Etiket arşivi: atlas

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 5. 6. 7. Gün

5 – 6 – 7 Ekim 2015 Pazartesi – Salı – Çarşamba

5. Gün 6. Gün 7. Gün

Manavgat – Mersin Gidiş Mersin Tatili

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup

Gitmişti o kentten anımsamıyor artık

Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala

Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği

Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine

Korkular geçiren o kız nerededir şimdi

Sensiz olursam yaşayamam diyen

O liseli kız hangi kentte kaldı

Ve o sarışın

O afeti devran bekler mi hala

Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

AhmetTelli

 

Öne çıkan görsel, dostum Feyyaz Alaçam, sandalyede oturmuş bana bakıyor. Arkada dağların manzarası.

Her zaman olduğu gibi Güneş doğmadan uyanıp sabah kahvesinin hazırlığını yapıyorum. Kahveyi kendime göre hazırlayıp cezveyi ocağa sürüyorum. Zamanı da bildiğimden tam güneş doğarken kahvem pişecek.

Bakır cezvem, içinde bir fincanlık kahve ocağın üstünde pişiyor.

Kahvem pişti artık güneş doğabilir.

Cezve ocağın üstünde, kahve fincanında kahve içilmeye hazır. Önümde Manavgat sakin akıyor. Güneş tepelerin altında henüz doğmamış, eli kulağında.

Bu sabah yanımda yeni tanıştığım biri var. Sevim Salkım, Eskişehir den katılıyor kendisi. Kahve içerken benim resmimi çekiyor güneş doğarken. Tanışmamız da ilginçti doğrusu. Aspendos antik tiyatro gezisinden sonra daha henüz dönüş yolunda önümde pedallayan bir kadın şarkı söylüyor durmadan. Hep şarkıların mırıltısını duyuyorum. Kendi kendime kulaklıktan dinlediği müziğin etkisiyle şarkıları mırıldanıyor diyorum. Bir süre sonra disk freninden ses gelmeye başlayınca durup neden ses yaptığını sordu. Ben de durup disk bölümüne bakıp fren balatası diske sürttüğünü görünce alyen anahtar ile ayarını yapıp sesi kestim. Böylece Sevim ile tanımış oldum. Arızayı gidermiştik ama Sevim ile daha yakın olunca her nefes alışında ses tellerinden melodiler, notalar, şarkı mırıltıları gibi sesler çıktığını duyuyorum. Sevim’e bunun nedenini sorunca geçirdiği bir hastalıktan dolayı boğazından ameliyat olmuş, ses telleri hasar görmüş. O yüzden melodi gibi ses çıkarıyor her nefes alışında. Daha sonra geçirdiği kaza sonucunda ölümden dönmüş. Uzun süre yatakta yatıp bir deri bir kemik kalmış ve sporcu azmi ile yattığı yerden çeşitli hareketlerle tekrar kilo alıp normal hayata dönmüş. Bunun sonucunda nefes darlığı da başlayınca doktorlar spor yapamazsın, bisiklete binmen doğru olmaz deseler de o bisikleti bırakmamış. Sadece yokuşlarda biraz nefes alış verişi hızlanıyor ve tatlı melodiler daha da çoğalıyor. Birlikte Manavgat’a kadar geldik ve ben hep o tatlı melodileri büyük bir zevkle dinlemiştim yol boyunca.

İşte böyle tanışmıştık Sevim Salkım ile. Hikayesi de etkilemişti beni ve kendisini taktir ettim bu büyük azmi için.

Yüzümü güneşe dönmüşüm taburem de oturup. Elimde kahve fincanı tam da yeni doğmuş güneşin altında. İlk ışıklarını kahve fincanıma vuruyor. Güneşten geçen bir ışık hüzmesi fincanımdan geçip yere kadar ulaşıyor. Güneşin doğuşunu kahve içerek izliyorum. Sırtımda uzun kollu forma, bisiklet dişli çarkları desenli doçek forması. Kırmızı renkte ağırlıklı. Yanımda kahve takımı ve su şişem.

Beraber kahvelerimizi içtik gün doğumunda Yeşim ile beraber, kendisi çekilmek istemedi sadece benim resmimi çekmekle yetindi. Bu güzel resimler için kendisine teşekkür ederim. Tabi bu arada her nefeste melodileri dinlemek bir başka.

Güneş tepelerden kurtulup gök yüzünde yükselmeye başladı.

