Etiket arşivi: edip cansever

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 2. Gün

2 Ekim 2015 Cuma

2. Gün

Manavgat – Oymapınar Barajı – Manavgat

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

bir başka bakışında da gökyüzleri vardır, düz

kuş sürüleri vardır, eğri

bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki

ister kıyıları çekine çekine döven sulara benzet

ister ağır ağır yanan yaprak kümelerine

anlıyor musun

anlıyorsun elbette

ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, durgun akan çayın etrafı ağaçlarla kaplı. Üç gözlü kemer ağaçlarla beraber.

Nefis bir uykunun ardından erkenden, daha güneş doğmadan önce uyanıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahve takımımı hazırlayıp Manavgat çayının kenarına konuşlanıyorum. Cezveyi ocağa sürüp güneşin görsel olarak ağır devinimi ile doğuşunu izlemeye başladım. Harika bir güne güneşin ilk ışıkları ile başlamak bulunmaz bir fırsat benim için. Sadece anı yaşıyorum kahvemi yudumlarken güneşe bakarak. Güneş gözlerimi yakmıyor, çıplak gözle rahatça bakabiliyorum. Manavgat çayı da Akdeniz’e Aşk ile karışmaya az kalmış, hasreti bitiyor uzun yolculuğun son noktasında.

Güneş dağların ardından ilk ışıklarını göstermiş, sakin akan Manavgat çayına yansıyor. Ufukta dağların üzerinde bir parça bulut serpiştirilmiş. Önümde tel çit Manavgat çayını kare kare gösteriyor.

Çitin ardından Güneşin doğuşunu pürüzsüz resmini çekiyorum.

Uzaklarda Toros dağları tüm azametiyle muhteşem görünüyor kendi gölgesiyle.

Kahvemi içtikten sonra güneş iyice yükseldi. Kahve takımlarımı toplayıp bisikletimin çantasında yerini alıyor. Kamp alanında gece ve sabah gelenlerle epey kalabalık oluyor. Kalabalık olunca da kahvaltı kuyruğu da uzayıp gitmiş. Ben de sıraya girip beklemeye başladım. Ünlü fotoğrafçı Mustafa Gültekin habire durmadan resim çekip duruyor. Ben de çaktırmadan onun çekerken resmini çekiyorum

Uzunca bir süre kuyrukta bekledim, az kaldı sayılır. Bu arada beni gören selam verip selam alıyor. Tanıyan çok olunca selam devamlı geliyor sağdan soldan. Çoğunu tanımıyorum bile ama onlar beni tanıyor ve benim tanımamamı hoş görüyorlar. Sohbetimiz daha sıcak oluyor böylece. Sıram gelince kahvaltımı alıp boş masalardan birine oturup afiyetle yiyorum.

Kahvaltı bittikten sonra kamp alanı çıkışında toplanıp başlangıç verilince yola çıkıyoruz. Bir süre Manavgat sokaklarında gittikten sonra sonunda şehirden çıkıyoruz. Artık doğanın içinde köy yollarında Manavgat barajı ve Oymapınar barajına doğru pedal basacağız.

Manavgat çayının üzerinden köprüden geçenlerin resmini çektim. Kıyılarda köprünün korkuluk demirleri, çayın kıyısında söğüt ağaçları ve ardında çam ağaçlarının yeşil rengi.

Gizli kalmış çayın eski mi eski taş köprüsü. Yeni köprü yapılınca eskinin hükmü kalmamış ama asaletiyle görüntüsü yetiyor bana. Taş köprünün yansıması durgun akan Manavgat çayının suyuna aksettirmiş. Kıyılarda söğüt, kavak ağaçları ve sazlıklar bulunmakta. Bu resmi öne çıkan görsel olarak çekiyorum

Hala gelenler oluyor ve köprünün üzerinde resim çekiyorum.

Çay durgun görünüyor, sanki akmıyormuş gibi. Suyun üzerindeki yansımalar kıpırtısız.

Köprü üzerinde resim çekmeye devam ediyorum beş bisikletçiyi.

