Etiket arşivi: feyyaz

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 5. 6. 7. Gün

5 – 6 – 7 Ekim 2015 Pazartesi – Salı – Çarşamba

5. Gün 6. Gün 7. Gün

Manavgat – Mersin Gidiş Mersin Tatili

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup

Gitmişti o kentten anımsamıyor artık

Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala

Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği

Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine

Korkular geçiren o kız nerededir şimdi

Sensiz olursam yaşayamam diyen

O liseli kız hangi kentte kaldı

Ve o sarışın

O afeti devran bekler mi hala

Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

AhmetTelli

 

Öne çıkan görsel, dostum Feyyaz Alaçam, sandalyede oturmuş bana bakıyor. Arkada dağların manzarası.

Her zaman olduğu gibi Güneş doğmadan uyanıp sabah kahvesinin hazırlığını yapıyorum. Kahveyi kendime göre hazırlayıp cezveyi ocağa sürüyorum. Zamanı da bildiğimden tam güneş doğarken kahvem pişecek.

Bakır cezvem, içinde bir fincanlık kahve ocağın üstünde pişiyor.

Kahvem pişti artık güneş doğabilir.

Cezve ocağın üstünde, kahve fincanında kahve içilmeye hazır. Önümde Manavgat sakin akıyor. Güneş tepelerin altında henüz doğmamış, eli kulağında.

Bu sabah yanımda yeni tanıştığım biri var. Sevim Salkım, Eskişehir den katılıyor kendisi. Kahve içerken benim resmimi çekiyor güneş doğarken. Tanışmamız da ilginçti doğrusu. Aspendos antik tiyatro gezisinden sonra daha henüz dönüş yolunda önümde pedallayan bir kadın şarkı söylüyor durmadan. Hep şarkıların mırıltısını duyuyorum. Kendi kendime kulaklıktan dinlediği müziğin etkisiyle şarkıları mırıldanıyor diyorum. Bir süre sonra disk freninden ses gelmeye başlayınca durup neden ses yaptığını sordu. Ben de durup disk bölümüne bakıp fren balatası diske sürttüğünü görünce alyen anahtar ile ayarını yapıp sesi kestim. Böylece Sevim ile tanımış oldum. Arızayı gidermiştik ama Sevim ile daha yakın olunca her nefes alışında ses tellerinden melodiler, notalar, şarkı mırıltıları gibi sesler çıktığını duyuyorum. Sevim’e bunun nedenini sorunca geçirdiği bir hastalıktan dolayı boğazından ameliyat olmuş, ses telleri hasar görmüş. O yüzden melodi gibi ses çıkarıyor her nefes alışında. Daha sonra geçirdiği kaza sonucunda ölümden dönmüş. Uzun süre yatakta yatıp bir deri bir kemik kalmış ve sporcu azmi ile yattığı yerden çeşitli hareketlerle tekrar kilo alıp normal hayata dönmüş. Bunun sonucunda nefes darlığı da başlayınca doktorlar spor yapamazsın, bisiklete binmen doğru olmaz deseler de o bisikleti bırakmamış. Sadece yokuşlarda biraz nefes alış verişi hızlanıyor ve tatlı melodiler daha da çoğalıyor. Birlikte Manavgat’a kadar geldik ve ben hep o tatlı melodileri büyük bir zevkle dinlemiştim yol boyunca.

İşte böyle tanışmıştık Sevim Salkım ile. Hikayesi de etkilemişti beni ve kendisini taktir ettim bu büyük azmi için.

Yüzümü güneşe dönmüşüm taburem de oturup. Elimde kahve fincanı tam da yeni doğmuş güneşin altında. İlk ışıklarını kahve fincanıma vuruyor. Güneşten geçen bir ışık hüzmesi fincanımdan geçip yere kadar ulaşıyor. Güneşin doğuşunu kahve içerek izliyorum. Sırtımda uzun kollu forma, bisiklet dişli çarkları desenli doçek forması. Kırmızı renkte ağırlıklı. Yanımda kahve takımı ve su şişem.

Beraber kahvelerimizi içtik gün doğumunda Yeşim ile beraber, kendisi çekilmek istemedi sadece benim resmimi çekmekle yetindi. Bu güzel resimler için kendisine teşekkür ederim. Tabi bu arada her nefeste melodileri dinlemek bir başka.

Güneş tepelerden kurtulup gök yüzünde yükselmeye başladı.

Festival bitti, bu sabah kahvaltı yok o yüzden kahvemi içtikten sonra eşyalarımı ve çadırımı toparladım. Sadece uzatma kablomun başlangıcında bulunan çoklu priz ortadan kaybolmuştu, artık yapacak bir şey yok. Sağlık olsun diyorum. Arkadaşlarla ve festivali düzenleyip beni davet eden Işıl Tutucu, Adnan Tutucu, Ceyhun Altın, Mustafa Sayan, Mehmet Ali Akyüz, Halil Şenel, Yıldız Güneş Güder, Emel Topaloğlu, Cem Yarımbıyık, Emel Müftüoğlu Türkücü dostum Nevzat Özdemir, Gültekin Yıldız ve adını anımsayamadığım arkadaşlara teşekkür edip kamp alanından otobüs garajına gittim. Garaj yakındı, garajda sabah kahvaltısını gevrek peynir ve çay ile yaptım. Sonra Mersine gidecek otobüslere baktım. Her zaman tercih ettiğim otobüs firması Kamil Koç akşama otobüsü varmış. Araya sora Akdeniz denen bir firmanın otobüsü sabah olunca biletimi ondan aldım. Peronunda bagaj çantalarımı ve ön tekerleğimi sökerek beklemeye başladım. Benle beraber Edirne den İlhan Balkan da Mersin’e gidecek, onunla beraberim bu yolculukta. Otobüs geldi perona yanaştı.

İki bisikletin ön tekerleği sökük, eşyalar yanında. Perona otobüs yanaşıyor.

Bisikletçiler hep sorun yaşar, ben şimdiye kadar pek yaşamadım ama bu gün bu firmanın muavini ile yaşamaya başladım. Adam resmen 20 TL istedi yoksa almam diye diretti. Tartışmanın sonunda yapacak bir şey olmadığı için mecburen kabul ettik. Arabanın plakasının resmini de çektim. Maliyeye şikayet edeceğim, benden ücret aldılar ve karşılığında fiş fatura kesmediler diye.

Otobüs firmasının ismi Güney Akdeniz yazısı ve plakası 31 AKT 01

Böylece yolculuğa sıkıntılı başlamış oldum. Otobüs sahil yolundan Mersine gitti, Gazipaşa dan sonra yol gerçekten dar, tehlikeli ve çok inişli çıkışlı olduğunu gördüm. İlkbahar sonunda Mersin’e giderken iyi ki bu yoldan gitmemişim. Akşama doğru Mersin garajına indik. İlhan Balkan kamp yeri olan Erdemli Kumkuyu’ya gidecek. Ben ise henüz erken diyerek dostum Feyyaz’ın yanına gideceğim. İlhan Balkan ile festivalde görüşürüz diye şimdilik vedalaşıyorum. Feyyaz’ın evinin adresi var. Navigasyonda adresi girince bana gideceğim yolu hemen çiziverdi. Ara sıra haritaya bakıp evi buluyorum. Dostumu ilkbahar da görmüştüm. Hemen hemen 4 ay geçmişti. Hasretle buluşup kucaklaştık. Bisikleti ve eşyaları evin balkonuna çıkarıp yerleştiriyoruz. Ailesi ile de buluştum bu arada. Yemek faslından sonra kahveler benden diyerek kendi ocağımda pişirip ikram ediyorum ev halkına.

Evin balkonundan sokak ve fazla çok katlı binalar. İki demir direk baz istasyonu cep telefonları için. Sağ tarafta tenis kortu, kimileri tenis topu oynuyor karşılıklı.

İyi bir gecenin ve dost ile tekrar karşılaşmanın verdiği mutlulukla  iyi bir uykunun ardından sabah her zaman olduğu gibi güneş doğmadan kalkıp balkonda güneşin doğuşunu apartmanların arasından hissetmeye çalıştım. Hava parçalı bulutlu, sonrasında yağmur geçişi beton yığınlarını yıkayıp geçti. Yağmur yağarken kahvemi içiyorum. Apartman aralarındaki bir kaç ağacın yeşilliği bana yetti.

Sokaktan geçen arabalar, yerler yağmurdan ıslanmış. Apartmanlar ve karşı apartmanda sarmaşık duvara tırmanmış. Giderek cepheyi kaplamış yeşil yapraklarıyla.

Ev halkı ve dostum Feyyaz uyandıktan sonra hep birlikte kahvaltıyı yaptık sohbet eşliğinde. Bu gün dostum beni yine Toros dağlarına götürmeye karar verdi. Bu kez değişik bir yere gidecektik. Annesinin kasabası olan Gözne’ye. Ama Gözne olmadı maalesef. Onun yerine Gözne’nin daha yukarılarında bulunan yangın gözetleme kulesine Dost ile götürdü. Dost hiç itiraz etmeden bizi zirvelere çıkardı. İlkbahar da yaşadığı yağ pompası arızasından sonra motor kısmen yenilenmiş  çalışması gayet iyi. Bulunduğumuz yer dağın burun şeklinde uzantısının ucundayız.

Dostum şair Feyyaz Fernando katlanır koltuğuna oturmuş, bacak bacak üstüne atarak bana poz verdi. Ben de resmini çekiyorum ardında sıra dağların uzak görünümüyle. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Katlanır sandalyelerimizi açıp oturarak birbirimize anlatacağımız hikayeler yavaş yavaş dökülmeye başladı. Açık hava, bol oksijenli temiz havada düşüncelerimiz duru olarak ne çok anlatacaklarımız varmış. Sadece bir hikayesini anlatmadı bana. Sonradan yaptığı sürprizden sonra ağzından sürprizi bozacak kelimeleri kaçırmamak için kendisini zor tutmuş. İyi ki de tutmuş yoksa benim aldığım en güzel hikaye anlamsız kalacaktı. Sen çok yaşa dostum.

İkimiz sandalyelerde oturmuş durumda cep telefonum ile elçek yapıyorum.

Epey yüksekteyiz ve üç tarafımızda çok aşağılarda. Kuş bakışı izliyoruz etrafı.  Geniş ve uzakları izlemek için doğal oluşmuş olan yerde boşuna yangın gözetleme yeri olarak seçilmemiş.

Önümde iki dikenli tel çekilmiş, aşağıda adını bilmediğim bir köyün minik evleri görünüyor.

Yangın gözetleme evi, bekçi yaz boyunca burada devamlı kalıyor.

İki katlı taş bina, alt kat geniş, üstte bir odalı, onun üstünde gözetleme terası. 5 Metre boyunda beyaz boyalı bayrak direği. Rüzgardan dalgalanan Türk Bayrağı. Bekçinin arabası binanın yanında park etmiş durumda.

Bulunduğum yerden etrafın resmini çekiyorum. Dağlar tepeler ufukta sıralanmış, bulutlar da rüzgara göre devinim içinde. Her an yağmur yağabilir.

Diğer yanımın da resmini çekiyorum. Tepeler sıralanmış. Buluttan bir parça aralık bulmuş güneş hüzmesi bize doğru demet halinde vuruyor.

Sol tarafımızda yangın kulesinden daha yüksek tepe var. Sık olmayan ağaçlar serpilmiş. Bu tarafta bulut pek yok, hava açık.

Bulunduğumuz yere yakın olan yerler sık ağaçlar orman oluşturmuş.

Dostum güzel insan olunca Toros dağlarının en güzel yerlerini seçmiş. Zaten bir şairden başka ne beklenebilir ki? İlham perisi buralarda dolaşıyor. Geniş ufuklara bakarken ilham perilerini görmemek imkansız gibi. Düşünecek zaman çok böyle yerlerde. Zaman da durmuş sanki, geçmek bilmiyor. Domates fidanı ne zaman büyümüş, çiçek açmış. Güneşten aldığı ışıkla ne zaman olgunlaşıp kızarmış belli değil. Domatese göre zaman çabuk geçmiş kısa ömründe. Şair ise mevsimleri yaşamış sanki bunları düşüncelerinde canlandırıyor.

Yangın kulesi tam bir burun ve üstü düzlük bir alan. Düzlüğün kenarları dik bir yamaç. Tehlikeye önlem olarak dikenli tel ile çevrilmiş durumda. Dikenli telin dibinde domates dikilmiş. Sonbahara girdiğimiz bu günlerde domates fidanı artık son ürünü pişirip kızartmış. Çiçek açmaya niyeti yok, yapraklarının çoğu kurumuş.

Sedir ağaçları koyu yeşil rengi ile sert kış şartlarına uyum sağlamış. Tohumlarını saklayan mor renkli kozalakları artık etrafa saçılıp yeni fidanlar oluşturacak.

Akşama kadar sohbet ediyorum Feyyaz ile. Akşam henüz hava kararmadan yangın gözetleme tepesinden Gözne’ye inip Gözne’yi ve uzaklarda hayal meyal görünen Mersin’i seyredeceğimiz park ve mesire yerinde oturuyoruz. Aşağılarda bulutlar bazen inip yağmur olarak yağıyor. Biz bulutlardan biraz yukarılardayız sanki.

Mersin’i tamamen bulutlar kaplamış iyi bir yağmur yağdığı belli. Aşağıda Gözne kasabasının evleri.

Hava karardı, Gözne manzarasını seyrederek ev yapımı Balkan rakısının şişesi yanımızda arada birer tek atıyoruz. Şişeyi İlkbaharda 1450 kilometre taşıyıp dostuma hediye etmiştim. Şişe değerli olunca dostum Feyyaz özel günlerde ve benim bir daha gelmemi beklediğinden azar azar içiyor. Tekrar buluşmamızın şerefine rakı şişesinin fa büyüklüğündeki kapağı ile sırayla kaldırıyoruz yozlaşmış dünyanın şerefine.

Aşağıda kasabanın ışıkları, daha da aşağıda Mersin şehrinin daha yoğun ışıkları göz kamaştırıyor.

Şehirlerin pisliğini yıkayan yağmurların insanların kötülüklerini de temizlenmesini umarak fa notası büyüklüğündeki kapaktan boğazımızı yakan alkol bir umut oluyor.

Karanlıkta bulutlar görünmüyor ama büyük bir devinim içinde olduklarını arada çakan şimşeklerin mavi ışıklarından görebiliyorum.

Gecenin karanlığında Zeus’un yıldırımları şimşek hızıyla bulutları aydınlatırken biz de buna karşılık avazımızın çıktığı kadar naralar atıyoruz. Kimin sesi daha çok çıkacak diye yıldırımları gürültüsüyle yarışıyoruz. Naralarımızı duyan var mı yok mu umurumuzda değil. O kadar bağırıyoruz ki yıldırımlar kendini bizden saklıyor. Sadece bulutların ardından ışıkların yansıması görünüyor.

İsyan değil bizimkisi, daha zamanı değil. Haykırışımız bulutlara, ilerde bize lazım olacak hecelere yüksek perdede buluta yükleyerek saklaması için. Zamanı gelince bulutlar haykıracak naralarımızı. Özgürlük, barış ve güzel bir dünya için.

“İstemem başımın üstünde dam,

Tabiat odam”

A. Kutsi Tecer

Gökyüzü ile karşılıklı atışmalardan sonra ortalık sakinleşiyor. Bulutlar yükünü boşaltmış yükselip gidiyor. Mersin yıkanmış paklanmış ışıkları ile bize kendini gösteriyor. Böylece ruhumuz da temizlenmiş oluyor üzerimize yağmur yağmasa da.

Gecenin ilerlemiş saatinde Mersine eve geliyoruz. Uykuyu bekletmeden yatağa girmeli. Ertesi gün Mersin’in meşhur yemeği “Tantuni” yemek için Mersin de meşhur olmayan lezzetli tantuni yapan bir yerde afiyetle yiyoruz. Bu akşam hava kararmadan Erdemli’ye kamp yerine varmalıyım. O yüzden eve gelip eşyalarımı hazırladıktan sonra bisikletimi aşağı indirip eşyaları yükledim. Dostum Feyyaz ve ailesi ile vedalaşıp yola çıkıyorum. Haritaya baktım 46 Kilometre civarı bir yolum var ve Mersin sahil yolu beni epey ileriden ana yola kadar götürecek. Yolun yarısı sahilden gidiyor. Evden yola çıkınca ilk önce sahili buluyorum.

Akdeniz ağacı olduğu belli olan geniş bir alanı gölgede bırakmış 6 – 7 ağaç sık dalları ve yeşil yaprakları ile muhteşem. Sıcak Akdeniz ikliminde bu ağaçların gölgesinde serin oturulacağı kesin.

Şöyle Akdeniz’i göreyim dedim, görmez olaydım. Resmen künklerden denize lağım akıyor ve pis bir koku burnumun direğini kıracak neredeyse. Bu manzara Mersine hiç yakışmamış. Yazık….

İnsanların ilgisini çekmek için sahil boyunca belediye savaş silahları ve araçları koymuş. Bunlardan birisi bir tane top, ne de olsa Türk’üz ve askerlikten başka bir sanat ta bilmeyiz. İnsanları öldürmek için top yeşile boyanmış.

Başka bir yerde savaş uçağı, yukarılardan insanların kafalarına bombalar yağdıran uçak.

Yakınlarda ise bir savaş gemisi, artık nasıl bir öldürme aracı olduğunu siz tahmin edin.

Sahil yolundan keyfime göre fazla basmadan aheste aheste akşamı ettim. Güneş dağların ardında kaybolmaya yüz tuttuğunda durup izliyorum.

Sağımda küçük bir sedir ağacı, solda iki uzun kavak. Dere olduğunu tahmin ettiğim çalılıkların örttüğü bir alan ve Güneşin son ışıkları tepeden kaybolurken köyün camisinin minaresine vuruyor.

Sadece bir kez mola verdim yol kıyısında bir kahvede. Akşam hava kararırken kamp alanını bulup giriş yapıyorum. Benden önce gelenler olmuş. Girişte festivalin afişi gözüme çarpıyor ilk önce. “Mersin Bisiklet Festivaline HOŞ GELDİNİZ” Ben de hoş bulduk diyorum.

Kendime iyi bir yer seçip çadırımı kurdum, Tanıyanlar hoş geldin diyor. Yeni kişilerle tanışıyorum. Festivali düzenleyen Zerrin Aslantaş ve ekibinle merhabalaşıp kaydımı yaptırdım.

Festivali düzenleyenlerin ana çadırı. Palmiye, güneş ve deniz çizilmiş bir afiş ağaca asılmış. Aynı ağaca asılmış bir bisiklet. Bisikletin ön tekerine vuran mor ışık hüzmesi. Çadırlar yeşil yeşil kurulmuş yan yana.

Eski dostlar ve yeni dostlarla oturup sohbet ediyoruz masalarda. Güzel bir festival olacağına eminim. Ortam ve dostlar güzel, sohbette anlaşılıyor. Fazla geç olmadan arkadaşlardan izin isteyip çadırıma çekilip yatıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 47 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Gökova Bisiklet Turu 13. Gün

28 Haziran 2013 Cuma

Muğla kent ormanı – Muğla – Belen kahvesi – Beçin kalesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları.

 

“Geleceği hayal ediyorsun çünkü şimdi ki anı tatmadın.”

 

Öne çıkmış olan görsel, sol taraf az ağaçlı dik yamaç, sağda ise pembe çiçekler açarak coşmuş zakkum.

280620132942

Ormanın derinliğinde uyanıyoruz, ortalık sessiz sadece kuş sesleri var. Kamp attığımız yer piknik alanı, mangal için yerler yapmışlar, gündüz ışığında orman farklı görünüyor. Toplandıktan sonra ormandan çıkıp ana yola geliyoruz, girerken resim çekemediğimden ormanın girişinin resmini çekiyorum.

280620132906

Güneş yeni doğmuş tam arkamızda günün ilk ışıklarını cömertçe dünyaya gönderiyor. Güneş arkamda, gölgem asfalt üzerine düşüyor.

280620132907

Muğla’ya 12 km uzaklıktayız, kahvaltıyı Muğla’da yapacağız. Giriş tabelasındayım. Tabelada; Muğla: Nüfus 62.600 Rakım 625

280620132908

Muğla’ya varınca bakkaldan kahvaltılık alıyoruz. Kahvaltıyı uygun bir çay ocağında yapıp karnımızı doyurduk. Kahvaltıyı yaparken bu günkü rotamızı çıkarıp nereden gideceğimizi belirliyoruz. Yatağan’a uğramadan Belen kahvesinden, dağ yollarından gideceğiz. Rehberimiz her zamanki gibi İrfan öne düşüyor biz de ardından takip ediyoruz. İrfan çok iyi bir rehber, yolları okumayı, nereden gideceğimizi o belirliyor. Bir süre ana yoldan gidip Belen kahvesini sapağına varınca sola dönüyoruz. Tabelada yazan Belen Kahvesi 9. Yani Belen kahvesine 9 Kilometre olduğunu belirtiyor. Tarihi ve turistik olduğu için kahverengi tabelaya yazılmış.

280620132909

Kısa sürede Çaybükü köyüne vardık. Burada Belen kahvesi. Tabelada yazdığına göre Belen değirmeni de burada olduğunu belirtiyor.

280620132910

Kahve az yukarıda, ağaçlar arasında Türk bayrağı ve kahvenin çatısı görünüyor.

280620132911

Belen kahvesine giderken yol kenarında armut ağacı görünce bir kaç tane kopartıp çantama koyuyorum. İrfan ile Yıldız önde oldukları için armutları yemiyorum. Türküsü yakılan dramatik Belen kahvesine varıyorum. Bisikletimi park edip resim çekmeye başladım. Kahve taş bina, giriş kapısı üzerine Belen Kahvesi yazılmış. Kapı pervazları geniş çerçeveli mermerden. İki yanda da gece lambaları, nedense gündüz feneri gibi yanıyorlar. Işıkları kapatmayı unutmuşlar sanki, lambalar yanıyor gündüz aydınlığında. Kapının solunda yakılan Ormancı türküsünün sözleri, sağında ise türküsü yakılan olayın hikayesi sarı plakete yazılmış.

280620132912

Bu kahvede olan olayları halk türkü yakarak belgelemiş. Tabelada yazılan türkünün orijinal sözleri;

Ormancı Türküsü

Çıktım Belen Kahvesi’ne baktım ovaya

Bay Mustafa çağırdı dama oynamaya

Ormancı da gelir gelmez yıkar masaya(ı)

Söz anlama Ormancı çekmiş kafaya(ı)

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktı yoktan bir acı

 

Gevene’in ortasında değirmen döner

Değirmenin taşları dağından iner

Ormancıya atılan kurşun Tevfik’e değer

Tevfik’imin acıları yürekleri deler.

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

 

Gevenes’in suları hoştur içmeye

İçinde köprüsü var gelip geçmeye

Tevfik’imi vurdular hiç mi hiçine

Yazık ettin Ormancı köyün iki gencine

 

Aman Ormancı yaktın Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

280620132913

Bu tabelada da olayın Ormancı türküsünün hikayesi hikayesi;

Muğla’nın Gevenes ve Kozağaç köyleri civarındaki ormanlarında bir yangın çıkar. Yangın kısa sürede kontrol altına alını ve etrafı çevrilir. O sırada Mustafa Şahbudak ve Tevfik Cezayir adlı iki arkadaş Belen Kahvesinde oturmuş dama oynamaktadır. Tevfik Cezayir Gevenes köyünün muhtarıdır. Aynı zamanda yörede herkesin yardımına koşan, sevilen biridir. Orman koruma ve bakım memuru olan Sarı Mehmet lakaplı Mehmet İn, etrafı çevrilen yangının söndürülmesi için Belen Kahvesine gelir ve Muhtar Tevfik Cezayir’den bekçi ister. Muhtar, iş zamanı olduğu için bekçi vermek istemez. Bu konuda Ormancı Mehmet İn tuttuğu zaptı Muhtar Tevfik Cezayir’e İmzalatmak ister. Muhtar Tefvik Cezayir oyunun kritik anı olduğu için tutulan zaptı imzalamak istemez. Olaya kızan Ormancı masaya vurur ve dama taşları dağılır.

280620132914

Yazının diğer bölümü kareye sığmadığı için ikinci bir resim daha çektim. Hikayenin devamı;

Diğer oyuncu Mustafa Şahbudak, dökülen taşları toplar ve Ormancı ile tartışırlar. Ormancı inatlaşır, söz anlamaz, ikinci kez masayı devirir. Bu kez Ormancı ile Mustafa Şahbudak arasında tartışma çıkar. Mustafa Şahbudak sinirlenerek Ormancıya tokat atar. Ormancı Mehmet İn, belinden kamasını çıkararak Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. Mustafa Şahbudak olayın şoku ile belinden tabancasını çeker. Bu sırada Muhtar Tevfik Cezayir yapma diyerek, silahın önüne atlar. Silah iki kez patlar. Çıkan kurşunlar Muhtar Tevfik Cezayir’e rastgelir, Mustafa Şahbudak arkadaşı Muhtar Cezayir’i kazayla vurur. Mustafa Şahbudak, arkadaşıyla ilgilenirken Ormancı kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçan Ormancıyı silahıyla topuğundan ve kalçasından yaralar. Köylüler Mustafa Şahbudak’ı yatıştırır ve elinden silahı alır. muhtar Tevfik Cezayir Muğla devlet hastanesine kaldırılır, ancak aldığı yaralar sonucu kan kaybından ölür.

280620132915

Çıktım Belen Kahvesine baktım ovaayaaaa baktım ovayaa. Dama masası, üzerinde dama taşları dizili. Masa ve sandalyeler sundurmanın altında, Duvar üstünde tahta çit ve aşağıda Belen ovası.

280620132917

Bir müze haline gelmiş Belen kahvesinin odasını müzeye çevirmişler.  Mankenlerle Ormancı ayakta, Bay Mustafa ve Muhtar Tevfik sandalyede oturmuş dama oynarlarken. Dama taşları masa üzerinde dağınık.

280620132919

Odanın bir duvarında ocak, içinde odunlar, sacayağı. Yanmaya hazır durumda. Ocağın yanında Dövülerek ayran yapılan ahşap yayık.

280620132920

Belen kahvesinde oturup ovaya bakarak çaylarımızı içiyoruz. Aslında kahve içmek gerekti ya neyse çay ile idare edelim. Masada; ben , Yıldız ve İrfan oturmuş çay içerken, arkamızda Belen ovası.

280620132916

Çay içerken sandalyeni tahtasına konmuş çekirgeyi görünce yakından resmini çekiyorum.

280620132921

Belen kahvesinde dinlenip çay içerken kahveciden yol durumunu soruyoruz. Yol toprak, tenha olduğunu söyleyip dere kenarını takip etmemizi söylüyor. Gerekli yol bilgilerini aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Bir süre sonra asfalt yol toprak yola dönüşüyor ama bizi etkilemeden yolumuza devam ediyoruz. Trafik olmasın yeter, sonra ormanın içi gayet güzel. Yalnız yokuş ve biraz tırmanma var. Ayrıca ana yollardan farkı da yol kenarındaki su kaynaklarını, çeşme ve derelere rastlıyorsun, böylece yol boyunca susuz kalmıyor ve sıcaktan bunalırken serinliyorsun. Çam ormanı içindeyiz, solda dere yatağı ve pembe çiçekler açmış zakkumlar.

280620132923

Ormanın içinden geçen toprak yol, yokuşu çıkan Yıldız bana doğru gelirken çam ormanı ile yolu birlikte çekiyorum.

280620132924

Dağa tırmanmamız devam ediyor, zakkum çiçekleri ormana renk katıyor. Üçümüz kendi temposunda tırmanıyor, birbirimizi gözden kaybettiğimizde bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Arada kendi mi de çekiyorum elçek ile, önümde Yıldız bisiklet sürüyor. Başımda mavi buuf, gözümde sarı renkli güneş gözlüğü var.

280620132926

Yol bazen aşağıya doğru gidiyormuş gibi görünse de kısa sürüyor ve çıkmaya devam ediyoruz. Karşıda yüksek dağlar var.

280620132927

Yokuş bitmiyor hala tırmanıyoruz, rastladığımız keçi çobanına yolu sorup doğru yolda olduğumuzu öğrenince tırmanmaya devam. Keçi çobanı yolu başı ile tarif ederken, ileride İrfan keçi sürüsüne ulaşmış bile.

280620132929

Yıkık viran evler de görüyoruz arada. Taş ve çamurdan yapılmış duvarları bir kısım çatıyı ayakta tutuyor. İçeride bal arısı kovanlarını görüyorum.

280620132931

Yamaçta uzun çam ağaçları ve yola yakın yerlerde, dere kıyısında kavak ağaçları göğe ulaşmaya çalışıyor.

280620132934

Solda zakkum çiçekleri açmış, önümde İrfan bisikletle gidiyor.

280620132932

Nereye baksan manzara değişiyor, ben de durup durup resim çekerek tırmanmaya devam ediyorum, durunca da bir nebze dinlenmiş oluyorum çaktırmadan ama bu sefer geride kalınca arkadaşlar beni ileride bir ağacın gölgesinde beklerken buluyorum. Resim çekerken ilginç olan çam ağaçlarına denk geliyorum, çamın dalında bir yumru oluşmuş. Beni bekledikleri yerde çıkarıp armutları yiyoruz, biraz meyve iyi olur.

280620132935

Önümde Yıldız bisikletin üzerinde giderken, daha ileride İrfan bisikletten inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Yolda iri taşlar var, o yüzden rahat süremiyor. Ne de olsa acemi, ilk bisiklet turu.

280620132937

Bazen dere yatağından epey yukarılardan gidiyoruz. Yol kıyısında köy evleri dağınık. Aslında doğru dürüst köy de yok ortalıkta.

280620132938

İrfan yokuşu yürüyerek çıkmaya devam ediyor çam ormanı içinde.

280620132939

Yıldız ise alışkın yokuşları çıkmaya. O yüzden bisikletinden hiç inmedi.

280620132940

Bazı yerlerde yol çok taşlı oluyor ama durmak yok, yola devam.

280620132941

İşte güzel bir manzara, Sol taraf seyrek çam ormanı yamaçta. Sağda ise pembe çiçek açmış zakkumlar yol boyu gidiyor. Önümde İrfan. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

280620132942

Köylülerin iş hayvanı olarak kullandıkları at ve katır ağacın gölgesinde bağlanmış ot yiyorlar.

280620132946

Bazı yamaçlar kel kalmış, belki de çabuk tutuşan çam ağaçları yanmıştır bir zaman. Dere yatağında çalılar ve zakkumlar kaplamış.

280620132947

Önümde İrfan ve Yıldız giderken solda yükseltide taş ev görüyorum. Kavak ağaçları yol kıyısında. Bu ev benim hayal ettiğim bir şekilde, yerden 5 metre yükseltide, tek katlı. Önü düz ve az da olsa manzaralı. Böyle bir ev yapmak isterim kendi ellerimle.

280620132948

İrfanın diline bir şarkı dolanıyor, aklına geldikçe söylüyor.

“deli diyorlar bana

desinler değişemem”

Biraz da Yıldıza takılmak için söylüyor. Neyse çıka çıka bitiriyoruz rampaları. Benim bildiğim zakkum bitkisi 800 metre yüksekliğe kadar görülüyor. Zirvede hiç bir zakkum ağacı yok demek ki 800 metrenin üzerindeyiz. Artık inişe geçiyoruz ama inişte taşlı toprak yolda olduğumuz için bisikletimi salamıyorum, dikkatli inmek zorundayım. Haliyle düşmek istemem durduk yerde, yavaş inerim ama sağlam inerim. Ben yavaş indiğimden Yıldız ve İrfan beni bekliyor yolun kıyısında. Bekledikleri yer yol kenarı gölge ve düzlük, karınları da acıkınca oturup ocağı, kap kacağı çıkarıp makarna yapmaya başlıyorlar. Ben de gelince çaydanlığı çıkarıp çay demliyorum. Makarnayı yiyip çayımızı içerek dinleniyoruz İnerken de yoruluyorum fren sıkmaktan ve düz maşadan kollarım tutmaz oldu. Yıldız tencerede makarna pişirirken çömelmiş. 280620132950

Dinlendikten sonra yola çıkıyoruz.

280620132951

Asırlık meşe ağacının gövdesi kalınlaşmış, toprağa iyi tutunuyor.

280620132953

Önümüze bir çam ağacı çıkıyor devasa bir şey, 300 yıllık olabilir. resmini çekebilmem için bayağı geriden çekiyorum, başka türlü kadraja girmiyor çam ağacı.

280620132954

Dar bir vadinin dibinden inmeye devam ediyoruz. Solda küçük dere yatağı yol ile birlikte, çam kokuları içinde Milas ovasına doğru akıyor.

280620132955

Dediğim gibi çeşmesiz kalmıyoruz yol boyunca, yine bir çeşmede duruyoruz. Çeşmenin yalağı var, yalağın içinde yosunlar, su kurbağaları, suyun içinde dalgıç böcekler, anlayacağınız yarım metrekarelik yalağın içinde çeşitli canlıların yaşadığı bir yer olmuş ilgiyle izleyip inceledim. Yaşamak güçlü bir şey canlılarda, düşündürücü.

“Yaşamak tek başına bir ağaç gibi hür ve orman gibi kardeşçesine” demişti Nazım usta.

Nazım usta deyince şair kardeşim Feyyaz aklıma geliyor. Benim ustalarımdan sayılır, Serkan Taşdelen ile bu ikisini D300 karayolunu boydan boya geçen (Çeşmeden başlayıp Ağrıya kadar uzayıp giden yol ) iki bisikletçi. Gezgin virüsü  bulaştırmışlardı maceralarını okurken. Serkan ve Feyyazdan çok şeyler öğrendim, o yüzden ustalarım olarak sayarım ikisini de. Feyyaz daha sonra Türkiye’nin tüm kıyılarını 4000 km dolaşıp bu da yetmezmiş gibi güney Amerika da dolaşıp Fernando adını almış olup en son da Nazım ustanın Moskova ya giderken gittiği yoldan giden ve Yol kitabını çıkarıp bizlerle paylaşan genç şair dostumu andım bir an yaşam dolu su yalağında. Fernando Feyyaz Alaçamın kendi web sitesinden takip edebilirsiniz. www.feyyazalacam.com Serkan Taşdelen’in web sitesi http://www.pedalla.com

280620132956

“Deli diyorlar bana

desinler değişemem…”

Dengesiz İrfan uçurumun kenarında durmuş bana poz veriyor.

280620132957

Dengesiz İrfan bir türlü dengeyi sağlayamıyor. Artık düzlüğe geldik, ilerlerken durduk yerde İrfan yine düşüyor bisikletten. Ya bir dur arkadaş ne oluyor. Arkasında olduğum için yetişip kaldırıyorum, neyse durduğu yerde olduğu için herhangi bir şeyi yok şükür, düşmesi yorgunluktan olabilir.

280620132958

Çamköy’e geliyoruz, uygun olursa buraya kamp atmayı planlamıştık. Yiyecek bir şeyler bakınırken sadece tost yapan bir dükkandaki elemanın ters davranışı bu köyde kalmadan geçip gitmemize neden oldu. Yola devam ederek güzel bir iniş ve asfalt biraz dinlendiriyor bisiklet üzerinde. Milas’a varıyoruz, daha önce yemek yediğimiz sanayideki lokantaya girip akşam yemeğini yiyoruz. Kuru fasulye kalmamış, biz de olanı yiyoruz. Yemekte nerede kalacağımızı konuşurken Yıldız Beçin kalesinde kalalım diyor, Beçin beldesi 4 km geride. Haliyle Yıldızı’n kararına uyup geriye doğru Beçin’e geliyoruz. Havada karardı,  Resmi ertesi sabah çekiyorum. Kahverengi tabelada yazan Beçin kalesi 1.

290620132970

Tabelada görüldüğü gibi Beçin kalesi 1 km yazıyor ama bir kaç yüz metre çıktıktan sonra dikleşen yokuşun ve yorgun olmamızın verdiği zorluktan bisikletten İrfanla ben inip iterek çıkıyoruz yokuşu. Yıldız inmeden kaleye kadar çıkıyor, bıravo. Hava karanlık, sokak lambaları yeterli aydınlatmıyor yokuşu öyle çıkıyoruz. Kaleye gelince başlıyor köpekler havlamaya, tabi ki aldırmadan yanlarına kadar gelince havlamayı kesip yılışmaya başlıyorlar. Anlayacağınız yaygaracı tipler. Arka ayağı sakat bir anne, geçen sonbahardan üç  ve bu bahardan dört toplam yedi tane yavru köpek etrafımızda yılışıyorlar. Ağaç altında piknik masasının yanında duruyoruz. Burada küçük bir kanal var içinde gürül gürül su akıyor, eh daha ne isteyelim kampımızı atıyoruz. Çayımızı demleyip bir güzel sohbet ederek içiyoruz. Köpekler de bizim bekçiliğimizi yapıyorlar sabaha kadar. Terli eşyalarımızı kanalda yıkayıp asıyoruz. Daha sonra çadırlarımıza girip yatıyoruz ama köpeklerin bütün gece her şeye havlamaları bizi derin bir uykudan mahrum ediyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 93 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc