Etiket arşivi: başak bulut

Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 2. Gün

12 Kasım 2016 Cumartesi

Kahve Günü

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken…

Ne güzel şey hatırlamak seni :

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…

içimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti…

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, Kahve takımları önümde, etrafımda kahve severler. Topluca resim çekiliyoruz. 20 Kişi varız.

Güne güzel sürprizlerle başlamak için sabah aynada kendine bakıp selam vereceksin. Aynadaki görüntüne tebessümle bakarak “Güzel bir gün olacağı kesin, kendime merhaba ve Dünya’ya merhaba. Güne nasıl başladıysam akşamda öyle yatayım. Sürprizler beni bulsun” diyerek güne başladım. Evdekiler henüz uyanmamış, hava soğuk, o yüzden kahvemi içeride içiyorum. İstanbul da kaloriferler yanmaya başlamış çoktan. Ev halkı uyanıyor bir süre sonra. Kahvaltıyı hep birlikte yaptıktan sonra bisikletleri ve kahve takımlarını arabaya yükleyip sahile, kahve etkinliğini yapacağımız yere Oğuz bizi getirip bırakıyor. Daha önce keşif yapmadığımızdan uygun bir yer aradık. Kendimize uygun yeri belirleyip oturuyoruz. Tam da burun sayılır deniz kıyısında.

Kahve için henüz gelen yok, o yüzden deniz kıyısında geziniyorum bir süre. Etkinliği İstanbul boğazında yapmayı tasarladım ilk önce ama boğazda böyle bir yeşil alan yok. Bostancı Sahil komple yeşil alan, yürüme yolu, çimenlik, bisiklet yolu ve kıyıda hiç bir yapı yok. İstanbul’un boğucu kent yapısından kurtulmak için Bostancı sahil şeridine geliyor insanlar. Burası ufku geniş bir yer, önü deniz ve açık. Alabildiğine gök yüzünü görebilirsin. Nefes almak için ideal bir yer burası. Benim de kahve yapacağım yerde iyot kokusu olmalı.

Marmara denizi alabildiğine açık, bir kaç gemi görünüyor uzaklarda. Solda adanın bir tarafı görünüyor. Kıyıdaki beton duvarın üstünde siyah – beyaz bir kedi oturmuş. Kımıldamadan öylece bakıyor, duruşunda güne iyi başlamanın zarafeti var. Karnı tok olmalı. Seyrek bulutlardan geçen Güneş ışıkları kedinin gölgesinin oluşmasına yetiyor.

Hava açık değil, bulutlu ama bulutlar yüksek. Ara sıra bulutlar seyrekleşiyor. Sanki bir tül perdeyi gök yüzüne atmışsın da bazı yerleri kıvrılıp toplanmış. Deniz kıyısında tek bir ağaç yalnız kalmış. Ağacın gövdesi ışıktan kara görünümünde. Sanki yerden bir kol yukarı uzanmış ve parmaklarını birleştirip yana doğru uzatarak avuç içini yere bakacak şekilde duruyor. Parmakların üstünde dallar fışkırmış yukarıya doğru. Yalnız ağacın yanında, yalnız bir kadın durmuş düşünüyor.

İlk olarak Ferdimen geliyor bulunduğum yere. Geleceğimi bildiğinden erkenden çıkmış yola. Çorlu dan İstanbul’a çabuk gelmiş ama İstanbul da daha çok zaman harcamış buraya gelebilmek için.  Gelirken de bana hediye verdi. Katlanır çatal, bıçak, kaşık takımı. Elime aldığımda çok işime yarayacağını hissedip sevindim. Artık turlarda kullanabileceğim pratik, az yer kaplayan yemek yeme setine sahibim. Ferdimen’e teşekkürlerimi sundum bir kahve yaparak. Bir takım da Şafak Omaç için verdi. Artık İzmir de veririm. Çok düşüncelidir bu konularda Ferdimen, ne istediğimi, neye ihtiyaç olabileceğini önceden kestirip sürprizler yapmayı sever. Bu da günün ilk sürprizi. Güne iyi başlamanın değeri bu “Kendine selam vereceksin güne başlarken.” Ben de Ferdimen’e çantaları verip emanetten kurtuluyorum.

Ben dizlerimin üzerine oturmuş Ferdimen’in verdiği hediyeyi inceliyorum. Altımda mat serili, Ferdimen de bağdaş kurup oturmuş bana bakıyor. Önümde kahve ocağı, şekerlik, cezve, kahve değirmeni, rüzgar koruyucu yuvarlak levha. Su şişem çuvalın içinde. Arkada bisikletim KUZ turuncu çantalarımla duruyor. Çantanın yan yüzeyinde urimbaba’CAN yazısı.

Artık yavaş yavaş gelmeye başladılar. İstanbullu Doğan Güler etkinliği duyup gelmiş kahve içmeye. O da yanımıza oturup sohbete katıldı.

Dilek pek yere oturmasını sevmediğinden katlanır bez sandalyesini getirip yanımızda oturdu. Ferdimen de kendi prodüksiyonunu yapmak için kamerası elinde hazır tutuyor.

Birer ikişer gelmeye başladılar. Kiminin haberi vardı, kimisi de geçerken bisikletli kalabalığı görüp ne yapıyorlar diye meraktan durup aramıza katıldı. Yerde dört kişi oturmuş sadece dilek ayakta oturanlara bir şeyler anlatıyor.

Büyük taarruz bisiklet turunda tanıdığım Dilek Kırkıcı bisikletiyle geldi. Sadece bir günlük tanışmamız yetti demek ki. Duyunca bisikletine atladığı gibi yanımıza gelerek sürpriz yaptı. Dilek bisikletin üzerinde iken resmini çekiyorum.

Elbette eşi ile birlikte geldi Dilek. Mehmet Kırkıcı, bisikletinden inip selam veriyor. Altmış yaşını çoktan geçmiş ve kalp ameliyatı geçirmiş birisi olarak bisikletin üzerinde onu görmek güzel.

Günün en büyük sürprizlerinden birisi ise masalcı esmavi’nin gelmesi. Beni o kadar sevindirdi ki anlatamam. İş yerinden benim için kavga dövüş aylar öncesinden izin almış bu gün için. İstanbul mega köyde beni yalnız bırakmadığı için teşekkür ederim sevgili Esma, bildiğimiz masalcı esmavi. Güzel sesinden güzel masallar dinleyeceğiz esmavi den. Boynuna da ona özel aldığım mavi şalı da takıp gelmiş. Ne mutlu bana böyle güzel dostlarım var. Hazine torbamı da yapan esmavidir. Bana öyle bir hazine torbası yaptı ki görünüşte küçük olsa da dünyaları sığdıracak büyüklükte. Hatta Güneş sistemindeki tüm gezegenler ve güneşi de alacak kadar büyük, geniş ve derin. İşte bu hazine torbam da dostlarımı biriktiriyorum. Yaşadıklarımı ve hikayelerimi de içine katarak.

Yakından bir resim çekiliyoruz esmavi ile. Beyaz çizgili renkli mintanı, boynunda mavi şalı. Güneş gözlükleri gözünde takılı. Kestane rengi saçlarına güneş vurmuş pırıl pırıl. Bende ise kare desenli gömlek, rengi solmuş lacivert yeleğim. Başımda da kırmızı renkli buff.

Esmavi İzmir den arkadaşım Zeynep Nuray ile birlikte geldi. Zeynep Nuray’ın bir ayağı İstanbul da. İzmir de bir çok kez kahve içmeye gelmişti, İstanbul’da da kısmet oldu kahve içmeye. Sanırım Ferdimen haber vermiş olmalı, Salih Gülbahar da geldi kahve etkinliğine. Hep birlikte oturup resim çekiliyoruz.

Salih, Ferdimen, Zeynep Nuray, ben ve esmavi. Arkada ayakta da Mehmet Kırkıcı.

Sevgili dostum Ahmet Mumcu da aramıza katıldı. Günün sürprizlerinden birisi ressam Kerem Fidan, nam-ı diğer Çizer Gezer bana kendisine ait suluboya Atatürk portresini camlı – çerçeveli hediye etmesi. Atatürk hiç bir zaman kalbimizden silinmez duygusu hep içimde. Kendisine özel olarak teşekkür ederim. Koleksiyonumda yerini alacak.

Çizer Gezer Atatürk resmini verirken birlikte resim çekiliyoruz.

Etkinlik herkese ulaşmıyor, duyan gelip kahveye ve sohbete katılıyor. Bu arada havlu satışları da yapılıyor. Sağ olsun gelenlerin hepsi havludan alıp desteğini esirgemedi. Urim Baba’nın Kahvesi patentine destek olanların isimlerini kayıt etme işini Esmavi yaptı.

İstanbul da havlu alan destekçilerin isimleri; Beyhan Yeniceli, Sancak Aydın, Faruk Atçeken, Adnan Özzaim, Yalçın Pekmezci, Salih Gülbahar, Ferdi Kızıl, Esma Eser, Merih Güldür, Sevinç Aksüt, Gülay Çamurdan, Behzat Işık, Rüştü Berber, Duygu Kırkıcı, Mehmet Kırkıcı, Gülsemin Özgen, Hakan Gener, Tezcan Şahin, Taner Aylar, Ümit Altay, Kerem Fidan, Tülin Fidan, Nur Kılıçay, Elif Köseoğlu, Başak Bulut, Rahman Karataş, Ahmet Mumcu, Seçil Zor, Dilek Koçyiğit.

Öğleden sonra Başak Bulut ve Rahman Karataş geldi, büyük gezginlerden. Uzun zamandır görememiştim. Dostları görmek, hasret gidermek gibisi yok. Moralim çok yüksek ve bu bana doping yapacak gibi. Yarın koşacağım kıtalar arası Avrasya Maratonunu sondan birinci olarak rekor kırabilirim. O derece yani.

Hazır bu kadar kalabalık toplanmışken 20 kişi birlikte resim çekiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kahvem bol, o yüzden sıkıntı çekmiyorum, çırağım Ferdimen sürekli olarak kahve çekiyor değirmende. Böylece Bostancı sahilini kahve kokusu sarıyor. Kahve takımlarım içinde tüm cezveleri mi de aldım. Ayrıca dört fincan da ilave olarak sekiz fincan var. Duruma göre kahve yapıyorum. Kalabalık olursa en büyük beş kişilik cezvede, yada dört kişilik cezvede kahve pişiriyorum. Birer ikişer geldi mi iki fincanlık yada tek fincanlık cezvede da kahve pişiriyorum. Gelenleri fazla bekletmek olmaz. Hemen kahve pişirilip anında sunuyorum. Kahve her zaman beleş, parayla satılmaz. Sadece fal bakılmaz. O yüzden yanımda fincan tabağı taşımıyorum.

Ferdimen değirmeni çevirirken, tüplü gaz ocağım, şekerlik, cezveler, kahve çekirdeği kavanoz, dört kahverengi fincan desenli fincanlar, dört Atatürk imzalı fincan ve kahve kutum resimde görünüyor.

Kahve takımlarım yerde, bisikletim KUZ ile birlikte resim çekiliyorum. Turuncu çantalar, tabelam seleye asılı. 10 Litrelik su şişesi iki tane ve Ferdimen’e getirdiğim mavili siyahlı çantalar.

Tanıdığımdan çok tanımadığım arkadaşlar da kahvemi içiyor. İsim hafızam zayıf olduğu için tanışsam da isimleri bir türlü aklımda kalmıyor. Bu durumu artık dert etmiyorum. Yanıma gelerek “Merhaba Urim Baba” diye ismimle hitap etmelerine karşılık isimlerini bilemediğimden özür dileyince onlar da önemli değil. “Bizi tanımaman doğal, bizler seni tanıyoruz ya, bu bize yeter” diye cevap vermeleri bana yetiyor. Sevindiğim taraf sayamadığım kadar kişi beni tanıması. Her ne kadar isimleri aklımda kalmasa da hepsini seviyorum ve hazinemde yerlerini alıyorlar.

Resimde yeni gelenlere kahve pişmiş olarak fincana dökerken Doğan Güler elçek resim ile çekiyor. Çimenlere dört kişi oturmuşuz.

Akşam güneş batasıya kadar sahilde oturup kahve yaptık, sohbet ettik. Dilek dün yaptığı poğaçaları ikram ederek karnımın açlığını giderdim. Sabahtan akşama kadar da aç durulmaz ya. Dilek bunu düşünüp hazırlık yapmıştı bile, kendisine çok teşekkür ederim. Böyle düşünceli dost pek bulunmaz. Normalde İzmir de kahve yaptığım İnciraltı kent ormanı, Çakalburnun da güne ufka yaklaşırken bir yumruk boyu anında yanımda kimse olmadığından toparlanıp eve gidiyorum. İstanbul da durum başka, Güneşi batırmak gerek. Kısa kış günlerine yaklaşırken Güneş erkenden ufka yaklaşıyor. Tam batarken resmini çekiyorum Marmara denizin de. Bulutlar üzerimden batan Güneş’e doğru uzamışlar parça parça. Sadece ufuk Güneşten dolayı kızıla boyanmış durumda. Gri bulutlar denize rengini vermiş.

Cep telefonumdan dijital zom yaparak denize kavuşmuş Güneşi tüm kızıllığı ile çekiyorum. Resim karesi tamamen kızıla boyalı. Sadece Güneş tüm haşmetiyle sarı renkte. Günü böylece bitiriyorum ve hava kararmadan toparlanmaya başladım.

Ferdimen’in çektiği video

Kader ağlarını örerken iyi örüyor benim için. Hazinemde biriktirdiğim dostlar olmadık yerde karşıma çıkıyor ve ağlarını ören kader beni onlarla karşılaştırıyor. Benim planladığım Kadıköy de oturan yeğenimin evinde kalmak, sabah ta erkenden Avrasya maratonunun başlangıcına gitmek. Başlangıç yeri Asya tarafında olduğu için düşüncelerim buydu. Ama kader işte, kahve içmeye gelen Başak ve Rahman beni evlerine davet ettiler. Bu gece bizde kal diye. Evleri de köprüye daha yakın olunca benim için bulunmaz bir fırsat diyerek kabul ettim tekliflerini. Hem birbirimize anlatacak çok hikayelerimiz var.

Fazlalıkları Dilek’e verip gerekli olanları alıyorum sadece. Başak ve Rahman ile birlikte İstanbul’un bin bir sokaklarında bisiklet sürerek büyük bir labirentte bisiklet sürdük. Araçların arasından kolayca sıyrılıp oturdukları eve geldik. Hepimiz tecrübelerimiz sayesinde binlerce aracın içinden geçip gittik hedefimize doğru.

Kendi yaptığımız akşam yemeği ile karnımızı doyurduk beraber. Oturdukları daire yüksek bir binada 12. katta. Katın yüksek olması pek etkilemiyor çünkü diğer binalar da aynı boyutlarda olduğundan sanki normal evlerdeymişiz gibi hissettim. Rahman eve gelir gelmez gidona bir çanta takıyor sormadan. Elinde varmış ve paylaşmasını da sevdiğinden hediye ediyor. Ben de Az bilinen antik kentler bisiklet turunda verdiğimiz ilk bufflardan kırmızı renkli olanı hediye ediyorum. Bu kırmızı renkli buff en değerli eşyam ve artık elimizdeki son örnek. Teşekkürlerimi sunup sohbete dalıyoruz.

Önümüzde dünya haritası ve hayallerimizi dünya haritası üzerinde kuş bakışı paylaşıyoruz. Başak ve Rahman 700 bin Km diye bir hayalleri var. Yaşamları boyunca hedefledikleri 700 bin Kilometreyi yapmak. Harita üzerinden ülkeleri dolaştık, rotalar çizdik hiç bir sınır tanımadan. Benim hayalimde olan Amerika dan Asya’ya Berrin boğazın dan buzların üstünde bisiklet sürerek geçmek. Onlara bu rotayı çiziverdim. Zaten başlangıç olarak Arjantin’e gidip en güney kara parçasından başlamak. Amerika kıtasını boydan boya geçip Kanada’ya ulaştıktan sonra kış aylarında donan Berrin boğazını geçersiniz dedim. Yapılmayacak bir hayal değil.

Rahman Karadenizli Laz ve kemençe çalmasını çok iyi biliyor. Daha önce birlikte çok türküler çalıp söyledik. Gecemize renk kattı Rahman birkaç türkü çalarak. Beraber şarkılar türküler söyledik kemençe sesiyle.

Resimde masanın üzerinde Dünya haritası serili, üzerinde kemençe yatık durumda. Benden aldıkları Urim Baba’nın Kahvesi işli havlu da kemençenin altında.

Haliyle kahveleri her zaman olduğu gibi ben pişiriyorum. Masanın üzerinde Dünya haritası serili, önünde Urim Baba’nın Kahvesi işli havlu katlanmış olarak duruyor. Kahvemin köpüğünde ise tek gözlü ağzı açık bir gülümseme görünüyor.

Kahveleri masanın etrafında içerken Rahman fotoğraf makinesi ile zaman ayarlı otomatik çekim yaptı. Duvarda daha büyük Dünya haritası tavan lambasının ışığında parıldıyor. Sohbetimiz kahveden daha tatlı.

Sohbet ve hayaller bitmiyor, eski yaşadıklarımız maceralar, yapacağımız turlar konumuz oldu hep. Gecenin ilerleyen saatinde saatimin alarmını 05:30’a ayarlayıp yatıyorum. Bugün dostlarımla buluşmanın heyecanı, yeni arkadaşlarla tanışma ve en önemlisi yarın koşacağım Avrasya maratonu içimde çok heyecanlı olarak uyumaya çalışıyorum. Bakalım sabah ola hayrola.

Keşan Bisiklet Festivali 5. Gün

6 Ekim 2013 Cuma

Keşan – Şükrüköy – Gökçetepe kamp alanı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

TEKER İZİ

Bisiklet. Yeniden doğmaktır

Rüzgarın tarağı

Güneşe gülmek

Her bastığında pedala

Doğanın kalbinde var olmak

 

Bisiklet… aşk tır

Çiçek demeti sepetinde

Kelebekle yoldaşlığın,

Pedalındaki çamur

Bacağındaki zincirin dövmesi

 

Bisiklet candır…

Tanışamadığın dostun

açık mavi renginde

yaşlarla gözlerine gömdüğün

 

tolgadır belireveren karşında…

içini ısıtan nayıf yürek

heyecanını paylaştığın

boğazına takılan yutkunun

 

çağataydır yola dökülen…

Işıklı asfaltta,

Kaçıp meçhule gark olan

zorbaya kaptırdığın

 

merildir ağaca sevdalı…

gelin gibi beyaza boyanıp

bağlanır sevdalısına mektebinde

gözyaşlarından ip ile

 

onurdur karanfillere bezenen…

gönüllere zincirlenen

mumlarla yanan

hayaletidir  vicdanlara haykıran

 

bisiklet yaşatmaktır inadına

tanışamadığın  akrabalarınla

yeniden doğmaktır

bıraktığın teker izinde…

…………………esmaeseraçıkgöz…

 

Son zamanlarda bisikletçi arkadaşlarımızı trafik terörüne kurban verdik ve bu bizleri üzdü. Bu yıl Keşan Dağ Bisiklet Festivali formaları DOÇEK ekibini aldığı kararla siyah beyaz olarak tasarlanmıştır. Formaları da sanatçı dostumuz desinatör Rahman Ketenciler’in güzel çizimleri ile hazırlamıştır. Eline emeğine sağlık Rahman. Yukarıda Afyon Başmakçı’dan Esma Eser Açıkgöz’ün kaybettiğimiz bisikletçi arkadaşlarımıza yazdığı şiirle başlıyorum.

Tolga, Meril, Çağatay ve diğerleri rahat uyuyun.

Öne çıkmış olan görsel, kalabalık bisiklet grubu tura başlarken, kıyılarda ağaçlar yeşillendirmiş bisikletçileri.

5-5

Güzel bir günde, parkta kuş sesleri ile Keşan’da uyanmak harika oluyor. Yine telefonumun alarmından önce uyanıyorum. Uyandırma sesi olarak kuş sesiyle her sabah uyanıyorum. Burada doğal olan kuş sesleriyle uyanmak bir başka oluyor haliyle. Parkın ağaçları ve çimenlerin yeşilliği sabaha ayrı bir huzur veriyor. Erkenden uyanan pek kimse olmadığından ortalık sessiz. Tuvaletlerde henüz görevli gelmemiş, elimi yüzümü rahatça yıkayıp para vermeden dışarı çıkıyorum. Nedense tuvaletlere para verme taraftarı değilim. Öyle zoruma gidiyor ki 0,5 litre su 50 kuruş, tuvalet 1 Lira ne bu ya, böyle ticaret mi olur.

5-1

Tuvaletlerden çıkıp parkın sınırında su kanalını görünce hemen pistonlara masaj yapmak için bacaklarımı kanalın içine buz gibi suya daldırıyorum. Sabah masajı iyi geliyor pistonlara. Ne de olsa yüküm ağırdı yol boyunca. Kanalın içinde, kıyıya oturmuş olarak ayaklarım suyun içinde.

5-2

Sabah kahvaltısı için parkın dışında çorbacıda karnımızı doyuruyoruz. Can Küçükler bizimle beraber buraya kadar pedalladı. Keşan bisiklet festivaline katılmıyor, o yüzden Can Kırklareli’ne devam edecek. Keşan festivalinden sonra Pazartesi günü Edirne’ye  yakın bir yerde Havsa’da buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Can’ı uğurladıktan sonra parka çadırlarımızın yanına dönüyoruz. Çadırları ve eşyaları toplayıp bisikletime yüklüyorum. Nasıl olsa yükümü kamyona vermeyeceğimden kendi eşyalarımı kendim taşıyacağım. Bisikletimi hazırladıktan sonra sıra kahveye geldi, malzemelerimi çıkarıp kahve pişiriyorum. Sabah kahvesi de pek güzel olur. İspirto ocağım rüzgarlık ile çevrili, cezve, fincanlar ve ispirto şişesi önümde. Katlanır tabureme oturmuş durumda resim çekiliyorum.

5-2-1

Kahveyi içtikten sonra malzemeleri bisiklete yüklüyorum. Kayıt masasına giderken karşıdan Trakya güneşi beliriveriyor Ergun Oskay. Günaydın diyerek sarılıyoruz birbirimize, sanki kırk yıldır görüşemiyoruz gibi. Harika adamsın Ergun Oskay.

“Günaydın urimbaba”

“Günaydın Ergun”

“iyi uyudun mu beaa?”

“uyudum beaa, sen uyudun mu beaa?”

“uyumaz mıyım beeaaa”

diye muhabbet le birbirimizi sarılıp kucaklıyoruz. Ergun Oskay kırmızı tişört giymiş, iki kolunu kaldırıp gülümseyerek bana doğru geliyor.

5-2-2

Kayıt için sıraya girip kaydımı yaptırıyorum, her katılımcıya birer karton çanta veriyorlar. İçinde 1 adet Keşan dağ bisiklet festival forması siyah beyaz, 1 adet beyaz t-şort, buff, başörtüsü, isim soy isim ve kan grubu çıkarması, birkaç çıkarma. Torbamı alıp formayı ve buffu giyip isim soy isim çıkarmasını bisikletin kadrosuna yapıştırıyorum. Geri kalanları bagaj çantasına yerleştiriyorum.  Ardından parkın dışında toplanmaya başlıyoruz. Siyah Beyaz formalar ne güzel yakışıyor festivale. Parkın giriş kapısına Mehmet Gemici cennet parkı yazılmış.

5-4

Gideceğimiz yolun haritasını inceliyorum. Gideceğim yeri önceden görmem gerek, ne de olsa gezginiz değil mi? Katılımcılar parkın önünde yolda toplaşıyoruz topluca. İzmir’den Timukan Karaca yanıma gelip benim bagajlarımı vermediğimi görünce;

” Urim ne yapıyorsun böyle?”

“Ne oldu ki?”

“Bagajlarını vermemişin kamyona”

“Neden vereyim ki?”

“Nasıl taşıyacaksın bunca yükü?”

“Taşırım merak etme”

“İyi de öyle bir yerlerden geçeceğiz ki gidemezsin, toprak yollardan, dere yatağından geçeceğiz, bazen bisikletlerimizi elimizde taşımak zorunda kalacağız”

“Sen üzülme ben her yerde kendi yükümü taşıyabilirim”

diyerek onu hayretler içinde bırakıyorum. Timukan geçen yıl katılmış, yolları daha önce geçtiğinden kendisine zorlu gelmiş. Beni böyle yüklü parkuru tamamlamayacağımı düşünüyor. Eh ne yapalım o öyle düşünebilir. Elbette Timukan severim, yıllarca beraber bisiklet turlarında pedallamışlığımız var.

5-4-1

Aşağıda gün boyunca çektiğim videoların derlemesi.

kesan festivali by urimbaba
Ve beklenen an geldi Keşan Dağ Bisiklet Festivali başladı, bisikletliler Keşan sokaklarına ayrı bir renk katıyor. Böyle festivaller çoğalarak insanların bisikletin bir ulaşım aracı olduğuna elbet  bir gün inanacak.

5-5

Sabah katılımcıların gelmesi, kayıt, hoş beşten sonra anca 11:00 de festival başlayınca bisiklete binmemiz kısa oluyor. Duracağımız yere yaklaştıkça burnumuza nefis kokular gelmeye başlıyor. Keşan şehir içinde belediyenin tesislerinde  hazırlanan masalara oturuyoruz. Keşan’ın meşhur kasap köftesi bizler için ızgaralarda pişiyor. Ortalık duman dumana. Bisikletçiler masalara oturmuş köftelerin pişmesini bekliyor çınar ağaçlarının altında.

5-6

Kasap köftenin tadı nefis, eğer yolunuz buralara düşerse mutlaka yemenizi tavsiye ederim. Buranın havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez tadı damağımızda kalıyor. Tabakta yayvan ve geniş köfte, bir parçası yenmiş, yanında bir dilim domates ve ısırılmış yarım biber. Tabağın kenarında çatalın ucu görünüyor. Bir dilim ekmek tabağın yanında.

5-7

İzmir’den katılan Betül Gezen benimle resim çekilmek istiyor. İsteğini yerine getirerek resim çekiliyoruz birlikte. Üzerimizde festivalin forması var.

5-7-1

Ben köftemi yedim, ızgarada yavaş piştiğinden diğer arkadaşların yemesini beklerken elimde cep telefonuna bakarken resim çekiyorlar öylece.

5-7-2

Herkesin yemesini beklerken Adnan Barım, oğlu yanında resim çekiliyoruz masaya oturmuş halde. Adnan nedense kafasında kaskı unutmuş.

5-7-3

Yemek faslından sonra yola çıkıyoruz, yine geldiğimiz yoldan parkın önünden geçip Keşan halkını selamlayarak çarşıdan geçiş yapıyoruz.

5-8

Aramızda biri var ki ona Koşan Adam Kemal Özdemir diyorlar. Müthiş biri kendisi, maratoncu. Festival parkuru boyunca aramızda koşarak  gelecek, kutlarım. Koşan adam Kemal’in sol kolu yok.

5-8-1

Nihayet şehirden çıkıp asfalt yoldan çıktık. Koru dağına doğru tırmanmaya başlıyor bisikletler. Tur güzel olacağa benziyor. Yol toprak ve bu beni hiç etkilemiyor. Kendi tempomla ilerliyorum. Önümde bisikletçi grubu ormana doğru gidiyorlar.

5-9

Tarlaların bitiminde çam ormanları başlıyor. Doğa harikası bir tur olacak, çam ormanlarından atmosfere devamlı temiz oksijen bizlere bisikletlerde harcadığımız güç olarak gitmemizi sağlıyor. Aynı zamanda hücrelerimizin oksijeni yaktıktan sonra karbondioksit olarak dışarıya verdiğimizde ağaçların karbondioksit soluyup, karbonu kendisine oksijeni bizlere vererek doğadaki devir daimi devamlı olarak yaşıyoruz. Önümde sürülmüş tarla, ötede sık çam ormanı var. İlerideki tepede orman içinde yangın yolu açılmış.

5-10

Sol tarafımda tarla sürülmemiş, sararmış otlarla kaplı. Az ileride çam ormanı başlıyor.

5-11

Meşe palamut ağaçları arasında, halimden memnun olarak gruptan geride kalmadan Koru dağını dinleyerek tırmanıyorum. Dağın değişik bir sesi var, sesi duyabilmeniz için kulaklarınızı iyice açarak etrafı dinlemeniz gerekiyor. Aynı türküde olduğu gibi;

“Ormanların gümbürtüsü başıma vurur”

Bisikletim KUZ, üzerinde beni çekiyorlar. Ön ve arka çantalarım yüklü.

5-12

Dere yatağına yakın olan yolda gidiyorum. Çınar ağaçları yola kadar taşmış. Önümde bir bisikletli gidiyor.

5-14

Arada açıklık olan yerlere geliyoruz, burada küçük göletler var. Sulama amaçlı kullanılıyor.

5-15

Ormancılar kesilen tomrukları yol kıyısına dizmişler. Sanayide değerlendirilmek üzere bekliyorlar. İnsanların ihtiyaçları bitmediğinden devamlı olarak tüketiyor. Buradaki çam tomrukları da tüketim çarkının içine girecekler.

5-16

Önden çekilmiş resimde bisiklete binerken. Orman yolunda olduğumuzdan kaskı takmıyorum. Başımda mavi bandana takılı saçlarını tutuyor dağıtmadan.

5-17

Ormanın içinde bazen kayboluyoruz, DOÇEK ne yapmak istiyor, bizleri ormanın derinliklerinde bisiklete binmemiz, bitmek tükenmek bilmeyen tırmanışlar. Ama herkes hayatından memnun güle oynaya  festivalin tadını çıkarıyoruz. Toprak yol, orman ve sık ağaçlar. Yol ağaçların gölgesi altında.

5-18

Hafif te olsa tırmanışlar var ve bazıları yürüyerek çıkıyor. Sağ tarafta kesilmiş çam tomrukları dizelenmiş uzun bir duvar gibi.

5-19

Çam ormanı içinde, doğa harikası bir yerde bisiklet sürmenin tadını yaşıyorum. Önümde iki kişi var. Çamların gölgesi toprak yola vurmuş.

5-21

DOÇEK ekibinde görevli arkadaşlar kritik yerlerde su takviyesi yapıyor bizlere. Su da soğuk olunca serinletiyor. Hava gayet güzel her zaman olduğu gibi. Biraz nefesimi normale döndürmek iyi oluyor. Ufukta bulutları gösteriyorum gördüğünüz gibi.

“Bulut mu olsam” diye haykırıyorum elimi bulutlara uzatarak!

5-23

Derken Başak Bulut beliriveriyor yanı başımda, ben de tam bulutlara bakmışken. Bulut Bulut’u çağırıyor. Başak Bulut bisiklet gezgini.http://www.bisikletgezgini.com/   Tayvan da geçen yıl güzel bir tur yapmıştı, şimdi de Rahman Karataş ile Fas ta tur yapacaklar.

5-24

İşte Rahman Karataş, Türkiye’nin en büyük gezgini. Aynı zamanda Laz uşağudur. Kemençeyi ağlatur, dinlemeye doyamazsınız. Su molasında su içen bisikletçiler. Rahman da su içiyor.

5-26

Kafamda gördüğünüz tüy Haziran ayında Gökova Bisiklet Turundan kalma Akyaka da Azmakta almıştım, benimle beraber binlerce kilometre yol yaptı.

5-22

Gittiğimiz yol yol değil, kimi yer orman yangın yolu, yani güzergah mükemmel, sağ olasın DOÇEK ekibi, Festival yolunu iyi seçmişler.

                        KEŞAN’DA GÖÇMEN KIZI MAVİE’NIN ÇEYİZİ 

                                                               – I –

Mavie bir güçmen kızı,

Mavie bir garip aşık tohumu, günlü zengin ekmegi fukara kızı.

Mavie’nin parıldar gük güzleri, uzar saçları,  çukurlaşır yanakları,

Mutludur Mavie fakir sofrasında doyar sevgiyle üregi

Dirençlidir Mavie, adını aldığı üzyıllar ünce yaşadıgı topraklarda yaşayan Kelt Kavminin kadınları gibi.

Te o kadınlar gibi mücadelesinde güçlü olsun diye koyar babiçkosu Mavie adını…

Şafakla kovkar başlar çalışmaya Üsref, üç evladına ekmek derdine

Ele ele vermiştir, sevdiceği, biricik karısı Binnaz ile kurduğu yuvanın ocagı tütsün diye

Mavie bir garip güçmen kızı. Güze gürünür, seçilir güzelliği Urumeli’nin Cennet Köyünde.

Mavie kaptırır günlünü, seyrek kumral sakallı oduncu bir yigide.

 

Sencer, Bir yigit delikanlı, çökgün anasının kestiği odunlarla ısıtır ucagını.

Sencer bir orman aşıgı. Sevdalandıgi ağaçlarının koluna kanadına vururken baltayı, kanar içi.

Rametli babasından ügrenmiştır odunculuğu, ormana aşıklıgı.

Kurban vermiştir yaşlı babasını, yaşlı bir ağaç gövdesinde.

Sencer bir yigit ormancı, agaca sevdalı

En kuytusunu bilir avucu gibi ormanın, bilir dalı nasıl çesılır üzmeden ulu güvdeyi.

 

Gürür Mavie ‘i Kasap Raci Aga. Pek begenir tazeyi.

Tazelesin ister gocamış renksiz aayatını

Çok zengindir Raci Aga, çiftliğinde bıçak vurduğu ayvanların kani gibi akar cebinden para.

Evi-barkı, inegi-danası, eti-ekmegi, odunu- ocagi boldur. Lakin yer gök renksizdir. Mutsuzluguna ilaç degildir.

 

Cürür Mavie’i Kasap Raci, cürür de renk celır dünyasına.

cünderir kuşagına çese çese altın koydugu aracı kadınları .

İster Yoksul Üsref’den bir’inci kızıni.

“Ayatınız degışecek, karnınız yumuşak ekmek cürecek!” diye muştular aracı kadınlar.

“Kasap Raci Aga damadınız olacak bundan daha cüzel ne olur?”

“ Kızçeniz anım olacak, çalışanları pervane etrafında, elmaslar düşenecek cerdanına, ciydiğini daha ciymeyecek. Müjdeler olsun Yoksul Üsrev ile Binnaz!”

 

“ İstemem yagli ekmek, parlayan kumaştan giyecek, istemem olsun gerdanımda elmas! İsteyim sevdigimle yuva kurmak, mutli olmak” der Mavie.

Cüzlerinden yanağında ki çukura dolan yaşlarla.

Derin derin nefes alır Üsref kapı ününe çıkar,

kızının tuzlu göz yaşı yakar içindeki yarayı daglar.

Ama ister ki bunca yıl veremedigıni cürsün koca evinde.

İster ki babasından kalan miras, yoksullugu daha fazla taşımasın çelimsiz umuzlarında. Dogduğu gün bu cün cibidir; pırıl pırıl bulutsuz gökyüzünün altında dogmuştur ilk kızçesi tıpkı cüzleri gibi.

Ocaga iki odun atar Binnaz akşama kızçelerine kızancıklarına pişirecegi yagsız çorbayı koyar.  Ateş ocakta degil üreğinde yanar, dalar cüzleri alevde yıllar önce elinden tutup

Yoksul Üsref’e kaçtığı cünlere.

Üsref’in yoksulluguna el verirçen bir an bile tereddüt etmemiştir.

Lakin, yoksulluğa doğurdugu çocukları canını yakmaktadır evinin kör ocagı cibi.

O yüklenir de dünyanın yükünü kıyamaz evlatçıklarına.

Kızının konmuştur başına padişah kuşi. Uçurmamak kaçırmamak lazim gelır.

Mavie koşar sevdıgına. Agacın dibine oturmuş bulur Oduncu Sencer’i,

sankim üregi sökülmüştür elindeki baltaylan.

Mavie’den önce gelmiştir haberi, çeyizi gidecektir.

Bu yüce dagların yolunu bilen tek çişi Oduncu Sencer’e verilir kılavuz görevi.

200 demir atli gelir kızanli – kızçeli Güçmen Mavie’nın çeyizini taşımak için.

Başlarından Aakan kumandan, Bilgesi Kosovali Urim Baba.

Daglar aşılacak dereler geçilecek dikenli yollarda yürüyecektir demir atlılar.

Yolda eşkiyadan korunacaktır Cennet Köyünün güzel kumrisi Mavie.

Sonbaharın müjdecisi Eylül ayıdır.

Sonbahar hüzün demişler fekat, belki yeni umutlara cebedir

….

Esma Eser Açıkgöz…

 

…..devamı var……….

Bu turda kaybolmak diye bir şeyden söz edemezsiniz, lastiğin patlasa geride kalsan da toprak yolda geçmiş olan 200 kusur tekerlek izi sana yol gösterir.

5-28

Nihayet Koru dağının zirvesine ulaştık. Dağın öbür yüzü Saroz körfezine bakıyor, buradan artık inişe geçiyoruz ta Gökçetepe sahiline kadar.

5-29

Yol kıyısında karpuz – kavun tarlasına denk geliyoruz. Tarlada kalan son toplanmamış küçük karpuzları kesip afiyetle yiyoruz.

5-30

Elimde bıçak, tahta tezgahta karpuzu keserken.

5-30-1

Karpuz o kadar tatlı ki tadına doyamıyorum, belki de bisiklet sürmemizin bir etkisi de olabilir. Ne de olsa epey efor sarf ettik, enerjimiz tükendi. Tezgahın üstü kavun, karpuz kabukları ile dolu. Yemeğe devam ediyoruz hala.

5-30-2

Kavunlar da öyle tatlı ki. Biraz olgunlaşmamış tam olarak ama kütür kütür. Rahman sevdiğine kavun ikram ederek aşkını ilan ediyor. Başak yere oturmuş, Rahman ayakta.

5-31

Karpuzdan öyle enerji aldık ki bir çırpıda Gökçetepe sahile indik. çadırımı kurup kendimi serin sulara bırakıyorum. Terimi yunduktan sonra kurulanıp elbiselerimi giydim. Tertemiz oldum ve yorgunluğum gitti. Sahil, deniz, şemsiyeler ve karşı kıyı akşam karanlığı henüz basmamışken.

5-32

Akşam karanlığı çökmeye başlıyor yavaş yavaş, epey de acıktık.

“Adalar’a bakarım ağaçların arasından. İnci gibi, incecik, sıra sıra dizilmiş Saroz’un kucağında. Orhan Veli’nin gördüğünü göremem elbet. Hem askerlik hem şairlik. Onun ki zor zanaat. Ama bilirim, soluğu bir zamanlar dolaşmış buralarda.

Adalar ki adı sanı yok. “Tavşan” derler, üzerinde yıllar önce yaşamış tavşanlardan ötürü ya da “Kaşık” uzaktan bakıldığında kaşığa benzediğinden. İşte bu Saroz’un yalnız çocuklarına doğru döner pedallarım ve içimde tatlı bir heyecan. Çok uzun zamandır göremediğin yarine kavuşmak ister gibi çevirir dururum aynakolu. Yolum Adalar’a doğrudur. Yolcu hızla yol almaktadır Saroz’un masmavi suları içinde kalan yalnız kara parçalarına. Zihninde, ışıklar saçan ozanın dizeleri…”

Hakan EŞME / Korudağlar / Saros Adaları

Sahilin sol tarafını çekiyorum, burada 6 tane hasır şemsiye var. Sahil yarım daire koy olduğundan iki kez çekebiliyorum.

5-33

Akşam yemeğini alıp masalarda yiyoruz afiyetle. Yemekler de nefis olmuş. DOÇEK yemekleri bisikletçilere özel proteinli ve karbonlu yemekler seçmiş. Aşçılar da özenerek pişirip emeklerinin hakkını vermişler doğrusu, hepsine teşekkürlerimi sunarım. Adnan Barım ile masaya oturmuş yemek yiyoruz.

5-34

Yemekten sonra oturup sohbetlere başlıyoruz, Yeni arkadaşlarla tanışıyorum, herkes kendi hikayesini anlatıyor kısaca. Birbirimize kaynaşıyoruz gecenin karanlığında, tatlı, huzurlu konuşup duruyoruz.

Derken Hakan Eşmenin sesi duyuluyor. İlk önce bizlere Keşan dağ bisiklet turuna katıldığımız için teşekkür ederek konuşmasına başlıyor. Ardından sıra çekilişe geliyor, bir kişiye bir bisiklet ve 16 kişiye de dalış var. Ortalığı heyecan kaplıyor, ben de bana zaten çıkmaz diyerek önemsemiyorum. İlk önce Burcu’ya dalış çıkıyor, Burcu sevinçle çekiliş kağıdını Hakan Eşmeden alıp yanımıza geliyor. Biz de onu kutluyoruz hep birlikte. Çekilişin sonunda benim adımı da duyuyorum, hadi len bana da mı diyerek şaşkınlıkla Hakan Eşme’nin yanına varıp çekiliş numaramı alarak masama geliyorum. Bu sefer beni tebrik ediyorlar, ben de tebrikleri kabul ediyorum. Çekilişi kazanan 16 kişi ile kısa bir toplantı yapıyorlar. Ertesi sabah kahvaltı yapmadan saat 08:00 de toplanıp dalış merkezi İbrice limanına gideceğimizi ve dalıştan sonra kahvaltı yapacağımızı bizlere söylüyorlar. Ayrıca önemli bir rahatsızlığımızın olup olmadığını soruyorlar. Dalışta problem olmaması için. Hadi hayırlısı diyerek güle oynaya muhabbetimize devam ediyoruz.

Gecenin ilerleyen saatlerinde çadırıma girip yatıyorum.

Yaptığımız yolun harita üzerinde kırmızı çizgiler çizilmiş resmini DOÇEK hazırlamış. Yaptığım yol Keşan’dan  kamp alanına kadar 50 km gelmişiz.

1506925_735809976448890_713991927_n[1]

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 45 Kilometre civarı.

Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc