Etiket arşivi: karadeniz

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 2. Gün

2 Ekim 2015 Cuma

2. Gün

Manavgat – Oymapınar Barajı – Manavgat

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

bir başka bakışında da gökyüzleri vardır, düz

kuş sürüleri vardır, eğri

bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki

ister kıyıları çekine çekine döven sulara benzet

ister ağır ağır yanan yaprak kümelerine

anlıyor musun

anlıyorsun elbette

ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, durgun akan çayın etrafı ağaçlarla kaplı. Üç gözlü kemer ağaçlarla beraber.

Nefis bir uykunun ardından erkenden, daha güneş doğmadan önce uyanıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahve takımımı hazırlayıp Manavgat çayının kenarına konuşlanıyorum. Cezveyi ocağa sürüp güneşin görsel olarak ağır devinimi ile doğuşunu izlemeye başladım. Harika bir güne güneşin ilk ışıkları ile başlamak bulunmaz bir fırsat benim için. Sadece anı yaşıyorum kahvemi yudumlarken güneşe bakarak. Güneş gözlerimi yakmıyor, çıplak gözle rahatça bakabiliyorum. Manavgat çayı da Akdeniz’e Aşk ile karışmaya az kalmış, hasreti bitiyor uzun yolculuğun son noktasında.

Güneş dağların ardından ilk ışıklarını göstermiş, sakin akan Manavgat çayına yansıyor. Ufukta dağların üzerinde bir parça bulut serpiştirilmiş. Önümde tel çit Manavgat çayını kare kare gösteriyor.

Çitin ardından Güneşin doğuşunu pürüzsüz resmini çekiyorum.

Uzaklarda Toros dağları tüm azametiyle muhteşem görünüyor kendi gölgesiyle.

Kahvemi içtikten sonra güneş iyice yükseldi. Kahve takımlarımı toplayıp bisikletimin çantasında yerini alıyor. Kamp alanında gece ve sabah gelenlerle epey kalabalık oluyor. Kalabalık olunca da kahvaltı kuyruğu da uzayıp gitmiş. Ben de sıraya girip beklemeye başladım. Ünlü fotoğrafçı Mustafa Gültekin habire durmadan resim çekip duruyor. Ben de çaktırmadan onun çekerken resmini çekiyorum

Uzunca bir süre kuyrukta bekledim, az kaldı sayılır. Bu arada beni gören selam verip selam alıyor. Tanıyan çok olunca selam devamlı geliyor sağdan soldan. Çoğunu tanımıyorum bile ama onlar beni tanıyor ve benim tanımamamı hoş görüyorlar. Sohbetimiz daha sıcak oluyor böylece. Sıram gelince kahvaltımı alıp boş masalardan birine oturup afiyetle yiyorum.

Kahvaltı bittikten sonra kamp alanı çıkışında toplanıp başlangıç verilince yola çıkıyoruz. Bir süre Manavgat sokaklarında gittikten sonra sonunda şehirden çıkıyoruz. Artık doğanın içinde köy yollarında Manavgat barajı ve Oymapınar barajına doğru pedal basacağız.

Manavgat çayının üzerinden köprüden geçenlerin resmini çektim. Kıyılarda köprünün korkuluk demirleri, çayın kıyısında söğüt ağaçları ve ardında çam ağaçlarının yeşil rengi.

Gizli kalmış çayın eski mi eski taş köprüsü. Yeni köprü yapılınca eskinin hükmü kalmamış ama asaletiyle görüntüsü yetiyor bana. Taş köprünün yansıması durgun akan Manavgat çayının suyuna aksettirmiş. Kıyılarda söğüt, kavak ağaçları ve sazlıklar bulunmakta. Bu resmi öne çıkan görsel olarak çekiyorum

Hala gelenler oluyor ve köprünün üzerinde resim çekiyorum.

Çay durgun görünüyor, sanki akmıyormuş gibi. Suyun üzerindeki yansımalar kıpırtısız.

Köprü üzerinde resim çekmeye devam ediyorum beş bisikletçiyi.

Kavşaktan sola Manavgat barajına doğru yöneliyoruz. Yöneldiğimiz yerde tabelalar yönleri belirtmiş. En üstte büyük kahverengi boyalı Erymna Antik Kenti ve Düğmeli evleri. Antik kenti anladım ama Düğmeli evlerini aynı yere yazmaları biraz garip. Antik kentlerin tabelaları her yerde kahverengi zemine yazılır. Böylece ne olduğunu herkes anlar. Belki de Düğmeli evler antik bir değer taşıyordur. Altta beyaz zemine siyah yazı ile Dikmen mahallesi, Sevinç mahallesi yazılarak ok ile yönleri belirtilmiş. Onun da altında mavi zemine beyaz yazıyla Yayla Alan, Ürünlü, Kahverengi zemin boyalı Altınbeşik mağarası, Ormana ve İbradı yönünü gösterir ok işareti tabela.

Köy yolları hep sakin ve ormanın içinden geçtiğinden gayet rahat gidiyorum. Tabelalardan sonra gideceğimiz yönün resmini çekiyorum iki bisikletçi ile.

Uzaktan bir kemer kalıntısı görüyorum, yoldan uzakta olduğundan ne olduğunu anlayamadım. Belki antik bir kent kalıntısı olabilir. Ya da su kemeri. Erymna Antik Kenti olasılığı yüksek. Kalıntılar taşlık, biraz yüksekçe eğimli bir tepede. Çalılar ve çam ağaçları arasında.

Manavgat çayı sakince akıp gidiyor. Ses çıkarmadan usul usul. Sanki çok uzun yoldan gelmiş te denize kavuşmadan dinginliğe erişerek yorgunluğunu çıkarırcasına. Bisikletim KUZ park etmiş.

Manavgat çayının tersine, yukarıya doğru akan bisikletçiler de aynı devinim içinde sanki. Sessiz ve sakin.

Resmini çektiğim iki bisikletçiden kırmızı kıyafet giymiş, önde olan resim çekerken kolunu kaldırarak selam veriyor bana.

İlginç kaya yapıları ilgimi çekmiş durumda. Kayalar plakalar halinde katmalara bölünmüş. Bitkiler de yavaş yavaş kayalıkları kaplamak üzere.

Yolda boyanmış işaretler bize nereye gideceğimizi göstermiş. Kaybolmanın olanağı yok. Beyaz tekerlekli kadrosu kırmızı renkte sprey boya ile boyanmış asfalt üzerine. Ok işareti sağa gideceğimizi belirtiyor.

Çam ormanın içinde gölgelerin gücü ile gidiyoruz.

Manavgat çayının üzerinden bir daha karşı tarafa geçiyoruz. Geçerken durup bir kaç resim çekmeden olmaz. Paslanmış köprü korkuluğu, ardında Manavgat çayı Çam ağaçları arasında. Bisikleti KUZ da bana poz vermiş.

Manavgat çayının aşağıya akan kısmı köprü üzerinden çekilmiş resmi. Buradan çayın hafif akıntısının izlerini görmekteyim.

İlk önce Manavgat barajın olduğu yere geldik. Çam ağaçlarının arasından ara sıra kendini gösteriyor.

Biraz çıkmak gerekse yapacak bir şey yok çıkıyoruz 1. vitese takarak. Önüm yokuş, iki bisikletçinin ardındayım.

Yol kıvrımlarından yolun sonu görünmüyor. Çam ağaçları ormanın ana ağacını oluşturmakta.

Çeşme olur da suyu içilmez mi? elbette içilir. Yolda her çeşmeden su içmezsen yolculuk yapmamış olursun. Hiç bir şey görmemişsin demektir. Çeşme çamların gölgesinde kalsa da ışık hüzmeleri yine kendine yol buluyor. Bunu görmek bile yola değer kattığına inanıyorum. Çeşmenin yapısı tuğla gibi dikdörtgen kahverengi fayanslar ile döşenmiş yatay olarak. Yanları ise üç sıra dikine döşenmiş ayrı bir görünüm oluşturmuş. Fayans araları beyaz derz çekilerek dikdörtgenleri meydana çıkarmış. Bisikletim KUZ ve çeşme.

Yokuşun sonuna vardık sayılır, son yokuş diyoruz ya bisikletçiler arasında işte burası da öyle. Son yokuş.

Sonrasında iniş başlıyor, kendimizi salıyoruz yokuş aşağı. İki bisikletçinin resmini çekiyorum. Birisinin kadrosunda çocuk var. Baba oğul bisiklete binmiş.

Yeryüzü yapısı gereği buralarda da kat kat kaya tabakalarını görüyorum. Böyle katlı kayalıkların arasından yağmur sularının sızması olanaksız gibi. Yolun sağ tarafı 2 metre yüksekliğinde kaya katmanları gölgede kalmış. Sol tarafta çam ağaçlarına güneş ışınları ile aydınlık içinde.

Hava sıcak olunca gölgede dinlenmeler başlıyor. Yamacın gölgesi altında bisikletçiler durmuş, dinleniyorlar.

Baraj göletinin kıyısında inişli çıkışlı çam ormanı içinde yol almaktayız.

Baraj göletini besleyen çaylardan biri, gerçi çay akmıyor ama yağmur yağdığı zaman bolca aktığı belli yatağından. 50 metre ötesi gölet suyunun başladığı yer.

Yemek zamanı yaklaşıyor, bir de işaretini de görünce iyice acıktığımı hissediyorum. Asfaltın üzerine beyaz sprey boya ile iki gözü ve ağzı olan yuvarlak yüz. Altında yemek yazısı.

Yemek yenecek yer yolun aşağısında. İnerken ilginç bir incir ağacı dikkatimi çekti. Ağaçta incir var ama hiç yaprağı yok. Buna bir anlam veremedim doğrusu. Diğer incir ağaçlarında yaprak var normal olarak. Bu ağaç kelaynak gibi kalmış.

Grubun sonlarında olduğum için geç gelince yemeğin sonlarına yetişebildim. Öyle olduğu halde kalabalık olunca hala kuyruk vardı ve bir süre kuyrukta beklemem gerekti. Çoğunluğu yemeğini yemiş, bitirmiş sohbet ediyordu.

Gölet manzarasında yemeğimi yiyorum, ağaç gölgeleri altında.

Masalcımız Esmavi ile yemek sonrası sohbetimiz iyi oluyor. Antalya dan Devrim’i çağırmaya karar verdik. Gerçi sonradan katılımcı kabul etmiyorlar ama katılması için Esma komiteyi ikna edecek.

Yemek arasından sonra tekrar yola çıkıyoruz, bir tarafımız gölet.

Diğer tarafımız ise yalçın kayalıklarla kaplı dağlar.

Yolumuzun üstünde küçük yerleşim birimleri, bağ bahçe evleri var. Köy olacak kadar toplu değiller. Elektrik direkleri evlere enerji getirmiş.

Gölet bitti, Manavgat çayı buralardaki eğimden dolayı akıntısı kuvvetli.

Akıntı kuvvetli olduğu iyice belli buradan. Rengi de yeşilimtırak, maviye kaçar bir tonda.

Mola yerindeyiz, burada su ve meyve takviyesi alıyoruz. Asfalta mola yazısı beyaz, kıyıları ince kırmızı renkte. O harfi de beyaz, sadece alt kısmı kırmızı yarım olarak boyanmış tıpkı sakal gibi. İçinde de güleç iki göz ve ağız. Altta ise bisiklet çizilmiş. Beyaz tekerlekli kırmızı gövdeli bisiklet. Gidon, sele ve pedal sarı renkte.

Oymapınar barajının gövdesinin olduğu yerdeyiz. Yol oraya doğru gidiyor.

