
Bir rûyâ ki orda hep şarkılar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı

Arzular orada, zevk oradaydı
Bir deniz ki aşk dolu dalgalar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı

Zeynettin Maraş

1931 Yılında Bursa da başlayan hayatı 1996 yılında İzmir de sahnede, mikrofonuyla son bulan Türkiye’nin sanat güneşi Zeki Müren son yıllarını Bodrum da ki evinde dinlenerek geçirmiştir. Yol kıyısındaki terastan Bodrum kalesi ve Bodrum’u şöyle bir göz gezdirirken Zeki Müren’in kendi sesinden dinlediğim “İnleyen Nağmeler” şarkısını söyleyerek andım, ruhu şad olsun.

Yol kıyısından Bodrum kalesi ve yat limanı, önde de beyaz kutu evler. Az ileride bir ada görünmekte.

Oturma yerleri taş işçiliği çok güzel. Şimdiye kadar sağlam kalmasının bir nedeni olmalı ama çözemedim. Her blok tarak biçiminde yontulmuş.

Restore edilen blok taşlar üst üste konularak duvar örülmüş. Düzgün görünüyorlar.

Sahne bölümü yüksek taş bloklardan yapılmış.

Taş bloklar dikdörtgen düzgün yontulup, ayrıca köşe taşları oynamasın diye iki santimlik çıkıntı oyularak aralıksız, düzgün konulmuş.

Sahne arkası mermer dikdörtgen prizma bloklar dik olarak duruyor.

Taş bloklar arasında Muhlis Dilmaç ile yan yana durup Bekir kocamaz elçek resmimizi çekiyor. Arkada bisikletçiler oturma yerlerine oturmuş.

Yukarılara çıkarak sahne ve oturma yerlerindeki bisikletçilerin bir resmini çekiyorum.

Android Gökay Terzi de aramızda, Bodrum kale manzaralı beraber resim çekiliyoruz yan yana. Şafak Omaç’ı anıyoruz ve anarken İzmir deki arkadaşlardan Şafak hakkında bilgi alıyorum. Sevgili arkadaşım hayata tutunup kendine gelmiş. Kafası biraz bulanık ama olsun uyandığına sevindim. Sık sık haber gelmesi içimi ferahlatıyor. Dualarım kabul oldu sonunda, sevinçliyim.

Bir tek benim bisikletimde yük var. Diğerleri yüklerini kamyonete vermiş boş bisikletlere biniyorlar. Turuncu renkli çantalarım uzaktan dikkat çekiyor. Artık yola çıkma zamanı diyerek yola çıkıyoruz.

Hedef köy yollarından Ören. Bodrum’un kalabalık ve gürültülü ortamından çıktıktan sonra doğada bisiklet sürmenin keyfini yaşıyorum. Bodrum taraflarında sık sık karşıma su sarnıçları çıkıyor. Kaya yapısı nedeni ile yeraltı suları pek yok. O yüzden yağmur sularını bu su sarnıçlarında biriktirilip gerektiğinde kullanılıyor. Kümbet şeklinde yapılan su sarnıcının üzeri kubbe şeklinde kapatılmış.

Kimi su sarnıcı da yarım yuvarlak uzun baraka şeklinde.

Kimi yerde iki tane yan yana görmek olası.

Fazla araçların olmadığı yollarda bisiklet sürüyoruz. Herkes kendi temposunda bisiklet sürüyor.

Her su sarnıcı ayrı bir yapıya sahip. Ağaçların arasına tek başına öylece duruyorlar. İçleri su dolu sıcak yaz mevsimine hazır olarak bekliyorlar.

Yarımadanın kimi yerlerinde güzel koylar görmek içimi ferahlatıyor. Sezon başlamadığından kumsalda fazla kimse görünmüyor.

Geçtiğimiz yol çok eski olmalı ki sarnıçlar hep yol kıyısında yapılmış.

Arazide toprak olarak ince bir tabakaya sahip. Çam ağaçları için yeterli ölçüde. Çam ağaçlarının kökleri kendine çatlak arasa da taşlar buna pek izin vermiyor. Kayalık ve toprak yapısı bir dere yatağında daha iyi görülebilir. Yağmurun bir kısmı toprak yüzeyinde kalıp çoğu derelerden denize doğru hızla akmakta.

Köylerden birinde sanki minare caminin kubbesinden ayrı yere yapılmış gibi. Ama önde görünen kubbe su sarnıcına ait.

Bu yıl Türkiye 1. lig şampiyonu Beşiktaş olunca taraftarları Beşiktaş bayrağını balkonuna asmış. Evin hem balkonunda hem de alt kata iki bayrak asılı. Üst kattakinde Şampiyon Beşiktaş, alt kattakinde ise Şampiyon Karakartal yazılı. Gönlümün takımı ne de olsa.

Yan yana iki direk, biri ağaç telefon direği, diğeri beton elektrik direği. Beton direğe birisi “AŞK” yazıp altına da ok işareti ile yönünü belirtmiş. Acaba gerçekten de “AŞK”a mı gidiyor?

Yorulan birisi bisikleti yere bırakıp çam ağacının gölgesinde gövdeye yaslanıp ayaklarını dinlendiriyor.

Bazı yerlerde tarihi eser olmasa da eski taş yapılar görüyorum. Yapıda dükkan şeklinde nişler olarak yapılı. Beş tane niş kalmış sadece.

Zorlu yollar bisikletçileri yoruyor. Çoğu pek bisiklete binen değil. O yüzden çam ağaçları gölgesinde dinleniyorlar.

Bazı yerler orman kesim sahası. Kesilmiş çam tomrukları yolun kıyısına istiflenmiş. Tomrukların kabukları burada soyulmuş. Kabukları yerde görüyorum.

Yol düz değil, dağlar tepeler ve dik yamaçlara çıkmak gerek. Yol dönemeçli ve çıkış olunca U dönüşle yukarıya giden yolun görünümü ayrı bir güzellikte. Bisikletim KUZ yol kıyısında yüklü çantalarımla beraber duruyor. Bir bisikletçi de tam önümden geçiyor bu arada. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ağaçların gölgesinde küçük bir su sarnıcı beyaz boyalı kubbesi ile yol kıyısında.

Tarlasını dikenli tel ile çevirmiş. Sınırları, duvarları zorlayan bir bitki buna isyan edercesine kırmızı mor bordo renkli çiçeğini dikenli telin dışarısına doğru uzatabildiği kadar uzatmış.

Yol kıyısında su sarnıcı görünce duruyorum. Zeytin ağaçları, ardı çam ormanı arasında öylece duruyor tek başına.

Sarnıcın içine bakıyorum, içi su dolu. İçeride su olunca örümcek ağlarını girişe örerek suya gelen böcekleri avlıyor.

Dağlar tepeler yol vermiş gidiyoruz bisikletliler olarak. Bizlerden gürültü çıkmıyor çünkü motorlu değiliz. Çevreyi ve yeşili de koruyoruz böylece.

Buralarda yamaç kazılınca koyu gri renkli kaya ve toprak görüyorum.

Diğerlerinde ayrı kalmış iki çam ağacı. Alt kısımları budanıp kel bırakılmış. Soldaki ağaçta sol tarafı tamamen budanmış. Bu iki ağaç bana iki sevgilinin kaçışını anımsattı. Çökertme türküsündeki Halil ve Gülsüm’ün hikayesi. Hikaye şöyle;

Çökertme türküsünün kahramanı olan Halil, babası tarafından Van ili , Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’ e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler.

Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir.

Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir. Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır.

Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır.

Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü , Dertlinin Ali’nin Karabağda ki evinden alarak dağa kaldırır.

Yalıkavak karşısındaki Güdür de bir in bulur ve Gülsüm’ le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey , Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır.

Halil uyarıları dinleyerek buradan kaçar ve Gülsüm’ le birlikte Yalıkavak yakınındaki Çökertmeye gelir. Amacı bir kayıkla adalara kaçmaktır. Rum gemicilerden ‘Kosta Paho’ ( Kos’lu İstanköylü Paho) ile anlaşır.

Rumlarla aralarındaki husumetten dolayı Paho, tayfa Andon vasıtasıyla Halil’i Çerkes kaymakam’a ihbar eder. Kaymakamın emriyle denizden kol kayığı ile kolcubaşı Barka’nın Ali harekete geçer.

Ayrıca Paho’ nun demir atacağı karaya yakın yerde de jandarma komutanı Ömer Çavuş önceden pusuya yatırılır. Halil’i adalara götürecek kayık yola çıkar. Paho, Halil’i yakalatabilmek için dalgaları bahane ederek Aspat’a gitmeyi teklif eder ve deniz durulunca adalara rahat geçebileceklerini söyler.

Halil bu teklife inanır. Tekne ; Aspat ‘tan Bitez koyuna gelerek Hırsız Yatağı denen yere yakın olarak açıkta demir atar. Akşam olduğunda teknede içki faslı başlar. Paho, Halil ve Gülsüm’ ün içkilerine ‘Balık Ağısı’ denilen bir bitkinin sersemletici zehrini koyar.

Bu zehrin etkisi ile Halil ve Gülsüm uykuya dalarlar. Ömer Çavuş karada pusudadır. Paho, Halil ve Gülsüm’ ü uyuttuktan sonra demir alır ve teknesini yavaş yavaş kıyıya yanaştırmaya başlar . Ömer Çavuş tam kıyıya yanaşmadan tekneye ateş edilmesi emrini verir. Kurşunların kendisine isabet edeceğinden korkan Paho tekneyi açığa bırakır.

Tam bu sırada Kolcu başı Barka’nın Ali de kol kayığı ile Paho’ nun teknesini sarar. Paho Halil’den çekindiği için onu uyandırır. Geçen süre içerisinde Barka’nın Ali tekneye girmiştir. Halil ve Gülsüm sersemlemiş bir vaziyette güverteye çıkartılırlar.

Güvertede Halil’in ayağı kayar , Barka’nın Ali Halil’i bacağından yaralar. Halil yaralı bir vaziyette Bodrum’a getirilir ve kaymakamlık binası önünden karaya çıkartılır. Halk kaymakamlık binası önünde toplanmıştır.

O sırada ‘Kel Mülazım’ adı verilen jandarma komutanı ‘Hükümete karşı gelenlerin sonu budur’ gibilerden konuşma yapar Halil yaralı bir vaziyette kaymakamlık binası önünde bulunan bir mahzene atılır. Yaraları tımar edilmez.

Burada bir süre acı içinde inler. Daha sonra Ömer Çavuş tarafından boğazına çökülerek öldürülür ve sırtındaki elbiseleriyle birlikte alel acele gömülür. Bu olay üzerine Bodrum’dan ‘Üçlü Saçayağı’ olarak adlandırılan türkülerin ikincisi olan ‘Çökertme’ yakılır.

Çökertmeden çıktım da Halil’ im aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet
Arkideşim İbram Çavuş Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerimi ateş sardı aman kurşun yarası
Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım
Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım
Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Güvertede gezer iken aman kunduram kaydı
İpeklide mandilimi aman örüzger aldı
Çakırda gözlü Gülsüm’ümü Çerkes kaymakam aldı
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası

Yol kıyısında iki çam ağacı ta yukarılara kadar budanmış, arkası çam ormanı. Bisikletim KUZ yol kıyısında park etmiş.

Yol ormanın içinden tepeye doğru gidiyor. Birazdan o tepeyi aşacağım. Yüklü olsam da fark etmez, alışkınım böyle tepe, dağ, bayır dolaşmaya.

Yavaş yavaş tepeye doğru çıkmaya başladım. Etrafta genç çam ağaçları, ormancılar sürekli ormanı gençleştiriyorlar.

Sonunda zirve göründü ve birazdan o muhteşem iniş başlayacak. Bir bisikletçinin yokuşu çıkarken düşündüğü tek şeyin inişin olması. Kendi rüzgarını hissetmek gibisi yok. Ben böyle düşünürüm yokuşları çıkarken. Burası Mazı geçidi, rakım 482 metre. Demek ki epey çıkmışız deniz seviyesinden.

Ve inişe geçtim Gökova körfez manzarası ile. Deniz masmavi, karşıda dün geçtiğimiz Datça yarımadası.

İşte hayalimdeki yerlerden birisi, yamaçta zeytin ağaçları ve en tepede küçük bir ev. Ev Taş bina iki katlı, çatısı kiremitli. Burada yaşamalı, belki bir gün belli mi olur?

Derin bir kanyon, besbelli ki dibinde çay akıyor. Ağaçlardan belli yemyeşil bir cangıl olmuş kanyonun içi.

Onca yolu rampa çıktıktan sonra kısa sürede deniz seviyesine indik. İndiğimiz yer ise Çökertme, hani önceden türküsünü yazdığım Halil ve Gülsüm’ün Çökertme de başlayan türkünün öyküsü. İkisi de buradan binmişler kayığa ve macera buradan başlamış. Burada bir işletme var ve çenebaz bir papağan sürekli konuşuyor. Çok geveze.

Kafesin içinde yanda ters asılmış papağan su kabından suyunu içerken.

Yatların bağlanıp karaya çıkmaları için T şeklinde uzun bir iskele var denizde. İskeleye bir tekne kıçtan bağlamış. Az ilerde demir atmış başka bir tekne duruyor. İskelenin T olan yerin ortasında Türk bayrağı dalgalanıyor. Kara girintisi denize doğru uzantı yaptığından doğal olarak rüzgardan koruyor tekneleri. Daha önce katıldığım turda büyük havlumu burada unutmuştum.

Denize iskeleden atlayıp biraz yüzdükten sonra çıkıp kurulanıyorum. Denizin serinliği iyi geldi. Ferahlamış olarak bisikletime binip yola çıkıyorum. Daha ileride kıyıda kayık ve teknelerin onarıldığı ve yenisinin yapıldığı bir tersaneyi görüyorum. Büyük bir baraka ve takozlara alınmış tekneler kıyıda. Tersanenin önü açık, herhangi bir dalgakıran yok.

Dağlardan akan yağmur suları dere yataklarından hızlıca denize ulaşırken taşkın izlerini görmek olası. Dere yatağının etrafı çam ormanı ile kaplı.

Önümde bir kaç bisikletçi var, sürekli bisiklet sürüyorlar. Durup resim çekeni görmedim. Sadece köylerde kahvede çay, soda içmek için duruyorlar.

Yaşlı bir su sarnıcı, sanki yorulmuş doğaya karışmaya başlamış gibi. Hani saçı sakalı birbirine karışmış birisi gibi, öyle yaşlı duruyor. Kubbesi ot kaplamış. Solunda büyük bir zeytin ağacı ona yarenlik yapar gibi.

Dere yatağı getirdiği alüvyonlarla bataklığa çevirmiş dere yatağını. Düz arazi olunca yayılmış bataklık.

Dereden su akmakta, demek ki dağlarda su var.

Derenin deniz ile kavuştuğu yer. Bisikletim KUZ yol kıyısında turuncu çantalarıyla öylece duruyor.

Deniz kıyısına çok yakınım, 10 metre sonra deniz. kumsala vuran dalganın sesi kulaklarıma geliyor.

Bir süre yol deniz kıyısından kıvrıntılı olarak devam ediyor.

Yolun sol tarafında yamaçlar başlıyor. Burada iki tane çeşme görünmekte. Birisi eski çeşme yamacın dibinde. Eski çeşmeye ulaşmanın olanağı yok, etrafını otlar, çalılar kapatmış. Yeni çeşme ise yola daha yakın ve önü çakıl taşı döşenmiş. Ulaşılması kolay. Mavi desenli fayans ile döşeli. Aralarında okaliptüs ağaçları çıkmış. Sanki eski yol eski çeşmenin önünden geçiyor.

Çeşmelerin üstünde dere yatağı görünüyor, görünen başka bir şey daha var. Geçtiğimiz yıl buraları yanıp kül olmuş, izleri hala görülüyor Yanık ağaçların gövdeleri simsiyah. Bu kış yeni otlar çıkıp ortalığı yeşertip yangın izlerinin bir kısmını kapatmış. Yaşam bir şekilde sürmekte.

Dere yamaçtan akarken derin yarıklar oluşturmuş. Toprak yağmur sularını yangın nedeniyle çoraklaşmış olduğundan tutamadığı için hızlıca akarak toprakları önüne katmış.

Enerjiye ihtiyacımız var bu kesin. Çünkü her şeyimizi elektrikle yapıyoruz. Hatta aramızda elektrikli bisikletler bile var. Ama çevreye verdiği zararı düşünürsek turizm ve denizi çok kirleten bir duman ve kül etrafa yayılıyor. Uzun zamanda etraf çölleşecek. Termik santralın uzun bacası sürekli zehirli duman salmakta ve etrafı kül saçmakta. Ülkemizde yasaları, mahkeme kararlarını dinlemeyen fabrika patronları, işletmeciler bacalara pahalı olan filtrele sistemlerini kurmadan etrafa zehir saçmaya devam ediyorlar. Üç yıl önce Ören de kamp attığımızda sabah baca dumanlarının üzerimizde bir sis perdesi gibi asılı kaldığını görmüştüm. Havada ki zehirli gazlar genzimi yakmıştı. Sabahın erken saatlerinde hava durgun olunca dumanlar Ören’in üzerine çöküyor. Zamanla kansere yakalananlar çoğalacak buraya yazlığa gelen tatilciler. Sürekli oturan kasabalılar zaten kanserle boğuşmaya mahkum.

Termik santralın uzun bacası, santral binası, daha ileride Ören kasabası ve deniz. Yüksek kayalıklı iki dağ daha arkalarda.

Bu turda bir çeşit Karia Yolu’nu takip ediyormuşçasına bisiklet sürüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda gönüllü bisikletçi ve yürüyüşçülerin hazırlayıp hayata geçirdiği yolda tabelalarla işaretlenmiş. Solu gösteren tabelada Bozalan 13 km, sağı gösteren tabelada ise Ören 8 km yazıyor. Demek ki önümde 8 km yol kalmış kamp yerine.

Termik santralın yanından geçen çay, tüm suyu santralda kullanıldığı için geçtiğim köprüden bir damla bile su akmıyor. Dere yatağı beton ile kaplanmış.

Köprünün az aşağısında sağ tarafta santraldan çıkan suyu borularla bırakıyorlar. Dere yatağı buralarda da beton kaplı. Az ileride de de deniz görünüyor.

Yakınlarda olan kömür yataklarında buralara kadar bantlardan kömürler geliyor. Yamaçta rulolarla döndürülen bant sistemi görünmekte.

İlerledikçe başka dere yatakları da görüyorum ama su hiç akmıyor, kupkuru. Düzlükte ise zeytinlik var.

Ören tabelası Ören’e geldiğimi belirtiyor. Grup çoktan varmış kamp alanına çadırları bile kurmuşlar. Ben ise aheste aheste, etrafı gözlemleyerek, resim çekerek en son olarak geldim. Karşımda devasa Ören kayalığı görünüyor.

Yamaçlarda taş evleri görüyorum ama terk edilip başka yerde beton binaya taşındıkları kesin.

Keramos

Bodrum-Milas yolu üzerinde, Beçin yoluyla ayrılan 45 km’lik asfaltla ulaşılan eski adıyla Gereme, yeni adıyla Ören Gökova Körfezi kıyısındadır. Şehir merkezi kıyıdan biraz içeridedir. Ören’e Gökova/Akyaka köyünden 48 km’lik toprak yol ile Gökova Körfezi’nin kuzey kıyısını geçerek, Kıran Dağları’nın önünden de ulaşılmaktadır. Ören-Akyaka arasında antik Keramos kenti kalıntıları ziyaret edilebilmektedir.

Keramos’un adının anlamı çömlektir. Hellenistik çağda, Rodos egemenliği altında bulunan kent, bu dönemde kuzey komşusu Stratonikea ile bağlaşıklık imzalamıştır. MÖ 129 yılında Roma’nın küçük Asya eyaleti içinde yer alan Keramos, bundan sonraki evrede önemini giderek yitirmiştir. Ören’in arkasında yer alan Meşekayası Dağı üstündeki sur duvarları günümüze kadar gelebilmiştir. Surların alt kesimleri çokgen taş dizilerinden oluşurken, üst kesimlerde düzenli çizgi katları yapan duvar tekniği gözlenmektedir. Kayalık bir terasta yer alan ve halk dilinde Bakıcak diye bilinen yerde, 25 metreye varan uzunlukları ile kentin iki önemli tapınağı görülür. Kurşunlu yapı adını, taşları birleştirmek için kullanılan kurşun zıvanalardan almıştır. Güney ve batıda özgün biçimini korumuş olan bu güzel teras duvarlarının doğusu yıkılmıştır. Terasın üstündeki düzlemde ise Korint ve İyon düzeninde yapı parçaları bulunur. Söz konusu tapınak alanının olasılıkla Zeus Krysaoreus’a ilişkin olduğu ileri sürülmektedir.

Kasaba içinde bulunan Akyapı, Roma Dönemi’ne ilişkin büyük bir yapı kompleksidir. Gökova yoluyla gelenler, Ören’e ulaşmadan Meşekayası Dağı’nın arka kesimlerinde su kemerleriyle karşılaşmaktadır.

http://www.muglakulturturizm.gov.tr/TR,158110/oren–keramos.html

Keramos antik kentinin bazı kalıntıları yamaçlarda görünüyor.

Ören kasabasının sahiline ulaşıyorum, geldiğimde Muhlis Dilmaç benim resmimi çekiyor. Üzerimde mavi yağmurluğum var. Bisikletim yüklü halde palmiye ekili caddenin kıyısında kamp yapılacak yere doğru gidiyorum.

Hemen kendime bir yer seçip çadırımı kurduktan sonra su donumu giyip denize dalıyorum balıklama. Biraz yüzdükten sonra park hortumu ile duşumu aldım. Kurulanıp üzerime yeni eşyalarımı giydim. Terli olan çamaşırları su ile durulayıp asıyorum kuruması için. Ardından yemek için sıraya girip yemek tabağımı alıp belediye başkanının oturduğu masada yerimi alarak aç olan karnımı doyurdum. Ardından sohbetler başladı gece yarısına kadar. Uykum gelince izin isteyerek çadırıma gelip yastığa kafamı koymadan uykuya dalıyorum. Ne yazık ki yanımda yastık taşımıyorum. O yüzden yastıksız yatıyorum çadırda. Tüm gün boyu İzmir deki arkadaşlarda Şafak Omaç hakkında sağlık durumu ile bilgiler geliyor. Durumu giderek iyiye gittiğinin haberini alınca içim biraz ferahlıyor. Uykuya huzur içinde yorgun olarak dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 76 Kilometre civarı.

Powered by Wikiloc