Kavşaktan sola Manavgat barajına doğru yöneliyoruz. Yöneldiğimiz yerde tabelalar yönleri belirtmiş. En üstte büyük kahverengi boyalı Erymna Antik Kenti ve Düğmeli evleri. Antik kenti anladım ama Düğmeli evlerini aynı yere yazmaları biraz garip. Antik kentlerin tabelaları her yerde kahverengi zemine yazılır. Böylece ne olduğunu herkes anlar. Belki de Düğmeli evler antik bir değer taşıyordur. Altta beyaz zemine siyah yazı ile Dikmen mahallesi, Sevinç mahallesi yazılarak ok ile yönleri belirtilmiş. Onun da altında mavi zemine beyaz yazıyla Yayla Alan, Ürünlü, Kahverengi zemin boyalı Altınbeşik mağarası, Ormana ve İbradı yönünü gösterir ok işareti tabela.

Köy yolları hep sakin ve ormanın içinden geçtiğinden gayet rahat gidiyorum. Tabelalardan sonra gideceğimiz yönün resmini çekiyorum iki bisikletçi ile.

Uzaktan bir kemer kalıntısı görüyorum, yoldan uzakta olduğundan ne olduğunu anlayamadım. Belki antik bir kent kalıntısı olabilir. Ya da su kemeri. Erymna Antik Kenti olasılığı yüksek. Kalıntılar taşlık, biraz yüksekçe eğimli bir tepede. Çalılar ve çam ağaçları arasında.

Manavgat çayı sakince akıp gidiyor. Ses çıkarmadan usul usul. Sanki çok uzun yoldan gelmiş te denize kavuşmadan dinginliğe erişerek yorgunluğunu çıkarırcasına. Bisikletim KUZ park etmiş.

Manavgat çayının tersine, yukarıya doğru akan bisikletçiler de aynı devinim içinde sanki. Sessiz ve sakin.

Resmini çektiğim iki bisikletçiden kırmızı kıyafet giymiş, önde olan resim çekerken kolunu kaldırarak selam veriyor bana.

İlginç kaya yapıları ilgimi çekmiş durumda. Kayalar plakalar halinde katmalara bölünmüş. Bitkiler de yavaş yavaş kayalıkları kaplamak üzere.

Yolda boyanmış işaretler bize nereye gideceğimizi göstermiş. Kaybolmanın olanağı yok. Beyaz tekerlekli kadrosu kırmızı renkte sprey boya ile boyanmış asfalt üzerine. Ok işareti sağa gideceğimizi belirtiyor.

Çam ormanın içinde gölgelerin gücü ile gidiyoruz.

Manavgat çayının üzerinden bir daha karşı tarafa geçiyoruz. Geçerken durup bir kaç resim çekmeden olmaz. Paslanmış köprü korkuluğu, ardında Manavgat çayı Çam ağaçları arasında. Bisikleti KUZ da bana poz vermiş.

Manavgat çayının aşağıya akan kısmı köprü üzerinden çekilmiş resmi. Buradan çayın hafif akıntısının izlerini görmekteyim.

İlk önce Manavgat barajın olduğu yere geldik. Çam ağaçlarının arasından ara sıra kendini gösteriyor.

Biraz çıkmak gerekse yapacak bir şey yok çıkıyoruz 1. vitese takarak. Önüm yokuş, iki bisikletçinin ardındayım.

Yol kıvrımlarından yolun sonu görünmüyor. Çam ağaçları ormanın ana ağacını oluşturmakta.

Çeşme olur da suyu içilmez mi? elbette içilir. Yolda her çeşmeden su içmezsen yolculuk yapmamış olursun. Hiç bir şey görmemişsin demektir. Çeşme çamların gölgesinde kalsa da ışık hüzmeleri yine kendine yol buluyor. Bunu görmek bile yola değer kattığına inanıyorum. Çeşmenin yapısı tuğla gibi dikdörtgen kahverengi fayanslar ile döşenmiş yatay olarak. Yanları ise üç sıra dikine döşenmiş ayrı bir görünüm oluşturmuş. Fayans araları beyaz derz çekilerek dikdörtgenleri meydana çıkarmış. Bisikletim KUZ ve çeşme.

Yokuşun sonuna vardık sayılır, son yokuş diyoruz ya bisikletçiler arasında işte burası da öyle. Son yokuş.

Sonrasında iniş başlıyor, kendimizi salıyoruz yokuş aşağı. İki bisikletçinin resmini çekiyorum. Birisinin kadrosunda çocuk var. Baba oğul bisiklete binmiş.

Yeryüzü yapısı gereği buralarda da kat kat kaya tabakalarını görüyorum. Böyle katlı kayalıkların arasından yağmur sularının sızması olanaksız gibi. Yolun sağ tarafı 2 metre yüksekliğinde kaya katmanları gölgede kalmış. Sol tarafta çam ağaçlarına güneş ışınları ile aydınlık içinde.

Hava sıcak olunca gölgede dinlenmeler başlıyor. Yamacın gölgesi altında bisikletçiler durmuş, dinleniyorlar.

Baraj göletinin kıyısında inişli çıkışlı çam ormanı içinde yol almaktayız.

Baraj göletini besleyen çaylardan biri, gerçi çay akmıyor ama yağmur yağdığı zaman bolca aktığı belli yatağından. 50 metre ötesi gölet suyunun başladığı yer.

Yemek zamanı yaklaşıyor, bir de işaretini de görünce iyice acıktığımı hissediyorum. Asfaltın üzerine beyaz sprey boya ile iki gözü ve ağzı olan yuvarlak yüz. Altında yemek yazısı.

Yemek yenecek yer yolun aşağısında. İnerken ilginç bir incir ağacı dikkatimi çekti. Ağaçta incir var ama hiç yaprağı yok. Buna bir anlam veremedim doğrusu. Diğer incir ağaçlarında yaprak var normal olarak. Bu ağaç kelaynak gibi kalmış.

Grubun sonlarında olduğum için geç gelince yemeğin sonlarına yetişebildim. Öyle olduğu halde kalabalık olunca hala kuyruk vardı ve bir süre kuyrukta beklemem gerekti. Çoğunluğu yemeğini yemiş, bitirmiş sohbet ediyordu.

Gölet manzarasında yemeğimi yiyorum, ağaç gölgeleri altında.

Masalcımız Esmavi ile yemek sonrası sohbetimiz iyi oluyor. Antalya dan Devrim’i çağırmaya karar verdik. Gerçi sonradan katılımcı kabul etmiyorlar ama katılması için Esma komiteyi ikna edecek.

Yemek arasından sonra tekrar yola çıkıyoruz, bir tarafımız gölet.

Diğer tarafımız ise yalçın kayalıklarla kaplı dağlar.

Yolumuzun üstünde küçük yerleşim birimleri, bağ bahçe evleri var. Köy olacak kadar toplu değiller. Elektrik direkleri evlere enerji getirmiş.

Gölet bitti, Manavgat çayı buralardaki eğimden dolayı akıntısı kuvvetli.

Akıntı kuvvetli olduğu iyice belli buradan. Rengi de yeşilimtırak, maviye kaçar bir tonda.

Mola yerindeyiz, burada su ve meyve takviyesi alıyoruz. Asfalta mola yazısı beyaz, kıyıları ince kırmızı renkte. O harfi de beyaz, sadece alt kısmı kırmızı yarım olarak boyanmış tıpkı sakal gibi. İçinde de güleç iki göz ve ağız. Altta ise bisiklet çizilmiş. Beyaz tekerlekli kırmızı gövdeli bisiklet. Gidon, sele ve pedal sarı renkte.

Oymapınar barajının gövdesinin olduğu yerdeyiz. Yol oraya doğru gidiyor.

Çay gürül gürül akıyor yeşilimtırak, buz gibi.

Vadi burada daralıyor ve baraj gövdesi en dar yerde yapılmış. Doğal kayalıklar set halinde. Yer seçimi güzel yapılmış. Bendin sağında su seviyesinde bir tünel ağzı kayalıklara oyulmuş durumda. Sol tarafta ise eğer su seviyesi bendi aşarsa boşa aksın diye betondan dikine iki kanal yapılmış. Yol yukarı doğru sağdan gidiyor.

İşte böyle sular beni cezbediyor, kendine çekiyor adeta. Ama zamanımız yok girip yıkanmaya. Gövdenin yukarısına çıkmam gerek buraya kadar gelmişken.

Gövdenin yukarısına çıkmak biraz sert olmuş ama yılmak yok. Çıktıkça güzellikler artmaya başlıyor. Manzara muhteşem.

Yukarı azimle çıkan bir bisikletçinin resmini çekiyorum.

Yol virajlı, tatlı bir eğim olmasa da arada sert çıkışlar var. Dönüşler U şeklinde.

Yamaçlar öylesine dik ki yol gölgede kalmış. Devamında yamaç güneş ile aydınlık yeşil çam ağaçları tepeye kadar.

Yavaş pedallarla çıkıyoruz yukarıya doğru.

Ve yukarıdayım sonunda, yaşasın düzlüğe geldim.

Eh pistonlar ısındı, yatak sarmadan soğutma çalışmaları başladı. Soğuk su kaslarıma iyi geliyor, sanki masaj yapmışlar gibi. Kırmızı tuğla ile yapılmış borudan devamlı akan bir çeşme. Önünde 40 cm küçük bir havuz. Dizlerime kadar su içindeyim. Üzerimde elbise yok sadece şortum var. Öylece poz verdim kamera karşısında.

Buraya bir tünel yapmışlar, gölet tarafına gidiyor. Tünelin önünde Bisikletim KUZ, güneş tünelin ağzını aydınlatmış. İçerisi karanlık ve tünelin ağzı masmavi göletin suyu aydınlık içinde.

Baraj gövdesinin en yukarısına çıkıyorum, burada pek tahmin edemediğim hayvanları görüyorum birden bire. Develer! buraya nasıl çıkarmışlar zavallı hayvanları. Para kazanmak için açgözlü insanların yapamayacağı şey yoktur. Bu kadarı da olmaz dedirttiler bana. Deve sakin bekliyor müşterilerini hiç bir şeyin farkında olmadan.

Baraj göleti buradan harika görünüyor. Derin ve geniş bir havzası var. Karşıda daha yüksek dağlar görünüyor.

Yalçın tepeler daha da yüksekte.

Baraj gövdesi büyük su kütlesini tutacak şekilde içe doğru kavisli  beton duvar ile yapılmış. Karşıda elektrik santralına su alınan bölüm yer alıyor. Elektrik santralinin kurulu gücü : 540 MWe, yılda yaklaşık olarak 1207 GWh elektrik üretmekte.

Sivri yükselen yalçın kayalıklar, kayalarda çam ağaçları tek tük, baraj gövdesinin içe dönük beton bloğu muazzam. Gövdenin yanında yukarıdan aşağı taşkın kanalı yapılmış.

Aşağısı geldiğimiz yer 25 metre denizden yüksekliği. Bulunduğum yer ise 190 metre. Azıcık kuş bakışı ile Manavgat çayının aktığı vadiyi izliyorum.

Benim gibi resim çekmek için çıkanlar habire resim çekmekten kendini alamıyorlar. Eee manzara güzel olunca çekmeye doyamıyor insan.

Baraj bendinin diğer tarafı da kayalık tepeye doğru gidiyor. Burası çıktığım yer. Develer sakince oturmuş geviş getiriyorlar.

Beni de çekenler oluyor. Arkamda baraj göleti ve dağlar.

Gölet manzarası her yerden değişik olunca bana da resmetmek düşüyor. Burası tünelin diğer yanı, yol buradan devam ediyor.

Tünelin ucunda ışık göründü, ışığa doğru gitmeli. Tünelin içi karalık yine, sol tarafta kayalara birisi kırmızı sprey boya ile UNUTAM diye yazmış. Yazıyı yazarken ya boyası bitmiş yada görevliler tarafından yakalanmış yazıyı tamamlayamadan. Yazıyı yazan sevdiğine UNUTAMAM SENİ diye belirtmek istemiş herhalde.

Tünelin ortasında karanlık içindeyim ama tünelin ucu aydınlık.

Baraj gövdesinden aşağı iniyorum. Aynı yoldan dönmüyoruz, köprüden geçip diğer yoldan Manavgat’a ineceğiz.

İniş çabuk oluyor düzlüğe. Köyün birinde çay molası verdik. Üstü kapalı bir mekanda plastik masa sandalyelerde oturup çay, soda, ayran içerek dinleniyoruz.

Burada ayrıca köylüler bazlama da açıyor. Acıkanlar birer bazlama ısmarlayıp yiyor. İki kadın, önündeki kare sofrada oklava ile hamur açıyor. Kadınlardan birisi ocakta odun ateşinde sacı üzerinde bazlama pişiriyor.  Dördüncü kadın da servis ediyor pişen bazlamaları. Yörük köylü kadınları işletmeyi çekip çeviriyor bazlama pişirerek. Köylü kadıların üzerinde penye uzun kollu tişört, altlarında çiçekli donlar, başlarında da türban değil baş örtüsü.

Lybre yada Seleukeia Antik kente giden bir tabela görüyoruz ama yolumuzun ters yönünde olduğundan gitmeye niyetimiz yok.

Manavgat belediyesi henüz bisikletçilere alışkın olmadığı için mazgallar tehlike yaratıyor bizler için. Gerçi Türkiye genelinde mazgalların çoğu bunun gibi yada buna benzer şekilde. Yollar daha çok otomobiller için yapıldığından henüz bisikletçiler için yol ve mazgallar yapılmıyor. Daha çok anlatmamız gerek belediyeye bisikletlilerin de trafikte olduğunu. Mazgalda ön tekerlek girecek kadar aralık var.

Yolda güneş batmaya başladı, durup izliyorum batasıya kadar. Kamp alanına yaklaştık sayılır. Güneş ile sabah kahvesinde buluşacağım. Güneş tam ufuk çizgisinde değdiği anda resim çekiyorum.

Kısa sürede kamp alanına geliyorum. Sevimli işaretler kamp alanına gelişimizi daha neşeli yapıyor. Yuvarlak sevimli yüz işaretinde bu kez kulaklar ilave edilmiş.

Kamp alanına geliyoruz ve hemen çeşmedeki hortum ile duşumu alıyorum. Sıcak su var ama sıra beklemektense soğuk çeşme suyu daha iyi geliyor. Hem sıra beklemek te yok. Sonrasında terli olan çamaşırları durulayıp kuruması için asıyorum ipe. Yemekten sonra sahilde ateş yanıyor. Ateş severler ateşin başında toplaşıyoruz. Esma bu arada Devrim’in kamp alanına davet ettirmeye çalışıyor festival yönetimine. Bakalım yarın ne olacak. Kamp ateşi kızıl alevler yalım yalım ortalığı aydınlatıyor.

Neşeli şarkılar, oyunlar oynanıyor. Laz horonlarını Karadeniz den gelen arkadaşlar oynuyor. Ben sadece izlemekle yetiniyorum, izlerken de nasıl oynadıklarını bilahsa ayak hareketlerini öğrenmeye çalışıyorum. Elbet bir gün Karadeniz horonlarını öğrenip oynayacağım. Önde ateş alevli, içinde odunlar, ardında horon tepen Karadenizli gençler.

Halil şenel beni koltuğa oturtarak değişik bir oyun oynadılar. Halil ne yaparsa diğerleri aynısını yapıyorlar. Eh benim elimi de öptüler sırayla. Güzel bir oyun ve neşeli, güle oynaya oynandı. Ateşin başında olanlar eğlendi, çoğu kişi katılmadığından eğlenemedi. Ne yapalım eğlenmek istemeyenin kendi tercihi. Bence böyle festivallerde hep birlikte eğlenmeli. O ayrı, bunlar ayrı yerde gruplaşmaları insanların birbirini tanımama, birlikte zaman geçirmeme sonucu oluşan durum. Biraz da bencillik sonucu olsa gerek. Festivallerin bir amacı da insanların kaynaşması olmalı. Ateş son demlerinde yanarken birer ikişer sayımız azaldı. Fazla geç olmadan ben de gidip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol toplam 72 kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 16. Gün

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Kuşadası – Ahmetbeyli – Gümüldür – Yeniorhanlı – Menderes – Alsancak – Ev

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Üç dengesizin  maceraları

 

” Yalnızlık kapat kapıyı

Şuraya, şu soğuk taşların üzerine bir yatak

ser bana

Uyumak istiyorum

Unutmak istiyorum

Unutulmak istiyorum”

Edip Cansever

Öne çıkmış olan görsel, kayalıkların üstünde, üzerim çıplak. İki kolumu yana açmış olarak duruyorum.

1040155_10151664783074861_1526811835_o

Sabah güzel bir uyku uyumanın etkisiyle  bu gün biraz daha geç uyanıyorum. Cep telefonumun sabah uyandırma saati her gün için 07:00 olarak ayarlı idi, son günümde 1 saat kendime kıyak yaptım. Kendimize güzel bir kahvaltı hazırlıyoruz, bizdeki kahvaltılıklar ve ceviz reçeli ile Hayati abini kendi kahvaltılıklarını birleştirip, üstelik çaydanlığımız da büyük demlik olunca kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olduğunu anlıyoruz. Ceviz reçeli bir başka tat veriyor soframıza. Kahvaltının ardından birer kahve de içince işin tamamına eriyoruz.

Eh kahvemizi de içtik fal bakacak halimiz de yok toplanmaya başlayıp yola çıkacağız. Hayati abi ve Hasan’a  misafirperverliklerine teşekkür edip vedalaşıyoruz. Ardından yola çıkıyoruz. Kıyı  düz ama Kuşadası’nda sahilden herhangi bir yol yapmadıklarından mecburen rampa çıkıyoruz. İnsan kıyıdan bir yol yapar değil mi? Bize de yazık! Mecburen o trafiğin içinden devam ederek Kuşadası’ndan çıkıyoruz, bir kaç iniş çıkışın ardından düzlüğe, Küçük Menderes deltasında ilerliyoruz.

Dün Büyük Menderes nehrinden geçtik bu gün de küçük menderes nehrinden geçiyoruz. Küçük Menderes köprü başı, tabelası tüfek saçmaları ile defalarca vurup, nokta nokta yapılmış.

010720133047

Ovada giderken leylekleri görünce resmini çekmeye çalışıyorum, bisikletim üzerinde ancak bu sahneyi anca yakalayabiliyorum. Çünkü öyle  sahneler yaşıyoruz ki cep telefonumu cebimden çıkarıp tuş kilidini açıp kameraya gelinceye kadar sahne değişiyor, istediğim resmi çekemiyorum bazen. Bu arada bütün tur boyunca çektiğim resimlerin ( bir kaçını başkalarının çektiği resim ) hepsini 5 mega piksellik Nokia cep telefonumla çektim. Leylek yerden bir metre havada süzülüyor.

010720133046

Bu yıl 21 martta Çanakkale’ye giderken ilkbahar leyleklerini görmüştüm. Atalarımız boşuna dememiş leyleği havada görürsen bol bol seyahat edersin diye. Ben de bu yıl bisikletimle epey tur yaptım, atalarımız haklı çıktı. Kayalığın üzerine çıkıp iki elimi de yana açarak leylek gibi uçmaya hazırım. Üzerim çıplak. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1040155_10151664783074861_1526811835_o

Böylece Selçuk kavşağına geliyoruz, eve az kaldı, kavşaktan sonra Ahmetbeyli ye kadar 6 tane çıkış iniş var, buraları da geçtikten sonra Ahmetbeyli’ye vardık. Ahmetbeyli tabelasını çektim kavşakta.

010720133049

Bu kavşakta mola veriyoruz, bakkaldan sodalı içerek gerekli mineral ve madenleri alarak kaybımızı telafi ediyoruz. Bu molada nereden gideceğimize karar verdik, çünkü Menderes – Seferihisar kavşağındayız. Ben bu turu planlarken dönüşte Seferihisar dan  gitmeyi uygun görmüştüm. Eee yanımda Yıldız ve İrfan olunca düşüncelerimi okur gibi Seferihisar yolundan Gümüldür’den gidelim diyor Yıldız. Gümüldür’de abisinin yazlığı var oraya gidelim dedi. Biz de kabul edince telefonla arayıp geleceğimizi bildiriyor abisine. Kavşakta direk üstünde yol tabelaları asılmış. Düz giden yolda Seferihisar – Çeşme, Sağa giden yolda Claros ( Kahverenkli ) Menderes -İzmir yazılmış.

010720133050

Molanın ardından yola çıkıyoruz ama yine rampalar var, yollar hep böyle, başka da tadı çıkmıyor ki. Her çıkışın inişi var ki en güzeli de kendini yokuş aşağı bırakıp rüzgarınla baş başa, kendi potansiyel enerjinin bisikletin tekerleklerinde akıp gitmesi insana büyük mutluluk veriyor. Böyle iniş çıkış derken Özdere’ye vardık, burada durmayıp yola devam ederek Gümüldür’e varıyoruz. Yıldızın abisinin yazlığına geldik, yazlık dediğim konteynırdan yapılma ama büyük ve kullanışlı. Burada sadece yer kirası veriyorlar. Yıldızın abisi İzmir’e işe gitmiş, yengesi karşılıyor bizleri, annesi de orada elini öpüyoruz. Tanışma faslından sonra yenge yemeği yapmış sofrayı hazırlıyor. Nefis ev yemeği yiyoruz, ardından kahve, bir de üstüne çay böylede misafir ağırlanmaz ki. Yazlık sitenin yanında akuapark var, Yıldızın kızı Öykü de akuaparta olduğunu öğreniyoruz ama o kendi eğlencesinde olduğu için görüşemiyoruz.

Yazlığın maskotu, ileride büyüyünce Ninja Kaplumbağa olacakmış, çok hareketli yerinde durmuyor. Küçük yeşil su kaplumbağası masa üzerinde yürüyor

010720133052

Kendimizi fazla gevşetmeden evdekilerle vedalaşıp yola çıktık, yoksa mayışıp kalacağız burada. Ürkmez’e varınca Orhanlı yoluna sapıyoruz, Seferihisar yolu biraz uzun onun için Yeniorhanlı yolundan Menderes’e varıp burada İzban ile İzmir’e varmayı kararlaştırdık. Sora sora   Orhanlı yolunu bularak hafif rampalarla Karakoç kaplıcalarının ve eski Roma hamamlarının yanından geçerek Orhanlı ya varıyoruz. Yol kıyısında bazı yerlerde az miktarda sazlık görüyoruz, İrfan bize bu sazlıkların sıcak suyun dışarıya çıktığı yer olduğunu söylüyor. Yollar sakin ortalıkta kimseler yok, hava sıcak, insanlar kuytulardan çıkmıyor bu sıcakta. Yol kıyısında armut ağacı görünce bir kaç armut koparıp çantama koyuyorum. İlerde çeşmesi çok az akan ağaç altı gölgelik bir yerde mola vererek armutları yiyoruz. Böyle dinlene dinlene giderken öyle bir yere geliyorum ki yolu yokuş aşağı olduğunu görünce bisikletimi aşağıya bırakıyor ama bisiklet bir süre gidince duruyor. Bir anlam veremiyorum bu duruma, yolda insanı yanıltıyor. Meğer dağlara çıkıyoruz ama aşağı iniyormuş gibi gelince moralim bozuluyor. Bir de yakınlarda maden ocağına denk gelince yol da bozuluyor. Dev kamyonlar yolu mahvetmiş, asfalt yok olmuş, kendileri madenden çıkardıkları beyaz renkli toprak dökerek yol yapmışlar. Madenlere ormanın içinde çalışma ruhsatı verip ormanı hem mahvediyorlar hem de denetlenmediği için yolları bozuyorlar ve kimse de hesap soramıyor böyle işletmelere.

Neyse yolumuza devam edip Yeniköy’e varıyoruz, burada bakkaldan meyve suyu bisküvi ve atıştırmalık bir şeyler alıp yiyoruz. Camiye tuvalete gidince sokakta bir armut ağacı görüyorum, bir kaç armut koparıp İrfanla ikimiz yiyoruz, Yıldız yemiyor. Yeniköy’den yola çıkınca bisikletler gitmeye başlıyor, demek ki zirveye çıkıp inişe başlamışız.

1014959_10151664779814861_1501162893_o

Rampa aşağı olunca çabucak Menderese varıyoruz. Aşağıda Menderes ilçesinin evleri görünüyor.

010720133053

Menderes’e varınca kuru fasulyesi olan bir lokanta arıyoruz, bulunca da oturup kuru, pilav yiyerek karnımızı bir güzel doyurduk.

Üç Dengesiz Bisiklet dinleniyor. Güzel bir turu yapmanın tatlı yorgunluğunu bisikletlerimiz hissetmiyor ama bizim mutluluğumuzun ölçüsü yok. İyi ki tanıdım sizleri İrfan Özden  Yıldız Uyulgan , Dostlarım….

010720133051

Bu arada saat 20:00 yi geçtiğinden izban istasyonuna hareket ederek metroya biniyoruz. Burası ilk durak olması bisikletlerimizi rahatça yerleştirip biniyoruz. Ben ve Yıldız Halkapınar istasyonunda iniyoruz, İrfan Karşıyaka’da inecek. Dostça tekrar turlarda buluşma dileği ile vedalaşıyoruz. Birimiz Balçova, birimiz Bornova, birimiz Karşıyaka’ya dağılıyoruz. Halkapınar’da Yıldız ve ben inip o Bornova’ya ben de Alsancak sahil bisiklet yolundan Balçova ya evime varıyorum.

16 günlük Gökova bisiklet turum çok güzel geçti, dostlarımla buluşup hasret giderdim, yeni arkadaşlarla tanıştım, yeni yerler gördüm, yollar bana yeni şeyler öğretti. Yolda olmak güzel…

Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım

Umarım sizleri yazılarımla sıkmamışımdır.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 95 + 11 toplam 116 Kilometre civarı

Yaptığımız yolun haritaları aşağıda

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc