Etiket arşivi: kemençe

Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 3. Gün

13 Kasım 2016 Pazar

Avrasya Maratonu – Anadolu – Avrupa

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, İstanbul boğaz köprüsünde kaşarken çekilmiş resmim. Üzerimde sarı tişört, altımda kısa pantolon, gri renkte. Göğsümde koşu numarası.

İstanbul’un havası bir garip, ne yapacağı ne olacağı belli değil. Sanırım Karadeniz’in hırçınlığına bağlı. Bir bakıyorsun yaz gibi, arkanı dönüyorsun kış gelmiş. Gece yarısı başlayan yağmur ve fırtına 12. katta daha şiddetli hissediyorsun. Ara sıra şiddetlenen rüzgar yağmur damlalarını kırbaç gibi camlara vuruyor. Rüzgar sesi, yağmurun camlara vurması beni uyandırıyor ve alarm çalasıya kadar bölük pörçük bir uykuya neden oldu. Alarm çalmadan uyanıyorum, hava fırtına ve yağmur olmasına karşı güne iyi başlama dilekleri ile pencereden dışarısını izledim bir süre. Rahman ve Başak ta uyanıyor. Kahvaltıyı hazırlıyoruz bana kadar. Her zamankinden az yiyorum sabahın köründe. Pek iştahım olmasa da.

Yanıma sadece kimliğimi, biraz para ve Rahman otobüse binmem için kartını veriyor. Üzerimde şort pantolon, maraton tişörtü ve yağmurluk var. Cep telefonum da yan cebimde. Böylece Rahman beni otobüs durağına kadar götürüyor. Yağmur yağıyor inceden, üzerimde yağmurluğu giymişim ıslatmıyor yağmur ama hava biraz serin. Otobüse ücretsiz bindim çünkü Avrasya maratonuna katılan sporculara belediye kıyak yapmış ücretsiz olarak. Rahman bana ineceğim durağı söylemişti. Başka bir otobüse daha binecektim. Dediği durakta indim. Merdivenlerden üst yola çıkıp durakta otobüs beklemeye başladım. Yağmur durdu ve bulutlar üzerimden geçmeye başladı. Şöyle bulutlara çepeçevre kuvvetlice üfledim bir kaç kez. Belki bulutlar dağılır diye. Ben beklerken birkaç sporcu yürüyerek gidiyorlardı. Uzun beklememe rağmen otobüsün geldiği yok ve gelmeyecek anlaşılan. Cep telefonumdan konum ve haritayı açarak ne kadar uzakta olduğumu görünce yürümeye karar verdim. Boğaz köprüsü fazla uzak değil, hızlı bir yürüyüşle yetişebilirim start yerine. Bir taraftan da navigasyona bakıp yürüyorum. Sonunda köprü yoluna geldim ve Avrasya maratonuna katılacak sporcuları görünce içim rahatladı. Yol trafiğe kapatılmıştı, sadece yaya olarak yürüyenler var. Ben de aralarına katılıp ıslak  yolda yürümeye başladım.

Yolda ilerledikçe kalabalık artmaya başladı, yol kıyısında seyyar tuvaletler sıralanmış. Boğazın mavi denizi bir parça görünüyor. Havaya üflemem işe yaradı, bulutlar dağılmaya başlamış. Avrupa tarafı tamamen açılmış durumda.

Start yerine vardım, insan kalabalığı iyice arttı. Neredeyse iğne atsan yere düşmeyecek. Kıyılara beyaz uçan balonlar ip ile bağlanmış bir kaç tane.

Benim koşacağım çeyrek maraton 10 Km start yerine geldim. Start verilmesine daha zaman var. 10 Km starttaki hava ile şişirilen büyük boru balon. Başlama yeri yolun sağında demir parmaklıklı bariyerle ayrılmış.

Start yerinde insanlar toplanmış start verilmesini bekliyorlar. Bir kişinin elinde Türk bayrağı var. Üç tane sarı uçan balon iple bağlanmış kıyıda. Balonlar kocaman.

Avrasya maraton koşusu 4 kategoride yapılacak. En önde 42 Km tam maratoncular var. Arkasında 15 Km koşucuları. En sonda 10 Km koşucuları. Start verildikten sonra belirli aralıklarla koşular başlayacak. Koşucu sporcular koşusu başladıktan sonra halk koşusu başlayacak. En başa 42 Km maratonculara kadar geldikten sonra geriye dönüp benim koşacağım 10 Km start yerine doğru yürümeye başladım. Star zamanı da yaklaşmakta. Bu arada Trabzonlu arkadaşım Orhan Şentürk aradı neredesin diye. Yerimi belirtmeme rağmen buluşamadık bir türlü. Orhan halk koşusuna katılacağından daha gerilerde. Ortalık ana baba günü, insan kaynıyor. Buluşmamız pek kolay olmayacak gibi.

Koşacağım start kapısına gelerek yerimi aldım. Önümde kalabalık sporcu grubu var.

İlk önce 42 Km tam maratoncular start aldı. Sonra 15 Km koşucular, normalde saat 10:00 da 10 Km koşucuları başlayacaktı ama on binlerce sporcuyu koşuya başlatmak pek kolay olmadığından zamanı biraz geçirdik. Neyse biraz gecikmeli de olsa start verildi. Start kapısından geçerken çipleri okuyan cihazdan da geçmiş olduk. Geçiş anında yüksek frekansta bir vızıltı sesi duydum. Start verildi verilmesine ama koşuya henüz başlayamadık. O karar çok insan var ki koşmanın olanağı yok. O yüzden bir süreliğine yürüdük.

Önümde insan kalabalığı, köprü geçiş gişeleri ve köprünün Asya kıtasında ki ayağı görünüyor. Kırmızı renkli uçan balonlar ip ile bağlanmış.

Asya kıtasının sonundayım, durup bir resim çekiyorum Marmara denizi tarafını. İki yakayı da görüyorum. Avrupa yakasında bazı çirkin dev binalar İstanbul’un siluetini bozmuş.

Köprü tamamen bize ait. Anca köprü ayaklarına gelesiye kadar yürüdüm. İnsan kalabalığı azalınca koşuya başlıyorum. Bu biraz  iyi oldu, koşuya başlamadan hafif tempolu yürüyüş iyi oldu. Köprünün Asya kıt’asındaki ayağı iki tane. İki tane taşıyıcı kalın halat ayakların üzerinde karşıdaki ayaklara doğru gidiyor. Aralıklı halatlar yukarıdan aşağıya düz inerek köprüyü taşıyor. Durup resim çekenler de var.

Resim çekenlere cep telefonumu vererek beni koşarken çekmelerini rica ettim. Böylece köprü üzerinde koşarken çekilmiş bir resmim oldu. Uzun saçlarım rüzgarda dalgalanmış olarak savruluyor. Üzerimde sarı koşu forması. Kısa pantolonum, spor ayakkabım, sol ayakkabımın bağcığında koşu çipi bağlı. 22743 yeşil renkli göğüs numaram da formamın önünde. Köprü kıyıları demir parmaklıklı bariyerle tamamen kapatılmış. Bariyerlerin ardında polisler nöbet tutuyor insanlar geçip aşağıya atlamasın diye. Avrupa dan Asya’ya doğru giden bulutlar ve iki kalın taşıyıcı halat tam üzerimde. Asya kıtası tarafı parçalı bulutlu. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Tam köprünün ortasına gelince durup Karadeniz tarafını çekiyorum İstanbul boğazını. Uzakta 2. köprünün ayakları da görünüyor. Boğazdan geçen gemiler, Asya ve Avrupa kıyıları, binalar ve havada bulutların geçişini izliyorum. Durup hareketsiz kalınca köprünün sallandığını hissediyorum. Onbinlerce ayak koşarken yere vurunca enerji birikimi koca köprüyü titretip sallayabiliyor. Bunu geçtiğimiz yüz yılda Çin lideri Mao Zedong fark ederek Amerikayı deprem felaketiyle yıkmayı planlıyordu. Plan kısaca şöyle;

Atlayan Ejderha Planı

CIA bu kez fena uçtu. Amerikan istihbaratına göre Mao, 1 milyar Çinli’yi zıplattırarak California’da bir deprem yaratmayı planlamış.

1976 yılında ölen Çin Lideri Mao ZeDong’un, bir milyar kişiyi zıplatarak ABD’nin California Eyaleti’nde deprem felaketine yol açmayı planladığı ileri sürüldü.

CIA kaynaklarına dayanılarak verilen bir haberde, ABD’den nefret eden Pekin’deki yöneticilerin bu inanılmaz sabotaj planlarını hala rafa kaldırmadıkları belirtildi.

ZIPLAMA DERSLERİ

Kod adı ‘Atlayan Ejderha’ olan inanılması güç ama korkunç plana göre, 12 Ekim 1976 günü yerel Pekin saatiyle 11.15’te bir milyar Çinli mümkün olduğu kadar yükseğe zıplayacaktı. MaoKızıl Ordu’dan köy köy dolaşarak herkese en yükseğe nasıl zıplanacağını eski Çin sporlarından örneklerle öğretmelerini de planlamıştı.

Buna göre, bir milyar Çinli’nin havaya zıplaması sonucu, yer altında şok dalgaları meydana gelecek ve bu da zincirleme sismik reaksiyonlara neden olacaktı. CIA’nın korkunç planı öğrenmesinden sonra, Washington’da yapılan ve bilgisayar modelleriyle gerçekleştirilen simulasyonlarda, Mao’nun planının ‘büyük olasılıkla işleyeceği’ sonucuna varıldı.

İSYAN BEKLİYORLARDI

Mao ZeDong, Kuzey Anadolu fay hattı ile ‘en çok benzeştiği’ ifade edilen California’daki San Andreas fay hattının kırılması sonucu, Los Angeles ve San Francisco’nun belli bölümlerinin Pasifik Okyanusu’na gömüleceğini de düşünmüştü. Depremin, birkaç milyon Amerikalının ölümüne yol açması ve ABD’de bir halk isyanının başlaması da umut ediliyordu.

Bir milyar kişinin zıplaması sonucu, Çin’de de sarsıntıların olacağı, ancak Mao’nun beş on bin kişinin ölümüne çok fazla önem vermediği de ileri sürüldü.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/mao-1-milyar-cinli-yi-ziplatarak-abdde-deprem-planlamis-39141469

Şu anda  Asya – Avrupa kıt’alarının birleştiği yerdeyim. Tam da Avrasya dedikleri yerde. Ben de Asya dan Avrupa’ya koşuyorum.  Hayallerimin peşinden koşuyorum anlayacağınız. Hayallerimin peşinden koşarken aynı zamanda hayallerimi de gerçekleştiriyorum bir yandan.

Köprünün ortası, kenar korkuluklar, İstanbul boğazı, geçen gemiler. İki yaka da görünüyor, binalar ve boğazın ilerisinde 2. boğaz köprüsü. Avrupa dan Asya’ya geçen bulutlar.

Tekrar koşuya başladım, köprüyü geçip Avrupa’ya ayak basıyorum. Sağa dönen yoldan köprünün altına yokuş aşağı inip deniz seviyesine geldim. Burada su istasyonu kurulmuş. Koşuyu rahat yapıyorum, henüz terlemedim bile. Sadece bir şişe su alıp bir yudum su içtim. Su biraz rahatsız edince gerisini içmedim. Aynı yerde serinlemek için su içinde tutulan süngerlerden de veriyorlardı. Terini silip serinlemek için. Ben de bir sünger alıp suyunu iyice sıkarak yanıma aldım hatıra olsun diye. Su şişesi elimde koşmaya başladım tekrar. Az ilerde yol kıyısında ve yolda yüzlerce, belki de binlerce içilen su şişeleri yol boyunca atılmış. Sporcu ahlakı gelişmemiş kimisinde, çevreyi kirletmenin gereği yok. Kötü bir alışkanlık elindekini yere atmak. Nasıl olsa temizleyen, toplayan var diyerek utanmadan çevreyi kirletiyor insanlar. Şimdiki nesle bir şey anlatmaya, öğretmeye gerek yok. Alışkanlıkları kırmak, değiştirmek çok zordur. Bu kabuk o kadar sert ki matkapla delemezsin. Yapılacak tek şey çocuklar bu kötü alışkanlıklara başlamadan çevre bilinci ve elindeki her şeyi çevreye atmadan çöp tenekesine atma alışkanlığını öğretmek. Anca gelecek kuşaklar bunu yapabilir.

Yol kıyısında koşanlar, kaldırım kenarında pet su şişeler, Kaldırımda çınar ağaçlarının gövdeleri, çimenler pet şişelerinde nasibini almış.

Geçtiğimiz yer kıyıda ki çınar ağaçlarının gölgesi. Koşan insanlar, ağaç gövdelerine bağlanmış İstanbul büyükşehir belediyesinin bayrakları. Flamalar ve Türk bayrakları ipe asılmış. Geçtiğimiz günlerde anılan 10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıl dönümü pankartı.

Ve Siyah Beyaz renkleri, Kara Kartal simgesi olan sevdiğim ve tuttuğum takım olan Beşiktaş futbol stadına geldik. Belki bir daha fırsat olmaz diyerek durup stadın resmini çekiyorum. Beşiktaş yazısı, bir kısmını çalı kapatmış. Stadın kenar kolonlarının tuttuğu seyirci oturma yerlerinin arka kısmı görünüyor.

Artık Haliç’e yaklaşıyorum, birazdan bitiş yerine varacağım. O yüzden tempoyu artırdım biraz. Durup resim çektiğim ve başlangıçta koşamadığım zamanı kazanmalıyım. Tam tempoyu artırdım ki yanımda koşan birisi “Urim Baba kahve var mı?” diyerek sorunca vay be burada da beni tanıyan çıktı, hem de koşuda kahve isteyerek. Gerçi koşan arkadaş öylesine espri yaptığını biliyorum. Bitişe doğru koşmaya başladık tanımadığım kahve dostu ile.

Yolda koşanlar, dört katlı taş bir bina, karşıda İstanbul yarımadası, camiler görünüyor.

Fotoğrafçı Barış Gider tam Galata köprüsünün üzerinde beni ve kahve var mı diye soran arkadaşı koşarken resmediyor. Arkamızda güzel görünümüyle Galata kulesi. Resim gerçekten harika, profesyonelce çekilmiş. Usta fotoğrafçı olduğu çekeceği yeri bilmesinden belli. Sağ elimde su şişesi, sol elimde sünger var.

Haliç’i Galata köprüsünden geçip Eminönü’ne geldik. Yol sağa döndükten sonra finiş kapısı göründü. Cep telefonumu çıkarıp bir resim çekiyorum. Önümde koşanlar ve ilerde finiş kapısı.

Finiş kapısını geçerken sanki dev bir eşek arısı yuvasından geçiyormuş hissine kapıldım. Yüksek perdede vızıltı sesi kulakları rahatsız ediyor. Bu vızıltı koşucuların çiplerini okuyup zamanı kaydediyor.

Tam geçerken kendimi ve geçiş zamanını gösteren tabelayı çektim. Geçiş zamanım 1:09:18 olarak yarışı tamamlamış oldum. Saniyeleri yazmaya gerek yok. 1 saat 9 dakika gibi bir zaman bana yeter de artar bile. Koşarken durum resim çektiğim zamanı düşersem 1 saatin altında bir zaman koşmuşum demektir. Her ne kadar sondan birinci olup Dünya rekoru kırmasam da bir hayalimi gerçekleştirmeni gururu bana yeter. Yarışı hiç zorlanmadan bitirdim, nefesim yerinde, ağrım sızım yok. 10 Km koşsam da henüz terlemedim bile. 15 Km hatta tam maraton olan 42 Km bile koşabileceğimi hissediyorum. Ama 10 Km bana yeter, fazlasına gerek yok. Zorlamanın anlamı da yok bence. Her şey kararında olmalı.

Elçek yaparak çektiğim resimde Finiş yazısı, altında 10 Km olarak belirtilmiş. 38. İstanbul maratonu sağında yazıyor. Elektronik tabelada çip okuyucusunun yakaladığı zamanı gösteriyor. Yeşil renkli zaman  göstergesi 1:09:18 olarak yazıyor. Sağda da sponsor isimleri logolarıyla beraber yazılmış kolona.

Koşu bitiminde sporculara dağıtılan torbalardan birini alıyorum. İçinde kaybettiğimiz enerjiyi tekrar yerine koymak için meyve suyu, çikolatalı gofret, yarım litre su, bir adet muz ve terli tişörtü değiştirmek için başka bir tişört. Ben henüz terlemediğim için üzerimi değiştirmedim. Kendime yiyecekleri yemek için bir yer ararken Ozan Yılmaz ile karşılaşıyorum. Daha önceden katılacağını bildiğim için karşılaşmamız iyi oldu. Ozan 15 Km koştu bu gün. Aldığımız yiyecekleri bir kenarda afiyetle yedik.

Beraber elçek resim çekildik Ozan ile. Ozan’ın üzerinde naylon yağmurluk var, bende ise sarı forma. Arkamızda İstanbul’un evleri.

Arkamızda göremediğiniz Karaköy ve tepesindeki Galata kulesi.

İstanbul da cami çok, onlardan birisi ve güneşin parlak ışıkları arkadan vurmuş.

Ozan Beşiktaş ta kalıyor, ben de Beşiktaş stadına kadar yürüyelim, oradan vapura biner Kadıköy’e giderim teklifini kabul edince henüz trafiğe açılmamış yolda yürümeye başladık.

Sonunda Beşiktaş stadının olduğu yere geldik. Gönlümün takımı olan Beşiktaş Jimnastik Kulübü yeni haliyle görmek güzel. Türkiye’nin ilk futbol kulübü olan Beşiktaş’ın kuruluşu kısaca şöyle;

1902 sonbaharında Beşiktaş Serencebey Mahallesi’nde, o zamanın Medine Muhafızı olan Osman Paşa’nın konağının bahçesinde, 22 kişilik genç grup, haftanın bazı günlerinde toplanıp jimnastik hareketleri yapmaktaydı. Başta Osman Paşa’nın oğulları Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket ile mahellenin gençlerinden Ahmet Fetgeri, Mehmet Ali Fetgeri, Nazımnazif, Cemil Feti ve Şevket Beyler’in aralarında bulunduğu gençlerin ilk ilgilendikleri spor branşları, özellikle barfiks, paralel, güreş, halter, aletli ve aletsiz jimnastikti. O sıralarda siyasi hareketler dolayısıyla her türlü toplanmadan ürkerek hafiyeler dolaştıran 2. Abdülhamit’in adamları Serencebey’deki bu toplanmaları haber alınca, spor yapan gençler bir baskınla karakola götürüldü. Bu sporcu gençlerin bir kısmının saray erkanına yakın olması, ayrıca o dönemlerde kötü gözle bakılan futbol oynamadıkları ve sadece beden hareketleri yaptıklarını belirtmeleriyle gergin durum yumuşadı. Hatta saray çevresinden Şeyhzade Abdülhalim bu sporcuları destekledi ve sık sık antrenmanları seyretmeye başladı. Ünlü boksör ve güreşçi Kenan Bey de antrenmanlara gelerek güreş ve boks hareketleri göstermeye başladı.

1903 Mart’ında ise özel bir izinle Bereket Jimnastik Kulübü kuruldu. 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla sportif hareketler biraz daha serbestlik kazandı. 31 Mart 1909’daki siyasi olaylardan sonra Edirne’de bulunan Fuat Balkan ve Mazhar Kazancı, Hareket Ordusu ile İstanbul’a geldi. Siyasi olaylar yatıştıktan sonra iyi bir eskrim hocası olan Fuat Balkan ile başta güreş ve halter sporlarını yapan Mazhar Kazancı, Serencebey’de jimnastik yapan gençleri bularak birlikte spor yapma fikrini kabul ettirdi. Fuat Balkan, Ihlamur’daki evinin altındaki yeri, kulüp merkezi yaptı ve Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi. Böylece jimnastik, güreş, boks, eskrim ve atletizmin ön planda tutulduğu güçlü bir spor kulübü meydana geldi. Fuat Bey’in arkadaşları Refik ve Şerafettin Beyler de iyi birer eskrimciydi.

Bu arada Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey’in teşvikiyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü, 26 Ocak 1911 tarihinde tescil edilen ilk Türk spor kulübü oldu. Semtin gençlerinin bu spor kulübüne ilgisi büyüdü ve spor yapan üyelerin sayısı bir anda 150’ye yükseldi. Kulübün merkezi de Ihlamur’dan Akaretler’de 49 numaralı binaya taşındı. Bir süre sonra bu bina da küçük gelince, yine Akaretler’de 84 numaralı binaya geçildi. Bu binanın arkasındaki bahçe de bir spor sahası haline getirildi.

http://bjk.com.tr/tr/cms/tarihce/2/73

Büyük harflerden yapılmış Beşiktaş JK yazısı önünde kartal pençesi pozu ile resim çekiliyorum. Kollarımı iki yana açıp ellerim pençe gibi.

Cep telefonunu birisine verip Ozan ile birlikte çekiliyoruz. İkimiz de birer elimizi pençe olarak yaptık. (Kimse duymasın Ozan Fenerbahçeli, hatırım için beş dakikalığına Beşiktaşlı oldu. Yani Beş dakikada Beşiktaş)

Beşiktaş stadının türbinleri ve dev sütun da Beşiktaş arması ile resim çekildim.

Resim çekim işi bitince yürümeye başladık. İstanbul eskiden İstanbul idi. Herkesin İstanbul’a gelmesi ve her şeyin bir arada bulunması İstanbul’un güzelliklerini bir bir yok etmiş ve giderek yok etmekte. Mega köye milyonlarca insanın sıkış tepiş dolmasına bir de kapitalizmin el atması ile yaşanılmaz bir kente dönüştürmüş. İşte buna bir örnek; İstanbul’un çeşmeleri. Bir zamanlar yürüyen insanların başında bir nefes alıp su içtikleri çeşmeler akmaz olmuş. Mega köyün güzel kızları çeşme başına gelip testilerini doldurmuyorlar. Kızların gülüşmeleri yok çeşme başında. Damacana su güzelim süslü İstanbul çeşmelerin suyunu kökünden kesmiş. Bedava su yok, parayla alacaksın. Paran yoksa susuz kal.

Çeşmenin mermer taşları üstü ayrı işlemeli, iki yanı sütunlu. Çeşme aynasında kenarları işli süsler ince işçiliği gösteriyor. Çeşmenin olması gereken yer, gözü çıkarılmış bir canlının karanlık deliği gibi kalmış. En altta da mermer yalağı.

Dolmabahçe saat kulesinin olduğu meydana geldik. II. Abdülhamit tarafından 1890 – 1894 yılları arasında Nikoğos Balyan ve kardeşi Sarkis Amira Balyan’ın  usta işçilikleri sayesinde muhteşem bir eser ortaya çıkmış. 12 X 12 metrelik bir alan üzerine konuldu. Yükseldikçe daralan bir şekilde düzenlendi. Barok ve Ampir üsluplar kullanıldı. 4 katlı yapıldı. Deniz ve kara tarafındaki ikinci kat alınlıkların ortasına, 1882 yılında II. Abdülhamit tarafından terazi ve silah eklenerek tamamlanmış birer Osmanlı Arması mermere oyularak yerleştirildi. Kapı üstü hizasında, dört tarafına dört ayrı barometre konuldu. Barometrelerde, hava durumları aynen şöyle yazılmıştı, hala öyle devam ediyor; Fırtına – Rüzgar – Yağmur – Mütehavvil (değişken, kararsız anlamında) – Eyi Hava – Sabit Hava. Kuledeki saatler Fransa’dan getirtildiler. Saatçibaşı John Meyer, Paul Garnier markalı saatleri dördüncü kat alınlıklarına, makineleri da üçüncü kata yerleştirdi. Deniz tarafındaki saat ayrı, diğer üç taraftaki saatler aynı anda kuruluyorlardı. 1979 Yılında, saatler kısmen elektronik sisteme çevrildiler.

https://www.istanbul.net.tr/istanbul-rehberi/tarihi-eserler/dolmabahce-saat-kulesi/139/6

Saat kulesini uzaktan çekiyorum, saat 12:30 olarak zamanı gösteriyor. Kırmızı büyük uçan balonlar burada da var. Saat kulesinin dibinde insan kalabalığı.

Ozan ile birlikte bir şeyler atıştırmak için bir yere oturduk. Sonrasında ayrılıyoruz birbirimizden İzmir de görüşmek üzere. Beşiktaş vapur iskelesinden Kadıköy iskelesine direk vapur olmadığını öğrenince gerisin geri Eminönü’ne doğru yürümeye başladım. Yürürken de yol kıyısındaki akmayan çeşmeler dikkatimi çekiyor. Çeşmenin olduğu yer uzun bir kapı gibi niş olarak yapılmış, kenarları süslemeli mermer işçiliği görülüyor. Çeşmenin olduğu yer kara bir göz olarak görünmekte.

Başka bir çeşme daha karşıma çıkıyor. Bu biraz büyük bir yapıda üç tane çeşmesi olan gösterişli olarak yapılmış. Kenarları sütunlu, tacı süslü, tekne gibi yalağı ile çeşme kısmı nişli. Çeşme yok, su da yok. Bu ortadaki çeşme.

Daha uzaktan çeşmenin görünümü. Yanlarda birer çeşme de var. Tamamen beyaz mermerden yapılmış bir ev gibi duruyor. Çeşmeler haliyle körelmiş, akan bir su damlası dahi yok.

Yanlardaki çeşmenin nişleri daha dar. Burada bir çeşme görünüyor ama açma – kapama kafası yok, uçmuş gitmiş.

Yürüye yürüye Haliç’e geldim. Galata köprüsünden geçmeden önce yandan, korkulukların az dışından kamışlı oltaları ile balık tutan balıkçıların resmini çekiyorum. Karşıda Eminönü, Mısır çarşısı ve camiler, Haliç denizi görünmekte.

Salkım salkım tan yelleri estiğinde 
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle 
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul 
Binbir direkli Halicinde akşam 
Adalarında bahar 
Süleymaniyende güneş 
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde 
Bakışlarımda akşam karanlığın 
Kulaklarımda sesin İstanbul

Vedat Türkali

Eminönü’nden vapura binip Kadıköy’e doğru yol alıyoruz. Küçük, büyük yolcu vapurları boğazın mavi sularında bir o yana bir bu yana yolcu taşıyorlar.

Vapurun ayrıldığı Avrupa kıtasında olan Galata kulesi ve çevresini genel görünümü ile çekiyorum bir kare.

Tam boğazın ortasında boğaz köprüsünü iki ayağı ile birlikte çekiyorum. Bir kaç saat önce köprüde koşarken şimdi geçtiğim yerleri çekiyorum.

Optik olmadığı için dijital zom ile yakınlaştırarak boğaz köprüsünü daha görünür biçimde çekiyorum. Vapur ile beraber bir Avrupa’ya, bir Asya’ya bir kaç lokma yiyecek için uçan martılardan birisi de tam köprünün altında kanatlarını açmış olarak süzülürken kareye girmiş.

Asya kıtasına yakın olan kız kulesi görüntüye girince resmini çekiyorum. Martılar bizi takip ediyor bu arada. Yolcu vapuru da boğazın yukarılarına doğru gitmekte.

Kadıköy’e az kaldı, Selimiye kışlası devasa mimari yapısı ile karşıma belirdi. Kıyıda yük doldurup boşaltma limanı. İskelede vinçler, kıyıya yanaşmış gemilerden yük boşaltıyorlar. Kıyıda bağlı uzun sarı bir gemi duruyor.

Kıyıya yakın olarak geçiyor vapur. Kıyıdaki iskelelerde depolar var, önünde ise açık alanda binlerce martı konmuş. Beton zemin martıların beyaz rengine bürünmüş.

En sevdiğim vapurlardan olan eski yapım, kenarlarında, üstte arkada ve önde açık alanlarda oturma yerleri olan bir vapur geçerken resmini çekiyorum. Bindiğim vapur da aynısı. Açık yerde oturup denizi seyrederken çay içmek zevkini yaşadım. Yeni vapurlarda dışarısı diye bir yer yok. Tamamen kapalı ortamda, denizi görmeden, iyot kokusunu içine çekmeden yük eşyası gibi yolculuk yapılıyor. Yeni vapurları hiç sevemedim nedense.

Kadıköy’e iyice yaklaştık ve karşımda muhteşem yapısı ile Haydar Paşa garı göründü. İki yanında dev kuleleri, tam ortada büyük saatini hayranlıkla izliyorum.

1906 yılında yapımına başlanıp 2 yılda tamamlanmış binayı iki Alman mimar ve İtalyan taş işçilerinin çalışması sonucu yapılmış. 1917 de İngiliz casusun sabotajı ile büyük hasar meydana gelmiş, 1979 Yılında yakıt tankerinin patlaması ile dış cephesi hasar görmüş ve en son 2010 yılında dikkatsiz bir işçinin sorumsuzca çalışması sonucu çatısı yanarak çökmüş. Restorasyon çalışmasına hala devam ediyor.

Kadıköy iskelesinde inip metroya binerek Başak ve Rahman’ın önceden belirttiği durakta inerek eve geldim. Sıcak bir duşun ardından salonda kurulu hamağa uzanarak şekerleme yaptım yeterince. Sabahın köründen beri ayaktayım. 10 Km koştum ve bir o kadar da yürüdüm. Dile kolay iki kıta arası koşmak ve yürümek beni yordu biraz. Şekerleme beni kendime getirdi, tembel tembel uyumak gibisi yok. Ben uyurken Başak ve Rahman dışarı çıktılar. Onlar gelmeden uyanıyorum. Akşam olduğunda yemeği yapıp yiyoruz birlikte. Kahve içerken masanın üzerinden Rahman benim resmimi çekiyor çaktırmadan. Kahve fincanı önde, ardında ben cep telefonu kulağımda birisi ile konuşuyorum. Konuştuğum kişi de bizim Gözde Emine. O da 15 Km Avrasya maratonunda koştu. Yanımıza gelip sohbete katılmasını istiyorum ama arkadaşlarının sohbetini kabul etmeyip soğuk bir ortamda yemek yemeği tercih ediyor. Kendi bileceği iş deyip sohbetimize devam ediyoruz zamanı durdurarak.

Sohbetimize anlam katmak için yer minderlerine oturduk. Işıkları kapatıp mumları yakarak her zaman yakalanmayan ortamı yaşamaya başladık. Zaman nasıl olsa durdurduk mumların ışığı içinde. Minderin üstünde bağdaş kurup oturarak önümdeki ocağıma cezveyi sürüyorum. Fincanları yana dizdim, kahve pişince içine köpükleri ile dolduracağım. Uzun saçlarımı omuzlardan salmışım. Rahman’ın kemençe çalışını izliyorum. Başak ta bu arada kahve değirmeninde kahve öğütüyor kolu çevirerek. Rahman resim üzerinde fotoşop ile siyah beyaz olarak yapmış, Sadece cezvemin bakır rengi ve kırmızı ile sarı büyük mumların rengi orijinal. Rahman’ın elinde kemençe, uzun sakalı ile yay kemençenin gergin tellerinde gidip geliyor nağmeler arasında.

Gecenin derinliklerine kemençenin sesi ile türküler söyleyerek daldık. Zaman durmuştu ve ne zaman başlayacak bilmiyoruz. Sohbetin, türkülerin coştuğu, hayallerin gerçekleşmesini umarak yaşadık anları. O anlar ki geçmek bilmiyor. Zaten zaman durmuş anı yaşıyoruz. Hiç bitmesini isteyerek. Kemençenin sesi hayalleri körüklüyor habire tatlı düşlerin içinde kayboluyoruz. Muhteşem bir gece yaşadık. Bir daha ne zaman buluşacağımızı bilmeden. Ne zaman yattık bilmiyorum.

Bu gün koştuğum Avrasya maratonunun 10 Kilometrelik haritası. Bir o kadar da yürüdüm ama haritada belirtmedim.

Powered by Wikiloc

Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 2. Gün

12 Kasım 2016 Cumartesi

Kahve Günü

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken…

Ne güzel şey hatırlamak seni :

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…

içimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti…

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, Kahve takımları önümde, etrafımda kahve severler. Topluca resim çekiliyoruz. 20 Kişi varız.

Güne güzel sürprizlerle başlamak için sabah aynada kendine bakıp selam vereceksin. Aynadaki görüntüne tebessümle bakarak “Güzel bir gün olacağı kesin, kendime merhaba ve Dünya’ya merhaba. Güne nasıl başladıysam akşamda öyle yatayım. Sürprizler beni bulsun” diyerek güne başladım. Evdekiler henüz uyanmamış, hava soğuk, o yüzden kahvemi içeride içiyorum. İstanbul da kaloriferler yanmaya başlamış çoktan. Ev halkı uyanıyor bir süre sonra. Kahvaltıyı hep birlikte yaptıktan sonra bisikletleri ve kahve takımlarını arabaya yükleyip sahile, kahve etkinliğini yapacağımız yere Oğuz bizi getirip bırakıyor. Daha önce keşif yapmadığımızdan uygun bir yer aradık. Kendimize uygun yeri belirleyip oturuyoruz. Tam da burun sayılır deniz kıyısında.

Kahve için henüz gelen yok, o yüzden deniz kıyısında geziniyorum bir süre. Etkinliği İstanbul boğazında yapmayı tasarladım ilk önce ama boğazda böyle bir yeşil alan yok. Bostancı Sahil komple yeşil alan, yürüme yolu, çimenlik, bisiklet yolu ve kıyıda hiç bir yapı yok. İstanbul’un boğucu kent yapısından kurtulmak için Bostancı sahil şeridine geliyor insanlar. Burası ufku geniş bir yer, önü deniz ve açık. Alabildiğine gök yüzünü görebilirsin. Nefes almak için ideal bir yer burası. Benim de kahve yapacağım yerde iyot kokusu olmalı.

Marmara denizi alabildiğine açık, bir kaç gemi görünüyor uzaklarda. Solda adanın bir tarafı görünüyor. Kıyıdaki beton duvarın üstünde siyah – beyaz bir kedi oturmuş. Kımıldamadan öylece bakıyor, duruşunda güne iyi başlamanın zarafeti var. Karnı tok olmalı. Seyrek bulutlardan geçen Güneş ışıkları kedinin gölgesinin oluşmasına yetiyor.

Hava açık değil, bulutlu ama bulutlar yüksek. Ara sıra bulutlar seyrekleşiyor. Sanki bir tül perdeyi gök yüzüne atmışsın da bazı yerleri kıvrılıp toplanmış. Deniz kıyısında tek bir ağaç yalnız kalmış. Ağacın gövdesi ışıktan kara görünümünde. Sanki yerden bir kol yukarı uzanmış ve parmaklarını birleştirip yana doğru uzatarak avuç içini yere bakacak şekilde duruyor. Parmakların üstünde dallar fışkırmış yukarıya doğru. Yalnız ağacın yanında, yalnız bir kadın durmuş düşünüyor.

İlk olarak Ferdimen geliyor bulunduğum yere. Geleceğimi bildiğinden erkenden çıkmış yola. Çorlu dan İstanbul’a çabuk gelmiş ama İstanbul da daha çok zaman harcamış buraya gelebilmek için.  Gelirken de bana hediye verdi. Katlanır çatal, bıçak, kaşık takımı. Elime aldığımda çok işime yarayacağını hissedip sevindim. Artık turlarda kullanabileceğim pratik, az yer kaplayan yemek yeme setine sahibim. Ferdimen’e teşekkürlerimi sundum bir kahve yaparak. Bir takım da Şafak Omaç için verdi. Artık İzmir de veririm. Çok düşüncelidir bu konularda Ferdimen, ne istediğimi, neye ihtiyaç olabileceğini önceden kestirip sürprizler yapmayı sever. Bu da günün ilk sürprizi. Güne iyi başlamanın değeri bu “Kendine selam vereceksin güne başlarken.” Ben de Ferdimen’e çantaları verip emanetten kurtuluyorum.

Ben dizlerimin üzerine oturmuş Ferdimen’in verdiği hediyeyi inceliyorum. Altımda mat serili, Ferdimen de bağdaş kurup oturmuş bana bakıyor. Önümde kahve ocağı, şekerlik, cezve, kahve değirmeni, rüzgar koruyucu yuvarlak levha. Su şişem çuvalın içinde. Arkada bisikletim KUZ turuncu çantalarımla duruyor. Çantanın yan yüzeyinde urimbaba’CAN yazısı.

Artık yavaş yavaş gelmeye başladılar. İstanbullu Doğan Güler etkinliği duyup gelmiş kahve içmeye. O da yanımıza oturup sohbete katıldı.

Dilek pek yere oturmasını sevmediğinden katlanır bez sandalyesini getirip yanımızda oturdu. Ferdimen de kendi prodüksiyonunu yapmak için kamerası elinde hazır tutuyor.

Birer ikişer gelmeye başladılar. Kiminin haberi vardı, kimisi de geçerken bisikletli kalabalığı görüp ne yapıyorlar diye meraktan durup aramıza katıldı. Yerde dört kişi oturmuş sadece dilek ayakta oturanlara bir şeyler anlatıyor.

Büyük taarruz bisiklet turunda tanıdığım Dilek Kırkıcı bisikletiyle geldi. Sadece bir günlük tanışmamız yetti demek ki. Duyunca bisikletine atladığı gibi yanımıza gelerek sürpriz yaptı. Dilek bisikletin üzerinde iken resmini çekiyorum.

Elbette eşi ile birlikte geldi Dilek. Mehmet Kırkıcı, bisikletinden inip selam veriyor. Altmış yaşını çoktan geçmiş ve kalp ameliyatı geçirmiş birisi olarak bisikletin üzerinde onu görmek güzel.

Günün en büyük sürprizlerinden birisi ise masalcı esmavi’nin gelmesi. Beni o kadar sevindirdi ki anlatamam. İş yerinden benim için kavga dövüş aylar öncesinden izin almış bu gün için. İstanbul mega köyde beni yalnız bırakmadığı için teşekkür ederim sevgili Esma, bildiğimiz masalcı esmavi. Güzel sesinden güzel masallar dinleyeceğiz esmavi den. Boynuna da ona özel aldığım mavi şalı da takıp gelmiş. Ne mutlu bana böyle güzel dostlarım var. Hazine torbamı da yapan esmavidir. Bana öyle bir hazine torbası yaptı ki görünüşte küçük olsa da dünyaları sığdıracak büyüklükte. Hatta Güneş sistemindeki tüm gezegenler ve güneşi de alacak kadar büyük, geniş ve derin. İşte bu hazine torbam da dostlarımı biriktiriyorum. Yaşadıklarımı ve hikayelerimi de içine katarak.

Yakından bir resim çekiliyoruz esmavi ile. Beyaz çizgili renkli mintanı, boynunda mavi şalı. Güneş gözlükleri gözünde takılı. Kestane rengi saçlarına güneş vurmuş pırıl pırıl. Bende ise kare desenli gömlek, rengi solmuş lacivert yeleğim. Başımda da kırmızı renkli buff.

Esmavi İzmir den arkadaşım Zeynep Nuray ile birlikte geldi. Zeynep Nuray’ın bir ayağı İstanbul da. İzmir de bir çok kez kahve içmeye gelmişti, İstanbul’da da kısmet oldu kahve içmeye. Sanırım Ferdimen haber vermiş olmalı, Salih Gülbahar da geldi kahve etkinliğine. Hep birlikte oturup resim çekiliyoruz.

Salih, Ferdimen, Zeynep Nuray, ben ve esmavi. Arkada ayakta da Mehmet Kırkıcı.

Sevgili dostum Ahmet Mumcu da aramıza katıldı. Günün sürprizlerinden birisi ressam Kerem Fidan, nam-ı diğer Çizer Gezer bana kendisine ait suluboya Atatürk portresini camlı – çerçeveli hediye etmesi. Atatürk hiç bir zaman kalbimizden silinmez duygusu hep içimde. Kendisine özel olarak teşekkür ederim. Koleksiyonumda yerini alacak.

Çizer Gezer Atatürk resmini verirken birlikte resim çekiliyoruz.

Etkinlik herkese ulaşmıyor, duyan gelip kahveye ve sohbete katılıyor. Bu arada havlu satışları da yapılıyor. Sağ olsun gelenlerin hepsi havludan alıp desteğini esirgemedi. Urim Baba’nın Kahvesi patentine destek olanların isimlerini kayıt etme işini Esmavi yaptı.

İstanbul da havlu alan destekçilerin isimleri; Beyhan Yeniceli, Sancak Aydın, Faruk Atçeken, Adnan Özzaim, Yalçın Pekmezci, Salih Gülbahar, Ferdi Kızıl, Esma Eser, Merih Güldür, Sevinç Aksüt, Gülay Çamurdan, Behzat Işık, Rüştü Berber, Duygu Kırkıcı, Mehmet Kırkıcı, Gülsemin Özgen, Hakan Gener, Tezcan Şahin, Taner Aylar, Ümit Altay, Kerem Fidan, Tülin Fidan, Nur Kılıçay, Elif Köseoğlu, Başak Bulut, Rahman Karataş, Ahmet Mumcu, Seçil Zor, Dilek Koçyiğit.

Öğleden sonra Başak Bulut ve Rahman Karataş geldi, büyük gezginlerden. Uzun zamandır görememiştim. Dostları görmek, hasret gidermek gibisi yok. Moralim çok yüksek ve bu bana doping yapacak gibi. Yarın koşacağım kıtalar arası Avrasya Maratonunu sondan birinci olarak rekor kırabilirim. O derece yani.

Hazır bu kadar kalabalık toplanmışken 20 kişi birlikte resim çekiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kahvem bol, o yüzden sıkıntı çekmiyorum, çırağım Ferdimen sürekli olarak kahve çekiyor değirmende. Böylece Bostancı sahilini kahve kokusu sarıyor. Kahve takımlarım içinde tüm cezveleri mi de aldım. Ayrıca dört fincan da ilave olarak sekiz fincan var. Duruma göre kahve yapıyorum. Kalabalık olursa en büyük beş kişilik cezvede, yada dört kişilik cezvede kahve pişiriyorum. Birer ikişer geldi mi iki fincanlık yada tek fincanlık cezvede da kahve pişiriyorum. Gelenleri fazla bekletmek olmaz. Hemen kahve pişirilip anında sunuyorum. Kahve her zaman beleş, parayla satılmaz. Sadece fal bakılmaz. O yüzden yanımda fincan tabağı taşımıyorum.

Ferdimen değirmeni çevirirken, tüplü gaz ocağım, şekerlik, cezveler, kahve çekirdeği kavanoz, dört kahverengi fincan desenli fincanlar, dört Atatürk imzalı fincan ve kahve kutum resimde görünüyor.

Kahve takımlarım yerde, bisikletim KUZ ile birlikte resim çekiliyorum. Turuncu çantalar, tabelam seleye asılı. 10 Litrelik su şişesi iki tane ve Ferdimen’e getirdiğim mavili siyahlı çantalar.

Tanıdığımdan çok tanımadığım arkadaşlar da kahvemi içiyor. İsim hafızam zayıf olduğu için tanışsam da isimleri bir türlü aklımda kalmıyor. Bu durumu artık dert etmiyorum. Yanıma gelerek “Merhaba Urim Baba” diye ismimle hitap etmelerine karşılık isimlerini bilemediğimden özür dileyince onlar da önemli değil. “Bizi tanımaman doğal, bizler seni tanıyoruz ya, bu bize yeter” diye cevap vermeleri bana yetiyor. Sevindiğim taraf sayamadığım kadar kişi beni tanıması. Her ne kadar isimleri aklımda kalmasa da hepsini seviyorum ve hazinemde yerlerini alıyorlar.

Resimde yeni gelenlere kahve pişmiş olarak fincana dökerken Doğan Güler elçek resim ile çekiyor. Çimenlere dört kişi oturmuşuz.

Akşam güneş batasıya kadar sahilde oturup kahve yaptık, sohbet ettik. Dilek dün yaptığı poğaçaları ikram ederek karnımın açlığını giderdim. Sabahtan akşama kadar da aç durulmaz ya. Dilek bunu düşünüp hazırlık yapmıştı bile, kendisine çok teşekkür ederim. Böyle düşünceli dost pek bulunmaz. Normalde İzmir de kahve yaptığım İnciraltı kent ormanı, Çakalburnun da güne ufka yaklaşırken bir yumruk boyu anında yanımda kimse olmadığından toparlanıp eve gidiyorum. İstanbul da durum başka, Güneşi batırmak gerek. Kısa kış günlerine yaklaşırken Güneş erkenden ufka yaklaşıyor. Tam batarken resmini çekiyorum Marmara denizin de. Bulutlar üzerimden batan Güneş’e doğru uzamışlar parça parça. Sadece ufuk Güneşten dolayı kızıla boyanmış durumda. Gri bulutlar denize rengini vermiş.

Cep telefonumdan dijital zom yaparak denize kavuşmuş Güneşi tüm kızıllığı ile çekiyorum. Resim karesi tamamen kızıla boyalı. Sadece Güneş tüm haşmetiyle sarı renkte. Günü böylece bitiriyorum ve hava kararmadan toparlanmaya başladım.

Ferdimen’in çektiği video

Kader ağlarını örerken iyi örüyor benim için. Hazinemde biriktirdiğim dostlar olmadık yerde karşıma çıkıyor ve ağlarını ören kader beni onlarla karşılaştırıyor. Benim planladığım Kadıköy de oturan yeğenimin evinde kalmak, sabah ta erkenden Avrasya maratonunun başlangıcına gitmek. Başlangıç yeri Asya tarafında olduğu için düşüncelerim buydu. Ama kader işte, kahve içmeye gelen Başak ve Rahman beni evlerine davet ettiler. Bu gece bizde kal diye. Evleri de köprüye daha yakın olunca benim için bulunmaz bir fırsat diyerek kabul ettim tekliflerini. Hem birbirimize anlatacak çok hikayelerimiz var.

Fazlalıkları Dilek’e verip gerekli olanları alıyorum sadece. Başak ve Rahman ile birlikte İstanbul’un bin bir sokaklarında bisiklet sürerek büyük bir labirentte bisiklet sürdük. Araçların arasından kolayca sıyrılıp oturdukları eve geldik. Hepimiz tecrübelerimiz sayesinde binlerce aracın içinden geçip gittik hedefimize doğru.

Kendi yaptığımız akşam yemeği ile karnımızı doyurduk beraber. Oturdukları daire yüksek bir binada 12. katta. Katın yüksek olması pek etkilemiyor çünkü diğer binalar da aynı boyutlarda olduğundan sanki normal evlerdeymişiz gibi hissettim. Rahman eve gelir gelmez gidona bir çanta takıyor sormadan. Elinde varmış ve paylaşmasını da sevdiğinden hediye ediyor. Ben de Az bilinen antik kentler bisiklet turunda verdiğimiz ilk bufflardan kırmızı renkli olanı hediye ediyorum. Bu kırmızı renkli buff en değerli eşyam ve artık elimizdeki son örnek. Teşekkürlerimi sunup sohbete dalıyoruz.

Önümüzde dünya haritası ve hayallerimizi dünya haritası üzerinde kuş bakışı paylaşıyoruz. Başak ve Rahman 700 bin Km diye bir hayalleri var. Yaşamları boyunca hedefledikleri 700 bin Kilometreyi yapmak. Harita üzerinden ülkeleri dolaştık, rotalar çizdik hiç bir sınır tanımadan. Benim hayalimde olan Amerika dan Asya’ya Berrin boğazın dan buzların üstünde bisiklet sürerek geçmek. Onlara bu rotayı çiziverdim. Zaten başlangıç olarak Arjantin’e gidip en güney kara parçasından başlamak. Amerika kıtasını boydan boya geçip Kanada’ya ulaştıktan sonra kış aylarında donan Berrin boğazını geçersiniz dedim. Yapılmayacak bir hayal değil.

Rahman Karadenizli Laz ve kemençe çalmasını çok iyi biliyor. Daha önce birlikte çok türküler çalıp söyledik. Gecemize renk kattı Rahman birkaç türkü çalarak. Beraber şarkılar türküler söyledik kemençe sesiyle.

Resimde masanın üzerinde Dünya haritası serili, üzerinde kemençe yatık durumda. Benden aldıkları Urim Baba’nın Kahvesi işli havlu da kemençenin altında.

Haliyle kahveleri her zaman olduğu gibi ben pişiriyorum. Masanın üzerinde Dünya haritası serili, önünde Urim Baba’nın Kahvesi işli havlu katlanmış olarak duruyor. Kahvemin köpüğünde ise tek gözlü ağzı açık bir gülümseme görünüyor.

Kahveleri masanın etrafında içerken Rahman fotoğraf makinesi ile zaman ayarlı otomatik çekim yaptı. Duvarda daha büyük Dünya haritası tavan lambasının ışığında parıldıyor. Sohbetimiz kahveden daha tatlı.

Sohbet ve hayaller bitmiyor, eski yaşadıklarımız maceralar, yapacağımız turlar konumuz oldu hep. Gecenin ilerleyen saatinde saatimin alarmını 05:30’a ayarlayıp yatıyorum. Bugün dostlarımla buluşmanın heyecanı, yeni arkadaşlarla tanışma ve en önemlisi yarın koşacağım Avrasya maratonu içimde çok heyecanlı olarak uyumaya çalışıyorum. Bakalım sabah ola hayrola.

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 7. Gün

6 Eylül 2014 Cumartesi

Gökçetepe – İbrice limanı – Mecidiye = Gökçetepe

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Geçiyorum denizin geçtiği yerlerden,

Bu fersah fersah su

Sevdalım olur benim

Şahitlik ediyor zamana

Yanık tenim

Evler sıralı boncuk boynumda

Gurbet gerdanımda bir yalan.

 

Çiğdem Baydar

 

Öne çıkan görsel, Arı kovanları arasından çıkan yokuşta bisikletçiler, yol toprak.

10568788_10152509463394681_8518010978065955998_n

Biraz gürültü olsa da güzel bir uyku çekiyorum, gün ağarınca uyku kalmıyor gözlerimde. Güneşin doğuşunu beklemek gerek. Çadırımdan ilk gördüğüm manzara arabalar. Çadırı yanlış yere kurmuşum, akşam yoktu ama sabah arabaların önümde sıra halinde park ettiklerini görüyorum. Hani derler ya tuvalete arabası ile gidiyorlar, işte öyle bir durum. Sahili bir işletmeye vermişsin tamam. İşletme de araba park yeri yapması gerek. Her kes piknik yapacağı yere kadar yada çadırın olduğu yere kadar arabasıyla gelip  manzarayı bozmasın bari bu güzelim koyda. Arabalar yeterince çevreyi kirletiyor egzoz dumanlarıyla. Bir de manzarayı kirletmeseler bari.

060920148164

Kahvaltı faslından sonra hep birlikte yola çıkıyoruz. Gökçetepe sahili olduğu gibi çam ağaçları ile kaplı harika bir yer. Sahile giriş daha çok arabalar için yapılmış olduğu için girişini Gökçetepe köyünün oradan vermişler.

060920148165

Geçen yıl hayretler içinde kalmıştım. Kamp alanından epey gittikten sonra buradan geçerken kendi kendime “Burada başka bir kamp alanı var” diye. Sonrasında kendi çadırımı görünce bizim kamp alanı olduğunu anlamıştım. “Nasıl yani” diye kendi kendime sormuştum? Neredeyse 4 Kilometre yol kat ettikten sonra aynı yere gelmiştik. Masallarda giriş kısmında anlatılır ;

“Az gittik uz gittik.

Dere tepe düz dittik.

Bir de ardımıza baktık ki,

Bir arpa boyu yol gitmişiz !

Aynen böyle oldu. Bu durumu yaşadığım için daha önceden herkesle beraber bu yolu yaptım. Dönüşte buradan dalacağım içeri, henüz yorgun değilim. Tel örgü arkasında çadırlarımız.

060920148166

Kamp yerimiz olan Gökçetepe sahili. Biraz yukarıdan olduğu gibi görünüyor. Harika, yaşanılası bir yer.

060920148167

Hava bu gün kapalı ve parçalı bulutlu, yağmur yağabilir de. Denizin üstünde yer yer yağdığını görüyorum. Artık şansımıza, yağsa da olur. Benim için fark etmez.

060920148168

İşte size insan manzaraları. Buraya insan eli değmemiş, çünkü insanlar böyle güzelim doğanın içine çöplerini bırakmaz. Hayvanlar zaten çöp üretmedikleri için onların atacak çöpleri yor. Bunları Dünyamızda yaşayan garip varlıklar atmış olabilir. Hiç bir kategoriye girmeyen varlıklar. Yazık ki çok yazık.

060920148169

Ergun Oskay biz geçerken resmimizi çekmiş. Zaten Keşan’ın resmi fotoğrafçısı olur kendisi, önüne geleni çekiyor.

10593181_10203438785385216_1120958801368723425_n

Başka bir koydayız, manzarası da insana resim çektiresi geliyor. Biz de bir resim çekmeden edemedik. Oytun bizden biraz uzun mu ne? Ben , Oytun ve Yaşar Curci.

060920148171

Yol bazen toprak oluyor, burada daha zevkle gidiyoruz.

060920148172

İbrice limanı, burası aynı zamanda dalış yeri ve dalış eğitimi verilen yer. Bir çok okul var dalış eğitimi veren. Geçen yıl burada dalış yapmıştım. Harika bir deniz yapısı var. Çok çeşit canlı türü aynı yerde yaşamakta ve dalış yapanlar sanki akvaryumun içinde geziniyormuş gibi yaşıyorsun balıklarla birlikte. Burada balıkçı tekneleri var, açık denizde avlanıyorlar. Kıyıda avlanmaları yasak.

060920148173

Limana girip kuru pasta ve soda ikramını kaçırmıyoruz. Deniz şortunu giyen hemen denize dalmış yüzüyor. Buraya gireceğimizi bilseydim önceden şortumu giyer bir dalar çıkardım.

060920148174

Lastik patlakları başladı, yardıma ihtiyaç var mı diye soruyorum. İhtiyaç yok biz hallederiz diyorlar, zaten 3 kişi 2 patlakla uğraşıyor.

060920148175

Uzun bir kuyruk oluşturmuşuz, her kes kendi temposunda gidiyor ardı sıra.

060920148176

Keşanlı Nail Acun, sıkı bir bisikletçi. Aynı zamanda turun organizatörlerinden biri olur kendisi. Sessiz sakin, keyif adamı. Akşam tadını çıkarır bir duble ile. İkimizi elçek resim çekiyorum.

060920148177

Herkes güler yüzle selam veriyor yanımdan geçerken. Çoğu beni tanıyor ama ben tanımıyorum. Güler yüzle ben de selamına karşılık veriyorum. Tur böyle neşeli gidiyor, bu da hoşuma gidiyor. Herhalde Trakya da, Keşan havaları insanı güleç yapıyor. İster istemez uyum sağlıyorsun bu neşeli ve güleç ortama.

060920148178

Gideceğimiz yol hep asfalt değil, bazen toprak yoldan da gitmek gerek. Bisiklet işaretleri yine karşımıza çıktı.

060920148179

Tekerleğin değebileceği bir yol olsun, gidilir durmadan böyle yollarda. Toprak yolda giden bisikletçiler.

060920148181

Saroz körfezi, Ege denizi yukarılara çıktıkça daha da güzelleşiyor.

060920148182

Her yerde hazır düz bir taş bulamazsın, taşın yüzeyi eğri de olsa ok işareti yapılabilir. Örneği aşağıda görülüyor.

060920148183

Rampa hafif te olsa yavaşlatıyor bizleri. Ama yine de çıkıyoruz ağır ağır.

060920148184

Biraz düzlük oldu mu işte sana tarla ve Trakya’nın ürünü Ayçiçek tarlası. Başaklar olgunlaşmış toplanmayı bekliyor. Sonra fabrikalara gidip yağ haline gelecek.

060920148185

İşte bu yolun kıvrımlarını seviyorum, karşıma ne gibi bir manzara çıkacak diye merak ederek ilerlemek.  Bisiklete binmenin heyecanı burada daha da artıyor. Bilinmeze gitmek!

060920148186

Kosovalı Yaşar’ın da lastiği patlıyor. Durup yardım ediyorum, biraz fazla inceliyor lastiği. Birlikte hallediyoruz lastik işini.

060920148187

Mecidiye köyüne vardık, burada öğle yemeği vereceğiz. Köylüler nefis yemeklerin hazırladıklarını duyduk. Bakalım gerçekten öyle mi?

060920148188

Derken bir yağmur indiriyor, güzel indiriyor. Orijinal yağmurluklar giyiliyor üzerimize, çöp poşetleri. Bisikletçinin bulduğu bir tür yağmurluk. % 100 su geçirmez, test edildi. Yaz yağmurlarında vazgeçilmez bir ürün. Selim Karagözler siyah battal beden çöp poşeti giymiş.

060920148189

Köyün kapalı alanında yemekleri yiyoruz hep birlikte. Yemekler de gerçekten nefis. Yiyebildiğin kadar ye, bol yapılmış kazanlarda yemek. Yemeğin üstüne birer, ikişer dondurma geliyor. Dondurmaya doyuyoruz resmen.

060920148190

Çöp adamlar toplanmış bir araya neşe içinde, güle oynaya. Daha ne olsun, festival tam tadında. Tadına doyamadığımız anlar yağmurla birlikte doruğa ulaşıyor. Poşet adam Selim ile elçek resim çekiyorum.

060920148192

Yaz yağmuru, fazla sürmüyor. Gelip geçici olduğunu biliyoruz. Yağmur dinmiş, biz de yola çıkıyoruz usulca ıslanmış toprakta. Yağmurun kokusu etrafta hissediliyor. Havadaki tüm moleküller yıkanmış tertemiz. Gökyüzü mavi hatta maviş, turkuaza boyanmış. Pamuk gibi beyaz bulut dekoru daha da güzelleştiriyor tabloyu. Bu tabloyu seyretmek gerek doyasıya, içine çekerek tertemiz yıkanmış havayı. Gençleşiyorum adeta doğada bisiklet sürerken.

060920148193

Yol gibi olmasa da bize her taraf yol. Mecidiye göletine doğru gidiyoruz.

060920148194

Göletin sağ üst tarafından bir patikaya girdik. Bisiklet sürecek yol yok, bildiğimiz patika. Anca keçiler gider buradan. Zaten adı üstünde “Keçi yolu”. Bisikletlerden inip tek sıra patikada ilerliyoruz ormanın derinliklerinde.

060920148195

Nail oturmuş kenarda geçişimizi kontrol ediyor. Tek sıra geçtiğimizden belki de kaç kişi olduğumuzu sayıyor.

060920148196

Bir süre normal adımlarla gidiyoruz.

060920148197

Derken yürüyüş durdu birden bire. Önümüzdekiler gitmeyince biz de durup bekliyoruz. Yanımızdakilerle başlıyoruz muhabbete.

060920148198

Bitki örtüsü sık ve çeşitli. Çam yaprakları sarmaşık türü bir bitkinin dalına düşüp orada kaşmış. İğne yapraklı olduğu için aşağı sarkarak ilginç bir görünüm oluşturmuş ormanın içinde.

060920148199

Patika dar dere yatağı, çalılar da kısmen kaplamış durumda. Önünü fazla göremiyorsun.  İlerlememiz durunca ne oluyor diye birbirimize sormaya başladık. Bekleme süresi uzayınca neden ilerlemediğimizi öndekilere sorup onlar da önündekilere sorarak anlamaya çalışıyoruz. Hani çocukluğumuzda telefonculuk oynardık, kulaktan kulağa. İşte o oyun başladı aramızda. Bazen bir ayı çıktığı haberi geliyor, bazen ağaç devrilmiş balta isteniyor yolu açmak için.  Haberler gidip geliyor, kim kime, dum duma. Kimisi çakı var mı diyor, çakı yok testere var haberi geliyor. Bir ara yol tıkandı geri dönüyoruz haberi geldi.

060920148200

Tabi ki kimse inanmıyor son habere. Öylece beklemeye devam ediyoruz. Kim kime inanacak ki? Yani dalga geçmeler yanlış haberler, gırgır şamata o dereceye vardı ki. Bir süre daha geçtikten sonra ardık hep bir ağız olmuşçasına geri dönüyoruz denmeye başladıktan sonra tersine dönüp tek sıra inmeye başladık patikadan. Herkesin neşesi yerinde…

060920148201

Patikadan açık alana gelince gölet kıyısında çam ağaçlarının gölgesinde oturup beklemeye başladık öndeki arkadaşları.

060920148202

Su yüzeyinde bir su yılanı yüzmeye başladı. Yılanın yaşam alanında olduğumuz için ürküp kaçmaya başladı bu kadar kalabalığı görünce. Resmini çekmeye çalıştım ama pek iyi çekemedim. Cep telefonumdan anca bu kadarını çekebildim. Yılan resmin tam ortasında.

060920148203

Beklerken yamaca çıkıp biraz keşif yapayım dedim. Yukarıdan bisikletçiler böyle görünüyor.

060920148204

Öncü geldikten sonra alternatif yoldan gitmeye başladık. Patika çalılardan kapanmış gitmenin olanağı olmadığından geri dönmüşüz. Öncüler geldikten sonra açıkladılar durumu.

060920148207

Yine ormanın içindeyiz ve bisikleti sürebileceğimi kadar geniş bir yol var önümüzde.

060920148208

Bazen beklenmedik yokuşları çıkmak durumunda kaldık. Yokuş kısa ama sert, gerçi burası normalde yol değil. Yangın yolu olarak açılmış. Eğer yanmaya başlarsa orman buradan karşı tarafa atlamaması için geniş alan açılarak yangının yayılmasını önlemiş olacak. Kimisi yokuşun başında durmuş nasıl çıkacağım diye düşünüp durmaktalar. Aslında çıkabilirler de birden bire karşısına çıkan bu sert yokuş gözlerini korkutmuş anlaşılan.

060920148209

Neyse kimi bisikleti elinde yayan kimisi de inmeden rahatça çıkıyor yokuşu. Bisikletinden inmeden çıkanlar zaferlerini kutluyor yokuşun bitiminde. Haklılar tabi ki. Benim için önemli bir yokuş sayılmaz.

060920148210

Yol toprak olmasına karşın sert ve düz bir zemin. Çam ormanında nefis kareler yakalamak olası. Tüm bisiklet yolları böyle olsa keşke. Bisiklete binmeler artardı.

060920148211

Arı kovanlarının arasından geçiyoruz, işte böyle yerlerden geçerken sakin geçmek gerek. Yoksa arılar kızıp peşinden gelerek iğnesinin tadına baktırır. Bu durumu bilmeyen bazı arkadaşları arılar soktu haliyle. Sola doğru çıkan yokuşta bisikletçiler gidiyor. Kenarda arı kovanları var. Bur resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

10568788_10152509463394681_8518010978065955998_n

Kovanların arasından arıları rahatsız etmediğimizden bize iğnelerin tadına baktırmadılar.

060920148212

Aramızda daha cesaretliler var, bisikletten inmiş yürüyerek arı kovanları arasından geçiyor. Yanımıza gelince anladık ki lastiği patlamış. Etraf pıtrak dikenleri ile dolu.

060920148213

Yangın kulesinin etrafı pıtrak dikenleri ile sarmış durumda. Buraya gelenin lastikleri dikenle dolunca lastik güm. Bende henüz bir şey yok şimdilik. Yol kıyısında lastiği onaranlarla dolu.

060920148214

Burası zirve, etrafta çalı tipi makiler var.

060920148215

Karşıda yangın kulesi göründü, ama bir türlü varamıyoruz. Lastik patlakları sürekli yavaşlatıyor gruptakileri. Yol kıyısında arı kovanları bitmiyor.

060920148217

Neyse ki lastiği patlayanın yanında yama seti ve pompası var. Kendi patlağını kendi hallediyor.

060920148218

Lastiği patlayanlar zirveye yaklaştıkça çoğalmaya başladı.

060920148219

Lastiğim patlamadan yangın kulesine vararak bisikletimi park ettim. Dağıtılan soğuk nescafe ve sodayı alarak yangın kulesine çıkarak etrafı seyretmeye başladım. Koru dağlarının en yüksek yerine yapılan yangın gözetleme kulesi dört tarafı gözlemeye uygun. Saroz körfezi alabildiğine geniş bir alan gözümüze görünüyor. Selahattin Tavkaya ile bir resim çekiliyorum.

060920148222

Buraya ulaşanların çoğunda lastik patlağı var ve tamiri için uğraşmakta. Yukarıdan çekiyorum aşağıdakileri.

060920148223

Aşağı inerek kahve içebileceğim güzel manzaralı bir yer seçip kahvemi pişirerek içiyorum. İşte bu sırada olan oluyor. Yerde pıtrak otları dolu ve lastikler pıtrak dikenleri gözle görülür durumda. Lastiklerde dikenler var ama bu arada bisiklete binmemiştim. Hemen görünen dikenleri temizliyorum fazla derine batmadan. İç lastiğe henüz ulaşmamışlar buna seviniyorum. Pıtrak olan bölgeyi yürüyerek geçip toprak yolun başına kadar gittikten sonra bisiklete biniyorum. Buradan hep inişle ineceğiz ama yol taşlı topraklı. Dikkatli inmek gerek. Yine yere işaretler çizilmiş gideceğimiz yöne doğru.

060920148224

Henüz 500 metre indikten sonra arka lastiğim inmeye başladı yavaş yavaş. Durup lastiği şişirdikten sonra ve inişe devam ediyorum. Bir süre böyle devam ediyor, lastik iniyor ben şişiriyorum. Böylece kamp alanına kadar idare ediyorum. Kampın başladığı yere gelince tel örgüden bisikleti atlatarak içeri girdim. 3.5 Kilometre yol yapacak durumum yok şimdi bu patlak lastikle. Bisikletim KUZ iniş yolunda, ormanın içinde

060920148225

Kamp alanına gelince hemen ön ve arka lastiği söküp ilk önce dış lastikteki tüm dikenleri çıkardım. Ardından iç lastiklerin patlak yerlerini işaretleyip yama yaptım. Sonrasında lastikleri takıp şişirerek bu sorunu hallettim. Festivalin bisiklet destekçisinden bir tane iç lastik alıyorum yedek olarak. Kalın sibop elinde kalmamış, ince siboplu almak zorunda kaldım. Yedekte olsun ne olur ne olmaz. Lastik işini hallettikten sonra şortumu giyerek denize şöyle bir daldım. Ter, toz, toprak, lastik patlağı derken epey kirlendik. Durulanmak, temizlenmek gerek. Ayrıca biraz da serinlemeli değil mi? Bunu hak ettim sayılır. Kendimi Saroz’un serin sularına bırakıyorum. Denizin içinden, önden suya atlarken çekiyorlar havada uçarken bir poz.

10669354_359729974176472_934851807187373383_o

Denizde bir süre yıkanıp çimdikten sonra kurulanıp temiz elbiseleri giyerek kendisi Laz olan kemençeci Rahman ile kıyıda kemençe konçertosu dinlemeye başladık. Rahman kemençeyi ağlatıyor yanık türküleri ile. Ben de eşlik ediyorum bildiğim kadar. Bizi arkadan çekiyorlar. Kosovalı Ergin, Kemençe çalan Rahman ve ben duvara oturmuşuz denize karşı.

1487850_10152509390529681_1904679858770826625_o

Kemençenin nağmeleri kumsalda yayılıyor yanık yanık. Arada Karadeniz’in hırçın dalgalarının karaya vuruşu ve ardından geri çekilişi gibi. Kemençenin sesi bir yükseliyor, bir alçalıyor Saroz körfezinde.

Uy kemençeci dayi

Soktun gözüme yayi,

Kör ettun gözlerumi

Göremeyrum dunyayi

Duvarda otururken yandan çekiliyoruz üçümüz, arkada Kosovalı Yaşar da cep telefonu ile resim çekiyor.

10003562_10152509391604681_4587059245718536202_o

Akşam yemeğinden sonra çalgı çengi geliyor. Kamp alanının meydanına toplaşıyoruz, başlıyorlar 9/8 çalmaya. Göbekler durur mu ? müziğin ritmine kapılıp başlar atmaya.

Ohh yandan Süleyman yandan Severim seni candan

10479635_10152509399604681_3742417760233162727_o

Eğlence, oyunlar, göbek havaları gırla gidiyor. Coştukça coşuyoruz.

10562509_10152509399254681_9220466658395755507_o

Arada bir dinlenmek gerek diyerek banklara oturup oynayanları seyrediyoruz.

10626297_10152509411004681_4403065132764570610_o

Eğlencenin dibi yok, kollar havada şıkıdım şıkıdım.

10662071_10152509401099681_2378414473832206607_o

Festivale katılan kör arkadaşımız. O da eğlenceye ortak oluyor bizimle, Selim de yanında.

10606271_10203438975069958_4311367591022179517_n

Eğlencenin sonu yok ama gecenin ilerleyen saatlerine kadar eğlence devam ediyor. Uyku ağır basınca çadıra girip derin bir uykuya dalıyorum. Ertesi gün yine zorlu dağ yolları bizi bekliyor. Zaten adı üstünde Keşan Dağ Bisiklet Festivali.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 30 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda.

Powered by Wikiloc