Festival bitti, bu sabah kahvaltı yok o yüzden kahvemi içtikten sonra eşyalarımı ve çadırımı toparladım. Sadece uzatma kablomun başlangıcında bulunan çoklu priz ortadan kaybolmuştu, artık yapacak bir şey yok. Sağlık olsun diyorum. Arkadaşlarla ve festivali düzenleyip beni davet eden Işıl Tutucu, Adnan Tutucu, Ceyhun Altın, Mustafa Sayan, Mehmet Ali Akyüz, Halil Şenel, Yıldız Güneş Güder, Emel Topaloğlu, Cem Yarımbıyık, Emel Müftüoğlu Türkücü dostum Nevzat Özdemir, Gültekin Yıldız ve adını anımsayamadığım arkadaşlara teşekkür edip kamp alanından otobüs garajına gittim. Garaj yakındı, garajda sabah kahvaltısını gevrek peynir ve çay ile yaptım. Sonra Mersine gidecek otobüslere baktım. Her zaman tercih ettiğim otobüs firması Kamil Koç akşama otobüsü varmış. Araya sora Akdeniz denen bir firmanın otobüsü sabah olunca biletimi ondan aldım. Peronunda bagaj çantalarımı ve ön tekerleğimi sökerek beklemeye başladım. Benle beraber Edirne den İlhan Balkan da Mersin’e gidecek, onunla beraberim bu yolculukta. Otobüs geldi perona yanaştı.

İki bisikletin ön tekerleği sökük, eşyalar yanında. Perona otobüs yanaşıyor.

Bisikletçiler hep sorun yaşar, ben şimdiye kadar pek yaşamadım ama bu gün bu firmanın muavini ile yaşamaya başladım. Adam resmen 20 TL istedi yoksa almam diye diretti. Tartışmanın sonunda yapacak bir şey olmadığı için mecburen kabul ettik. Arabanın plakasının resmini de çektim. Maliyeye şikayet edeceğim, benden ücret aldılar ve karşılığında fiş fatura kesmediler diye.

Otobüs firmasının ismi Güney Akdeniz yazısı ve plakası 31 AKT 01

Böylece yolculuğa sıkıntılı başlamış oldum. Otobüs sahil yolundan Mersine gitti, Gazipaşa dan sonra yol gerçekten dar, tehlikeli ve çok inişli çıkışlı olduğunu gördüm. İlkbahar sonunda Mersin’e giderken iyi ki bu yoldan gitmemişim. Akşama doğru Mersin garajına indik. İlhan Balkan kamp yeri olan Erdemli Kumkuyu’ya gidecek. Ben ise henüz erken diyerek dostum Feyyaz’ın yanına gideceğim. İlhan Balkan ile festivalde görüşürüz diye şimdilik vedalaşıyorum. Feyyaz’ın evinin adresi var. Navigasyonda adresi girince bana gideceğim yolu hemen çiziverdi. Ara sıra haritaya bakıp evi buluyorum. Dostumu ilkbahar da görmüştüm. Hemen hemen 4 ay geçmişti. Hasretle buluşup kucaklaştık. Bisikleti ve eşyaları evin balkonuna çıkarıp yerleştiriyoruz. Ailesi ile de buluştum bu arada. Yemek faslından sonra kahveler benden diyerek kendi ocağımda pişirip ikram ediyorum ev halkına.

Evin balkonundan sokak ve fazla çok katlı binalar. İki demir direk baz istasyonu cep telefonları için. Sağ tarafta tenis kortu, kimileri tenis topu oynuyor karşılıklı.

İyi bir gecenin ve dost ile tekrar karşılaşmanın verdiği mutlulukla  iyi bir uykunun ardından sabah her zaman olduğu gibi güneş doğmadan kalkıp balkonda güneşin doğuşunu apartmanların arasından hissetmeye çalıştım. Hava parçalı bulutlu, sonrasında yağmur geçişi beton yığınlarını yıkayıp geçti. Yağmur yağarken kahvemi içiyorum. Apartman aralarındaki bir kaç ağacın yeşilliği bana yetti.

Sokaktan geçen arabalar, yerler yağmurdan ıslanmış. Apartmanlar ve karşı apartmanda sarmaşık duvara tırmanmış. Giderek cepheyi kaplamış yeşil yapraklarıyla.

Ev halkı ve dostum Feyyaz uyandıktan sonra hep birlikte kahvaltıyı yaptık sohbet eşliğinde. Bu gün dostum beni yine Toros dağlarına götürmeye karar verdi. Bu kez değişik bir yere gidecektik. Annesinin kasabası olan Gözne’ye. Ama Gözne olmadı maalesef. Onun yerine Gözne’nin daha yukarılarında bulunan yangın gözetleme kulesine Dost ile götürdü. Dost hiç itiraz etmeden bizi zirvelere çıkardı. İlkbahar da yaşadığı yağ pompası arızasından sonra motor kısmen yenilenmiş  çalışması gayet iyi. Bulunduğumuz yer dağın burun şeklinde uzantısının ucundayız.

Dostum şair Feyyaz Fernando katlanır koltuğuna oturmuş, bacak bacak üstüne atarak bana poz verdi. Ben de resmini çekiyorum ardında sıra dağların uzak görünümüyle. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Katlanır sandalyelerimizi açıp oturarak birbirimize anlatacağımız hikayeler yavaş yavaş dökülmeye başladı. Açık hava, bol oksijenli temiz havada düşüncelerimiz duru olarak ne çok anlatacaklarımız varmış. Sadece bir hikayesini anlatmadı bana. Sonradan yaptığı sürprizden sonra ağzından sürprizi bozacak kelimeleri kaçırmamak için kendisini zor tutmuş. İyi ki de tutmuş yoksa benim aldığım en güzel hikaye anlamsız kalacaktı. Sen çok yaşa dostum.

İkimiz sandalyelerde oturmuş durumda cep telefonum ile elçek yapıyorum.

Epey yüksekteyiz ve üç tarafımızda çok aşağılarda. Kuş bakışı izliyoruz etrafı.  Geniş ve uzakları izlemek için doğal oluşmuş olan yerde boşuna yangın gözetleme yeri olarak seçilmemiş.

Önümde iki dikenli tel çekilmiş, aşağıda adını bilmediğim bir köyün minik evleri görünüyor.

Yangın gözetleme evi, bekçi yaz boyunca burada devamlı kalıyor.

İki katlı taş bina, alt kat geniş, üstte bir odalı, onun üstünde gözetleme terası. 5 Metre boyunda beyaz boyalı bayrak direği. Rüzgardan dalgalanan Türk Bayrağı. Bekçinin arabası binanın yanında park etmiş durumda.

Bulunduğum yerden etrafın resmini çekiyorum. Dağlar tepeler ufukta sıralanmış, bulutlar da rüzgara göre devinim içinde. Her an yağmur yağabilir.

Diğer yanımın da resmini çekiyorum. Tepeler sıralanmış. Buluttan bir parça aralık bulmuş güneş hüzmesi bize doğru demet halinde vuruyor.

Sol tarafımızda yangın kulesinden daha yüksek tepe var. Sık olmayan ağaçlar serpilmiş. Bu tarafta bulut pek yok, hava açık.

Bulunduğumuz yere yakın olan yerler sık ağaçlar orman oluşturmuş.

Dostum güzel insan olunca Toros dağlarının en güzel yerlerini seçmiş. Zaten bir şairden başka ne beklenebilir ki? İlham perisi buralarda dolaşıyor. Geniş ufuklara bakarken ilham perilerini görmemek imkansız gibi. Düşünecek zaman çok böyle yerlerde. Zaman da durmuş sanki, geçmek bilmiyor. Domates fidanı ne zaman büyümüş, çiçek açmış. Güneşten aldığı ışıkla ne zaman olgunlaşıp kızarmış belli değil. Domatese göre zaman çabuk geçmiş kısa ömründe. Şair ise mevsimleri yaşamış sanki bunları düşüncelerinde canlandırıyor.

Yangın kulesi tam bir burun ve üstü düzlük bir alan. Düzlüğün kenarları dik bir yamaç. Tehlikeye önlem olarak dikenli tel ile çevrilmiş durumda. Dikenli telin dibinde domates dikilmiş. Sonbahara girdiğimiz bu günlerde domates fidanı artık son ürünü pişirip kızartmış. Çiçek açmaya niyeti yok, yapraklarının çoğu kurumuş.

Sedir ağaçları koyu yeşil rengi ile sert kış şartlarına uyum sağlamış. Tohumlarını saklayan mor renkli kozalakları artık etrafa saçılıp yeni fidanlar oluşturacak.

Akşama kadar sohbet ediyorum Feyyaz ile. Akşam henüz hava kararmadan yangın gözetleme tepesinden Gözne’ye inip Gözne’yi ve uzaklarda hayal meyal görünen Mersin’i seyredeceğimiz park ve mesire yerinde oturuyoruz. Aşağılarda bulutlar bazen inip yağmur olarak yağıyor. Biz bulutlardan biraz yukarılardayız sanki.

Mersin’i tamamen bulutlar kaplamış iyi bir yağmur yağdığı belli. Aşağıda Gözne kasabasının evleri.

Hava karardı, Gözne manzarasını seyrederek ev yapımı Balkan rakısının şişesi yanımızda arada birer tek atıyoruz. Şişeyi İlkbaharda 1450 kilometre taşıyıp dostuma hediye etmiştim. Şişe değerli olunca dostum Feyyaz özel günlerde ve benim bir daha gelmemi beklediğinden azar azar içiyor. Tekrar buluşmamızın şerefine rakı şişesinin fa büyüklüğündeki kapağı ile sırayla kaldırıyoruz yozlaşmış dünyanın şerefine.

Aşağıda kasabanın ışıkları, daha da aşağıda Mersin şehrinin daha yoğun ışıkları göz kamaştırıyor.

Şehirlerin pisliğini yıkayan yağmurların insanların kötülüklerini de temizlenmesini umarak fa notası büyüklüğündeki kapaktan boğazımızı yakan alkol bir umut oluyor.

Karanlıkta bulutlar görünmüyor ama büyük bir devinim içinde olduklarını arada çakan şimşeklerin mavi ışıklarından görebiliyorum.

Gecenin karanlığında Zeus’un yıldırımları şimşek hızıyla bulutları aydınlatırken biz de buna karşılık avazımızın çıktığı kadar naralar atıyoruz. Kimin sesi daha çok çıkacak diye yıldırımları gürültüsüyle yarışıyoruz. Naralarımızı duyan var mı yok mu umurumuzda değil. O kadar bağırıyoruz ki yıldırımlar kendini bizden saklıyor. Sadece bulutların ardından ışıkların yansıması görünüyor.

İsyan değil bizimkisi, daha zamanı değil. Haykırışımız bulutlara, ilerde bize lazım olacak hecelere yüksek perdede buluta yükleyerek saklaması için. Zamanı gelince bulutlar haykıracak naralarımızı. Özgürlük, barış ve güzel bir dünya için.

“İstemem başımın üstünde dam,

Tabiat odam”

A. Kutsi Tecer

Gökyüzü ile karşılıklı atışmalardan sonra ortalık sakinleşiyor. Bulutlar yükünü boşaltmış yükselip gidiyor. Mersin yıkanmış paklanmış ışıkları ile bize kendini gösteriyor. Böylece ruhumuz da temizlenmiş oluyor üzerimize yağmur yağmasa da.

Gecenin ilerlemiş saatinde Mersine eve geliyoruz. Uykuyu bekletmeden yatağa girmeli. Ertesi gün Mersin’in meşhur yemeği “Tantuni” yemek için Mersin de meşhur olmayan lezzetli tantuni yapan bir yerde afiyetle yiyoruz. Bu akşam hava kararmadan Erdemli’ye kamp yerine varmalıyım. O yüzden eve gelip eşyalarımı hazırladıktan sonra bisikletimi aşağı indirip eşyaları yükledim. Dostum Feyyaz ve ailesi ile vedalaşıp yola çıkıyorum. Haritaya baktım 46 Kilometre civarı bir yolum var ve Mersin sahil yolu beni epey ileriden ana yola kadar götürecek. Yolun yarısı sahilden gidiyor. Evden yola çıkınca ilk önce sahili buluyorum.

Akdeniz ağacı olduğu belli olan geniş bir alanı gölgede bırakmış 6 – 7 ağaç sık dalları ve yeşil yaprakları ile muhteşem. Sıcak Akdeniz ikliminde bu ağaçların gölgesinde serin oturulacağı kesin.

Şöyle Akdeniz’i göreyim dedim, görmez olaydım. Resmen künklerden denize lağım akıyor ve pis bir koku burnumun direğini kıracak neredeyse. Bu manzara Mersine hiç yakışmamış. Yazık….

İnsanların ilgisini çekmek için sahil boyunca belediye savaş silahları ve araçları koymuş. Bunlardan birisi bir tane top, ne de olsa Türk’üz ve askerlikten başka bir sanat ta bilmeyiz. İnsanları öldürmek için top yeşile boyanmış.

Başka bir yerde savaş uçağı, yukarılardan insanların kafalarına bombalar yağdıran uçak.

Yakınlarda ise bir savaş gemisi, artık nasıl bir öldürme aracı olduğunu siz tahmin edin.

Sahil yolundan keyfime göre fazla basmadan aheste aheste akşamı ettim. Güneş dağların ardında kaybolmaya yüz tuttuğunda durup izliyorum.

Sağımda küçük bir sedir ağacı, solda iki uzun kavak. Dere olduğunu tahmin ettiğim çalılıkların örttüğü bir alan ve Güneşin son ışıkları tepeden kaybolurken köyün camisinin minaresine vuruyor.

Sadece bir kez mola verdim yol kıyısında bir kahvede. Akşam hava kararırken kamp alanını bulup giriş yapıyorum. Benden önce gelenler olmuş. Girişte festivalin afişi gözüme çarpıyor ilk önce. “Mersin Bisiklet Festivaline HOŞ GELDİNİZ” Ben de hoş bulduk diyorum.

Kendime iyi bir yer seçip çadırımı kurdum, Tanıyanlar hoş geldin diyor. Yeni kişilerle tanışıyorum. Festivali düzenleyen Zerrin Aslantaş ve ekibinle merhabalaşıp kaydımı yaptırdım.

Festivali düzenleyenlerin ana çadırı. Palmiye, güneş ve deniz çizilmiş bir afiş ağaca asılmış. Aynı ağaca asılmış bir bisiklet. Bisikletin ön tekerine vuran mor ışık hüzmesi. Çadırlar yeşil yeşil kurulmuş yan yana.

Eski dostlar ve yeni dostlarla oturup sohbet ediyoruz masalarda. Güzel bir festival olacağına eminim. Ortam ve dostlar güzel, sohbette anlaşılıyor. Fazla geç olmadan arkadaşlardan izin isteyip çadırıma çekilip yatıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 47 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Hakkımda

Hakkımda

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Yaz ! Dedi uzun saçlı adam…
Kalem yoktu o zamanlar ve kağıt da.
Kalemi tutan el de yoktu
ve emektar bir bisikletin tekeri altında
aşkla ezilmemişti daha toprak.
Yaz ! Dedi uzun saçlı adam
Ocağa sürülürken kahve cezvesi…

Emine Gözde Özgürel

 

Öne çıkmış olan görsel, Bağdaş kurmuş halde, önümde kahve takımları. Arkamda çalılık yamaç.

39

Ben: Urim BABACAN

Şubat 1961 Kosova’nın Prizren kentinde dünyaya gelmişim. 1969 yılının Aralık ayında henüz 9 yaşına ramak kala ailemle birlikte Türkiye,  İzmir’e göç ettik.

İlk okula Prizren de Türkçe eğitime başladım, Türkiye’ye göç edince eğitimim kaldığı yerden İzmir de devam etti.

İlk okul 2. sınıfta çekilen bir resim. Ben alt sırada ortada çömelmiş olarak duruyorum. Yanımda kız ve erkek öğrenciler. Üstte iki sıra basamaklarda ayakta. Tam ortada genç Öğretmenimiz Mürvet Karahoda duruyor.

Ben küçükken 8 yaşındaydım…

1

Meslek Lisesini Elektrikçi olarak bitirdim. Demir çelik fabrikasında Elektrikçi olarak çalışarak Emekli oldum.

Emekli olduktan sonra bisiklet dünyasına girince hayatım ve yaşantım değişti. Bisiklet dünyasına internetten İzmir Bisiklet Derneği’ni bulup takip etmekle başladı. Daha sonra hafta sonu turlara katılarak dernek içinde aktif olarak görev almaya başladım. Sonrasında yönetimde yedek üye sıfatı ile destek olmaya devam ettim. Hala da dernekteyim.

http://izmirbisiklet.org/

Kahve ile birlikle başlayan turlarım bir çok yeri kendi gücümle görüp tanıma, yeni dostlarla tanışma fırsatı oldu.

Hep insanları dinlerim, kendilerine göre hikayeleri vardır ve biri ile paylaşmak ister. Ben de bu hikayeleri dinlerim.

Turlarda hep arkadan gelirim, arkada kalma nedenim doğayı, ormanın sesini dinlemek. Sonra yaşadığım, gördüğüm hikayeleri yazmak için resim çekerim. Resim not tutmaktan daha iyi gelir benim için. Aradan zaman geçse de resim her şeyi anlatır bana. Önemli olan görmek, görebilmek.

Hep arkada kaldığımdan bisiklet turlarında artçı olarak görev alırım. Kurt sürüsü tek sıra gider, en arkada en güçlü olan sürünün lideri olur. En önde de en zayıf olanlardır. Herhangi bir saldırıda sürünün korumasını yapar böylece. Turlarda da en arkada herhangi bir sorunla karşılaşana yardım eder, yolda bırakmam kimseyi.

Kendi web sitemde bisiklet turlarımı ve deneyimlerimi paylaşırım.

http://www.urimbaba.net

http://www.urimbaba.com

Güneşin doğuşunu seyretmeyi severim. Güneş doğmadan kalkar, kahvemi pişirir güneşin ilk ışıklarını beklemeye başlarım. Güneş yavaş yavaş doğar, içimi ısıtır, Dünyaya olduğu gibi bana da hayat verir. Hep Tanrıya şükrederim bu güzellikleri gördüğüm için. Manavgat nehrinin kıyısında, Güneş henüz ilk ışıklarını saçarken saçlarım salınık kahvemi içiyorum.

24

Hafta sonu bisiklet turlarına başladığım zamanlarda Bisikletçi arkadaşım Kutlu Özütemiz benim öyle bir resmimi çekti ki o zamandan beri profil resmi olarak kullanıyorum. Saçlarım daha yeni uzamaya başlamış bir durumdayım. Önde semaverde çaydanlık, arkada ben.

2

Bisiklete başladıktan sonra günü birlik turlar yetmemeye başladığından uzun turlara başladım. Tura uygun donanımlar olan çadır, uyku tulumu, mat, tencere – tava ocak gibi malzemeleri elde ederek başladım. Her turda yeni bir yer keşfettim, yeni dostlar ile tanıştım. Elbette deneyimlerim de giderek arttı bu turlarda.

Bir turda dostum Şafak Omaç benim yolda giderken resmimi çekti. Resim siyah – beyaz. Solda ağaçlar, bisiklet yolunda gidiyorum.

3

Her zaman tur da olmuyor, İzmir de Süslü Kadınlar Bisiklet Turunu başlatan Sema Gür kadınların da bisiklete süslü kıyafetleriyle binebileceğini gösterdi. Erkekler olarak bizler de tura destek vererek bir farkındalık oluşturduk. Takım elbiseli ve kravatlı resmim. Uzun saçların ve güneş gözlüğü gözümde.

4

Bisiklete binmenin en büyük etkenlerinden biri de kuşkusuz Perşembe Akşamı Bisikletçileri, kısaca PAB. Artık sadece bisiklete gündüz değil gece de bisiklete binebiliyoruz. PAB turlarını İzmir de başlatan dostumuz Muhlis Dilmaç tüm Türkiye’ye yaygınlaşmasına neden oldu.

Ay ışığı altında bisiklete binmek dünyada bir ayrıcalık olmalı. Yakınlaştırılmış dolunay, altta bisiklet süren bisikletçi.

5

Turlarda her zaman dostlarım vardır, onlarla tur yapmak beni her zaman mutlu etmiştir. Üç işi yüklü bisikletlerle asfalt yolda kameraya gelirken.

6

Evim evim güzel evim, dört duvarı olmayan evim. Kaplumbağa misali sırtımda taşıdığım evim. Mavi çadırımın kapısında sadece uzun saçlarımla başım görünüyor.

7

Denize dalmayı severim, nerde olursa olsun. Heyecan verici olan da havada bir an asılı kalmak. Bunu yakalayan bilir. Deniz üstünde balıklama uçarken.

8

Kahve içmeyi severim, pişirmesini de, en önemlisi taze olmalı benim için. Kahve değirmeni hep baş ucumda. Kahve bitti mi hemen çekerim taze taze, ezilen kahve çekirdeğinden çıkan kahve kokusu beni mest eder.

Kahve önemlidir, öyle aceleye gelmez. Değirmende ağır ağır çekeceksin, çekirdekleri yakmadan. Sonrasında cezveyi ocağa sürünce ocağın ateşi az olacak, yavaş yavaş pişireceksin. Kahve sabır ister. Bana sabrın ne olduğunu öğretir kahve. Pirinç kahve değirmeni ve kahve takımım.

9

Mesela kahveyi ulu orta içmeyeceksin, kahve güzel insanlarla güzel yerde içilmeli. İçilirken kahve dostluğu pekiştirir Ege denizinde, Dilek yarımadası, Samson dağında. Dengesiz İrfan ile sırtımız dönük oturmuşuz karşımızdaki Sisam adasına bakıyoruz. Ocakta kahve pişiyor.

10

Mutluluğu paylaştıktan sonra yakalarım, hele bir de çocuklar olunca mutluluk kat be kat artar. Az bilinen antik kentler bisiklet turunda, Yunt dağı Köseler köyünde 23 Nisan Çocuk bayramı kutlamalarında. Ben ortada, solda Şafak Omaç, sağda Olcay Ormankıran. Arkamızda köylü kadınları ve bisikletçi arkadaşlar.

11

Bazen kırmızı başlıklı kız gibi olurum. Başımda kırmızı buff.

12

Akan su gördüm mü dayanamam, nerede olursa olsun, su soğukmuş aldırmam. Kılcal damarlarım bile harekete geçer, gençleştiğimi hissederim damarlarımda dolaşan kandan. Kaz dağlarında, Ayazma şelalesinde buz gibi su üzerimden köpürerek akarken.

13

Kitap okumayı severim, sessiz, sakin, dingin. Yaprak bile düşmez dalından. Elbette kahve de olmalı kitabın yanında. Okuduğun hikayelere tat vermeli. Masa üzerinde kahve fincanı, kitap ve saksı, önde ağaçlar ve yeşil çimenler.

14

Bir göl kenarı düşünün, çevresi beyaz mı beyaz kumlarla çevrili olsun. Turkuaz renkli kıyılarda kahve pişer, şanslı olan üç kişi vardır yanımda. Zaten onlar dostlarımdır. Kahvemi paylaşırım karşılık beklemeden. Salda gölü kıyısında, beyaz kumsalda kahve cezvesi ocağın üstünde.

15

Hamama giren terler ama ben terlemeden girerim hamama. Roma hamamı havuzunda sırt üstü su içindeyim.

16

Soğuk bir kış günü olsa da ateşin alevi ısıtır içimi. Çoban ateşi keyfime keyif katar. Sohbet etmeyi severim ateşin başında bir dost ile. Kızıl alevler arkasında bisikletim KUZ.

17

Uzun turlarda yeni insanlarla tanışırım, kahve içerim. Kahvenin hatırı o kadar olur ki yüz kilometre daha pedal basar bir daha kahve içmek için. İşte özgürlük bu benim için. Bisikletim KUZ, römorkum kıytırık, ben nereye gidersem onlar da beni taşır eşyalarımla birlikte. Kısaca evimi taşırlar.

18

Uçmayı severim, hem de denizin üstünde. Kısa sürse de uçmak gibisi yok.

19

Yağmur yağsa da bardaktan boşanırcasına bisiklete binmekten zevk alırım. Üzerimde sarı yağmurluk, pantolon ve çizmelerle bisiklet sürüyorum yağmur altında.

20

Başkasının gözünden görmeye çalışırım dünyayı. Prizren kalesinde kahve içen Muhlis Dilmaç, gözünde sarımtırak gözlükte yansıyan kahve fincanı.

21

Urim Baba’nın kahvesi her yerde. Kahve tabelam gidonda asılı, çimenlerde oturmuş kahve pişiriyorum.

23

İçimde hep bir kahve açmak istemişimdir, sonunda istediğim bir kahve açtım. Kahvenin duvarları yok, tavanı da yok. Boya – badana, kira, elektrik, su derdi yok. Zaten kahve bedava, para ile satmıyorum. Bazen para çıkarıp vermek isteyen oluyor. İşte orda dur diyorum, benim kahvem satılık değildir, parayla içemezsin ki. Dört tabure, bir sehpa, üzerinde kahve takımı. Arkada bisikletim KUZ ve arkasında römorkum kıytırık. Kahve yaptığım yer deniz kıyısı.

25

Her daim dalarım denize, uçmak bir harika. Havada asılı kalmış haldeyim.

26

Yüzümdeki çizgiler derindir, kolay çizilmemiştir. Silinmezler de.

27

Su damlaları kar tanelerinden suya dönüşüp üzerimden aksa da içimi ısıtır. Üşümem hiç bir zaman, su damlacıklarını düşünürüm. Durmaksızın, devinim içinde. Göllerde, denizde buhar olur. Bulut bırakır su damlacıklarını. Bazen de her biri benzersiz kristal tanelerine dönüşür. Dağlara yağar, birikir. Yaz güneşi yavaşça eritir kar tanelerini. Tekrar göle, denize kavuşmak için usulca akmaya başlar, bazen coşar. Coşkun zamanında üzerimden akıp gider. Ve beni her damla saflaştırıp arındırır.

29

Kitap okumak sessizlik ister. Sadece deniz sesi ve martıların çığlığı rahatsız etmez. Onlar doğanın müziğidir. Ruhumun derinliklerine işler. Taburede oturmuş, sırtım ağaca dayalı kitap okurken.

30

Acelem yok, henüz kışa girmeye başlasak ta güneşli bir günde sanki kış olmadan bahara girmiş gibi günün tadını çıkarırım. Kahve cezvesi ocağa sürülür. Yerde bağdaş kurmuş, önümde kahve takımı, cezvede kahve pişiriyorum. Güneş ışınları başımın üstünden yere doğru hüzme şeklinde vuruyor.

31

Herkes hatıra resmini çektirir cinatı hatırasında. Belki cinatı çarpmıştır. Sırtım yerde, yukarıda bisikletimi sürer halde. Duvarda “cinatı hatırası” yazılı.

32

Kar taneleri düşerken çocukluğumda, düş görür gibi sokaklarda yürür, çocukluğumu ararım. Hamam çatıları kar kaplamış, tıpkı başımdaki bereye biriken kar taneleri gibi.

33

Saçlarımı suda tararım, hiç bir tarak su gibi taramaz. Saçlarımı ipek gibi tel tel, yumuşacık yapar. Berrak dere içinde, üzerimden sular geçiyor.

34

Akdeniz’in ufkuna bakarak kahve içerim. Teknenin güvertesinde kahve içiyorum. Başımda mavi buff var.

35

Bisikletim KUZ ile dünyaları sırtımda taşırım Titan Atlas gibi. Sırtım yerde, bisiklet üstte ters haldeyim.

36

Kalenin dibinde bir taş olaydım

Gelene geçene yoldaş olaydım

Yoğurtçu kalesi ve öndeki taş üstünde kahve fincanı.

37

Dağlar benim meskenimdir, ruhum tazelenir dağlarda. Yerde bağdaş kurmuş kahve pişirirken.

38

Yolda giderken yoldaşımın canı kahve istedi mi hiç üşenmeden oturup kahve pişiririm. Söz ağızdan bir kere çıkar, buna dikkat ederim. Bağdaş kurmuş halde önümde kahve takımı. Kahve pişiriyorum. Arkadaki yamaçta çalılar var. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

39

Gönlümde, yüreğimde her zaman yeri vardır. İmzasını bir kere atmıştır. K. Atatürk imzalı  üç fincan ve bakır kahve cezvesi.

40

Benim, yani Urim Baba’nın kahvesini herkes içebilir. Yeter ki isteyin, üşenmem hiç bir zaman. Maksat Muhabbet. Arkadaşım Olcay Ormankıran’ın yaptığı tabela. Üzerinde bağdaş kurmuş halde kahve pişirirken çekilmiş resmim. Yazı ile; Urim Baba’nın kahvesi, maksat muhabbet. Solda Atatürk portresi.

41

Güneşin batışını da kaçırmam, kalbim ışığını her zaman saklar. Güneş batarken durup batmasını seyrederim, bilirim yarın tekrar doğacak.

270920134087

Yazdı ! Uzun saçlı adam…
Kalem vardı elinde beyaz bir kağıt ta.
Eli kalemi tuttu
ve emektar bisikletine bindi iki tekeri altında

toprağı aşkla ezdi.
Yazdı !  Uzun saçlı adam…
Ocağa sürülürken kahve cezvesi…

Sevgili sinemacı arkadaşım Uğur Cuya benden habersiz belgesel niteliğinde video hazırlamış. Ellerine sağlık Uğur Cuya. Videosu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

Bu video da belgeselimi çeken Adem Giliz eseri, video linki aşağıda

https://youtu.be/8nHDzmCZk5o

İşte ben buyum….