Çay gürül gürül akıyor yeşilimtırak, buz gibi.

Vadi burada daralıyor ve baraj gövdesi en dar yerde yapılmış. Doğal kayalıklar set halinde. Yer seçimi güzel yapılmış. Bendin sağında su seviyesinde bir tünel ağzı kayalıklara oyulmuş durumda. Sol tarafta ise eğer su seviyesi bendi aşarsa boşa aksın diye betondan dikine iki kanal yapılmış. Yol yukarı doğru sağdan gidiyor.

İşte böyle sular beni cezbediyor, kendine çekiyor adeta. Ama zamanımız yok girip yıkanmaya. Gövdenin yukarısına çıkmam gerek buraya kadar gelmişken.

Gövdenin yukarısına çıkmak biraz sert olmuş ama yılmak yok. Çıktıkça güzellikler artmaya başlıyor. Manzara muhteşem.

Yukarı azimle çıkan bir bisikletçinin resmini çekiyorum.

Yol virajlı, tatlı bir eğim olmasa da arada sert çıkışlar var. Dönüşler U şeklinde.

Yamaçlar öylesine dik ki yol gölgede kalmış. Devamında yamaç güneş ile aydınlık yeşil çam ağaçları tepeye kadar.

Yavaş pedallarla çıkıyoruz yukarıya doğru.

Ve yukarıdayım sonunda, yaşasın düzlüğe geldim.

Eh pistonlar ısındı, yatak sarmadan soğutma çalışmaları başladı. Soğuk su kaslarıma iyi geliyor, sanki masaj yapmışlar gibi. Kırmızı tuğla ile yapılmış borudan devamlı akan bir çeşme. Önünde 40 cm küçük bir havuz. Dizlerime kadar su içindeyim. Üzerimde elbise yok sadece şortum var. Öylece poz verdim kamera karşısında.

Buraya bir tünel yapmışlar, gölet tarafına gidiyor. Tünelin önünde Bisikletim KUZ, güneş tünelin ağzını aydınlatmış. İçerisi karanlık ve tünelin ağzı masmavi göletin suyu aydınlık içinde.

Baraj gövdesinin en yukarısına çıkıyorum, burada pek tahmin edemediğim hayvanları görüyorum birden bire. Develer! buraya nasıl çıkarmışlar zavallı hayvanları. Para kazanmak için açgözlü insanların yapamayacağı şey yoktur. Bu kadarı da olmaz dedirttiler bana. Deve sakin bekliyor müşterilerini hiç bir şeyin farkında olmadan.

Baraj göleti buradan harika görünüyor. Derin ve geniş bir havzası var. Karşıda daha yüksek dağlar görünüyor.

Yalçın tepeler daha da yüksekte.

Baraj gövdesi büyük su kütlesini tutacak şekilde içe doğru kavisli  beton duvar ile yapılmış. Karşıda elektrik santralına su alınan bölüm yer alıyor. Elektrik santralinin kurulu gücü : 540 MWe, yılda yaklaşık olarak 1207 GWh elektrik üretmekte.

Sivri yükselen yalçın kayalıklar, kayalarda çam ağaçları tek tük, baraj gövdesinin içe dönük beton bloğu muazzam. Gövdenin yanında yukarıdan aşağı taşkın kanalı yapılmış.

Aşağısı geldiğimiz yer 25 metre denizden yüksekliği. Bulunduğum yer ise 190 metre. Azıcık kuş bakışı ile Manavgat çayının aktığı vadiyi izliyorum.

Benim gibi resim çekmek için çıkanlar habire resim çekmekten kendini alamıyorlar. Eee manzara güzel olunca çekmeye doyamıyor insan.

Baraj bendinin diğer tarafı da kayalık tepeye doğru gidiyor. Burası çıktığım yer. Develer sakince oturmuş geviş getiriyorlar.

Beni de çekenler oluyor. Arkamda baraj göleti ve dağlar.

Gölet manzarası her yerden değişik olunca bana da resmetmek düşüyor. Burası tünelin diğer yanı, yol buradan devam ediyor.

Tünelin ucunda ışık göründü, ışığa doğru gitmeli. Tünelin içi karalık yine, sol tarafta kayalara birisi kırmızı sprey boya ile UNUTAM diye yazmış. Yazıyı yazarken ya boyası bitmiş yada görevliler tarafından yakalanmış yazıyı tamamlayamadan. Yazıyı yazan sevdiğine UNUTAMAM SENİ diye belirtmek istemiş herhalde.

Tünelin ortasında karanlık içindeyim ama tünelin ucu aydınlık.

Baraj gövdesinden aşağı iniyorum. Aynı yoldan dönmüyoruz, köprüden geçip diğer yoldan Manavgat’a ineceğiz.

İniş çabuk oluyor düzlüğe. Köyün birinde çay molası verdik. Üstü kapalı bir mekanda plastik masa sandalyelerde oturup çay, soda, ayran içerek dinleniyoruz.

Burada ayrıca köylüler bazlama da açıyor. Acıkanlar birer bazlama ısmarlayıp yiyor. İki kadın, önündeki kare sofrada oklava ile hamur açıyor. Kadınlardan birisi ocakta odun ateşinde sacı üzerinde bazlama pişiriyor.  Dördüncü kadın da servis ediyor pişen bazlamaları. Yörük köylü kadınları işletmeyi çekip çeviriyor bazlama pişirerek. Köylü kadıların üzerinde penye uzun kollu tişört, altlarında çiçekli donlar, başlarında da türban değil baş örtüsü.

Lybre yada Seleukeia Antik kente giden bir tabela görüyoruz ama yolumuzun ters yönünde olduğundan gitmeye niyetimiz yok.

Manavgat belediyesi henüz bisikletçilere alışkın olmadığı için mazgallar tehlike yaratıyor bizler için. Gerçi Türkiye genelinde mazgalların çoğu bunun gibi yada buna benzer şekilde. Yollar daha çok otomobiller için yapıldığından henüz bisikletçiler için yol ve mazgallar yapılmıyor. Daha çok anlatmamız gerek belediyeye bisikletlilerin de trafikte olduğunu. Mazgalda ön tekerlek girecek kadar aralık var.

Yolda güneş batmaya başladı, durup izliyorum batasıya kadar. Kamp alanına yaklaştık sayılır. Güneş ile sabah kahvesinde buluşacağım. Güneş tam ufuk çizgisinde değdiği anda resim çekiyorum.

Kısa sürede kamp alanına geliyorum. Sevimli işaretler kamp alanına gelişimizi daha neşeli yapıyor. Yuvarlak sevimli yüz işaretinde bu kez kulaklar ilave edilmiş.

Kamp alanına geliyoruz ve hemen çeşmedeki hortum ile duşumu alıyorum. Sıcak su var ama sıra beklemektense soğuk çeşme suyu daha iyi geliyor. Hem sıra beklemek te yok. Sonrasında terli olan çamaşırları durulayıp kuruması için asıyorum ipe. Yemekten sonra sahilde ateş yanıyor. Ateş severler ateşin başında toplaşıyoruz. Esma bu arada Devrim’in kamp alanına davet ettirmeye çalışıyor festival yönetimine. Bakalım yarın ne olacak. Kamp ateşi kızıl alevler yalım yalım ortalığı aydınlatıyor.

Neşeli şarkılar, oyunlar oynanıyor. Laz horonlarını Karadeniz den gelen arkadaşlar oynuyor. Ben sadece izlemekle yetiniyorum, izlerken de nasıl oynadıklarını bilahsa ayak hareketlerini öğrenmeye çalışıyorum. Elbet bir gün Karadeniz horonlarını öğrenip oynayacağım. Önde ateş alevli, içinde odunlar, ardında horon tepen Karadenizli gençler.

Halil şenel beni koltuğa oturtarak değişik bir oyun oynadılar. Halil ne yaparsa diğerleri aynısını yapıyorlar. Eh benim elimi de öptüler sırayla. Güzel bir oyun ve neşeli, güle oynaya oynandı. Ateşin başında olanlar eğlendi, çoğu kişi katılmadığından eğlenemedi. Ne yapalım eğlenmek istemeyenin kendi tercihi. Bence böyle festivallerde hep birlikte eğlenmeli. O ayrı, bunlar ayrı yerde gruplaşmaları insanların birbirini tanımama, birlikte zaman geçirmeme sonucu oluşan durum. Biraz da bencillik sonucu olsa gerek. Festivallerin bir amacı da insanların kaynaşması olmalı. Ateş son demlerinde yanarken birer ikişer sayımız azaldı. Fazla geç olmadan ben de gidip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol toplam 72 kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 14. Gün

15 Eylül 2013 Pazar

İğneada – Demirköy – Ahmetbey

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Hadi

Ne duruyorsun ?

Sen de bir yıldız olmaya çalış

Yıldızları sayacak yerde

Yıldızlara karış

 

Agim Rıfat Yeşeren ( Işıktan Bir Saray mıdır Ay adlı şiir kitabından )

 

Öne çıkmış olan görsel, akşamüstü, Can ve benim biçilmiş tarlaya vuran gölgelerimiz. Bisikletlerin gölgesi üç tekerlekli.

150920133756

Tembellikten doğan hakkımızı gecenin tatlı uykusuyla pekiştirdik. Sabah 07:00 de uyanıyorum. Vücudum iyice dinlenmiş halde kalkıp hazırlanmaya başlıyorum. Artık İzmir’e dönüş başlıyor, yolumuz birazcık uzun. Eşyaları ve çadırı toplayıp bisikletin bagajına bağlıyorum. Sabah kahvaltısını kampingi işleten çapulcu Mehmet’in lokantasında  yapmaya karar verdik. Kahvaltıda yumurta kaynatırken çapulcu Mehmet biraz bozuldu yumurtaya ama yumurta bunu anlamadı. Zaten pişmek üzereydi. Kahvaltıdan sonra İzmir’e dönüşe başlıyoruz hayırlısıyla. 14 gündür evden uzaktayım hem de en uzak noktada. Demirköy’e aynı yoldan dönüyoruz, Demirköy’den sonra Pınarhisar yönüne sapacağız. İğneada çıkışında, Longoz ormanları içine gireceğiz.

150920133716

İğneada’ya özgü doğal oluşmuş Longoz ormanları milli parkı tabelasında göllerinin yönlerini gösterir tabela. Bu göllerin hepsine uğramak vardı ama başka tura artık, sadece Longoz ormanlarında yapılması çok güzel olur düşüncesindeyim. Her yola girip, her gölde konaklamayı, doğa ile iç içe yaşamalı bir süre burada. Tadına doya doya bisiklet sürülmeli.

Longoz Ormanları bilgi edinmek için şu siteye bakabilirsiniz.

http://www.longozukoru.org/longoz/detay/LONGOZ/13/6/0

Tabelada; İğneada Longoz ormanları milli parkı, Mert gölü 3,4 km, Pedina gölü 6,0 km, Hamam gölü 8,5 km, Saka gölü 17,3 km mesafede olduğunu sağa doğru ok işareti gösterilmiş.

150920133717

Deniz seviyesinden yavaş yavaş yükseliyoruz, arada yokuş iyice dikleşiyor. Yavaş gitsem de yokuşun sonunda iniş var nasıl olsa. Ara sıra hem dinleniyorum dik yokuşlarda hem de KUZ bana resim çekme fırsat veriyor. Onu kırmamak lazım, nazlanmadan beni ve 30 kg civarında yükümü taşıyor. Demir atım benim. Demir atım KUZ orman kıyısında.

150920133718

Buradan İğneada’ya inerken hiç pedal çevirmemiştim. Şimdi pedal çevirme zamanı. Can biraz önümde gidiyor, arkasından yetişecem diye bir sorunum yok. 1 viteste eşek nalınım ara sıra alttan vura vura yokuşta bana ses vererek yardım ediyor.

150920133719

Yol kıyısında yine plastik şişeleri karşıma çıkıyor. Durup alıyorum doğanın ahengini bozmadan, bagajıma koyup yoluma devam ediyorum. Hazinem giderek çoğalıyor çöp tenekesine kadar bu devam edecek.

150920133722

Uzun çam ağaçları içinden giden yoldayız.

150920133723

Yılmadan hazinemi topluyorum, orman değerli benim için. Temiz bırakmak gerek, çocuklara kalsın bu güzelim ormanlar. Yol kıyısında pet şişe.

150920133722

Orman ve kayın ağaçları güzelliğini bana gösteriyor uzun gövdeleri ile.

150920133725

Oha diyorum bu 19 litrelik damacanayı atana. Bu nasıl iştir, nasıl attın pencereden bu damacanayı. Hiç mi utanmadın atarken, ya da bıraktığında! Bir gün önce olan fırtına ve yağmur damacanayı nasıl yok edecek ormanın kıyısında. Akıl alır gibi değil. Acaba damacanayı atan mı kabahatli yoksa ona eğitim vermeyen annesi ve babası mı kabahatli. Gel çık işin içinden çıkabilirsen.

150920133724

Demirciliye kadar böyle gideceğim anlaşılan. Bitki örtüsü sık sık değişiyor, bir kayın ağaçları, bir çam ağaçları. Şimdi çam ağaçları içinde yol alıyoruz. Her ikisinde de temiz ve saf oksijeni ciğerlerime çekip yol alıyorum.

150920133726

Ağaç bir sehpaya tutturulmuş üst üste bağlanmış üç huni, en altta bir kapalı kap var. Ne olduğunu anlayamadığım bir alet gördüm. Durup yakından inceledim, ne olduğunu neye yaradığını ve ne işe yarayacak anlamadım. Etrafta insan olmadığı için soramadım da. Ormancıya sormak gerek bu aletin neden konduğunu. Neyse ormancıları tanıyan arkadaşım Gürcan Yılmaz’dan bilgi alıyorum, bunları böcekler ormana zarar vermesin diye karşı cins kokusu ile böcekleri toplayıp ormanları koruma amacına yaradığını öğreniyorum. Detaylı bilgi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.

http://web.ogm.gov.tr/birimler/bolgemudurlukleri/eskisehir/Haberler/HaberGoruntule.aspx?List=5d2bbd8d%2D1548%2D4e1f%2D85b4%2Ddd91b6373b3b&ID=179

150920133727

Demirköy’ü geçince önümüzde rampalar beliriveriyor. Hem de kıvrıla kıvrıla tepelere doğru gittiğini aşağıdan görüyorum.

150920133728

Pınarhisar’a 42 km kalmış, fazla değil ama dağları aşacağız. Bu turda Kırklareli’ne uğramak isterdim. Trakya da topu topu 3 tane il var. Edirne’ de konakladık, gezdik gördük. En ünlüsü ciğer tavanın tadına doyamadık. Badem ezmesi ve Edirne kurabiyesini tadamadım. Artık ne zaman gelirsem bunları mutlaka tadacağım. Tekirdağ’a da uğrayacağız ama orada kalır mıyız kalamaz mıyız henüz bilmiyorum. Tekirdağ köftesi en ünlüsü, bakalım yiyebilecek miyim. Üzümü ve peynir helvası ünlüymüş, kısmet. Kırklareli ortada kaldığı için uğrama şansımız yok. Elbette bir gün uğrayıp gezmeyi isterim. Her zaman her yeri gezip görmemek gerek. Bazı yerleri bırakıp yeniden geldiğin zaman görmeli. Arkanda bir tat bırakmalı. Kırklareli’nin ünlüsü Hardaliye, peynir ve pancar pekmezi. Yemek üstüne öyle belirli bir çeşidi yok. Tabelada; Pınarhisar 42, Kırklareli 73 Kilometre mesafe kaldığını belirtiyor.

150920133729

Demirköy – Pınarhisar yolunu genişletip yeni asfalt yapmışlar. Haliyle mıcırlar daha tam ezilmemiş, gidişimizi az biraz etkiliyor. Eski yol dar ve bozuk imiş, şimdi yol genişleyince bisiklet için rahat gidile bilir olmuş. Eh biraz dik ama ne yapalım iki pistona kuvvet. Yol kıyısında ineğin biri yayılmış geviş getirirken görüyorum. Otlamaktan mı yoksa dağ bayır gezmekten mi yoruldu bilemiyorum öylece bir ayağı önde keyif çatıyor.

150920133730

Çıktıkça çıkıyoruz, bitmiyor yokuş. Elbette bitecek ama görünürde bitme belirtisi görünmüyor. Istranca dağları devam ediyor. Ağaçlar uzun, orman yine harika görünüyor. Yeni yapılan yol pek hoşuma gitmedi. Genişliğinden dolayı fazlasıyla ağaçlar kesilmiş. Kendimi ormanın içinde hissetmiyorum. Belki de yol yeni yapıldığından bana öyle geldi. Edirne’den İğneada’ya kadar köy yolları harika gelmişti. Ormanın sesini duyabiliyordum, rüzgarın fısıltısını, kuşların en güzel mevsim şarkıları ta içime kadar işliyordu. Bu yolda araç trafiği yoğun, araçların çıkardığı motor gürültüleri ormanın sesini bastırıyor. Elden geldiği kadar böyle kalabalık yollardan kaçınmak gerek. Daha çok köy yollarında yol almalıyız. Hem yol yeni yapıldığından çeşmeler de yok olmuş sanki. Suyumuz bitse susuz kalacağımız kesin. Sevmedim bu yolu.

Ormanlık bir alandan geçen yolun bazı bölümlerinde çok keskin dönemeçler var, öyle ki ormanın içinde ilerlerken dönemeçlerin keskinliğinden yolunuzun bittiğini zannettiğiniz anlar oluyor. 180 derece dönen yol yeniden yapılsa da aynı dönemeçler hala var. Çünkü dağa çıkışta başka yer olmadığından böyle yapılmış mecburen.  Her ne kadar yapım çalışmaları ile yollar düzeltilmiş ise de dönemeci çok olan bu yollarla ilgili buralarda söylenen “ Yol bitti, komutanım “ sözü varmış. Söylentiye göre yıllar önce Demirköy’e askerliğini yapmak için gelmiş olan bir asker gece komutanlarla beraber askeri araçla buradan geçiyorlarmış. Asker ilk defa geçtiği bu yolları bilmediğinden bir dönemece gelince yolun bittiğini sanarak komutanına ” yol bitti komutanım” diyerek durmuşlar. Asker dönemeci fark edememiş, yol da o kadar darmış ki anca bir araç geçebiliyormuş. Haliyle geriye de dönememişler sabaha kadar aracın içinde beklemişler. Sabah gün ağarıp etrafı araştırınca dönemeci fark etmişler ve yollarına devam etmişler.  O gün bu gündür bu dönemeç “yol bitti komutanım” olarak anılır olmuş.

150920133731

Aşağıda Demirköy görünüyor, dağa çıktığımızdan yavaş gidiyoruz. Haliyle fazla yol da alamıyoruz.

150920133732

Epey yüksekteyim, ufukta Karadeniz görünüyor. Kendimi elçek çekiyorum Karadeniz’i ve aşağıdaki tepeleri. Yol kıyısında odunlar kesilip istif halinde sıralanmış.

150920133733

Yol arkadaşım Can kendi temposunda çıkıyor yokuşu. Arkadaki manzara gösteriyor ki yol yapımında gereğinden fazla ağaç kesilmiş. Böyle açıklık olunca ormandan uzakta gidiyormuşum gibi geliyor bana, bilmem anlatabildim mi. Belki de Yapılması bazen gündeme gele şu nükleer santral için yol hazır hale geliyor olabilir. Can bisikletinin üzerinde, solda kayalık yamaç yeni kırılmış.

150920133734

Yükseldikçe yükseliyoruz dağlarda, Karadeniz ufukta görünmeye devam ediyor. Hazır Karadeniz bize son kez yüzünü gösterirken birer resim çekilelim değil mi ? Bakalım bir daha ne zaman Karadeniz yüzünü gösterecek. Can bisikleti ile yol kıyısında Karadeniz manzarası ile bir poz çekiyorum.

150920133735

Can ile birlikte elçek resim çekiliyoruz aynı manzarada.

150920133737

Can bu kez beni çekiyor. Böylece bir süre dinleniyoruz resim çekilirken.

150920133738

“Niye dağlara çıkıyorsunuz?” diye sorulduğunda John Mallory o tarihe geçen ünlü yanıtını vermiş sorana: “Çünkü onlar orada…”

Peki, “Biz niye bineriz bisiklete?”

Bir çok yanıtı olsa ve hepsi birbiri içinde farklı anlamlar taşısa da, bunun -bence- tek yanıtı var: “Çünkü üzerine binince, tekerleri döndürüyor ve gidiyorsun…”

Sondaki üç noktaya kişi kendi düşüncesini, dünya görüşünü, kültürünü, politiğini ekleyebilir.

Üç noktadan sonra her şey serbest.

“Yolun çağrısı, rüzgarın esintisi, ulaşmak, oyuncak, gitmek, özgürlük, aşk…”

Hepsi dengede durup tekerlerin dönüşüne bağlı.

Biniyor, çeviriyor ve gidiyorsun.

Yüreğinin, pedallarının, soluğunun götürdüğü yere.

Hepsi bu, sadece bu.

Durma öyleyse, bin ve bas pedalına; gerisi üç nokta…

Yazı: Hakan EŞME

Ağaçlar sık ormanın başladığını gösteriyor.

150920133740

Çık çıkabildiğin kadar, nereye çıkacaksın derken dağın zirvesine varmışız. Kadın kule 640 metre yükseklik. İyi çıktık, bisikletim KUZ’u tebrik ederim. Dağ zirve demeden tırmanıyor, yeter ki pedala bas. Rakımı gösteren  tabelada biraz nefes almak için kısa mola vererek hatıra resmi çekip dinleniyoruz. Tabelada; Kadın Kule, Rakım 640. Ben bisikletim KUZ ile resim çekiliyorum.

150920133741

Yine bir damacana yol kıyısında öylece duruyor. Biraz durumu iyi olan birisi araba alıyor. Araba olunca ailesini pikniğe götürmek için aile çoluk çocuk hepsi biniyor cümbür cemaat. Geliyorlar buralara, mangal vazgeçilmezi piknik yapmanın. Çeşme olsun olmasın su gerek, yanına damacanalarla ve plastik şişelerle su alıp arabanın bagajına diğer eşyalarla birlikte yüklüyorlar. Nasıl olsa sırtında taşımıyorlar! Araba olmazsa piknik yapacakları da yok. Kendilerince güle oynaya yiyip, içip piknik yapıyorlar. Piknikten sonra bazı getirdikleri malzemeleri bunları da taşımayalım diyerek ya piknik alanında, yada yolda giderken arabadan dışarı atıyorlar.

Şimdi önemli olan nokta burada başlıyor; Arabada bulunan çocuklar anne ve babalarının yaptıkları bu hareketleri görerek büyüdüklerinden onlar da aynı davranışları bilinç altına yerleştirdikleri için alışkanlık edinerek arabadan her türlü çöpü dışarıya hiç te utanmadan atıyorlar. En tehlikelisi de yazın kuru otların olduğu zaman meydana geliyor. Arabasında kül tablası olmasına rağmen kötü alışkanlıkla yanık sigarasını pencereden dışarı atınca kuru otların içine düşen sigara izmariti otları tutuşturarak ormanlarımızın yanmasına sebep oluyorlar.

İşte anne ve babasından gördüğü hareketleri uygulayan çocuklar nasıl eğitilecek? Okulda Öğretmenler istediği kadar çevre bilincini aşılamaya çalışsın, çocuklar daha çok anne babasının yaptığını yapıyor ve peşinden gidiyor, üzücü bir durum. Yazık!

150920133742

Dağın zirvesine çıktığımı zannediyordum ama yanılmışım, hala çıkıyoruz. Ve hala Karadeniz bize yüzünü gösteriyor. Karadeniz’i yeniden görmenin heyecanı kaplıyor içimi. Gerçi fazla sürmedi ayrılmamız ama Karadeniz bir başka. Elçek ile resmimi çekiyorum Can ile birlikte. Aslında bisiklete telefon için bir aparat yapmam gerek. 10 saniyelik otomatik çekim modu var, kendimizi rahatça çekebiliriz böylece.

150920133743

Ufukta Karadeniz hayal mayal azıcık ta olsa kendini göstermeye devam ederek çıkıyoruz zirveye doğru. Daha ne kadar çıkacaksak. En güzel tarafı da ormanın oluşturduğu yeşil deniz hoşuma gidiyor. Yeşil deniz uçsuz bucaksız göz alabildiğine uzanıyor. Elbette ki böyle bir manzarayı görmek için epey çıkmak gerekiyor zirveye doğru. Biraz yoruluyorsun ama çıktığına değiyor doğrusu. Yükseklerde olma duygusu bambaşka oluyor. Çevreyi seyretmek, yukarıdan ve rüzgarını hissetmek zirvenin insana uçma hissini veriyor. Hani kuşlarda olan hava kesecikleri bizde de olsaydı kanatları açıp kendimi rüzgara bırakarak ormanın üstünde şöyle bir dolaşmayı çok isterdim. Bu uçma isteğini zirvelere çıktıktan sonra bisikletle yokuş aşağı kendimi bırakarak 50 -60- 70 km hıza ulaşınca hissediyorum. Yalnız yol güvenli olunca bunu yapıyorum. Diğer durumlarda kontrollü iniyorum kendimi tehlikeye atmadan. Siz siz olun kendinize güvenmeden fazla hız yapıp kendinizi tehlikeye atmayın. Yolun sağında kayın ormanı sık ağaçlar kendini gösteriyor.

150920133744

Nihayet demiyorum ama bir zirve tabelası daha görüyorum. Neme lazım daha önce yanıldım zirveye çıktım diye. Bu gün ikinci zirve. Buralarda da amma kule varmış, her zirvede bir kule. Jandarma kule 810 metre rakımı gösteriyor, bayağı iyi çıkmışız. Birer anı olarak resmimizi çekiyoruz sırası ile. Gerçi yolun zirvesindeyiz, dağın zirvesi daha yükseklerde. Bulunduğumuz yerde buz gibi akan çeşmede sularımı tazeleyip kana kana su içiyorum. Daha önce bahsettiğim gibi buraya kadar hiç çeşme yok. Buradan bisikletle geçecekler için suyu yanınızda bol miktarda taşımanızı öneririm. Yoksa susuz kalmanız içten bile değil. Tabelada; Jandarma Kule, Rakım: 810. İlk önce ben çekiliyorum bisikletim KUZ ile.

150920133747

Ardından Can’ı çekiyorum tabela önünde bisikleti ile. Can henüz bisikletine isim takmamış, adı sanı yok.

150920133749

Zirveden sonra iniş başlıyor. İnmeden önce Trakya’nın düzlüklerinin resmini çekmeden geçmek olmazdı. Önümüzde dağ tepe yok, düzlükte gideceğiz bundan sonra.

150920133751

İnişte bisikletimi tamamen salıyorum. Kendi ağırlığımla pedal çevirmeden zaman zaman 60 km/hızı geçiyorum. Tabi ki araçların olmadığı zamanlarda tehlike yaratmadan bu hıza ulaşıyorum. İyice aşağılarda, Yenice köyüne gelmeden az yukarılarda resimde gördüğünüz hafif eğimli yolda ilginç bir olay yaşanıldığını Can bana söylüyor. Hafif rampa olan yer manyetik yokuş olarak adlandırılmış. Can kendisi bu bölgede çalıştığı için burayı duyduğunda test yapmış arabasıyla. Resmin sağ tarafında yokuşun alt kısmında aracın motorunu durdurarak vites boşta, araç geri durumda yokuş yukarı kendi kendine geriye çıktığını yaşamış. Tabi burada bisikletle denedim ama öyle bir şey yaşamadım doğrusu. Bunu araçla denemek gerek, inanılması zor bir olay.

150920133753

İki tepe geçtik, biri 640 metre rakımlı biri 810 metre rakımlı. Eh bu kadar yükseğe çıkınca inişi gayet güzel oldu. İnişte pedal çevirmediğimizden pistonlar biraz dinlendi. Yenice köyünde yemek molası vererek karnımızı doyurduk. Yemek dediğimiz bakkaldan sucuk, yumurta ekmek alarak yumurtalı sucuk yaptık çabucak. Kahvemizi de pişirip  keyfimizi de yaptıktan sonra yolumuza devam ettik. Düz yola çıkınca hızımız arttı, fazla oyalanmadan Pınarhisar’ın yakınlarından teğet geçip Ahmetbey köyüne doğru hızla yol alıyoruz. Arada resim çekmek gerek diyerek resim çekiyorum. Köyleri birer birer geçip gidiyoruz son sürat. Nedense eve dönüş yolu daha hızlı oluyor. Tabelada yazdığına göre Tozaklı köyünden geçeceğiz.

150920133754

Güneş batıda alçalmaya başlayınca gölgelerimiz uzuyor. Ben de bir kaç resim çekmeden edemiyorum. Can ve benim gölgemi çekiyorum bisiklet üstünde.

150920133755

Gölgelerin gücü adına öyle bir an yakalıyorum ki iki kişilik bir bisiklet ama üç tekerlekli. Gölgelerimiz hasadı yapılmış Ayçiçeği tarlasına vuruyor.

150920133756

Hafif bir yokuşu çıkarken yamaca vuran gölgemi çekiyorum. Güneş yol hizasında.

150920133757

Gölgeler uzayınca çevrede koyun sürüleri otlaya otlaya ağıllarına doğru gidiyorlar.  Memelerini süt dolmuş ağırlığını zor taşıyor. Tabi ki sürüde çoban köpeği de var. Şimdiye kadar öyle saldıran olmadı. Ahmetbey köyüne yakın koyun sürüsünün köpeği saldırdı. Ben de o kadar bağırmama rağmen bir türlü peşimi bırakmadı. Baktım papuç  pahalı bastım pedala köpek yetişemedi. Köpekten korkmam ama bu biraz vahşiydi ve durmadım, durmayınca korkum köpeğin dengemi kaybettirip beni düşürmesiydi. Her zaman durmayı tercih etmişimdir. Durunca köpekte saldırısını durduruyor. Eh arada bazen olur böyle şeyler. Neyse yolumuza devam ettik. Hava karardıktan sonra Ahmetbey köyüne vardık. Köyün girişinde benzin istasyonunu gözüme kestirince hemen istasyonun bir köşesinde çadır kurabilir miyiz diye izin istiyorum. Görevli de elbette kurabilir siniz hatta dükkan gibi kapalı kullanılmayan yapıda kalabilirsiniz diyerek içimizi ferahlattı. Görevliye köyde karnımızı doyurup geliriz diye izin isteyerek yanından ayrılıp köyün merkezine gidiyoruz Can ile birlikte. Buranın da kasap köftesi ünlü, yemeden olmaz diyerek kendimizi de ödüllendiriyoruz böylece. Köfteleri ısmarlayıp beklemeye başladık. Lokanta da kalabalık, sıra anca geliyor. Her şey yerinde  olunca tadı da bir başka oluyor. Şimdiye kadar yediğim en lezzetli köfte diyebilirim. Bu arada ocakta çalışan emekçinin resmini çekiyorum. Bütün gün ateşin başında, dumanı bir taraftan, sıcağı kavuruyor, kokusu ayrı. En zor iş onda. Bakır renginde ocak, ızgarada köfteler ve yarım ekmekler ısıtıyor pişirici. Gülerek bana poz veriyor tüm sevimliliği ile.

150920133758

Bu günkü ödülümüzü tıka basa midemize indirdikten sonra kahvelerimizi de içerek tat katsayımızı yükseltiyoruz. Ardından benzin istasyonuna geri dönerek yatmak için dükkanın birine eşyaları yerleştirerek hazırlığı yapıyorum. Mat uyku tulumu yeter uyumak için. Kapalı yerdeyiz. El yüz ayaklar yıkandıktan sonra uyku tulumuna girerek günün yorgunluğunu uzanıp dinlenerek değerlendiriyorum. Haliyle vücut gevşeyince uyku da kapı arkasına gelip hemen içime giriyor ve tatlı bir uykuya dalıyorum.

Bu gün çok güzel geçti, iki tane zirve, ormanlar  ve düz ova. Yol da harika idi, daha ne olsun.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 87 Kilometre civarı.

Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 13. Gün

14 Eylül 2013 Cumartesi

Karadeniz ucunda bir günlük tatil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Genişliğin Ölçüsünü Alırken

 

Yakalamak boşluğu boşa gideni boş günleri

Aynı suda yıkanmak aynı düşü görmek tekrara dokunmak

Ters tepmek geri saymak hemen aniden kıstırmak

Cesareti esaretten ayırıp çark etmek

 

Yoğun düşünmek çoğul gütmek tek teker üstünde

Kendine durmak kendi dünyanda kendi hesabına

Toptan sevmek tümden ayrılmak bütünün ucunu bulmak

Anlamak / Anlamadan yaşayanlardan öğrenmek

 

İz sürmek yüreğinin göz attığı yerde çadır kurmak taht kurmak

Yıldırımları parlamak şimşekleri çakmak yük atmak

Ağırlığını ölçmek uzunluğun / Genişliğin ölçüsünü almak

Tadına varmak şimdiden her şeyden önce ve geç kalmadan

Agim Rıfat YEŞEREN ( Kısa Kollu Palto Şiir kitabından Prizren KOSOVA )

 

Öne çıkmış olan görsel, etrafı sazlık olan göl manzarası, lagün.

1409201337011

Dün akşam toplanan bulutlar derin uykudayken birden bire lodos fırtınası ile beni uyandırdı. Dışarı çıkıp şöyle bir etrafı gözlemledim; rüzgar deli gibi esiyordu, ağaçlar bir o yana bir bu yana rüzgarın şiddetine kendini bırakmış, sallanıyordu. Hava lodos rüzgarıyla resmen patlamıştı. Nerdeyse ev uçuyordu pencereden. Lodos karadan esince longoz ormanı deniz gibi kara yeşil renkte dalgalanmakta. Henüz yağmur yok. Hava; anlayabilir misiniz bilmem ama benim için çok güzeldi. İğneada’ya kadar Güneşli mavi bir gökyüzü altında, ara sıra bulutlandı ama fazla rüzgar yoktu. Şiddetli rüzgar ağaçların dallarına ve yapraklarına değerken çıkardığı sesler müthişti. Bazen çatırtılar geliyor, sanırım zayıf dallar kırılıyordu bazı ağaçlarda. Her yandan sesler geliyordu. Yalnızca senfoni orkestrası biraz ritmini hızlandırmıştı sadece o kadar.

Deli rüzgar ormanın içinde zayıf, çürük ne varsa silip süpürüyor, tertemiz yaparak ardından yağmuru ile yıkayıp paklıyordu. Ve ben bu havayı seviyorum. Bir süre dolandıktan sonra yağmur başlayınca çadırımın içine girdim. Girer girmez de yağmur öyle yağmaya başladı ki anlatılmaz. Rüzgarla beraber çadırın her tarafına yağmur damlaları vuruyordu. Çadırım eski olduğundan suyun girmesi kaçınılmaz. Çadır dostum genç şair Feyyaz Alaçam’dan bana hatıra. Kim bilir kaç binlerce kilometre yol yapmış en güzel yerlerde kurulmuş, güneşli günler, fırtınalı havalara göğüs germiştir. Ben ona güveniyorum, bu fırtınayı da atlatacaktır. Hal böyle olunca cep telefonu ve eşyalarımı naylon torbanın içine koyarak ne olur ne olmaz diyerek ıslanmasını engelledim ilk önce.  Çadırı ağaçların altına kurmama rağmen yağmurun ve fırtınanın etkisini ağaçlar koruyamadı. Yıldırımlar her yöne düşerek  ışıkları çadırımın içini bile aydınlatıyordu, ardından gök gürültüsü. Ortalık gümbür gümbür, çatur çutur sesleri dinliyorum.

Bir süre sonra çadırın içine sular girmeye başladı, küçük göletler oluşunca havlu ile suları alıp çadırın altından dışarı sıkarak boşaltmaya çalıştım. Fırtına öyle şiddetliydi ki neredeyse çadırı yere yapıştıracaktı. İçinde ben olmasaydım büyük bir ihtimalle çadır uçup gitmişti. Ellerimle rüzgarın estiği yöne doğru çadırı içten tutarak yatmasını önlemeye çabaladım, polleri de kırabilirdi fırtına. Arada sular çoğalınca havlu ile boşaltma işlemine de devam ettim sürekli olarak. Altımda mat ve şişme mat olunca uyku tulumu ıslanmıyordu, bu iyiydi. Fırtına ve yağmurun ne kadar süreceği belli değil. Fırtına ve yağmur gece 02:30 da başlamıştı. Hemen hemen 2.5 – 3 saat kadar sürdü mücadelem, uykum olmasına rağmen fırtınanın dinmesini bekledim. Fırtına durunca yağmur normal yağmaya başladı. Son kez çadırın içindeki suları havlu ile boşaltıp yattım ve sabaha kadar deliksiz uyudum.

Fırtınalı yağmurlu güzel bir gecenin ardından yepyeni bir güne uyandım. Doğa temizliğini yapmış yeni bir güne başlamıştı. Hava açık ve Güneş pırıl pırıldı, sanki Güneş yağmurda yıkanmış gibiydi. Her ne kadar az uyusam da 08:00 gibi kalkarak elimi yüzümü yıkayıp çadıra girerek eşyalarımı piknik masasına taşıyıp seriyorum. Bisikletimdeki çantaları naylonla örtmemiştim, her şey ıslanmış vaziyetteydi. Çadırı, uyku tulumu, matları, ıslanan elbiseleri, çantalarda ıslanan eşyaların hepsini güneşe kurusunlar diye serdim. Akşamdan kahvaltı için ekmek almıştık. Çay demleyerek güzelce kahvaltımızı yaptık  can ile birlikte. Bu gün dinlenme günümüz ne de olsa. Kahvaltının ardından bir de kahve pişirerek kafimize keyif kattık. Elçek ile kahve içerken resmimizi çekiyorum Can ile birlikte.

1409201336981

Bu da sevimli bekçimiz, o mu bizi bekliyor yoksa biz mi onu bekliyoruz? Kim bilir geceki fırtınadan korkmuştur garibim. Biraz ekmek vererek karnını doyuruyoruz. Açık kahve – beyaz renkli köpek yere oturmuş bize bakıyor.

1409201336991

Kamp yaptığımız yerin yanında  erikli gölü var. Derelerin deniz ile bağlantısı olmadığından göle dönüşmüş. Gölde sazlar ve çeşitli bitkiler sarmış durumda. Ördekler başta olmak üzere çeşit çeşit kuşları da görmek mümkün. Bazılarını görmesek te seslerini duyabiliyorum. Gölde avcılar da mevcut ördek avlamaya çalışıyorlar. Ağaç tabelaya oyma olarak Erikli Gölü sola ok işareti yapılmış.

1409201337001

Gölün bir resmini çekiyorum göl kıyısından. Etrafı kısa sazlıklarla sıkı olarak çevrelenmiş göl. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1409201337011

Ayrılık Sevdaya Dahil
Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın

En görkemli saatinde yıldız alacasının

Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader

Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın

Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan

Onu çok arıyorum onu çok arıyorum

Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları

Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan

Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu

Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş

Tedirgin gülümser

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili

Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar

Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili

Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar

Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu

Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte

Yansımalar tutmuş bütün sahili

Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil

Çünkü ayrılanlar hala sevgili

 Atilla İlhan

Burası da derenin denize ulaşmaya çabaladığı kesim. Dere ne kadar çabalasa çabalasın Deli poyraz estiğinde kudurmuş dalgaların getirdiği kum ile her zaman derenin önünü keserek galip geliyor. Longoz oluşumunu anlatan belgelere göre derelerin getirdiği alüvyonlarla önünün kapatıldığını açıklıyor. Bence öyle değil, sahildeki derenin denize kavuşmaya çalıştığı yeri görünce durumu fark ediyorum. Öyle alüvyon göremedim ortalıkta, sadece kumsal var denize kadar. Kumsalın karaya olan derinliği gösteriyor ki 5- 10 metrelik dev dalgalar anca böyle bir kumsal yapabilir. Zaten bir günlük bir poyraz fırtınası yetiyor sahili kumlar içinde bırakmaya. Kapanan dere ağzı bunu aylarca açmaya uğraşıyor, Ama zamanı yetmiyor kendine yatak açmaya. Yine bir fırtına kumlar dere ağzını yine kapatıyor. Karadeniz muhteşem.

1409201337021

Gece o kadar fırtına ve yağmura rağmen dere kendine yol yapıp denize ulaşamamış. Bu aynı Mecnun’un Leylasına ulaşamaması gibi bir aşk meselesi sanki. Dere denize aşık Deniz de dereye, tutkulu bir aşk. “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” . Umutsuz bir aşk, umarsız. Sevdaya dair.

 

Taş Sekmez Dere Ağıtı

 Yüzüm güneşe

Sırtım dünyaya yaslı

Göbek deligimde yosunlardan bir bahar

 Gök

Mavilemesine mavidir de

Balık oynamaz yüregimde, taka yüzmez

Bir taş sektirenim bulunmaz içerde

 Kara (olma) deniz

Yakın ol

 Sana

Dört adım

Uzakta olmak

Kurutacak beni…

Feyyaz Alaçam

 

Derenin denize kavuşmaya çalıştığı yer, önü yükselmiş kumsal, ardı deniz. Karadeniz.

1409201337031

Gördüğünüz sahil muhteşem Karadeniz’in en batısı. Fırtına sonrası dinginleşmiş gök yüzü, bulutlar yükünü boşaltmış, sakin esen lodosa kendini bırakıp süzülüyorlar pamuk tarlası gibi.

1409201337051

Hava lodos olduğu için Karadeniz sakin, sadece dip dalgası belirli zaman aralıklarıyla sahile kendini bırakıyor.

1409201337071

Tüm gün boyu tembellik ediyorum. Sahilde kah dolaşarak kah denize girerek  tembellik hakkımı kullanıyorum. Arada tembel olmak, dinlenmek gerek, makine değiliz, acelemiz de yok. Denizin de girilecek en güzel ayındayız; Eylül ayı. İğneada da yaz 1 ay sürüyormuş anlattıklarına göre. Diğer aylarda çoğunlukla fırtınalı, soğuk ve yağmurlu oluyor. Kış günleri de soğuk ve kar yağışlı. Zaten İğneada’nın sahilinin önü açık, fırtınalar her an patlayıp ortalığı hallaç pamuğu gibi dağıtınca sakin günler de az oluyor. Kendimi Karadeniz ile birlikte elçek resim çekiyorum.

1409201337081

Kamp yaptığımız alanın önüne yol yapılmış limana doğru. Yolda yüksek yapılmış dev dalgalar bozmasın diye, bir nevi set biçiminde olmuş. Kamp alanı da deniz seviyesinin biraz altında.

1409201337091

Uçsuz bucaksız Karadeniz, Av yasağı 1 Eylülde bittiğinden balıkçı tekneleri balık tutmak için denize açılmışlar. Karadeniz de nasiplerini tutup limana dönüyorlar. Ufukta balıkçı teknesi.

1409201337101

Tembellik güzel şey, ara sıra yapmalı. Geceki fırtınadan sonra havanın sakin olması iyice cıvataları gevşettim. Sanki bitlerim kabardı.  Öğle yemeğinden sonra biraz çadırda kestirdim. Özlemişim akşam 5’te şekerlemeyi. Akşama kadar eşyaların hepsi kurudu ve bagaj çantalarına yerleşti. Mavi boyalı piknik masasında oturmuş güneşleniyorum. Arkamda bisikletim KUZ ve mavi çadırım. Hepsi de güneş altında.

1409201337121

Kamp yeri gerçekten çok güzel bir yer. Bir tarafında göl, bir tarafında deniz, ayrıca ağaçlar. Doğanın içinde kamp atmışız gibi geliyor. Sezonda kim bilir kaç para ister bir çadır yer için? Kim bilir? Piknik masasında oturmuş, KUZ solda, arkada turuncu büyük bir çadır kurulu ama kimse yok.

140920133713

Ağaçların Yaprakları ve meyveleri duta benziyor ama dut değil. Sakın aldanıp yemeyin. Değişik bir ağaç.

1409201337151

Gün içinde dinlenerek geçtikten sonra akşam yemeği için kasabaya giderek balık ekmek yiyerek karnımızı doyurduk. Akşam için bir kaç bira aldık. Ardından kamp alanına dönüp yanımıza aldığımız biraları içerek sohbete başladık. Şimdi İzmir’e dönüş yolundan nereden gideceğiz diye haritadan bakarak yolumuzu belirledik. Benim düşüncemde Kıyıköy’e uğramaktı fakat kıyıdan yol olmadığı için bu fikirden vaz geçtik. Bu bize 2 gün fazladan yolda olmamız demek. Dönüş yolumuz kabaca Demirköy – Pınarhisar’ın yanından Ahmetbey köyü. Ahmetbey de kasap köftesi meşhur olduğunu söyledi Can. Daha önce yemiş kasap köfteyi. Sohbet ettiğim kişiler de Ahmetbey de kasap köfte yemeden geçmeyin diye tavsiyelerde bulundular. Oradan Muratlı – Tekirdağ , arabalı vapur ile Erdek. Erdek’ten şöyle cetvelle düz bir çizgi çizerek sırasıyla Edincik – Gönen – Balya – İvrindi – Dereköy – Bergama. Çanakkale yolundan Aliağa. Metro ile Alsancak ve sahilden aheste aheste ev. Artık yolda ne olur bilinmez diyerek konaklayacağımız yerleri belirlemedik. Duruma göre nerde akşam orda sabah olacaktı. Bunu yola bıraktık. Yol en iyisini bilir. Böyle çene çalarak akşamı ediyoruz. Artık yatma vakti geldi, birbirimize iyi geceler diyerek çadıra girip tatlı bir uykuya dalıyorum.

Bu gün dinlenme ve tembellik günü olduğu için yol yapmadığımızdan Kilometre falan yok.

Keşan Trakya Bisiklet Turu 12. Gün

12. Gün 13 Eylül 2013 Cuma

Sarpdere – Demirköy – İğneada

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Hala tuzlu akar kanım

İstridyelerin kestiği yerden

Neydi o deli gibi gidişimiz

Bembeyaz köpüklere, açıklara ! “

bir garip Orhan Veli

 

Öne çıkmış olan görsel, kayın ormanı, kalın gövdeli kayın ağacının bir tarafı kesilmiş. Kesilen tarafa oturmuş durumda, sırtımı kayın ağacına dayalı. Koltukta oturur gibi ormanı dinliyorum. Can’ın bisikleti park halinde.

130920133648

Gece hafif yağmur atıştırsa da öyle ıslanacak kadar yağmadı, sadece bir kaç damla diyelim. Hava açmış durumda. Güzel bir güne uyanıyorum, artık çadıra hayatına iyice alıştım. Evin izole ortamı dışında olduğumuzdan sabahları erkenden uykum açılıyor. Telefonumun alarmını beklemeye başlıyorum çadırın içinde. Alarm çaldıktan sonra çadırdan çıkıp toparlanmaya başlıyorum. Bu bana sıradan olmaya başladı. İlk önce tüm eşyalarımı çarçabuk toplayıp bisiklete yükleyerek hazır hale getiriyorum. Ardından sabah kahvaltısını kahvede bir güzel yapıyoruz Can ile birlikte. Kula köyünde aldığımız bal hakikatten harika imiş, Yaşlı amcadan Tanrı razı gelsin.

Bu güne daha bir sevinçle başlıyorum, çünkü bu gün sonunda hayalimdeki hedefe ulaşacaktım; İğneada! Türkiye’nin kuzey batısındaki en uç noktayı görmenin heyecanı içimi kapladı. Ayrıca gezgin Rahman Karataş bana harita üzerinde yol çizerken Dupnisa mağarasına uğrayın mutlaka diye tembih etmişti. Bulunduğumuz Sarpdere köyü mağaraya en yakın olan köydü. Köyde gecelememizin nedeni de Dupnisa mağarasına en yakın köy olması. Mağaraya 5 km var, kahvaltıdan sonra mağarayı görmeye gidiyoruz. Bakalım nasıl bir yer, bilinmez… Sola işaret eden tabelada; Dupnisa mağarası 5 yazıyor.

130920133652

Yol yokuş aşağı, pedal çevirmeden gidiyoruz. Bunun çıkışı olacak elbette, ama bana vız gelir artık yokuşlar. Çünkü yokuşlarda daha çok düşüncelere dalarak yavaş yavaş çıkarak bir bakmışım zirvedeyim. Bir de etrafımı daha çok izliyorum. Saatte 5 km hız çok yavaş olduğundan, ağaçları, çiçekleri, kuşların değişik melodilerini duymak yokuşu hissettirmiyor sanki. Ama daha çok derin düşüncelere dalıyorum genellikle, ne de olsa düşünen hayvanlarız. Yonun etrafı tarlalar sararmış durumda. Can önde gidiyor.

130920133583

Ormanlar yine canlılığını koruyor, şimdiye kadar duymadığım kuş seslerini buralarda etrafımda temiz oksijeni içime derin derin çekerek dinlemek bir başka haz veriyor. Kayın ağaçlarının uzun gövdeleri ormanı oluşturmuş.

130920133584

Vadinin dibine iniyorum, çay şırıl şırıl akmakta. Kuş seslerine su sesi de karışınca orkestra zenginleşiyor birden bire. İniş bitti yolun yarısına geldik, bundan sonra çıkış var sanırım. Önümüzde köprü var, karşıya geçeceğiz.

130920133585

Çay, güneşin ışımasıyla ağaçların resmini, sakince akan suyun yüzeyine yansıması içimin kıpraşmasına neden oluyor. İçimde bu suya karışmak geçiyor ama bilmediğim bir mağara var o beni bekliyor. Sadece resmini çekerek yolumuza devam ediyorum.

130920133586

Köprü beton künkler yan yana dizilerek, üzerine beton dökülüp araçların üstten, suların künk içinden geçmesi sağlanmış. Bisikletim KUZ ve Can köprünün üzerinde.

130920133587

Güneşin ilk ışıkları ağaçların üst kısımlarına vuruyor. Yol neredeyse ağaçlarla kaplanacak. Solda kesilmiş tomruk duvarı. Can ileride gidiyor ormanın derinliklerine.

130920133589

DUPNİSA mağarası herhalde ünlü bir mağara ki yolda tabelalarla mağaraya kadar götürüyor.

130920133590

Geyik resmi görerek resmini çekiyorum, boynuzlarına ilginç şekiller çizilmiş. Bu ilgimi çekiyor. Tabelada geyik başı, boynuzları.

130920133592

Bölgede turizm geliştirilmesi projesi var, yürüyüş parkurları mevcut, İrfan Özden dengesizini buraya getirmek lazım. Acayip dağcı ve yürüyüşçüdür. Tabelada ayrıca burada yaşayan ve güzel melodilerini yol boyunca dinlediğim kuşların resimleri var.

 

130920133593

Mağaraya yaklaşıyoruz, bir açıklığa geldik. Orman etrafı sarmış durumda.

130920133594

Dupnisa mağarasının tabelasını okunacak bir yakınlıkta resmini çekiyorum. Tabelada yazanlar;

DUPNİSA MAĞARASI

Mağaralar yeraltı sularının karstik özellikteki kireç taşlarının eritmesiyle oluşmuş küçük – büyük yeraltı boşluklarıdır. Jura (160 milyon yıl) yaşlı kireç taşlarının içerisinde açılan bu mağara oluşum yaşı Pliyosen 3(3 – 4 milyon yıl) dır. Dupnisa mağara sistemi 2 mağaradan oluşur. Üstteki mağara Kuru Mağara, alttaki ise Sulu Mağara veya Dupnisa Mağarası olarak bilinir Bu iki mağara birbiriyle bağlantılı olup ikisi arasında 30 m. kot farkı bulunmaktadır. Kuru Mağara 900 m. Sulu Mağara 1700 m olmak üzere toplam uzunluğu 2600 m. olup Kuru Mağara sarkıt, dikit, sütun, damlataş yönüyle Sulu Mağaraya göre daha zengindir. Sulu Mağaranın girişinde karstik olarak oluşmuş bir kemer yer almaktadır. Ortalama sıcaklık kuru mağarada 17 °C. sulu mağara ise 10 °C dir. Sulu Mağaradaki bu oluşumlar halen devam etmektedir.

130920133595

Mağaraya giriş ücretli, bir güvenlik görevlisi var. Giriş biletlerini alıp mağaraya doğru gidiyoruz. Bisikletleri kabinin yanına bırakıyoruz, bekçiye emanet olarak. Bir kişi daha gelince Jeneratörü çalıştırıyor bekçi. Burada elektrik yok, mağaranın içi jeneratörden aydınlanıyor bunu anlıyorum mağaraya girmeden. Bilette yazanlar; T:C: Kırklareli il özel idaresi Seri A No 034893 DUPNİSA MAĞARASI Giriş bileti 3 TL Dupnisa mağarasına hoş geldiniz, Çevremizi temiz tutalım ve koruyalım

Giriş 6 Lira olunca iki tane 3 Liralık bilet kesiyor görevli.

130920133677

Mağara azıcık yukarıda, sabah yürüyüşümüzü taze oksijen üreten ağaçların arasından küçük bir dere yatağından yukarı doğru patikadan tırmanarak ilerliyoruz. Can patikada yürüyor.

130920133597

Can bu kez beni çekiyor patikada yürürken.

130920133598

Ve sonunda mağarayı gösteren tabela karışıma çıkıyor. Tabela geniş gövdesi olan ağaca çakılmış. Bakalım bu ünlü mağarada neler göreceğiz. Dupnisa Bulgarca da delik  demek. Mağaranın 3 girişi var. Biri normal aşağıda, biri tepede, biride suyun içinde.

130920133599

Henüz mağaranın içine gelmeden önce kayalardan meydana gelmiş doğal bir kemer var. İlginç bir yapı oluşturmuş mağara önüne. Sanki büyük bir zafer kazanılmış ta mağaranın girişine zafer takı yapılmış gibi.

130920133600

Nihayet mağaranın girişine varıyoruz. Mağaranın girişi bana pek bir dar geldi nedense. Girelim bakalım nasıl bir sürpriz bekliyor bizleri. Mağara girişi demir parmaklıklarla kapatılmış. Kapıdan içeriye girmeden önce bir poz çekiliyorum. Mağara girişi üçgen.

130920133603

Hadi deyip dalıyoruz mağaranın içine. Cep telefonumun kamerasından çekebildiğim kadar iyi çekmeye çalışıyorum. Kimi yerde flaşlı çekim, kimi yerde aydınlatmaların loş ışıklarında flaşsız resimler çekerek yürüyorum. Mağara gerçekten harika imiş, her tarafı sarkıtlar ve dikitlerle dolu. Nereden bakarsan değişik şekillerle karşılaşıyorum. Binlerce değişik poz çıkıyor karşıma, hangisini çekeceğimi şaşırıyorum. Ama sizlere en güzellerini çekip burada yayınlıyorum. Başka bir ortamda henüz paylaşmadım resimleri. İlk defa sizler bu doğal güzelliklere bakıyorsunuz sevgili okuyucularım, çünkü buna layıksınız. İyi seyirler dilerim. Duvar suların tortusu ile kaplı, tabanda su var.

130920133608

Sulu mağaranın girişi olmalı, çünkü az da olsa su çıkıyor kayaların yarıklarından.

130920133609

Duvarda akmış olan suların meydana getirdiği şekilleri tarif etmek imkansız. Sanki perde kıvrımı gibi.

130920133611

Dar bir geçitten mağaranın diğer yanı aydınlatıldığı için görebiliyorum. Geçit yatay şekilde.

130920133618

Kayaların bazı bölümü sert granit ve burada herhangi bir sarkıt oluşmamış. Dibini kumlu toprak kaplamış

130920133617

Yürüdükçe karşıma sarkıt ve dikitler türlü şekillerde karşıma çıkıyor. Bu doğal oluşumları izlemek harika.

130920133619

Değişik sarkıt, dikitler.

130920133620

Sarkıt ve dikit samanla birleşip sütun olmuş tavandan zemine kadar.

130920133621

Sarkıt ve dikitin birleşip sütün olduğu yerde kendi resmimizi de çekelim diyerek ilk önce Can’ın resmini çekiyorum. Can yere oturmuş durumda.

130920133622

Ardından Can benim pardon Mağara Adamının resmini çekiyor. Nerden gördüyse resim çektiğimizi, hemen gelip Mağara Adamı kadraja giriyor. Bir anda ortaya çıktı. (Üzerimde sadece şort pantolon var. Üzerim çıplak ve saçlarım salınık, tıpkı mağara adamı gibiyim) Sarkıt ve dikitlerin içinde poz veriyorum.

130920133623

Tekrar mağarada resimle çeke çeke gidiyoruz. Her taraftan sular damlıyor ve ilginç sarkıt ve dikitleri binlerce yılda oluşturup bize görsel şölen meydana getiriyor. Aydınlatma da iyi yerlere konumlandırarak direk yada endirek biçimde bu güzellikleri bizim görmemizi sağlamış oluyor. Yoksa içerisi karanlık. Bu karanlıkta yarasalar dibimizden geçerek uçuyorlar. Kanatlarının rüzgarını hissediyorum, o kadar yakın uçuyorlar. Belki de bizleri yakından tanımak istiyorlardır bilinmez. Görmüyorlar ama karanlıkta hızlı uçarak radar sistemi ile mükemmel manevralar yapıyor yarasalar. Eh resimlerini çekemesem de yarasaları etrafımda uçtuklarını hissedebiliyorum, bu çok güzel. Mağarayı birlikte geziyoruz yarasalarla. Sarkıt ve dikitler.

130920133625

Yukarıdan kademe kademe sarkıtlar katlar oluşturmuş aşağıya kadar.

130920133626

Tavanda oluşmuş küçük sarkıtlar, rengi beyaza yakın krem renginde.

130920133627

Bir sarkıt dikit ile birleşmiş. Bir sarkıt ise boyu kısa, onbinlerce yıl damlaması gerek dikite kavuşması için.

130920133628

Sarkıt ve dikit birleşip sütun olmuş, duvarda traverten oluşmuş durumda.

130920133629

Burada ise beyaz travertenler aşağıya kadar oluşmuş.

130920133630

Değişik şekilde sarkıtlar.

130920133631

Duvarlar da kireç taşı oluşarak beyaza bürümüş.

130920133632

Mağara 900 metre uzunluğunda, yukarıya doğru çıkıyor. Sonunda mağaranın tepesine çıkıyoruz ve ağzı açık. Güneş göründü, mağara burada bitiyor. Merdivenlerin kıyısında demir korkuluklar var.

130920133634

Mağara ağzında ağaç çıkıp Güneşin aydınlığına doğru gövdesini uzatmış. Ben de ağacın yanında, merdivenlerde poz veriyorum. Cam beni çekiyor.

130920133635

Epey yürüyüş yaptık, biraz dinlendikten sonra inişe geçiyoruz Can ile birlikte. Can merdivenlerden inerken.

130920133640

Mağaranın girişinde pırıl pırıl akan su o kadar berrak ki insanı sarhoş ediyor adeta. Sizlere bunu gösterebilmek için değişik yerlerden görüntüler çekmeye çalışıyorum. Suyun içine vuran ışık çakıl taşlarından yansıyıp ayrı bir güzellik sunuyor bizlere. Sanki cennet mağarasındayım. Seyretmeye doyamıyorum bu güzellikleri. İnsanlar yaşamdan bunaldıklarında gelip bu mağaranı sunduğu güzelliklere kendini bırakıp sakinleşebilir bence. Doğal sağaltım yeri adeta. Kendimi 900 yaş gençleşmiş hissediyorum. Dupnisa mağarasını gezmemizi isteyen gezgin Rahman Karataş’a teşekkür ederim.

İyi ki önerdi. Bir de bu suda yıkanmak isterdim ama kıyamadım bu güzelliğe. Duvarlar beyaz kireç taşı ile kaplanmış, bir karış derinlikte su çakıl taşları üstünde akıyor.

130920133641

Mağaradan çıkan su kendine kanal oluşturup dışarı akıyor. Su lamba ışıkları altında berrak ve temiz, duvarlar ıslak ve parlak beyaz.

130920133642

Hayal dünyası mağaradan çıkıp doğanın kucağına kendimizi bırakıyorum. Sabah güzel bir ortamda harika bir zaman geçirdik görsel olarak. Resimlerin çekilme saatine göre mağaraya 09:24 te girip 09:52 de çıkmışız. 34 dakika da mağarayı dolaştık. Dışarısı duvar biçiminde yüksek kayalıklı kanyon dibinde akan çayın içinden gideceğiz bisikletlerimize doğru.

130920133644

Dere yatağında çınar ağaçları ve ortak olan kayın ağaçları uzun gövdeleri ile Güneş ışıklarına kavuşmaya çalışıyorlar.

130920133645

Doğal kemere geldik, içinden geçeceğiz.

130920133646

Bisikletlerin olduğu yere gelip park etiğimiz bisikletleri alarak yola çıktık. Geldiğimiz yolu tekrar çıkmaya başladık. Ormanın içinde ilerliyoruz, ilginç ağaçlara denk geliyorum. Yan yana çıkmış iki kayın ağacının birini kesilmiş, oturmalık sandalye olunca burada bir müddet sırtımızı dayayıp dinleniyoruz. Can’ı doğal sandalyede otururken çekiyorum.

130920133647

Bu kez ben oturup poz veriyorum doğal sandalyede. Otururken ormanı dinliyorum gözlerimi kapatarak, hem belim biraz kendine geliyor hem de ruhum ormanın sesiyle dinginleşiyor. Bisiklet üstünde sırtımı dayayacak bir yer olmadığından sırtımı ağaca dayamak pek te güzel oluyor. Yaşıyorum anı…  Can’ın bisikleti de yanda. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

130920133648

Bu güzel ormanda insanların çevreye bıraktıkları plastik şişeleri görünce dayanamayıp önüme geleni toplamaya başladım. Hele resimde gördüğünü gidona taktığım 10 litrelik bir damacana. İnsan nasıl kıyar bu doğaya bilmem ki?

130920133650

Ormanın dibinde açılmış tarlada buğday ekilmiş. Buğdaylar sararmış ama henüz biçilmemiş.

130920133651

Sarpdere köyüne vardık, kaldığımız yerden yola devam ediyoruz. Bu günkü hedefimiz Demirköy – İğneada. Sarpdere köy tabelası ve alın duvarı ve çatısının yarısı dökülmüş briket ev.

130920133654

Köyün ilkokulu, öğrencisi az olunca terkedilmiş okul. Köylerde çocuk kalmamış sanki, okuyacak çocuk bulmak zor. Böyle olunca taşımalı sisteme geçilmiş, Yalnız okulu böyle görünce içim sızlıyor nedense. Çocuk sesi olmadığı zaman boşluğa düşmüş gibi geliyor bana. Şimdiye kadar geçtiğimiz bütün köylerde aynı manzara, okullar kapanmış. Bence burada çocuklar okumalı, bir çok öğretmen açıkta bekliyor. Hem öğretmenlere iş olanağı hem de çalışan öğretmenlerin kalabalık sınıflardan kurtarıp yükü azaltılmış olurdu. Öğretmenler öğrencilerle daha iyi ilgilenir ve öğrencilerin içindeki cevherler ortaya çıkardı. Kalabalık sınıflarda çocukların cevheri ortaya çıkmıyor maalesef. Şanslı olan bir kaçı hariç. Sadece kuş sesleri okulun bahçesinde duyuluyor, ama kuşların sesi bile hüzünlü… çocuk sesi olmadan…. Beş pencereli, bir kapılı tek katlı okul binası. Bahçede Atatürk büstü kaidenin üzerinde.

130920133653

Yol kıyılarında hazineler var, ben de hazineleri toplayıp yoluma devam ediyorum. Hazine dediğim yol kıyısına gelişigüzel atılmış plastik şişeler. Plastik şişeler yolu çirkinleştiriyor.

130920133655

Nedense her yol ayrımında  köy tabelalarını görmek mümkün. Hangi köye gideceğimizi, kaç km kalmış her bir tabelada yazıyor. Kolay kolay kaybolmazsın buralar da. Yolumuz Demirköy yolu, Fatih Sultan Mehmet Ünlü topları Demirköy de döktürmüş. Sola; Gökyaka 2, sağa; Balaban 9, Sola; Yiğitbaşı 13, Demirköy; 19 yazılmış alt alta.

130920133656

Çeşme görünce kısa molalar vermeden geçmiyoruz, ne de olsa suları devamlı olarak tazeliyorum. Biraz da dinlenip enerjimizi depoluyoruz Can ile birlikte. Çeşmeyi yaptıran krom boruyu yandan çıkarmış. Açma kapama musluğu yok. Çeşme devamlı akıyor, su bol nasıl olsa. Musluk olmaması bence çok iyi. Yolda topladığım plastik şişeleri arabanın penceresinden atan, çeşmeye de zarar verme olasılığının yüksek olduğunun belirtisi olarak görüyorum. Çeşmeyi yaptırana dualarımı edip minnetimi su içerek veriyorum. İç duvara, mermerde yazılanlar; Hacı Muşka Suliç Hayratı 2002 Oğlu Şakir Bilir tarafından yaptırılmıştır.

130920133659

Ben sularımı doldururken Can da beni bekliyor. Yol kavşağındayız. Bisikletlerimiz park halinde.

130920133658

Ormandaki ağaçlar giderek sıklaşıyor, yol da sessiz. Araba pek geçmiyor, o yüzden aheste aheste gidiyorum. Ağaçlar neredeyse yolu kaplayacak.

130920133660

Sağ tarafımda Çay akıyor, çayın kıyısında inek sürüsü var. İneklerin kimisi suyun içinde susuzluğunu gideriyor. Kimi otlamaktan yorulmuş dinleniyor geviş getirerek.

130920133662

Ağaçların arasından son anda bir köprü görüyorum. Hemen durup resmini çekiyorum. Eski köprü olsa gerek. Köprü kalın kütüklerden yapılmış, kütükler gürgen. Gürgen ağaçlarının sağlam ve dayanıklı olduğunu bilirim. Isıya ve suya, aynı zamanda iklim şartlarına dayanıklı bir ağaçtır. Kendim bilirim gürgene çivi çakarken demir çividen yongalar çıktığını görünce hayretler içinde kalmıştım. Bir kaç çivi eğrilmeden çakamazsın gürgene. Asfalt yol yapılmadan önce ağaç köprü kullanılıyormuş.

130920133664

Yolun tadına doyamıyorum. Her taraf yeşil, gökyüzü mavi, pamuk bulutlar. Bulutlar derken biraz büyük mü ne? Uzun süredir hiç bir şeyden haberdar değilim. Bu günün, yarının yağıp yağmayacağını bile kestiremiyorum. Zaten önemi de yok benim için, nasıl olsa yoldayız. Yolda olmak bana yetiyor, yağmur yağsa ıslanırım en azından bir duş olur benim için. Sonrada kururum olur biter, dert etmeye değmez.

130920133665

Hazinem giderek çoğalıyor gördüğünüz gibi. Aslında poşete doldurup çöp olan yere taşımak daha iyi olurdu. Böyle şimdilik idare ediyorum. Yalnız böyle plastik şişeleri toplayacağım derken İğneada’ya geç girebilirim. Zaman kaybediyorum yolda, ama ne yapayım dayanamıyorum ormanın kirlenmesine. Ön bagajdaki çantaların üstü pet şişe dolu.

130920133667

Yol kıyısındaki böğürtlenlerin tadına bakmadan geçmiyorum. Böğürtlenler İzmir de ki gibi küçük değil,  buradakiler daha iri. Havaların sert geçmesi ve karlı kış günlerinin olması böğürtlenlerin iri olmasına neden oluyor. Çünkü böğürtlenler ayılar için ve ayılar kış uykusuna yatabilmesi için çok iyi beslenmeleri gerek. Tabi ki diğer canlılar için de geçerli bu durum.

130920133669

Küçük bir çay yatağı, çayda sular şırıl şırıl akıyor. Kenarları ağaçlarla kaplı.

130920133670

Küçük köylerden geçiyoruz Sanki mahallenin bir sokağından geçiyormuşum gibi. Çok az ev görüyorum. Gündüz köylüler işinde gücünde olduğu için kahveler kapalı. Biz de durup çay içemediğimize göre köyü durmadan geçiyoruz. Balaban köy tabelasını çekiyorum.

130920133671

İğneada’ya pek bir yolumuz kalmamış 34 km kadar. Sola; Demirköy 10, İğneada 34, Sağa Pınarhisar 38 olarak tabelalara yazılmış.

130920133672

Meşe ağacının tabelasını görünce resmini çekiyorum. Meşeler değerli ülkemiz için. Anlamadığım bir şey dikkatimi çekiyor, müdürlük neden İstanbul da? Kırklareli’ndeyiz. Sarı tabelada; 293 U.K. Meşe (Quercus Cersis) Tohum Meşceresi Bölge Müd. : İstanbul, İşletme şef. : İstihkamtepe, Genel alanı : 44,0 Ha., Seçim yılı : 1984, İşlt. Müd. : Demirköy, Bölme no : 132, Nüve alanı 3,00 Ha. Rakım : 450 mt

130920133673

Ormancılar ormanın içinden yaşı gelmiş ağaçları keserek hem kereste olarak faydalanıyoruz hem de ormanın içinde genç ağaçların yetişmesine yer açıyorlar. Bilinçli yapılan kesimler orman için iyidir, katliam yapmadan. Tomruklar istiflenmiş bölüm bölüm. Bir çok istif var.

130920133675

Nihayet Demirköy’e geliyoruz, nüfus biraz az. Herkes İstanbul’a kaçmış anlaşılan, burada pek iş yok anlaşılan. Adından anlaşılacağı üzere burada demir çıkıyor ama herhangi bir sanayi görünmüyor. Aslında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u almak için burada büyük, devasa toplar döktürmüş. Yani dökümhane varmış bir zamanlar. Nedense döküm işi ilerlememiş, sanayi İstanbul’da olunca millet gurbete çalışmaya gitmiş. Nüfuz o yüzden az, Kırklareli’nin bir ilçesi. Tabelasını çekiyorum; Demirköy, Nüfus : 4400 Arkada tek minareli, yüksek cami var.

130920133680

Dökümhane 4 km ve Can’ın dediğine göre dökümhanede hiç bir şey yokmuş. Dökümhaneye gitmeden yola devam ediyoruz. Demirköy’de bir şeyler atıştırıp soda ve çay içerek biraz dinleniyoruz. Zaten yolumuz da az kaldı. Tabelada yazılanlara göre; Demirköy Dökümhanesi 4, altta bir tabelada daha aynı yazılmış; Demirköy Dökümhanesi 4, Altında Sivriler 12 yazılmış. Tabelalar sağ tarafı işaretlemiş.

130920133678

Demirköy’den diğer köylere olan uzaklıkları gösteren tabelalar. Hamdibey 4, Yeşilce 18, Boztaş 21, Karacadağ 24, Yiğitbaşı 28 Kilometre mesafede olduğu belirtilmiş. Hepsi de sol tarafa gidiyor.

130920133679

Böğürtlenler gerçekten nefis ve yol kıyısında da başka yiyebileceğimiz meyve ağacı yok. Artık böğürtlenle idare ediyorum, nasıl olsa yol kıyısında bolca var.

130920133681

Çam ağaçları kalem gibi, düzgün ve uzun. Boyları 15 metreyi geçiyor. Kış sert olunca bu tür çam ağaçlarını görmemiz mümkün buralarda. Karadeniz iklimi ege iklimine benzemiyor. Egede, daha çok deniz seviyelerinde kara çam var. Çamlar böyle düzgün kalem gibi bulamazsın İzmir’de. Yol arkadaşım Can önde aheste aheste gidiyor, ben sürekli resim çekecem diye durunca bana ayak uydurmak için sık sık beklerken görüyorum.

130920133682

Buralarda yol kıyısında ki ağaçların kesildiğini görüyorum. Büyük bir ihtimalle yolu genişletme çalışmaları yapılıyor. Duble yol da yapıyor olabilir. Bildiğim kadarıyla İğneada’ya nükleer santral yapacaklar ve bu yol onun için yapıyorlardır. Eğer gerçekten yapılırsa nükleer santral buralara yazık olacak. Tamam enerjiye ihtiyacımızın var olduğunu biliyorum ve güçlü olmak için enerji kaynakları kontrolümüzün altında olması gerek. İnsanları sürekli enerjiye ihtiyaç duymaları böyle nükleer santralların yapılmasına gerek duyuyor devletimiz ama nükleer santral yapmadan başka temiz enerji üretime daha çok ağırlık vermeliyiz. Yakın zaman da Japonya’da ki büyük depremin ardından Japonya gibi dev teknolojiye sahip ülke bile nükleer santralinde oluşan radyasyon kaçağını önleyememiştir. Japonya’da ki radyasyonun etkileri daha çıkmadı ortaya ama Çernobil kazasındaki etkilerini Karadeniz kıyısında ki ülkeler çok etkilendi ve hala da etkilenmekte. Yapmak kolay ama kontrolü zor bir üretim biçimi. Japonya bile kontrol edemedikten sonra !!! bizim nasıl kontrol edeceğimizi varın siz düşünün. Karadeniz devamlı rüzgar alan bir yer. Buralara daha çok rüzgar türbinleri kurulsa daha iyi olur nükleer santral yerine. Ben böyle düşünüyorum. Kesilmiş ağaçların gövdeleri yol kıyısında yatırılmış.

130920133683

Ben resim çektiğim halde bazen Can geride kalıyor. Eh arada onun resmini de çekiyorum, yol arkadaşım Can Küçükler seninle yolda olmak çok güzel iyi ki varsın. Yavaş gittiğimizden kaskını çıkarıp gidona asmış.

130920133685

İnsan yolun hiç bitmesini istiyor ormanın içinde pedal basarken. Çok şanslıyım, buraları gördüğüm için. Hele bisikletle gelmem daha bir heyecan kattı bana. 12 gün dinlenmeden yoldayım ve kendimi gayet dinç hissediyorum. Yol orman içinde kıvrılıyor, nereye gideceğim, neler var önümde bilmeden.

130920133686

Bazen yol uzayıp gidiyor ama bir yere kadar. Orman kapatıyor geleceği.

130920133688

Derenin ismi dikkatimi çekti ; Madara deresi, tabelada öyle yazıyor.

130920133689

Kavak ağaçlarını görünce yerleşim yerine yakın olduğumuzu anlıyorum. Kavak ağacı tek başına ormanın içinde yetişmez. Diğer ağaçlar kavağın yetişmesine dahi izin vermez. Sadece insanlar dikip yetiştiriyor. Tohumlu bitki değil, çubuk ile çoğaltılıyor kavak ağacı. Sanayi ürünü, kağıt, kibrit gibi ürünler elde ediliyor. Haliyle köylüler köye yakın yere dikiyor kavakları. Bir de kavak yelleri vardır bilir misiniz. Kavakların boyu uzun olur 10 – 15 metre civarında. Bu kadar yükseklikte yel biraz fazla olur zemine göre. Bu yüzden ağacın tepesindeki yapraklar hışırdar. Aşağıda yapraklardan ses gelmez. Hal böyle olunca dünyayı umursamaz, uçarı, yükseklerde olmayı seven, derdi tasayı sevmeyen kişilere söylenir;  “Başında kavak yelleri esiyor” diye.

130920133690

Eh İğneada deresine gelince Hedefimize yakın olduğunu hissediyorum. 935 km olmuş dile kolay.

130920133691

İğneada tabelasını kısa süre sonra görüyoruz. Tabelanın önünde hatıra resmi çekerek buraya kadar geldiğimizi belgelemiş oluyoruz böylece. İlk önce Can’ı tabelanın önünde çekiyorum bisikleti ile.

130920133694

Sonra Can beni çekiyor KUZ ile tabelanın önünde.

130920133693

İşte Türkiye’nin kuzey batısı, uç nokta ve Karadeniz ; tüm muhteşemliği ile karşımda. Karadeniz’in  poyrazı ve kuvvetli rüzgarın savurduğu hırçın dalgalara karşı koyamayan sahil karaya doğru büyük bir kumsal oluşturmuş. Böylece denizin karaya olan çizgisinde kumsal yığılınca kara alçakta kalmış. Bununla birlikte derelerin de alüvyonları getirmesi ile denizin dere ile ilişkisi kesilmiş. Deniz seviyesi kıyıdaki göletlerden daha yüksek. Soğuk ve sert iklime dayanıklı bitki örtüsü de zengin olmuş. Kıyı boyunca çoğu yer deniz seviyesi altında olunca buradaki ormanlara Longoz ormanları denilmiş.

Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan bir özel ekosistemdir. Aşağıdaki sitede detayları okuyabilrsiniz.

http://www.longozukoru.org/longoz/detay/LONGOZ/13/6/0

Çadır kurmak için uygun bir yer aramaya başladık Can ile birlikte. İğneadanın en ucuna kadar gittik. Uçta bir liman var, uygun bir yer var mı diye büfeye soruyoruz. Pek iç açıcı bir yer değil burası. Ben de hazır gelmişim buraya kadar şortumu giyip Karadeniz’in az tuzlu sularına bırakıyorum. Daha önce Kastamonu’nun Cide ilçesinde Karadeniz de denize girmiştim. O zaman yanımda mayo, şort  olmayınca kot pantolonla girmiştim.  Biraz yüzdükten sonra giyinip Hava kararmadan çadırlara yer ayarlamamız gerek. Deniz ve kumsal, karşıda yarımada. Karadeniz bu gün sakin görünüyor.

130920133695

İşte Longoz ormanları, ormanın tabanı deniz seviyesi altında. Bulutlar çoğalmaya başladı mı ne, sanki yağacakmış gibi. Hava da zaten lodos esiyor. Gece yada yarın yağmur yağabilir. Longoz sık bir ormana dönüşmüş.

130920133696

Bakına bakına İneada’ya kadar geldik. Çadır kurmak için piknik yerleri vardı. Akşam yemeği için ilk önce kasabaya gidip karnımızı doyurmaya karar verdik. Nasıl olsa bir iki yer gözümüze kestirdik. Geri gidip kamp kurarız. Kasabada yol kıyısında balık ekmek pişiren bir lokanta görünce oturup yarım ekmek balık ısmarladık. Birer tane de bira ile yorgunluğumuzu aldık. Lokantanın ismi Marmara Çağdaş çorba köfte salonu, sahibi de Mehmet Özgüner. Kendi deyimiyle Gezi olaylarından sonra Çapulcu adını takmış. Atatürkçülüğü ile övünüyor.  Balık ekmeğimizi yerken çapulcu Mehmet ile sohbet ediyoruz. Zaten bizden başka müşterisi de yok. Kendisine ait kampingi olduğunu söyleyerek orada çadır kurabilirsiniz diyor. Duş ve tuvaleti de varmış, daha ne olsun, yol her zaman yardım ediyor insana. Kampingin  adı da Çapulcu Kamping, Erikli gölü mesire yerinde. Çapulcu Mehmet bize yeri tarif ediyor. Biz yeri tahmin ediyoruz, bakınırken görmüştük kamping yerini. Karnımızı doyurduktan sonra kamp alanına giderek çadırları kuruyoruz ağaçların altına. Can bir bira daha içerken sohbet ediyoruz. 12 gündür yoldayız bisiklet üstünde. Ertesi günü burada dinlenmeye karar veriyoruz. Nasıl olsa acelemiz yok ikimizin de. Gece ilerleyince çadırlarımıza girip yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 66 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc